Asıl terörizm Türkiye'de Kürtlere karşı uygulanıyor Kürtlerin en ufak demokratik taleplerine bile şiddetle karşılık verilen Türkiye'de, baskıların sonu gelmiyor. Son bir haftada 40'tan fazla Kürt tutuklanırken, Newroz kutlamaları sırasında Van, Yüksekova ve Siirt'te estirilen polis terörüne yönelik tepkiler de sürüyor. DTP konuyu Meclis'e taşıdı. Bu arada gösteriler sırasında polisin Belçika yapımı FN303 tipi silah kullandığı ortaya çıktı. İlk kez Newroz'da kullanılan silah, 'ölümcül' bir 'isyan bastırma silahı' olarak biliniyor.
'İsyan bastırma silahı' devrede
Newroz kutlamalarında polisin terör estirdiği Van, Hakkari ve Siirt'te gerçek mermi, panzer, cop ve gaz bombasının yanı sıra, 'ölümcül' olan ve 'ayaklanma bastırma silahı' olarak nitelendirilen FN303 silahının ilk kez kullanıldığı belirlendi. Özellikle Kürt illerinde kullanılan silahın, Van Emniyet Müdürlüğü tarafından Newroz için özel olarak getirtildiği ortaya çıktı
Milyonlarca Kürdün temel demokratik taleplerini dile getirdiği Newroz kutlamalarını hazmedemeyen devlet güçlerinin saldırısı sonucu 3 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı. Binlerce kişi gözaltına alındı, yüzlercesi de tutuklandı. Polisin terör estirdiği gösteriler sırasında kullanılan silahlar ise oldukça dikkat çekiciydi. Polisin, uluslararası alanda hukukçuların 'ölümcül' diye tabir ettiği ve 'ayaklanma bastırma silahı' olarak da nitelendirilen FN303 tipi silahı kullandığı ortaya çıktı. Türkiye'nin, 2008 yılı itibariyle bu silahı başta Kürt illerinde olmak üzere, Kürtlerin eylem yapabileceği yerlerde kullanmak amacıyla aldığı belirlendi. FN303 silahını İngiltere İrlandalılara, İsrail Filistinlilere, ABD ise muhaliflerine karşı kullandı. 2004'te bir kişinin ölümüne neden olduğu için ABD'nin Boston Eyaleti'nde yasaklandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü, Kürtlerin bütün demokratik eylemlerine karşı sürekli olarak panzer, gerçek mermi ve silah, gaz bombası, biber gazı, cop gibi silah ve araçlar kullandı. Polisin demokratik eylemleri bastırmasında daha etkili olması amacıyla son olarak Belçika yapımı FN303 tipi silah alındı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, 2008 yılı itibariyle silahı İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Adana, Mersin, Van, Hakkari ve Dersim'de kullanacağı belirlendi. Tanesi 2 bin dolara alınan silah, 10 ilin çevik kuvvet müdürlüklerine şubat ayından itibaren gönderildi. FN303 tipi silah, yarı otomatik, hava sıkıştırması ile ateşlenen 2.3 kg ağırlığında ve 17.27 mm çapında mermi atabilen bir silah. Silahın temel kullanım amacı, 'isyan bastırmak' olarak biliniyor. Bu da 'ateşli silah kullanmayan her sivilin hedef olabileceği' anlamına geliyor. Silahın Kürt illerinde kullanılması ise, 'devlet isyan bastıracak' yorumuna yol açtı.
'Ölümcül' silah
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 10 ilde kullanmayı planladığı FN303 tipi silah, aynı zamanda biber gazı sıkıyor. Biber gazının insanlar üzerindeki olumsuz etkileri birçok raporla tespit edilmiş durumda. Los Angeles Times Gazetesi'nin 18 Haziran 1995 tarihli sayısındaki bir habere göre, 1990-1995 yılları arasında biber gazı nedeniyle 61 ölüm vakası rapor edildi. Hukukçular ise, 'hem cephane içeriği hem de sahip olduğu hız ve yüksek moment taşıyan mermi içeriği' dolayısıyla silahın 'ölümcül' olduğuna dikkat çekiyor. FN303 tipi silahın atacağı biber gazı ya da gaz fişeğinin benzeri daha önce Türkiye'de de pek çok ölüme neden oldu. 28 Mart 2006'da Diyarbakır'da yapılan gösterilerde yaşamını yitiren kişilerden 3'ünün gaz fişeği yaralanmasına bağlı olarak öldüğü tespit edilmişti. 22 yaşındaki Tarık Ataykaya, 17 yaşındaki Mahsum Mızrak ve 8 yaşındaki İsmail Erkek'in otopsi raporlarında, gaz fişeği yaralanmasına bağlı kanama ve beyin tahribatı nedeniyle öldüğü belirtilmişti.
Bu 'enstrüman' öldürüyor!
Van, Hakkari ve Siirt'te Newroz kutlamalarına yapılan saldırılar sırasında FN303 tipi silahın kullanıldığı belirtiliyor. 3 kişinin yaşamını yitirdiği olayları Meclis gündemine taşıyan DTP'li milletvekilleri de dikkatleri bu silahlara çekti. Özellikle DTP'li Fatma Kurtulan'ın Van'daki devlet terörünün incelenmesi amacıyla Meclis'te verdiği önergede yer alan bilgiler, FN303 tipi silahın ne amaçla kullanıldığını gözler önüne seriyor. Önergede, Van İl Emniyet Müdürlüğü'nün, olaylardan bir gün önce Belçika'dan alınan yeni silahların tanıtımını yaptığına dikkat çekilerek, Van İl Emniyet Müdürü Salih Kesmez'in, 'Bu silahlar inşallah kullanılmaz. Ama ola ki kötü niyetliler olursa tabii bütün enstrümanlarımızı da kullanacağız. Biz özellikle Nevruz'a yetiştirelim dedik. Çünkü toplu gösteri olursa ancak Nevruz'da olur' şeklindeki sözleri hatırlatıldı.
'Saldırı planlı'
Önergede, şunlara yer verildi: 'Bir gün sonra meydana gelen olaylarda bu yeni silahların kullanıldığı ve onlarca insanın yaralanmasına yol açtığı iddiası bulunmaktadır. Bu silahların Newroz'dan önce Van'a yetiştirilmesi ve ilk kez bu olaylarda kullanılmış olması iddiaları, Newroz kutlamalarına dönük müdahalenin önceden planlandığı yönündeki kuşku ve kaygılarımızı artırmaktadır.' Ayrıca önergede, Van'da Newroz kutlamalarına izin verilmediği, bunu protesto eden halka, devlet güçlerinin gaz bombaları, ateşli silahlar ve plastik mermilerle saldırdığı belirtildi. Önergede, olaylardan çoğu ateşli silahlarla olmak üzere 25 kişinin yaralandığı ve Zeki Erinç ile Ramazan Dağ'ın yaşamını yitirdiği kaydedildi. Önergede, ev baskınlarında ateşli silahların kullanıldığına dair mağdurların ifadelerinin bulunduğu ifade edildi. DTP'li Gültan Kışanak ve Özdal Üçer ile Hakkari Bağımsız Milletvekilli Hamit Geylani de önergeleriyle sorumluların görevden alınmasını istedi.
'Sözleşmelere aykırı'
Meclis Araştırma Komisyonu'nun kurulması için bir önerge de DTP Grup Başkanvekilli Selahattin Demirtaş tarafından verildi. Önergede, olaylarda 3 kişinin yaşamını yitirdiği, 7'si ağır ve çoğu silahla olmak üzere 187 kişinin yaralandığı, bin 200 kişinin gözaltına alındığı belirtilerek, polisin FN303 tipi silahları kullandığı kaydedildi. Bu durumun ulusal ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna dikkat çekildi. HABER MERKEZİ
Bu yazı 7 - 13 Nisan 2008 tarihli YedinciGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Mehmet Ali Küçük
G. Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani “Türkler ağabeyimizdir” demişti.
Benim tek bir ağabeyim var.
Küçükken çok kavga ederdik ve iki yaş büyük olmasının verdiği avantajla her zaman o döverdi beni. Çoğu zaman ben haklı kimi zaman o, tartışırdık ağabeyimle. Küçüklüğümüzde ettiğimiz kavgalarda hiç galibiyetim olmadı ama bunun herhangi bir şekilde zoruma gittiğini de hatırlamıyorum.
Ağabeyim 16 yaşında Avrupa yollarına düşmek zorunda kalmıştı. Ayrılmadan önceki son gece bile tartışmıştık kendisiyle. Bu sefer haksız olan bendim ama haksız muamele gören kendisiydi. Annem araya girmiş ve benden yana taraf olmuştu. Ağabeyimin, sinirden ve çaresizlikten ağladığını hatırlıyorum.
Kardeşlik, ağabeylik böyle bir ilişki. İde / fikir; konsept / kavram olarak aile gereksindiren bir ilişki. Arka planında öyle bir bütün var.
Aile, sevgiyle işleyen; diğer her negatif duyguyu sevgi limanında yatıştırabilen türden bir ilişki. Yaraları iz bırakmadan yok edebilme gücü var. Kardeşlik ise bu bütün içerisinde anlamlı. Birini kardeşiniz gibi sevdiğinizi dersiniz örneğin, ama hiçkimse hiçbir zaman kardeşinizin yerini tutmaz.
Kardeş kavgası diye bir kavram vardır deyip uzatabiliriz ama yapmayalım. Meramımı anladınız siz.
Türklerle olan ilişkilerimizde bunların hiçbirisi sözkonusu değildir. Türklerle Kürdlerin ilişkisi farklıdır. Türkler Kürdlere efendilik yapmak istemekte, Kürdler de bunu kabul etmemekte. Toplama bakıldığındaysa, Türkler Kuzey’in uzun bir süredir efendiliğini yapmaktalar.
Zorunuza gitmesin, durum budur.
Biz Kürdler kendi ülkemizde Türkler tarafından hizmetçi edilmişiz. Bugünkü ilişkinin adı budur ve ‘de facto’ durum, ne yazık ki bundan çok daha beteridir. Hizmetin karşılığında bir bedel almadığımız için, ölülerimizin de hesabı yapılır olmadığı için, sade hizmetçiden beter birşeyiz. Köleyiz biz.
Türkler karşısında Kürdlerin durumu budur. Onlar efendi; biz, kimliksiz, yok sayılan Kürdler, savaşımızın adı da bu sebeple özgürlük savaşı.
Türkler, Kürdistan’ı işgal etmekle kalmamışlar. Bizi kişiliksizleştirmek için ellerinden ne gelirse de yapmışlar / yapmaya devam ediyorlar. Düğünlerdeki danslarımızı Türk folkloru diye sahiplenip satmışlar / satıyorlar; halı – kilimlerimizi Türk halı ve kilimleri diye patentlemişler, öyle sokmuşlar kataloglara; yakın dönemde dörtbin yıllık köpeğimizi Türk köpeği diye dünyaya pazarlamaya başladılar. Kürdlüğümüze ulusal bağlılığımız gelişkin olmadığı için neredeyse haberimiz yok Kangal bölgesinin tarihi bir Kürd bölgesi, ismini verdiği köpeklerin de Kürdistan’ın dört bir yanında dört bin yıldır bize yarenlik eden öz be öz ‘Kürd köpekleri’ olduklarından. Ülkemizi, halk oyunlarımızı, kültürel üretimlerimizi ve varlıklarımızı geçtik, Türk yönetimi altında kendimize dahi Kürd dememiz yasak, Kürd olarak yaşamak şöyle dursun.
Türkler öylesine herşeyimize el koymuşlar ki, kelimenin gerçek manasıyla zincirlerimizden başka kaybedecek birşey bırakmamışlar bize.
Dağlarımızı, ovalarımızı yakıp bombalıyorlar, atalarımızın mirası, geçmişimizin aynası arkeolojik alanlarımızı tahrip ediyorlar, tarihi eserlerimizi toprağa gömüyor veya bombalıyorlar. Dilimizi bile bize bırakmıyorlar. İşte son örnek: oldu mu isot ‘öztürkçe’ ‘ısı ot’!
“Şerefsizlik bu! Namussuzluk!” da diyebilirsiniz ama o zaman arkasından kardeşlik çıkarırsınız. Cıvık kavramlar kullanarak cıvık sonuçlara ulaşılır. Siyasi lügat kullanmak gerekir.
Kürd – Türk ilişkisi ağabey – kardeş değil, efendi – köle ilişkisidir. Okuyun, insanlık tarihinde bu kadar hiçleştirilenler sadece kölelerdir. Bunu böyle koymalıyız. Kürdistan’ın kuzeyi Türk işgalinden mutlak olarak kurtarılana dek, kimse kendini kandırmasın, durum budur.
Kadınlarımızın fahişeliğe sürüklenmesi, çocuklarımızın hırsızlığa ve sokaklarda dilenciliğe itilmesi; kırbaç zoruyla konuşturulduğumuz Türkçeyi konuşamayışımızın TV programlarında maskaralık olarak sunulması..
Bunlara en ufak bir itirazın olmadığı Türk toplumuyla, nasıl bir kardeşlik içerisinde olabiliriz?
Adına Kürdistan diyen devlet, Kürdistan kelimesinin ‘Kürd Ülkesi’ demek olduğunu bilmelidir. Kürdistan Devleti demek, Kürd Ülkesi Devleti demektir. Dolayısıyla Kürd Ülkesi’nin yarısını esaret altında tutan Türkler, bu ülkenin (güneyinin) devletini yönetenlere olanlara ‘ağabey’ olamazlar.
Bunu elbette Neçirvan Barzani de bilir. Zaten eksik olan Neçirvan Barzani’nin tarihi, kültürel, aktüel bilgisi değildir. Eksik olan Kürdistan siyasetinde ulusal paradigma, Kürd toplumunda ulusal felsefedir.
Genel olarak dersek, Kürdçe konuşacak, yazacak ve ders verecek filozofların, onların üreteceği bir felsefenin eksikliğidir ‘Türk Devleti ağabeyimizdir’ denmesine müsaade eden.
Öylesi filozofların yetişmesi için, felsefe tarihinin, bilim tarihinin, temel bilimlerin, sanatın ve siyasetin tüm ana kaynaklarının Kürdçe’de yayınlanmış olması; aktüelde bunlara değer verilir / tartışılır olması gerekir.
Henüz bu kaynakların ilk çevirileri yapılıyor. Sırada okunmaları ve sonra tartışılmaları olacak. Zamanla, Kürd filozoflar Kürd eliti içerisinde ağırlık kazanacaklar, vb.
Diğer ulusların tarihlerine kıyasla hızla alacağız bu mesafeleri. Onlar bugünkü iletişim teknolojilerinin olanaklarından mahrumlardı. Ümitli olmamız için çok sebep var. Yeter ki faal olmaya devam edelim, her alanda Kürdlük adına üretelim ve hep bir ümitle birbirimize sarılalım. Bir aile gibi.
Mehmet Ali Küçük
malikucuk@hotmail.com

Star-Avrupa Adalet Divanının PKK’yı terörist örgüt listesinden çıkarması hem kızgınlık hem de hayal kırıklığı yarattı. Kürt sorunu söz konusu olduğunda gözlerimiz ya çevremizdeki ülkelere ya da büyük güçlere çevrildi. Hiçbir zaman Kürt ne diyor, ne istiyor sorusuna cevap aramadık.
Karadenizli yerel kıyafetleriyle horon , Ege’nin efesi harmandalı oynarken rahatsız olmadık ama sarı,kırmızı, yeşil renkler bizi rahatsız etti. Kürt sözcüğü ile bölücülüğü neredeyse eş anlamlı olarak kullanmaya başladık.
Oysa iki halkın ayrışması ABD’deki bir etnik grubun ayrı bir devlet kurmasından daha zordu. Oradaki birlikteliği sağlayan ekonomik çıkarların özdeşliği iken bizde ucu hatırlanmayacak kadar eskiye dayanan bir ideal ortaklığı söz konusuydu. Hiçbir zorunluluk olmamasına rağmen Türklerle Kürtler bir arada yaşamaya karar vermiş ve bunu,tüm olumsuz şartlara rağmen, gerçekleştirmeyi başarmıştı.
Yıllar önce Kürtlerin bir toplantısında ‘ Siz yanaşma mısınız, köle misiniz de hak arıyorsunuz? Bir ülkenin vatandaşı iktidar talep eder ve bir sorun varsa orada çözer. Kürtlerin zaten bir devleti var ve adı Türkiye Cumhuriyeti’ dediğim zaman büyük b ir alkış tufanının koptuğunu hatırlıyorum.
Kürtlerin sorunlarını hiçbir zaman başkasının sorunu saymadım. Kendimle Kürt’ü ayrı düşünmedim. Onlar Türkiye’nin her yerindeydiler ve her yer bizim kadar onlarındı. Ancak yoğun olarak yaşadıkları Güneydoğuda farklı bir ekonomik ve sosyal düzen vardı. Bölgede sanayi yoktu hatta neredeyse dönen bir çarka rastlamak mümkün değildi. Bölgedeki hayvancılık terör nedeniyle önemli ölçüde gerilemişti. İşsizlik ve fakirlik kol geziyordu. Sosyal açıdan bir örnek vermekle yetineceğim. Kızlar evlenecekleri zaman takas ediliyor ve adına berdel deniyordu. Yani kızlar alınıp satılıyor ama henüz bu alanda para ekonomisine bile geçilememişti ve takas yöntemi kullanılıyordu. Yani parayla satılma bile bir ileri aşama sayılacaktı.
Bundan daha vahim olan Kürt meselesi söz konusu olunca gözlerimizin dışarıya çevrilmesi ve kimin bu meseleye nasıl baktığını sorgulamamızdı. Şüphesiz dışarıyla işbirliği yapa kişiler vardı ve yalnız bırakılan halkın onlardan başka arkasından gideceği kimse kalmamıştı.
Bugün Kürtleri temsil ettiğini söylenen kimselerin önemli bir bölümünün kendi çıkarları peşinde koştuğu ve bölgedeki geriliğin hem sebebi oldukları hem de bunun sürmesini istedikleri bir gerçek. Bu nedenle bölge halkının sesini kimse duymuyor ya da duydukları sesin onların sesi olmadığını fark edemiyor. Bölgedeki sosyal ve siyasal yapı halkla devlet arsına bir duvar örüyor. Bu duvar yıkmak kolay değil. Geçmişte Gaffar Okkan halka aracısız yaklaşmayı denedi bedeli hayatı oldu. Siyasal planda AKP halkla doğrudan ilişki kumayı başardı ama onun da ayakta kalması risk altında.
Halka gidin ve onları anlamaya çalışın. Yüreğinizi ısıtacak şarkılar duyacaksınız. Kürt konusunda dışardan gazel okuyanlar umurumda bile değil ve beni korkutmuyor. Onlar yıldızlar kadar uzakta iken ben elimi uzatsam, bırakın dokunmayı, kucaklaşmış olacağım.
GERI ADIM...
PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Kürtlerin Ba’s rejiminin yıkılmasından sonra etkili bir rol üstlendiğini ve Kürdistan Bölgesi’nin Ba’s rejiminin yıkılmasından önce de bir bağımsız devlet olduğunu, ancak Kürdistan Parlamentosu’nun Iraklı kardeşlerle beraber yaşamaya karar verdiğini söyledi. Başkan Barzani, Irak Daimi Anayasasında bulunan 140.maddenin de uygulanmasının anayasal bir mesele olduğunu ve bu maddenin uygulaması gerektiğini söyledi.
Irak’ın Sesi’ne konuşan Başkan Barzani, “Ba’s rejiminin yıkılmasından sonra Kürtler Irak’ta etkili bir rol üstleniyor. Ba’s rejimi yıkılmadan önce de Kürdistan Bölgesi bir çeşit bağımsız devlet idi. Ancak Kürdistan Parlamentosu Iraklı kardeşlerle kendi isteğiyle birlik çerçevesinde yaşamaya karar verdi. Bu açıdan da Kürtler yeni Irak’ta esas bir rol üstleniyor” dedi.
Bazı Iraklı tarafların Kürtlerin konumunu ve rolünü kenarda bırakmak girişiminde bulunması konusunda Başkan Barzani, bu çabaların ortada olmadığını, Kürtlerin Irak’taki konumunun ve ağırlığının azaltılamayacağını çünkü Irak Daimi Anayasasına göre Kürt halkının haklarının tanındığını hatırlattı.
Kürt, Arap, Fars ve Türk ulusları arasında müzakere çağrıları hakkında Başkan Barzani, bu müzakerenin hedefinin bölgedeki bu dört ulusu yakınlaştırmak olduğunu söyleyerek, Kürtlerin, şiddet tarafının birbirini anlama ve müzakere yoluyla reddedilmesini ve şiddetten uzak bir şekilde bölgedeki sorunlara çözüm bulunmasını temenni ettiğini söyledi.
Irak Daimi Anayasasında bulunan, Kerkük ve sorunlu bölgeler meselesininin çözümünü öngüren 140.madde hakkında Başkan Barzani, “Bu anayasal madde uygulanmalı. Çünkü Kerkük meselesi tarihi bir sorundur. Eğer bu mesele çözülmezse Irak’ın durumu kötüye gider” dedi.
|