İngiltere: Kürdistan halkının yanındayız

BAŞKAN BARZANİ, İNGİLTERE ‘NİN ORTADOĞU İŞLERİNDEN SORUMLU BAKAN HOWELLS’ I KABUL ETTİ… PNA-Federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani , bugün Selahaddin kasabasındaki makamında İngiltere Dışişleri bakanlığında Ortadoğu İşlerinden sorumlu bakan Kim Howells ve beraberindeki üstdüzey heyeti kabul etti. Irak ve Kürdistan bölgesindeki son siyasi gelişmelerin ele alındığı görüşmenin ardından bir basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan başkan Barzani, Irak hükümeti ile Kürdistan bölge hükümeti arasında askıda kalan sorunlara dikkat çekti. Kürdistan bölgesine ayrılması gereken %17 yıllık bütçe payının Irak’ta siyasi taraflar arasında siyasi bir mutabaka sonucunda kabul edildiğini hatırlatan başkan Barzani , sözkonusu bütçe payının olduğu gibi onaylanması gerektiğinin altını çizdi. Siyasi bir mutabakatın sonucunda kabul edilen %17 lik bütçe payın Kürdistan Bölge nüfus oranına paralel olarak çok gerisinde olduğunu belirten başkan Barzani , Buna rağmen Irak’ta genel bir nufüs sayımının yapılmasına kadar sözkonusu siyasi anlaşmaya mutabık kalacaklarını vurguladı. Hiç kimsenin Irak hükümetinde Kürtlerin ve onların siyasi süreçteki katılım payını azaltamayacağını belirten başkan Barzani , önümüzdeki kısa bir zaman içinde Irak hükümeti ile Kürdistan hükümeti arasında askıda kalan sorunların çözüme kavuşması noktasında Kürdistan yönetiminden üstdüzey bir heyetin Bağdat’a gideceğini söyledi. Başkan Barzani ayrıca, gazetecilerin soruları üzerine Irak’ta değişikliğe uğratılan geçici yeni Irak bayrağının önümüzdeki iki gün içinde Kürdistan bölgesinde de dalgalanacağını söyledi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan İngiltere’nin Ortadoğu İşlerinden sorumlu bakan Howells de Irak’ta bütün dini ve etnik tarafların kendi haklarına kavuşması gerektiğinin altını çizerek ‘’ bu konuda Kürdistan halkının yanındayız .Bu halka (Kürtler) yapılan haksızlıkların bilincindeyiz bunların tekrarlanmaması için şuan askeri olarak Irak’tayız’’ şeklinde konuştu.

Algemeen Dagblad: Türkiye tabular cumhuriyeti!

  Hollanda Algemeen Dagblad gazetesi, 'Türkiye'nin bir tabular cumhuriyeti' olduğunu ve Avrupa Birliği'ne hazır olmadığını yazdı. Hollanda Algemeen Dagblad gazetesi İstanbul muhabiri Marc Guillet'in kaleme aldığı 'Türkiye AB'ye hiç de hazır değil' başlıklı makalesinde, düşünce ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlama ve tabulara dikkat çekerek, AKP hükümetinin özgürlükler üzerindeki engelleyici yasaları ortadan kaldırmak istemediğini belirtti. Siyaset bilimi profesörü Atilla Yayla, Atatürk'e hakaret ettiği iddiasıyla 15 ay hapis cezasına çarptırıldığını hatırlatan Guillet makalesinde, Yayla'nın bazı gazeteler tarafından 'vatan haini' olarak damgalandığını belirtti. 'Bu cesur liberale karşı açık linçe yargı da 1951 yılına ait Atatürk ve Kemalizm'e hakareti yasaklayan bir maddeye dayalı olarak yargılamakla katıldı' diyen Guillet, 'Yayla, vatanın babasına karşı bir daha eleştiride bulunması durumunda cezaevine atılma riskini taşıyor' dedi. Kim Atatürk'ü eleştirebilir? Bu tür cezalarla Türkiye'nin yakın geçmişine yönelik eleştiri yapmanın imkansız hale getirildiğini söyleyen Guillet 'şimdi hangi entelektüel Atatürk düşünce tarzını eleştirme cesaretini gösterebilir?' diye sordu. 'Türkiye, Kemalistlerin iştahla sundukları gibi aydınlığın cumhuriyeti değil, tabular cumhuriyetidir' diyen Guillet, 'geçtiğimiz yıl yüzlerce gazeteci, yayıncı, yazar, akademisyen, Kürt politikacı ve aktivistler, totaliter devlet ideolojisi tabularını hiçe saydıkları için davalık oldular. Gazeteci Hrant Dink, Büyük Tabu Ermeni soykırımını ismen ifade etme cesaretini gösterdiği için öldürüldü' dedi. Hukukçu Orhan Kemal Cengiz'in Türkiye'deki düşünce ifade özgürlüğü yetersizliğini 'Türkiye özgür ruhlar için cehenneme dönüşmüştür' sözleri ile değerlendirdiğini belirten Guillet, 12 yaşındaki Ugur Kaymaz ile babasının öldürülmesi davasına bakan mahkeme yargıçlarından birini tarafsız olmamakla eleştiren avukat Tahir Elçi'nin yargılanmasını örnek olarak gösterdi. Makalesinde Guillet şöyle dedi: 'Yüksek mahkeme 12 yaşındaki bir Kürt çocuğu ile babasını evlerinin önünde öldüren komandoları serbest bırakma kararı verdi. Polise göre 'teröristler' bir çatışmada yaşamlarını yitirmişti. Adli tıp raporu ikisinin arkadan vurulduğunu belirtiyordu. Avukat Elçi şimdi 'yüce yargıyı!' eleştirmekten cezaevine girme riskini yaşıyor.' Türkiye parlamentosunun geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliği kriterleri çerçevesinde çok sayıda kanunda değişiklik yaptığını hatırlatan yazar, ancak bu kanunların uygulamasında sorun olduğunu belirtti. Yargıçların halen devlet kurumlarında çalışanları korumayı, devlet mağduru olan vatandaşların haklarını savunmaktan daha önemli bulduklarını belirten Guillet 'Bu derine işlenmiş bir zihniyettir. Ve korkarım bu zihniyette gerçek anlamda bir değişimi bir nesil daha alacaktır' dedi. Türkiye'nin dostları için hayal kırıklığının önümüzdeki süreçte daha da artacağını, AKP hükümetinin düşünce ifade özgürlüğü karşıtı yasaları ortadan kaldırma niyetinde olmadığını aktaran Guillet, 'benim gibi değişmez iyimserleri bile Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne henüz hiç de hazır olmadığını kabul etmek durumundadır' diye yazdı. AMSTERDAM - ANF OSMAN KILIÇ

Kürtler Erdoğan’ı Almanya’da protesto edecek

KÖLN: Almanya’nın Köln kentine 10 Şubat’ta gelecek olan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Köln Arena’da gövde gösterisi yapmaya hazırlanırken, Kürtler de Erdoğan’ı protesto için gösteri düzenleyecek. Almanya’nın Köln kentine gelecek olan Erdoğan için organizeyi Köln Türkiye Başkonsolosluğu ile Avrupa Türk Demokratları Birliği (EUTD) ortak düzenliyor. Arena’da yapılacak toplantının maliyetinin en az 100 bin Euro’yu geçeceği tahmin ediliyor. Erdoğan 7-10 Şubat tarihleri arasında başta Münih'teki 44. Münih Güvenlik Konferansı olmak üzere çeşitli temaslarda bulunmak üzere Almanya'ya geliyor. Ziyaret çerçevesinde Erdoğan'ın Köln'de partisinin propagandasını yapmak için düzenleyeceği toplantının tüm masrafları Başkonsolosluk tarafından karşılanıyor. Toplantıya ilişkin Milli Görüş Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü Özgürpolitika gazetesine yaptığı açıklamada, toplantıyı başkonsolosluğun organize ettiğini, kendilerinin de katılacağını söyledi. Toplantıya Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen sivil toplum örgütleri de davet edildi. Toplantıya, DİTİB, Milli Görüş, EUTD gibi kurumlar başta olmak üzere Almanya ve Avrupa’nın değişik ülkelerinden de katılım olacak. Köln Türkiye Başkonsolosluğu toplantının tanıtım ve örgütlenmesi için "Aydın&Erdi Reklam Ajansı"nı görevlendirdi. ERDOĞAN MERKEL İLE GÖRÜŞECEK 10 Şubat'ta Köln'de gerçekleştirilecek toplantıda, sanatçı Kubat da bir konser verecek. Konserden sonra 65 kişilik dans grubu Zümrüt-ü Anka sahne alacak. Ardından AKP'nin propagandası için Türkiye'deki ekonomik ve siyasi gelişmeleri anlatan bir sinevizyon gösterimi yapılacak. AKP'nin Avrupa'da gövde gösterisine dönüşmesi beklenen etkinliğe, çok sayıda bakan da katılacak. Erdoğan, Köln ziyareti sırasında ayrıca çok sayıda dernek temsilcisiyle biraraya gelecek. Erdoğan'ın ziyareti kapsamında Berlin ve Münih'te de benzer toplantıların yapılması daha önce gündeme gelmişti. EUTD yetkilileri her iki kentte de halk buluşmalarının planlandığını doğrularken, ancak Erdoğan'ın yoğun programı nedeniyle bu kentlerdeki toplantıların iptal edildiği ifade edildi. Bazı kaynaklar ise Erdoğan'ın Berlin'deki Tempodrom'da yapmayı planladığı büyük toplantıya güvenlik gerekçesiyle izin verilmediğini söyledi. Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Erdoğan'a Türk öğrencilerinin okuduğu bir okulu birlikte ziyaret teklifi götürdüğü, Erdoğan'ın da buna sıcak baktığı ifade ediliyor. Erdoğan ile Merkel ayrıca Türkiye-AB ilişkilerini ele almak üzere Başbakanlık Binası'nda 7 Şubat'ta bir görüşme yapacak. Erdoğan, 8 Şubat'ta ise Münih'de 44. Nato Güvenlik Konferansı'nın açılış konuşmasını yapacak. KÜRTLER PROTESTO EDECEK Nato Güvenlik Konferansı’nda PKK’ye karşı destek arayışında bulunacak olan Erdoğan, Kürtler tarafından protesto edilecek. 10 Şubat’ta taraftarlarına seslenecek olan Erdoğan’ın Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Kürt halkına yönelik imha ve inkar politikalarını protesto edecek olan Kürtler, Köln’de gerçekleştirecekleri protesto gösterisi için bugün izin başvurusunda bulundu. Köln Mala Kurda Derneği tarafından yapılan başvuruya olumlu yanıt verilmesi durumunda Kürtler ve demokratik kesimler Pazar günü saat 10:00 ile 14:00 arası Arena’nın önünde protesto gösterisi yapacak.

İşte suç örgütü değil denilen TSK'nin vukuatları

Binlerce faili meçhul cinayetin sorumlusu olan JİTEM'in kurucusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün de aralarında bulunduğu kontr-gerillanın Ergenekon adlı birimine karşı yapılan operasyon, gözleri bir kez Türkiye ve Bölge'de karanlık cinayetlere çevirdi. Türkiye'de ve Bölge'de işlenen siyasi cinayetler, derin devlet olarak adlandırılan kontr-gerilla tarafından Kürt sorununun çözümünün engellenmesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin önüne geçilmesi için gerçekleştirildi. 1990 yılında Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın katledilmesiyle başlayan siyasi cinayetler aydınlatılmadıkça ne devlet, ne herhangi bir yurttaşı asla temiz sayılmayacak. Temiz devlet, temiz siyaset, temiz toplum siyasetçi, işveren ve gazeteci cinayetleri aydınlatılmadıkça mümkün olmayacak. Kontr-gerillanın 1960'lardan günümüze kadar karıştığı suikast ve katliamların açığa çıkarılması ve kanayan bir yara olan Kürt sorununun demokratik çözümünün sağlanması ise Hakikatleri Araştırma Komisyonu gibi bir oluşumla mümkün. 1960 ve 1980'li yıllarda ülkedeki devrimci ve demokratlara karşı faaliyet göstermek için ordu içinde yapılanan kontr-gerilla 1984'ten sonra Kürtlere karşı kullanıldı. Kontr-gerilla birimleri, Kürtlerin sorunun demokratik ve barışcıl yöntemlerle çözülmesi için güçlü hamlelere giriştiği dönemlerde ortamı terörize etmek için harekete geçerek, suikast, bombalama, kundakçılık gibi birçok kirli eyleme imza attı. Kontrgerillanın Kürtlere karşı işlediği katliam ve cinayetleri PKK'ye maletmeye çalıştığı ise 1996 yılında meydana gelen Susurluk kazasıyla ortaya çıkmıştı. JİTEM için uzun yıllar çalışan Abdülkadir Aygan gibi tetikçilerin itirafları, Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu raporları, kimi savcılık tutanakları ve merhum başbakanlardan Bülent Ecevit'in arşivinden çıkan gizli belgeler, kontr-gerillanın Kürt sorununun çözümünü engellemek, demokratikleşmenin önüne geçmek için siyasi cinayetlere ve katliamlara yöneldiğini ortaya koyuyor. Ancak kontr-gerilla birimlerinin zaman zaman uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı işlerinden elde ettikleri rantı paylaşma konusunda kendi aralarında giriştikleri rant paylaşma kavgası son Ergenekon operasyonu örneğinde olduğu gibi hiyaza getirme müdahalesiyle sonuçlanıyor. Ergenekon operasyonunun AKP hükümetinin kendi iradesiyle yapılmadığı, operasyona kontrol dışına çıkıldığı için derin devlet olarak bilinen kontr-gerillanın karar verdiği kaydediliyor. 1990'lardan beri kullanılan Veli Küçük ve elemanlarının artık derin devletin sırtında kambur haline geldikleri için ipleri çekilirken, devletin kendisini kontr-gerilla çetelerinden temizleyebilmesi için, öncelikle binlerce faili meçhul cinayetin aydınlatılması gerekiyor. Susurluk kazasıyla birlikte pisliği her tarafa saçılan kontr-gerilla çetelerinden arınmak için devletin ve toplumun Türkiye'nin kirli ve karanlık tarihiyle yüzleşmesi şart. Türkiye, temiz devlet, temiz toplum olmak istiyorsa başta 1977 1 Mayıs'ındaki Taksim katliamı, 1978'deki Maraş katliamı, 1994'teki Madımak katliam gibi katliamlarla Şemdinli'de halk tarafından suç üstü yakalanan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın 'iyi çocuklarının' bütün kirli ve kokuşmuş bağlantı ve ilişkilerinin açığa çıkarılması gerekiyor. Ancak Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın Makedonya Savunma Bakanı Lazar Elenovski ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklama, ne yazık ki, devletin temizleneceği beklentilerinin beyhude olduğunu ortaya koyuyor. Büyükanıt, Ergenekon operasyonuyla ilgili olarak, 'Her toplumda yasa dışına çıkan insanlar olabilir. Bunlar yargı önünde görüşülür ve yargı kararını verir. Her fırsatta ortaya çıkan şeyleri TSK ile ilişkilendirmek çabası var. TSK bir suç örgütü değildir. Onun için bu tür şeyleri TSK ile ilişkilendirmeye çalışmak beyhude bir çabadır. Bunun cezasını yargı verecektir' diyordu. Ancak Şemdinli'de Umut Kitabevi'ni bombalayan astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'in Askeri Mahkeme tarafından tahliye edilmeleri 'yasa dışına çıkan devlet görevlilerine' adaletin tavrının ne olduğunu da ortaya koyuyor. Suç üstü yakalanan Şemdinli bombacısı astsubayları bizzat Büyüanıt 'iyi çocuklar' diye savunmuştu. Askeri Mahkeme tarafından bombacı astsubatların serbest bırakılması Türk ve Kürt halkının boğazına sarılmış kontr-gerilla çetelerinin her ne pahasına olursa olsun korunduğunu ortaya koyuyor. Türk devleti kirli ve karanlık tarihinden arınmak ve adeta bir uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayet şebekesi gibi çalışan suç örgütü kontr-gerilla çetelerinden kurtularak onurlu devletler safında yer almak istiyorsa 1970'lerden günümüze bütün katliamları aydınlatmalı ve sorumlularından adalet önünde hesap sormalıdır. Bu ise Ergenekon operasyonunda görültüğü gibi denetim dışına çıkmış birimleri hizaya getirmek için yapılan operasyonlarla değil, tamamen devletten bağımsız çevrelerce oluşturulacak Hakikatleri Araştırma Komisyonu ile mümkündür. Orgeneral Büyükanıt'ın 'TSK bir suç örgütü değildir' şeklindeki açıklamalarının aksine ordu içinde yapılanan suç örgütü kontr-gerillanın gerçekleştirdiği ve halen sorumlularının açığa çıkarılmadığı siyasi cinayetlerden bazılarını hatırlatmakla yetinelim. VEDAT AYDIN HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın 5 Temmuz 1991'de evinden JİTEM elemanları tarafından gözaltına alındıktan sonra katledilmesi Kürtlere karşı suikastlerin miladıydı. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve binbaşı Cem Ersever tarafından kurulan suç örgütü Jandarma İstihbarat Teşkilatı JİTEM, hak ve özgürlük taleplerinde bulunan Kürtleri yasa dışı yöntemlerle 'susturma'ya çalıştı. JİTEM'in bilinen ilk büyük eylemi 5 Temmuz'da evinden gözaltına alınan HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın infaz edilmesiydi. JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan bu cinayeti yıllar sonra itiraf etti. MUSA ANTER 1992 yılında suç örgütü JİTEM ve Hizbullah tetikçileri Bölge'de Kürt yurtseverlere karşı adeta sürek avı başlattı. Bu süreçte Haziran 1992'de yayın hayatına başlamış olan Özgür Gündem Gazetesi hedef haline getirildi ve başta gazetenin yazarı Musa Anter olmak üzere Cengiz Altun, Mecit Akgün, Hafız Akdemir, Çetin Ababay, Yahya Orhan, Hüseyin Deniz, Burhan Karadeniz, Kemal Kılıç, Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu, Seyfettin Tepe gibi Kürt gazeteciler ve onlarca gazete dağıtımcısı JİTEM ve Hizbullah tetikçeleri tarafından katledildi. Kürt bilgesi Musa Anter, 20 Eylül 1992'de katledildi. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın Susurluk Araştırma Raporu'nda, Apê Musa'nın devlet tarafından katledildiği kabul edildi. Gazeteci cinayetlerinin devlet tarafından işletildiği ise Musa Anter cinayetinde olduğu gibi bizzat Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunda itiraf edildi. 3 MEHMET SİNCAR Faili meçhul cinayetleri araştırmak için 4 Eylül 1993'de Batman'a giden HEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, JİTEM tetikçileri tarafından katledildi. Devlet bakanları Necmettin Cevheri ile Mehmet Gölhan, 24 saat geçmeden tetikçinin yakalandığını duyurdular. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ise öfkeliydi: 'İşi batırdılar. Çıkacak işi batırdılar. Biraz susalım...' Sonra yalanlamalar geldi. Tetikçiler firarda dendi. Yıllar sonra Susurluk raporunu hazırlayan Kutlu Savaş ise cinayeti JİTEM tetikçileri Alaattin Kanat, İsmail Yeşilmen ve Mesut Mehmetoğlu'nun planladığını bir raporla dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'a iletti. Ancak, cinayetin sorumluları açığa çıkarılmadı, kimse yargılanıp mahkum olmadı. 3 İŞVERENLER İNFAZ EDİLDİ 4 Kasım 1993'te dönemin Başbakanı Tansu Çiller İstanbul'da Holiday Inn Oteli'nde 'PKK'nın haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, onlardan hesap soracağız' dedi ve ardından Kürt işverenlerine yönelik suikastler başladı. Çiller'in tehditlerinden iki ay sonra Kürt işveren Behçet Cantürk şoförüyle birlikte evine giderken kaçırıldı. Ertesi gün Sapanca yolunda şoförüyle birlikte cesedi bulundu. İki ay sonra ise Cantürk'ün avukatı Yusuf Ekinci, Ankara'da kaçırıldı. Ekinci'nin cesedi de iki gün sonra Konya yolunda bulundu. Yusuf Ekinci de iki ay sonra aynı yöntemle katledildi. Fevzi Aslan ve yeğeni Şahin Aslan ise, İstanbul Şehremini'nde bir kahvede otururken polis olduklarını söyleyen dört kişi tarafından gözaltına alındı. Fevzi ve yeğeninin cesetleri ertesi gün Hendek'te bulundu. Bu cinayetten iki ay sonra da Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Hakkarili Namık Erdoğan kaçırıldı. Erdoğan'ın cesedi Ankara-Kırıkkale yolunda üç gün sonra bulundu. DTP Milletvekili Pervin Buldan'ın eşi Savaş Buldan da 2 Haziran 1994 günü İstanbul'daki Yeşilyurt Çınar Oteli'nde arkadaşları Adnan Yıldırım ve Hacı Karay ile kaçırıldı. Cesetleri iki gün sonra ölüm üçgeni olarak anılan kontr-gerillanın karargahının da olduğu Bolu'nun Yığılca ilçesi yakınlarında bulundu. Ancak, cinayetlerin sorumluları açığa çıkarılmadı, kimse yargılanıp mahkum olmadı. SİLOPİ KAYIPLARI Türkiye'nin gündemini uzun süre meşgul eden binlerce 'faili meçhul' olaydan biri de HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ve İlçe Yöneticisi Ebubekir Deniz'in, 25 Ocak 2001 günü Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı'na çağrıldıktan sonra gözaltında kaybedilmeleriydi. AİHM'in verdiği mahkumiyet kararına rağmen TSK bünyesindeki askerlere dokunulamadı. Savcılar ve hakimler bu suçlu askerleri korudu. Adalet Bakanlığı da, savcı ve hakimlerin bu süç örgütlerine soruşturma açmamasına göz yumdu. Kemalistleri de katlettiler Ordu içindeki suç örgütü kontr-gerilla birimleri sadece Kürt gazetecileri, yurtseverleri ve işverenleri katletmekle kalmadı, Kemalist aydın ve yazarları da katletti. Kontr-gerilla tarafından öldürülen gazeteci Uğur Mumcu, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç ve Prof. Dr. Bahriye Üçok suikastleri de hiçbir zaman açığa çıkarılmadı ve sorumlularından yargı önünde hesap sorulmadı. Ancak PKK'ye maledilmek istenen Uğur Mumcu cinayetinin MİT içindeki suç örgütü kontr-gerilla birimi tarafından öldürüldüğü Ergenekon operasyonu sırasında ele geçirilen tutanaklarla ortaya çıktı. Söz konusu cinayetlerin kontr-gerilla birimlerince işlendiği ortaya çıkan tüm bu cinayetlerin sorumlularının adalet önünde hesap vermeleri için ise tamamen cesur ve namuslu kişilerce oluşturulacak Hakikatleri Araştırma Komisyonu ile mümkün. Veli 'küçük' abi 'büyük' Suç örgütü Ergenekon'a yönelik operasyonun üzerinden yaklaşık 2 hafta geçti. Planladıkları cinayetler ve bombalı saldırılarla 2009'da askeri darbeye ortam hazırlamayı amaçlayan Ergenekon'un emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün de aralarında bulunduğu 14 elemanı tutuklandı. Operasyonda, kontr-gerillanın bir birimi olan bu yapılanmanın kimlerle bağlantılı olduğu, finans kaynakları, gerçekleştirdikleri eylemler ve içinde yer aldığı kirli ilişki ağı kısmen ortaya çıkarıldı. Ancak, kontr-gerillanın '1 Numarası' halen meçhul. Ergenekon'a yönelik operasyon talimatının da birim denetimden çıktığı için '1 Numara' tarafından verildiği kaydediliyor. '1 Numara' olduğu iddia edilen kişilerden bazılarının adları şöyle: *Korgeneral Hasan Kundakçı: 1986-1988 yılları arasında Özel Harp Dairesi Başkanlığı, 1993-95 yılları arasında Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı yaptı. 1997'de emekliye ayrılan Kundakçı'nın adı birçok kez kontrgerilla bağlantılarıyla gündeme geldi. Kundakç, Veli Küçük'ün Kara Harp Okulu'ndan devre arkadaşı. Operasyonda tutuklanan Kuvayı Milliye Derneği Başkan Yardımcısı Hüseyin Görüm de, 1 Numara'nın Kundakçı olduğunu belirtmişti. *Orgeneral Doğan Güreş: Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Güreş'in görevi sırasında Bölge'de çok sayıda köy yakma, faili meçhul cinayet, bombalama, suikast gibi olaylar yaşandı. Güreş Susurluk sanığı MİT'çi Korkut Eken'in cezaevine girmesine tepki göstermişti. *Orgeneral Necati Özgen: 1991-1995 yılları arasında Jandarma Bölge Asayiş Kolordu Komutanı olarak Bölge'de görev yaptı. Hakkında JİTEM'le ilgili iddiaların gündeme geldiği dönemde JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan'la çekilen fotoğrafları h�l� hafızalarda silinmeyen Özgen de Korkut Eken'i savunmuştu. *Orgeneral Teoman Koman: MİT eski Müsteşarı ve Jandarma Genel Komutanlığı gibi önemli görevlerde bulundu. Koman, özellikle Susurluk olayıyla öne çıktı. Meclis Susurlurluk Olayını Araştırma Komisyonu'nda JİTEM ve çete bağlantıları nedeniyle dinlenilmesi istenen Koman, bu isteği reddettiği gibi, Veli Küçük'ün dinlenmesini de engelledi. Yeşil kod adlı JİTEM tetikçisi Mahmut Yıldırım ve Abdullah Çatlı'yla ilişkileri belgelenen Koman da Korkut Eken'in savunuculuğunu yapmıştı. *Orgeneral Şener Eruygur: 2002-2004 yılları arasında Jandarma Genel Komutanlığı görevini üstlendi. Eruygur'un, görevde olduğu dönemde 'Sarıkız' ve 'Ayışığı' adıyla iki darbe planı hazırladığı ortaya çıktı. *Orgeneral Yaşar Büyükanıt: Genelkurmay Başkanlığı görevini yürütüyor. Şemdinli'de suçüstü yakalanan JİTEM elemanı astsubayları 'iyi çocuklar' diye savundu ve 39 yıl ceza alan astsubayların serbest kalmalarını sağladı. *Orgeneral İ. Hakkı Karadayı: 1994-1998 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Türkiye'nin gündemine oturan 28 Şubat sürecinin baş aktörlerinden olan Karadayı, JİTEM tarafından gerçekleştirilen birçok faili meçhul cinayetin de sorumlusu. Hasan Kundakçı'dan sonra '1 Numara' olarak adı sıkça gündeme gelen ikinci kişi. BAYRAM BALCI

Economist: AKP Kürtleri kazanmak için İslamı kullanıyor

ANKA-İngiltere’de yayınlanan The Economist dergisi, son sayısında “Türkiye, Kürtler, İslam” başlıklı bir haberinde AKP’nin Kürt oylarını artırmak için Güneydoğu’da yaptığı çabalar üzerinde durdu. “AKP hükümeti, Kürtlerin desteğini sağlamak için İslam’ı kullanıyor” savını dile getiren dergi, Diyarbakır’da Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm diyene” sözlerinin asılmış olduğunu, halbuki AKP’nin “Ne mutlu Müslümanım diyeni” tercih edebileceğini yazdı. İsmi verilmeyen bir “AKP lideri”nin “Kürt sorununu çözmenin tek yolu, ortak İslam kimliğimizin etrafında birleşmektir” sözlerini aktaran The Economist, “Din, Diyarbakır’ın kontrolünü elde etmeye çalışan ılımlı İslami AK’nin en güçlü silah haline geldi” yorumunu yaptı. AKP’YE SEMPATİ BÜYÜYOR The Economist, “Diyarbakır’daki varoşlarında AKP’ye sempati büyüyor” derken AKP’nin oralarda bedava kömür ve okul kitaplarını dağıttığına dikkat çekti. Dergi, “cömert” harcamalar ve Kürtlerin daha da özgürlük taleplerini tatmin etmeye yönelik “mütevazı” reformlar sayesinde AKP’nin son seçimlerde bölgede oyların yüzde 50’sinden fazlasını aldığına işaret etti. FETULLAH GÜLEN’DEN “DESTEK” “Türkiye’nin en zengin İslami” cemaat olarak adlandırdığı Fetullah Gülen cemaatinin, AKP’ye daha fazla Kürt oyunu kazanmaya yardım ettiğini öne süren dergi, cemaat üyelerinin Kurban bayramı sırasında 60 bin aileye et dağıttığına dikkat çekti. Aynı cemaatten çok sayıda doktorun Kürt bölgelerinde hastalara “bedava çek-up ve tedavi” teklif ettiğini yazan dergi, “Mesajları, Türkler ile Kürtlerin İslam’da kardeş, Türk veya Kürt olsun milliyetçiliğin kötü olduğudur. Bu tür İslami cemaatlerin (tarikatlar) bölgede çok güçlü kökleri var” görüşünü dile getirdi. Türban yasağını kaldırma önerisinin de dindar Kürtlerce olumlu karşılandığını kaydeden dergi, Ergenekon operasyonunun da her türlü eğilimdeki Kürtlerce alkışlandığını da belirtti. Dergi “Hükümetin popülaritesinin, Aralık ayında Kuzey Irak’ta PKK hedeflerine karşı düzenlenen operasyonlarının üstesinden geldiği gibi görünüyor” yorumunu yaptı. The Economist, DTP belediye başkanlarının “zamanlarının önemli bir kısmında mahkemelerde geçirdikleri”ni belirterek, “Çok az DTP’li belediye başkanı, etkin bir biçimde görev yapabiliyor” diye yazdı. Gazete şöyle devam etti: “Ilımlı Kürt politikacısı Haşim Haşimi, DTP’ye bu tür baskıların seçmenlerin ona dönmesine yol açabileceğini söylüyor. İş dünyası liderleri de, hükümetin Kürt milliyetçiliğini sulandırma çabalarından huzursuz.”

Bağdat Kurdistan'a vız geliyor

Kuzey Irak Kürt yönetiminin, yeni petrol yasasının onaylanmamasına ve Bağdat'ın tüm itirazlarına rağmen yabancı enerji şirketleriyle anlaşmalar imzalaması Irak'ta gerginlik yarattı. Kürt yönetimi Bağdat'ı dikkate almıyor... ABDUZZEHRA ERREKABİ Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, işgal altındaki Irak'a son ziyaretinde ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'la Bağdat'ta görüşmek için acele ediyordu. Ancak Kürt lider, Kerkük'e geldiğinde Rice'la görüşmekten kaçınmıştı. Gözlemcilerin bu durumdan yola çıkarak hazırladığı raporlar, Kürtlerin temel hedefinin Kerkük'ün ayrılıkçı Kürdistan bölgesine katılması olduğunda hemfikir. Diğer etnik gruplar açısındansa, bu talebin gerçekleşmesi imkânsız; temel neden de petrol gelirlerini elde etme arzusu. Kürtlerin aşamalı istila operasyonu gasp olarak görülüyor. Kürt varlığının büyümesi, özellikle de Türkmenler açısından büyük sıkıntı yaratıyor. Türkmenler Kerkük'ü tarihi bir Türkmen kenti, Kürtleri de kentte önemli bir azınlık sayıyorlar. Kerkük'te çıkmaz Artan güçlerinin Kürtlere, Kerkük'le ilgili çekişmeyi kaynama noktasına götürecek türden bir emrivaki yaratma imkânı verdiği şüphesiz. Anayasa taslağının belirlenmesindeki rolleri Kürtlere, hükümeti Kerkük'ün Arap dokusunun yok edilmesine yol açacak bir program uygulamak zorunda bırakan bir maddeyi anayasaya sokma olanağı sağladı. Bunu 2007 sonunda yapılması öngörülmüş olan nüfus sayımı ve referandum hazırlığı izledi. Fakat anayasa her halükârda Kürtlerin hak sahibi olduğunu belirlese de, Kerkük'teki gruplar ve merkezi hükümetin büyük kesimi bu icraatları desteklemiyor. Ayrıca açıklandığı üzere, Kuzey Irak'a komşu ülkeler Kerkük'ün Kürt oluşumuna katılmasına karşı çıkıyor. Özellikle de Türkiye, Kerkük'ün resmi olarak Kürt bölgesine katılmasına göz yummayacağına ve Kürt ayrılıkçı uygulamaları durdurmak için son çare olarak askeri müdahalenin yanı sıra diplomatik gücü de elinde bulundurduğuna işaret etti. Türkler bozuk plak gibi belirli aralıklarla tehdit yöneltmeyi sürdürüyor. Bu tehditler, Türklerin Kerkük ve Musul'la ilgili emelleriyle alakalı. Hükümete bağlı Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, Musul ve Kerkük'ü Irak'a bağlayan 1926 anlaşmasını gözden geçirme çağrısı yaptı ve Washington'ın Irak'ı bölmeyi kararlaştırması durumunda, bu iki kenti almanın Türkiye'nin hakkı olduğunu, çünkü Türkiye'nin Musul ve Kerkük'ü birleşik Irak devletine bıraktığını ifade etti. Irak uzmanı gözlemciler, son zamanlarda ayrılıkçı Kürt oluşumun hükümetiyle uluslararası petrol şirketlerinin imzaladığı anlaşmaların Irak'taki anlaşmazlıklara eklenmesi sonrası, Bağdat'taki Maliki hükümetiyle Kürtler arasında bir çatışma meydana geldiğini gözlemledi. Irak Petrol Bakanı Hüseyin el Şehristani'nin Riyad'taki son Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) toplantısı sonrasında, 'Bağdat'ın onayı olmaksızın anlaşma imzalayan şirketlerin hükümet kurumlarıyla çalışma imkânı bulamayacağını' belirtip, 'hükümetin bu şirketleri cezalandırma uyarısı yaptığını ve Irak'ın çıkarılacak petrolün ihracatına izin vermeyeceğini' söylediği belirtiliyor. Parlamentonun yeni petrol yasasına nihai onay vermesinden önce ve merkezi hükümetin itirazına rağmen, Kürtler petrol çıkarılması konusunda 20 yabancı şirketle anlaşma imzaladı. Aynı çerçevede, parlamentonun petrol ve doğalgaz komisyonu başkanı Abdulhadi el Hasani, Kürtlerin petrol ve doğalgaz yasası çıkarma konusunda merkezi otoriteden bağımsız hareket etmelerinin Irak toplumunda olumsuz sonuçlar yaratacağını belirtti. El Hasani basın açıklamasında Kürtlerin, anayasanın Kürtlerle merkezi yönetim arasında yapılmasını öngördüğü siyasi istişareleri petrol ve doğalgaz konusunda gerçekleştirmediğini ekledi. Komisyon Başkanı, bu durumun Kürtlerin petrol ve doğalgaz kârlarını artırma eğilimine işaret ettiğine dikkat çekti ve Kürtlerin yabancı şirketlerle imzaladığı anlaşmaların ortak anayasada öngörülmediğini vurguladı. El Hasani, Kürtlerin yabancı şirketlere verdiği kâr oranının dünya piyasalarına göre yüksek olduğunu açıkladı. Eski anlaşmalara yeni düzenleme Kürt milletvekili Mahmud Osman yabancı şirketlerle petrol anlaşmaları yapmanın Kürtlerin anayasal hakkı olduğunu ifade ederken, başbakan Maliki'nin danışmanı Yasin Mecid'se merkezi hükümetle Kürtler arasında büyük anlaşmazlıklar yaşandığını yalanladı ve Kuzey Irak'taki petrol anlaşmaları konusunda hükümetin tutumunu Petrol Bakanı Şehristani'nin belirlediğini söyledi. Kürtler her halükârda Maliki hükümetinin itirazlarıyla ilgilenmedi ve birçok uluslararası şirketle petrol ve doğalgaz yatırımı için yeni anlaşmalar imzaladılar. Ayrıca eski anlaşmalara da yeni düzenlemeler getirdiler. Kürtler, silahlı PKK unsurlarının izini sürmek için Kuzey Irak'a girme yönündeki Türk tehditlerine rağmen, uluslararası şirketleri çekmek için uzun vadeli planlarını hayata geçirdi. (Lübnan gazetesi Müstakbel, 29 Ocak 2008)-radikal

Göç mağduru Rusya Kürtleri

Sovyetler Birliği tarafından 1989'da Don Kazaklarının yaşadığı Krasnadar bölgesine göç ettirilen Kürtler, tüm zorluklara rağmen gelenek ve göreneklerini sürdürüyor. Rusya Kürtleri Bölge'deki gelişmeleri de yakından takip ediyor. Eski Sovyet coğrafyasında yaşayan azınlıkların çoğu taşra bölgelerindeydi. Sovyet sisteminin değişmesiyle birlikte herkes bir mecra buldu kendine, ama o dönemde taşranın en diplerinde yaşayan, sürekli dağ bölgelerine doğru çekilen Kürtler hâlâ taşrada yaşamaya devam ediyorlar. Yaşadıkları coğrafyaya kendi kültürlerini de taşıyan Kürtlerle diğer halklar arasındaki kültürel diyalog ise kimi zaman sancılı, kimi zaman şenlikli... Devlet kayıtlarına göre halen Krasnadar bölgesinde 6 bin Kürt yaşıyor, gayri resmi yerleşimlerle birlikte 8 bini buluyor bu sayı... Adıgey bölgesinde bulunan 6 köydeki sayıları ise 4 bin kadar... Adıgey'de yerleşik halk Çerkes olsa da burası tam bir halklar mozaiği... Ermeniler, Ruslar, Yunanlılar, Tatarlar, Asurilerle birlikte Kürtler de bu mozaiğin renklerinden birini oluşturuyor. Kürtler ve göç Krasnadar bölgesi, Rus edebiyatçı Şolov'un 'Durgun Don' romanında geçen Don Kazaklarının yaşadığı bir bölge. 1989'da Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmalarda göçe tabi tutulan Kürtler, Pimakov'un talimatıyla bu bölgeye yerleştirildiler. Bu göçe şahitlik edenler bu dönem trenlerle buralara göçertilen Kürtlerin sayısının 60-65 bin olduğunu belirtiyor. Bunların 50 bin kadarı Krasnadar çevresine, 15 bin kadarı Adıgey bölgesine yerleştirilmişti. Ancak devletin desteğini çekmesiyle giderek yoksullaşan Kürtler, çareyi Rusya'nın diğer bölgelerine göç etmekte bulmuşlar. Ve sonunda Krasnadar'da 8 bin civarında Kürt kalmış. Çerkes yöneticiler Kürtlerden oy aldığı için memnun olsa da, bölge yönetimi hâlâ Kürtleri politik olarak ulusal güvenlik sorunu olarak görüyor. 1989'da Kürtler bu bölgeye yerleştirildiği sırada başlayan otonomi tartışması, bu paranoyanın temelini oluşturuyor. Bu nedenle Çerkesler ve aşırı milliyetçi Slav örgütleri, Kürtlerin buradaki yoğunlaşmalarını bir özerklik talebi korkusuyla izliyor. Bazı basın organları ve internet sitelerinde bu yüzden sürekli Kürt karşıtı bir söylem kullanılıyor. Tek gelir kaynağı kabak üreticiliği Bu bölgede hayatını sürdüren Kürtler, hâlâ geleneklerini sürdürüyorlar. Bir evde aynı sülaleden 7-8 çocuklu iki-üç aile birlikte yaşıyor. Diğer halklar tarafından garip karşılanan bu durum, yeni nesille yavaş yavaş değişiyor. Kalabalık aile ve toprak işçiliği Kürtleri serf konumunda tutuyor. Adıgey'in köylerinde yaşayan Kürtler çoğu zaman Ruslardan kiraladıkları topraklarda tarım yapıyorlar. Kendileri için aldıkları küçük bahçeler henüz istihdama yetmiyor. Bu yüzden de çoğu aile kiraladığı topraklarda çalışıyor ve mahsulden elde ettikleri gelirleri toprak sahibiyle paylaşıyor. Kürtler daha çok kiraladıkları topraklarda kabak yetiştiriyorlar. Çünkü bu topraklar, en cok kabak ürünü için verimli. Diğer yandan, üreticiler kapılarının önünde ürünlerini satabiliyorlar. Kabağa ihtiyacı olan fabrika sahipleri, özel arabalarıyla bu köylerdeki satıcıların kapılarına kadar gelip ürünleri satın alıyorlar. En büyük sorun işsizlik İşsizlik konusunda bilgi veren Feyzo Hüseyin, Kürtlerin genelde kabak yetiştirmelerine rağmen yer yer az olan topraklarından maksimum gelir elde etmek için seracılık yaptıklarını da kaydediyor. Her evin tarımın yanında birkaç baş hayvan da yetiştirdiğini belirten Hüseyin, bölgedeki Kürtlerin en büyük sorununun işsizlik olduğunu dile getiriyor. Hüseyin, genç bir nüfusa sahip olan Kürtlerin sadece bir kısmının yılın bazı mevsimlerde tarım yapabildiğini söylüyor. Çünkü arazi az... Tarımda iş bulamayan Kürtlerin önemli bir bölümü ise sürekli işsiz... Kültürel çatışma yaşanıyor Tam bir mozaik olan 700 hanelik Belo köyünde 200 hane Kürtlere ait. Buradaki Kürtlerin kurduğu Kürt Kültür Derneği, çevre köylerde ve Adıgey Özerk Cumhuriyeti'nde belli bir saygınlık kazanmış durumda. Kürt Kültür Evi ve Yerel Kürt Meclisi Başkanı Xudeda Ahmet, Kürtler ve Ermeniler gibi bazı halkların sonradan göçle buraya geldiklerini anlatıyor. Ve ekliyor: 'Halklar arasında toplumsal uzlaşma da var, kültürel farklardan doğan sorunlar da...' Aynı köyde yaşayan halkların birbirlerini kabullendiklerini, acı ve tatlı günlerini paylaştıklarını vurgulayan Ahmet, 'Ancak gençler kültürel bir çatışma yaşıyor. Bunun toplumlararası uzlaşmayı zora sokacağından korkuyorum' diye konuşuyor. Evlilik ilişkileri geliştiriyor Yaşanan kültürel çatışmaya rağmen Kürtlerle diğer toplumlar arasında evlilik ilişkileri oldukça yaygın. Örneğin Sadove köyünde yaşayan Yunus adlı yurttaşın ailesi oldukça ilginç. Yunus önce bir Kürt kızıyla evleniyor, ancak çocukları olmayınca eşi Yunus'un yeniden evlenmesine izin veriyor. Yunus komşu köyden, bir kız çocuğu annesi dul bir kadın olan Nataşa Stubovokova ile evleniyor. Şimdi Yunus'un iki eşi ve biri üvey olmak üzere 3 çocuğu var. Çocukların hepsi Rus anneden olmasına rağmen evde Kürtçe konuşuyorlar ve Kürtçe'yi Rusça'dan daha iyi biliyorlar. Şüphesiz Ruslarla evlilik yapan bir tek Yunus değil. Kürtler ve Ruslar arasında evlilik oldukça yaygın. İslam'a inanıyorlar Burada yaşayan Kürtler Müslüman ancak, ibadetleri yerine getirme konusunda oldukça esnekler. Sayıları parmakla gösterilecek kadar az olan melelerden biri olan Abdulbari Hısso, Kırgızistan'dan gelmiş. Mele Hısso burada yaşayan Müslüman Kürtlerin Müslümanlığı bilmediklerinden yakınıyor. Mele Hısso, buradaki Kürtlerin dini inancıyla ilgili şunları aktarıyor: 'Ermenistan, Azerbaycan hatta Kazakistan'dan buraya gelen Kürtler, Müslüman inancını benimsemiş ancak ne Müslümanlık hakkında bilgileri var, ne de ibadet ediyorlar. Çoğu İslam'ın beş şartını bile bilmiyor. Asla namaz kılmaz ve oruç tutmazlar. İslam'ı çoğu zaman Hıristiyanlık gibi ele alıyorlar ve yaşamlarıyla inançlarını birbirinden ayrı tutuyorlar. Örneğin yaşadıkları köylerde cami veya mescit yok ve toplu ibadet talep etmiyorlar. Ama ölülerinin İslam'a göre yıkanmasını istiyorlar, kurban ve Ramazan bayramlarını kutluyorlar.' Yaşlı kadının Demirtaş sorusu Rusya Kürtleri, Kürdistan'daki gelişmelere de oldukça duyarlılar... Örneğin Sadove köyünden Kaze adlı yaşlı kadının sorduğu ilk soru DTP Eşbaşkanı Nurettin Demirtaş'ın neden tutuklandığı ve sonuçlarının ne olabileceğiydi... Ülkelerini hiç görmemiş olsalar bile, ülkelerindeki sorunları yakından takip etmeleri ve bölgede Kürtlerin uğradıkları baskılara karşı bu kadar ayrıntılı bilgi sahibi olmaları şaşırtıcı geliyor bize. Dünyanın başka yerlerindeki Kürtler gibi onlar da Roj TV izliyorlar. Ancak bölgede konuştuğum birçok insan PKK'nin geliştirdiği silahlı direnişten sonra Kürtlerin de giderek ülkeleri hakkında daha duyarlı olduğunu ve televizyon olmasa bile çeşitli yayınlar yoluyla olup bitenleri öğrenmeye çabaladıklarını belirtiyorlar. Rusya'da göçle, ekonomik sefaletle, yoksulluk ve sürgünlerle iç içe yaşayan Kürtler, hâlâ kültürlerini koruyor ve Kürdistan'daki gelişmeleri dikkatle takip ediyorlar. Sorunlar kadınların sırtında Kürt toplumu içinde şaşırtıcı bir biçimde eğitim düzeyi düşüyor. Sovyet döneminin nispi imkanlarından dolayı kısmen eğitime yönelen ve giderek okuma düzeyi yükselen Kürtler, Sovyet sonrasındaki yeni göç dalgasıyla birlikte tekrar eski cehalet kıskacına giriyor. Rusya'nın kırsal bölgelerinde yaşayan Kürt çocuklarının eğitim düzeyi düşüyor. Özellikle de kız çocukları içinde bu oran belirgin biçimde göze çarpıyor. Bu durum, önemli toplumsal sorunlara da yol açıyor. Kız çocuklarının okuldan erken alınması ve küçük yaşta evlendirilmesi bu sorunların başında geliyor. Adıgey Kürt Kültür Derneği çalışanlarından Newroz Serhat, sorunun kapalı feodal yapıdan kaynaklandığını belirtiyor. Erken yaşta evliliği geleneksel yapıya bağlayan Serhat, sosyal yapıdaki farklı kültürler karşısında duyulan paniğin bunda rol oynadığını anlatıyor. Serhat'a göre Kürtler, çocuklarının Rus komşulara benzeyeceğinden korkuyor ve erken yaşta evlendirerek kontrol altına almak istiyorlar. Son 15 yılda erken yaştaki evliliklerde yaşanan artışı da bunun göstergesi olarak sunuyor Serhat... Ancak Kürt kadınlarının tek sorunu bu değil. Kadınlar, diğer Kürdistan parçalarında olduğu gibi tarlada çalışıyor ve bütün gıda ihtiyacını onlar karşılıyor. Bu nedenle kadınlar, sosyal ve ekonomik sorunlardan en çok etkilenen kesim oluyor. Kürtlerin bilinen 'kaderi' burada da değişmedi Kürtlerin kendi coğrafyalarındaki sefalet ve geri kalmışlık, bu bölgede de yakalarına yapışmış durumda. Rusya'nın diğer bölgelerindekiler gibi Adıgey Kürtleri de bürokratik sorunlarla boğuşuyor. Halen bine yakın kişi, kimlik veya oturum belgesi olmadığı için köylerinden dışarı çıkamıyor. Kürt Kültür Merkezi ve Yerel Kürt Meclisi Başkanı Xudeda Ahmet, bölge yönetiminin oturum ve yurttaşlık verdiğini ancak bunda eli ağır davrandığını belirtiyor. Ahmet, bu durumu yeni Kürt göçlerinden duyulan kaygıya bağlıyor. Bölge yönetiminin bu tutumu hukuk ve insan hakları açısından büyük bir haksızlık olarak değerlendirilse de, yeni göçler ve bekleme konusundaki kaygılar hiç de yersiz değil. Çünkü Kırgızistan'daki Kürtlerin bu bölgeye göçleri halen devam ediyor. Kırgızistan Kürtlerinin sosyal ve ekonomik durumları kötüye doğru giderken, Kazakistan Kürtleri arasında son dönemlerde uğradıkları baskılar nedeniyle her an yeni bir göç dalgasının patlak vermesi bekleniyor. Adıgey Kürtleri ise göçlerin yeni sorunlara yol açmasından kaygılı. Çünkü bölge yönetimi daha önce yeni göçlerin olmaması için uyarılarda bulunmuş. Aslında göçler konusunda yasal yollar da var. Örneğin Rus devleti eski Sovyet coğrafyasında yaşayan insanların Rusça bilme koşuluyla Rusya'nın belli bölgelerine göç etmesine izin veriyor, hatta bunu teşvik ediyor. Ancak Kürtler tuhaf bir biçimde, devlet yasaları ve planlarından bağımsız hareket etmeyi seçiyorlar. KRASNADAR - ANF RAHMİ YAĞMUR

Susan George: ABD için Avrupa'nın önemi kalmadı

  Murat Aktaş-ANF/Avrupa'daki en önemli muhalif hareketlerden ATTAC'ın da kurucularından olan Amerikalı politolog Susan George, yaklaşmakta olan Amerika'daki seçimleri ve ABD dışpolitikasını ANF'ye değerlendirdi. Seçimleri kim kazanırsa kazansın ABD'nin Ortadoğu politikası ve İsrail ile ilişkilerinin değişmeyeceğini belirten Susan George, Avrupa'nın ABD için artık önemi kalmadığını söyledi ve, 'Bugün onlar için Kazakistan Avrupa'dan daha önemli' dedi. Amerika'da Hıristiyan fundamentelistlerin endişe verici boyutta arttığını söyleyen Susan George, özellikle bu kesimlerin cumhuriyetçileri desteklediğine dikkat çekti. 'Ortadoğu'daki mevcut duruma baktığımızda seçimleri kim kazanırsa kazansın Türkiye'nin ABD'nin stratejik bir müttefiki olarak kalacağını söyleyebiliriz. Türkiye'de çok uzun yıllardır büyük zorluklar yaşayan, seslerini duyurmaya çalışan Kürtlerin durumuna baktığımızda, bunu çok açık görüyoruz' yorumunda bulunan George ANF'nin sorularını yanıtladı. Öncelikle ABD'deki adayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Demokrat Parti'de sanırım Hillary Clinton ile Barack Obama arasında geçek. Amerikalılar daha çok kendilerini adayların profili ile ifade ediyorlar, politik olarak ne söyledikleri ile değil. Tabi ki siyasi tartışmalar yürütülüyor ama bu çok da belirleyici değil. Örneğin Barack Obama Irak savaşına karşı olduğunu söyledi ama aynı zamanda Pakistan Taliban'a yardım ettiği takdirde Pakistan'ı bombalamakta tereddüt etmeyeceğini belirtti. ABD'nin diğer ülkelere müdahale hakkını koruması gerektiğini söyledi. Dolayısıyla eğer söyledikleri doğru ise Hillary Clinton'dan gerçekten pek bir farkı yok. Edvards'dan konuşmaya gerek yok sanırım. Çünkü parası yok ve erken eleneceğini düşünüyorum. Cumhuriyetçilere baktığımızda McCaine'in tamamen neo-konservativlere entegre olduğunu görüyoruz. Kendine danışman olarak aldığı insanlar İran'a bir müdahale veya sıkı baskıdan yanalar. McCaine'nin kendisinin karar veremeyeceğini ve bunlara uyup hareket edeceğini söylemek belki doğru olmaz, fakat neticede kendisine danışman olarak bu tür insanları seçti. Bir milyarder olan Romney'e baktığımızda ise çok parası var ama dış politikaya fazla vurgu yapmadığını görüyoruz. O'nun hakkında bir teşhis koymak zor. Birçok insan onun zenginliğinden rahatsız, çünkü seçim kampanyası için çok büyük paralar harcadı ve muhtemelen daha büyük paralar harcayacak. Mike Huckabee ise kreasyonizme inanan bir din adamı. Daha net konuşmak için 5 Şubat'ı beklemek gerekiyor. Bush ülkeyi iflasa sürükledi Mevcut durumu Demokratlar ve Cumhuriyetçiler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Bence Bush'un ülkeyi çok berbat bir duruma sürüklemiş olmasına rağmen mevcut durum yine de Cumhuriyetçiler için avantajlı bir konjonktür oluşturuyor. Ülke berbat bir durumda, ekonomi dibe vurmuş ancak buna rağmen mevcut durumda yine de Cumhuriyetçiler kesin olarak kaybedecek gibi görünmüyor. Eğer demokratların adayı tecrübeli bir beyaz politikacı olmuş olsa idi örneğin Hillary değil de Bill Clinton olmuş olsa idi Bill Clinton kazanacak derdim. Ama mevcut durumda bunu söylemek zor. McCaine'in çok avantajlı olduğunu ve ülkenin sağa çok fazla kaydığını söyleyebilirim. Cumhuriyetçilerin Bush yönetimi ile yaptıkları bütün hatalara, bütün aptallıklara, hatta suçlara rağmen hala Cumhuriyetçilerin saf dışı bırakılacağını söyleyemiyoruz. ABD'lilerin hala bir kadına ya da bir siyaha oy vermeye hazır olmadığını mı düşünüyorsunuz? Anketlerde insanların çoğu Obama ve Clinton'a oy vereceğini söylüyor. Ancak oy verme zamanı geldiğinde bir kadına veya bir siyaha oy vermeyecek çok insan var. Ama tespit için daha erken. Cumhuriyetçiler ve Demokratların sol kanadı Hillary Clinton'dan nefret ediyorlar. Nasıl oy verecekler ona göreceğiz. Ben şahsen Hillary Clinton için oy vermeyi arzu etmiyorum. Ben bir solcuyum. Obama siyah olmaktan uzak biri. Köle bir aileden gelmiyor. Kenya'dan gelen Amerikan mitine uygun başarmış bir göçmen babanın ve Kansaslı beyaz bir kadının oğlu. Bu siyahlar arasında onun için avantaj oluşturabilir ama bazıları için de tersi bir durum yaratabilir. Obama'nın Aiova ve Vermont'daki zaferi çok önemli çünkü bu bölgeler çok az siyah yaşıyor. New Hampshire kuzey doğuda kökeninde 13 sömürge devletlerden biri ve çok daha liberal bir bölge. Bu bölgede insanlar düşünce bağımsızlıkları ile özgürlükleri ile gurur duyarlar. Bu eski devletlerden biri ve daha çok birtakım zorluklar yaşamış küçük çiftlik sahipleri yaşıyor. Bunlar çok rahat Obama'ya oy verebililer. Ancak Güneye ve büyük batıya vardığımızda insanlar bir siyaha oy vermeyi red edebilirler. Bazı potikacılar ve stratejistler ABD'de seçimleri kim kazanırsa kazansın ABD'nin dış politikasında önemli bir değişiklik yaşanmayacağını söylüyor bu doğru mu sizce? Evet katılıyorum buna. Bakın Amerikalılar birçok stratejik ülkeyi ve Dünya Bankası gibi bir çok önemli yeri işgal ettiler ve askeri araçlarına çok çok fazla yatırım yaptılar. Ve bu askeri aracın dışında daha büyük bir güçleri yok. Birçok ülkeyi kendi çıkarlarına uygun bir şekilde çok çok fazla etkileyecek bir durumdalar. Örneğin Mısır'ı telefonla arayıp yardımı kesmekle tehdit ettiklerinde Mısır onların her istediğini yapmak zorunda kalacak. Kaba olarak bu böyle. Kim ne derse desin Irak bir çok insan tarafından ilerleme kaydedilmiş bir üs olarak görülüyor. Amerikalılar daha ziyade Avrupa'yı terk ederek üslerini güçlendiriyorlar. Amaçları her ne olursa olsun üslerini güçlendirerek petrol rezervlerini sağlama almaya yönelik. Tabi bütün bunlar bedava değil. Petrol akışının istedikleri gibi sağlanmasını kontrol etmek ve egemenliklerini kurmak kendileri için önemli bir olay. Dolayısıyla Cumhuriyetçi olsun demokrat olsun kim gelirse gelsin Amerikalılar bu çıkarlarını öyle terk edip gidecek değiller. Oraya çok büyük bir stratejik yatırım yaptılar. Kürtlerle ABD'li sağcılar ilgileniyor Yani demokratlar kazansa bile ABD'nin Ortadoğu politikasında, örneğin İsrail-Filistin sorununda büyük bir değişiklik göremeyeceğiz diyorsunuz? İsrail-Filistin sorununda belki, ama dikkat etmemiz gereken bir şey var her iki parti de İsrail'e çok çok yakınlar. Hillary Clinton hali hazırda İsrail'e yakınlığını gösterdi. Daha önce Cumhuriyetçilerin Yahudi oyu olmadığını sanıyorduk ama bu hiçte öyle değil. Evangelik Hıristiyanlar süper İsrail yandaşlarıdırlar. Hangi parti olursa olsun Yahudi oyları çok kolay taraf değiştiriyor. Bu çok uzun zamandan beri böyle. Dolayısıyla hangi parti kazanırsa kazansın, İsrail yanlısı bir politika izleyeceği açık. Diğer yandan Filistinliler bize yardımcı olmuyorlar. Hamasla Hizbullah arasındaki çatışma ve Filistinliler arasındaki çekişmeler hiç de olgun değil. Maalesef bu böyle. Amerika'da güçlü bir Ermeni lobisi olduğu da biliniyor. Demokratların veya Cumhuriyetçilerin kazanması Ermeni soykırımının tanınması açısından bir değişim getirebilir mi? Ben adayların bu kaygılardan uzak olduğunu düşünüyorum. Eğer Ermeniler seçimlerden sonra kazanan adayı etkilemeyi başarırlarsa soykırımın tanınması için bazı gelişmelerin olmasını sağlayabilirler, ilerletebilirler ama seçim kampanyalarında bunun belirleyici bir şey olmayacağı kesin. Amerikalı Ermeniler bunu gündeme taşıyabilirler ama çok ileri gidilebileceğini tahmin etmiyorum. Çünkü çok çok az Amerikalı bununla ilgileniyor. Buradan ABD ile Türkiye ve Kürdistan ilişkilerine gelirsek, seçimleri kazanacak adaya göre bu ilişkilerde bir değişiklik yaşanması ihtimali var mı? Ortadoğu'daki mevcut duruma baktığımızda seçimleri kim kazanırsa kazansın Türkiye'nin ABD'nin stratejik bir müttefiki olarak kalacağını söyleyebiliriz. Türkiye'de çok uzun yıllardır büyük zorluklar yaşayan, seslerini duyurmaya çalışan Kürtlerin durumuna baktığımızda, bunu çok açık görüyoruz. Bu acı ama durum maalesef böyle. Diğer yandan Kürtlerin durumu ile ABD'de sadece sağcıların ilgilendiğini görüyoruz. O'nun dışında maalesef kimsenin umurunda değil. Kürtlerin durumu ABD politikasında önemli bir ana yol olarak belirmiyor daha ziyade sağcı Amerikalılar Kürtleri destekliyor. Dış politikada realist olan Amerikalı politikacılar Türkiye'ye ayrıcalık tanıyor ve onu dünyanın bu bölgesinde stratejik bir müttefik olarak görüyorlar. Türkiye küçük Asya'ya yönelik anahtar bir ülke konumunda olmaya devam ettiği sürece bu böyle devam edecektir. Bakın, Türkiye-Irak savaşında ABD'ye destek vermeyi red ettiğinde ABD'nin Türkiye'yi gerçekten şu veya bu şekilde cezalandırdığına tanık olmadık. ABD çıkarları gereği bunu sineye çekmeyi tercih etti. ABD çok açık bir şekilde dünyanın gözleri önünde kendisini Irak savaşında desteklemeyen müttefiki Türkleri bir şekilde cezalandırmadıysa bunu Türklerin kendilerine özgün davranışına bağışladı. Çünkü Türklerin kendilerine özgü bir tarzları var. Şimdi ABD için Kazakistan Avrupa'dan daha önemli Peki ABD Avrupa ilişkileri açısından eğer demokratlar kazanırsa bir değişiklik olur mu? Bush döneminde özellikle Fransa ve Almanya ile yaşanan sorunlara tanık olduk? Sarkozy ile bu değişmeye başladı ama ABD'de iktidar değişikliği ile bu daha belirleyici bir hale gelebilir mi? Bence Amerikalılar Avrupa'yı artık daha ziyade hatta sadece turistik bir alan olarak görmeye başladılar. Avrupa turistik bir alana dönüştü. Amerikalılar artık buraya sadece katedrallerini ve müzeleri görmeye geliyorlar. Dünyanın en güzel müzeleri burada bunları görmeye geliyorlar hepsi bu kadar. İster Demokratlar olsun ister Cumhuriyetçiler Amerikalıların Avrupa'dan gittikçe uzaklaştıklarına inanıyorum. Elbette Avrupalıları dostları, hatta neredeyse müttefik gibi görüyor alabilirler ama stratejik bir öncelik teşkil etmiyor kendileri için. ABD'nin Avrupa'da çıkarları neredeyse kalmadı. Üslerini kaydırdılar. Ticari açıdan hala birbirlerinin en büyük partnerleridirler. İş adamları harmonazisyonlarını sürdürüyor. ABD'de ve Avrupa'daki ticari normların her iki taraf için de aynı olması için çalışanlar var ama politik olarak jeopolitik olarak ABD'nin şimdi daha çok hatta çok fazla doğuya yöneldiğini görüyoruz. Çin, Küçük Asya, Kafkasya gibi. Bakın şimdi ABD için artık Kazakistan Avrupa'dan çok daha önemli. Şimdi Ortadoğu'da kendisini meşgul eden artık Rusya ve Çin kaldı. Peki sizce seçim sonuçları ABD'nin İran'a yönelik politikalarında sertleşme ya da gevşeme yaratabilir mi? Elbette cumhuriyetçiler kazandığında çok daha tehlikeli olacaktır. Bu kesin. Amerika'da bir din adamının başkanlığa aday olması ve büyük destek bulması dikkat çekiyor. Çok hızlı bir şekilde sağa kayış yaşandığını söylediniz bunu biraz açar mısınız? Şimdi Amerikalılar incilin yeniden doğuşuna inanıyorlar. Son mücadelenin bir gün iyi ve kötüler arasında olacağına, İsa'nın geri geleceğine ve tanrının kazanacağına inanıyorlar. Ve bu İsa'nın dönüşü olacak. Amerika'da buna inanan 60 milyon insan var. Bu az bir rakam değil neredeyse ülkenin çeyreğini oluşturuyor. Ve İsa'nın dönüşünün gerçekleşmesi için İsrail'in İncil'de belirtilen bütün sınırları işgal etmesi gerekiyor. Bu Filistin'den ve Irak'ın bir parçasından geçiyor. Elbette bunlar Amerikalıların çoğunluğunu oluşturmuyor ama bu finalin Irak'ta olacağını düşünenler var. Final Mezopotamya'da olacak Yani burada kötüler müslümanlar mı? Olabilir. Her halükarda Mezepotamya'da olacak. Ancak bazıları için bu İran'da da olabilir bunu bilemiyorum. Ama her halükarda dünyanın bu bölümünde. İncil'den hareketle böyle düşünenler var. Ve bakın ilginç olan şimdi muhteşem yaygınlıkta kiliseleri radyoları olan bir din adamı var. İsrail'in farklı olduğunu söylüyor çünkü İncil'e göre İsraillilere o toprakları tanrı verdi. Ve bu sonsuza kadar devam edecek. Bu Hıristiyanlar kurumlar aracılığı ile İsraillilere bağışlar yapıyor. Ve yine Rusya'daki ve dünyanın başka bölgelerindeki Yahudilerin İsrail'e gidip yerleşmelerini teşvik etmek için hizmet eden 'exode' adında başka bir proje de var. Çünkü buna göre Yahudilerin İsrail'de güçlü olmaları gerekiyor. Yüz dolar verirseniz bu birinin oraya yerleşmesini sağlayacaktır. Dolayısıyla çılgın bir ideoloji, hatta çılgınlık çağındayız. İsa'nın düşününü söyleyen, bu tür şeylere inananlar için bu dönüş çok ciddi bir olay. Ve bu insanların dörtte üçü Cumhuriyetçilere oy veriyor. O zaman Mike Huckabee kazanırsa nasıl hareket edeceği konusunda bir tahminde bulunabilir misiniz? Şimdi bunların dış politikada nasıl hareket edeceğini tahmin etmek gerçekten zor. Şimdi Hackabee gibi biri kazandığında ne olacağını düşünmek gerçekten tahmin etmek çok çor. Elbette en güçlü aday değil ama bilemeyiz. Fakat bunun ve buna oy verenlerin inandığı şey bu. Nazizm, Hristiyan bir ülkede gelişti ve soykırım yaşandı. Şimdi tarihte Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında yaşanan çelişkiler ortadan kalktı mı? Bunun ortadan kalkıp kalkmadığını bilmiyorum ama 'La pense enchainee' adlı kitabıma aldığım bir anketin sonuçları var. 2004'te yapılan bir anket Amerikalılara yaratılış hikayesinin İncil'de anlatıldığı gibi olup olmadığına inanıyor musunuz, diye sorulduğunda insanların yüzde 60'ı buna inandığını ve bunu İncil'de anlatıldığı gibi gerçekleştiğini söylüyor. Musa'nın suyu yarması ile ilgili sorulan sorulara da yüzde 60'tan fazlası inandığını söylüyor. Başka bir soru da 'Günümüzde yaşayanlar da dahil olmak üzere Yahudilerin İsanın ölümünden sorumlu olduğuna inanıyor musunuz?' sorusuna insanların yüzde 8'i 'evet' diye cevap veriyor. Ve bu anket Mel Gibson'un 'la passiont de christ' filmi gösterime girdiği zaman yapılıyor. Ve din adamlarının büyük bir kısmı 'mutlaka bu filmi görmeye gitmelisiniz, gitmezseniz günah işlersiniz' diyerek insanları teşvik etmiş. Ve insanların çoğu bir çok konuda görüşüne katılmadığım Abraham Fox'un dediği gibi 'İsrail'in, İsa'nın yeryüzüne dönüşünü hazırladığına, başka bir işlevi olmadığına' inanıyor. Ve bazı evangelistler diyor ki 'final savaş olduğunda her Yahudi aşiretinden sadece 12 bin Yahudi kurtulacak.' Çünkü İncil'e göre Yahudilerin Hıristiyanlığa geçmeleri gerekiyor. Ve 12 Yahudi aşireti var. 12 kere 12 bin eşittir: 44 bin Yahudi yapıyor. Ve ötekileri sonsuza kadar yanacaklar vesaire. Dolayısıyla bugün daha az bir antisemitizm mi var diye sorduğunuzda, evet 50 yıl öncesine oranla daha az bir antisemitizm olduğunu söylerim. Yahudiler eskiden her üniversiteye her yere giremiyordu bile, bütün bunlar son 50 yıl içinde çok değişti. Muhalefete çevrecilik üzerinden örgütlenebilir Söylediklerinize baktığımızda tanrının çok güçlü bir şekilde yeniden dönüşünün yaşandığını görüyoruz? Evet kesinlikle ve çok güçlü bir şekilde. Müslümanların funtamentalistleri gibi Hıristiyanların da fundamentalistleri arttı. Bu çok korkunç. Ben bizi bir tek şeyin koruyabileceğine inanıyorum, o da hangi ülkede olursa olsun kilise ve devletin tamamen birbirinden ayrılması gerekiyor. Çünkü din güçlendiğinde, iktidarla birlikte hareket ettiğinde korkunç bir güç haline geldiğini görüyoruz. Ve bu çok trajik bir durum. Dünyanın sonu olarak adlandırılan bir noktanın uyanışı bu. Amerika'nın Atlantik'in öte tarafının kendine göre bir dünyaları olduğunu unutmamak gerekiyor. Hala Amerikalıların büyük bir kısmının Saddam'ın gerçekten nükleer silahları olduğunu ve Bin Ladin'i desteklediğine, onun yakını olduğuna inanıyor. Şimdi seçimlere geri dönersek Cumhuriyetçilerin büyük bir kısmı sürekli Obama'nın diğer bir isminin Hussein olduğunu hatırlatıyorlar ve Obama'nın Saddam Hüseyin ile bir şekilde ilişkisini kurmaya çalışıyorlar. Bu çok komik ama böyle. Çünkü bu insanların hiçbir şekilde eleştiri dünyaları yok. Önemli muhalif hareketlerden biri olan ATTAC'ın kurucularındansınız. Sol ne yapıyor bütün bunların karşısında? Solda durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Solda durum çok kötü maalesef. Ben Amerika'daki neo konservatör ideolojinin Avrupa'ya da geldiğini görüyorum. Bakın Reagan'ın, Bush'un kullandığı araçların aynısını bugün Sarkozy çok iyi kullanıyor. Aynı sebepler aynı etkileri yaratıyor işte. Bakın bugün Fransızlar da kendi çıkarlarına karşı oy kullanıyorlar. Kaldı ki Fransızlar doğalarından eleştirel bir toplum olarak biliniyor. Ama bakın neo konservatizm her yerde gelişiyor. Peki o zaman muhalefet nasıl örgütlenebilir, nasıl gelişebilir? Aslında günümüzde gelişmeye müsait bir muhalefet de var. Bir çok muhalif kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü var. Ve bence herkesi bir araya getirebilecek evrensel büyük bir başkaldırı hareketi çevrecilik üzerinden gelişebilir. Bakın dünyayı ne hale getirdik ve neticede hepimiz aynı gemideyiz. Bu alanda yapılacak bilinçli bir aydınlanma muhalefeti büyütüp güçlendirebilir. Susan George kimdir? ATTAC'ın kurucularından olan politolog, yazar Susan George, 1934 yılında ABD'de doğdu. Fransız edebiyatı ve siyasal bilimler öğrenimi gören George, ardından Sorbon'da felse okudu. Paris'teki l'Ecole des Hautes Eetudes en Sciences Sociales'de doktorasını yapan yazar George, küreselleşme karşıtı hareketin öncülerinden biri olarak tanınıyor. ATTAC'ın 1999 ile 2006 yılları arasında başkan yardımcılığını da yapan Susan George, 1990-1995 yıllarında Greenpeace üyeliği de bulunuyor. Suzan George'un : Dünyanın öteki yarısı nasıl ölüyor (Comment meurt l'autre moitié du monde (1976), Boomerang Etkisi (L'effet boomerang (1992), Lugano Raporu (Le Rapport Lugano, 1999), Martin Wolf ile birlikte, Liberal Küreselleşme (La mondialisation libérale 2002), Başka bir dünya mümkündür evet... (Un autre monde est possible si... (2004), Biz Avrupa Halkları, (Nous peuples d'Europe (2005), Zincirlenmiş Düşünce (La pensée enchaînée (2007) gibi kitapları bulunuyor. PARİS - ANF MURAT AKTAŞ