Kuzey Irak’ta tansiyon artıyor

Semih Idiz-Milliyet Tekrar iç meselelere daldığımız şu sıralarda yanı başımızda cereyan eden ve bizi de yakından ilgilendiren gelişmeleri görmezden geliyoruz. Oysa Kuzey Irak’tan yansıyan haberler, bölgedeki Kürtler ile Sünni Araplar arasında 2003’ten bu yana zaten var olan tansiyonun arttığını gösteriyor. Bunun başlıca nedeninin, Kürtlerin Arapları Kuzey Irak’tan kovma girişimleri olduğu söyleniyor. Peşmergelere direnen Arapların da El Kaide türü örgütlere veya yerli Sünni direniş gruplarına artan sayılarda kaymaya başladıkları belirtiliyor. Bu da Washington’un “istikrarlı ve sakin” diye lanse ettiği Kuzey Irak’ta yakın gelecekte patlak verebilecek bir Kürt-Arap çatışmasına işaret ediyor. Sincar’ı da almak istiyorlar Öte yandan, Irak’taki bazı kentlerin nihai statüsünü belirlemeyi amaçlayan referandumun bu yıl tekrar gündeme gelmesiyle bölgedeki tansiyonun daha da artması bekleniyor. Kürtler ise geçen yıl yapılamadığı için bu yıla ertelenen referandum için bastırıyorlar. Bu yoldan sadece Kerkük’ü değil, Arapların yoğun olarak yaşadıkları Musul’un kuzey ve doğu bölgeleri ile Sincar kentini de resmen ele geçirmek istiyorlar. Yerel Kürt yönetimi, Kerkük’ü dışarıdan gelen Kürtlerle doldurma çabasının yanı sıra, Musul ve yöresinde de “etnik temizlik” yapmaya çalışmakla suçlanıyor. Resmen olmasa da fiilen Kürtlerin elinde bulunan söz konusu bölgelerdeki zengin petrol yatakları da tabii ki gözden kaçmıyor. Kuzey Irak’ın petrol havzalarına dönük tek taraflı tasarrufları da zaten Kürtlerin Bağdat ile yaşadıkları sorunların başını çekiyor. ABD de sorguluyor Ancak, gönülleri Kürtlerden yana olan Amerikalı askeri yetkililer bile, sözü edilen referandumun bu şartlarda yapılmasının yararını sorgulamaya başladılar. Bölgedeki ABD güçlerinin iki numaralı komutanı General Tony Thomas da bunu sorgulayanlardan biri. Los Angeles Times’a konuşan Thomas, söz konusu referandumu öngören, Irak Anayasası’nın 140’ıncı maddesinin çok iyi yönetilememesi halinde, bunun Kürtler ile Araplar arasındaki çatışma olasılığını artıracağını söylemiş. Bu çatışmanın patlak vermesi halinde bölgedeki Amerikan askeri ve sivil hedeflere dönük saldırıların da artacağını kuşkusuz Thomas da biliyor. Zira Araplar, Kürtlerin tüm Kuzey Irak’ı ele geçirme girişimlerinde Amerikalıların desteğine sahip olduklarına inanıyorlar ki bu tümüyle yanlış değil. Karışıklık artıyor Nitekim, Los Angeles Times muhabirinin sorularını yanıtlayan Sünni Arapların yerel yöneticilerden Hassan Thanun Alaf, “Kürtlerle Araplar iyi geçindiklerinde El Kaide bölgemizde destek bulmaz” sözleriyle genel durumu özetlemiş. Amerikalılar aksini iddia etseler de Irak’taki genel karışıklık artıyor. Son olarak Basra’da patlak veren çatışmalar da bunu gösteriyor. Bağdat ve yöresinde güvenlik açısından sağlandığı belirtilen nispi ilerlemenin de bu koşullarda kırılgan olduğu ortada. Bu durumda Iraklı Kürtlerin maksimalist beklentileri nedeniyle çatışmaların Kuzey Irak’a sıçraması sadece bir zaman meselesi gibi görünüyor. Bu nedenle, Türkiye’nin bölgeden yansıyabilecek olumsuz yeni olasılıklara hazır olması gerekiyor.

ABD'den para alan STK'lar

Genelkurmay sivil toplum örgütlerini de andıçladı. Rahmi Koç dahi bu andıç da yer aldı. Hangi kurum nereden para alıyor? Taraf gazetesi yeni bir andıçı yayınladı. Bu andıç iş dünyası ve sivil toplum örgütlerine dair. Andıç da Rahmi Koç, Bülent Eczacıbaşı ve Kemal Derviş gibi isimler de yer alıyor. Andıçta hangi STK'nın hangi yabancı vakıf ya da kurum tarafından desteklendiği belgeleniyor. Bunların başında ise TESEV ve kurucusu Bülent Eczacıbaşı geliyor. TÜRKİYE'DEKİ STK'LARIN BAĞLANTILARI Genelkurmay tarafından 2006 yılında hazırlanan andıçta, ABD, AB ve Musevilerin Soros Vakfı üzerinden sivil toplum örgütlerine rejimi değiştirmek ve ülkeyi bölmek için yardım ettiği iddia ediliyor. 73 sayfadan oluşan raporda ünlü spekülatör Soros'un Açık Toplum Fonu aracılığı ile desteklediği dünyadaki örgütler, Gürcistan darbesine verdiği destek, Kıbrıs'daki faaliyetleri yer alıyor. MUSEVİ SOROS İLE PARA AKTARIMI Türkiye'de Soros'dan para alan kişi ve kurumlarda tablolarla gösteriliyor. Türkiye'deki STK'lara maddi desteği gösteren tablonun en üstünde ABD'de başkana bağlı dış politika konularını koordine eden Ulusal Güvenlik Konseyi yer alıyor. Rapora göre mali destek buradan Soros Vakfı ve National Endowment For Democracy gibi vakıflara aktarılıyor. Bu vakıflarda Türkiye'deki STK'lara parayı dağıtıyor. Raporda diğer bir tabloya göre ise Soros Vakfı'nın üzerinde hiyerarşik olarak Museviler var. Soros'un da bir Macar Musevisi olduğu hatırlatılıyor. TÜRKİYE'DE KİMLERE PARA VERİLİYOR Tabloda bu kurumlarla ilişki içinde olan ve mali destek alan Türkiye'deki kurumlar da sıralanıyor. En başta ise TOBB, TÜSİAD; Adalet, Dışişleri ve Eğitim bakanlıkları, TESEV, Arı hareketi, Sabancı Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Liberal Düşünce Topluluğu, KADER, KAMER, SODEV, ENKA okulları, Umut Vakfı, Robet Koleji, İstanbul Kültür ve Sanat vakfı yer alıyor. KİM NE KADAR PARA ALIYOR? Askerin raporunda Amerika ve Soros'dan para alan kurumlar ile ne kadar para aldıkları da not edilmiş. CIA bağlantı merkezlerinden proje bedeli adı altında para alan kurumlar şöyle sıralanıyor; *TOSAV (Doğu Ergil) : 92 bin dolar/ 6 bin 250 paund (Türk-Kürt sorununun çözümü için verilmiş) *ANSAV (Gökhan Çapoğlu) : 189 bin 604 dolar (Parti örgütlenmesi için) *Stratejik Araştırmalar Vakfı : 190 bin 193 dolar *Türk Demokrasi Vakfı (Bülent Akarcalı) : 106 bin 100 dolar... *Liberal Düşünce Topluluğu: 11 bin 500 dolar *Türk Ekonomi ve Sosyal Etüdler Vakfına: 1 milyon 111 bin dolar. *Arı grubu: (IRI -Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsünden para alan kurum olarak geçiyor): 278 bin 500 dolar... *Ulusal Demokrasi Enstitüsü'nün ise Yeni Forum Dergisi'ne 150 bin dolar artı 11 bin 766 dolar aktardığı yazılıyor. Bu enstitünün Türkiye'deki diğer STK'lara ise 824 bin 900 dolar verdiği not ediliyor. (Haber: Mehmet Baransu/ Taraf)

TURKCU FASIZM SIMDIDE ANADOLUDAKI CERKES ABHAZ VE SEBATAYLARA YONELIYOR...

Genelkurmay'ın 2006 yılında hazırladığı 72 sayfalık Sivil toplum örgütleri raporunda Sabetayistler notunun düşüldüğü kısım dikkat çekici. Bu kısımda isimler de sıralanıyor. TESEV, Nafis Can Paker başlığının altında şu isimler SABETAYLAR olarak not edilmiş; Sabetayist nedir? Bir Yahudi olan Sabetay Sevi'ye inanlara Sabetayist deniyor. Sabetayistler, Mesih gelene kadar bulundukları toplum içinde gizlenerek yaşamayı felsefe ediniyorlar. Müslümanlarla yaşıyorlar, müslüman isimleri koyuyor, namaz kılıp, oruç tutuyor hatta haca gidiyorlar. Bu kişiler Yahudi dönmesi olarak niteleniyor. Ancak özünde Yahudilik inancını gizli olarak devam ettiriyorlar. Nebahat Akkoç, Murat Belge, Osman Kavala, Ömer Madra, Eser Karakaş, Neşe Düzel... SEZEN AKSU DA LİSTEDE TESEV Başkanı Can Paker'in adının ortada büyük olarak yazıldığı belgede yer alan diğer isimler de şunlar; Bülent/Nejat Eczacıbaşı, Sabancı Holding, Mehmet ve Canan Barlas Ahmet İnsel, Nabi Avcı Ömer Dinçel, Salim Uslu, Oktay Ekşi, Sezen Aksu, Zülfü Livaneli, Taha Akyol, Özdem Sanberk, Şahin Alpay, Kürşat Bumin, Nadire Mater ve Eyüp Can... Raporda, bu isimlerin karşılarında ise irtibatlı oldukları kişiler ile nerelerde çalıştıkları not edilmiş. (Haber: Mehmet Baransu/ Taraf) Ergenekon'cular nereli? 07 Nisan 2008 Pazartesi 16:00 Ergenekon'a bulaşmış olanların kökenlerine bakınca şaşırtıcı bir tesadüf çıktı: Kökenleri... İşte memleketleri... Son dönemde Ergenekon yazılarıyla dikkat çeken Şamil Tayyar yeni iddialarda bulundu. Bu kez Nuriye Akman'a konuşan Tayyar Ergenekon soruşturmasında son noktaya gelindiğini belirterek "Ötesi Türkiye'de kan gövdeyi götürebilecek, çok büyük siyasi cinayetlerin işlenebileceği bir süreci tetikleyebilir." diyor. Tayyar Ergenekon'daki isimlerin çoğunun Kafkas kökenli olduğuna da dikkat çekti. YENİ BİR İDDİA: ERGENEKON'DAKİLER KAFKAS KÖKENLİ Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan, bunlarla doğrudan ya da dolaylı ilintili olan tüm isimlerin şeceresini döktüğünüz zaman, Abhaz ve Çerkez ağırlıklı bir yapılanma ortaya çıkıyor. Bu kesimin MİT içinde de bir dönem çok ciddi ağırlığı olduğunu herkes biliyor. Belki bu aidiyet, kendilerine bir kolaylık da sağlıyor. Yani 'aynı kökenden insanların yoğun olarak bu hareketin içinde yer almasının siyasi anlamı var mı, tesadüf mü?' bunun araştırılması gerekir. İDDİANAME MANİFESTO GİBİ OLACAK Biraz sabırlı olmakta fayda var. Ortaya, bir manifesto niteliğinde çok önemli değerlendirmelerin de içinde olacağı, yakın tarihimize ışık tutacak bir iddianamenin çıkacağını düşünüyorum. ERGENEKON SORUŞTURMASI BURADA BİTER İlhan Selçuk'un tutuklanması, Ergenekon soruşturmasının nereye kadar gideceği konusunda bir test olmuştur. Bana göre gelinen en üst noktadır. Daha yukarıya çıkacağını zannetmiyorum. Bu haliyle bile bir iktidar partisinin kapatılması gibi bir süreci doğuran gelişmeler yaşandı. Daha ötesi Türkiye'de kan gövdeyi götürebilecek, çok büyük siyasi cinayetlerin işlenebileceği bir süreci tetikleyebilir. O nedenle, bu iş burada noktalanacaktır. Bir iddianame hazırlanacak. Kapatma davasından önce bu zaten sonuçlanacak. ERGENEKON'UN AK PARTİ İÇİNDEKİ AYAKLARI Benim zihnimde çok önemli bir iki isim var. Ama bunları belgelendirebilecek bir durumda değilim. Eğer olursa her ne pahasına olursa olsun bunları da yazmayı düşünüyorum. Kuşkusuz bu kadar büyük bir siyasi partinin içine el atmamaları düşünülemez.

Asıl terörizm Türkiye'de Kürtlere karşı uygulanıyor

Asıl terörizm Türkiye'de Kürtlere karşı uygulanıyorKürtlerin en ufak demokratik taleplerine bile şiddetle karşılık verilen Türkiye'de, baskıların sonu gelmiyor. Son bir haftada 40'tan fazla Kürt tutuklanırken, Newroz kutlamaları sırasında Van, Yüksekova ve Siirt'te estirilen polis terörüne yönelik tepkiler de sürüyor. DTP konuyu Meclis'e taşıdı. Bu arada gösteriler sırasında polisin Belçika yapımı FN303 tipi silah kullandığı ortaya çıktı. İlk kez Newroz'da kullanılan silah, 'ölümcül' bir 'isyan bastırma silahı' olarak biliniyor. 'İsyan bastırma silahı' devrede Newroz kutlamalarında polisin terör estirdiği Van, Hakkari ve Siirt'te gerçek mermi, panzer, cop ve gaz bombasının yanı sıra, 'ölümcül' olan ve 'ayaklanma bastırma silahı' olarak nitelendirilen FN303 silahının ilk kez kullanıldığı belirlendi. Özellikle Kürt illerinde kullanılan silahın, Van Emniyet Müdürlüğü tarafından Newroz için özel olarak getirtildiği ortaya çıktı Milyonlarca Kürdün temel demokratik taleplerini dile getirdiği Newroz kutlamalarını hazmedemeyen devlet güçlerinin saldırısı sonucu 3 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı. Binlerce kişi gözaltına alındı, yüzlercesi de tutuklandı. Polisin terör estirdiği gösteriler sırasında kullanılan silahlar ise oldukça dikkat çekiciydi. Polisin, uluslararası alanda hukukçuların 'ölümcül' diye tabir ettiği ve 'ayaklanma bastırma silahı' olarak da nitelendirilen FN303 tipi silahı kullandığı ortaya çıktı. Türkiye'nin, 2008 yılı itibariyle bu silahı başta Kürt illerinde olmak üzere, Kürtlerin eylem yapabileceği yerlerde kullanmak amacıyla aldığı belirlendi. FN303 silahını İngiltere İrlandalılara, İsrail Filistinlilere, ABD ise muhaliflerine karşı kullandı. 2004'te bir kişinin ölümüne neden olduğu için ABD'nin Boston Eyaleti'nde yasaklandı. Emniyet Genel Müdürlüğü, Kürtlerin bütün demokratik eylemlerine karşı sürekli olarak panzer, gerçek mermi ve silah, gaz bombası, biber gazı, cop gibi silah ve araçlar kullandı. Polisin demokratik eylemleri bastırmasında daha etkili olması amacıyla son olarak Belçika yapımı FN303 tipi silah alındı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, 2008 yılı itibariyle silahı İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Adana, Mersin, Van, Hakkari ve Dersim'de kullanacağı belirlendi. Tanesi 2 bin dolara alınan silah, 10 ilin çevik kuvvet müdürlüklerine şubat ayından itibaren gönderildi. FN303 tipi silah, yarı otomatik, hava sıkıştırması ile ateşlenen 2.3 kg ağırlığında ve 17.27 mm çapında mermi atabilen bir silah. Silahın temel kullanım amacı, 'isyan bastırmak' olarak biliniyor. Bu da 'ateşli silah kullanmayan her sivilin hedef olabileceği' anlamına geliyor. Silahın Kürt illerinde kullanılması ise, 'devlet isyan bastıracak' yorumuna yol açtı. 'Ölümcül' silah Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 10 ilde kullanmayı planladığı FN303 tipi silah, aynı zamanda biber gazı sıkıyor. Biber gazının insanlar üzerindeki olumsuz etkileri birçok raporla tespit edilmiş durumda. Los Angeles Times Gazetesi'nin 18 Haziran 1995 tarihli sayısındaki bir habere göre, 1990-1995 yılları arasında biber gazı nedeniyle 61 ölüm vakası rapor edildi. Hukukçular ise, 'hem cephane içeriği hem de sahip olduğu hız ve yüksek moment taşıyan mermi içeriği' dolayısıyla silahın 'ölümcül' olduğuna dikkat çekiyor. FN303 tipi silahın atacağı biber gazı ya da gaz fişeğinin benzeri daha önce Türkiye'de de pek çok ölüme neden oldu. 28 Mart 2006'da Diyarbakır'da yapılan gösterilerde yaşamını yitiren kişilerden 3'ünün gaz fişeği yaralanmasına bağlı olarak öldüğü tespit edilmişti. 22 yaşındaki Tarık Ataykaya, 17 yaşındaki Mahsum Mızrak ve 8 yaşındaki İsmail Erkek'in otopsi raporlarında, gaz fişeği yaralanmasına bağlı kanama ve beyin tahribatı nedeniyle öldüğü belirtilmişti. Bu 'enstrüman' öldürüyor! Van, Hakkari ve Siirt'te Newroz kutlamalarına yapılan saldırılar sırasında FN303 tipi silahın kullanıldığı belirtiliyor. 3 kişinin yaşamını yitirdiği olayları Meclis gündemine taşıyan DTP'li milletvekilleri de dikkatleri bu silahlara çekti. Özellikle DTP'li Fatma Kurtulan'ın Van'daki devlet terörünün incelenmesi amacıyla Meclis'te verdiği önergede yer alan bilgiler, FN303 tipi silahın ne amaçla kullanıldığını gözler önüne seriyor. Önergede, Van İl Emniyet Müdürlüğü'nün, olaylardan bir gün önce Belçika'dan alınan yeni silahların tanıtımını yaptığına dikkat çekilerek, Van İl Emniyet Müdürü Salih Kesmez'in, 'Bu silahlar inşallah kullanılmaz. Ama ola ki kötü niyetliler olursa tabii bütün enstrümanlarımızı da kullanacağız. Biz özellikle Nevruz'a yetiştirelim dedik. Çünkü toplu gösteri olursa ancak Nevruz'da olur' şeklindeki sözleri hatırlatıldı. 'Saldırı planlı' Önergede, şunlara yer verildi: 'Bir gün sonra meydana gelen olaylarda bu yeni silahların kullanıldığı ve onlarca insanın yaralanmasına yol açtığı iddiası bulunmaktadır. Bu silahların Newroz'dan önce Van'a yetiştirilmesi ve ilk kez bu olaylarda kullanılmış olması iddiaları, Newroz kutlamalarına dönük müdahalenin önceden planlandığı yönündeki kuşku ve kaygılarımızı artırmaktadır.' Ayrıca önergede, Van'da Newroz kutlamalarına izin verilmediği, bunu protesto eden halka, devlet güçlerinin gaz bombaları, ateşli silahlar ve plastik mermilerle saldırdığı belirtildi. Önergede, olaylardan çoğu ateşli silahlarla olmak üzere 25 kişinin yaralandığı ve Zeki Erinç ile Ramazan Dağ'ın yaşamını yitirdiği kaydedildi. Önergede, ev baskınlarında ateşli silahların kullanıldığına dair mağdurların ifadelerinin bulunduğu ifade edildi. DTP'li Gültan Kışanak ve Özdal Üçer ile Hakkari Bağımsız Milletvekilli Hamit Geylani de önergeleriyle sorumluların görevden alınmasını istedi. 'Sözleşmelere aykırı' Meclis Araştırma Komisyonu'nun kurulması için bir önerge de DTP Grup Başkanvekilli Selahattin Demirtaş tarafından verildi. Önergede, olaylarda 3 kişinin yaşamını yitirdiği, 7'si ağır ve çoğu silahla olmak üzere 187 kişinin yaralandığı, bin 200 kişinin gözaltına alındığı belirtilerek, polisin FN303 tipi silahları kullandığı kaydedildi. Bu durumun ulusal ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna dikkat çekildi. HABER MERKEZİ Bu yazı 7 - 13 Nisan 2008 tarihli YedinciGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Ağabeylik

Mehmet Ali Küçük G. Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani “Türkler ağabeyimizdir” demişti. Benim tek bir ağabeyim var. Küçükken çok kavga ederdik ve iki yaş büyük olmasının verdiği avantajla her zaman o döverdi beni. Çoğu zaman ben haklı kimi zaman o, tartışırdık ağabeyimle. Küçüklüğümüzde ettiğimiz kavgalarda hiç galibiyetim olmadı ama bunun herhangi bir şekilde zoruma gittiğini de hatırlamıyorum. Ağabeyim 16 yaşında Avrupa yollarına düşmek zorunda kalmıştı. Ayrılmadan önceki son gece bile tartışmıştık kendisiyle. Bu sefer haksız olan bendim ama haksız muamele gören kendisiydi. Annem araya girmiş ve benden yana taraf olmuştu. Ağabeyimin, sinirden ve çaresizlikten ağladığını hatırlıyorum. Kardeşlik, ağabeylik böyle bir ilişki. İde / fikir; konsept / kavram olarak aile gereksindiren bir ilişki. Arka planında öyle bir bütün var. Aile, sevgiyle işleyen; diğer her negatif duyguyu sevgi limanında yatıştırabilen türden bir ilişki. Yaraları iz bırakmadan yok edebilme gücü var. Kardeşlik ise bu bütün içerisinde anlamlı. Birini kardeşiniz gibi sevdiğinizi dersiniz örneğin, ama hiçkimse hiçbir zaman kardeşinizin yerini tutmaz. Kardeş kavgası diye bir kavram vardır deyip uzatabiliriz ama yapmayalım. Meramımı anladınız siz. Türklerle olan ilişkilerimizde bunların hiçbirisi sözkonusu değildir. Türklerle Kürdlerin ilişkisi farklıdır. Türkler Kürdlere efendilik yapmak istemekte, Kürdler de bunu kabul etmemekte. Toplama bakıldığındaysa, Türkler Kuzey’in uzun bir süredir efendiliğini yapmaktalar. Zorunuza gitmesin, durum budur. Biz Kürdler kendi ülkemizde Türkler tarafından hizmetçi edilmişiz. Bugünkü ilişkinin adı budur ve ‘de facto’ durum, ne yazık ki bundan çok daha beteridir. Hizmetin karşılığında bir bedel almadığımız için, ölülerimizin de hesabı yapılır olmadığı için, sade hizmetçiden beter birşeyiz. Köleyiz biz. Türkler karşısında Kürdlerin durumu budur. Onlar efendi; biz, kimliksiz, yok sayılan Kürdler, savaşımızın adı da bu sebeple özgürlük savaşı. Türkler, Kürdistan’ı işgal etmekle kalmamışlar. Bizi kişiliksizleştirmek için ellerinden ne gelirse de yapmışlar / yapmaya devam ediyorlar. Düğünlerdeki danslarımızı Türk folkloru diye sahiplenip satmışlar / satıyorlar; halı – kilimlerimizi Türk halı ve kilimleri diye patentlemişler, öyle sokmuşlar kataloglara; yakın dönemde dörtbin yıllık köpeğimizi Türk köpeği diye dünyaya pazarlamaya başladılar. Kürdlüğümüze ulusal bağlılığımız gelişkin olmadığı için neredeyse haberimiz yok Kangal bölgesinin tarihi bir Kürd bölgesi, ismini verdiği köpeklerin de Kürdistan’ın dört bir yanında dört bin yıldır bize yarenlik eden öz be öz ‘Kürd köpekleri’ olduklarından. Ülkemizi, halk oyunlarımızı, kültürel üretimlerimizi ve varlıklarımızı geçtik, Türk yönetimi altında kendimize dahi Kürd dememiz yasak, Kürd olarak yaşamak şöyle dursun. Türkler öylesine herşeyimize el koymuşlar ki, kelimenin gerçek manasıyla zincirlerimizden başka kaybedecek birşey bırakmamışlar bize. Dağlarımızı, ovalarımızı yakıp bombalıyorlar, atalarımızın mirası, geçmişimizin aynası arkeolojik alanlarımızı tahrip ediyorlar, tarihi eserlerimizi toprağa gömüyor veya bombalıyorlar. Dilimizi bile bize bırakmıyorlar. İşte son örnek: oldu mu isot ‘öztürkçe’ ‘ısı ot’! “Şerefsizlik bu! Namussuzluk!” da diyebilirsiniz ama o zaman arkasından kardeşlik çıkarırsınız. Cıvık kavramlar kullanarak cıvık sonuçlara ulaşılır. Siyasi lügat kullanmak gerekir. Kürd – Türk ilişkisi ağabey – kardeş değil, efendi – köle ilişkisidir. Okuyun, insanlık tarihinde bu kadar hiçleştirilenler sadece kölelerdir. Bunu böyle koymalıyız. Kürdistan’ın kuzeyi Türk işgalinden mutlak olarak kurtarılana dek, kimse kendini kandırmasın, durum budur. Kadınlarımızın fahişeliğe sürüklenmesi, çocuklarımızın hırsızlığa ve sokaklarda dilenciliğe itilmesi; kırbaç zoruyla konuşturulduğumuz Türkçeyi konuşamayışımızın TV programlarında maskaralık olarak sunulması.. Bunlara en ufak bir itirazın olmadığı Türk toplumuyla, nasıl bir kardeşlik içerisinde olabiliriz? Adına Kürdistan diyen devlet, Kürdistan kelimesinin ‘Kürd Ülkesi’ demek olduğunu bilmelidir. Kürdistan Devleti demek, Kürd Ülkesi Devleti demektir. Dolayısıyla Kürd Ülkesi’nin yarısını esaret altında tutan Türkler, bu ülkenin (güneyinin) devletini yönetenlere olanlara ‘ağabey’ olamazlar. Bunu elbette Neçirvan Barzani de bilir. Zaten eksik olan Neçirvan Barzani’nin tarihi, kültürel, aktüel bilgisi değildir. Eksik olan Kürdistan siyasetinde ulusal paradigma, Kürd toplumunda ulusal felsefedir. Genel olarak dersek, Kürdçe konuşacak, yazacak ve ders verecek filozofların, onların üreteceği bir felsefenin eksikliğidir ‘Türk Devleti ağabeyimizdir’ denmesine müsaade eden. Öylesi filozofların yetişmesi için, felsefe tarihinin, bilim tarihinin, temel bilimlerin, sanatın ve siyasetin tüm ana kaynaklarının Kürdçe’de yayınlanmış olması; aktüelde bunlara değer verilir / tartışılır olması gerekir. Henüz bu kaynakların ilk çevirileri yapılıyor. Sırada okunmaları ve sonra tartışılmaları olacak. Zamanla, Kürd filozoflar Kürd eliti içerisinde ağırlık kazanacaklar, vb. Diğer ulusların tarihlerine kıyasla hızla alacağız bu mesafeleri. Onlar bugünkü iletişim teknolojilerinin olanaklarından mahrumlardı. Ümitli olmamız için çok sebep var. Yeter ki faal olmaya devam edelim, her alanda Kürdlük adına üretelim ve hep bir ümitle birbirimize sarılalım. Bir aile gibi. Mehmet Ali Küçük malikucuk@hotmail.com

Kürtler ne diyor-Mahir Kaynak

Star-Avrupa Adalet Divanının PKK’yı terörist örgüt listesinden çıkarması hem kızgınlık hem de hayal kırıklığı yarattı. Kürt sorunu söz konusu olduğunda gözlerimiz ya çevremizdeki ülkelere ya da büyük güçlere çevrildi. Hiçbir zaman Kürt ne diyor, ne istiyor sorusuna cevap aramadık. Karadenizli yerel kıyafetleriyle horon , Ege’nin efesi harmandalı oynarken rahatsız olmadık ama sarı,kırmızı, yeşil renkler bizi rahatsız etti. Kürt sözcüğü ile bölücülüğü neredeyse eş anlamlı olarak kullanmaya başladık. Oysa iki halkın ayrışması ABD’deki bir etnik grubun ayrı bir devlet kurmasından daha zordu. Oradaki birlikteliği sağlayan ekonomik çıkarların özdeşliği iken bizde ucu hatırlanmayacak kadar eskiye dayanan bir ideal ortaklığı söz konusuydu. Hiçbir zorunluluk olmamasına rağmen Türklerle Kürtler bir arada yaşamaya karar vermiş ve bunu,tüm olumsuz şartlara rağmen, gerçekleştirmeyi başarmıştı. Yıllar önce Kürtlerin bir toplantısında ‘ Siz yanaşma mısınız, köle misiniz de hak arıyorsunuz? Bir ülkenin vatandaşı iktidar talep eder ve bir sorun varsa orada çözer. Kürtlerin zaten bir devleti var ve adı Türkiye Cumhuriyeti’ dediğim zaman büyük b ir alkış tufanının koptuğunu hatırlıyorum. Kürtlerin sorunlarını hiçbir zaman başkasının sorunu saymadım. Kendimle Kürt’ü ayrı düşünmedim. Onlar Türkiye’nin her yerindeydiler ve her yer bizim kadar onlarındı. Ancak yoğun olarak yaşadıkları Güneydoğuda farklı bir ekonomik ve sosyal düzen vardı. Bölgede sanayi yoktu hatta neredeyse dönen bir çarka rastlamak mümkün değildi. Bölgedeki hayvancılık terör nedeniyle önemli ölçüde gerilemişti. İşsizlik ve fakirlik kol geziyordu. Sosyal açıdan bir örnek vermekle yetineceğim. Kızlar evlenecekleri zaman takas ediliyor ve adına berdel deniyordu. Yani kızlar alınıp satılıyor ama henüz bu alanda para ekonomisine bile geçilememişti ve takas yöntemi kullanılıyordu. Yani parayla satılma bile bir ileri aşama sayılacaktı. Bundan daha vahim olan Kürt meselesi söz konusu olunca gözlerimizin dışarıya çevrilmesi ve kimin bu meseleye nasıl baktığını sorgulamamızdı. Şüphesiz dışarıyla işbirliği yapa kişiler vardı ve yalnız bırakılan halkın onlardan başka arkasından gideceği kimse kalmamıştı. Bugün Kürtleri temsil ettiğini söylenen kimselerin önemli bir bölümünün kendi çıkarları peşinde koştuğu ve bölgedeki geriliğin hem sebebi oldukları hem de bunun sürmesini istedikleri bir gerçek. Bu nedenle bölge halkının sesini kimse duymuyor ya da duydukları sesin onların sesi olmadığını fark edemiyor. Bölgedeki sosyal ve siyasal yapı halkla devlet arsına bir duvar örüyor. Bu duvar yıkmak kolay değil. Geçmişte Gaffar Okkan halka aracısız yaklaşmayı denedi bedeli hayatı oldu. Siyasal planda AKP halkla doğrudan ilişki kumayı başardı ama onun da ayakta kalması risk altında. Halka gidin ve onları anlamaya çalışın. Yüreğinizi ısıtacak şarkılar duyacaksınız. Kürt konusunda dışardan gazel okuyanlar umurumda bile değil ve beni korkutmuyor. Onlar yıldızlar kadar uzakta iken ben elimi uzatsam, bırakın dokunmayı, kucaklaşmış olacağım.

GERI ADIM...  PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Kürtlerin Ba’s rejiminin yıkılmasından sonra etkili bir rol üstlendiğini ve Kürdistan Bölgesi’nin Ba’s rejiminin yıkılmasından önce de bir bağımsız devlet olduğunu, ancak Kürdistan Parlamentosu’nun Iraklı kardeşlerle beraber yaşamaya karar verdiğini söyledi. Başkan Barzani, Irak Daimi Anayasasında bulunan 140.maddenin de uygulanmasının anayasal bir mesele olduğunu ve bu maddenin uygulaması gerektiğini söyledi. Irak’ın Sesi’ne konuşan Başkan Barzani, “Ba’s rejiminin yıkılmasından sonra Kürtler Irak’ta etkili bir rol üstleniyor. Ba’s rejimi yıkılmadan önce de Kürdistan Bölgesi bir çeşit bağımsız devlet idi. Ancak Kürdistan Parlamentosu Iraklı kardeşlerle kendi isteğiyle birlik çerçevesinde yaşamaya karar verdi. Bu açıdan da Kürtler yeni Irak’ta esas bir rol üstleniyor” dedi. Bazı Iraklı tarafların Kürtlerin konumunu ve rolünü kenarda bırakmak girişiminde bulunması konusunda Başkan Barzani, bu çabaların ortada olmadığını, Kürtlerin Irak’taki konumunun ve ağırlığının azaltılamayacağını çünkü Irak Daimi Anayasasına göre Kürt halkının haklarının tanındığını hatırlattı. Kürt, Arap, Fars ve Türk ulusları arasında müzakere çağrıları hakkında Başkan Barzani, bu müzakerenin hedefinin bölgedeki bu dört ulusu yakınlaştırmak olduğunu söyleyerek, Kürtlerin, şiddet tarafının birbirini anlama ve müzakere yoluyla reddedilmesini ve şiddetten uzak bir şekilde bölgedeki sorunlara çözüm bulunmasını temenni ettiğini söyledi. Irak Daimi Anayasasında bulunan, Kerkük ve sorunlu bölgeler meselesininin çözümünü öngüren 140.madde hakkında Başkan Barzani, “Bu anayasal madde uygulanmalı. Çünkü Kerkük meselesi tarihi bir sorundur. Eğer bu mesele çözülmezse Irak’ın durumu kötüye gider” dedi.