VELİ AY / DİYARBAKIR-DTP'nin sınır ötesi kara harekatını protesto etmek amacıyla düzenlediği yürüyüşün ardından sivil polisler tarafından tekme, tokat dövülerek gözaltına alınan Ozan Tatlıdil ve Aziz Işıktaş'ın Adli Tıp Kurumu'ndan alınan rapora rağmen, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı polislerin 'yasal sınırlar' içinde şiddet uyguladığına kanaat getirerek takipsizlik kararı verdi. AK Parti Hükümeti tarafından değiştirilen Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun (PVSK) uygulamaları vatandaşın canını yakmaya devam ediyor. Bir çok kentte polisin PVSK'ye dayanarak sokak ortasında insan öldürmesinin ardından işkence dosyalarında da takipsizlik kararı verilmeye devam ediliyor. DTP Diyarbakır İl Örgütü tarafından 25 Ocak 2008 tarihinde DTP İl Örgütü önünden başlayıp Konukevi önünde sona eren yürüyüşün ardından, polis bir çok yerde gençlere müdahale etmiş, hatta gazeteciler de polisin şiddetinden payını almıştı. 25 Ocak'ta düzenlenen yürüyüşün ardından Bağlar'da sivil polisler tarafından kalaslarla, tekme tokat dövülerek gözaltına alınan Ozan Tatlıdil ve Aziz Işıktaş hem gözaltında hemde çıkarıldıkları mahkemede polislerin kendilerine şiddet uyguladığını beyan etti. Diyarbakır Devlet Hastanesi'nde alınan raporlarda da polisin sokak ortasındaki işkencesi kayıt altına alındı. Polisler hakkında takipsizlik Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli polis memurları hakkında soruşturma başlattı. Ancak başsavcılık polisler hakkında takipsizlik kararı verdi. Başsavcılık gerekçesinde, 'Müştekiler hakkında görevli memurlarca 6 bin 500 kişilik bir kalabalığın karıştığı ortamda işlenen PKK 'terör' örgütü ve amacının propagandasını yapmak suçundan işlem yapılmış olması, müştekiler hakkında atılı eylemleri dolayısıyla kamu davası açılmış oluşu ve müştekilerin raporda belirtilen yaralanmalarının basit nitelikte olması nazara alındığında, şüpheli polis memurlarınca Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'ndan kaynaklanan zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşıldığına dair müştekilerin mücerret iddiaları dışında şüpheliler hakkında kamu davası açılmasını gerektirir nitelik ve yeterlilikte delil elde edilememiş olması sebeplerine istinaden C. Başsavcılığımıza kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildi' diyerek polisler hakkında takipsizlik verdi.

Kürtler Kerkük'ten vazmigeçiyor?

">Kerkük'ün kaderi kapalı kapılar ardındaOrtadoğu'da sular durulmuyor. ABD'nin bölge üzerinde hegemonya kurma çabaları son hızla devam ediyor. 11 Nisan'da ABD Başkanı Bush'un 'Irak, ABD'nin bu yüzyılda karşılaştığı en büyük iki tehdidin çakıştığı yer. Bu tehditler El Kaide ve İran. Eğer Irak'ta başarısız olursak, El Kaide kendisine, bize, dostlarımıza ve müttefiklerimize saldırmak için Irak'ta bir sığınak elde etmiş olacak. Başarısız olursak, Irak'taki boşluğu İran dolduracak. Bizim başarısızlığımız İran'ın radikal liderlerini ve onların bölgeye hakim olma ihtirasını ateşleyecek' dedi. Ve Tahran yönetimine tercih yapmasını önerdi. ABD'nin bu çağrısını sıradan bir çağrı olarak algılamamak gerekir. Çünkü bu savaş ABD için varlık-yokluk savaşıdır. ABD'nin Irak'taki savaşı kaybetmesi demek dünya çapındaki tüm kalelerinin bir domino taşı misali arka arkaya düşmesi ve ABD imparatorluğunun hazin sonu anlamına gelecektir. Biliniyor ABD, Irak işgali esnasında Baas rejimini yıkarak rejimin dayanmış olduğu Sünni kesimi tümden iktidardan uzaklaştırmış, Irak nüfusunun yüzde 60'ını oluşturan Şiilere dayanarak stratejisini belirlemişti. ABD Şiilerin Kabesi ve İran'ın Kum şehrine alternatif olan Necef'i aktifleştirerek bölgedeki Şii nüfusu üzerinde etkili olmaya çalıştı. ABD'nin Şiiler üzerindeki stratejisi görüldüğü kadarıyla tutmadı. Necef'in daha uzun bir süre Kum'un bir şubesi gibi çalışmaktan kendisini kurtaramayacağı görülmektedir. ABD, bu durumu gördükten sonra Irak'ta Şiilerden ziyade, Sünnilere ve Kürtlere dayanarak Irak'ta daha etkili olabileceği yeni bir yol haritası çıkardı. Buna göre;

  • Askeri anlamda taktiksel değişikliklere gitme, merkezi bazı hedefler seçilerek tüm gücünü buraya yığma, bu alanları tümden 'terör'den arındıktan sonra halka halka ülke geneline yayılma
  • Şii milislerden Mukteda el Sadr'ın Mehdi Ordusu'nu silahsızlandırma
  • Bazı Sünni direnişçilerle görüşme ve onların taleplerini göz önünde bulundurma
  • En önemlisi ise Sünni aşiret güçlerini kazanarak bu 'Uyanış Konseyleri' aracılığıyla güvenliği sağlamaktı. ABD'nin maddi ve askeri desteği sayesinde bu uyanış konseylerinin oluşumu, El-Anbar'dan sonra Diyala, Salahattin (Tikrit), Kerkük, Musul ve Bağdat'ta yaşayan aşiretler arasında hızla arttı. Bugün Irak'ın 180 bölgesinde faaliyet gösteren 180 Uyanış Konseyi'ndeki eski Iraklı subaylar tarafından yönetilen silahlı üyelerin sayısı kimi kaynaklara göre 70 bin, kimilerine göre ise 78 bine ulaştı. ABD, konseylere 80 milyon dolara yakın para desteğinde bulunmuş. Ayrıca uyanış hareketinin tüm üyeleri merkezi Irak hükümeti tarafında maaşa bağlanmıştır. Konsey üyelerinin çoğu bulundukları alanlarda polis ve askeri güçlere de dahil edildiler. 'Adalet ve Sorumluluk Yasa Tasarısı' olarak bilinen ve Baas Partisi üyelerinin eski görevlerine dönmesi önündeki engelleri kaldıran yasa da 13 Ocak 2008'de merkezi Irak hükümeti tarafında kabul edilmişti. Kerkük'te yaşananlar ABD'nin bu yeni stratejisinin Sünni ülkelerin de desteğiyle büyük oranda başarılı olduğu görülüyor. Bu stratejinin bir ayağını Sünniler oluştururken diğer ayağı da Kürtler oluşturmaktadır. Biliniyor, bu süreçte Kürt liderler Suudi Arabistan, Katar vb. ülkeler tarafında ağırlandılar. Sünni ülkeler Kürtlerle Irak'taki Sünni kesimi ortak bir paydada buluşturma çabaları içerisindeydiler. Burada esas anlaşmazlık noktası, daha önce olduğu gibi 17 Nisan'da da Kerkük'ün güneyinde bulunan Bakuba yakınlarındaki Tuzhurmatu-Uzem'de Irak'taki El Kaide örgütüyle savaşırken ölen 2 kardeş için yapılan yas töreni sırasında düzenlenen intihar saldırısında 50 kişinin hayatını kaybettiği Kerkük sorunuydu. Çünkü Sünni bölgesi büyük oranda çöl olduğu için ciddi bir petrol kaynağı söz konusu değil. Bundan kaynaklı Sünnilerin Kerkük'ten vazgeçmeleri mümkün görünmüyor. Görünen o ki Kürtler bu yeni stratejiye razı edildiler ve Kürtler Kerkük'ten vazgeçtiler. Bazı kaynaklardan aldığımız bilgilere göre, merkezi Irak hükümetiyle yerel Kürt hükümeti arasında bazı anlaşmalar yapılmış. Bu anlaşmaya göre; Musul'a bağlı Maxmur, Şengal, Şexan, Guer ve Xanegin kasabalarının Federal Kürdistan bölgesine katılması kararı alınmış. Bu karar çerçevesinde üst düzey bir BM yetkilisi bu kasabalardaki şex ve aşiret reislerini ikna etmek için toplantılar yapmakta ve mevcut konumda bu toplantılar h‰l‰ devam etmektedir. 1 Haziran 2008 tarihinden itibaren de resmiyette Musul'a bağlı olan Maxmur kasabasının da resmen Federal Kürdistan bölgesine dahil edileceği söylenmektedir. Buraya kadar her şey normal görünmektedir. Oysa Kürtlerin nüfus yoğunluğunun olduğu tüm yerleşim alanları ve Kerkük sorunu Irak Anayasası'nın 140. maddesi çerçevesinde çözülecekti. İlk etapta Kerkük'te yapılacak bir referandumla Kerkük'ün statüsü netleştirilecek ve sonrasında sırayla bu kasabalarda yapılacak referandumlarla statüleri belirlenecekti. Sünniler Musul'a bağlı kasabalarda Kürtlere dönük katliamlar yaparak Kürtleri Musul ve çevre kasabalarından kaçırtma politikası izlemedi mi? Binlerce insan bu politikalar doğrultusunda katledilmedi mi? 100 binden fazla Kürt Musul'da İslami partilerce sürülmedi mi? Yine Kerkük'te aynı politikalar yürütülmedi mi? Peki, şimdi ne oldu da Sünniler referandumu beklemeden bu kasabaların Federal Kürdistan bölgesine katılmasına ses çıkarmıyorlar. Acaba buna karşı Kürtlerden ne tür tavizler kopardı? Büyük ihtimalle Kürtler Kerkük noktasında taviz verdi. Eğer tüm bu saydıklarımız doğruysa, ki öyle görünüyor, Kerkük sorununun aynı şekilde kapalı kapılar ardında tartışıldığı ve bir çözüme ulaştırıldığı kuşkusunu güçlendirmektedir. Eğer merkezi Irak hükümeti ve Sünniler Musul'a bağlı bu kasabaların Federal Kürdistan bölgesine dahil olmasına ses çıkarmıyorlarsa, bilelim ki Kerkük Federal Kürdistan bölgesine dahil olmayacaktır ve bu noktada Kürtler ikna edilmiştir. Büyük ihtimalle Kerkük sorunu özel statüye bağlanmıştır. Bu durum aynı zamanda Kürtlerin bölgede gelişmekte olan Şii blokajına karşı Sünni blokunu tercih etmesi anlamına da geliyor. Önümüzdeki günlerde ise bazı Kürt yetkililerinABD'yi ziyaret edeceği dile getirilmektedir. Bu ziyaretin ABD'nin yeni stratejisi doğrultusunda İran'a karşı yapacağı olası operasyonda Kürtlerin rollerinin tam olarak netleştirilme görüşmesi olacağını düşünüyorum. Bu noktada Kürtlerin oldukça kritik ve önemli bir süreçten geçtiğini, canları ve kanları bahasına elde etmiş oldukları kazanımlarının masa başlarında ve bazı elit kesimlerin ailesel çıkarları uğruna heba etmesinden korkuyoruz. Bunun olmaması için tüm Kürt aydınları ve halkın bu süreçleri çok yakından, büyük bir sorumlulukla takip etmesi gerekir. Her Kürt bireyi üstüne düşen görevi bu süreçte yerine getirmek zorundadır.