
Kurdish Information and News blog, kurd, kurdish, kurdisch, kürt, kurde, kurdistan, apo, zana, barzani, talabani, psk, pkk, dtp, kdp, ynk, puk, pdk, pik, kurdians, politika, siyaset, dogru gercek haber, sondakika, son dakika, spor, ekonomi haberleri, multimedya, rss, forum, 2009, 2010, newroz, peyamner, pukmedia, gundem, ozgurpolitika, azadiyawelat, human, blogger, blog, blogs, freedom, alevi, yezidi, sunni, suryani, iran, iraq, syria, usa, israel, united nations, europa, nato
Halk Barzani'den memnun

Türklerin ABD ziyaretindeki kayıp ve kazançları

Saldırıda ölenlerin hepsi korucu
www.ozgurgundem.net/Şırnak Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre ölenlerin isimleri şöyle: Gönüllü köy korucuları Kamil Akdoğan, Rahmi Acer, Kadri Acer, Orhan Acer, Kazım Acer; geçici köy korucuları Yusuf Acer, Zeki Acer, Reşit Acer, Harun Acer, Sefer Acer, Bengin Acer, Cuma Ermahan. Açıklamada, saldırıda Memduh Acer ve Erdal Acer'in yaralandığı ve tedavilerinin sürdüğü bildirildi.
Valiliğin açıklamasında olaydan sonra PKK gerillalarına karşı başlatılan geniş çaplı operasyonun sündüğü belirtildi. Bu arada ölenler için cenaze töreni düzenleneceği bildirildi. Tören bugün Beytüşşebap Kaymakamlığı önünde düzenlenecek. ŞIRNAKKuzey Kürdistan'da bir yılın özeti : 650 Operasyon

Ateşkes sürecinde darbe yiyen hep Kürtler oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tam 4 kez görüşlerinden dolayı hücre cezasına çarptırıldı, 1 Mart 2007 tarihinde ise zehirlendiği ortaya çıktı. Kürtler 27 Nisan muhtırasında ise düşman ilan edildiler. 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. PKK'li üst düzey yetkililere suikast yapmak için PKK saflarına intihar timleri gönderen Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Kürtler, ateşkes sürecinde serhildan ruhuyla alanlara çıkıp PKK ve Öcalan'ın muhatap alınmasını, uzatılan barış elinin tutulmasını talep ettiler. Ancak tüm talepleri yine muhatapsız kaldı. Sözde sivil Anayasa'nın açıklanan taslağında ise Kürtlerin K'sinden bile bahsedilmediği ortaya çıktı.
1999 yılında susan silahlar, 5 yıl sonra 1 Haziran 2004'ten itibaren yeniden konuşmaya başladı. Çatışmaların yeniden tırmanmasının temel nedeni artan ordu operasyonlarıydı. Tarih yaprakları 2006 Eylülü'nü gösterdiğinde ufukta ateşkes belirdi. PKK ve Öcalan, 5. kez ilan edilecek bir ateşkes için ihtiyatlıydı. Ancak ulusal ve uluslararası ortam ateşkesi bir zorunluluk olarak hızla gündemleştiriyordu. DTP, ABD, hükümet, sık sık ateşkes için niyet bildiriminde bulundu. KKK'nin talepleri dikkate alacağı haberleri üzerine 12 Eylül'de olası bir ateşkesi önlemek için Diyarbakır'da bomba patlatıldı. Olayda 7'si çocuk 11 kişi hayatını kaybetti. 13 Eylül'de açıklama yapan KKK, 'Katliamın sorumlusu Türk özel savaş güçleridir' dedi. 29 Eylül'de Erdoğan, ateşkes için konuştu ve 'Ateşkes yanlış, PKK silah bırakır' açıklaması yaptı. Ateşkes tartışmasına 29 Eylül'de PKK Koordinatörü Edip Başer de katıldı ve 'Ateşkes yanlış ifade' dedi. 29 Eylül'de ise PKK'nin ABD'li Koordinatörü Ralston konuştu ve 'PKK'ye taraf statüsü veremem' ifadelerini kullandı. Aynı gün emniyet de görüş bildirdi. Emniyet, PKK muhatabımız değil açıklamasını yaptı. Ay sonuna doğru ateşkes talebine Öcalan'dan olumlu yanıt geldi. Öcalan, 28 Eylül'de yaptığı açıklamada, 'Gelin hep birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım' çağrısı yaptıktan sonra, 'Barışa bir şans daha veriyor ve PKK'ye ateşkes çağrısında bulunuyorum' dedi. HPG ve KKK açıklamaya uyacağını belirtti, 1 Ekim tarihi itibariyle de ateşkes fiilen hayata geçti. Ancak ateşkes kararıyla birlikte operasyonlar birden bire artmaya başladı. Şırnak'a bağlı Cudi Dağı'nın Kursa Keça ve Tikera alanlarında başlatılan operasyon daha genişletilerek sürdürüldü, Bingöl'e bağlı Yayladere alanında başlatılan operasyonun da kapsamı genişletildi. Yüksekova'ya bağlı Çarçella dağına yönelik başlatılan operasyon ise durdurulmadı. 1 Ekim'de konuşan Erdoğan, ateşkesi değerlendirdi ve 'Durduk yere operasyon olmaz' dedi. Ancak gelişmeler bir kez daha Erdoğan'ın dediği gibi olmayacaktı. Türk adaletine sığınsınlar Ateşkes kararının alınmasından sonra ateşkese karşı takınacağı tavır merak konusu olan ordudan ilk açıklama 2 Ekim'de geldi. 2 Ekim'de ateşkesi değerlendiren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ateşkesin sonuç doğurmayacağını net şekilde ortaya koydu, PKK'ye Türk adaletine sığınsınlar açıklaması yaptı. Büyükanıt, 'TSK silahlı tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdüreceğini çeşitli defalar açıklamıştır' dedi. Bu sözlere yanıt Erdoğan'dan geldi. 2 Ekim'de Erdoğan, 'Güvenlik güçlerine 'tedbiri bırakın' gibi bir talep olamaz. Ama hiçbir şey yokken de herhalde güvenlik güçleri kendine bir görev çıkarmaz' diye konuştu. Büyükanıt'ın sözlerinin üzerinden henüz bir gün geçmişti ki Bölge'den çatışma haberleri gelmeye başladı. 3 Ekim'de sahneye bu kez Baykal çıktı ve hükümete 'Operasyon yapmak zorundasın' tepkisini gösterdi. Ankara'da bu tartışmalar yaşanırken ateşkes sonrası operasyonlarda korkunç bir artış yaşandı. 16 Ekim'de 15 günlük bilanço yayınlayan HPG, 15 gün içinde 34 operasyon yapıldığını duyurdu. HPG operasyonlar sırasında 19 çatışma yaşandığını, çatışmalar sonucu 9 asker ile 5 gerillanın da yaşamını yitirdiğini bildirdi. Kürtler ise ateşkese sık sık destek verdiler. 2 Aralık'ta Şırnak'ta binlerce kişi KKK'nin 1 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes kararına destek vermek ve askeri operasyonları protesto etmek amacıyla yürüyüş yaptı. Kitle, yönünü Cudi Dağı'na dönerek açıklama yaptı. Operasyonların sonraki günlerde de sürmesi üzerine 7 Aralık'ta açıklama yapan KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, ateşkes sürecinin kritik bir aşamada olduğunu söyledi ve 'Ateşkes tehlikeli bir sürece girdi' dedi. Ovada siyaset yaptırmadılar Ateşkes sonrası Türkiye'nin gündemi Ağar'ın 9 Ekim'de yaptığı 'Gelsinler düz ovada siyaset yapsınlar' sözüyle yeniden hareketlendi. Ağar'a Baykal 10 Ekim'de sert tepki gösterdi ve 'Sen af çıkarırsan arkasından ne gelecek?' diye sordu. 14 Ekim'de ise Ağar-Büyükanıt savaşı başladı. 'Benim dönemimde asker konuşamaz' diyen Mehmet Ağar'a Büyükanıt'tan ağır yanıt geldi. Büyükanıt, 'O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz' dedi. 2 Kasım'da bir kez daha konuşan Büyükanıt, Türkiye'deki etnik tartışmalarla ilgili olarak, 'Atatürk bugünleri görseydi, kahrından giderdi' dedi. 19 Kasım'da ise Devlet Bahçeli, 'Vatan içerden hançerleniyor' diyerek sert mesajlar verdi. Siyasal irade tayin edildi Tarih yaprakları 20 Ekim'i gösterdiğinde Kürt sorununda Kürtleri kimin temsil ettiğinin açık göstergesi Ankara'da ortaya çıktı. Öcalan'ın siyasi irade olarak kabul edilmesi amacıyla oluşturulan Özgür Eşit Yurttaş Hareketi'nin başlattığı imza kampanyasının sonuçları açıklandı. Kampanyaya 3 milyon 243 bin kişinin destek verdiği bildirildi. 16 Aralık'ta ise Kürtler barış için Ankara'ya yürüdü. 983 seçilmiş Kürt temsilcisi, operasyonların durması, ateşkesin çift taraflı kılınması talepleriyle 16-18 Aralık tarihleri arasında Diyarbakır'dan Ankara'ya yürüdü. TBMM Başkanı Bülent Arınç, görüşme taleplerine randevu vermedi, Kürtler Abdi İpekçi Parkı'nda 10 dakikalık oturma eylemiyle Arınç'ı protesto etti. 2007 baskı yılı oldu 2007 yılının ilk günlerinde Türkiye menfur bir cinayetle sarsıldı. 9 Ocak'ta Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Osmanbey'de gazete binasının önünde öldürüldü. Yüzbinlerin buluştuğu cenaze töreninde en büyük kesimi Kürtler oluşturdu. Kürtler ve diğer halklar, 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganı atarak, Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen derin odaklara çok anlamlı bir yanıt verdiler. Aslında Dink cinayeti 2007 yılının ne şekilde geçeceğinin de çok açık göstergesiydi. 2006 yılında süren hak ihlalleri 2007 yılında had safhaya ulaştı. Öyle ki gözaltı, tutuklama vakaları 1993 yılının dahi üzerine çıktı. Hak ihlallerinden iki camia çok derin yaralar alarak çıktı. 2007 yılının ilk ayından itibaren Kürt basın-yayın organlarına adeta nefes aldırtılmadı. 5 Ocak'ta Toplumsal Demokrasi, 6 Mart'ta Gündem, 23 Mart'ta Azadiya Welat, 30 Mart'ta Güncel, 9 Nisan'da Gündem gazetesi kapatıldı. 2007 yılında 11 ay içinde Kürt basın yayın organlarına tam 10 kez kapatma cezaları verildi. Terörle Mücadele Yasası kapsamında sürdürülen sürek avından DTP de nasibini aldı. Yeni yılın ilk 5 ayında 500 DTP'li tutuklandı, bini aşkın kişi gözaltına alındı. Eşbaşkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'a 1'er yıl 6'şar ay hapis cezası verildi. 21 Şubat'ta 'Kerkük'e yapılan bir saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış sayarız' diyen DTP Diyarbakır İl Başkanı İbrahim Aydoğdu, bir gün sonra 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' etme suçlamasıyla tutuklandı. Hapse atılanlar arasında DTP Mardin İl Başkanı Ferhan Türk, DTP Dersim İl Başkanı Hıdır Aytaç, DTP Van İl Başkanı İbrahim Sunkur, DTP'li Kızıltepe Belediye Başkanı Aydın Budak da vardı. Daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Hakkari Belediye Başkanı Metin Tekçe'ye 'Laz Direnç' imzasıyla tehdit mektupları gönderen karanlık bir isim, bu kez de 26 Mart'ta Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin'e, 10 Nisan'da Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihah Şimşek'e aynı isimle içinde zehirli madde bulunan birer mektup gönderdi. Bebek asker kurbanı oldu Kürtlerin pek çok zorluğa rağmen seçimlerde 22 milletvekiliyle Meclis'e girmesinden sonra milletvekilleri üzerinde psikolojik terör estirildi, DTP bu terörle baskı cenderesine alındı. Erdoğan, AKP yöneticileriyle medya, DTP'li milletvekillerine 'PKK'ye terör deyin' baskısı uyguladılar. Gebze Cezaevi'nde milletvekili olarak Meclis'e gönderilen Sebahat Tuncel hakkında dokunulmazlık kazanmasına rağmen yargılamasının devamına karar verildi. 3 davada yargılanan DTP eski Eşbaşkanı Aysel Tuğluk hakkında da benzer karar alındı. 24 Eylül 2006'da İçişleri Bakanlığının Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlık görevinin düşürülmesi başvurusunu değerlendiren Danıştay, belediyenin çokdilli uygulamasının Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdi. Danıştay 8. Dairesi, ayrıca Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesini kararlaştırdı. Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Çemê Karê Yaylası'nda ekonomik ambargoya alınıp yolları askerler tarafından kapatıldığı için ateşi yükselen 6 aylık bir bebek hastaneye yetiştirilemeden öldü. Karakol yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunmaya giden bebeğin babasının da aralarında bulunduğu 15 kişi, Pervari'de gözaltına alındı. 12 Eylül 2007 günü HPG gerillalarının karakol bastığı yalanını öne çıkaran askerler, Dersim Ovacık ilçesi Yeşilyazı köyündeki evlere kurşun yağdırdı. Şemdinli Davası ise sivil mahkemeden alınarak askeri cezaevine verildi. 650'yi aşkın operasyon oldu 2007 yılının belirgin göze çarpan bir diğer özelliği de 2006'da süren operasyonların aynı hızda sürmesi oldu. Ordu, Bölge'de sık sık operasyonlara çıktı. Ancak operasyonların 1999 sonrasında düzenlenen operasyonlardan farkı vardı. İlk kez 2007 yılında 1990'lardakine benzer büyük çaplı, çok personelli operasyonlar düzenlenmeye başlandı. 14 Nisan'da Dersim'de tespit edilen 20 gerilla için düzenlenen kara ve hava operasyonuna tam 20 bin asker, 7 Mayıs'ta Cudi ve Gabar dağlarında HPG'ye yönelik başlatılan kara ve hava operasyonuna ise tam 20 bin asker katıldı. 2007 yılının Nisan ayı bilançosunu açıklayan HPG, bu ayda 68 operasyon gerçekleştirildiğini, 62 temas yaşandığını, en az 119 asker ile 22 gerillanın yaşamını yitirdiğini bildirdi. Operasyonlar devam ederken 3 Ocak'ta Erdoğan'dan koordinatör itirafı geldi. Erdoğan, Türkiye ve Amerika arasında PKK'yle mücadele için oluşturulan koordinatörlük mekanizmasının olumlu sonuç vermediğini söyledi. 29 Ocak'ta konuşan ABD'li Koordinatör Ralston da 'Türkiye PKK ile müzakere yapmalı' dedi. Ralston'un Mesud Barzani ile yaptığı görüşme sırasında söylediği bu sözler, Ankara'da büyük tepki uyandırdı. 8 Şubat'ta bu kez de Türkiyeli Koordinatör Edip Başer konuştu ve 'Güneyli Kürt liderlerle görüşebilirim' dedi. Başer'e yanıt 13 Şubat'ta Büyükanıt'tan geldi. Barzani'yi kasteden Büyükanıt, 'Hasmane konuşmalar yapıyor. Bu şekilde görüşmek mümkün değil' dedi. Koordinatörlük müessesesi sonuç getirmeyince Başer, görevden alındı, 22 Eylül 2007'de yerine Rafet Akgünay atandı. HPG verilerine göre Ateşkesin ilan edildiği 1 Ekim 2006-30 Ağustos 2007 tarihleri arasında 650'yi aşkın operasyon gerçekleştirildi. HPG verilerine göre bazı aylara ilişkin açıklanan operasyon bilançosu şöyle: 'Ekim 42, Kasım 38, Mart 58, Nisan 68, Mayıs 67, Haziran 77, Temmuz 39, Ağustos 45' Ordu yine çözüme karşı çıktı 16 Şubat'ta ABD'de sahneye çıkan Büyükanıt, hedefe yine Kürtleri koydu. 'Büyük oyun var' diyen Büyükanıt, 'Bugün, terörle mücadele bağlamında çok büyük bir oyun başlamak üzeredir. Yapacakları tek şey perdeyi açmak. Perde açılmak üzere. Genel af ilan edin, anayasanızı değiştirin, Kürt kimliğini tanıyın, genel eğitimde Kürtçe'yi resmi dil olarak kabul edin, terör örgütünün lider kadrosunda bulunanlara Avrupa'da siyasi mülteci hakları tanınsın diye istekleri var. Değil kabul edilmesi, düşünülmesi gündeme gelmeyecek istekler vardır' ifadelerini kullandı. Türkiye'de anti-Kürt dalga hızla yükselirken çok sürpriz bir isimden çok sürpriz açıklamalar geldi. 28 Şubat'ta Evren Sabah Gazetesi'ne konuştu. Evren'in 'Kürtlere kardeş muamelesi yapmalıyız. Kaç senesi var bilmem ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Kerkük'te haklarımız var ama gidip de işgal etmemize karşıyım. Türkiye, Kerkük'e girerse bütün dünyayı karşısına alır. DTP Meclis'e girsin' şeklindeki sözleri daha sonra tartışma başlattı. 2 Mart'ta Evren için inceleme başlatıldı. Kürtler düşman ilan edildi 2007 Mart ayında peş peşe ortaya çıkan gelişmeler ordunun vesayetini yeniden gündemin ilk sıralarına yerleştirdi. Nokta Dergisi Genelkurmay tarafından hazırlandığı belirtilen basın-yayın organları hakkındaki değerlendirme raporunu yayınladı. Raporda, gazetecilerin TSK yanlısı ve TSK düşmanı diye ikiye ayrıldığı ortaya çıktı. Büyük tepki toplayan andıca sadece Baykal sahip çıktı. Mart ayı sonunda Nokta Dergisi bu kez de 2004'te ordunun iki kez darbe planı yaptığını gün ışığına çıkardı. 12 Nisan'da konuşan Büyükanıt, PKK'den milliyetçiliğe, darbe hazırlığı iddiaları ve cumhurbaşkanı seçimine kadar gündemdeki konular hakkında görüşlerini açıkladı, 'Köşk adayı sözde değil, özde laik olmalı... Sınırötesi fayda sağlar, ama siyasi karar gerekli... Günlük konusunda belgesiz işlem olmaz' dedi. Büyükanıt'a bir gün sonra Sezer'den destek geldi. Sezer, 'Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı' diye konuştu. 27 Nisan akşamı Genelkurmay, internet üzerinden hükümete muhtıra verdi. Muhtırada, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur' deniliyordu. Kürtleri de düşman ilan eden muhtıra karşısında tavrı merak edilen hükümet, ertesi gün orduya sert cevap verdi. Hükümet adına açıklamayı yapan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, metnin 11. Cumhurbaşkanı'nı seçme sürecinde gece yarısı ortaya çıkmasının son derece dikkat çekici olduğunu belirterek, 'Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur. Genelkurmay yargıya müdahale etti' diye konuştu. 19 Ağustos 2007 tarihinde 'Türk Tarihi ve Kültüründe Avşarlar' konulu sempozyumda konuşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin Türkmen kökenli, Kürt Alevileri'nin ise Ermeni kökenli olduğunu öne sürdü. Açıklama, Kürtlerde büyük infial uyandırdı. Öcalan zehirlendi! Ateşkesin üzerinden henüz 5 ay geçmişti ki toplumsal barışı sabote edecek vahim bir gelişme yaşandı. 1 Mart 2007'de Roma'da basın karşısına çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları, müvekkillerinin saç örneklerinde yapılan incelemede, öldürücü hastalıklara neden olabilecek normalin üzerinde stronsiyum ve kroma rastlandığını açıkladı ve Öcalan'ın durumunu inceleyecek bir uluslararası sağlık heyetinin oluşturulmasını acil olarak talep etti. Bilimsel verilerle de desteklenen bu durum, Kürtlerde geniş bir infial oluşturdu. 4 Mart'ta 54 DTP'li belediye başkanı PKK'nin ilan ettiği ateşkes devam ederken böyle bir teşebbüste bulunulmasının Türkiye'nin iç barışı ve toplumsal huzuruna yapılmış 'tehlikeli ve art niyetli bir müdahale' anlamı taşıdığını bildirdi. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in 'yalanı ortaya çıkaracağız' sözleri ise Kürtlerin tepkisine neden oldu. Tepkiler üzerine İmralı Adası'na bir sağlık heyeti gönderildi. 12 Mart'ta Adli Tıp Kurumu Öcalan'da zehirlenme vakası olmadığını duyurdu. Ancak toksikoloji uzmanları raporda çok ciddi eksiklikler olduğunu açıklayarak raporu güvenilir bulmadıklarını belirttiler. Raporu inandırıcı bulmayan Kürtler, Avrupa'da açlık grevi ve işgal eylemleri başlattı. Türkiye Öcalan'ın sağlığına kilitlenmişken Ankara'da birdenbire 'Sayın Öcalan' tartışması ön plana çıktı. Bir radyo programında Öcalan'a 'sayın' dediği iddia edilen Erdoğan'a yüklenen Baykal, 20 Martta 'Öcalan'a sayın diyen biri cumhurbaşkanı olmamalı' dedi. 5 gün sonra da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Erdoğan hakkında, 'sayın' dediği iddiaları üzerine inceleme başlattı, inceleme daha sonra beraatle sonuçlandı. Öcalan'ın sağlığı 2007 Newrozu'na da damgasını vurdu. Türkiye'nin 53 yerleşim biriminde kutlanan Newroz'a, hafta sonu olmamasına rağmen toplam 2 milyonu aşkın halk katıldı. Halk, meydanlarda İmralı'ya acil sağlık heyeti gönderilmesini talep etti. 4 kez disiplin cezası verildi Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit ve katı muameleler 2006'da da sürdü. Yıl içinde Öcalan ile görüş 36 kez engellendi, görüşme ancak 22 kez yapılabildi. Öcalan, 2006 ve 2007 yılllarında ateşkes süresinde yaptığı görüşmelerdeki sözlerinden dolayı 4 kez cezaevi yönetimi tarafından disiplin cezasına çarptırıldı. Bir disiplin cezası uygulanmazken diğer cezalar hayata geçirildi. 19 Ocak'ta durumuna ilişkin açıklamalarda bulunan Öcalan, 'İntihara zorlanıyorum' dedi. Avukatlara 20 günlük hücre cezasının dışında fiili 7 günlük hücre cezası daha uygulandığını açıklayan Öcalan, intiharvari bir ölüme zorlandığını, oluşacak kötü sonuçları, halkın bunu istemeyeceğini bildiğinden böyle bir eyleme girişmeyeceğini, meydana gelebilecek bir ölüm olayından kendisinin sorumlu olmayacağını, devletin sorumlu olacağını söyledi. Öcalan, 19 Eylül 2007 tarihinde ise, 'Gelen doktorlar bana burundan akciğere kadar olan nefes borusunun artık iflas ettiğini söylediler' dedi. Kirli savaş geri döndü 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Türk ordusunun kullandığı kirli savaş yöntemlerinin başında kimyasal silah kullanımı yer aldı. 2007'de çıkan çatışmalarda ilk kimyasal silah yöntemi, 31 Haziran 2007'de Şırnak'ın Uludere ilçesi kırsalında bulunan Kela Meme dağında hayata geçirildi. Çatışmada 8 HPG gerillası hayatını kaybederken 7 Nisan günü Bingöl'ün Kiği ve Yayladere ilçeleri arasındaki bölgede HPG gerillalarıyla Türk ordu güçleri arasında çıkan çatışmada da kimyasal silahlar kullanıldı. Türk ordusunun 2007'de yürüttüğü kirli savaşın bir diğer boyutu da sivillere yönelmesi oldu. Özellikle Güney Kürdistan sınır hattındaki yerleşim birimlerini sık sık bombalayan Türk ordusu, bu alanlarda ciddi zarara ve can kayıplarına neden oldu. HPG'ye göre Türk ordusu 27 Şubat 2007 tarihinden itibaren Güney Kürdistan sınır hattına 25 ayrı bombardıman gerçekleştirdi. Bombardımanda çok sayıda köylü yaralandı, yüzlerce bağ ve bahçe zarar gördü, binlerce köylü de evlerini terk etmek zorunda kaldı. Türk ordusunun en çok başvurduğu insanlık dışı kirli savaş yöntemlerinden biri de ormanların yakılması oldu. 2007 yaz aylarından itibaren Bölge'de ormanlık alanlara yangın bombaları yağdıran Türk ordusu, özellikle Dersim, Botan, Amed ve Bingöl'de orman arazilerini hedefleyerek çıkardığı yangınlarda binlerce hektar ormanı yok etti. Bu süre içerisinde Şırnak'ın Besta ve Gabar alanında onlarca orman arazisi de Türk ordusu tarafından yakıldı. Türk ordusunun 2007 yılında işlediği diğer kirli savaş suçu da misket bombaları kullanması oldu. Türk ordusu, 31 Temmuz 2007'den itibaren Güney Kürdistan'a gerçekleştirdiği bombardımanlarda misket bombalarını yoğunluklu olarak kullandı. Araziye saçılan misket bombaları sivilleri tehdit ederken 9 Eylül'de Haftanin alanında bir misket bombasının patlaması sonucu 3 köylü yaralandı. Yaralılardan biri 12 yaşındaki bir çocuktu. Kürtler sık sık uyarılarda bulundu PKK operasyonların daha da artması, hak ihlallerinin dur durak bilmemesi üzerine çeşitli tarihlerde açıklamalar yaparak uyarılarda bulundu. 24 Kasım 2006'da KKK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 'Ateşkesi gözden geçirebiliriz' mesajı verdi. 28 Kasım 2006'da bir kez daha konuşan Karayılan, 'PKK olarak sorunun demokratik ve barışçıl şekilde çözülebileceğini söylüyoruz. Bu kabul edilmiyorsa ikinci seçenek sınırların değişmesidir' dedi. 7 Aralık 2006'da artan operasyonları bu kez KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık değerlendirdi. Bayık, 'Türk ve Kürt halkları arasında kopma yaşanacak' uyarısı yaptı. 15 Mart 2007'de açıklama yapan KKK, Öcalan'ın zehirlenmesine ilişkin hükümetin yaklaşımının ciddi olmadığını vurgulayarak, 'Eğer erken davranılmazsa, yarın çok geç olabilir ve tarihin affetmeyeceği bir süreçle karşı karşıya kalınabilir' uyarısı yaptı. 19 Mart 2007'de ANF'ye demeç veren Kalkan da sürecin Kürtlerin imhasına dönüştürüldüğünü belirterek, 'Türk-Kürt ilişkisi kalmayacak. Biz 1 Ekim'de ateşkes ilan ederken, barıştan ve demokratik çözümden söz ederken, onlar ölümümüze zaten çoktan karar vermişler, ölüm mangalarını eğitip görevlendirmişler' diye konuştu. Kalkan, ayrıca TMYK'de öldürülecekler listesi, tutuklanacaklar listesi hazırlandığını belirterek, 'ölüm mangalarının bir bölümü elimizdedir' açıklamasında bulundu. 29 Mart 2007'de açıklama yapan HPG ise, 'Ateşkes anlamını yitirdi. Ateşkesi sürdürmekten çok nasıl bir savaş yürüteceğimizi tartışıyoruz' dedi. Aynı uyarılar 29 Mart 2007'de HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal'dan da geldi.Kürdistan’da Sıcak Takip

Ölen askerleri gerçekten PKK’mı vuruyor?
''KOSOVA'YLA KÜRTLER DE BAĞIMSIZ OLUR''

Sovyet Kürtlerinin Büyük Özlemi: Kızıl Kürdistan
Seyit Evran /
17 Ekim 1917 devriminden sonra Rusya, Orta Asya ve Kafkasya'da yaşayan halklara özgürlük umudu doğdu. Dünya coğrafyasının büyük bir bölümünü kapsayan bu topraklarda yeryüzünde bulunan bütün halklardan insanlar yaşıyordu. 17 Ekim Devrimi'yle bu hakların, yerleşik olanlarına cumhuriyet, yabancı olanlara -yani sonradan gelenlere- ise otonomi ve ulusal kültürel özerklik hakları tanındı. Bu coğrafyanın bir halklar mozaiği olduğunun en iyi örneklerinden biri de 102 halkın yaşadığı Kazakistan'dır.
Bu halklardan biri de Kürtler... Kürtlerin Kafkasya'ya geliş hikayesi 3 dönem biçiminde ele alınıyor. İlk geliş Çarlık döneminde olduğu söyleniyor. Bunun yanı sıra Osmanlı Rus savaşları döneminde buraya gelen halklar bu ilk dönem içinde ele alınıyor. Her ne kadar bu konuda yazılı tarih olmasa da o dönemi bizzat yaşayanlar bu şekilde değerlendiriyor. İkinci göç tarihi ise 17 Ekim Devrimi'nden sonra sınırların çizilmesiyle Sovyetler Birliği sınırları içinde kalanların kendi tercihleri olmamasına rağmen artık bu ülkenin yurttaşlığına geçmesiyle ele alınıyor.
Üçüncü sürgün hikayesi de Kuzey Kürdistan'da Ağrı isyanı dönemine denk geliyor. Göçlerle gelip önceden Çarlık Rusyası, ardından Sovyetler Birliğine yerleşen Kürtlere de 17 Ekim Devrimi'nden sonra bir payî düşüyor. Halklara özgürlükî şiarı ile gerçekleştirilen 17 Ekim Devrimi'nden sonra Sovyet topraklarında yaşayan Kürtlerin payıîna da 1923 yılında şu an Azerbaycan sınırları içinde bulunan ve başkenti Laçin ilan edilen Kızıl Kürdistan Özerk bölgesi oluştu. 19 Temmuz 1923'te Azerbaycan Komünist Partisi'nin merkez organı Bakü İşçisi gazetesi oluşuma şu ifadelerle yer verdi: Azerbaycan MYK kararı uyarınca, Dağlık Karabağ'ın tesis edilmesiyle ilgili aran (düzlük) Karabağ'ı iki kazaya ayrılacaktır. Birisinin merkezi Ağdam, diğerinin merkezi Cebrayıl olacaktır. Kürdistan da özgün bir kaza biçiminde oluşturulacaktır.î
Ancak yıkılış nedenleri henüz tam bilinmemekle birlikte Kızıl Kürdistan'ın ömrü çok uzun sürmedi. Kızıl Kürdistan üç yıl sonra yani 1929 yılında yıkıldı. Lenin, Kızıl Kürdistan için 40 milyon rublelik bütçe ayırdı
Kafkasya da yaşayan Kürtlerin Laçin'e gönderilerek kurulan Kızıl Kürdistan, şimdiye kadar konuştuğumuz Kürt şahsiyetlerinin anlatımlarına göre, dönemin Azerbaycan Komünist Parti Genel Sekreteri Nariman Bagirov'un büyük çabaları sonucu ortadan kaldırıldığına işaret ediliyor.
Ancak şimdiye kadar en çok anlatılan, yerel düzeyde de olsa yazılan yıkılış hikayesi ise Azerbaycan, Ermenistan ve Sovyetlerin eski lideri Stalin arasında kurulan ilişkilerin neden olduğudur. Bu hikayeye göre ki bu konu Lenin'in yazılarına da dayandırılıyor- kuruluş öncesi Lenin tarafından Kızıl Kürdistan için 40 Milyon Rublelik bütçe ayırıyor. Lenin'in ölümünden sonra Kızıl Kürdistan'ın teknik, sanayi, eğitim yatırımları için ayrılan bu bütçe Stalin tarafından Ermenistan'a kaydırılıyor. Ve bundan sonra Azeriler ile Ermeniler arasında süren toprak sorununun çözümüne karşılık olarak Kızıl Kürdistan feda edildi.
Kızıl Kürdistan'ın yıkılmasının ardından Kürtler bir süre daha mücadelelerini sürdürürler. Kızıl Kürdistan'ın yıkılışından 8 yıl sonra 1937'de Ermenistan'ın başkenti Erivan'da 'Raya Teze' gazetesi çıkarılır.
II. Dünya Savaşı'nın ayak seslerinin kendisini iyice hissettirdiği yılladır. Dönemin Sovyet yönetimi Türkiye ve İran sınırlarında bulunan azınlık halklarının kendisine ihanet edeceği düşüncesine saplanmıştır. Komünist Parti Genel Sekreteri ve Sovyet Lideri Stalin'in talimatı üzerine harekete geçen İçişleri Bakanı Lavrenty Berya, bu halkların hepsini sınırlardan 200 km iç bölgelere sürerek acılı bir sürgüne tabii tutar. Kafkasya'dan Orta Asya'ya sürülen Kürtler, burada da mücadelelerini sürdürür. Kürtlerin ancak Stalin'in ölümünden sonra tekrar Kafkasya'ya dönerler. Bu kez 1937 yılında yayına başlayan 'Reya Teze' gazetesinin yanı sıra 1957'de Erivan'da Kürtçe yayın yapan bir radyoyla birlikte ömrü 2 yıl süren Kürtçe eğitim veren Dil Enstitüsünü kurarlar.
Tanıklar anlatıyor
Ermenistan'a dönen Kürtler kurumlaşma çalışmalarına girişirken Orta Asya'da kalan Kürtler ise Kızıl Kürdistan'ı yeniden diriltmek için büyük bir çaba içine girerler. Bunun öncülüğünü yapan ve halen Bakü'de yaşayan Mehmet Babayev 1961'de Timur Ali, Hüseyine Nebo, Mehmet Emin Aziz, Hüseyin Sadıkov, Çerkezê Beko'dan kurdukları 9 kişilik bir heyetle Moskova'yı ziyaret ederler. Dönemin Komünist Parti Genel Sekreteri ve Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev'in sekreteriyle görüşerek taleplerini anlatırlar.
Komiteyi karşılayan Kruşçev'in danışmanlarından Vader ve Şumonsky, başkanları hazır olmadığından kendileri ile görüşemeyeceğini söyler. Bunun üzerine Kürt heyeti hazırladıkları dilekçeyi Kruşçev'in sekreterine verirler ve isteklerini bir kez de sözlü olarak anlatırlar. Heyetin içinde yer alan Prof. Dr. Hüseyin Sadıkov Moskova'da temaslarını şöyle anlatıyor: 'Biz sekretere yaşadığımız sürgünü, sahip olduğumuz dil, kültür, tarih ve kimlikle bir halk olduğumuzu söyledik. Ancak birçok zorlukla karşı karşıya kaldığımızı, 1923 yılında bizim adımıza Kızıl Kürdistan diye bir yer kurulduğunu ve halkımızın yaşadığı parçalanmışlığa daha fazla yol vermemek için, kendimizi koruyup, kültürümüzü geliştirmek için, tekrardan Kızıl Kürdistan'ımızı dirilterek halkımızı uğradığı asimilasyondan kurtarmak istediğimizi söyledik.î Sadıkov, bu görüşmeden sonra Moskova'nın hiçbir talebine cevap verilmediğini söylüyor.
'Gittiğimiz gibi geri döndük'
Aynı komite içersinde yer alan Mehmet Emin Aziz ise, gittik ve gittiğimiz gibi geri döndükî diyerek Moskova ziyaretini özetliyor. Halen Kazakistan'ın Almati kentinde yaşayan Emin Aziz gözyaşları arasında o günleri şöyle anlatıyor: 'Biz onlara isteklerimizi aktardık. Bizi güzelce dinlediler. Ama sonuçta şunu söylediler; 'biz size kültürel otonomi verelim. Yani Kırgızistan'da 1, Kazakistan'da 3, Azerbaycan ve Türkmenistan'da birer tane olmak üzere size 6 tane kültürel otonomi merkezlerini açma hakkı verelim'. Bunun üzerine söz hakkı alan Babayev, 'Kültür Merkezlerini biz de biliyoruz. Bunların varlığından da haberimiz var. Bize bunlar değil üzerinde halkımızla birlikte yaşayacağımız toprak lazım. Bize kültür merkezi değil ülke lazım' der. Babayev'in bu anlatımlarını dinleyen Kuruşçev'in sekreter kararlı olduğumuzu görünce, konuştuklarımızı ve istemlerimizi Devlet Başkanı Kruşçev'e aktaracağını, isteklerimizin çok ciddi olduğu, üzerinde düşünülmesi gerektiği, istenen toprakların Azerbaycan topraklarında kaldığı, bu topraklar için Azerbaycan'a baskı yapamayacaklarını, sorunu çözmeleri için Azerbaycan Komünist Partisi ile Meclisine ileteceklerini söyleyerek görüşmeyi bitirdi.'
Aziz biraz ironik ve birazda duyduğu acılardan yüzünde zoraki beliren bir gülümseme ile evet bize o günlerde yani 42 yıl önce düşüneceklerini söyleyenlerin hala düşündüklerini görüyoruzî diyerek Moskova'nın vereceği kararı ne kendisinin ne de çocuklarının görmediğini ve bundan sonra da görmeyeceğini söylüyor.
1961'de Moskova'dan bir cevap gelir. Cevap bekledikleri gibi, yani ilk görüşmede heyete aktarılanlar olduğu gibi tekrar ediliyor. Bunun üzerine Kızıl Kürdistan savaşımını verenler işlerin pekte kolay olmayacağını görürler ve bunun üzerine bir süre sessiz kalırlar. Biraz özgürlükler yanlısı gibi görünen Kruşçev'in açılımlar yapma istemlerinden cesaret alarak harekete geçen ve hiçbir sonuç elde etmeden evlerine dönen Kürtler, olası yeni fırsatların ortaya çıkmasını beklerler. Bu süre zarında ilişkilerini sürdürürler.
Kruşçev'den sonra Brejnev, Andropov'un devlet başkanlığı sırasında da henüz koşulların oluştuğunu görmeyen komite beklemeye devam eder. Bu uzun bekleyiş ta ki Gorbaçov iktidara gelen kadar sürer. Gorbaçov yönetime geldiği gibi reform yönünde attığı adımlar ile birlikte Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunundan dolayı başlayan savaş, Kızıl Kürdistan'ı inşa komitesinin yeniden harekete geçmesine neden olur.
Dağlık Karabağ savaşına kadar temel stratejileri bekleyip uygun zamanı kollamak olan komite, bu süre içerinde Kürtler içerisinde örgütlenme çalışmaları yürütürler.
Grubun liderliğini yapan Babayev, 1988-89 yılında Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunundan ötürü çıkan savaşta bir kez daha sahneye çıkar. Babayev, Kürtlerin Kızıl Kürdistan'a kavuşmasının tek yolunun savaş olduğunu söyleyerek, Azerbaycan'a karşı silahlı mücadelenin verilmesi gerektiğini söyler.
Bunun üzerine Kafkasya ve Orta Asya'daki Kürtler arasında hararetli bir tartışma başlar. Komiteden bazı üyeler Babayev'in bu görüşüne karşı çıkarken, bazı üyeler ise sessiz kalır. Halktan ve aydınlar arasında kısmen de olsa destek gören Babayev, savaş sırasında Ermenilerin kendi topraklarında yaşayan Kürtlere yönelmesi üzerine ileri sürdüğü görüşü yeniden düşünmeye başlar. Babeyev'in ileri sürdüğü 'silahlanıp savaşalımî görüşüne karşı çıkan komitenin diğer üyeleri arasında da farklı düşünceler ortaya çıkar. Bazı üyeler, 'Tekrar Moskova'yı ziyaret edelim' görüşünü ileri sürerken, bazıları ise Azerbaycan'da ata toprakları olamayan yerler için savaşmaktansa Kürdistan'da PKK tarafından başlatılan savaşa katılma önerisi yaparlar.
Almati derelerinde oportünizm tartışması
Babayev tarafından gerçekleştirilen toplantılar zaman zaman sert tartışmalarda sahne olur. Tartışmaların ana konusu: 'Kızıl Kürdistan savaş ile mi yoksa barış ile mi kurulacak?î Ancak bu kez yürütülen savaş tartışmalarının, Azerbaycan ile Kızıl Kürdistan için savaşma yerine ülkeye gidilerek PKK saflarında savaşılmasının gerektiği şeklinde gelişiyor. Bu ateşli tartışmaları başlatanların başında ise 90 yaşındaki İkinci Dünya Savaşı gazilerinden Azelxan Mustafayev geliyor.
Mustafayev, Kuzey Kürdistan'da 80'li yıllarda başlayıp hala süren bir savaşın olduğunu, buna rağmen kendilerinin Almati'nin derelerinde toplanıp tartışmalarının oportünizmden başka bir şey olmadığını söyler. Almati'de yaşayan Mustafayev, 'bize öncülük yapan Babayev'e 'ülkemizde savaş var. Ülkemizde yanmaya başlayan ve her geçen gün biraz daha gürleşen özgürlük savaşına gidip katılmamız gereken yerde buralarda bunları tartışmamızın hiç bir anlamı yoktur' dedim. Fakat gel gör ki, Babayev'in 89 yılında Azerilerle Ermeniler arasında dağlık Karabağ sorunundan dolayı başlayan savaştan faydalanmak amacıyla gidip savaşarak hakkımızı alalım dayatmasına karşı çıkanlar, Babayev'in benim söylemlerime katılmasını bir kez daha engelleyerek başkaları için çokça gösterdiğimiz çabaları ülkemiz için göstermemizden bizi bir kez daha alı koydu' diyor.
Kürtler arasında bu tartışmalar sürerken, Azerileri kendi topraklarından söken Ermeniler bu kez Ermenistan'ın sadece Ermenilerin yaşadığı bir ülke haline getirmek için Kürtlere yönelirler. Ermenilerin Kürtlere baskılarını nedeni Hasan Hacı Süleyman ise, 'Ermeniler 1915'teki Ermeni katliamının intikamını bizden almak istedilerî diyor.
Hacı Süleyman, Babayev'in 'savaşalım' görüşünü savunanlardan. Ermenilerin Kürtlere yönelimleri, halklar arasında düşmanlık geliştirmek isteyenlerin çabaları sonucu meydana geldiği düşüncesinde. Bu süreçte Kürtlere ait evlerin yakıldığını, sokak ortasında cinayetler işlendiğini belirten Hacı Süleyman, 'yapacağımız tek şey kalmıştı o da Ermenistan'dan ayrılmaktı. Ölseydik de öldürülseydik de vazgeçmeyeceğimiz bir şeyde vardı, o da Kızıl Kürdistan davası. Biz bunları yaptık ve o gün göç ederek Ermenistan'dan çıktık, o günden beri geldiğimiz Almati'deyizî diyor.
Komünist Parti Başkanı körüklüyor
Dağlık Karabağ sorunundan ötürü Ermeniler ile Azeriler arasında alevlenen savaşın, Ermenistan'da yaşayan Kürtleri nasıl etkilediklerini öğrenmek için görüşlerine başvurduğumuz Dil Bilimci Prof. Dr. Kinyas Mirzoyev, 'Ermeniler Türkiye'nin gerçekleştirdiği Ermeni katliamının intikamını bizden almaya başladılarî diyerek sözlerine başlıyor. Mirzoyev, tüm Ermenileri hedef göstermenin doğru olmadığını belirterek, tarih boyunca iyi ilişkiler içersinde olan iki halk arasında korkunç düşmanlıkların gelişmemesi için Kürtlerin Ermenistan'ı terk ettiğini söyledi.
Mirzoyev, her şeye rağmen bu olaylara neden olanlar hakkında ise şunları dile getirdi: 'Ermenilerin orada Kürtlere yönelimi yürütülen ciddi bir parçalama politikanın sonucuydu. Kürtler önce Êzîdî ve Müslüman olarak ayrıştırıldı. Kürtlere karşı oynanan oyun Êzîdî Kürtlerinin kimliklerine Kürt değil de Êzîdîdir diye yazılmasıyla devam edildi. Müslüman Kürtlerin, Türk olduğu ve Türklerin yandaşı olduğu şeklindeki propagandalarla sürdü. Bu propagandalarla Êzîdî Kürtleri bu yönelime araç haline de getirildi. Örneğin Êzîdî şeyhlerinden Hasan, Keleş ve Kerem yaptıkları açıklamalarla Kürtlere yönelimi meşrulaştırdılar. Ama Êzîdî Kürtlerin aydınları buna hem karşı çıktılar hem de halkımızın o ateşin içinden çıkarılmasında büyük rol oynadılar. Karleni Çaçani, Prof. Dr. Şakıro Mıho, Halıt Çetoyev, Çerkeze Reş, Celile Celil, Amerike Serdar, Prof. Dr. Şeref Eşiri, Prof. Dr. Saidi İbo gibi aydın, yazar ve bilim adamı yaptıkları radyo ve TV konuşmalarında Kürtlerin Êzîdî, Müslüman diye bir ayrıma tabii tutulmasının yanlış olduğu dikkat çekerek, bu yaklaşımlar Kürtlerin katliamını meşrulaştırma anlamına geleceğini söylediler. Verdikleri bu çabalar sonucu halkımızı o ateşin içinden çıkardılar. Orada bende birkaç kere bu yönelimleri durdurmak için televizyonlarda konuşmalar yaptım. Çünkü Kürtlerin evleri yakılıyor, öldürülüyor hatta evlerinin içinde bile yakılanlar oluyordu. Yani burada Müslümanlık Azeri ve Türk olmakla bir tutulmuştu. Aslında yapılmak istenen mezhep çatışmasıydı. Tek bir çaremiz kalmıştı oradan çıkmak ve bizde onu yaptık. Bu kez adı konmamış bir sürgündü başlayan, çünkü halkımız bununla bir parçalanmışlığı daha yaşadı. Rusya'ya, Özbekistan'a, Ukrayna'ya gidenler ile gelip Kazakistan ve Kırgızistan ülkelerine yerleşenlerde oldu. Bu neden yapıldı? Bana göre oradaki potansiyelimizden, var olan kurumlarımıza sahip çıkmamızdan ve Kızıl Kürdistan'ı yeniden diriltme çabalarından duyulan korkulardı. Sorumluları ise Ermeni Biliminsanı Komünist Parti Sekreteri Galust Galuyan, yine bilimler akademisi öğretim görevlisi Babik Asetyan gibi tanınmış insanlardı. Bunlar orada milliyetçiliği pompalayarak Ermenistan'ın sadece Ermenilerden oluşan bir ülke olmasını sağlamak istediler.Ancak biz Sovyet Kürtleri tarihten silinmemizi oluşturduğumuz kurumlar aracılığıyla başardık.'
Babayev gizli toplantılarla işe başladı
Ermenilerin Kürtlere yönelmesi Kürtlerin Ermenistan'ı terk etmeleriyle sonuçlanınca komitenin çalışmaları, daha önce yeniden 'Moskova'ya giderek Devlet Başkanlığı ile görüşme arayışlarında olunmalı' görüşünden yana olanların istemi doğrultusunda gelişiyor.
Gorbaçov özgürlüklerden yana adımlar atmış olsa da Babayev işe gizli toplantılarla başlıyor. 1989 yılında yaşadığı Azerbaycan'daki Kürtler arasında toplantılara başlayarak sırasıyla Türkmenistan, Gürcistan, Ermenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan Kürtleri arasında gizli toplantılar yaparak işe başlayan Babayev, vermek zorunda oldukları mücadeleyi anlatıyor.
Kazakistan'ın Almati kentinde gerçekleştirilen toplantıya katılanlardan Doç. Dr. Hanım Sadıkova, Babayev'in bu toplantıları Sovyetlerde yaşayan Kürtleri örgütlemek ve kendi sorunlarına sahip çıkmak amacıyla yaptığını söylüyor: 'Bu toplantıların yapılması Gorbaçav'lu Sovyetlerde kısmen de olsa başlayan özgürlük ortamından biz Kürtler de yararlanmak istedik. Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un attığı açılım adımları en çokta ezilen biz Kürtlere yaradı. Çünkü bu durum Babayev'in toplantıları ile üzerimize serpilmiş ölü toprağından silkinmemize neden oldu.î
Toplantılar serisinin içeriği hakkında da bilgi veren Sadıkova, toplantılarda yapılan tartışmalarda tanınan bu özgürlük ortamından Kürtlerin nasıl yararlanabileceği, haklarını nasıl elde edebileceği, bunun için hangi yöntemlerle hareket etmeleri gerektiği ve son tahlilde Kızıl Kürdistan'ı yeniden nasıl diriltebileceklerini ele aldıklarını söylüyor.
Sovyet Kürtlerinin Büyük Özlemi: Kızıl Kürdistan -3
Kürtlerin, hakları için Orta Asya denkleminde gerçekleştirilen toplantılarda bazı kararlara gittiğini belirten Doç. Dr. Hanım Sadıkova, en önemli kararın ise 1961 yılında Moskova'ya giden heyetin hayatta kalan üyeleri genişletilmiş bir heyetle tekrar Moskova'ya giderek Devlet Başkanı Mihail Gorboçov'a Sovyet Kürtlerinin durumunu aktarma kararı olduğunu söyledi.
Kürtlere retçi yaklaşımın sürmesi üzerine Kürt temsilcilere yeniden Moskova yolu görünür. Kızıl Kürdistan'ı İnşa Komitesi, Moskova'ya giderek bir kez daha sorunun çözümünün devlet yönetiminden istenmesi kararlaştırıldıktan sonra tartışmalar bu kez gidiş tarihi ve biçimi üzerinde sürdürülür. Almatı'da 1989'da kurulan Almatı Kürt Kültür Merkezi'nde yapılan son toplantı da Sovyetlerin Alman faşizmini yenilgiye uğrattığı 9 Mayıs Bayram kutlamaları da dikkate alınarak mayıs ayında Kürtlerin yaşadığı Kafkasya ile Orta Asya ülkelerinden en az beşer kişilik bir heyetle Moskova'ya gidilmesi karara bağlanır. Komite böyle bir kararla toplantıları bitirirken, kendi aralarında yaptıkları toplantıda ise 'bu kez çözüm yolu bulunmadan Moskova'dan dönülmeyecek' kararlığıyla Kürtlerin yaşadıkları ülkelerdeki Kürt ileri gelenlerine haber verilerek Moskova'ya gidecek heyetlerin hazırlanması istenir. Almatı Kürt Kültür Merkezi'nde yapılan son toplantıya katılan Ramazan Seyidov o günlerde gerçekleştirilen toplantılar, yapılan tartışmalar ve Moskova'ya gidilmesi durumunda neler yapılacağını şöyle anlatıyor: 'Toplantılar bazen çok sert geçti. Biz gençler ülke gerçekliğini bilmediğimizden dolayı 'Kızıl Kürdistan'ın yeniden diriltilmesi için mücadele edelim' görüşünü savunurken özellikle ülkeden göç tarihlerini hala hatırlayan yaşlılarımız ise 'gerçek ülkemiz Kürdistan için mücadele vermeliyiz' görüşünü savundukları için tartışmalar sertleşiyordu. Ancak her şeye rağmen sonuç olarak Moskova'ya gidiş kararlaştırıldı. Moskova'ya gidiş onaylanırken komitenin ortak kararı olarak ortaya çıkan çok önemli bir husus da şu oldu: Bu kez Moskova'dan boş dönülmeyecek, mitingle başlanacak ve çözüm bulununcaya dek eylemselliğe devam edilecekti.'
Yeniden yollara düşme vakti
Mayıs ayı başından itibaren Kürtler, cumhuriyetlerden yollara dökülerek Moskova'ya akarlar. O günlerde Kazakistan'dan gelen temsilciler arasında bulunan Gülçek Seyidova, 'Moskova Kürtlerin istilasına uğramış gibiydi' diyor. Aydınından köylüsüne, çobanından akademisyenine, sanatçısından işçisine kadar her kesimden Moskova'ya binlerce Kürt gelir. Moskova'daki Rusya oteli Kürtlerden geçilmiyordu. Her yeri Kürtler doldurmuştu. O günlerde Kırgızistan temsilcileri arasında bulunan Barzani Yusubov ise, 'gelmesi gereken Kürtlerin hepsi 5 Mayıs'ta Moskova'ya gelmişti. Ancak ben bu kadar insanın geleceğini tahmin etmiyordum' diyor. Yusubov, daha önce devletle görüşmelerde bulunması için Mehmet Babayev, Ali Abdurrahman Hatun Seyidova, Prof. Dr. Kinyas Mirzoyev, Vekil Mustafayev, Hüseyine Nebo, İşxane Aslan ile Rustem Broyi'den oluşan komitenin devletle görüşmeler için girişimlerde bulunmaya başladığını, ancak devletin bunu kabul etmemesinden dolayı yapmayı kararlaştırdıkları eylemlere başlama kararını aldıklarını söyledi.
Moskova'da ilk Kürt mitingi
Komitenin görüşme girişimleri sonuçsuz kalınca Moskova'ya akan Kürtler yaptıkları mitingle gövde gösterisi yaparlar. 7 Mayıs günü yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı İsmailovsky parkında gerçekleştirilen mitingin ardından devlet yetkilileriyle görüşmelere başlanır. Görüşmeler sonuçsuz kaldıkça Moskova'ya çözüm için gelen Kürtler yine eylemlerine devam ederler. Bu kez eylemler Moskova'nın en merkezi yerlerinden biri olan Puşkin Meydanı'nda sessiz oturma şeklinde sürdürülür. Oturma eyleminin beşinci gününde Kürt eylemciler Sovyet polisinin müdahalesiyle karşı karşıya kalır. O günlerde Kırgızistan temsilcisi olarak Moskova'ya gelen Gülçek Abdulla, polis saldırılarını şöyle anlatıyor: 'Buralarda kendimizi yabancı hissediyorduk. Kaldı ki öyleydik. Ama madem 1926 yılında böyle kabul etmemişsek ve bizim de üzerinde yaşabileceğimiz bir yer ayrılmışsa o zaman biz adımıza ayrılan bu yerin kavgasını vermeliydik. Ancak bu bize çok görüldü ve daha ben yokken o hak elimizden alınmıştı. Biz en demokratik bir biçimde o hakkımızı istemeye gelmiştik, bize herhangi bir cevap verilmeyince hakkımıza ilişkin devlet bir adım atana kadar oturma eylemimizi devam ettiriyorduk. Hiç kimseyi rahatsız etmeden binlerce insan orada öyle oturuyorduk. Ancak Sovyet polisi bunu bize çok gördü ve vahşice saldırdı. Herhangi bir şiddet eyleminde de bulunmuyorduk. Fakat onlar bize karşı çok zalimce davrandılar.'
Rus kadınları sahiplendi
Kazakistan'dan gelen temsilciler grubu içerisinde bulunan Bedire Musa ise polislerin saldırısıyla Rus kadınlarının kendilerine yönelik sahiplenme duygusuyla yaklaştıklarını söylüyor: 'Ok yaydan çıkmıştı artık geri adım atmak yoktu. Kaldı ki zaten karar herhangi bir çözüme kavuşturulmadan ve devlet yetkililerinden söz almadan geri dönmek yoktu. Biz devlet Başkanı Gorbaçov'la görüşmeye gelmiştik. Ama bize Moskova'da olmadığı, Çin'de olduğu söyleniyordu. O ya da danışmanları kim olursa olsun görüşüp onlardan bir söz almadan Moskova'dan bize dönüş yoktu ve öyle de yaptık.' Bu arada polisin saldırısına rağmen binlerce kişinin Puşkin meydanındaki eylemleri sürer. 8. gününde Danışman Gavril Popov heyeti görüşmeye çağırır. Danışman Popov başkanlığındaki bir heyet, kabul ettiği Kürt heyetinin isteklerini bir kez daha dinledikten sonra devletin resmi görüşünü açıklar. Popov, Kürt heyetine Azeriler ile Ermeniler arasında mevcut durumda bir savaşın sürdüğü, ikinci bir savaşın başlamaması ve Kızıl Kürdistan sorununun çözümü için bir komisyon oluşturulacağını söyler. İlerleyen tarihlerde Kürt heyetiyle birlikte Laçin'e giderek durum hakkında bir araştırma yapılarak çözüme ilişkin karar verilmesi gerektiğini belirtir. Kürtler, verdikleri mücadele sonucunda kazandıkları başarıdan duydukları sevinçle Kremlin'i terk ederler. Komite önce kendi arasında ve daha sonra da eylemdeki Kürtlerle ile tartıştıktan sonra beklemekten başka bir çarelerinin kalmadığı kararına ulaşarak Moskova'dan ayrılır.
Beklemek 'kader' oldu
19 Mayıs 1989 yılında Gorbaçov'un Başdanışmanı Gavril Popov'un komite kurma sözü vermesinin ardından evlerine dönen Kürtler beklemeye başlarlar. 1989 yılı mayıs ayından itibaren başlayan bekleyiş bir türlü bitmeyince Kürtler, Sovyet halkları arasında başlayan hareketlilik; Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Özbekistan'da kendilerine yönelik saldırılar başlayınca tekrar Moskova'nın yollarını tutar. Moskova'ya 1991'de yeniden gitmek zorunda kaldıklarını belirten Hüseyine Nebo o günlere ilişkin şunları söylüyor: 'Son gelişimiz artık hiçbir umut içermiyordu. Çünkü Sovyetler sallanıyordu. Yıkıldı yıkılacak gibiydi Sovyetler. Gorbaçov yıkılışın önüne geçmek için çırpınıyordu. Biz Gorbaçov'la görüşemeyeceğimizi bile bile Moskova'ya geldik ve Gorbaçov'la görüşemedik. Bu kez Popov ile bile görüşemedik. Geldiğimiz gibi geri döndük. Artık elimizde bir tek şey kalmıştı: Kültürel otonomi kurma hakkı! Bazı yerlerde bu kurumları kurmuştuk, örneğin Kazakistan'da. İşte bundan sonra yapacağımız çalışma kurduğumuz kurumları koruyarak güçlendirme ve kurumlarımızın olmadığı yerlerde de kurum kurmak oldu. Çok geçmeden Sovyetler yıkıldı. Birçok halkın payına belli bir toprak parçası üzerine ülke kurmak düşerken, bizim bunca çabamızdan sonra bir türlü kurtaramadığımız Kızıl Kürdistan yerine bize de Kültür Otonomileri düştü. Ama her şeye rağmen biz davamızda haklıydık. Bugün fırsatı bulursak yine aynı mücadeleyi veririz.' (Bitti)
Seyit Evran
lekolin.org'dan alınmıştır
Kürdistan Yönetimi, Irak’ın üçe bölünmesini destekliyoruz

Dersim'de askerler sivilleri taradı
Haber gecmisine ait linkler:
Dersim'de askerler sivilleri taradı: 1 ölü
Askerler hem taradı hem de tutanak tuttu
12:36/Dersim'in Hozat ilçesi Boydaş Köyü'ne odun toplamaya giderken askerlerin ateş açması sonucu yaşamını yitiren Bülent Karataş, binlerce kişi tarafından sloganlar eşliğinde toprağa verildi.
Dersim'in Hozat İlçesi Boydaş Köyü'ne Ali Rıza Çiçek ile birlikte odun toplamaya giderken askerlerin ateş açması sonucu yaşamını yitiren Bülent Karataş, dün akşam saatlerinde toprağa verildi. Cenaze törenine DTP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Tunceli Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak, DTP, EMEP, ESP, İHD üyeleri, Tunceli Barosu avukatları, Tunceli Belediye Meclis üyeleri ve Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği üyelerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda demokratik kitle örgütü temsilcisi katıldı.
Ailesi sinir krizi geçirdi Karataş'ın çarşı merkezinde bulunan evinin önünde bir araya gelen binlerce kişi, 'Katil devlet hesap verecek', 'Bülent Karataş ölümsüzdür', 'Anaların öfkesi katilleri boğacak', 'Dersim faşizme mezar olacak' şeklindeki sloganlar eşliğinde ilçe mezarlığına kadar yürüdü. Burada kılınan namazın ardından Karataş için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Karataş'ın toprağa verilmesi esnasında annesi, eşi ve kardeşleri sinir krizi geçirirken, Karataş'ın anne ve kardeşleri defin sırasında Kürtçe 'Seni vuran eller kırılsın, bizi bırakma' şeklinde ağıtlar yaktı. Karataş'ın resimlerinin taşındığı cenaze törenin ardından kitle ilçe merkezine kadar sloganlar ve alkışlar eşliğinde yürüdü. DERSİMDiyarbakır umutsuz...

Kürdistan İran'ın saldırılarını kınadı

Erdoğan: Kürt azınlık yok

“ABD tankı” açıklaması
Irak hükümeti hiçbir zaman Türkiye’nin girmesine izin vermez

Kürdistan ekonomisini inşa çabası
Erdoğan: ''PKK'nın tankı topu var''
