Halkın İddianamesi 1-2

image Kürtler Ergenekon iddianamesinin genişletilerek, İstanbul, Ankara'da meydana gelen bazı cinayet ve bombalamalar ile Bölge'de yaşanan yargısız infazların da araştırılmasını talep etmektedir. Ve 'tarafsız' değil davacı olduklarını söylüyorlar
Ergenekon'un kilit ismi: Yeşil
'Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösterdiği' belgelerle açıkça ortaya çıkan Ergenekon davasının uzun süre Türkiye gündemini meşgul edeceğe benziyor. 2455 sayfa tutan Ergenekon iddianamesinde ilginç bilgi ve bulgular yer alıyor. Yakın tarihin önemli olayları ve Uğur Mumcu cinayeti iddianamede yer buldu. Emekli paşaların, Ergenekon'un bir numaralı sanıklarından Veli Küçük tarafından öldürtüldüğü iddiaları da var. Veli Küçük, Albay Arif Doğan, Cem Ersever ile birlikte JİTEM örgütlenmesinin kilit ismi. 1992 yılında JİTEM içinde başlayan iç çekişme nedeniyle Arif Doğan ve Cem Ersever ile arası açılan Küçük, Yeşil ile birlikte 1992 yılı sonlarında JİTEM'i ele geçirdi. Eşref Bitlis, Cem Ersever, Kürt işverenleri cinayetleri, DEP Genel Merkezi ve Ankara il binası ile Özgür Ülke Gazetesi'nin bombalanması eylemlerinde Küçük, Çatlı ve Yeşil işbirliğinin gölgesi bulunmaktadır.
1993 yılında Başbakan olan Tansu Çiller'in 'PKK'ye yardım eden işverenlerin listesi elimizde. Gereken yapılacaktır' açıklamasının yanısıra, o dönem yayınlanan 'Susturun' genelgesi de bu cinayetlerin önünü açtı. Yine bugün hala tartışılmaya devam eden Uğur Mumcu cinayetinin şifreleri de bu ekibi göstermektedir. Yine birçok yargısız infaz ve bombalamanın işaretlerinin 2006 sonrasını kapsayan Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan isimleri gösterdiği görülmektedir. İddinamede, özellikle Bölge'de işlenen yargısız infazlara yer verilmemesine 'özen gösterilmesi' dikkatlerden kaçmadı. Yine 'cinayet makinası' JİTEM'in varlığı kabul edilmesine rağmen ve kurucusu olduğu belirtilen Veli Küçük'ün bu konuda hiç sorgulanmaması Ergenekon operasyonunun 'göz boyama'ya dönük olduğu yorumları şimdilikten artmaya başladı. Ergenekon'un, Susurluk ve Şemdinli olaylarıyla benzer bir kaderi yaşacağı kaygısı hakim. Bu nedenle Kürtler Ergenekon iddianamesinin genişletilerek, İstanbul, Ankara'da meydana gelen bazı cinayet ve bombalamalar ile Bölge'de yaşanan yargısız infazların da araştırılmasını talep etmektedir. Ve 'tarafsız' değil davacı olduklarını söylüyorlar.
Bölge'de yaşanan yargısız infazları yazı dizimizde bir bir ele alıyoruz. Ergenekoncuların kanlı yüzünün açığa çıkarılması ve yargılanması için yazı dizimiz gerçek bir 'iddianame' niteliği taşıyor. Gizli değil açık tanıklardan Abdülkadir Aygan, Muhsin Gül, İbrahim Babat'ın itiraflarından Ergenekon'a uzanan yazı dizimizin bugünkü bölümünde, Uğur Mumcu cinayeti, Diyarbakır eski Baro Başkanı Mustafa Özer'e suikast, Özgür Halk ve Yeni Ülke'nin bombalanması, Ape Musa cinayetini ele alıyoruz. Bölge'deki tüm cinayetlerin ve bombalamaların kilit ismi Yeşil'in uygulamalarını açıklıyoruz...
Aygan'ın itirafları
image Çok değil bundan 4 yıl önce Özgür Gündem Gazetesi tarafından yayınlanan itirafçı Abdülkadir Aygan'ın anlatımları, Uğur Mumcu cinayetini açıkça ortaya koyuyor. 1990'lı yıllarda Diyarbakır'da kullanılmaya başlanan C-4 patlayıcıların Uğur Mumcu cinayetinde kullanıldığı yönündeki bulgulara rağmen soruşturma başlatılmadı. Abdulkadir Aygan'ın itiraflarını içeren 'Bir JİTEM'ci Anlattı' isimli kitapta bu bombalama olayları ve patlayıcıları ilişkin şu bilgiler yeraldı.
Patlayıcı ABD'den
Bu ABD yetkilisinin sivil olarak 1990-1991 yılı arasında OHAL Bölgesi'nde bulunduğunu anlatan Aygan, itiraflarında şunları anlatıyordu: 'Cem Ersever'e bu patlayıcılardan iki valiz verildi. C-4 olduğunu söylüyordu. Zaten küçük bir miktar büyük tahribat yaratıyordu. Büyük bir gürültü ve büyük bir alev ile patlıyordu. Mardin yolunda yapılan denemede gördük. Cem Ersever, Hayri Kozakçıoğlu ve Hikmet Köksal Paşa ile görüştüğünde bu Amerikalı yetkilinin deneyimli olduğunu, defalarca yaralandığını, RANGER eğitimi yani komando eğitimi aldığını söylüyordu. Bu konuda da uzman ve eğitimci olduğunu aktarıyordu. Hatta bu Amerikalının boğazının yan kısmında yaralar vardı.'
İlk hedef Mustafa Özer
Mardin'de yapılan tatbikattan sonra ilk defa uzaktan kumandalı patlayıcıyı Diyarbakır'da avukat ve Baro eski Başkanı olan Mustafa Özer'in arabasında denediklerini belirten Aygan, suikast olayını şöyle anlattı: 'Cem Ersever'in bir tezi vardı. Diyordu ki, 'Dağdaki beni fazla ilgilendirmiyor. Dağdaki masum insanlar, elinde silah olan genç benim gözümde suçsuzdur. Devletin de hataları var bu konuda.' Cem Ersever'in hedef aldığı kesim ise dağa insan gönderen, destek veren ve onları desteklediğini düşündüğü HEP, DEP yöneticileri, avukatlar ve bürokrasi kesimiydi. 'Bunları benim en büyük düşmanlarımdır, normal Kürt benim düşmanım değildir. Çünkü benim annem, nine tarafım da Erzurum Kürdüdür' diyordu. Bir hedefler listesi vardı. Listede örneğin Özgür Halk Dergisi, Gazete Bürosu, Mustafa Özer, Hasip Kaplan vardı. Cem Ersever, Hayri Kozakçıoğlu ile Hikmet Köksal Paşa'nın yanına gidip geliyordu. Geldiğinde diyordu, 'çocuklar şu adamın arabasını, evini tespit edin.' Biz hemen bu kişinin hedef seçildiğini anlıyorduk. Mustafa Özer'in evinin Ofis'te Kurtoğlu lojmanlarına yakın olduğunu öğrendik. Ford marka bir arabası olduğunu, her gün evinin önüne kaldırım kenarına park ettiğini tespit ettik. Cem Ersever operasyonu yönetiyordu. Kendi yardımcısı Celil kod isimli Aytekin Özen'i de görevlendirdi. Cem Ersever, İbrahim Babat beyaz kartal arabayla, ben (Abdulkadir Aygan), Ali Ozansoy ve Aytekin Özen de yeşil renki kartal marka arabayla Ofis'e gittik. Patlayıcı siyah poşetin içinde konulmuştu. Patlayıcıyı harekete geçirecek mekanizma Aytekin Özen'deydi. Patlayıcı yerleştirmek için ben ve Ali Ozansoy gittik. Mustafa Özer'e ait aracın yanından geçerken, Ali Ozansoy patlayıcıyı arabanın altına bıraktı. Ardından Aytekin Özen'in yanını gittik. Aytekin Özen arabanın içinde, Mustafa Özer'in aracını görecek şekilde uzak kumandayı kullanarak patlayıcıyı patlattı. Ardından büyük bir gürültü oldu, alev yükseldi. Eylemden sonra hemen JİTEM'e gittik.'
Mumcu cinayetinde JİTEM parmağı
Gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te, evinin önündeki otomobiline konulan C-4 tipi patlayıcıyla yaşamını yitirmesi olayıyla ilgili Aygan, ilginç bilgiler verdi: 'Jandarma İstihbarat Grup Komutanı Binbaşı Cem Ersever Ankara'ya tayini çıktığında, orada Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı'na atandı. Ankara'ya giderken, daha önce Bölge Valiliği'nden temin ettiği iki valiz dolusu uzaktan kumandalı patlayıcıyı da yanında götürdü. Cem Ersever Grup Komutanı iken konuşmalarında kendisi ve yardımcı Aytekin Özen arasında birkaç sefer Uğur Mumcu isimi geçti. Bunun rahat durmadığını ve icabına bakılması gerektiğini söylediler kendi aralarında. Bu olay olunca benim aklıma ilk önce onlar geldi. Onların yaptığı veya yaptırdığı geldi, kendisi bizzat yapmamış olabilir ama yaptırmıştır. Aynı patlayıcı kullanılmış olabilir.'
Yeni Ülke'yi Tilki bombaladı
image C-4 patlayıcıların ilk olarak Bölge'de denendiğini anlatan Aygan, Yeni Ülke, Medya Güneşi, Özgür Halk'ın aralarında bulunduğu birçok basın kuruluşunun JİTEM'e bağlı itirafçılar tarafından bombalandığını açıkladı. Aygan, 'Tayin çıkmadan önce 91 veya 90 sonrası idi tam hatırlamıyorum. Diyarbakır'daki postane civarındaki gazetenin bürosuna Hüseyin Tilki, (Hüseyin Tilki de o zaman JİTEM'de askerdi) adlı itirafçı tarafından bomba atıldı.'
Özgür Halk bombalandı
25 Haziran 1991 tarihinde İnönü Caddesi Tekkapı karşısında Temiz Ekmek Fabrikası üzerinde bulunan İnsan Hakları Derneği ile Özgür Halk Dergisi aynı gün bombalandı. Özgür Halk Dergisi temsilcisi Hasan Hüseyin Ebem, olaya ilişkin karakolda verdiği bilgide, 'Benim öğrendiğime göre, bomba bizim büronun kapısına bırakılmış. Bombalı patlama bize yöneliktir. Kimin yaptığını bilmiyorum. Bu olayın kontr-gerilla tarafından yapıldığını düşünüyoruz' dedi.
Bölge Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından hazırlanan 26 Haziran 1991 tarihli Ekspertiz Raporu'nda olay yerinde alınan parçalar üzerinde kimyasal testler yapıldığına dikkat çekilerek, 'Yapılan bu test ve incelemeler sonucu olay yeri artıklarından alınan parçalarda patlayıcı madde atıklarına rastlanmamıştır' denildi.
Buna karşın Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından görevlendirilen bilirkişi tarafından yapılan incelemede ise 6 ve 7'inci katlarda yüzde 80 hasar olduğuna dikkat çekildi. Bina için çıkarılan maddi hasar miktarı ise 81 milyon 868 bin 258 bin lira olarak tespit edildi. 26 Haziran 1991 tarihinde bomba uzmanları Yavuz Karaman, Rıfat Çalışkan ve Mermi Akdeniz tarafından hazırlanan raporda ise, Avukat Mustafa Özer'in arabasına konulan bomba ile Özgür Halk Dergisi'ne konulan bombaya ilişkin şu bulgulara yer verildi: '18 Haziran 1991 tarihinde saat 02.00 sıralarında Ofis Camii sokak üzerinde park halinde bulunan 21 AV 948 plaka sayılı araç altında meydana gelen şiddetli patlama ile bu olaydan elde edilen bulgu ve belirtiler, her iki olayın aynı kişiler tarafından gerçekleştirildiği kanaatini kuvvetlendirmektedir.'
1993 yılında Ankara'da Cem Ersever'in öldürülmesinin ardından bu patlayıcılar Yeşil'in eline geçti. Bu bölümün detaylarını ileride okuyacaksınız...
Musa Anter katledildi

image Aygan, 'Yeşil'in karıştığı en büyük olay yani tanık olduğum Apê Musa'nın öldürülmesidir' diyor. Apê Musa'dan sonra bu tür olayların durmadığını belirten Aygan, Cem Ersever'in bir gün kendisine, 'Kendimi kullanılmış gibi hissediyorum, devlet tarafından kullanıldığım psikolojisine girmişim, moralim çok bozuk' dediğini aktarıyor

Vedat Aydın cinayetinde aktif rol aldığını açıklayan itirafçı Aygan Musa Anter cinayetinin Ersever'in bilgisi dışında Yeşil ve ekibi tarafından işlendiğine dikkat çekmektedir. Aygan bu ilişkileri şöyle deşifre ediyordu: 'Şimdi gümrükte çalışan görevliler normal görevli değil. Mesela Ali Balkan Metel 1990 döneminde gümrükte görevliydi. Bu kişi istihbarata, JİTEM'e ve MİT'e çalışıyordu. Kuzey Iraklı yetkili ile görüşmek için yanına giderken gümrükte Ali Mete bizi ağırlıyordu. Cem Ersever Silopi'ye geldi; beni, Başçavuş Mazhar ve Ali Ozansoy'u yanında götürdü. Habur Sınır Kapısı'nda geçtik. Hogir ve diğerleri Zaxo'ya giderken kulübe gibi bir yerde kalıyorlardı. Orda onlarla görüşüldü. Hogir'ı örgütten ayrılmışsın, can güvenliğin yok, buradakiler seni örgüte satar şeklinde gözünü korkuttular. Şu vaatler de verildi: Eğer bildiklerini anlatırsa, kendisine işkence yapmayacaklarını, cezaevine de koymayacaklarını ve kendisi isterse Almanya'ya gönderebileceklerini söylemişlerdi. Hogir ilk başta tereddütlüydü. Fakat Hogir, Ali Ozansoy ve Başçavuş Mazhar tarafından ikna edildi. Bu şekilde Hogir Diyarbakır'daki JİTEM'e getirildi. Ardından Hogir ve Hamid Apê Musa olayında da kullanıldı.'
Yeşil sahneye çıktı 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da infaz edilen Özgür Gündem Gazetesi yazarı Musa Anter olayını Aygan, şunları aktardı:
'Yeşil'in karıştığı en büyük olay yani tanık olduğum bu Apê Musa'nın öldürülmesidir. O esnada Cem Ersever Ankara'da olmasına rağmen daha sonra kendisi ile birlikte öldürülen Neval Boz'la Diyarbakır'a geldi ve olayın olacağı gün Adıyaman bölgesine gitti. 'Nemrut Dağı'na gideceğim, oradaki grupları dinleyeceğim. Telsiz cihazı ile grup var mı yok mu tespit edeceğim' diyordu. Bu esnada da Yeşil, Musa Anter olayını JİTEM'de organize ediyordu. Tim Komutanı Savaş Gevrekçi, Grup Komutanı izinde olduğu için onun görevini de götürüyordu. Musa Anter olayında Hogir devreye sokuldu. Hogir kod adlı Cemil Işık ve Şırnaklı Hamid adlı itirafçı ile beraber partiden ayrılmışlardı.'
Apê Musa Hogir'i tanıyordu Hogir kod adlı Cemil Işık'ın PKK'den ayrıldığını ve daha önceden Apê Musa'yı tanıdığını belirten Aygan, 'Apê Musa Hogir'in partiden ayrılmasına üzülüyormuş, yeni de kendisiyle görüşmek istiyormuş. Apê Musa o zaman Hogir'in JİTEM'de çalıştığını bilmiyordu. Böyle olunca Hogir de Hamid'i görevlendirdi. Otele gönderdi, 'tamam de, Hogir senle görüşmek istiyor, seni bir yerde bekliyor, bir evdedir, seni yanına götüreceğim' diyor. Birincisinde başarılı olamamıştı. Hamid bir şey yapamamıştı. İkincisinde Land Rover ile biz hepimiz gittik. Ali Ozansoy JİTEM İstihbarat Grup Komutanlığı'nda Saray Kapı'da ana telsizin başında bekledi. Hogir'e de kalaşnikof verildi. Beni de Hogir'in yanına verdiler. JİTEM kimliğim ve silahım var diye. Herhangi bir durum olursa müdahale edeyim diye. Bizi köprü geçtikten sonra Silvan yolu çıkışına, yokuşa doğru bıraktılar. Yeşil, Mustafa Deniz ile biraz daha tepeye çıktılar; telsiz onlarda beklediler. Hamid de tekrar Otele Apê Musa'yı almaya gitti. Yani bir taksiye bindirecek ve bizim yanımıza getirecek. Hogir da onu orda vuracak' diye konuştu.
İtirafçı Hamid olayı gerçekleştirdi Sessiz bir bekleyişin sürdüğünü belirten Aygan, konuşmasına şöyle devam etti: 'Hogir de silahlıydı, akşam aradan zaman geçti, baktık gelen giden yok, iş uzadı yani. Hogir, 'bu işte bir iş var. Biz Yeşil'in yanını gidelim. Polis bizi yakalarsa daha kötü olur' dedi. Biz yürüdük, tabii yoldan değil de araziden gittik. Yeşil'in yanına gittik, biraz kaldık, bir baktık siren sesleri gelmeye başladı. Yeşil telsizi polis kanalına almıştı. Ortalık karıştı, 'aha' dedi bir şeyler olmuş, bir olay olmuş ama nasıl olduğunu bilmiyorum dedi. Ondan sonra Land Rover'e bindik, olayın olduğu yer doğru mecburen Silvan anayolu oradan geçiyor, oradan geçtik JİTEM'e gittik. Geldiğimizde Ali Ozansoy 'tamam' dedi, Hamid Apê Musa'yı vurmuş, olayı yapmış. Biraz sonra Hamid geldi. Hamid 'Tamam vurdum' dedi. Hogir 'Niye yanımıza getirmedin, niye bu iş yolda oldu' diye sordu. Hamid, 'Şüphelendiler, taksiye bindik, yanında yeğeni vardı' dedi. Seyrantepe'ye geldik, işte ben dedim ki, şurada şu falan dedim, onlar daima nerede diyorlar, baktım şüpheleniyorlar artık fazla gitmeyecek indirdim dedi. Hamid'in üzerinde bir 14'lu UMAN tabancı varmış, JİTEM'in verdiği. Orada onları indiriyor, kendi anlatımlarına göre, Apê Musa ile yeğeni onun arkasında yürüyorlar, o da sokağın içine yürüyor dönüp Apê Musa ve yeğenine ateş ediyor. Daha sonra kaçtığı yerde, silahı çöp tenekesine atıyor.'
Ersever kullanıldığını söyledi Apê Musa'nın öldürülmesinden sonra da bu tür olayların durmadığını belirten Aygan, 'Şimdi bu Cem Ersever Ankara'ya gittikten sonra arada bir Diyarbakır'a geliyordu, yani Kuzey Irak'ta görevlerle ilgili geçici görev alıp geliyordu. Diyarbakır'da bir gün postane civarında Dostlar Lokantası'nda otururken şöyle dedi: 'Ben kendimi kullanılmış bir orospu gibi hissediyorum, devlet tarafından kullanıldığım psikolojisine girmişim, moralim çok bozuk'' diye konuştu.
Gazetecileri Yeşil kaçırdı Musa Anter öldürüldüğü esnada polis telsizinden, 'İki şahıs silahlı saldırıya uğradı, bir ölü bir yaralı' anonsunun ardından Diyarbakır Söz Gazetesi muhabirleri gazete arabasıyla olay yerine giderler. Dağkapı istikametinden gelen gazeteciler üst yoldan içeri girip bir süre gittikten sonra önlerinde bir araç belirir. Gazetecilerin sellektör yapması üzerine araçtan inen kot pantolonlu, spor ayakkabılı bir kişi aracın yanına gelerek silahını çeker ve orada ne aradıklarını sorar. Bunun üzerine gazeteciler, polis telsizini duyup geldiklerini söylerler. Bu kişi öndeki araca giderek polis telsizinden yapılan anonsu söyleyince gazetecilere bizi takip edin, sizi olay yerine götürelim derler. Bir süre gidildikten sonra öndeki araçtan inen iki kişi Söz Gazetesi aracına binerler. Eli alçılı olan kişi aracı sürerken diğer kişi arka kısma oturur. Aracın şoförü ise steyşın arabanın bagajına biner. Ergani yolundan, Çermik'e doğru bir süre gidildikten sonra geri dönülerek önce Elazığ,'a gidilir. Diğer araç arkadan takip etmektedir. Gazeteciler bu üç kişi tarafından Malatya Gölbaşı'na kadar götürüldükten sonra serbest bırakılırlar. Gazetecileri serbest bırakan bu üç kişi daha sonra Adıyaman'a doğru yola devam ederler. Kaçırılan gazeteciler arasında bulunan Söz Gazetesi'nin muhasebecisi emniyette verdiği ifadede kendisini kaçıran eli alçılı kişinin yüz kısmının DBP Genel Başkanı Refik Karakoç'a benzediğine dikkat çeker. Aslında gazeteciler daha sonra gazetelerde gördükleri resimden kendilerini kaçıranın Yeşil olduğunun da farkına varırlar. image

Halkın iddianamesi 2
JİTEM'de Veli Küçük dönemi
1992 yılı ortalarında, JİTEM'de görüş ayrılıkları başlar. Yeşil'in Diyarbakır'a gelmesinden Cem Ersever rahatsız olur. Bu dönemde Arif Doğan'ın Cem Ersever'den, Veli Küçük'ün Yeşil'den yana tavır koyması üzerine JİTEM'de iç tasfiye başlar. Bu dönem Jandarma İstihbaratı'nın başına Veli Küçük getirilirken, Cem Ersever ise Bölge sorumluluğuyla yetinir...

Yeşil'in Diyarbakır'a gelişi ile birlikte Ersever ve Yeşil arasında başlayan çekişme, Musa Anter cinayetinin üzerinden birkaç ay geçmeden patlak verdi. Albay Arif Doğan'ın yerine Jandarma İstihbarat Komutanı olan Veli Küçük, Ersever'i Ankara'ya kızağa aldı

1992 yılı ortalarında, JİTEM'de görüş ayrılıkları başlar. Bu görüş ayrılıkları birimlere de yansır. Yeşil'in Diyarbakır'a gelmesinden Cem Ersever rahatsız olur. Bu dönem yaşanan tartışmalarda Arif Doğan'ın Cem Ersever'den, Veli Küçük'ün Yeşil'den yana tavır koyması üzerine JİTEM'de iç tasfiye dönemi başlar. Bu dönem Jandarma İstihbaratı'nın başına Veli Küçük'ün getirilirken, Cem Ersever ise Bölge sorumluluğuyla yetinir. İtirafçı İbrahim Babat bu dönemi şöyle anlatıyor. 'Bunun üzerine tekrar Diyarbakır'a döndüm. Bu dönem yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçılar askerlik için Jandarma Grup Komutanlığı'na alınmıştı. Bunların JİTEM içerisinde sevk ve idaresini benim yapmam için görev verdiler. Önce kabul etmedim. Hikmet Köksal devreye girince kabul ettim. Bu grup içinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Recep Tiril, Adil Timurtaş, Hayrettin Toka ve eski TİKKO'cu Fethi (Çetin) vardı.'
JİTEM'de ayrılıklar başlıyor
Bu dönem, Yeşil de Diyarbakır'da görülmeye başlanır. Veli Küçük ile Yeşil'in Diyarbakır JİTEM'de biraraya gelmesi, Yeşil'in JİTEM'de sık sık görülmesi, Ersever ve bazı itirafçılarda rahatsızlık yaratır. Bu rahatsızlıklara Muhsin Gül ve Babat'ın itiraflarında rastlamak mümkün. Ersever ekibinin tasfiye olmasından rahatsız olan ve itirafçı timinin komutanlığını yürüten İbrahim Babat, bunun üzerine Albay Arif Doğan tarafından Batman'a götürülür. Bir süre de orada kalır.
Cinayetler hız kesmedi

image
Aygan infazları anlatıyor: İdris Yıldırım isimli şahıs Silopi'den alınıp Elazığ timine götürüldü, orda boğularak öldürülüp çuvala konuldu

Ersever Ankara'ya kızak göreve alındıktan sonra JİTEM Diyarbakır Grup Komutanlığı'na Veli Küçük'e yakınlığıyla bilinen Binbaşı Abdulkerim Kırca getirilir. İtirafçı Abdulkadir Aygan, bu döneme ilişkin şunları söyledi:
'Kendisi Sivas'ın Suşehri'ndendir. Şu an Ankara'da malulen emeklidir. Antalya Serik'teki bir çatışmada yaralanan Kırca, felç geçirerek tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. Bu binbaşı o zaman DYP hükümetinde, Çiller'den ve birara Asayiş Komutanı olan Hasan Kundakçı'dan destek alıyordu. Kundakçı'nın, daha önce Siirt'te görev yaptığı sırada PKK'ye büyük hıncı vardı. Bu esnada JİTEM tarafından birçok operasyon gizli gerçekleşti. Emniyetin haberi yoktu. Sadece emniyetteki bazı şahısların haberi oluyordu. Mümkün olduğunca emniyete veya MİT'e açık vermemeye, bunları kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalışıyordu.'
Aygan'ın anlattığı yargısız infazlar
İdris Yıldırım: İdris Yıldırım isimli şahıs Silopi'den alınıp Elazığ timine götürüldü, orda boğularak öldürülüp çuvala konuldu.
Necati Aydın-Ramazan Keskin-Mehmet Aydın: Bu şahıslar bir gün sivil araba ile, JİTEM'e ait sivil iki araba ile götürüldü. Bir araba Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı'na aitti. Birisi de Tim Komutanlığı'na aitti. İki araba ile götürüldü. Silvan Diyarbakır arasında Kağıtlı Karakolu'nu geçince bir köprü yakınında anayoldan bir tarlanın içerisine götürülerek orda bunlar Abdulkerim Kırca tarafından kafalarına kurşun sıkılarak infaz edildi. Bu olayda Şehmuz kod adlı Uzman Çavuş Uğur Yüksel, Apo kod adlı Uzman Çavuş Abdulkadir Uğur, Adıyamanlı, ben, Kemal Emlük, Oğuz kod adlı Astsubay Nuri Ateş, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Tunay Yanardağ ve Abdulkadir Kırca vardı.
Murat Aslan isimli şahıs Yenişehir Semti'nde yani Diyarbakır Belediyesi civarında alınarak yine aynı yöntemle, -Abdulkerim Kırca bizzat vardı- o sırada zorla sivil Toros arabaya bindirildi ve JİTEM'e getirildi. Burada işkenceyle sorgulandıktan sonra öldürüldü.
Servet Aslan: Siirt'in Eruh ilçesinden olan Servet Aslan'ın babası Diyarbakır'daki Kredi Yurtlar Kurumu'nda bekçiydi. Bu şahıs yine aynı yöntemle alınarak infaz edildi.
Edip Aksoy-Sıdık Etyemez: Bunlar infaz edildiler. Bunlar Silopi civarında Silopi ile Cizre arasında bir dere yatağında gömüldüler.
Ahmet Ceylan: Bu şahıs Diyarbakır'da şehir içerisinden alındı ve infaz edildi. Boğularak öldürüldü, çuvala konuldu
Şahabettin Latifeci JİTEM'e getirildi. Orda Şehmus kod adlı ve kendisine Palulu Zaza olarak tanıtan Yüksel Uğur isimli Uzman Çavuş tarafından boğularak öldürüldü.
Abdülkadir Çelikbilek: 'PKK'ye yardım ediyor' diye, kaçakçılık yapıyor ve PKK'ye finanse sağlıyor suçlamasıyla Diyarbakır Postanesi civarında ben, Kemal Emlük, Apo kod Abdulkadir Uğur Uzman Çavuş, Şehmuz kod adlı Uğur Yüksel Uzman Çavuş onu alarak Toros arabaya bindirdik. Şehmuz Uzman onu boğarak öldürdü. 14 Aralık 1994'te gözaltına alındı. 15 Aralık 1994 tarihinde İHD'ye başvuru yapıldı. DGM Savcılığı'na başvuru yapıldı. DGM gözaltına alınmadığını bildirdi.
Mehmet Salim Dönen: Bu dağda iken, grup komutanlığı yapmıştı. Amcası onu askeri hastaneye getirmişti. O esnada JİTEM'de sivil memur olarak çalışan itirafçı Urfalı bayan Servet Toprak bunu teşhis etti. Bu şahıslar da işkence ile öldürüldükten sonra cesetleri atıldı.
İhsan Harran: Azad kod adlı İhsan Harran, Lice tarafından olmalı kendisi. Bu şahıs da eski kadrodur ya da milistir diye, şehir içerisinden alınarak JİTEM'de sorgulanarak infaz edildi.
Hakkı Kaya adlı şahıs Gülistan adlı bir gerilla bayanın babası olduğu gerekçesiyle Muhsin Gül adlı itirafçının ihbarı sonucu şehir içerisinde orduevi civarında bir yerden alındı. Kaya, JİTEM'de sorgulanarak öldürüldü. Cenazesi çuval içerisinde Diyarbakır'dan Silvan'a giderken Karaçalı köyünü geçince sol taraftaki toprak yoldan 5-10 km Han köyüne doğru gidilirken virajda atıldı.
Fethi Yıldırım: Urfa'ın Viranşehir ilçesinden olan Ahmet kod adlı Fethi Yıldırım, Ulusal Meclis üyesidir diye gözaltına alındı. Bunun üzerine Diyarbakır'da JİTEM'e getirilen Yıldırım, Saraykapı'da sorgulandıktan sonra kaybedildi.
HASAN.....: Hasan isimli Silopili bir şahıs Kortik köyünden olması gerekir; JİTEM'de öldürüldükten sonra cesedi çuval içine konularak Hazar Gölü'ne atıldı
Mele İzzetin: Abdulhakim Güven tarafından JİTEM'e getirildi. Burdandan Diyarbakır-Siverek karayoluna götürüldü. Diyarbakır il sınırında karayolu çalışmaları nedeniyle açılan çukurların yanında kafalarına Abdulhakim Güven tarafından kurşun sıkıldı. İnfaz edilen Melle İzzettin itirafçı Kemal Emlük tarafından da üzerlerine benzin dökülerek yakıldı.
Lokman ve Zana Zuğurlu: Diyarbakır'da kaçırılıp öldürüldüler.
Harbi Arman'ı Yeşil vurdu
Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Musa Anter cinayetinin ardından Harbi Arman cinayetinde bizzat yeralır. Bu cinayeti Aygan şöyle anlatıyor.'Yeşil ile bir faaliyette yer aldık. Elazığ yolu üzerinde o zamanki HEP üyesi Malazgirt yönetiminde bir kişinin öldürülmesi olayında benle Fethi Çetin'i yanında götürdü. Sakallı bir uzman çavuş da vardı. Harbi Arman olacak şahıs ile 'İşte aranıyorsun, işte ben seni teslim edeceğim, ifade vereceksin, gideceksin' denilerek irtibata geçildi. Bunun üzerine Arman'ı JİTEM, Diyarbakır'a kadar getirmişti. Arman o zaman 'tamam' dedi. Ondan sonra ona 'formaliteden ellerini bağlayacağız, formaliteden gözü bağlayacağız, Land Rover ile gideceğiz, askeri birlik şehrin dışındadır' denildi ve razı oldu. Land Rover'a bindikten sonra gözlerini kaşkol ile bağladılar. Oraya gittik indirmemizi istedi, indirdik. Uzman çavuşta kalaşnikof birde tabanca vardı, Smith Wesson vardı. 'Koluna' girin denildi. Sanki askeri birliğine doğru götürüyormuşuz gibi işaret edildi. İleri götürün denildi. Bir köprü vardı, oraya doğru götürdük. Bize işaret edilerek 'siz gelin' dedi. Biz geldik onun yanına varınca o uzman çavuş kalaşnikofu uzattı, kalaşnikof ile tarayacaktı, Yeşil 'dur' onunla değil dedi ve tabancayla gitti iki el ateş etti. Kendisi tabancayla vurdu. Köprü altına götürdü şahsı, gözleri bağlı öyle bırakıldı.'
Ersever kızakta, Yeşil aktif görevde
Yeşil'in Diyarbakır'a gelişi ile birlikte Ersever ve Yeşil arasında başlayan çekişme, Musa Anter cinayetinin üzerinden birkaç ay geçmeden patlak verdi. Albay Arif Doğan'ın yerine Jandarma İstihbarat Komutanı olan Veli Küçük, Ersever'i Ankara'ya kızağa aldı. Ve 1993 yılının ilk aylarında Cem Ersever emekliye ayrılarak Neval Boz ve Mustafa Deniz ile birlikte bir yayınevi açtı.
Bu dönem başta Eşref Bitlis olmak üzere çok sayıda muvazzaf subay ölümü yaşandı. Lice'de Bahtiyar Aydın, Mardin'de Rıdvan Özden, intihar ettiği ileri sürülen Albay Kazım Çillioğlu gibi çok sayıda subay öldürüldü. Fakat Ergenekon iddianamesinde bu isimleri görmek ise mümkün değil.

Eşref Bitlis'in daha önce Cem Ersever'le arası çok iyiydi. Cem Ersever her şeyini Eşref Bitlis'e kabul ettiriyordu. Ersever'in kafasında bir projesi vardı. Serbest bir tabur gibi bir oluşum istiyordu. Sonra bu olmadı. Kullanılan patlayıcı maddeler, Cem Ersever'in Diyarbakır'dan Ankara'ya götürdüğü uzaktan kumandalı patlayıcıların aynısı.

Eşref Bitlis'in ölümü
Eşref Bitlis'in ölümü dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş tarafından kaza olarak açıklandı. 2 Mayıs tarihli Aydınlık Gazetesi'nde Soner Yalçın imzalı haberde 'Eşref Bitlis Dosyası Kapatıldı' haberi yeraldı.
Olayı Soruşturan Kara Kuvvetleri Komutanlığı ise 5 Mayıs 1993 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdi.
Uçağın ikinci pilotu Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler'in aslası Saime Sezginler, uçağın buzlanmasına inanmadığı için halen Ergenekon davasından tutuklu bulunan Avukat Nusret Senem aracılığıyla olayın üzerine gitti. Uçağı satan ABD firması ile Milli Savunma Bakanlığı aleyhine dava açıldı. Dava sonucunda 13. Asliye Hukuk Mahkemesi olayın buzlanmadan kaynaklanmadığı yönünde karar verdi.
Ergenekon davasından tutuklu bulunan Gazeteci Adnan Akfırat, Eşref Bitlis Suikasti isimli kitabında, 'Orgeneral Bitlis'in parçalanan cesedi, Güreş'in son yılların en uzun Genelkurmay Başkanlığı'nı garantiye aldı. Bu suikastte ölüm emrini veren makamın Türkiye dışında olduğunu saptadık. Org. Bitlis'in uçağına sabotajın doğrudan CIA'nın emrindeki bir birim tarafından yapıldığını ortaya çıkardık' tesbitine yer veriyordu.
Akfırat'ın bu kitabında, bu cinayetin Cem Ersever tarafından işlendiğine de dikkat çekilerek, şöyle denildi. 'JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ersever çevresine topladığı itirafçılarıyla birçok kirli yasadışı işlere karıştığı için sıkışmıştı. Genelkurmay İstihbaratı ile uyuşturucu işi yapıyordu. Irak istihbaratıyla ilişkide kişisel servet edinme yoluna girmişti. Ersever nefsi için örgüt içinde cinayetler işlemişti. Ekibi içindeki itirafçılarla da çatışmaya girmişti. Bir subayı ise öldürmüştü.(İsmail Öztopal cinayeti)
Ersever'in Bölge'de yürüttüğü kirli işler nedeniyle şantaja teslim olduğunu iddia eden Akfırat, 'Binbaşı Ersever uçağın düşmesinden hemen sonra olay mahalline gitti. Sivil giysili olarak Yenimahalle Posta İşleme Merkezi'ne gelen Ersever PTT güvenlik görevlilerinin şüphesi üzerine askeri kimliğini gösterdi. Bitlis suikasti kapatıldı. Ancak Ersever'e verilen söz tutulmadı. Ordu'dan atılacak iken istifa etti. Ersever konuşma tehdidi üzerine Abdullah Çatlı ekibince ortadan kaldırıldı. Çiller Özel Örgütü önemli bir suç ortağını temizledi. Ersever'in Başbakanlık Poligonu'nda sorgusu videoya çekildi. Bitlis suikastini bütün boyutlarıyla ortaya çıkaran kasetler Genelkurmay İstihbaratı kasalarında bulunuyor. 29 Ekim 1993 akşamı Sabah Gazetesi'ne edilen telefonda, 'Bitlis Paşa'nın katili Ersever infaz edildi' denildi. Bu cinayetin işlendiği dönemde ise Veli Küçük, JİTEM İstihbarat Komutanı olarak görev yapıyordu.
Akfırat 1993 yılında çok sayıda JİTEM mensubu Özel Harekat eğitimi almış subayın JİTEM'den görevden alındığına dikkat çekerek bunun Eşref Bitlis-Doğan Güreş çekişmesinden kaynaklı olduğunu belirtmektedir.
Bitlis'i Ersever mi öldürdü?
image Cem Ersever'in Eşrefe Bitlis olayını yapmış olabileceğini belirten Aygan, 17 Şubat 1993'de uçağında bomba patlaması sonucu ölen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, olayı ile ilgili şu bilgileri veriyordu:
'Eşref Bitlis'in daha önce Cem Ersever'le arası çok iyiydi. Cem Ersever her şeyini Eşref Bitlis'e kabul ettiriyordu. Daha sonra Ersever Diyarbakır'dan Ankara'ya İstihbarat Gruplar Komutanlığı'na tayini çıkınca o süreç içinde bazı diyalogları vardı. Ersever'in kafasında bir projesi vardı. Serbest bir tabur gibi bir oluşum istiyordu. Sonra bu olmadı. Kullanılan patlayıcı maddeler, Cem Ersever'in Diyarbakır'dan Ankara'ya götürdüğü uzaktan kumandalı patlayıcıların aynısı.
Cem Ersever'in vurulmasını hazmedemiyordum. PKK'nin vurduğunu tahmin etmiyorum. Çünkü kendini çok iyi koruyordu. İçten bir saldırı olduğunu, saldırının teşkilattan geldiğini tahmin ediyordum. Ali Ozansoy emniyetteydi, o da üstü imalı şekilde bana ima etti, ben anladım ki onların da parmağı var. '
JİTEM'de iç çatışma dönemi
1992 sonlarında yılında Cem Ersever ile Yeşil'in arasının açılması ve Ersever'in eleştirilerini yoğunlaştırması üzerine bir iç çatışma dönemi başlar. Binbaşı Ersever 1992 yılında Güney Kürdistan'a yönelik bir harekât planlar. Ama bu süreçten sonra ağırlıklı olarak Ankara'da kalmaya başlar.
Bu dönem, Abdülkerim Kırca ile birlikte Yeşil'in hazırladığı planlarla uygulamaya konulur. 1993 yılında Ersever iplerin kendi elinden kaydığını görünce emekliliğini ister. Bu dönemi Ersever, Aydınlık Gazetesi'ne anlatmaya başlar. Ersever ile birlikte Mustafa Deniz ve sevgilisi Neval Boz da ayrılarak onunla birlikte Ankara'ya gelirler.
Hazırlayan:
İZZET AYDIN
YARIN GAZETENİZ ALTERNATİF'TE:
JİTEM'de ikinci tasfiye dönemi
Cem Ersever'in öldürülmesi
Erseveren dosyası neden Meclis'e gönderilmedi
Cinayetlerin önü alınamıyor…

Fransa, İtalya ve Almanya’da Roj TV’ye destek gösterileri

roj_tv

ANF Alman devletinin Roj TV yasağı, Avrupa’nı bir çok ülkesinde kitlesel gösterilerle protesto edildi. Alman konsoloslukları önünde yapılan eylemlerde, Alman devletinin Kürt politikası sert bir dille kınandı.

Fransa’nın başkenti Paris ile Marsilya’da yaşayan Kürtler Almanya’nın Roj TV yasağını protesto ettiler. Almanya konsoloslukları önüne siyah televizyon maketi bırakan göstericiler Roj TV yasağının kaldırılmasını istedi.

Fransa’daki Kürtler Almanya’nın Roj TV yasağını, Alman konsoloslukları önünde dün düzenledikleri eylemlerle protesto etti.

MARSİLYA: Marsilya’daki Kürtler Avenue Prado semtinde bulunan Alman Konsolosluğu önünde miting düzenledi.  ‘’Roj TV’den elinizi çekin’’, ‘’Roj TV sesimizdir’’ ve ‘’Roj TV onurumuzdur’’ şeklinde pankartlar açan çoğu genç 150 kişi Roj TV yasağını kınayan sloganlar attı.
Göstericiler Alman hükümetinin ‘Roj TV’ye yönelik düşmanca tavırı’ televizyon görünümde siyah bir maketin konsolos kapısına bırakmakla protesto edildi.

Kalabalığa hitap eden gençlik meclisi sözcüsü Tuncay Arslan ‘’Marsilya gençleri olarak, Roj TV’nin sonuna kadar destekçisi olacağız ‘’ dedi. Roj TV’nin Kürt halkı için önemine dikkat çeken Arslan  ‘’Roj TV’nin saldırıya uğramasının tek sebebi Kürt kültürünü koruyup geliştirmesidir. Ve bu Kürt düşmanlarının isine gelmiyor. Roj TV Kürtleri ve dünyayı halen yalan haberler ile kandırmaya çalışan çevrelerin işini boşa çıkartıyor. dedi.  Roj TV yasağının kaldırılması talep edilen eylem atılan sloganlarla son buldu.

PARİS: Roj TV yasağı başkent Paris’te de protesto edildi. Almanya konsolosluğu karşısında yapılan gösteriye 150 yakın kişi katıldı. Konsolosluk önünde yoğun güvenlik önlemi alan Fransız polisleri eylemcileri konsolosluk binasına yaklaştırmadı. bunun üzerine binanın karşısına  geçen eylemciler burada bir basın açıklaması yaptı.

Ahmet Kaya Kültür Merkezi Başkanı Aziz Taş tarafından yapılan açıklamada Almanya’nın Türkiye yanlısı politikalarından vazgeçmesi, Kürdistan halkının sesi olan roj TV üzerindeki yasağın hemen kaldırılması istendi.  Açıklama boyunca sık sık ‘’biji Roj TV’’, ‘’biji denge Kürdistan’’, ‘’Kürdistan’ın sesi yasaklanamaz’’, ‘’kahrolsun faşist T.C işbirlikçi Almanya’’ ve ‘’biji serok Apo’’ sloganları atıldı.

Açıklama ardından Roj TV yasağını protesto etmek amacıyla Konsolosluk önüne siyah çelen bırakılmak istendi. Polislerin izin vermemesi üzerine siyah çelen konsolosluk karşısına bırakıldı.

ROMA: İtalya’nın başkenti Roma’da da Alman Konsolosluğu önünde bir araya gelen Kürtler Roj TV yasağını protesto etti. Bir buçuk saat süren eyleme İtalyanlar da destek verdi.  Eylemcilerin ağızlarını siyah bantla kapatmaları dikkat çekerken, taşınan dövizler ve pankartlarla Alman devleti sert bir dille kınandı. 

Eylemciler Roj TV’nin Kürtler açısından önemi ve Alman hükümetinin baskılarını içeren bir dosyayı konsolosluğa sundu. Konsolosluk dosyayı kabul etti. Daha sonra tertip komitesi adına yapılan açıklamada “Almanya’nın Kürt politikasının düşmanca olduğu” belirtilerek, yasaklama ve tutuklamaların hukuki bir dayanağının olmadığı kaydedildi. Açıklamada Kürtlerin Türkiye ile olan ekonomik çıkarlara kurban edildiği ifade edildi.

DORTMUND: Almanya’nın Dortmund kentinde Demokratik Halk Meclisi tarafından organize edilen yürüyüş ve mitinge Roj TV yasağı kınandı. Dortmund merkez istasyonunda yapılan mitinge  yaklaşık ikiyiz kişi katıldı. Eyleme Ahmede Xani Kürt Kültür Derneği, Dortmund  ve  çevresi Alevi  dernekleri, Şeyh Sait  Camisi de destek verdi. Mitingde sık sık Roj TV lehine sloganlar atıldı, Alman devletinin bu yanlışlıktan vazgeçmesi istedi.

“Roj TV’den elinizi çekin”,”Roj TV yasaklanamaz”, “Roj TV ulusal kimliğimizdir”  “Roj TV kimliğimizdir” ve, "Özgürlük ve Barış için Roj TV" yazılı dövizler taşıyan Kürtler miting boyunca Alman devletinin tavrını protesto eden sloganlar attı.

BİELEFELD:  Almanya’nın Bielefeld kentinde Mezopotamya Kültür ve Barış Evi tarafından  organize edilen  mitinge yaklaşık 200 kişi katılarak yasaklamayı protesto etti. DIDF, Bir-Kar ve Sol Parti’nin desteklediği miting Jahnplatz´da başladı.

Dernek adına yapılan konuşmada, Roj TV olarak Almanya İçişleri Bakanlığı’nın aldığı bu kararın, hukuksal dayanakları olmayan siyasi bir karar olduğu belirtildi ve yasağın derhal kaldırılması istendi. Açıklamada son olarak susturulmak istenen Roj TV ile dayanışmaya çağrıldı.

DEN HAAG: Hollanda'nın Den Haag kentinde de Alman Konsolosluğu önünde bir araya gelen Kürtler, Roj TV yasağını protesto etti. Eylem yerine 6 televizyon bırakılması dikkat çekerken, sık sık Alman devletini kınayan sloganlar atıldı. Eyleme yaklaşık 150 kişi eyleme katıldı.

BAŞKAN BARZANİ VE BUSH TELEFONLA GÖRÜŞTÜ: YEREL SEÇİM YASASI DEĞERLENDİRİLDİ

image PNA-ABD Başkanı Gorge W.Bush, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’yle yaptığı telefon görüşmesinde, Irak’lı tarafların yerel seçim yasası konusunda anlaşmaya varmaları temennisinde bulundu. Başkan Barzani de, Kürdistan halkının Irak daimi anayasasının göz önünde bulundurulması şartıyla, yerel seçimlerin yapılmasından yana olduğunu söyledi.

Dün akşam gerçekleşen telefon görüşmesinde Bush, başkan Barzani ile görüşmeden duyduğu memnuniyetini dile getirdikten sonra yerel seçim yasasından bahsetti ve Irak’lı bütün tarafların yasa üzerinde anlaşmaya varmaları temennisinde bulundu.

Başkan Barzani de, görüşmede, Bağdat’ta bulunmasının sebebinin Irak’taki siyasi süreçle bağlantılı olan sorunlar için uygun bir çözüm yolunun bulunamasına katkıda bulunmak olduğunu söyledi.

Başkan Barzani, görüşmede, yerel seçim yasası için bütün  çabaları sarfedeceklerini  ve Kürdistan halkının, Irak daimi anayasasının göz önünde bulundurulması şartıyla, yerel seçimlerin yapılmasından yana olduğunu söyledi.

Sahtekarlık mı inkarcılık mı?

buyukanit ve perincek ergenekon Ergenekon iddianamesinde delil olarak kabul edilen birçok belgede Ergenekon-ordu ilişkisi görülürken, ordu belgelerin 'sahte' olduğunu ileri sürüp ilişkiyi reddediyor
Ergenekon davasıyla birlikte bir kez daha ordu bağlantıları gündeme gelirken, Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamalar dikkat çekiyor. Ergenekon davasında delil olarak sunulan birçok temel belgenin askeri kaynaklardan çıktığı ve bu belgelerde açık bir şekilde Ergenekon'un 'TSK bünyesinde faaliyet gösterdiği' kaydedilirken, Genelkurmay 'belgelerin sahte' olduğunu ileri sürerek Ergenekon bağlantılarını reddediyor. Ergenekon iddianamesinde de belgelere rağmen bu bağlantı reddedilirken, böylece 'sahte ve taklit' açıklamalarıyla ordunun aklanmaya çalışıldığı belirtiliyor.

ergenekonda neler oluyor


Genelkurmay'da yöntem 'taklit', aklama 'sahte'
Ergenekon soruşturması kapsamında çok sayıda askerin suçlanması ile gözlerin çevrildiği TSK, Ergenekon örgütlenmesi ile ilgisinin olmadığını açıklasa da eldeki veri ve belgeler bu konuda tersini söylüyor. Üst düzey görevlerde bulunmuş ve şimdi emekli olmuş askerlerin gözaltına alınmasıyla başlayan TSK- Ergenekon bağlantısına dair belgelere ise Genelkurmay Başkanlığının 'taklit ve sahte belge' açıklaması yapması dikkat çekiyor. Son olarak Ergenekon soruşturmasının muvazzaflarada ulaştığı yönündeki haberlere sert tepki gösteren Genelkurmay Başkanlığı'nın, Temmuz ayı içerisinde yayınladığı iki bildiride de eldeki belgelere ilişkin 'TSK'nin yazışma usulleri taklit edilerek hazırlanan asılsız belgelerin, TSK'yi karalamaya yönelik yayın politikası izleyen basın-yayın kuruluşlarına özellikle sızdırıldığı' savunmasının benzeri iddianamede de yer alıyor. Öte yandan Ergenekon soruşturmasında örgütün yöneticilerinden olduğu söylenen Muzaffer Tekin'e TSK adına verilen 'Taktir belgesi'ninde sahte olduğu savunuluyor. Belgelerde 'TSK bünyesinde faaliyet yürüten Ergenekon' ibareleri sıkça geçse de Savcı, Genelkurmay'ın belgeleri 'TSK'nin yazışma usulleri taklit edilerek hazırlanmış asılsız belgeler' olarak tanımlamasını yeterli görüp, Ergenekon örgütünün TSK ile ilişkisi olmadığını iddianameye geçirdi. Böylece TSK'nin 'Sahte ve taklit belgeler'le aklanması öngörülüyor.ergenekon tsk jitem
TSK'nin iç yapılarına hakimiyeti yok mu?
Ergenekon soruşturması boyunca askerin bu örgütlenme ile ilişkisine dair kamuoyunda yürütülen tartışmalara Ergenekon iddianamesi ilginç bir son verme yolu seçerek tartışmanın başka yönleri ile beraber alevlenmesine yol açtı. Ordu ile Ergenekon bağlantısını belgeleyen çok sayıda kanıtın 'yazılım taklidi ve sahte belge' ile ifade ediliyor olması dünyanın en ciddi disiplinine sahip olduğu söylenen TSK'de ciddi bir denetim ve hakimiyet sorunu olup olmadığı sorusunu akıllara getirdi. Doğası gereği disiplinli ve hakimiyet sağlama sorunu olmaması gereken ordularda bu denli üst düzeyde ve yoğun sahteciliğin gelişmesi imkansız iken, yıllarca süren bu durumların farkedilmemiş olması da anlaşılması güç bir noktayı oluşturdu. Dünyanın en disiplinli ve kendi içerisinde denetim usulleri oldukça gelişkin orduların başında gelen TSK'de yıllarca süren bir hakimiyet zaafiyetinin olamayacağı genel kabul görürken, onlarca belge'nin 'yazılım taklidi ve sahte' olduğu gerekçesi inandırıcı bulunmadı
Bildiri ve İddianamede gerekçeler aynı
TSK'nin Ergenekon örgütlenmesi ile bağının tartışılmasından bu yana kullandığı söylemlerin benzerliği tartışma yarattı. Son olarak 31 Temmuz'da yayınlanan Genelkurmay bildirisinde geçen ifadelerle iddianamedeki ifadelerin benzerliği dikkat çekti. Son bildiride 4'ü Kor rütbeli pek çok askerinde Ergenekon çerçevesinde soruşturulduğuna dair habere tepki gösteren Genelkurmay Başkanlığı, ihbarı yaptığı söylenen Serdar Cem isminin sahte olduğunu söylerken, 'TSK'nin yazışma usulleri taklit edilerek hazırlanan asılsız belgelerin, TSK'yi karalamaya yönelik yayın politikası izleyen basın-yayın kuruluşlarına özellikle sızdırıldığı' savunuldu. Benzer bir ifade Ergenekon örgütü dökümanları içinde kullanıldı. Savcılığın belgelerdeki iddialara ilişkin yanıt istediği Genelkurmay Başkanlığı şu açıklamada bulundu: 'Yapılan incelemeler sonucu bazı dokümanlarda Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olduğu görüntüsü verecek emarelere rastlanıldığı, bu tür uygulama ve çalışmaların Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmaya yönelik planlı ve kasıtlı işlemler olduğu değerlendirilmiştir. Söz konusu belgelerin; Türk Silahlı Kuvvetlerine ait belgelerin yazım teknikleri taklit edilerek veya bilgisayar teknikleriyle kurgulanarak oluşturulduğu, son zamanlarda bu tip olaylarla sıklıkla karşılaşıldığı, yapılan adli soruşturmalarda kendisine rütbeli şahıs görüntüsü veren kişilerin çeşitli oluşumlarda ve ticari kuruluşlarda Türk Silahlı Kuvvetleri ile yakın ilişki içinde olduğu yönünde izlenim yaratarak illegal yollarla menfaat temin etmeye çalıştıkları, bunlardan bazılarının geçmişte üniforma giymiş olmalarının Türk Silahlı Kuvvetleri ile halen bir ilişkileri olduğunu göstermeyeceği, bu tip faaliyetlerin gerek kamuoyunda gerekse Türk Silahlı Kuvvetlerinde esefle karşılanacağı' bildirilmiştir.40 bin pkk kurt sehitlerimiz ergenekon tsk1
Savcı akladı
Savcının eldeki belgelerin aksine Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamayı yeterli görerek aynı red gerekçesini iddianameyede mutlak doğru olarak geçirmesi TSK'yi aklama çabası olarak yorumlandı. Bu bakımdan iddianamede geçen şu ifadeler çarpıcıdır: 'İstanbul 29 Ekim 2000 tarihli örgütün ARAŞTIRMA / GÖZLEM / ANALİZ / TEORİ birimlerince hazırlandığı anlaşılan, 'KEMALİST MODEL ULUSAL GENÇLİK HAREKETİ DİNAMİK ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ KUVAYI MİLLİYE CEPHESİ' isimli belge, İstanbul 9 ARALIK 2000 tarihli DİNAMİK ANTİ TEZ, İSTANBUL / ARALIK 2000 tarihli ULUSAL MEDYA 2001 başlıklı doküman, SECUTRITY A.Ş., PROTOKOL A.Ş başlıklı örgütsel içerikli dokümanlar ve bu dokümanlar haricinde birçok istihbari nitelikli belgenin bulunduğu tespit edilmiştir. Özel Kuvvetler komutanlığınca yazılmış gibi gösterilen ancak Genelkurmay Başkanlığı'nca Özel Kuvvetler komutanlığının istihbari raporlarının yazım teknik ve şekillerinin taklit edilmesi suretiyle hazırlandığı anlaşılan dönemin bakan ve bazı ünlü kişileri hakkında yazılmış istihbarat raporlarının da bulunduğu anlaşılmıştır.' İçlerinde ERGENEKON- LOBİ ile 'ERGENEKON YENİDEN YAPILANMASI' (reorganizesi)' adlı temel belgelerinde bulunduğu ve TSK bünyesinde olduklarına dair açık ibarelerin geçtiği belgelerin hepsi için savcılığın Genelkurmay gerekçelerini kendi yargısı olarak aynen iddianemeye geçirmesi 'taklit ve sahtecilik'le aklama çabasının açık bir yansıması oldu.kirli_savas Hizbulvahşet hizbullah tsk ergenekon1
Takdirname'yede sahte dediler
Ergenekon- TSK bağlantısına dönük tartışılan bir diğer kanıtta Ergenekon örgütünün üst düzey yöneticisi olmakla suçlanan Muzaffer Tekin'e Tümgeneral Zekeriya Öztürk tarafından TSK adına 2007'de verilen takdirname oldu. Ergenekon iddianamesinde de geçen 'Üstün Hizmet' belgesi TSK yazısında yalanlanarak, Muzaffer Tekin adına düzenlenen Takdirname belgesinin sahte olduğu belirtildi. Üzerinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı amblemine benzer amblem bulunan takdirnamenin tepesinde ise 121'inci Taktik Komando Alay Komutanlığı Pervari/Siirt yazısı dikkat çekiyor. Takdirnamenin 'Adı Soyadı' bölümünde Muzaffer Tekin, 'Rütbesi' bölümünde ise Vatan Aşığı yazıyor. Belgenin imza bölümünde ise Halim Kök Kurmay Kıdemli Albay 121'inci Tak. Kom. Alay. K. İbaresi bulunuyor. ALTERNATİF

Güngören patlamasının faili yakalanmadı!

gungorenpatlama3 Türk İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın Güngören patlamasının faillerinin bulunduğuna ilişkin iddiasının gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıktı. Patlamanın gerçek failinin yakalanmadığını belirten sanık avukatları, patlamaya ilişkin tutuklananların bombayı kendilerinin patlattığı yönünde ifade vermediğini kaydetti.
Atalay çarpıttı
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde dün yaptığı açıklamada geçen Pazar günü Güngören'de yaşanan patlamaların tüm yönleri ile aydınlatıldığını savundu. Atalay, 17 kişinin hayatını kaybettiği patlamanın faillerinin yakalandığını öne sürerek saldırıdan PKK'yi sorumlu tuttu.
'Kesin tespitler ve güçlü delillerle tereddüde yer bırakılmayacak şekilde olay aydınlatılmış ve faillerin büyük bölümü yakalanmıştır' diyen Atalay, bu 'güçlü kanıtların' ne olduğu konusunda herhangi bir şey söylemedi. Ancak 'failler' olarak sunulan kişilerin hiçbirinin bombayı patlattığı için tutuklanmadıkları ortaya çıktı.
AKP'nin kapatılma davasının başladığı gün meydana gelen patlamaya ilişkin gözaltına alınanların Anayasa Mahkemesi'nin kararından sonra patlamanın failleri olarak yansıtılması ve PKK'nin suçlu ilan edilmesi dikkat çekti.

Medya çarpıtıyor

Haberler gerçeği yansıtmıyor
Atalay'ın yaptığı 'Patlamanın faillerini bulduk' açıklamasının ardından tutuklanan 8 sanık hakkında bugünkü gazetelerde yer alan haberlere sanık avukatlarından Hüseyin Çalışçı sert tepki gösterdi. İddiaları yalanlayan avukat, bombalı eylemi gerçekleştiren şahsın yakalanmadığını belirtti. Türk medyası Atalay'ın açıklamasından sonda 'Bombacılar yakalandı', 'Güngören bombacısı PKK'lı çıktı' şeklinde başlıklar kullandı.
Sanık avukatları, bombalı eylemi gerçekleştiren şahsın yakalanamadığını, müvekkillerinin ise bombalı eylemi gerçekleştiren kişiye yardım ve yataklıktan suçundan tutuklandığını belirtti. Sanık avukatlarından Hüseyin Çalışçı, savcılıkta müvekkillerine bombayı patlatan şahıs olduğu iddia edilen kişinin fotoğrafının gösterildiğini ve o şahsı görüp görmediklerinin sorulduğunu söyledi.image
Müvekkillerinin fotoğrafta gösterilen şahsı olay yerinde gördüğü yönünde ifade verdiğini belirten Çalışçı, şunları kaydetti: 'Müvekkillerime yöneltilen 'Fotoğraftaki şahsı evinizde sakladığınız iddia ediliyor' suçlamasını müvekkillerim reddetti. Bombayı patlatan şahsın 8 aydan bu yana polis tarafından takip edildiği belirtildi bize. Ancak şahsın ne ismi var ortada ne de kendisi. 8 aydan bu yana takipte olan birisi nasıl olurda polisin haberi olmadan bombayı patlatır. Bu soruşturma ile ilgili olarak karanlıkta kalan bir nokta. Gazete ve televizyonlarda yer alan 'Bombacı suçunu itiraf etti' şeklindeki haberler gerçeği yansıtmıyor. Çünkü tutuklanan sanıklardan hiçbiri bombayı patlattığı suçlaması ile tutuklanmadı.'
Güngören'de meydana gelen patlamaya ilişkin gerçekleştirilen soruşturma kapsamında, Hüseyin Türeli, Ziya Kıraç, Abdurrahman Oral, Şerafettin Kara, Cevat Aydın, Aydın Ağlar, Mehmet Salih Yanak ve Nusret Tebiş tutuklanmış 2 sanık ise serbest bırakılmıştı.
İSTANBUL / ANF

Akan kanı gören yok

Bölge'deki çatışmalar dinmiyor, temmuz ayı bilançosu korkunç tabloyu ortaya koyuyor. AKP ile askeri-'sivil' kesime 'empati' çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Gül, Kürt sorununda 'şiddete devam' diyor Çatışmalar dinmiyor Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmemesi karşılığında AKP'nin kapatılmamasıyla AKP ve ordu arasında mutabakat sağlanırken, Bölge'de çatışma derinleşiyor, operasyonlar aralıksız sürüyor. Dün Şırnak'ta çıkan çatışmada 5 korucu yaşımını yitirdi. HPG'nin temmuz ayı bilançosuna göre, 81 çatışma yaşandı, 168 asker ve polis ile 23 gerilla yaşamını yitirdi. Sınırötesi operasyonlar devam ediyor, kara harekâtı hazırlıkları sürüyor. Gül'ün rotası şiddet AKP ve Ergenekon davalarında 'uzlaşmacı' rolüne soyunan ve kapatmama kararı sonrasında iki kesime 'empati kurun' çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, aynı empatiyi Kürt sorununda sergilemiyor. Aksine 'empati kurun' telkininde bulunduğu AKP ile orduya önceliklerini bildiriyor ve ilk öncelik olarak da Kürt sorununda şiddet politikasını öne çıkarıyor: 'Terörle mücadelede nihai başarı...' Bölge'de çatışmalar dinmiyor Ergenekon ve AKP davalarında AKP hükümeti ile ordu arasında yakalanan uzlaşma sonrasında Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının sürdürüleceği yönünde açıklamalar devam ederken, Bölge'deki şiddetli çatışmalarda can kayıpları da artıyor. Dün Şırnak'ta yaşanan çatışmada 5 korucu yaşamını yitirdi. Öte yandan ordu kaynakları aralıksız operasyonların devam edeceğini duyururken, HPG tarafından açıklanan temmuz ayı bilançosuna göre, bir ayda 168 asker ve polis ile 23 gerilla yaşamını yitirdi. Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmemesi karşılığında AKP'nin kapatılmadığı, bununla AKP ve ordu arasında bir mutabakatın sağlandığı, bunun sonucunda ise Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının derinleşeceği kaydediliyor. Bölge'de aralıksız süren çatışmalar ile sınırötesi operasyonlar bu durumu doğrularken, HPG, temmuz ayında 81 çatışmanın yaşandığını, 158'i er, 5'i subay ve 10'u polis olmak üzere 168 kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı. Ayrıca çıkan çatışmalarda 23 gerilla da yaşamını yitirdi. Temmuz ayında Zap ve Kandil alanlarına yönelik hava saldırıları yoğunlaşırken, çıkan çatışmalarda 4 zırhlı araç, 8 askeri araç, 2 helikopterin imha edildiği, 4 helikopterin de darbelendiği kaydedildi. 5 korucu öldü Bu arada Bölge'deki operasyonlar kapsamında Şırnak Bestler Dereler bölgesinde çıkan çatışmada 5 korucu yaşamını yitirdi. Korucuların isimleri şöyle: Reşat Güngör, Selahattin Güngör, Hüseyin Güngör, Refik Altun ve soyadı Altun olan adı öğrenilemeyen bir korucu. Bölge'deki operasyonlar sürüyor. Öte yandan dün Kars bölgesinde de operasyon başlatıldığı bildirildi. Ayrıca önceki gün Hakkari Şemdinli'de operasyona çıkan bir askeri konvoy pusuya düştü, burada düzenlenen saldırıda ağır kayıpların verildiği belirtiliyor. Keşif uçuşları Bu arada sınırötesine yönelik operasyonlar da devam ediyor. Yerel kaynakların bildirdiğine göre, önceki gün Türk savaş uçakları Kandil bölgesi ile Pişder bölgesi, Kele ve Zele köyleri üzerinde uçuş yaptı. Uçuşların keşif amaçlı olabileceği kaydediliyor. 31 Temmuz günü de Kandil, Xinere, Xakurke, Zap ve Avaşin bölgelerinde keşif uçuşları yapılmıştı. Keşif uçuşlarının yoğunlaşması, bölgede saldırıların hedefi olan halk arasında Güney'e yeni hava saldırılarının olabileceği endişesi yaratıyor. ALTERNATİF Gül'ün sahte barışı