Anti-semitizme, Irkçı ayrımcılığa Karşı, Barış ve Halkların Dostluğu için Mücadeleye Çağrı! Türkiye Cumhuriyeti kurulalıdan beri ülkemizin Yahudi vatandaşlarına, daima şüpheli unsurlar gözüyle bakıldı. Türkiye’de resmi olarak her ne kadar Yahudi toplumuyla hiçbir sorun yaşanmadığı propaganda edile gelse de, tam tersine Yahudi düşmanlığı hiç eksik olmamıştır. “Azınlıkların rehine olarak kullanılması” politikası burada da geçerli olmuş; ABD, Almanya, İslam Dünyası veya İsrail’le ilişkilere göre resmi Yahudi düşmanlığı ya kışkırtılmış ya da kontrol altında tutulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti kurulalıdan beri ülkemizin Yahudi vatandaşlarına, daima şüpheli unsurlar gözüyle bakıldı. Türkiye’de resmi olarak her ne kadar Yahudi toplumuyla hiçbir sorun yaşanmadığı propaganda edile gelse de, tam tersine Yahudi düşmanlığı hiç eksik olmamıştır. “Azınlıkların rehine olarak kullanılması” politikası burada da geçerli olmuş; ABD, Almanya, İslam Dünyası veya İsrail’le ilişkilere göre resmi Yahudi düşmanlığı ya kışkırtılmış ya da kontrol altında tutulmuştur. Yahudi vatandaşların, TC için bütün çabaları, özverileri, sahte bir pohpohlamanın ötesinde hep hiçe sayıldı. 1934 Trakya pogromları ve 1942 “varlık vergisi”, Aşkale’de kurulan çalışma kamplarına gönderilme gibi ırkçı saldırı ve önlemlerle yıpratılmaya, sindirilmeye ve ülkeyi terk etmeye zorlandılar. Nazi soykırımından kurtulmak için Sturma adlı bozuk bir gemi ile İsrail’e gitmek isteyen Romanya Yahudilerine, uluslar arası Boğazlar antlaşmasına aykırı bir şekilde izin vermediler. Üç ayı aşkın bir süre İstanbul’da bekletilen gemide insani yardımlara müsaade edilmemesi sonucu açlık ve salgın hastalık baş gösterdi. Nihayet 25 Şubat 1942 de İstanbul’dan geri Romanya’ya kovulan gemi “faili meçhul” bir biçimde Kara Deniz’de batırıldı. 764 kişiden sadece bir teki sağ kurtuldu. Dönemin Başbakanı Refik Saydam, Yahudi halkının imhasını onaylamak anlamına gelen şu açıklamada bulunuyordu: "Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz." Anti-semit olduğu kadar da sahte olan bu açıklama, biçare insanların, sanki Türkiye’ye yerleşmek için geldiklerini ima etmeye çalışıyordu. Hâlbuki onlar, Filistin’e gitmek için sadece transit geçiş izni istiyorlardı. TC içinde azınlık hakları Lozan antlaşması ile garanti edilen Yahudiler, daha 1920’li yılların ortalarında artan baskılar sonucu antlaşmanın kendilerine tanıdığı azınlık haklarından tamamen feragat etmelerine rağmen, yine de anti-semit saldırıların hedefi olmaktan kurtulamadılar. Hemen hemen her dönem, işi gücü Yahudilerle uğraşmak olan Türk ırkçısı bir “aydınlar” topluluğu hiç eksik olmadı. Onların görevi, bu gün olduğu gibi geçmişte de, halkı Türkiye’yi “sarıp sarmalayan Yahudi komplolarına” karşı uyanık tutmaktı. Popüler bir konu olarak TC’ni, aslında “Sabataycılar” diye adlandırılan gizli bir Yahudi cemaatinin yönettiği türünden, hayaletler, “solcular” arasında da itibar görmektedir. Yahudiliği, “kötülüklerin anası, dünyayı ele geçirmiş kan emici sermayedarlık” olarak tanımlama, aynı propagandanın ürünüdür. Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük gibi Neo İttihatçı Naziler, devlete bağlı anti-semit dezenformasyonun “sol” ayağını oluştururlar. Onlara göre Güney Kürdistan’daki statüko değişikliği de bir Yahudi komplosudur ve “gizli bir Yahudi ailesi” olan Barzaniler eliyle “İsrail’in uzantısı bir Kürt devleti” kurulmayı amaçlar. Vb. vb... Bir bakıma Türkiye’de kışkırtılan anti-semitizm, yayılmacı Türk militarizmini ve soykırım inkarcısı egemenliği eleştiri oklarından koruma işlevi görmektedir. Özelliklede cuntalar döneminde anti-semitizmin Turancı sağ akımı, kökten dinci Yahudi düşmanlığı ile tamamlanmış oldu. Son 20 yıldır artan Yahudi düşmanlığı, Türkiye’yi Yahudi halkı için en rizikolu ülkelerden biri haline getirdi. Sinagog katliamlarının zeminini hazırlayan anti-semitizm iyice kışkırtıldı. Anti-semit ön yargılar, giderek Yahudi şahsiyetlere suikastlara, periyodik aralıklarla imha saldırılarına dönüştü. 1986’da, 1992’de ve son olarak ta 15 Kasım 2003’te gerçekleştirilen saldırılar sonucu onlarca Yahudi hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı. TC, İsrail’le ilişkilerine, ABD ile ilişkilerin bir parçası olarak baktı. Stratejik konumunu, elindeki bütün kozlarını, TC egemenliği altındaki halkların zoraki asimilasyonu, geçmişindeki soykırım suçlarının inkârı için kullanmaya çalıştı; ilhakçı tutumuna “hoşgörü” ve destek unsuru yapmaya çalıştı. Bu kadar ağır, dayatmacı ilişkilerin ebediyen sürüp gitmesi olanaksızdı. Dünya konjüktürünün değişmesi, dolayısı ile ittifakların değişmesi, TC’ne adeta her şeyin bir haddi sınırı olduğunu gösterir hale geldi. Örneğin ABD’de bulunan Yahudi lobisinin artan kamu oyu baskısı sonucu 1915 soykırımının inkarı için TC’ne arka çıkamaz hale gelmesi, ABD’nin Kürtlerle doğrudan ilişkisi ve ortaya çıkan yeni Kürt Federasyonu, adeta yetkilileri şaşkına çevirdi. Bütün bu gelişmelerden TC, yakıcı sorunlarının çözümüne yönelmek yerine, tam tersi sonuçlar çıkarmaya yöneldi. Anti-semit önyargılar o kadar yaygınlaştırıldı ki, Türkiye’de bulunan Yahudi halkı, hiçbir ilişkileri ve etkileri olmasa bile, İsrail’in devlet politikasından ve icraatlarından sorumlu tutulmaya başlandı. Onun için katledildiler. Bu koşullar altında onların, benzer kökten dinci, Turancı saldırılara maruz kalmamalarının hiçbir garantisi bulunmamaktadır. Anti-semitizm soykırımcı ırkçılıktır, her yerde ve her zaman mücadele edilmelidir!
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment