Lahmacun ve kebap Kürt yemeği, yemeyin!

Türk Solu Dergisi: Kürtlerden alışveriş yapmayın! Irkçı yayınları ve kampanyaları ile dikkat çeken Türk Solu Dergisi, başlattığı yeni kampanya ile Kürtlerden alışveriş yapılmaması çağrısında bulundu. Kampanya çerçevesinde hazırlanan rozetler İstanbul'da dağıtılmaya başlandı. Irkçı yayınları ve kampanyaları ile dikkat çeken Türk Solu Dergisi ırkçı kampanyalarına bir yenisini daha ekledi. Daha önce düzenlediği ankette katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'ni 'Yılın faşist adayı' ilan eden ve Hrant Dink duruşmalarında Dink'i hedef gösteren, Büyük Hukukçular Birliği Başkanı Avukat Kemal Kerinçiz'i ise yılın Gahandi'si seçen dergi, şimdi de 'Alışverişimi Türk'ten yapıyorum, param PKK'ye gitmiyor' kampanyası başlattı. Kampanya çerçevesinde hazırlanan rozetler İstanbul'da dağıtılmaya başlandı. Türklüğe sahip çıkmak! Dergi 3 Aralık'ta yayınlanan 164. sayısının kapağını düzenlediği kampanyaya ayırdı. Kaya Ataberk imzalı yazıda, 'Türk'üm diyen herkesin önündeki en acil milli ve devrimci görev budur' denilerek, şu ifadelere yer verildi: 'Türklük her alanda hırpalanmaktadır ve yok edilmek istenmektedir. Buna karşı Türk'ün her alanda kendisini savunması gerekmektedir. Bu nedenle Türkülüğe ve Türk'e her anlamda sahip çıkmalıyız. Bu nedenle alışverişimizi Türkler'den yapmalıyız. Hiçbir yerde Türkçe'den başka dil kullanmamalıyız, kullananlara da taviz vermemeliyiz. Türk müziği dinlemeliyiz, Türk yemeği yemeliyiz. Türklük nerede saldırı ile karşılaşıyorsa, biz orada Türklüğümüze sahip çıkmalıyız. Cephemizi orada kurmalıyız.' Hrant Dink'i ve Orhan Pamuk'u hedef göstermişti Türk Solu Dergisi, geçen yıl düzenlediği ve mahkeme kararı ile durdurulan anketinde Orhan Pamuk, İsmet Berkan, Baskın Oran ve Hrant Dink'i, 'Yılın faşisti' adayı olarak göstermişti. 'Yılın faşisti' adayları arasında ilk sırada gösterilen Dink için dergi şu değerlendirmede bulunmuştu: 'İstiklal Marşı'nın 'kahraman ırkıma bir gül' bölümünde susuyorum' dedi. 'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan ile kuracağı asil kanında mevcuttur' dedi. Akdeniz Üniversitesi'ndeki bir panelde Kerinçsiz'in PKK'lı teröristler tarafından linç edilmesi için uğraştı.' Lahmacun ve kebap Kürt yemeği, yemeyin! Dergi, yine aynı ankette Özgür Gündem, Birgün Gazetesi, DTP ve ÖDP'yi de 'Yılın faşit' kurumları arasında aday göstermişti. Daha önceki yayınlarında da Kürtleri ve Ermenileri hedef gösteren yayınlar yapan dergi, lahmacun ve kebabın Kürt yemekleri olduğunu söyleyerek, yenmemesi için kampanya başlatmıştı. İSTANBUL (DİHA) UYGAR GÜLTEKİN

140.MADDEYİ İZLEME KOMİSYONU: ‘’KERKÜK REFERANDUMU İÇİN 1957 NÜFUS SAYIMI TEMEL ALINACAK’’ 4-Dec-07 [13:22]PNA-Federal Kürdistan Bölgesi (FKB) Parlamentosu 140.Maddeyi Uygulanmasını İzleme Yüksek Komisyonu, Parlamento Başkanı Yardımcısı Dr. Kemal Kerkuki yönetiminde toplandı. Toplantıda, 140.maddenin uygulanması yönünde atılan adımlar değerlendirildi. Toplantıda, Irak Parlamentosu 140.maadeyi Uygulama Yüksek Komisyonunun sürece ilişkin olumlu ve iyi adımlar attığı ve komisyonun çalışmalarının devam ettiği dile getirildi. Toplantıda, ‘’Kerkük referandumu için 1957 yılında yapılan nüfus sayımının temel alınacağı ve aslen Kerkük’lü olduğunu kanıtlamayanların -Kürt olsun Arap olsun farketmez- referanduma katılmayacakları’’ belirtildi. Toplantıda, ‘’Komisyonun toplantılarının kordineli bir şekilde devam edeceği’’ belirtildi.

14 yıl aradan sonra...

MUSUL HAVAALANI YENİDEN AÇILDI. 4-Dec-07 [13:34] PNA-Musul uluslararası havaalanı’nın, 14 yıl aradan sonra pazar akşamı yeniden açıldığı bildirildi. Amerikan ordusundan yapılan yazılı açıklamada, ‘’Bakım gören havaalanının 14 yılın ardından yeniden hizmete girdiği belirtilirken, ilk seferin pazar akşamı Bağdat üzerinden Suudi Arabistan'a yapıldığı’’ belirtildi. Açıklamada, ‘’ilk seferde, Mekke'ye gidecek hacı adaylarının taşındığı, Irak Havayolları'na ait uçağın 152 yolcuyla kalktığı’’ ifade edildi. Havaalanı terminal binası ile pistin, Amerikan ordusu tarafından yenilenip bakım yapılarak, uluslararası uçuşlara hazır hale getirildiği belirtiliyor. Askeri olan Musul havaalanı 1992'de ticari uçuşlara açılmış, ancak Körfez Savaşı'ndan 2 yıl sonra, 1993'te Amerikan ordusu alanı uçuşa yasaklı bölge ilan edince, seferler durmuştu.

KUBAT TALABANİ: ‘’FKB HÜKÜMETİNİN İMZALADIĞI BÜTÜN PETROL ANLAŞMALARI GEÇERLİLİĞİNİ KORUYACAK...’’ 4-Dec-07 [19:53] PNA-Federal Kürdistan Bölgesi (FKB)’ nin ABD temsilcisi Kubat Talabani , yaptığı açıklamada,FKB hükümetinin yabancı şirketlerle imzaladığı bütün petrol anlaşmaların geçerliğinin korunacağını vurgulayarak FKB hükümetinin, altına imza attığı sözkonusu anlaşmalarının tek birisinin de bozulmayacağının altını çizdi. Amerika’nın Sesi Radyosu ‘’VOA’’ ya konuşan FKB hükümet temsilcisi Talabani , FKB hükümetinin, yabancı şirketlerle imzaladığı petrol anlaşmalarının Federal Irak anayasasına kesinlikle ters düşmediğini belirtti. Talabani , FKB hükümetinin imzaladığı petrol anlaşmaların geçerliliğinin korunacağını söyleyerek sözkonusu anlaşmaların tek birisinin de bozulmayacağının altını çizdi.. Talabani, ayrıca, geçtiğimiz günlerde konu ile ilgili ABD’ye ziyarette bulunan Kürdistan Tabii Kaynaklar bakanı Aşti Hawrami’nin içinde yer aldığı üstdüzey FKB heyetinin temaslarına değinerek heyetin , ABDli yetkilerle petrol anlaşmaları konusunda yaptığı görüşmelerin son derece olumlu geçtiğini dikkat çekti.

AP’de Kürt sorununa çözüm arayışları ANFAvrupa Birliği, Türkiye ve Kürtler konulu uluslararası konferansın dördüncüsü bugün Avrupa Parlamentosunda başladı. Konferansta Kürt sorunun demokratik yöntemlerle çözümü istendi. Yaşar Kemal, Leyla Zana, Noam Chomsky, Nobel ödüllü Şirin Ebadi ve Harold Pinter’in destek verdiği konferansa Türkiye’den DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş, DTP Mardin Milletvekili Ahmet Türk’ün yanısıra Avrupalı Parlamenter katıldı. ZANA: KÜRT SORUNU ASAYİŞ SORUNU DEĞİL Konferansın açış konuşmasını yapan DEP eski milletvekili Leyla Zana, Kürt sorununun asayiş sorunu olmadığını, adı konmadığı müddetçe de, doğru çözümün bulunamayacağını söyledi. Zana sorunun çözümünde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın rolünün son derece önemli olduğunu söyledi. Kürt kimliği üzerindeki baskılara dikkat çeken Zana, "öldürülen her kimlik aslında dünyanın ve insanlığın kaybıdır" dedi. Zana, çözümün anahtarının var olduğu belirterek "kilit belli ama kapı açılmıyor. Artık kapının açılma zamanı gelmiştir. Önemli olan anahtarı doğru yerleştirmektir" diye konuştu. KÜRTÇE ÜZERİNDEKİ BASKILAR UTANÇ VERİCİ Leyla Zana konuşmasında, ‘’21. yüzyılda ve hâlâ insanların kendi anadillerinde konuştukları için yargılanıyor olmalarını Türkiye adına utanç vesilesi olarak kabul ediyorum. Demokratik ve sivil anayasa tartışmalarının yapıldığı bu günlerde Kürt diline yaptığım vurgunun sizler tarafından önemli bir ayrıntı olarak değil, asli bir istek olarak değerlendirileceği kanısındayım’’ dedi. Hem Avrupa Parlamentosu bünyesinde hem de Türkiye’de barış temalı pek çok konferansın gerçekleştirildiğini söyleyen Zana, ‘’Ama ne yazık ki insan ölümlerinin son bulması için yeterli dürüstlük ve samimiyet gösterilemedi’’ şeklinde konuştu. ‘’Anahtar var, kilit belli ama kapı açılmıyor. Artık kapının açılma vakti gelmiştir. Önemli olan anahtarı doğru yerleştirebilmektir. Her şey orada düğümleniyor. Kilit nokta sorunun tanımı, yaklaşım ve bakış açısıyla ilgilidir’’ diyen Zana şunları şöyledi: Kimliksizleştirilmeye çalışılan her şey, başka ülkelerde de örnekleri görüldüğü gibi; daha sancılı ve karmaşık bir hal almaya mahkûmdur. Sorunun adından doğru tartışamadığımız sürece; yaşanan çok yönlü kimlik ve toplum bunalımı hepimizi çözümsüzlük deryasında boğacaktır. ZANA’DAN SORULAR Eğer Kürt sorunu yalnızca yoksulluk ve asayiş kaynaklı olsaydı; yarım asırdan fazladır denenen yöntemler çözümde belirleyici olmaktan öte sonuç aldırıcı olmaz mıydı? Darbe, gözaltı, işkence, idam, göç, sürgün, faili meçhul, köy boşaltma, koruculuk, itirafçılık, pişmanlık dâhil tüm yollar ve yöntemler denenmedi mi? Elbette bunlar yalnızca bilinen ve bugün en üst düzeyler tarafından yüksek sesle anlatılan metotlar. Peki ya bilinmeyenler ve açıklanmayanlar? AB’YE ELEŞTİRİ Görevlerimizin sayısı ve ödevlerimiz artmaktadır. Kürtlerin yanısıra, Avrupa Birliği ve Türkiye hükümetinin sorumlulukları da azımsanmayacak kadar büyüktür. Fakat AB sözcüleri ile hükümet sözcülerinin söylem birliği sorunu hafifletmek yerine ağırlaştırmaktadır. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için 1999’da yakalanan tarihsel fırsatın hâlâ devam ettiği kanısındayım. Dünya 40 milyonu aşan nüfusuyla Kürtlerin siyasal, sosyal ve kültürel demokratik haklarını artık tanımaktan kaçınmamalıdır. Herkesi Türk olarak tanımlayan bir vatandaşlık tanımı yerine, halkların özgünlüğünden kaynaklı tüm doğal hakların yasal güvenceye alınmasına karşı mevcut fobilerinden kurtulmalıdır. Pişmanlık, af, bağış veya buna benzer halkların gururunu incitici kavramlara yoğunlaşmaktan ziyade; içerikli, nitelikli ve geniş kapsamlı somut projelerden doğru konuşulmalıdır. Politik tutukluların, gönüllü-gönülsüz sürgün olan aydın, yazar ve siyasetçilerin demokratik hayata katılımını sağlamak çözümü kolaylaştıracak bir adım olarak değerlendirilmelidir. ÖCALAN’IN ROLÜ ÖNEMLİ Kürt halkı, çözüme evrilen bu süreçte Sayın Öcalan’ın rolünü toplumsal barış ve halkların birlikteliği adına son derece önemli ve etkili bulmaktadır. Bunu yalnızca Kürtler ifade etmiyor aslında. Türkiye’nin önemli kalemleri ‘çözüm arayışında ilk radikal adımın Öcalan'la varılacak kapsamlı bir mutabakat’ olduğuna dikkat çekiyor. Bir süredir uygulanmaya çalışılan iyi Kürt- kötü Kürt politikası artık iflas etmiştir. Çağdaş bir ülkeye yakışan sınırlar ve ülkelerarası gerginliği tırmandırmaktan öte diplomatik, kültürel, ekonomik ve sosyal ilişkileri güçlendirerek bir hoşgörü geleneğini geleceğe devretmektir.’’ HASANKEYF YOK EDİLMESİN Konferansın diğer bir konuşmacısı ise Avrupa Birliği iyi niyet elçisi Bianca Jagger'di. Jagger, konuşmasını tarihi Hasankeyf şehrine ayırdı. Ilısu barajıyla Hasankeyf'in yok edilmesine izin verilmemesini isteyen Jagger, 'Hasankeyf sadece Kürtlerin değil, Türklerin hatta insanlığın zenginliğidir" dedi. Konuşmasında Jagger, AK parlamenterlerine Ilısu Barajı’na karşı çıkmalarına dönük çağrıda bulundu. DTP’NİN PARLAMENTODA OLMASI ÖNEMLİ AP Sol Parti Milletvekili Francis Wurtz ise konuşmasında Türkiye’de yapılan genel seçimlerden sonra çok ümitlendiklerini belirterek, DTP parlamentoda olmasının önemli olduğunu söyledi. ”Türkiye’de Kürt sorunun çözümü için global bir siyaset oluşturulmalıdır” diyen Wurt, konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetlerin askeri operasyonlara yeniden başlaması kaygı verici olduğunu anlattı. OPERASYONLAR ENDİŞE VERİCİ Konuşmasında Wurt şöyle dedi: ‘’Türkiye’nin sınır ötesi operasyona yeşil ışık yakması bizi kaygılandırdı. Ordu ve hükümet PKK tarafından yapılan ateşkes çağrılarını değerlendiremedi, bunlar bir fırsattı. Türkiye’nin sınır ötesi operasyona kalkışması Türkiye AB ilişkilerini riske sokacaktır. AB olarak iki taraffı da siyasi çözüme gidecek girişimlerde bulunmayı öneriyoruz. DTP’nin kapatılmasını doğru bulmuyoruz. Böyle bir girişim Türkiye’yi geriye götürür. Ordunun siyasete müdahelesini istemiyoruz. Demokratikleşme için daha fazla adım adılmalı.” LANGENDİJK: 301’NCİ MADDE AB İÇİN BİR SEMBOL İlk oturumdaki konuşmaların ardından “Demokratikleşme, AB reform süreci: Siyasal katılım ve Kürtler” başlıklı ikinci oturumunda ise Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk konuştu. Konuşmasında Lagendijk, ‘’301 bu madde artık AB için bir sembol haline geldi. Avrupa Komisyonu ve AP iki yıldır 301 ve buna bağlı diğer maddelerde değişiklik yapılmasını istiyor. Bu böyle devam edemez. Artık bende usandım bu konuda açıklama yapmaktan. Babacan TBMM'de bütçe görüşmeleri sonrası 301 değişiklik yapılacağını söyledi. Demokratik sivil bir anayasa yapılması çalışmaları devam ediyor. Kültürel çeşitlilik ordunun rolü, yeni ancak demokratik bir anayasa ile halledilebilir. Ancak bu anayasayı hazırlama süreci demokratik değil ortalıkta dolaşan birçok taslak var. Bu sürecin daha saydam olması lazım. Bu sürece tüm sivil toplum örgütleri ile entelektüeller katılmalıdır’’ dedi. Ordunun 27 Nisan'da seçimlerde siyasi alana müdahalesi seçimlerde geri teptiğini söyleyen Lagendijk, Türkiye'nin daha demokratik ve bir Avrupa ülkesi haline gelmesi için zamana ihtiyaç olduğunu söyledi. PKK SİLAHLARI BIRAKSIN PKK’nin bir an önce silahları bırakması gerektiğine vurgu yapan Lagendijk, ‘’PKK karşı çok sert olacağım. Biran önce silahları bırakmaları gerekiyor. Şiddetin kesinlikle kabul edemeyiz. Burada bir kez daha ifade etmek istiyorum DTP ve AKP'nin soruna çözüm noktasında kilit bir rolü vardır. Soruna çözüm bulma çerçevesinde ise CHP ve MHP'yi unutun. DTP' yi kapatmak çözüm olamaz. DTP kapatılırsa Kürt Türk şiddet yanlıları güçlenecek. PKK eylemlerine derhal son vermeli. Şu anada PKK'nin eylemlerine devam etmesi DTP'yi zora sokuyor. Türk hükümeti PKK'nin esiri haline gelmemelidir. Bölgeye sosyal, ekonomik alanda yatırımlar götürülmeli ve bu alanda temel değişiklikler yapılmalıdır.’’ Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk’in konuşması ardından DTP Grup Başkanvekili Ahmet Türk’de bir konuşma yaptı. Avrupa’daki Kürt konferansı yarında sürecek.

Böyle katledildi Dersimliler! Kapat ellerini yüzüne ey insanlık! Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main Soykırım Karşıtları Derneği (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813; E-Mail: skd@gmx.net Dersimliler: İnsanlığın suç saydığı her türlü davranıştan uzak durdular. Sadece insana değil, tabiatta canlı olarak kıpırdayan ne varsa olara saygı duydular; hiçbirini incitmemek için ellerinden gelen her türlü özeni gösterdiler. Başlarını gök kubbeye uzatan bin bir kokulu dağlarını, cana can katan pınarlarını her mevsim bir başka renge bürünen tabiatlarını kutsadılar. Emek verdiler; bereketini buldular; aç kalmadılar; açık kalmadılar; muhtaç olanı ortada bırakmadılar. Hiçbir kavmi, hiçbir kimseyi, kılıç zoruyla, topla, tüfekle, tahakküm altına almayı, kendileri gibi inanmaya zorlamayı, akıllarının ucundan geçirmediler. Eğer ki, silah kuşandılarsa, mala, cana, ırza kasteden zorbalara karşı kendilerini savunmak mecburiyetinden kuşandılar. Görevleri, insanlık içinde barışı, insanlar arasında dostluğu, insan sevgisini yüceltmek olan rayberler, dervişler, ozanlar, yetiştirdiler. Kalpleri, gönülleri fethetmek için daima sevginin, aşkın sihirli gücüne güvendiler. Başları dik, gönülleri tok, özgürce, insanca yaşadılar ve hep öyle yaşamak istediler Dersimin Kızılbaş Alevileri. İnsanlığın suç saydığı her türlü davranıştan uzak durdular. Sadece insana değil, tabiatta canlı olarak kıpırdayan ne varsa olara saygı duydular; hiçbirini incitmemek için ellerinden gelen her türlü özeni gösterdiler. Başlarını gök kubbeye uzatan bin bir kokulu dağlarını, cana can katan pınarlarını her mevsim bir başka renge bürünen tabiatlarını kutsadılar. Emek verdiler; bereketini buldular; aç kalmadılar; açık kalmadılar; muhtaç olanı ortada bırakmadılar. Hiçbir kavmi, hiçbir kimseyi, kılıç zoruyla, topla, tüfekle, tahakküm altına almayı, kendileri gibi inanmaya zorlamayı, akıllarının ucundan geçirmediler. Eğer ki, silah kuşandılarsa, mala, cana, ırza kasteden zorbalara karşı kendilerini savunmak mecburiyetinden kuşandılar. Görevleri, insanlık içinde barışı, insanlar arasında dostluğu, insan sevgisini yüceltmek olan rayberler, dervişler, ozanlar, yetiştirdiler. Kalpleri, gönülleri fethetmek için daima sevginin, aşkın sihirli gücüne güvendiler. Dersim, zulmün peçesinden kaçan mazlumu darda bırakmadı. Kapılarını sadece mazlumun izini süren zorbaların suratına kapattı. Bu nedenle kendine sadece dost değil, kanlı zalimleri de düşman kazandı. Seferler düzenlendi. Ağır bedeller ödendi; “Zulmet ki, tahtın yıkıla!” dedi Dersim’in Kamilleri de. Direndiler kadın erke, direndiler yaşlı genç teslim olmadı Dersim. “Dersim’e sefer olur, zafer olmaz dendi” bu yüzden. Şöyle buyurmuştu bir fermanında insanlığını iktidar hırsına teslim etmiş Osmanlı sultanı Kanuni Süleyman: “Kızılbaş lekesi olanlar hapis iktifa edilmeli, bu gibiler isabetli tedbirlerle elde edilerek habis vücutları ortadan kaldırılmalıdır.”* Çok acı çektirdiler; çok cana kıydılar. Alevi, Hıristiyan, Ezidi, ayrım yapmadılar. Boşunaydı vicdan, merhamet aramak, zayıfı dize getirmeyi, başkalarının emeği ile yaratılana el koymayı, öz be öz kardeşinin varlığını bile kendisi için tehlike saydığından boynunun vurulmasını prensip haline getirmiş bir egemenlik geleneğinde. Nihayetinde, sömürdükçe oburlaştı “ihtişamlı” imparatorluk; oburlaştıkça yozlaştı; başladı çürüyüp dökülmeye. Ayakta kalabilmek için en son çareyi, kendi gibi zalim, kendi kadar zorba Keiser Almanya’sı ile dünyayı ateşe vermekte aradılar. Ölüm fermanı kesilmişti 1915’te, Anadolu’nun vefakâr, çalışkan halklarının. Savaşı fırsat, fırsatı ganimet bilen zalimler, talan ettiler masumun yurdunu yuvasını. Kanlı bir tuzağa düşürüldüler Anadolu’nun mazlum halkları (Ermeni, Süryani, Helen, Ezidi). Anadolu Hıristiyanları üzerinde zulmün kol gezdiği kara günlerde, yine Dersimli koştu komşusunun imdadına. Karar verdi Erenler Meclisi, canını kurtarmak için Dersim’e sığınan masumları soykırımcı katillere karşı savunmaya. Paylaştı ekmeğini aşını darda kalanlarla. Seferber oldu Dersimin yiğitleri, kuşandı silahlarını, kendilerine sığınan 30.000 canı Osmanlı egemenlik sahasından çıkararak, Doğu Ermenistan’ın yetkili makamlarına teslim etmeye. Onlar bu çetin sınavdan alınlarının akıyla çıktılar. Bu soylu davranışı, Ermeni halkı daima minnetle anarken, soykırımcı zihniyet de, Dersimlilere bunun bedelini, Anadolu’nun Hıristiyan halklarına uyguladıkları imha yöntemleri ile ödetmenin palanları peşindeydiler. Mustafa Kemal hükümetinin, Topal Osman ve Kazım Karabekir komutasındaki Koçgiri seferi, bu planın ilk adımı idi. Girdikleri her yerde yine ellerini masumların kanına buladılar. Dersim’in her ne pahasına olursa olsun teslim alınması, o günün koşullarına uygun olmadığı için sadece ileri bir tarihe ertelendi. Çünkü, eski ittihatçı “yeni” Kemalistler için Anadolu’nun, önce Hıristiyan halklardan “arındırılması” çok daha önemliydi. Her ne kadar kamuoyu, ikinci dünya savaşına saldırgan Faşist iktidarların (Almanya, Japonya, İtalya ve bu devletlerin gizli ve açık müttefikleri) sebep olduklarını bilse de, Hitler gibi bir Nazi’nin, İttihatçılığı ve Kemalizm’i örnek aldığından yeteri kadar haberdar değildir. “Yurtta sulh, cihanda sulh“ sloganı, Türkiye Cumhuriyetinin “komünist tehlike” önüne bir engel olarak dikilmesinden sonra, batılı büyük güçler için kullanılan içi boş bir söylemden ibaretti. TC için ne egemenliği atındaki halklarla, nede komşu halklarla “sulh”, hiçbir zaman mümkün olmadı. Ne ülke içinde nede komşu ülkelerle görünür ve görünmez savaş hali hiç ortadan kalkmamdı. Gerek Antakya’nın, gerekse Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı, Ermenistan sınır kapılarının 20 yıla yakın bir süredir kapalı tutulması ve bu günde Güney Kürdistan için gündemde olan ilhak planları, TC “sulh” politikasının somut örnekleridir. TC’nin temeli bir halklar mezarlığı olduğu kadar, 74 yıllık icraatı da bir halklar hapis hanesi olma özelliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Türk olmayan halkların zoraki asimilasyonu, hakları için direnenlerin imhası, hiçbir dönem uygulamadan kaldırılmadı. 1915 soykırımının devamı olarak Dersim harekâtı da, enine boyuna düşünülüp planlanarak uygulamaya konuldu. Bu harekât, çocuk, kadın, yaşlı, genç ayrımı yapmaksızın Dersim halkının bir bölümünün imhası ile sonuçlandı. Katliamın sonrasında uygulamaya konan program da (ana dilleri Zazacanın, Kurmancinin yasaklanması, toplu sürgünler, çocukların ailelerden koparılıp, kışla disiplini yatılı okullarda asimle edilmeleri, bölgenin cami ve kuran kurları ile donatımı vs.) bir soykırımın bütün özelliklerini içinde taşıdı. Dersim halkı bir türlü bilincinden atamadı bu vahşetin acısını. Görgü tanıkları, kuşaktan kuşağa yüzlerce, binlerce kez aktardı şahit olduğu insanlık suçlarını. Hiç şüphesiz, sırf onlar değildi vahşetin tanıkları. Bu konuda sadece N.Fazıl Kısakürek’in aldığı haberleri ve o dönemin emniyet müdürü olarak Seyit Rıza’nın katledilmesinde önemli bir rol oynayan İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatımları kamuoyuna yansıdı. Ne TKP, nede kendini devrimci, ilerici olarak tanıtan patilerin hiç biri, vahşeti mahkûm etme gereği duymadılar. Hem tanık hem fail olan on binleri (asker ve sivil görevliler) henüz kimse dinleyip kayda geçmedi. Hal bu ki, insanlığa karşı işlenen suçların bilince çıkarılıp kamu vicdanında mahkûm edilmesinde, sadece kurbanların değil, faillerin ve alet olanların, ifadeleri de önemli bir yer tutar. Bu açıklamanın çerçevesi, “öteki” tanıklardan sadece ikisinin anılarının birer özetine yer vermemize olanak tanımaktadır. Birinci tanık, Şerefli Koçhisar’ın Demircili köyünden Kazım Yavuz, harekâtın süresi boyunca Dersim’de asker: “Oluk gibi kan akıtıldı, her taraf cesetlerle doldu.” diye başlardı söze. “Sağ kalanları sığınaklardan, mağaralardan, ormanların içinden topladık. Esir almak yasaktı. Defnedilecekleri çukurları kendilerine kazdırdıktan sonra, kadın, erkek, yaşlı, çocuk tümünü tek sıra halinde çukurların kenarına dizerdik. Sonra süngüler takılıp emir verildi mi, bir feryat bir inilti kaplardı her tarafı. Hiç biri Türkçe bilmezdi. Süngüyü vurduğum zaman, kurbanda boğazlanan öküzler gibi böğürüyorlardı.” – “Ama Kazım emmi sende hiç mi Allah korkusu yoktu, çocuklara nasıl kıydın?” diyenlere, “Olur mu olum, emir verildi, sona düşman düşmandır. Böyü, güççü olmaz. Yarın böyür gene karşına dikilir” derdi. Elleri kanlı veda etti dünyaya. İkinci tanık, soyadını henüz öğrenemediğimiz Eskişehir’de demir yolu işçiliği yapmış Bilecikli Mustafa Amca, harekâtın süresi boyunca Dersim’de makineli tüfek kullanan bir asker: “Çarpışma bitti, ortalıkta askerden başka canlı namına bir şey gözükmüyordu. Saklananların aranmasına geçildi. Bir mağara tespit edildikten sonra içine gaz ve el bombaları atıldı. Korku ve dehşet içinde çocukları ile birlikte bir aile (anne, baba, en büyükleri 9 – 10 yaşlarında 3 kız, 2 oğlan) dışarı çıkarıldı. Esir almak yasaktı. Hemen yedisi de bir tümseğin üzerine dizildi ve komutan makinelinin başına geçmemi emretti. Çok yakın mesafede olduğum için o çocukların üzüm karası gözlerle bana bakışları, sanki beni can evimden vurdu. ‚-Onlar esir, yapamam komutanım!’ dedim. -,Emrediyorum!’ dedi komutan. -,O zaman beni de onların yanına dikin ve siz geçin makinelinin başına!’ diyerek ellerimi yüzüme kapattım. Sarf edilen küfürlerin hiçbirini duymak istemedi kulaklarım. Onları öldürmek için gönüllüler zaten sıradaydı. Utandım insanlığımdan. O çocukların bakışları hiçbir zaman haylimden çıkmadı.” Frankfurt, 1 Aralık 2007