Deniz Feneri’nin Kürt seferi!

k1jc2 Çetin Diyar- Evrensel

Dini kullanan dernek ve kurumların AKP’nin Bölge’deki en önemli dayanakları arasında yer aldığı biliniyor. Bu gerici yapılanmalar, son yıllarda özellikle dini bayramlar döneminde Kürt yoksullarına yardım dağıtma kampanyaları düzenliyor. Bu kampanyaları düzenleyen Deniz Feneri, Kimse Yok Mu Derneği, İHH gibi örgütler, amaçlarını “dini duygularla sosyal yardımlaşmayı geliştirerek terörün kökünü kazımak” olarak açıklıyor! Bu dernekler geçen yıl Kurban Bayramı’nda Cumhurbaşkanı Gül’ün çağrısıyla kurban etlerini Kürt yoksullarına dağıtma kampanyası düzenlemişlerdi. Başbakan Erdoğan, bu kampanyayı “kardeşlik köprüsü” olarak adlandırmış; M. Eğitim Bakanı Çelik de, “kampanyayı düzenleyenlerin önünde şapka çıkardığını” söylemişti. Bu yıl ortaya çıkan yolsuzluk belgeleri ve yöneticilerinin mahkûmiyeti nedeniyle Deniz Feneri ortalıkta gözükmese de, Deniz Feneri’nin “yüzyılın iyilik hareketi” sloganına benzer bir şekilde “bize iyilik yaraşır” sloganını kullanan İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Kimse Yok Mu Derneği, ramazan ayı boyunca Bölge’de binlerce kumanya dağıttıklarını açıkladılar.
Geçen yıl Bölge’de elli bin aileye yardım ulaştırmakla övünen Deniz Feneri ve benzeri örgütlerin Bölge’de oynamaya çalıştıkları rol dikkate alındığında, Başbakan Erdoğan’ın bunlara yönelik suçlamalara karşı neden canla başla kalkan olmaya çalıştığı da daha anlaşılır olmaktadır. AKP ile bu gerici yapılanmalar arasında sadece mali değil, aynı zamanda politik ortaklıklar bulunmaktadır: Deniz Feneri ve benzerleri, dağıttıkları yardımlarla Kürt yoksullarına el uzatacak ve din kardeşliğiyle ulusal demokratik istemlerin önüne geçilecek! Burada şunu da hatırlatalım; bu gerici yapılanmaların siyasal ideolojik alandaki temsilcisi olan ‘Abant Platformu’nun temmuz ayında yaptığı toplantılarda, Kürt sorununun çözümü konusunda “İslam kardeşliği” çağrısı yapılmıştı. Farklı alanlarda çalışan bu yapılanmaların aynı noktada birleşmesi rastlantı olmasa gerek!
Kürt yoksullarından, halkın açlık ve yoksulluğunu politik çıkarları için kullanmaya çalışanlara karşı yükselen sesler, ekmeği demokrasi mücadelesinin karşısına çıkaranların amaçlarına ulaşamayacağını göstermektedir. Van’ın AKP’li belediyesinin Şerefiye Mahallesi’nde dağıtacağı ekmekleri almak için saatlerce bekleyen bir Kürt yoksulu, “İş ve aş imkânları yaratılsın. Fakirlere istihdam alanları yaratılsın. 4 ekmekle biz fakirleri nereye kadar kandıracaklar? Bu ne insanlığa ne de Müslümanlığa sığar” diyerek ianeci anlayışla kendilerini yedekleme hesabı yapanlara tepki gösteriyor. Yine Mardin’in Derik ilçesinde halk, “Bizler artık şeker, makarna, kömür istemiyoruz. Bizler barış istiyoruz. Bir yandan üzerimize bombalar yağdırılırken diğer yandan sanki çocukmuşuz gibi bize şekerler uzatılıyor” diyerek kendilerine dağıtılan yardımları almayı reddediyor.
Kürt halkının, üzerinden oynanmak istenen oyunlara karşı yardımları reddetmesi elbette onurlu bir davranıştır. Ancak buradan devrimci sınıf partisinin Kürt örgütlerinin ve demokrasi güçlerinin çıkarması gereken sonuçlar olduğu açıktır. Ülke nüfusunun yüzde 16’sını barındırdığı halde yatırımlardan sadece yüzde 4.4 pay alan; nüfusunun yarısının işsiz ve açlık sınırının altında yaşamaya çalıştığı Bölge’de, açlık sınırı altında yaşayan emekçilere devlet tarafından düzenli sosyal yardımların yapılması ve işsizlerin sigorta primlerinin ‘İşsizlik Fonu’ ndan ödenmesi acil talepler olarak savunulmalıdır. Bu alanda yürütülecek mücadele, ekmeğin demokrasi mücadelesinin karşısına konulması yönündeki gerici girişimlerin önüne geçilmesini de sağlayacaktır. Bu mücadele aynı zamanda, Kürt halkının demokrasi mücadelesine karşı ‘Deniz Fener’leri ile sefer düzenleyenlerin, Güneşin doğudan yükseldiğini hatırlamasını da sağlayacaktır!

MAHMUT ALINAK: Öyleyse bizi vatandaşlıktan çıkarın!

Smahmut-alinak2addam Hüseyin bile dil yasağı koymayı düşünmemiştir. Ama tarih şahit olsun ki, bugün Türk cezaevlerinde Kürtçe yasaktır. Kontrol edeceklerini bilseler Kürtçe’yi evlerde bile yasaklayacaklar

Dört gün önce Erzurum H tipi cezaevindeydim. Gördüklerim ve duyduklarım dehşet vericiydi. Mahpusların anne ve bacılarıyla Kürtçe konuşmaları yasaktır. Bu nedenle üç aydır telefon görüşmesi yapamıyorlar. Türkçe-İngilizce, Türkçe-Almanca sözlük serbest; ama Türkçe-Kürtçe sözlük yasaktır. Kürtçe gazete, dergi, kitap ve mektup yasaktır. Mahpuslar Kürtçe yazılmış bir mektup göndermek istediklerinde kendilerinden 70 milyon lira tercüme parası istenmektedir. Türk Hükümeti Kürtçe’yi böyle yük olarak görüyorsa, onları bu yükten kurtaracak kolay bir yol var: Bakanlar Kurulu toplanır ve bütün Kürtleri vatandaşlıktan çıkarır. Böylece bu “yükten” kurtulmuş olurlar. Ama sözde de olsa Kürtleri “vatandaş” olarak kabul ediyorlarsa, o zaman bizim insani haklarımıza tahammül etmek zorundadırlar. Buna mecburdurlar.

Dil yasağından başka, mahpusların ilgili makamlara yazdıkları dilekçeler kaybediliyor. Yazımı aylar, yıllar alan günlükler ve anılar aramalarda imha ediliyor, kitaplara el konuluyor. Odalar keyfi bir şekilde değiştiriliyor. Hastalıklar tedavi edilmiyor. Hipokrat yemini eden doktorlar cezaevinden on beş yıl sonra çıkacak mahpuslarla, “Cezaevinden çıktıktan sonra gelir tedavi olursunuz” diyerek alay ediyorlar.

“Yemekleri köpekler bile yemez” deniliyor.
Yeni gelen mahpuslar soyundurularak arama yapılıyor. Bu insanlık dışı uygulamaya karşı çıkanlar dövülüyor, hücrelere atılıyor. Mahpuslar zorla çalıştırılıyor. Kütüphane ve spor sahasından yararlanılamıyor. Genelgeler uygulanmıyor; ortak alanda sohbet süresi haftada on saat iken, bu hak hemen hemen hiç kullandırılmıyor.

Kısacası Erzurum’un göbeğinde H tipi bir imparatorluk kurulmuş. Bu dehşet imparatorluğunda insanlık Guantanamo Cezaevi’ nde olduğu gibi yerlerde süründürülüyor.

Ey vicdan sahipleri, bu zulme karşı çıkmak için Kürt olmak gerekmiyor, sadece insan olmak yetiyor.
Bu zulüm karşısında, “Ben cezaevindeki Kürdüm” diyemiyorsak, ne kadar insan olduğumuzu gözden geçirmemiz gerekmez mi?

Saygılarımla özgür politika

Kürt boksörden bir madalya daha

kurd_kurdisch_kurds_engin_erdogan_boksor Avrupa Boks Federasyonu ( European Boxing Federation ) tarafından Bayern'deki Burghausen'da düzenlenen ve 12 profesyonel boksçunun katıldığı Uluslararası Boks Turnuvasına Avusturya'yı temsilen katılan Kürt Boksör Engin Erdoğan bir galibiyet daha kattı.
Önceki gün Almanya'nın Burghausen kentindeki Messehalle'de yapılan ve yaklaşık 1 bin 500 seyircinin katıldığı Boks Galası'nda, Kürt Boksör Engin Erdoğan ile Alman Boksör Rushid Serm karşı karşıya geldi.
Dört raunt olarak yapılan boks maçında Kürt boksör Engin Erdoğan, maçın ilk dakikalarından itibaren rakibine büyük baskı kurarak başına attığı sert yumruklarla rakibini şaşkına çevirdi. Maç boyunca üstün taktik ile dövüşerek rakibini sık sık ring köşesine sıkıştıran Erdoğan, maç sonunda her üç hakemin verdiği yüksek puanlarla galip oldu.
Maç sonrası ANF'ye konuşan Engin Erdoğan , 'Şu anki hedefim 14 Aralık'ta Almanya'nin Nürberg kentinde yapılacak olan 'German Boxing Organisation Galası'ndaki' karşılaşmasındaki maçı da kazanıp, başarılarıma bir yenisini daha eklemek' dedi.
Kürt gençlerini de uluslararası alanda kendi kimlikleriyle spor faaliyetlerinde yer almaya çağıran Erdoğan, 'sporun kardeşlik ve barışı ifade ettiğini' söyledi.

 
Orta Anadolu Aksaray Kürtlerinden olan 30 yaşındaki Kürt Boksör Engin Erdoğan, bugüne kadar Avusturya'da birçok başarıya imza attı. 1991 yılında boks hayatına başlayan Erdoğan, 14 yaşından beri Avrupa'da amatör olarak yüzden fazla maç yaptı.


1991-2003 yılına kadar Salzburg'daki Box Club ASVO-02'de boks yapan Erdoğan, 2003 yılında Boxteam-Vienna ile yaptığı transfer anlaşmasıyla profesyonel boks hayatına başladı. 
1994, 1995, 1996, 1997 Avusturya gençler şampiyonluğunu kazandı,
1994 yılında 70 kiloda Avusturya gençlik şampiyonu ve yılın en iyi teknik boksörü seçildi,
1998, 1999, 2000, 2001'de Avusturya profesyonel ön şampiyonu oldu,
1993 yılından 2001 yılına kadar Avusturya Milli Takımı adına uluslararası turnuvalara katılan Erdoğan, Avusturya'ya onlarca altın, gümüş ve bronz madalya kazandırdı,
7 Haziran 2002'de Almanya'nın Troisdorf kentinde yapılan Mazlum Doğan Kültür ve Spor Turnuvası'nda boks şampiyonu olarak, Kürt sporuna adını yazdı.
2002-2003 yılında, 75 kiloda Avusturya Profesyonel Boks Ligi şampiyonu ve yılın en iyi boks sporcusu seçildi,
Avusturya'nın Salzburg Eyaleti'nin ilk profesyonel boksörü unvanını elinde bulunduruyor. Erdoğan'ın 16 Uluslararası profesyonel boks maçından sadece 2 yenilgi aldı.

BURGHAUSEN / ANF ÖMER YÜCE

Bakan'ın bitmeyen yalanları

İçişnewroz2008cuneytleri Bakanı Beşir Atalay, belgeli, bilinen birçok olaya ilişkin gerçekdışı beyanatlarda bulunmaya devam ediyor. Son olarak kameralar önünde polislerce kolu kırılan Ertuş'un durumunu inkar etti

AKP hükümetinin gerçekleri gizleme ve tersyüz etme gayretleri bitmiyor. İçişleri Bakanlığı'nın bu konudaki çabaları ise, bu kadar da olmaz dedirtecek türden. Askerlerin Bölge'de ormanları ateşe verdiği herkesçe bilinmesine ve askerlerce kabul edilmesine rağmen 'PKK patlayıcılarından kaynaklanıyor' diyen, 7 yaşındaki çocuk ismi Welat olduğu için Türkiye'ye alınmazken 'Türkiye vatandaşı değildi' yanıtını veren, insan hakları kuruluşlarına yüze yakın şikayet bulunmasına rağmen 'ajanlık dayatması'nı inkar eden, Van'daki 8 Mart ve Newroz kutlamalarındaki şiddeti savunan, HADEP'li Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz'in askerlerce kaybedilmesini aklamaya çalışan İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın son marifeti, Hakkari'de 14 yaşındaki Cüneyt Ertuş'un kolunun kameraların önünde polislerce kırılmasını inkar etmek oldu.turk_polis_kol_kirdi
DTP Milletvekili Hamit Geylani'nin Hakkari'deki Newroz olayları sırasında iki kişinin yaşamını yitirmesi, bir çocuğun sağ gözünü kaybetmesi ve Ertuş'un kolunun kırılmasına ilişkin verdiği soru önergesine yanıt veren Atalay, diğer olaylarla ilgili soruşturmanın açıldığını belirtirken, Ertuş'un durumunu ise inkar etti. Atalay, devamla şunu söyledi: 'Hakkari Sulh Ceza Mahkemesi tarafından hakkında tutuklama kararı verilen Cüneyt Ertuş isimli şahsın alınan doktor raporlarında vücudunda yeni bir tıbbi lezyona, darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir. Ayrıca soruşturma aşamasında kendisinin veya avukatının herhangi bir şikayeti olmamıştır.' Ancak Bitlis Cezaevi'nde 21 gün tutuklu kalan Ertuş'un ailesi ve avukatları olayın hemen ardından doktor raporlarıyla işkenceyi belgeleyerek polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuş, savcılık polisleri korumak amacıyla 'takipsizlik' kararı vermişti. Van Ağır Ceza Mahkemesi'ne yapılan itiraz da bu kararı değiştirmeyince Ertuş Ailesi, soruşturmanın engellendiği ve adil yargılama yapılmadığı gerekçesiyle AİHM'e başvurmuştu.
Orman yangınları
DTP Milletvekili Aysel Tuğluk'un Bölge'de çıkan yangınlara ilişkin verdiği soru önergesini yanıtlayan Atalay, yangınların operasyonlar nedeniyle çıkmadığını, top atışlarının yangına sebebiyet vermediğini, ama PKK tarafından yerleştirilen patlayıcıların yangınlara sebep olduğunu, PKK'lilerin 'kaçmalarını kolaylaştırmak için' yangın çıkardığını ileri sürmüştü. Oysa, askerlerin bilinçli yangınları başlattığı ve müdahale eden yurttaşları ise 'güvenlik gerekçesi' ile engellediği defalarca belgelenmişti. welatkimlik3
Welat'ın sınırdışı edilmesi
Türkiye'ye alınmayan 7 yaşındaki Welat Dağ'a ilişkin önergeyi yanıtlayan Atalay, Welat Dağ'ın vizesiz ve Türkiye vatandaşı olmadığı gerekçesiyle Türkiye'ye alınmadığını belirtmiş, Welat'ın kardeşleri olan Birhat ve Esmanur'un nasıl Türkiye'ye alındığını ise açıklamamıştı. Welat Dağ, 'Welat ismi Türkiye'de yasak' denilerek Almanya'ya geri gönderilmişti.
'Ajanlık' teklifleri
Atalay, DTP Milletvekili Akın Birdal'ın 'ajanlık' ile ilgili soru önergesine verdiği cevapta; herhangi bir güvenlik biriminde bunun söz konusunu olmadığını iddia etmişti. Ancak son birkaç yıl içerisinde cumhuriyet savcılıklarına ya da İnsan Hakları Derneği'nin çeşitli şubelerine yaklaşık yüz kişi 'kendisine ajanlık teklif edildiği' gerekçesiyle başvuruda bulundu. 
8 Mart olayları
Van Erciş'te 8 Mart Dünya Kadınlar Günü şöleninin ardından gerçekleştirilen yürüyüşe yapılan müdahalede darp edilenlere ilişkin önergeyi yanıtlayan Atalay, gözaltına alınan şahıslara kötü muamelede bulunulmadığını öne sürmüştü. Olay günü çekilen fotoğraflar, Pınar Avcı ve Abdurrahman Güler'in olay sonrasında hastaneden aldıkları rapor ve anlatımları Atalay'ın iddialarını yalanlıyordu.serdar tanis ebubekir deniz
Tanış ve Deniz kaybedildi
25 Ocak 2001'de askerlerce gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan HADEP yöneticileri Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz hakkındaki önergeye Atalay, olayda herhangi bir jandarma personelinin kusur, ihmal ve sorumluluğunun bulunmadığı yanıtını vermişti. Oysa Tanış ve Deniz'in karakola çağrıldıkları ve bir daha kendilerinden haber alınmadığı, Ergenekon dosyasında bile Tanış ve Deniz'in dönemin Şırnak Komutanı Levent Ersöz tarafından kaybedildikleri belgelenmişti. İSTANBUL www.gundemonline.org

Kürtlerden Cem Özdemir'e kınama!

cem ozdemir Berlin-Brandenburg Kürt ve Kürt Dernekleri Birliği Sözcüsü İsmail Parmaksız da, Cem Özdemir'in Kürt karşıtlığı yaparak, ‘bir yerlere’ gelmeye çalıştığını iddia etti. Parmaksız, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bu bir hastalıktır. Türk siyaset geleneğinden gelen bir hastalık..."

ALİ GÜLER/YEKO ARDIL -ANF
BERLİN / Berlin'de faaliyet yürüten Kürt dernekleri düzenledikleri basın toplantısında Avrupa Parlamentosu Yeşiller milletvekili Cem Özdemir'e ortak tavır alarak, Özdemir'i Kürt karşıtlığı yaptığı için kınadı.
AP Yeşiller Grubu  Milletvekili Cem Özdemir'in girişimleri sonucunda Almanya'nın başkenti Berlin'de faaliyet yürüten Kürt Camisi’nin yerinden çıkarmasına tepkiler artıyor. Bugün bir basın toplantısı yapan Kürt dernekleri temsilcileri Cem Özdemir'in tavrını kınadılar.
Toplantıya katılan Selahaddin Eyyubi Camii'si yönetim Kurulu Üyesi Kadir Doğan, Berlin-Brandenburg Kürt ve Kürt Dernekleri Birliği Sözcüsü İsmail Parmaksız, Navenda Civaka Demokratik a Kurd  Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Pervin Kaplan, Berlin Kürt Cemaati Başkanı Rıza Baran,  Navenda Kurdî adına İbrahim Okuducu, yaptıkları konuşmada, Cem Özdemir'in Kürt karşıtlığı tutumundan vazgeçmesi çağrısında bulundular.
Toplantıda ilk olarak söz alan camii yönetim kurulu üyesi Kadir Doğan, kendilerine yönelik yapılan bu uygulamanın bilinçli olduğuna dikkat çekti. 17 yıldır bu binada faaliyet yürüttüklerini hatırlatan Doğan, "Şimdiye kadar herhangi bir komşumuzla bir sorunumuz yoktu. Ta ki 3 yıl öncesine kadar. 3 yıl önce Cem Özdemir buraya taşınınca sorunlar başladı. Cem Özdemir, gelir gelmez bize karşı bir kampanya başlattı. Ve bütün komşularımızı bize karşı kışkırttı" dedi.
Cem Özdemir'in bu tutumunu anlayamadıklarını söyleyen Doğan, " Zulüm altında bir halkız, Türkiye'den kaçıp buraya geldik. Burada da bu tür uygulamalarla karşılaşırsak daha nereye gideceğiz" diye konuştu.  
‘ÖZDEMİR ÖZÜR DİLESİN’
Berlin-Brandenburg Kürt ve Kürt Dernekleri Birliği Sözcüsü İsmail Parmaksız da, Cem Özdemir'in Kürt karşıtlığı yaparak, ‘bir yerlere’ gelmeye çalıştığını iddia etti. Parmaksız, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bu bir hastalıktır. Türk siyaset geleneğinden gelen bir hastalık, Avrupa'da yaşayan birçok Türk kökenli politikacıda da bu var. Bizim talebimiz bu hastalığından bir an önce kurtulmaları. Kürt karşıtlığı yaparak, bir yerlere varamazlar. Biz artık buna asla izin vermeyeceğiz."
Özdemir'in yaptığı iftira ve yalandan ibaret olduğunu vurgulayan Parmaksız," Cem Özdemir, Almanya'da bakan olmak istiyor. Bunun için burada yaşayan Türklerden ve Türkiye'den destek alması gerekiyor. Onun için Kürt karşıtlığı yapması şart. Temel sorun budur" dedi.
Parmaksız, Cem Özdemir Kürtlerden özür dilemeyene kadar demokratik mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi.
BARAN: ÖZDEMİR DOĞRU SÖYLEMİYOR
Navenda Civaka Demokratik a Kurd  Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Pervin Kaplan da, Cem Özdemir in kendi konumuna yakışmayan tutumlar içerisinde olduğunu belirterek, Kürtler olarak bunu bütün Alman ve özellikle  Birlik 90/YEŞİLLER partisine ve  kamuoyuna anlatacaklarını söyledi.
Berlin Kürt Cemaati Başkanı Rıza Baran ise Cem Özdemir'in "Kürt caminde bomba var" iddialarına ilişkin ise "Cem Özdemir'in söyledikleri bu iddialar doğru değil. Özdemir yanlış yapıyor" dedi.

Savaş uçakları Kandil'i bombaladı

Dkandilkadinizlenimün akşam saatlerinde Diyarbakır Askeri Havaalanı'ndan kalkış yapan savaş uçaklarının saat 22:00 sıralarında Güney Kürdistan'da Qalatuka bölgesini bombaladığı bildirildi.

Türk ordusu dün gece yarısına doğru yerel kaynaklara göre 15 savaş uçağı ile saldırıda bulundu. İki saat süren bombardımandan önce, son 4 gündür Kandil alanında keşif uçaklarının yoğun uçuşlar yaptığı bildirilmişti.


PKK: Bir saldırı planladıklarını biliyorduk
Türk ordusunun Kandil'e yönelik hava saldırısı hakkında bilgi veren PKK sözcülerinden Ahmed Danış, 'Bir saldırı planladıklarını biliyorduk' dedi.
Bombardıman sırasında sivil yerleşim yerleri de bombalanırken, Kozine köyüne 3 bombanın isabet ettiği öğrenildi.
Yerel kaynaklara göre Kurtek, Qelatukan, Kuzîne, Dolekoge, Biredê, Sergey Nêl köyleri ile Zerde ve Maredu kasabaları, Sawên Dağı etekleri ve Dola Pişt Aşani bombalandı.
Bombalamanın hedefi olan Pirdeşal ve Zergeli köylerinde ise büyük panik yaşandı. Köylüler bombardıman sırasında evlerinden kaçarak korunaklı alanlara sığındılar.
Bombardımana ilişkin AFP'ye konuşan PKK sözcülerinden Ahmed Danış, Türk ordusunun saldırısında bir gerillanın yaralandığını belirtti. Danış, 'Bir saldırı planladıklarını biliyorduk' dedi.HEWLER / ANF

Irak yerel seçimler yasası kabul edildi

Irak Parlamentosu tartışmalı yerel seçimler yasasını aylar süren müzakerelerden sonra kabul edildi. Yasaya göre, yerel seçimler 18 vilayetin 14'ünde 31 Ocak 2009 tarihine kadar yapılacak.

irak_parlamentosuKürtlerin tepkisi üzerine daha önce Irak Başkanlık Konseyi tarafından geri çevrilen yasada Kerkük'e ayrı bir çözüm öngörülüyor.

Kürt, Sünni ve Şii tarafların haftalarca süren müzakereleri ardından yeniden parlamentoya sunulan yasanın, meclis üyelerinin oybirliğiyle kabul edildi. İlk yasa 22 Temmuz'da parlamentoda Kürtler Kerkük maddesi nedeniyle oturumu boykot etmelerine rağmen kabul edilmişti. Kürtlerin baskısı ile reddedilen ilk yasa Kerkük'te referandumun yapılmasını öngören Federal Irak Anayasası'nın 140. maddesini dikkate almayarak, yerel seçimlerle birlikte Kerkük'te Kürtlere 32, Araplara 32, Türkmenlere 32, Hristiyanlara 4 sandalye verilmesi öngörüyordu. Protestolar üzerine Irak Devlet Başkanlığı Konseyi tarafından geri çevrilmişti. Kürt Parlamentosu boykota rağmen yasanın çıkarılmasını kınamış, birçok kente yüzbilnler alanlara çıkmıştı. Temmuz sonundaki protestolar sırasında düzenlenen intihar saldırısanda çok sayıda kişi hayatını kaybetmişti. Yasanın çıkması için Irak Devlet Başkanı, YNK Lideri Celal Talabani söz vermişti. Washington, Ankara ve Tahran'ın baskısına boyun eğen Talabani oldu-bitti yaratmak istemişti. Türkiye ve ABD yasanın çıkması için baskı yaparken, aylar süren pazarlıklar yapılmıştı. Mevcut durumda parlamento tarafından kabul edilen değiştirilmiş yasada Kerkük'te seçimler yer almıyor. Seçimler Federal Kürdistan Bölgesi'ndeki Süleymaniye, Duhok ve Hewler'i de kapsamıyor. Taraflar, bir parlamento komisyonunun kurularak, Kerkük sorununa ilişkin çözüm raporunu Mart 2009'dan önce sunması üzerine anlaştı. Sünni Uyum Cephesi yetkililerinden Selim El Cuburi, tüm tarafların tavizlerde bulunduğunu söyleyerek, Kerkük için ayrı bir yasa çıkarılacağını belirtti. Yerel seçimlerin daha önce 1 Ekim'de yapılması kararlaştırılmıştı. Yeni karara göre seçimlerin 31 Ocak 2009'dan önce yapılması gerekiyor.

Parlamentodaki oylama Irak Devlet Başkanı Celal Talabani'nin ABD Başkanı ile 23 Eylül'de BM oturumu sırasında yaptığı görüşme sırasına denk geldi. Parlamentonun kabul ettiği seçim yasasına Irak Başkanlık Konseyi'nin de onay vermesi bekleniyor. Başkanlık Konseyi, Talabani ile Şii ve Sünni iki yardımcısından oluşuyor. BAĞDAT /ANF

Türk Basını, söz konusu Kürt basını olunca sansüre ortak

Kürt basınına yönelik baskılar ve sansür uygulamaları basın meslek örgütleri tarafından da görülmüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Doğan Medya Grubu'na yönelik boykot çağrısı üzerine önceki gün olağanüstü toplanan ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Baalternatif_gelecek_gazetesın Senatosu, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin de aralarında bulunduğu basın kuruluşları dün bir bildiri yayınladı.

Bildiride, Erdoğan'ın tutumu 'dünyada eşi benzeri görülmeyen' bir tutum olarak değerlendirilerek, 'Asıl olan ifade özgürlüğüdür. Halkın gerçekleri öğrenme hakkı herkes tarafından her koşulda korunmalıdır' denildi. Ancak ÇGD tarafından Alternatif Gazetesi'nin kapanması konusu gündeme taşınmasına rağmen bildiride bu konuya yer verilmedi. Bu da söz konusu Kürt basını olunca basın kuruluşlarının da sansüre ortak olduğu yorumuna neden oldu.

Bildiride, Erdoğan'ın tutumu 'dünyada eşi benzeri görülmeyen' bir tutum olarak değerlendirilerek, 'Asıl olan ifade özgürlüğüdür. Halkın gerçekleri öğrenme hakkı herkes tarafından her koşulda korunmalıdır' denildi. Ancak ÇGD tarafından Alternatif Gazetesi'nin kapanması konusu gündeme taşınmasına rağmen bildiride bu konuya yer verilmedi. Bu da söz konusu Kürt basını olunca basın kuruluşlarının da sansüre ortak olduğu yorumuna neden oldu.
Alternatif ve Özgür Halk'a destek 
Alternatif Gazetesi'ne bir ay yayın durdurma ve Özgür Halk Dergisi'ne kapatma verilmesi bu kez Diyarbakır, Dersim, Ankara ve İstanbul basın açıklamaları ve destek ziyaretleriyle kınandı. Diğer taraftan Türkiye, Özgür Bakış davasından AİHM'de mahkum oldu
Alternatif Gazetesi'nin yayının bir ay durdurulmasına ve Özgür Halk Dergisi'nin kapatılmasına tepki gösteren İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey ve DTP Diyarbakır İl Başkanı Necdet Atalay, Kürt sorununu dillendiren kesimlere karşı ayrımcılık yapıldığını ve çeşitli ceza yöntemleriyle susturulmaya çalışıldığını belirtti.
Alternatif Gazetesi'nin ve Özgür Halk Dergisi'nin kapatılmasına tepki gösteren DTP Diyarbakır İl Başkanı Necdet Atalay, Kürtlerin sorununu dillendiren kesimlere karşı ayrımcılık yapıldığını ve çeşitli ceza yöntemleriyle susturulmaya çalışıldığını söyledi. Atalay, 'Kürtlüğe dair ne varsa gerek mahkeme huzurunda gerek aydın-entelektüel ortamda gerekse devlet bürokrasisi açısında ayrımcılığa maruz kalıyor. Doğan Grubu ve AKP arasındaki polemik çerçevesinde özgür basın tartışılıyor. Ama gerçekten özgürlüğünü, bağımsızlığını yıllardır haberleriyle ispatlamış ve gerçek özgür basın dediğimiz başta Kürt basını ve yine diğer bazı basın organlarının karşılaştığı baskılara kimse değinmiyor' diye konuştu.
Kürtlere yönelik başlayan tasfiye sürecinin basına yapılan saldırıyla devam ettiğini dile getiren Atalay, 'AKP hükümetinin sözde demokrasi açılımlarının kendine demokrasi olduğu özgür basına yönelik baskılar ile ortadır. Genel olarak değerlendirecek olursak Kürtlere yönelik bir tasfiye süreciyle karşı karşıyayız. AKP ve Genelkurmay arasında bütünlük ve devletin ortak siyasetiyle Kürt dinamizmine kazanımlarına ve Kürt hareketine karşı çok ciddi bir tasfiye planıyla karşı karşıyayız' dedi. Atalay, 'Gazeteleri, partileri kapatırsanız karşınızda farklı arayışlar ortaya çıkar' şeklinde konuştu.muharrem erbey
İnsanların haber alma ve haber yayma hakkının engellenmemesinin isteyen İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, 'Yavaş yavaş polis devleti, asker devleti, milliyetçi faşizan tutumuyla demokratik hukuk devletinden uzaklaştığını görmekteyiz. 2002 yılından sonra baskının şiddetin insan hakları ihlallerinin arttığını görmekteyiz. En az insan haklarının yaşandığı yıl 2002 yılıdır. 2003'ün başından itibaren tırmanmaya başlayan insan hakları özellikle son bir yılda daha da artmıştır. Hükümetin orduyla anlaşması sonucu ortaya çıkan gelişmeler bizleri kaygılandırıyor. Özellikle basını susturmak başlı başına bir inkar ve imha konseptini rahat bir şekilde yürürlüğe kurma koşullarını yaratmak amaçlı olduğunu düşünüyoruz.' DİYARBAKIR - DİHA


azadiya_welat_zarok Mersin'de Azadiya Welat Bürosu'na baskın yapıldı
Alternatif Gazetesi'nin yayınının durdurulması ve
Özgür Halk Dergisi'nin kapatılması sonrası bu kez de Kürt kurumları basılmaya başlandı. Azadiya Welat Gazetesi Mersin Bürosu'na dün sabah saatlerinde düzenlenen baskında DİHA muhabiri Murat Kolca ve Azadiya Welat çalışanı Ferit Köylüoğlu gözaltına alındı. İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polisler tarafından yapılan baskın sonrası gözaltına alınan Kolca ve Köylüoğlu ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Öte yandan dün akşam saatlerinde ise Adıyaman'da, 'Eğer Sayın Öcalan demek suç ise ben bu suçu işliyorum ve kendimi ihbar ediyorum' kampanyası çerçevesinde savcılığa dilekçe gönderilmesinin ardından 3 DTP yöneticisi gözaltına alındı. Gözaltına alınan DTP İl Başkan Yardımcısı Zeynep Ölbeci, BDP Adıyaman İl Başkanı Mulla Şahin ve Aziz Akdağ, İl Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
'Basın özgürlüğü' dediler Alternatif'i görmediler
Kürt basınına yönelik baskılar ve sansür uygulamaları basın meslek örgütleri tarafından da görülmüyor. Başbakan'ın Doğan Medya Grubu'na yönelik boykot çağrısı üzerine olağanüstü toplantı alan, aralarında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Basın Senatosu, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin de aralarında bulunduğu basın kuruluşları dün bir bildiri yayınladı. ÇGD tarafından Alternatif Gazetesi'nin kapanması konusu gündeme taşınmasına rağmen bildiride bu konuya yer verilmedi. Bu da söz konusu Kürt basını olunca basın kuruluşlarının da sansüre ortak olduğu yorumuna neden oldu. Toplantıya ilişkin
DİHA'ya bilgi veren Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Ahmet Abakay ise toplantıya Hayat TV ve Alternatif gazetesinin kapatılmasını konusunu getirdiğini ve bunun bildiride yer alması gerektiğini, basın yönelik en fazla dava açıldığı dönemin AKP dönemi olduğunu söyledi.cagdas_gazeterciler_dernegi
Türkiye Özgür Bakış'tan mahkum
Özgür Bakış gazetesi çalışanlarından Sakine Aktan'ın bir haberinden dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı başvuruda Türkiye, ifade özgürlüğünü ihlale etmekten mahkum oldu. AİHM Sakine Aktan davasını Salı günü karara bağladı. Aktan Özgür Bakış gazetesinin 27 Aralık 1999 tarihli sayısının 11. Sayfasında Kürdistan Gazeteciler Birliği YRK başkanı ile yaptığı bir 'YRK Medya Okulu açıyor' başlıklı röportajdan dolayı 1 yıl 8 ay hapis ve 100 milyon lira para cezasına çarptırıldı. Olayı 2001 yılından bu yana bir çok kez yargılama konusu oldu. AİHM, 'haberin bazı yerlerinde Türk devleti hakkında en negatif bir tablo ortaya koyulmasına ve öyküye düşmanca bir çağrışım vermesine rağmen, şiddette, silahlı direnişe ve ayaklanmaya teşvik etmediğini' kaydetti. Türkiye'yi ifade özgürlüğü hakkını (madde 10) ihlal etmekten mahkum eden AİHM, Aktan'a bin 500 euro manevi tazminat verilmesine karar verdi.
Sine-Sen'den sansüre tepki
Sine Sen Genel Başkanı Yusuf Çetin,
DTP'ye açılan kapatma davası, sınır ötesi tezkerenin uzatılması, Alternatif gazetesinin bir ay kapatılması gibi uygulamalara tepki göstererek, aydın ve sanatçılara 'Baskı, sansür ve parti kapatmalara karşı durun' çağrısında bulundu. Son güncel gelişmelere ilişkin Sine Sen Genel Başkanı Yusuf Çetin, sendika binasında basın toplantısı düzenledi. Militarist ve şoven sisteme karşı muhalefet eden muhalif basın keyfi gerekçelerle sürekli kapatıldığını belirten Çetin, 'Bizler haber alma özgürlüğünden mahrum bırakılıyoruz. Gerçek haberi okuduğumuz Alternatif'e ceza verilmiştir. Bu ortamda haber alma ve basın özgürlüğünden söz emek mümkün değildir. Tezkerenin süresi uzatılarak yeniden ölüm ve cenaze törenleri gündeme getirilecek. Savaş bütçesini doğalgaz ve elektrik faturalarımızla ödeyeceğimizi biliyoruz' dedi. Çetin ayrıca DTP'ye kapatma davasının kaygı verici olduğunu belirtti.

Türkiye Cumhuriyeti bir terör devleti midir?

ÖZGÜRLÜĞÜN ÇARPINTISI Taraf
Rasim Ozan Kütahyalı


<KENOX S730  / Samsung S730>DTP’ye açılan kapatma davasında sona doğru geliniyor...

Önce şunu kabul edelim... Bu parti terörizmle arasına mesafe koyamamış, bazı üst düzey yöneticileri şiddeti meşru gören açıklamalar falan yapmış demenin artık bir anlamı yok...

Zaten şu 25 yıllık çatışma tarihinde en baştan beri hiç kimse ama hiç kimse hukuk tanımıyor, ahlak tanımıyor hatta edep ve adap da tanımıyor...

Nihai amaçların her türlü aracı meşru kıldığına dair tüm totaliter ideolojilerin paylaştığı ahlaksız ve onursuz düşünce bu mesele etrafında her kesime hâkim...

Hem TSK hem hükümet, DTP’ye “PKK’ya terörist de” diyor... DTP’nin üst düzey kadrosundan PKK’nın bir terör örgütü olduğuna dair açık beyanlar isteniyor...

Başbakan öbür türlü DTP’lilerle görüşmüyor. Zaten diğer devlet erkânı külliyen DTP’lilerle görüşmüyor. Basit bir mülki amir bile DTP’li milletvekillerine saygısızca hatta terbiyesizce hareketler yapabiliyor... O mülki amir bu terbiyesizliğinden ötürü ceza değil takdir görüyor...

Kürt meselesi etrafında herkes önce kendi içinden geldiği kesimi sorgulamalı... Önce kendi içinden geldiği kesimi eleştirmeli... Ondan sonra karşı taraftan talepte bulunmalı... O zaman o talep meşru olabilir...

Sıcak ve sürekli çatışma başlayalı çeyrek asır olmuş... İşin özüne dönerseniz sorunun tarihi Cumhuriyet’le yaşıt. Daha öncesini karıştırmıyorum şimdilik... Herkes geriye bakmalı kendini sorgulamalı ve düşünmeli...

DTP’lilere cüzamlı muamelesi yapan generaller düşünmeli... En başta İlker Başbuğ...

TSK son 25 yıldır tam manasıyla bir hukuk devletinin ordusu gibi mi savaştı orada?

Silahlı eylemci ile halkı gerçek bir hukuk devletinin ordusuna yakışır şekilde ayırt edip, ona göre mi mücadele etti?

JİTEM diye bir yapılanma, en gaddar terör örgütlerinin yöntemleriyle tüm bir Kürt halkını zapturapt altına almak için her türlü şeyi yapmadı mı?

Gözaltında kayıplar... Hukuksuz tutuklamalar... Yargısız infazlar... İşkence ve kötü muamele... Toplu sürgünler... Bir yerleşim bölgesini potansiyel suçlu ilan edip o bölgeyi tamamen yakmalar...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu “terörle mücadele” sürecinde bu ahlaksız ve onursuz yöntemleri meşru görmedi mi?

Dürüst olun ey Türk generalleri... Dürüst olun ey Türk siyasetçileri... Hepimiz biliyoruz öyle olduğunu...

Bütün Türkiye yurttaşlarınca bilinen bir iç-bilgi bu... Orada TSK ya da Türk devlet zihniyeti ayaklanmayı durdurmak için, PKK’nın belini kırmak için “ne gerekiyorsa” yaptı...

Yasa, norm, kural, hukuk tanımadı... Ahlak, adalet, vicdan, insaniyet tanımadı... “Ne gerekiyorsa” söylemiyle yapılacak her zulmü yaptı...

Bu ahlaksız politika PKK’yı daha da büyüttü... 10 yaşında çocuktan 80 yaşındaki dedeye kadar Kürt halkı ile PKK arası özdeşlik duygusunu arttırdı... Öcalan ile Kürt halkı arasında olan gönül bağları güçlendi... Olmayan bağlar oluştu...

Hangi siyasi görüşten olursak olalım bunlar somut gerçekler... Bu gerçekler üzerinden Türkler ikiye ayrılıyor...

“Evet,bunlar oldu ama bunların olması gerekliydi” diyenler...

“Hayır, hangi şart olursa olsun böyle terör yöntemlerini kullanarak bir devlet güvenlik politikası yürütemez” diyenler...

Aslında “Bunlar zamanında oldu. Bu yöntemler uygulandı. O zaman içinde haklıydı ama şimdi o dönem geçti, siyasetin devreye girmesi lazım. Siyasi çözüm artık şart” diyen ciddi bir kitle de var bugün...

Kürt siyasal aktörleri böyle düşünenlerle de konuşmaya hazır şu anda... DTP’nin bu görüşteki insanlara gördüğüm kadarıyla kapısı sonuna kadar açık... Geçmişi konuşmayalım, önümüze bakalım diyen bir samimi irade mevcut Kürt siyasetinde...

Egemen Türk kanadı ise hâlâ o iradeye sahip değil... DTP’ye “önce PKK’ya terörist de” diyen Tayyip Erdoğan ve İlker Başbuğ’a sormak istiyorum...

DTP’lilere sürekli öyle diyorsunuz, eyvallah... Şiddetle aranıza mesafe koyun, PKK’yı kınayın, terör örgütü olarak görün...

Peki, siz General Başbuğ...

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri bu çatışma sürecinde bariz terör yöntemlerini kullanarak güvenlik politikası yürütmüştür. Bunu kabul ediyoruz” diyor musunuz?

Peki, siz Başbakan Erdoğan “Bu mesele bazında başında bulunduğum Türkiye Cumhuriyeti bir terörist devlet gibi davranmıştır” diyor musunuz?

Bir Türk önce kendine bu soruları sormalı... Bir Türk generali, bir Türk siyasetçisi önce dürüst olmalı... Türk olmak onurlu bir şeyse bu sorulara da dürüst ve onurlu bir biçimde, yani gerçek bir Türk gibi cevap vermeli...

Bu onurlu ve dürüst cevapların ardından ancak Kürt siyasetçilerine ve Kürt aydınlarına dönüp o taleplerde bulunabiliriz...

Ancak o zaman meşru bir talep olabilir talebimiz...

MÜFTÜ: ‘’KOPARILAN KÜRT BÖLGELER MUTLAKA GERİ ALINMALI’’

PNA-Federal Kürdistan Bölge parlamento başkanı Adnan Müftü , Kürdistan bölge Hükümeti ile Kürdistan Bölgesinin iki farklı anlam taşıdığını ve ‘’koparılan Kürt bölgeler her ne kadar Kürdistan Bölge hükümetinin yönetiminde olmasa da sonuçta Kadnan muftiürdistan Bölgesinin birer parçası olduğunu’’hatırlatarak Araplaştırma politikaları sonucu kopartılan Kürt bölgelerin mutlaka Kürdistan Bölgesine bağlanmaları gerektiğinin altını çizdi.

 

Bugün PNA’ya özel konuşan parlamento başkanı Adnan Müftü , federal Irak anayasası gereğince 140.maddenin kapsadığı bölgelerin Kürdistan Bölge yönetimi dışında bırakıldığını belirterek ‘’Ancak Kürdistan Bölge Yönetimi ile Kürdistan Bölgesi  birbirinden farklı iki şeydir, çünkü bu bölgeler koparılmış bölgelerdir bunların Kürdistan Bölgesine geri dönüştürmeleri gerekir’’ diye konuştu.Parlemento Kurdistan

Müftü’nün bu açıklaması , Bağdat’ta bazı yetkililerin  Kürdistan Bölge Yönetimi sınırının 1991 ‘de Kürt halkını  diktatör Baas rejiminden korunmak amacıyla İttifak Güçleri tarafından belirlenen mavi çizgi olduğu yönündeki çeşitli beyanlarının  ardından geliyor.

Kürdistan bölgesinden koparılan bölgelerin özellikle baas rejiminin yıkılmasından sonra kendi kendini idare ettiklerini belirten Müftü , buralarda nüfus çoğunluğunun Kürtlerden oluştuğunu ve bu bölgelerin Kürdistan’ın birer parçası olduğununun altını çizerek koparılan bu bölgelerin mutlaka Kürdistan Bölgesine bağlanmaları gerektiğini  vurguladı.

Bugün Kürdistan Parlamentosu Kerkük meselesini tartışmak üzere olağanüstü toplanmıştı.

kemal kerkukiToplantıda bir konuşma yapan Kerkuki, “22 Temmuz’un arkasındaki grup 140.maddenin BM’nin Irak Özel Temsilcisi Steffan De Mistura’nın önerileri içerisinde kalmasını istemiyor.” dedi.

PNA-Kürdistan Bögesi Parlamentosu, Kerkük’ün durumu, son gelişmeler ve Anayasanın 140.maddesini görüşmek üzere bugün olağanüstü toplandı. Parlamento Başkan Yardımcısı Dr. Kemal Kerkuki, “Eğer pazarlığı kabul edersek bizi Süleymaniye, Hewler, Dohuk ve Zaho’dan da çıkarırlar” dedi.

Kerkuki, Kürdistan İttifakına çağrıda bulunarak 140.madde konusunda hiçbir şekilde pazarlıkta bulunmamalarını istedi.

Kerkuki, “Kürdistan Parlamentosu’nun tarihi bir duruşu olmalı ve Kürdistan İttifakına Irak Parlamentosu’nda bulunan Baas yanlılarıyla pazarlık yapmaya izin vermemeli. Çünkü Kürt halkının hakları konusunda tenazülde bulunmak hiçkimsenin haddine değil” diye konuştu.

Yapılacak her anlaşmanın halkın yüzde 80’ninin onayını alan Anayasa yoluyla olması gerektiğini söyleyen Kemal Kerkuki, Baasçı Araplarla oturum ve anlaşma yapılamayacağını vurguladı.

Parlamento Başkan Yardımcısı Kerkuki, BM’ye çağrıda bulunarak pazarlık yapması için artık Kürtlerin yakasını tutmamasını istedi.

Kerkuki konuşmasının sonunda, “Eğer bu pazarlık kabul edilirse onlar bizi Süleymaniye, Hewler, Dohuk ve Zaho’dan da çıkarırlar.” dedi.

Tarihin çöplüğünde bir Nazist: Mahmut Esat Bozkurt

Başbakan Fethi Bey her iki bakanı Meclis kürsüsünde suçlamaktan çekinmez: 'Yazık ki, idaresizliği ile Kürdistan meselesini çıkaran bir insan burada beni tenkit ediyor. Aldığımız tedbirler kafidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamam' der
Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Hitler Mustafa Kemal için şöyle demişti: 'Mustafa Kemal'in ilk öğrencisi Musolini, ikincisi benim.' Mahmut Esat Bozkurt, daha ileri giderek Naziliğin ve faşizmin ilham kaynağının Kemalizm olduğunu söyler mahmut_esat_bozkurt
Mahmut Esat Bozkurt'u sahiplenen ve onun adına ödül yarışması düzenleyen İstanbul Barosu'nun çıkardığı dergide Genel Sekreter Hüseyin Özbek imzasıyla yayınlanan yazıda bu faşist unsura övgüler dizilmekte, evrensel hukuk ölçüleri bir tarafa itilmekten rahatsızlık duyulmamaktadır

Son günlerde yakın geçmiş tarihi kirleten unsurlar yeniden gazete sayfalarında görülür oldular. Bu unsurlardan birisi gerek icraatları, gerek demeçleri ve gerekse zihniyeti ile yakın geçmiş tarihin kirli sayfalarında boy gösteren Mahmut Esat Bozkurt. Bu kirli unsuru yakından tanımak, yakın geçmiş tarihi kavramak için oldukça önemli. Ancak ne var ki, ırkçı ve faşist Mahmut Esat Bozkurt'u sahiplenen ve onun adına ödül yarışması düzenleyen İstanbul Barosu'nun çıkardığı dergide Genel Sekreter Hüseyin Özbek imzasıyla yayınlanan yazıda bu faşist unsura övgüler dizilmekte, evrensel hukuk ölçüleri bir tarafa itilmekten rahatsızlık duyulmamaktadır.
Yargıtay Başkanvekili ve Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin'in yeni Ceza Kanunu'nun tartışıldığı bir panelde bu yasanın 10 Şubat 2005'te yürürlüğe girmesiyle Mahmut Esat Bozkurt döneminin kapanacağını söylemesi bir dizi tartışmayı beraberinde getirmişti. Bozkurt'un laik hukuk sisteminin mimarı olduğu, bu dönemin kapandığının söylenilmesinin laik hukuk sistemine karşı olduğu yönündeki eleştirilerde Sayın Şirin'in hedef alındığı unutulmadı. Hitler'in ırkçı faşist Nazi partisi (National Sosyalism) gibi kendilerini ulusalcı sol olarak tanıtan ırkçı ve faşist çevrelerin övgüyle söz ettikleri, lanetli bir ideolojinin, resmi ideolojinin önemli bir kuramcısı olarak gördükleri ancak ne var ki özelikle Kürtlerin nefretle andıkları, ismi etrafında bu kadar gürültü kopartılan Mahmut Esat Bozkurt kimdir?
Türkiye'de Takrir-i Sükun yasasıyla beraber Tek Parti Yönetimi her türlü düşünceyi yasaklayıp muhalefet yapmayı vatan hainliği olarak değerlendirince, demokrasi düşmanı bir yığın yazar gazetelerin köşe başlarını tutup faşizmin erdemliliğinden bahseder olmuşlardı. Başta Yunus Nadi olmak üzere birçok yazar ve Hamdullah Suphi gibi yöneticiler Musolini ve Hitler hayranlığını gizlemeden açıkça bu faşist liderleri övmekte adeta birbirleriyle yarışırlar. Bunların dışında hükümette görev alanlarında bu yarıştan geri kalmadıkları görülür. Irkçılığın ve faşizmin övgüsünü yapanların başında Mustafa Kemal'in Adalet ve İktisat Bakanlığını yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt gelir. Yahudi düşmanlığı yanında, Kürt düşmanlığını da her fırsatta söylemekten geri kalmayan Mahmut Esat Bozkurt, Mustafa Kemal'in nedense en çok sevdiği bakanlarından birisidir.
'Ben elimi kana bulayamam'
Bir dönemin uygulamalarında önemli rol oynayan, Kemalizmin ideolojik kuramcılığına soyunan Mahmut Esat Bozkut'a ilk önemli tepki Şeyh Sait İsyanı sırasında rejimin terör uygulamasını ret eden dönemin Başbakanı Fethi Beyden gelir. İçişleri Bakanı Recep Peker ile Adalet Bakanı Mahmut E. Bozkurt, Başbakan'ın şiddet uygulamaktan kaçındığını öne sürüp istifa ettiklerinde, Başbakan Fethi Bey her iki bakanı Meclis kürsüsünde suçlamaktan çekinmez: 'Yazık ki, idaresizliği ile Kürdistan meselesini çıkaran bir insan burada beni tenkit ediyor. Aldığımız tedbirler kafidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamam.' (1) der. Başbakan Fethi Bey'in, kabinesinde yer alan faşist ve ırkçı bakanların şiddet ve terör yanlısı politikalarına alet olmayacağı anlaşılınca, her zaman Kürtlere düşmanca yaklaşan, ne var ki, kendisi de Kürt olan İsmet İnönü'ye gün doğar.
Kürt İsmet'in Takrir-i Sükun Yasası
Irkçı ve faşist bakanların desteği ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in de onayladığı sıradan ve çok basit bir mizansenle Fethi Bey istifa etmek zorunda bırakılır. Bu mizansende Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün de bulunduğu bir ortamda görevli isyan haberini veren telgrafı önce Fethi Bey'e verir. Fethi Bey sanki umursamaz bir şekilde telgrafı okur ve görevliye geri verir. Bunun üzerine Mustafa Kemal görevliye telgrafı İsmet İnönü'ye vermesini işaret eder. İsmet İnönü telgrafı okuduktan sonra sözde derin bir düşünceye dalar görünür. Bu durumu İnönü'nün derin hassasiyeti olarak algılayan Mustafa Kemal başbakanlık görevini İsmet İnönü'ye verir. Falih Rıfkı Atay'ın müfrit diye nitelendirdiği, acımasızlığı ve şiddet yanlılığıyla Kürtlerce çok yakından tanınan Kürt kökenli İsmet İnönü başbakan olur olmaz bütün ülkeyi zindana çeviren Takrir-i Sükun Yasası'nı çıkartır. Bu yasayla yönetime eleştirel yaklaşan yayın organları yasaklanır, ünlü gazeteciler tutuklanıp İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanırlar. Yeni kurulan İnönü hükümetinde Mahmut Esat Bozkurt ve Recep Peker görev alacak ve özellikle şiddet yanlısı ve faşist kişiliğiyle Recep Peker, Tek Parti yönetiminde önemli görevler üstlenecektir.
Teorisyen Bozkurt'un Hitler hayranlığı
Mahmut Esat Bozkurt, Şey Sait İsyanı'nın şiddet ve terörle bastırılmasını savunup, binlerce masum insanın öldürülmesinde önemli rol oynar. Kemalizmin teorisyenliğini de yapan Mahmut Esat Bozkurt, Hitler'e ve Musolini'ye övgüler dizdiği Atatürk İhtilali adlı kitabında Kemalizmin, faşizm ve Nazizmle olan benzerliğini ortaya koyar. Bunun yanısıra, söz konusu kitapta Hitler gibi ari ırkını yücelterek Yahudileri aşağılamaktan da geri kalmaz.
'Ariler medeniyet kurucularıdır. İdealistlik, o kuvvettir ki, Arilerin üstünlüğünü gösterir. Yahudi Ariliğin en belirli bir zıddıdır. Yahudiler göçebe değil asalaktır.' (2)
Kemalizmin kuramcısı olarak öne çıkan Mahmut Esat Bozkurt, Kemalist Tarih Tezi'nin o denli etkisinde kalmış olmalı ki, Nazilerin üstün ırk olarak gördükleri Arilere sahip çıkmakta, Türkleri de bu ırkın bir kolu olarak benimsemektedir. Oysa Arilerin Türklerle hiçbir ilişkisi yok ama Kürtlerle ilişkili olduğu da o denli gerçek. Yahudilere olan düşmanlığı ise, kendisini Nazilerle özdeşleştirdiğinden olsa gerek; çünkü tarihte Yahudilerle Türkler arasında ciddi hiçbir sorun yaşanmamış; aksine Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki Türkleştirme politikasında Yahudilerin önemli katkıları olmuştur. Dolayısıyla düşman olunacak hiçbir neden olmamasına karşın Yahudileri düşman olarak nitelendirmesi totaliter rejimlerde iktidarın düşmana olan gereksinimden kaynaklandığındandır. Halkı hayali düşmanlarla oyalayıp içteki azgın sömürüyü gizlemek despotik rejimlerin çok sık uyguladıkları yöntemlerden biridir. Resmi ideolojinin de bundan beslendiği 80 yıllık cumhuriyet tarihine bakıldığında net bir şekilde görülmektedir.
'Türkün en kötüsü, olmayanın en iyisinden iyidir'
Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Hitler Mustafa Kemal için şöyle demişti: 'Mustafa Kemal'in ilk öğrencisi Musolini, ikincisi benim.' (3) Mahmut Esat Bozkurt daha ileri giderek Naziliğin ve faşizmin ilham kaynağının Kemalizm olduğunu söyler. 'Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söyler. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür.' (4)
Kemalizmi faşizm ve Nazizmle eşdeğer gören ve her seferinde Atatürk'ü sözleriyle fetişleştirip ululaştıran Mahmut Esat Bozkurt, patavatsızlığı ve densizliği nedeniyle günün birinde bakanlıktan istifa etmek zorunda kalır. İstifasına neden olan hızlı Türkçülüğü, ırkçılığı ya da faşizme olan hayranlığı değil. 'Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir' (5) diyen Bozkurt, 21 Eylül 1930 tarihli Son Posta Gazetesi'ne verdiği demeçte, 'Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk'tür. Öztürk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır. Köle olmaktır' demişti.
O yıllarda rejimin yeni bir ulus yaratmak için başta Kürtler olmak üzere diğer etnik unsurları zorla asimilasyona tabi tutmaları nedeniyle iktidar güçlerinden karşı bir ses yükselmez. Faşist ve ırkçı bakan Mahmut Esat Bozkurt'un bu demecine o günlerde başlarına her gün bomba yağan Kürtlerden de bir tepki gelmez. Ama Rum ve Ermeniler bu demeçten son derece rahatsız olarak kendi gazetelerinde tepkilerini dile getirirler. Bu tepkileri sütunlarına alan Cumhuriyet Gazetesi, 25 Eylül 1930 tarihinde şunları yazar: '...Rumca gazeteler, sabık Adliye Vekili'nin Öztürk tabirle ecnebileri değil, fakat Türk olmayan düğer unsurları kastettiği yolundaki beyanatını şiddetle tenkit ederek mumaileyhin böyle bir söz sarf ettiğine inanmak istemediklerini, yirminci asırda esaret mevcut olmadığını, böyle bir tasnifin Türkiye Cumhuriyeti'nin bariz bir vasfı mümeyyizi olan müsavat ve liberalizm prensipleriyle ve teşkilatı esasiye kanunu ile kabili telif olmadığını ve Rumların esaretten muhacereti tercih edeceklerini yazıyorlar.'
Mahmut Esat Bozkurt'un hiç ummadığı bu tepkileri yumuşatmak için istifa etmesine karşın Rumlar rahatsızlıklarını her seferinde dile getirirler. Rumların gazetelerinde bu konuyu sürekli gündemde tutmaları üzerine Bozkurt yeni bir açıklamada bulunur. Bu kez yabancıları değil de Türk olmayan diğer unsurları kastettiğini belirtir. Türk olmayan diğer unsurlar dediği, hani birçok anlı şanlı devlet büyüklerimizin 'bu memleketin asli unsurları' dedikleri ancak daha sonra Mersin'deki Ergenekon çetesinin tezgahladığı bayrak provokasyonu nedeniyle yaşanan olaylarda Genelkurmay Başkanı'nın 'sözde vatandaş' diye tabir ettiği, yine bir başka Genelkurmay Başkanının AKP hükümetine verdiği sözde e-muhtırada 'Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır' dediği Kürtlerin ta kendisidir. Cumhuriyet öncesi sözde Kurtuluş Savaşı'nda canını vermekten çekinmeyen, ama cumhuriyet sonrası bir dizi ink‰rla yok edilmeye çalışılan Kürtler...
Gereksiz safra gibi bir tarafa atılan Bozkurt
19 Eylül 1930 tarihli Milliyet Gazetesi'nde de '...saf Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur; onlar sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma hakkına sahiptirler. Bu gerçeği dost, düşman, herkes dağlar bile bilmek zorundadır' der.
Patavatsızlığı ile milletvekillerinin alay konusu olan Mahmut Esat Bozkurt'un istifası İsmet İnönü'yü rahatlatır. 22 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 'Elhamdülillah' başlığıyla şöyle yazar: 'Adliye Vekili Mahmur Esat Bey'in İsmet Paşa kabinesinden çıkarılacağı haberleri nihayet tahakkuk etmiştir. Filhakika dün bir telgrafla vekaletten çekilmesi talep edilen Mahmut Esat Bey'in, istifanamesi bu sabah Başvekalete gelmiştir. Onun istifası, İsmet Paşa'yı bir kat daha kuvvetlendirdi. Her sözü, her hareketi, her işi ile (daha iki gün evvel Ödemiş'te irat ettiği nutukta ne çamlar devirmişti). İsmet Paşa kabinesine zaaf veren bu vekilin çekilmesi, Başvekili ağır bir yükten kurtardı. İsmet Paşa bunün dünden kuvvetlidir. Lüzumsuz bir safradan kurtulmuş bir balon nasıl havada yükselirse İsmet Paşa kabinesi de ondan kurtulunca efkarı umumiyede öyle yükselmiştir.' (6)
Kemalizmin ünlü kuramcısı, büyük Türkçü Mahmut Esat Bozkurt gereksiz bir safra gibi bir tarafa atılır. Sistem nasıl ki, işi biten tetikçisini ıssız bir yerde öldürdüğü gibi siyaset erbabını da suyu sıkılmış bir limon gibi bir köşeye atıverir. Bir köşeye itibarsız bir şekilde atılan Mahmut Esat Bozkurt, İsmet İnönü'den daha mı çok milliyetçiydi? Elbette hayır...
'Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz'
İsmet İnönü'nün de aynı kanıda olduğunu birçok demecinde görmek mümkün. Şovenlikte herkesin birbirleriyle yarıştığı o günlerde, Sivas demiryolunun açılışı nedeniyle şunları söyler İnönü: 'Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki bir takım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur.' (7)
Türklerin kendi devletlerinde, etnik veya ırki bir takım hak talebinde bulunma saçmalığını bir tarafa bırakarak, İsmet İnönü'nün Bitlisli bir Kürt olduğunu belirtmiştik. İsmet İnönü'nün 22 Nisan l925 günü Türk Ocakları'nda yaptığı konuşmada, 'Biz açıkça milliyetçiyiz. Milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir. Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiç bir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz. Vatana hizmet etmek isteyenler her şeyden önce Türk ve Tükçü olmalarını istiyoruz.' (8)
Kürt olduğu halde Türkçülüğü bu denli savunan İnönü hakkında Rıza Nur'un düşünceleri ise hayli ilginçtir. Lozan görüşmeleri sırasında Dışişleri Bakanı olarak Rauf Bey'in yerine İsmet İnönü'nün atanmasına önce sevindiğini yazan Rıza Nur, şöyle devam eder: 'Meğerse ben ne hata etmişim? Bir Abazanın atılmasına, fakat yerine bir Bitlisli Kürdün geçmesine neden olmuşum... Bunu Lozan'da öğrendiğim vakit bana inme iniyordu. Bir gün Lozan'da İsmet bizzat kendisi Bitlisli olduğunu, orada Türk olup olmadığını benden sordu. O vakit donup kaldım. Ne bileyim? Bu adam kendini halis bir Türk gibi gösteriyor. Sözleriyle Türkçülük yapıyor.' (9)
'ÖnceTürk, pek çok Türk sonra insan'
Atatürk milliyetçiliğini çağdaş bir ulusçuluk olarak görenlerin, Mahmut Esat Bozkurt'tan milliyetçilik üzerine öğrenecekleri çok şey var. İşte Mahmut E. Bozkurt'un kuramcılığını yaptığı Kemalist ideolojinin milliyetçilik yönü:
'Türk ve Türkçülük her şeyden üstündür. İnsanlığı çok severim. Lakin Türkçülüğü daha çok. İnsanlığı duyarım. Lakin Türklüğü daha çok fazla. Türk herşeyden üstündür. Her şey Türk içindir. Bana denmesin ki, Türk olmayanı düşünmez misin? Düşünürüm. Ama Türkü, daha çok, daha pek çok... Önce Türk, sonra insanlık, sonra başkaları..' (10)
Kendini bu denli milliyetçi gören Mahmut Esat Bozkurt aynı zamanda emperyalizmle de son derece uyumlu bir kişilik sergilemektedir. Ekonomiden sorumlu Bakan olduğu sırada, İzmir İktisat Kongresi nedeniyle Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'ne verdiği bir demeçte şunları söyler: 'Bazı ecnebi ve ezcümle Yunan gazeteleri ve ajansları Kongre aleyhine propaganda yapıyor ve bizim ecnebi sermayesine düşman olduğumuzu iddia ediyorlar. Bunlar külliyen yalan ve iftiradır.' (11)
Mahmut Esat Bozkurt Kemalizmin önemli ideologlarından biridir. Milliyetçilik konusunda söyledikleri, katıksız Kemalizm söylemidir. Ne eksik, ne fazla... Kemalist milliyetçilik en net ifadesini Mahmut Esat Bozkurt'un yazdıklarında bulur. Ancak ne var ki, Van'da bir kışlaya adı verilen Kürt düşmanı katil Orgeneral Mustafa Muğlalı örneğinde olduğu gibi bu kirli unsurlardan toplumsal bir mutabakat sağlanılmaya çalışılması, öne çıkartılması bir tehdit unsuru olarak kullanılmıyorsa eğer bunların birer aymazlık örneği olduğu çok açıktır. Mahmut Esat Bozkurt'a tarihin çöplüğünden saygı kazandırma çabası boşuna bir uğraştır. İstanbul Barosu'nun Mahmut Esat Bozkurt adına ödül vermesi ve onun ırkçı ve faşist yönünü unutturma çabası beyhudedir. Halkların belleğinde o iflah olmaz bir Nazidir çünkü. www.gundemonline.com
MUSTAFA YELKENLİ *
*Barış ve Demokrasi Partisi Ankara İl Başkanı (myelkenli@hotmail.com)
DİPNOTLAR:
1 - Ş.S.Aydemir, Tek Adam, c.3 s.232, Remzi K. 5.Baskı 1975
2 - M.E.Bozkurt, Atatürk İhtilali, s.65 Altın K. 1967
3 - F.R.Atay, Çankaya, c.1 s.205 1937
4 - M.E.Bozkurt, Ataürk İhtilali, s.137, Altın K. 1967
5 - Cihan Yamakoğlu, M.Esat Bozkurt sayfa 49, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları, 1987
6 - Arıca bakınız: Cihan Yamakoğlu, M.Esat Bozkurt, s.39 Kültür ve Turizm Bak. Y. 1987
7 - Milliyet Gazetesi, 31 Ağustos 1930
8 - Yakın Tarihimiz, s.447 Milliyet'in Tarih ve Kültür Eki
9 - Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c.3 s.181-182 İşaret Y. 1992
10-Yeni Sabah Gazetesi, 23 Birincikanun 1943
11-Prof. Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, s.48, İmge Y. 3.Baskı 1994

Ama 'Kürt büyüğü'dür

orhan_dogan_park_izinyok Bulanık'ta Orhan Doğan'ın adı belediye parkına verilmek istendi, Kaymakamlık 'Türk büyüğü olmadığı' gerekçesiyle izin vermedi
Kürt siyasetçilerine yönelik tahamülsüzlük sınır tanımıyor. Yıllarca cezaevlerinde tutulan, hakkında çok sayıda dava açılan Kürt siyasetçi Orhan Doğan'a yönelik uygulamalar, ölümünden sonra da sürüyor. Cizre Belediyesi'nin yaptırdığı Doğan'ın kabartma heykeli konusunda mahkeme, ikinci kez ihtiyati tedbir kararı aldı. Muş Bulanık'ta ise belediye parkına Doğan'ın adı verilmek istendi, ancak Kaymakamlık Doğan'ın 'Türk büyüğü olmadığı' gerekçesiyle izin vermedi.
Anısına da ihtiyati tedbir!
Mahkemeler sağlığında yıllarca cezaevlerinde tuttukları Kürt siyasetçi Orhan Doğan anısına da aynı muameleyi gösteriyor. Cizre Belediyesi tarafından Belediye Parkı'nda yaptırılan kabartma heykeli konusunda mahkeme, ikinci bir ihtiyati tedbir kararı aldı. Muş'un Bulanık ilçesinde ise belediye parkına Orhan Doğan'ın isminin verilmek istenmesi, Bulanık Kaymakamlığı tarafından Doğan'ın 'Türk büyüğü olmadığı' gerekçesiyle reddedildi. Belediyeler, kararların siyasi olduğunu belirterek, Doğan'ın siyasi hayatına ihtiyati tedbir koyanların şimdi de heykel ve park isimlerine ihtiyati tedbir koyduğuna dikkat çekti.orhan-dogan-topraga-verildi2_b
Cizre Belediyesi tarafından Kürt siyasetçi Orhan Doğan anısına Belediye Parkı'nda yapılan ve üzerinde Doğan'ın Meclis'te yaptığı konuşmadan alınan 'Nasıl ki tek çiçekle bahçe, tek sazla orkestra olmazsa, Türkiye insanının da tek tip düşünmesi beklenmemelidir' sözlerinin yer aldığı kabartma heykeline ilişkin Cizre Mal Müdürlüğü, 2006 yılında Cizre Belediyesi hakkında Cizre Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açmıştı. Heykelin Kıyı Kanunu'na göre Dicle Nehri'ne 100 metre mesafe olan kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı öne sürülerek, hazineye devredilmesi istenmişti. Mahkeme, 4 Haziran 2007'de parkın hazineye devredilmesine ve ihtiyati tedbir alınmasına karar vermişti. İhtiyati tedbir 10 Eylül'de bir haftalığına mahkeme tarafından kaldırılmıştı. Mahkeme, heykelin kaldırılmasına ilişkin belediyeye verdiği bir haftalık sürenin dolması üzerine park için 17 Eylül'de ikinci bir ihtiyati tedbir kararı verdi. Mahkeme, 4 Haziran'da Şırnak Barosu'na ait lokal inşaatı hakkında verilen ihtiyati tedbir kararını ise kaldırdı. Duruşma 5 Kasım'a ertelendi.
'Tahammülsüzlük var!'
Karara tepki gösteren Cizre Belediye Başkanvekili Ahmet Dalmış, alınan kararın siyasi olduğunu söyledi. Park içerisinde yapılan birçok inşaata göz yumulduğunu dile getiren Dalmış, ancak Doğan heykeli konusunda hukukun alelacele işlediğini belirtti. Doğan'a karşı bir tahammülsüzlük olduğunu ifade eden Dalmış, şunları kaydetti: 'Orhan Doğan yaşarken devlet tarafından siyasi hayatına konulan ihtiyati tedbir kararı maalesef bugün tahammülsüzlükten ötürü anısı için yapılan heykele yönelik de alınıyor. Barış ve kardeşliği savunmanın yegane gayesi içerisinde olan Orhan Doğan maalesef hala bu ülkede bazı savcılarca bölücü olarak görülüyor. Ama gün gelecek barış ve kardeşliğin mücadelesini onurluca yürütenlerin Cizre'de değil ülkenin birçok yerine Doğan'ın heykelinin dikileceğine inanıyoruz.' ŞIRNAK / DİHAorhan-dogan-cizre-cenaze4
VEDAT YILDIZ/ İBRAHİM BUDAK
Orhan Doğan 'Türk büyüğü' değilmiş!
Muş'un Bulanık ilçesinde Muş Belediyesi tarafından yapılan parka Orhan Doğan'ın isminin verilmek istenmesi Kaymakamlık engeline takıldı. Belediye meclisinin yeni yapılan park ve caddelere verilmesi için hazırladığı isim listesi, onaylanması için İlçe Kaymakamı Fatih Aksoy'a gönderildi. DTP, MHP ve AKP'li meclis üyelerinin oybirliğiyle hazırladığı isim listesinde bulunan cadde isimleri onaylanırken, belediye binası yanında bulunan boş arazide yapılan parka Orhan Doğan isminin verilmesi reddedildi. Kaymakam Aksoy karara ilişkin, 'Yaptığımız araştırmada Orhan Doğan sadece DEP Milletvekili olduğu ve Türk büyüğü olmadığı tespit edilmiştir. Park ve benzeri yerlere verilen isimler Türk büyüklerine ait olması gerekiyor. Bunun için alınan karar kaymakamlığımız tarafından reddedilmiştir' gerekçesini öne sürdü. Kaymakamın gerekçesinin kabul edilemez olduğunu söyleyen Bulanık Belediye Başkanı Nasır Aras, karara karşı hukuki yola başvuracaklarını belirtti. Doğan'ın Türkiye'de barış ve demokrasi açısından önemli hizmetleri olan değerli aydınlardan olduğunu belirten Aras, 'Bize göre Kaymakam'ın aldığı karar hukuki değil, tamamen siyasi bir karardır. Yasalarda verilen isimlerin genel ahlaka, genel adaba uygun olduğu zaman onaylanması gerekiyor. Ancak burada böyle yapılmadığı görülmektedir. Burada kararın reddedilmesi halkın iradesinin reddedilmesi anlamına gelmektedir' şeklinde konuştu. Halen yaşayan sanatçı, belediye başkanları ve aydınların isimlerinin Türkiye'de birçok parka verildiğini hatırlatan Araz, 'Verilen isim ilçe halkı tarafından büyük bir sevinç yaratmıştı. Kaymakamlık kararı inandırıcı değildir. Ancak biz bu parka Sayın Orhan Doğan'ın isminin asılması için her türlü yasal yola başvurarak ismi parka vereceğiz. Meclis'i toplayarak aynı ismi kararlaştırarak göndereceğiz' dedi. MUŞ / DİHA REMZİ COŞKUN