- Lozan görüşmelerinde Kürtler bulunmadılar. Türkiye'ye Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar dendiği halde, bunlar ne resmi yazıya geçti ne de Kürtleri temsil eden herhangi bir heyet Lozan görüşmelerinde bulundu. Kürtler katılmadılar, yok sayıldılar. Ancak Kürtler, artık Lozan Anlaşması sırasındaki Kürtler değil.
Lozan Anlaşması ve Kürtler
1. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın öncülük ettiği kamp yenilgiye uğrayınca Osmanlı İmparatorluğu dağıldı ve teslim olmak zorunda kaldı. Bu sonuca dayalı olarak savaşın galibi olan İngiltere ve Fransa oturup yeni bir Ortadoğu siyasal coğrafyası hazırladılar. Bir tek Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde olan topraklarda yirmi-yirmi beş tane devlet icat ettiler. Adeta harita üzerinde cetvelle sınırlar çizerek devlet yarattılar. Ve başlarına da bir aşiret şefini atadılar. Buna Sevr Anlaşması dendi.
Sevr Anlaşması 1. Dünya Savaşı'nın galipleri olan İngiltere ve Fransa tarafından Ortadoğu coğrafyasının cetvelle devletlere bölünmesi anlaşmasıdır. Ülkeleri, toplumları, aşiretleri, kabileleri hatta köy ve şehirleri bile ortasından bölmüştür. Sınırın iki yakasında kalan çok sayıda aile ortaya çıkmıştır. Sadece Ortadoğu toplumlarının çıkarlarına aykırı, onların iradesi dışında tamamen İngiltere ve Fransa'nın çıkarları doğrultusu çizilmiş sınırlar değil. Aynı zamanda toplumsal gerçekliğe çok ters bir sınır çizmeydi bu. Aileleri bölmüştü. Bir ailenin bir bölümü sınırın bir tarafında bir bölümü diğer tarafında kalmışlardı. Köyleri bölmüştü, şehirleri bölmüştü, ulusal toplulukları bölmüştü. Dolayısıyla günümüzdeki Ortadoğu toplumunun çok önemli ve temel sorunlarından birisi işte bu biçimde sınır çizme olayıdır. Hâlâ toplumlar içinde, uluslararası sistem içinde sorun olmaya devam ettirmektedir. Bu sonuca Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayan Türkler ve Kürtler itiraz ettiler ve birlikte isyan ettiler. Bu tarzda bir bölünmeyi ve devletleşmeyi doğru ve kendi çıkarlarına uygun görmediler.
Sonuçta bu itiraz ve isyanı Kemalist Hareket kendi etkinliğinde birleştirdi. Bazen önemli projeler geliştirerek, bazen isyancıların zayıflığından yararlanarak, bazen de zor ve hile yoluna başvurarak tüm isyan hareketlerini kendi siyasi hakimiyetinde toplamayı sağladı. Böylece Kemalist Hareket adı altında ortak bir ulusal hareket oluştu. Buna Kuva-i Milliye Hareketi denildi. Ve hedeflenen toprak parçasının önemli bir bölümünde etkinlik sağladı bu hareket. Yola çıkarken kendisine misak-ı milli adı altında bir sınır çizmişti. Yani milli sınırlarını belirlemişti. Bunu da Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı topraklar olarak tanımlıyordu. Dolayısıyla 23 Nisan 1920'de Ankara'da açtığı millet meclisine Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisi ve hükümeti adını verdi. Sonuçta önemli bir güç ve etkinlik kazanınca uluslararası siyaset gündemine Ortadoğu'nun siyasi haritası sorunu yeniden oturdu. Savaşın galibi olan İngiltere ve Fransa'nın çizmiş olduğu sınırların bir bölümü geçerlilik kazanmamış, bozulmuş, yeniden sınırların görüşülmesi gerekli hale gelmiş durumdaydı.
Bu temelde 1. Dünya Savaşı'nın galibi olan İngiltere ve Fransa'yla bu Ortadoğu'da çizilen sınırlara itiraz eden ve isyan eden güçleri kendi bünyesinde birleştiren Kemalist Hareket arasında siyasi sınırları belirlemek üzere yeniden bir görüşme ve anlaşma süreci yani Lozan Anlaşması süreci başladı. Lozan Anlaşması'nın esası Sevr Anlaşması'yla çizilen sınırlara Türkiye'de geliştirilen itiraz temelinde siyasi sınırların yeniden belirlenmesiydi. Yani Lozan Anlaşması'nın anlamı Ortadoğu devlet sınırlarında netlik sağlama, onu sonuca götürme ve esas olarak ta Türkiye'nin sınırlarının belirlenmesiydi. İngiltere ve Fransa öncülüğünde oluşmuş olan uluslar arası sisteme Türkiye'nin bir devlet olarak katılmasının gerçekleşmesiydi. Bunun üzerinde yoğun tartışmalar oldu. Türkiye İngiltere ve Fransa'yla anlaşmayı kabul ediyordu. Kemalist hareket onlarla bir tür savaş halindeydi. Ve onu sona erdiriyor, barış yapıyordu. İngiltere ve Fransa da Türkiye devletini tanımayı, kabul etmeyi planlıyordu. Bu anlamda da Türkiye Devleti var oluyor ve Türkiye devletinin sınırları belirleniyordu. Sonuçta sorun, yeni kabul gören devletin sınırlarının nereler olacağıydı. Burada en çok sorun olan, bir İstanbul statüsüydü; boğazların durumu önemliydi. İkincisi ise Kürdistan sınırıydı. Boğazlar konusunda yoğun tartışmalar sonucunda bir çözüme ulaşıldı. Diğer bütün sınır konularında, Türkiye devletinin tanınması hususunda yine sonuçlara Lozan Anlaşması'nda ulaşıldı. Ancak Türkiye-Irak sınırının çizilmesinde sonuca ulaşılamadı. Anlaşma sağlanamadı.
Lozan Anlaşması'nda barizce İngiltere ve Fransa'yla Türkiye heyeti arasında bir Kürdistan mücadelesinin yürütüldüğü aşikardır. Sonuçta taraflar Türkiye-Irak sınırını çizmede anlaşamadılar. Lozan anlaşması böyle bir sınır çizemedi. Diğer alanlardaki sınırların çizilmesi ve Türkiye devletinin tanınması ile sonuçlandı. Türkiye-Irak sınırı Cemiyeti Akvam'a havale edildi. Yani Kürdistan üzerindeki mücadelenin bir süre daha devam etmesi yaşandı. Cemiyeti Akvam yani bugünkü Birleşmiş Milletler çerçevesinde bir süre çeşitli araştırmalar, mücadeleler yaşandı. Kürdistan'da çeşitli isyanlar oldu. Sonunda 5 Haziran 1926'da yapılan Ankara Anlaşması'yla Türkiye ve İngiltere bugünkü Türkiye-Irak sınırını çizebildiler. Kürdistan üzerindeki mücadeleyi 1926 Haziranı'nda bu biçimde bir sonuca bağlamış, kendi aralarında anlaşmış oldular. Dikkat edilirse Lozan Anlaşması Türkiye'nin sınırlarını çizen ve Türkiye devletinin varlığını ortaya çıkartan bir anlaşmaydı. Türkiye'yi temsil eden heyet ve Ankara'da oluşan yönetim kendisini Türklerin ve Kürtlerin ortak yönetimi olarak ifade ediyordu. Ancak Lozan Anlaşması'nda Kürtlerin adı olmadı, yeri olmadı. Lozan görüşmelerinde Kürt temsilciler bulunmadılar. Türkiye'nin sınırları çizildiği halde, Türkiye'ye Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar dendiği halde, iki toplumun ortak devletinin oluşturulduğu söylendiği halde bunlar ne resmi yazıya geçti ne de somut olarak Kürtleri temsil eden herhangi bir heyet Lozan Anlaşması görüşmelerinde bulundu. Kürtler katılmadılar, yok sayıldılar.
Aslında Kürtler katılmadılar ama bu Lozan görüşmelerinde Kürt sorununun, Kürdistan'ın görüşülmediği anlamına gelmiyor. Hayır; çok sert tartışmalara, hatta en sert tartışmalara Kürt sorunu üzerinde rastlandı. En sert tartışmalar Kürt sorunu üzerinde, Kürdistan üzerinde yaşandı. Bunlar belgelerle sabittir. İsmet İnönü önderliğindeki Kemalist heyet sıkıştığı anda kendisini Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisi olarak sundu. Buna karşı İngiltere ve Fransa da zaman zaman, çeşitli Kürt temsilcilerden aldıkları imzalı dilekçeleri görüşme gündemine getirdiler. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nun İsveç Ateşelerinden olan Kürt Şerif Paşa var. Ondan işte 'şu hakları istiyoruz' biçiminde aldıkları dilekçeyi kullanmak istediler. Şerif Paşa'yı zaman zaman Lozan'a getirdiler. Ve onunla İsmet İnönü öncülüğündeki heyeti tehdit etmeye, dengelemeye çalıştılar. Sonuçta Türkiye Irak sınırı çizilemediği gibi Kürtler de yok sayıldılar. Türkiye'nin diğer alanlarda sınırları çizildi. Boğazlar sorunu çözüldü. Türkiye toplumu tanımlandı. Özellikle azınlıklar ve onların hakları belirlendi. Kürtlerin adı çok genel bir-iki şeyde geçti. Oluşan devletin üçte birini oluşturan bir toplum olmasına rağmen yer almadı. Yok sayıldı aslında. Hasır altı edildi. Birbiriyle Kürdistan üzerinde sert mücadele yürüten, anlaşamayan taraflar sonuçta Kürdü yok sayarak Kürt toplumuna dair herhangi bir şeyi anlaşma metnine koymayarak anlaştılar. Kürt inkarı işte böyle oluştu ve başladı. Daha sonra Kürt aşiret ve dini önderlikleri, ileri gelenleri ortaya çıkan sonuçtan memnun olmadılar. Buna itiraz ve isyan ettiler. Kuzey Kürdistan'da ettiler. Güney Kürdistan'da itiraz ettiler. Doğu Kürdistan'da itiraz ve isyan ettiler. Fakat bu isyanlar feodeal aşiretçi düzeyi aşamadı. Örgütlü ve bilinçli bir ulusal Kurtuluş hareketi düzeyine gelemedi. Sonuçta, oluşan sistem tarafından ezildiler. Bastırıldılar. Katliamlarla Kürt toplumu susturuldu. Bu neden böyle oldu. Birkaç neden sıralanabilir kuşkusuz. Birincisi Kürt toplumunun siyasal bakımdan parçalı, geri, zayıf bir konumda olması. Bir ulusal örgütlülük temelinde bilinç ve irade gösterememesidir. Bu hem Lozan öncesi süreçte ve Lozan görüşmeleri sırasında böyleydi, hem de Lozan'dan sonraki isyanlar döneminde böyle olmuştur. İkincisi Kürdistan üzerindeki hakimiyet mücadelesi çok sert bir mücadele olarak geçti hep. Mezopotamya'yı, uygarlığın doğduğu bu beşiği hatta uygarlık öncesinin neolitik devrimin yaşandığı bu alanı herkes ele geçirmek, buraya sahip olmak istiyordu. Kutsal kitapların ve tarihin cennet olarak tanımladığı bu toprakları herkes ele geçirmek istiyordu. O nedenle de büyük bir mücadele vardı. Kürtler bu kadar kapsamlı bir mücadele içerisinde bir politik tutum, irade geliştirme gücü gösteremediler. Üçüncüsü ise çeşitli oyunlar oynandı, tabii hileler yapıldı. Bunu hem emperyalist Avrupa devletleri yaptılar, hem de Türkiye ve İran devletleri yaptılar. Çoğu kez Kürtler aldatıldılar, oyuna getirildiler. Modern kapitalist dünyanın oyunlarını anlayacak düzeyde değillerdi. Dolayısıyla da oyunları aşamadılar ve hep boğuldular. Kürtler etkinlik sağlayacak bir irade gösteremediler. Ama mevcut statüye itiraz ve isyanlarını sürdürmekten de vazgeçmediler.
Aradan geçen zaman içinde Lozan Anlaşması'nın yapıldığı süreçteki durumdan çok farklıolarak Kürt özgürlük mücadelesi ile Kürtler önemli bir bilinç, örgütlülük ve irade gösterir hale geldiler. Şimdi 21. yüzyılın başında dikkate alınması ve değerlendirilmesi gereken en önemli gelişme ve değişiklik budur. Kürdistan artık eski Kürdistan, Lozan Anlaşması sırasındaki Kürdistan değildir. Kürtler artık Lozan Anlaşması sırasındaki Kürtler değil. O bilinçsiz, örgütsüz, geleneksel toplum değerlerini aşamayan, gelişmelerden habersiz Kürtler yok artık. Önemli ölçüde bilinçlenmişler. Ulusal demokratik bilinç kazanmışlar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın geliştirdiği ideolojik, teorik değerlendirmelerle güçlü bir bakış açısı, düşünce düzeyi ve program edinmiş durumdalar. Siyaset yapmayı, siyasal gelişmeleri değerlendirmeyi biliyorlar. Çok parçalanmış, aileler düzeyinde birbirine karşıt hale gelmiş durumu büyük ölçüde aşarak önemli bir ulusal örgütlülük yaratmış durumdalar. Gerilla temelinde direniş de sürdürüyorlar. Eskinin geleneksel aşiretçi isyancılığını aşarak uzun vadeli yarı profesyonel askeri hareket diyebileceğimiz gerilla türü bir direnişi örgütleme ve sürdürme gücü kazanmış durumdalar. Bu en önemli gelişmedir. Artık Lozan Anlaşması'nın geçerliliğini eskisi gibi koruyamamasını yaratan esas gelişme budur. Kürdün kendini ifade etme gücü yokken, Kürdistan üzerinde hakimiyet sağlamak isteyen güçler de onu yok sayınca adeta olgu yok olmuştu.
Şimdi Kürdistan üzerinde egemenlik sağlayan güçler Kürdistan'ı ve Kürt toplumunu yok saysalar bile Kürtler artık biz varız diyorlar. Varlıklarını her türlü yöntemle ortaya koyuyorlar. Önemli bir örgütlü güç olarak iradelerini her yerde, her platformda gösteriyorlar. Bu bakımdan Lozan'ı bozan, işlemez kılan, aşan bir gelişme bu biçimde yaratılmıştır. Bu gelişmenin, Kürdistan'daki değişen durumun; yarattığı siyasi etkiler var, sonuçlar var. Çevresini etkiliyor. Kürdistan'daki bu gelişme özellikle Kuzey ve Batı Kürdistan ile yurtdışındaki Kürtlerin PKK öncülüğündeki ulusal demokratik örgütlülüğü ve eylemi, yine Güney Kürdistan'daki devletleşme süreci Ortadoğu'daki siyasi dengeleri ciddi biçimde değiştirmiş, sarsmış durumda. Yeni bir siyasal güç ortaya çıkartmış bulunuyor. Bu da Kürt toplumunun siyasal gücü. Artık Ortadoğu'da siyaset yapmak isteyen herkes Kuzey'de, Güney'de, Doğu'da, Batı'da Kürt toplumunun gücünü görmezden, hesaba katmazdan gelemiyor. Önemli bir bölgede siyasi dengede değişikliğin yaratılması böyle ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan ise kapitalist devletçi sistemin küreselleşme çağı yaşanıyor. Daha doğrusu finans çağı yaşanıyor. Bu finansör ve kapitalizmin Ortadoğu'yu tümden ele geçirme, Ortadoğu hegemonyasını sağlama hedefi var. Mücadelesi var. 1. Dünya Savaşı'nın ortaya çıkardığı Ortadoğu siyasi statükosu bu finans çağının çıkarlarına uygun düşmüyor. Onun önünde engel oluşturuyor. Bu siyasi statükonun finans sermayenin küreselleşmesi doğrultusunda değiştirilemsi gerekiyor. Bu anlamda bir de küresel sermaye müdahalesi var Ortadoğu'ya, mevcut Ortadoğu statüsüyle çelişiyor ve çatışıyor. Adına 3. Dünya Savaşı denen bir savaş yaşanıyor. İşte ABD-Afganistan savaşıyla bu başladı. ABD-Irak savaşı biçiminde sürdü. ABD halen İran'la, Suriye ile savaş halinde. Silahlı çatışma açıktan olmuyor ama ciddi bir siyasi-askeri çatışma durumunun, gerginliğin olduğu tartışma götürmezdir. Bir de böyle bir realite var Ortadoğu siyasal durumunda.
Küresel sermaye müdahalesi bölgedeki 1. Dünya Savaşı'nın yarattığı siyasi statükoyu yıkmak, değiştirmek istiyor. Irak'ta, İran'da, Suriye'de hatta Türkiye'de değişiklik öngörüyor. Değiştirilmek istenen siyasi statüko Kürtler açısından ne ifade ediyor? Kürtleri yok sayan ve yok etmek isteyen statüko oluyor bu. Dolayısıyla Kürtleri ve Kürdistan'ı doğrudan ilgilendiriyor ve etkiliyor. Bir de mevcut siyasi statükoda değişiklik yapmak isteyen güç bunu başarabilmek için müttefiklere ihtiyaç duyuyor. Bu konuda da en dinamik güç Kürtler oluyor. Irak'ta, İran'da, Suriye'de, Türkiye'de değişiklik yapacaksa bu değişimin hepsinde ortak olarak var olan en dinamik güç kuşkusuz Kürtler olabilir. Kürtlersiz bu değişiklik yapılamaz. Dolayısıyla ABD müdahalesi Kürtleri öne çıkarıyor. Kürt toplumunun potansiyeli, gücü öne çıkıyor. Açığa çıkıyor. Yeni dünya sistemi, küresel finans sistem bu doğrultuda yeni bir Kürt politikası oluşturmak zorunda kalıyor.
Dikkat edilirse Körfez Savaşı'ndan bu yana ABD hep adım adım yeni Kürt politikaları oluşturmak durumunda kaldı. Önce Güney Kürdistan'a dönük bir politika oluşturdu. Çekiç güç sistemi adı altında. Ardından 11 Eylül 2001 olayları sonrasında Irak müdahalesine girişince o durum Güney'i de aşan, bütün Kürdistan parçaları içinde yeni politikalar oluşturmak zorunda bıraktı ABD'yi. Bütün parçalar için farklı farklı da olsa yeni politikalar oluşturmak zorunda kaldı ABD. Çünkü başka türlü yapamazdı. Kürt gerçeğini açığa çıkardı, öne çıkardı. Diğer yandan ABD müdahalesiyle önceden var olan, Kürdistan üzerinde egemenlik sürdüren siyasi statüko parçalanınca, zayıflayınca, darbe yiyince Kürt toplumu kendi ulusal örgütlülüğü ve direnişini geliştirmede daha önemli bir fırsat ve ortam yakalamış oldu. Kürt örgütlülüğü ve direnişi buna dayanarak bütün alanlarda daha çok gelişti. Gelişme gösteriyor. Bu da Kürt gerçeğini daha fazla öne çıkarıyor.
Sonuçta aslında Lozan'ın Kürtleri ve Kürdistan'ı yok sayan gerçeği fiilen tümüyle aşılmış, yok edilmiş oldu. Henüz bir resmiyet tam gerçekleşmiş denemez. Ancak şu düzeyde var. Örneğin ABD Irak sistemi içerisinde Güney Kürdistan'ı kabul ediyor. Hem bir siyasi yapılanma olarak hem de bir coğrafya olarak ismiyle de, yönetimiyle de kabul ediyor. Sistemin Önderliği böyle yaparsa tabii bu önemli bir resmileşme anlamına de geliyor. Birleşmiş Milletler düzeyinde bu gerçekleşmiş değil. Diğer parçalarda bu yönlü gelişmeler olmuş değil. Ama bunun önü açılmış durumda. Kürtler Ortadoğu'nun en etkin politik gücü haline gelmiş bulunuyorlar. Her parçada kendilerine göre örgütlüler ve direniş halindeler. Bu durum Kürdü yok saymış olan Lozan Anlaşması'nın artık fiilen hiçbir geçerliliğinin kalmadığının açık göstergesi oluyor.
SELAHATTİN ERDEM
2 Yorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ' yle ne alıp veremediğiniz var sizin??
Size hiçbir şekilde eziyet etmiyor, ıstırap çektirmiyoruz. Diğer bölgelerle aynı hizmeti size de yapıyoruz, sizi de koruyoruz. Türk Kürt ayırmıyoruz. Siz ise gerekçesi olmadan bağımsızlık diyorsunuz.Bağımsızlığınızı veya özerkliğinizi hiçbir zaman kazanamayacaksınız. Çünkü karşınızda Türk askeri olacak. Türkiye Cumhuriyeti devleti anlayışlı olmasaydı şimdiye kadar kökünüzü kazımaya yetecek kadar gücü vardı. Eğer direnişe devam ederseniz hem kendi halkınızı hem de kendinizi boşu boşuna ateşe sürükleyeceksiniz. Türk insanının buna İZİN VERMEYECEĞİNİ anlayın artık!!!!
Eğer o hiç sevmediğiniz Mustafa Kemal ATATÜRK yaşamamış olsaydı İngilizlerin kontrolü altında köpek bir millet olarak yaşayacaktınız. Şimdi Amerika Irağa ne yapıyorsa size de yapacaktı. Türkiye Cumhuriyeti ise size eşitlik ve özgürlük hakları tanıdı. Sizin gibiler çıkmadan önce iki millet de huzur içinde yaşıyordu.
Siz insan olsaydınız bunların hiçbiri olmazdı ama bize karşı yürüttüğünüz katliam poltikaları bizleri bu günlere kadar getirdi.Öldürdüğünüz her insanın bedelini ödeyeceksiniz. ilahi adalet tecelli edecek. Kendi toprağımızda bizleri öldürüyorsunuz bunun adı nedir ki ?
Post a Comment