Halk Barzani'den memnun

PNA-Dohuk Siyasi Araştırmalar Enstitüsü tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasında, Kürdistan halkının yüzde 90.3’ünün Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani’nin başkan olarak kalmasından razı oldukları ve yüzde 72.6’sının da Başkan Mesut Barzani’nin başkanlığını Kürt davası adına elde edilen kazınımlardan dolayı olumlu ve önemli bir adım olarak gördüğü ortaya çıktı.  Bin kişinin katıldığı kamuoyu araştırması anketi Dohuk Siyasi Araştırmalar Enstitüsü tarafından Hewler, Dohuk, Süleymeniye, Kerkük ve Mosul kentlerinde Kürt, Türkmen, Keldani, Aşuri, Arap ve diğer etnik ve dini-mezhebi oluşumlar arasında farklı toplumsal statüler ve yaş grupları dikkate alınarak hazırlandı.Kürdistan Bölge Başkanlığı ve başkanın Kürt davasına yönelik çalışmaları hakkında yapılan kamuoyu araştırması anketine katılanların %72.6’sı Başkan Mesut Barzani’nin başkanlığını Kürt davası adına elde edilen kazınımlardan dolayı olumlu bir adım olarak görüyor. Kürdistan Parlamentosu, Başkan Barzani’yi 2005 yılında Kürdistan’ın ilk başkanı olarak seçmişti.

Türklerin ABD ziyaretindeki kayıp ve kazançları

ABD ziyaretinde kayıp ve kazançlar Enis BERBEROĞLU-Hürriyet/BAŞBAKAN’ın on günlük ABD gezisinde çok sayıda ikili temas yapıldı, onlarca kritik dosyanın kapağı açıldı. Dolayısıyla toptancı yaklaşım yerine dosya özelinde analiz daha sağlıklı bilanço verir.PKK, Irak’ta söz hakkı için elimizdeki tek kart ÖNCE Başbakan ABD’de iken Irak ve PKK konusunda hangi gelişmeler yaşandı hatırlayalım. Madde 1) ABD Kongresi, Irak’ın üçe (Kürt, Arap ve Şii olarak) bölünmesine yeşil ışık yakan tasarıyı kabul etti. Bu tasarı tabii ki bağlayıcı değil ama trendi yansıtıyor.  Madde 2) Başbakan’ın katıldığı uluslararası panelde Bill Clinton, Güneydoğu’yu "Kürt Bölgesi" diye etiketledi. Kuzey Irak ve Türkiye arasındaki sınır en azından zihinlerde kalktı. Madde 3) Ankara’da Türkiye ve Irak arasında varılan "PKK’ya sıcak takip" uzlaşması Kürt vetosuna takıldı. Yani Bağdat’ın Kuzey Irak topraklarına karışamadığı kanıtlandı. Madde 4) Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ABD’ye dönük PKK sitemi bu ülkede yankı bulmadı. ABD’nin terörle ilgili özel temsilcisinden neredeyse aylardır ses çıkmıyor. Başbakan Washington’da iken yönlendirici/belirleyici olamadığı başlıklara tekrar bakarsak; 1) ABD’nin Irak politikalarında Ankara’yı hiç umursamadığı anlaşılıyor. 2) Türkiye’nin "Irak’ın içişlerine karışıyorsunuz" ithamına uğramadan söz hakkı kullanabileceği tek konu, PKK teröründen ibaret kaldı. Demek ki terör örgütü yaklaşan kışı fırsat bilerek sözde ateşkes ilan ederse, eylemi keserse... Türkiye’nin ABD başkanlık seçimi yılı gibi kritik süreçte Irak’taki son kartı da elden gidecek. Kısaca Irak ve PKK dosyalarında bilanço kayba işaret ediyor. Musevi lobisi sadece soykırımın adını koymadı TÜRKİYE sözde Ermeni soykırım tasarısına karşı her zaman Musevi lobisinden destek aldı. Ancak son birkaç aydır Musevi lobisinden farklı sesler duyuluyor. New York’ta Türkevi’nde Başbakan Tayyip Erdoğan ile buluşan Musevi cemaatinin yeni pozisyonu Türk tarafında şöyle algılandı: Anadolu Ermenilerine karşı yakın tarihte soykırım uygulandı. Ancak Türkiye-İsrail-ABD ilişkileri bunu söylememize şimdilik engel.  Demek ki bu dosyada da bilanço kazançtan çok kayba yakın. Bilanço dışı Sarkozy ile "anlaşamadığımızda anlaştık". Merkel’le işler daha iyi gitti. ABD resti İran’la doğalgaz anlaşmasını durdurmaya yetmedi. Kyoto Anlaşması’na ancak özel koşullarla imza konulacağı belli oldu. Küresel krize karşın Türkiye’ye ekonomik güvenin şimdilik sürdüğü gözlendi.  Irak ile anlaşma ve köpürtme politikaları/Ferai TINÇ-Hürriyet PKK’ya karşı mücadelede ABD’yi muhatap almakla başlayan süreç ve bu süreçteki ısrar, ne anlama geldiği hiç de açık olmayan bir kağıdı da ortaya çıkardı. Bu süreçte varılan aşama bu. Umuyorum bu son olur. Çünkü korkum, ısrar sürdükçe işlerin daha abuk sabuk hale gelmesi.  Süreç şöyle başladı. Anımsatmak için kısaca özetlemek istiyorum.  PKK’nın kuzey Irak’tan saldırıları tırmandıkça Türkiye ABD’yi muhatap aldı. PKK, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terör listesinde uzun yıllardan beri yer alıyordu, öyleyse terörizme karşı küresel savaşın hedeflerinden biri haline gelmeliydi. Washington, Türkiye’nin mücadelesine, Türkiye’nin ona destek olduğu gibi, omuz vermeli, yardım etmeliydi. Bu mantık üzerine kurulu politika devreye girdiğinde, PKK’nın Kuzey Irak’ta çıkartılması için Amerikan Yönetimi’nin hemen harekete geçeceği, Irak Kürdistan bölgesel yönetimini Türkiye ile işbirliğine mecbur edeceği sanıldı. Geldiğimiz nokta bu politikanın işe yaramadığının en açık göstergesi.  Her şeyden önce, Irak ile imzalanan terörizme karşı işbirliği anlaşması, Irak’ın gerçeklerine uygun değil.  * * * BİZ anlaşma ile uğraşırken bakın neler oldu. Amerikan Senatosu, Bush Yönetimi’ni Irak’ı bir arada tutmak için vakit kaybetmekle suçlayan Senatör Biden’in Irak’ın yumuşak bölünmesi önerisini kabul etti. Kürdistan Yönetimi bunu sevinçle karşılarken, Başbakan Maliki sert bir şekilde karşı çıktı. "Bu Irak’ı parçalamak anlamına gelir iç işlerimize karışmayın" dedi.  Ama Senatör Biden’in iç işlerine karışmasından son derece memnun olan Kürdistan Yerel Yönetimi ve Bağdat’taki Kürt Bloku temsilcileri, Türkiye ile yapılan anlaşmanın Irak Meclis’ine getirilmemesini "egemenlik haklarına saldırı" olarak nitelediler. "Gelirse de biz kabul etmiyoruz. Çünkü bize danışılmadı, biz muhatap alınmadık" dediler.  * * * KUZEY Irak’a askeri müdahalenin bir çözüm olmayacağını düşünüyorum. Ama, anlaşmayı bağımsız bir gözle okuyup amacına ulaşıp ulaşmadığına baktığımda büyük boşluklar görüyorum. Anlaşmada olmayan, sadece Türkiye’nin önemli üzerinde durduğu sıcak takip maddesi değil, sınır ötesi sınırlı operasyonlar da yok.  Daha önce Saddam ile yapılan anlaşma dikkate alındığında bu, sanki bir feragat sözleşmesi gibi olmuş.  PKK’nın terör örgütü olarak kabul edilmesine rağmen, teröristlerin iadesi konusu muğlak.  Anlaşmada şöyle bir şey var. Tarafların teröristler hakkında ilan ya da Interpol bülteniyle çıkartılan uluslararası tutuklama emirlerini birbirlerine iletmeleri öngörülmüş. Bu konuyla ilgilenmek üzere de birbirlerinin diplomatik temsilciliklerine birer irtibat noktası atanması kararlaştırılmış.  O zaman, Türkiye’nin ABD Dışişleri Bakanlığı’na, sonra da Bağdat hükümetine verdiği ve yıllardan beri elden ele sürünen 100 kişilik, 20 kişilik isim listeleri ne olacak?  Önce bu anlaşma resmileşecek. Sonra temsilciliklere atamalar yapılacak, onlar gidip yerleşecek sonra yeniden listeler hazırlanıp, yeniden ulaştırılacak. Ya sonra? Orası net değil. Daha doğrusu çok net.  Bölgesel Kürt Yönetimi ikna olmadıkça hiçbir şey değişmeyecek.  * * * PKK terörüyle mücadele önce askere, sonra ABD’ye şimdi de son derece zayıf olan Maliki Hükümeti’ne devrederek yapılamaz. Terörü bir dış mesele haline getirmek, onun çözüm bekleyen bir iç sorun olduğu gerçeğini görmezden gelmenin en kolay yolu.  ABD’yi, Irak’ı, Kürt Yönetimi’ni suçlayıp durmak siyasi açıdan prim bile yapabilir. "Ne cesur liderimiz var. Nasıl da posta koyuyor" dedirtebilir insanlara.  Hatta, Türkiye’nin itibarının nasıl sarsıldığını bile örtbas edebilir bu köpürtmeler. Ama nereye kadar?

Saldırıda ölenlerin hepsi korucu

Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesi Beşağaç (Hemkan) köyü yakınlarında taranan minibüste ölen 12 kişi ile yaralanan 2 kişinin kimlikleri belirlendi.

www.ozgurgundem.net/Şırnak Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre ölenlerin isimleri şöyle: Gönüllü köy korucuları Kamil Akdoğan, Rahmi Acer, Kadri Acer, Orhan Acer, Kazım Acer; geçici köy korucuları Yusuf Acer, Zeki Acer, Reşit Acer, Harun Acer, Sefer Acer, Bengin Acer, Cuma Ermahan. Açıklamada, saldırıda Memduh Acer ve Erdal Acer'in yaralandığı ve tedavilerinin sürdüğü bildirildi.

Valiliğin açıklamasında olaydan sonra PKK gerillalarına karşı başlatılan geniş çaplı operasyonun sündüğü belirtildi. Bu arada ölenler için cenaze töreni düzenleneceği bildirildi. Tören bugün Beytüşşebap Kaymakamlığı önünde düzenlenecek. ŞIRNAK

Kuzey Kürdistan'da bir yılın özeti : 650 Operasyon

650 askeri operasyon/Cengiz Kapmaz

PKK'nin 1 Ekim 2006 tarihinde ilan ettiği tek taraflı ateşkesin üzerinden tam bir yıl geçti. Geçen süre içinde hükümet ateşkese olumlu tavır takınmadı, ordu ise ateşkesin yürürlüğe girdiği gün operasyonların dozunu artırarak 'gerilla avına' çıktı. Ordu, bir yıllık ateşkes süresi içinde tam 650 kez operasyona çıktı.

Ateşkes sürecinde darbe yiyen hep Kürtler oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tam 4 kez görüşlerinden dolayı hücre cezasına çarptırıldı, 1 Mart 2007 tarihinde ise zehirlendiği ortaya çıktı. Kürtler 27 Nisan muhtırasında ise düşman ilan edildiler. 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. PKK'li üst düzey yetkililere suikast yapmak için PKK saflarına intihar timleri gönderen Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Kürtler, ateşkes sürecinde serhildan ruhuyla alanlara çıkıp PKK ve Öcalan'ın muhatap alınmasını, uzatılan barış elinin tutulmasını talep ettiler. Ancak tüm talepleri yine muhatapsız kaldı. Sözde sivil Anayasa'nın açıklanan taslağında ise Kürtlerin K'sinden bile bahsedilmediği ortaya çıktı. 

1999 yılında susan silahlar, 5 yıl sonra 1 Haziran 2004'ten itibaren yeniden konuşmaya başladı. Çatışmaların yeniden tırmanmasının temel nedeni artan ordu operasyonlarıydı. Tarih yaprakları 2006 Eylülü'nü gösterdiğinde ufukta ateşkes belirdi. PKK ve Öcalan, 5. kez ilan edilecek bir ateşkes için ihtiyatlıydı. Ancak ulusal ve uluslararası ortam ateşkesi bir zorunluluk olarak hızla gündemleştiriyordu. DTP, ABD, hükümet, sık sık ateşkes için niyet bildiriminde bulundu. KKK'nin talepleri dikkate alacağı haberleri üzerine 12 Eylül'de olası bir ateşkesi önlemek için Diyarbakır'da bomba patlatıldı. Olayda 7'si çocuk 11 kişi hayatını kaybetti. 13 Eylül'de açıklama yapan KKK, 'Katliamın sorumlusu Türk özel savaş güçleridir' dedi. 29 Eylül'de Erdoğan, ateşkes için konuştu ve 'Ateşkes yanlış, PKK silah bırakır' açıklaması yaptı. Ateşkes tartışmasına 29 Eylül'de PKK Koordinatörü Edip Başer de katıldı ve 'Ateşkes yanlış ifade' dedi. 29 Eylül'de ise PKK'nin ABD'li Koordinatörü Ralston konuştu ve 'PKK'ye taraf statüsü veremem' ifadelerini kullandı. Aynı gün emniyet de görüş bildirdi. Emniyet, PKK muhatabımız değil açıklamasını yaptı. Ay sonuna doğru ateşkes talebine Öcalan'dan olumlu yanıt geldi. Öcalan, 28 Eylül'de yaptığı açıklamada, 'Gelin hep birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım' çağrısı yaptıktan sonra, 'Barışa bir şans daha veriyor ve PKK'ye ateşkes çağrısında bulunuyorum' dedi. HPG ve KKK açıklamaya uyacağını belirtti, 1 Ekim tarihi itibariyle de ateşkes fiilen hayata geçti. Ancak ateşkes kararıyla birlikte operasyonlar birden bire artmaya başladı.  Şırnak'a bağlı Cudi Dağı'nın Kursa Keça ve Tikera alanlarında başlatılan operasyon daha genişletilerek sürdürüldü, Bingöl'e bağlı Yayladere alanında başlatılan operasyonun da kapsamı genişletildi. Yüksekova'ya bağlı Çarçella dağına yönelik başlatılan operasyon ise durdurulmadı. 1 Ekim'de konuşan Erdoğan, ateşkesi değerlendirdi ve 'Durduk yere operasyon olmaz' dedi. Ancak gelişmeler bir kez daha Erdoğan'ın dediği gibi olmayacaktı.  Türk adaletine sığınsınlar Ateşkes kararının alınmasından sonra ateşkese karşı takınacağı tavır merak konusu olan ordudan ilk açıklama 2 Ekim'de geldi. 2 Ekim'de ateşkesi değerlendiren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ateşkesin sonuç doğurmayacağını net şekilde ortaya koydu, PKK'ye Türk adaletine sığınsınlar açıklaması yaptı. Büyükanıt, 'TSK silahlı tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdüreceğini çeşitli defalar açıklamıştır' dedi. Bu sözlere yanıt Erdoğan'dan geldi. 2 Ekim'de Erdoğan, 'Güvenlik güçlerine 'tedbiri bırakın' gibi bir talep olamaz. Ama hiçbir şey yokken de herhalde güvenlik güçleri kendine bir görev çıkarmaz' diye konuştu. Büyükanıt'ın sözlerinin üzerinden henüz bir gün geçmişti ki Bölge'den çatışma haberleri gelmeye başladı. 3 Ekim'de sahneye bu kez Baykal çıktı ve hükümete 'Operasyon yapmak zorundasın' tepkisini gösterdi. Ankara'da bu tartışmalar yaşanırken ateşkes sonrası operasyonlarda korkunç bir artış yaşandı. 16 Ekim'de 15 günlük bilanço yayınlayan HPG, 15 gün içinde 34 operasyon yapıldığını duyurdu. HPG operasyonlar sırasında 19 çatışma yaşandığını, çatışmalar sonucu 9 asker ile 5 gerillanın da yaşamını yitirdiğini bildirdi. Kürtler ise ateşkese sık sık destek verdiler. 2 Aralık'ta Şırnak'ta binlerce kişi KKK'nin 1 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes kararına destek vermek ve askeri operasyonları protesto etmek amacıyla yürüyüş yaptı. Kitle, yönünü Cudi Dağı'na dönerek açıklama yaptı. Operasyonların sonraki günlerde de sürmesi üzerine 7 Aralık'ta açıklama yapan KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, ateşkes sürecinin kritik bir aşamada olduğunu söyledi ve 'Ateşkes tehlikeli bir sürece girdi' dedi. Ovada siyaset yaptırmadılar Ateşkes sonrası Türkiye'nin gündemi Ağar'ın 9 Ekim'de yaptığı 'Gelsinler düz ovada siyaset yapsınlar' sözüyle yeniden hareketlendi. Ağar'a Baykal 10 Ekim'de sert tepki gösterdi ve 'Sen af çıkarırsan arkasından ne gelecek?' diye sordu. 14 Ekim'de ise Ağar-Büyükanıt savaşı başladı. 'Benim dönemimde asker konuşamaz' diyen Mehmet Ağar'a Büyükanıt'tan ağır yanıt geldi. Büyükanıt, 'O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz' dedi. 2 Kasım'da bir kez daha konuşan Büyükanıt, Türkiye'deki etnik tartışmalarla ilgili olarak, 'Atatürk bugünleri görseydi, kahrından giderdi' dedi. 19 Kasım'da ise Devlet Bahçeli, 'Vatan içerden hançerleniyor' diyerek sert mesajlar verdi.  Siyasal irade tayin edildi Tarih yaprakları 20 Ekim'i gösterdiğinde Kürt sorununda Kürtleri kimin temsil ettiğinin açık göstergesi Ankara'da ortaya çıktı. Öcalan'ın siyasi irade olarak kabul edilmesi amacıyla oluşturulan Özgür Eşit Yurttaş Hareketi'nin başlattığı imza kampanyasının sonuçları açıklandı. Kampanyaya 3 milyon 243 bin kişinin destek verdiği bildirildi. 16 Aralık'ta ise Kürtler barış için Ankara'ya yürüdü. 983 seçilmiş Kürt temsilcisi, operasyonların durması, ateşkesin çift taraflı kılınması talepleriyle 16-18 Aralık tarihleri arasında Diyarbakır'dan Ankara'ya yürüdü. TBMM Başkanı Bülent Arınç, görüşme taleplerine randevu vermedi, Kürtler Abdi İpekçi Parkı'nda 10 dakikalık oturma eylemiyle Arınç'ı protesto etti.  2007 baskı yılı oldu 2007 yılının ilk günlerinde Türkiye menfur bir cinayetle sarsıldı. 9 Ocak'ta Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Osmanbey'de gazete binasının önünde öldürüldü. Yüzbinlerin buluştuğu cenaze töreninde en büyük kesimi Kürtler oluşturdu. Kürtler ve diğer halklar, 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganı atarak, Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen derin odaklara çok anlamlı bir yanıt verdiler. Aslında Dink cinayeti 2007 yılının ne şekilde geçeceğinin de çok açık göstergesiydi. 2006 yılında süren hak ihlalleri 2007 yılında had safhaya ulaştı. Öyle ki gözaltı, tutuklama vakaları 1993 yılının dahi üzerine çıktı. Hak ihlallerinden iki camia çok derin yaralar alarak çıktı. 2007 yılının ilk ayından itibaren Kürt basın-yayın organlarına adeta nefes aldırtılmadı. 5 Ocak'ta Toplumsal Demokrasi, 6 Mart'ta Gündem, 23 Mart'ta Azadiya Welat, 30 Mart'ta Güncel, 9 Nisan'da Gündem gazetesi kapatıldı. 2007 yılında 11 ay içinde Kürt basın yayın organlarına tam 10 kez kapatma cezaları verildi. Terörle Mücadele Yasası kapsamında sürdürülen sürek avından DTP de nasibini aldı. Yeni yılın ilk 5 ayında 500 DTP'li tutuklandı, bini aşkın kişi gözaltına alındı. Eşbaşkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'a 1'er yıl 6'şar ay hapis cezası verildi. 21 Şubat'ta 'Kerkük'e yapılan bir saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış sayarız' diyen DTP Diyarbakır İl Başkanı İbrahim Aydoğdu, bir gün sonra 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' etme suçlamasıyla tutuklandı. Hapse atılanlar arasında DTP Mardin İl Başkanı Ferhan Türk, DTP Dersim İl Başkanı Hıdır Aytaç, DTP Van İl Başkanı İbrahim Sunkur, DTP'li Kızıltepe Belediye Başkanı Aydın Budak da vardı. Daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Hakkari Belediye Başkanı Metin Tekçe'ye 'Laz Direnç' imzasıyla tehdit mektupları gönderen karanlık bir isim, bu kez de 26 Mart'ta Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin'e, 10 Nisan'da Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihah Şimşek'e aynı isimle içinde zehirli madde bulunan birer mektup gönderdi.  Bebek asker kurbanı oldu Kürtlerin pek çok zorluğa rağmen seçimlerde 22 milletvekiliyle Meclis'e girmesinden sonra milletvekilleri üzerinde psikolojik terör estirildi, DTP bu terörle baskı cenderesine alındı. Erdoğan, AKP yöneticileriyle medya, DTP'li milletvekillerine 'PKK'ye terör deyin' baskısı uyguladılar. Gebze Cezaevi'nde milletvekili olarak Meclis'e gönderilen Sebahat Tuncel hakkında dokunulmazlık kazanmasına rağmen yargılamasının devamına karar verildi. 3 davada yargılanan DTP eski Eşbaşkanı Aysel Tuğluk hakkında da benzer karar alındı. 24 Eylül 2006'da İçişleri Bakanlığının Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlık görevinin düşürülmesi başvurusunu değerlendiren Danıştay, belediyenin çokdilli uygulamasının Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdi. Danıştay 8. Dairesi, ayrıca Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesini kararlaştırdı. Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Çemê Karê Yaylası'nda ekonomik ambargoya alınıp yolları askerler tarafından kapatıldığı için ateşi yükselen 6 aylık bir bebek hastaneye yetiştirilemeden öldü. Karakol yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunmaya giden bebeğin babasının da aralarında bulunduğu 15 kişi, Pervari'de gözaltına alındı. 12 Eylül 2007 günü HPG gerillalarının karakol bastığı yalanını öne çıkaran askerler, Dersim Ovacık ilçesi Yeşilyazı köyündeki evlere kurşun yağdırdı. Şemdinli Davası ise sivil mahkemeden alınarak askeri cezaevine verildi. 650'yi aşkın operasyon oldu 2007 yılının belirgin göze çarpan bir diğer özelliği de 2006'da süren operasyonların aynı hızda sürmesi oldu. Ordu, Bölge'de sık sık operasyonlara çıktı. Ancak operasyonların 1999 sonrasında düzenlenen operasyonlardan farkı vardı. İlk kez 2007 yılında 1990'lardakine benzer büyük çaplı, çok personelli operasyonlar düzenlenmeye başlandı. 14 Nisan'da Dersim'de tespit edilen 20 gerilla için düzenlenen kara ve hava operasyonuna tam 20 bin asker, 7 Mayıs'ta Cudi ve Gabar dağlarında HPG'ye yönelik başlatılan kara ve hava operasyonuna ise tam 20 bin asker katıldı. 2007 yılının Nisan ayı bilançosunu açıklayan HPG, bu ayda 68 operasyon gerçekleştirildiğini, 62 temas yaşandığını, en az 119 asker ile 22 gerillanın yaşamını yitirdiğini bildirdi. Operasyonlar devam ederken 3 Ocak'ta Erdoğan'dan koordinatör itirafı geldi. Erdoğan, Türkiye ve Amerika arasında PKK'yle mücadele için oluşturulan koordinatörlük mekanizmasının olumlu sonuç vermediğini söyledi. 29 Ocak'ta konuşan ABD'li Koordinatör Ralston da 'Türkiye PKK ile müzakere yapmalı' dedi. Ralston'un Mesud Barzani ile yaptığı görüşme sırasında söylediği bu sözler, Ankara'da büyük tepki uyandırdı. 8 Şubat'ta bu kez de Türkiyeli Koordinatör Edip Başer konuştu ve 'Güneyli Kürt liderlerle görüşebilirim' dedi. Başer'e yanıt 13 Şubat'ta Büyükanıt'tan geldi. Barzani'yi kasteden Büyükanıt, 'Hasmane konuşmalar yapıyor. Bu şekilde görüşmek mümkün değil' dedi. Koordinatörlük müessesesi sonuç getirmeyince Başer, görevden alındı, 22 Eylül 2007'de yerine Rafet Akgünay atandı. HPG verilerine göre Ateşkesin ilan edildiği 1 Ekim 2006-30 Ağustos 2007 tarihleri arasında 650'yi aşkın operasyon gerçekleştirildi. HPG verilerine göre bazı aylara ilişkin açıklanan operasyon bilançosu şöyle: 'Ekim 42, Kasım 38, Mart 58, Nisan 68, Mayıs 67, Haziran 77, Temmuz 39, Ağustos 45' Ordu yine çözüme karşı çıktı 16 Şubat'ta ABD'de sahneye çıkan Büyükanıt, hedefe yine Kürtleri koydu. 'Büyük oyun var' diyen Büyükanıt, 'Bugün, terörle mücadele bağlamında çok büyük bir oyun başlamak üzeredir. Yapacakları tek şey perdeyi açmak. Perde açılmak üzere. Genel af ilan edin, anayasanızı değiştirin, Kürt kimliğini tanıyın, genel eğitimde Kürtçe'yi resmi dil olarak kabul edin, terör örgütünün lider kadrosunda bulunanlara Avrupa'da siyasi mülteci hakları tanınsın diye istekleri var. Değil kabul edilmesi, düşünülmesi gündeme gelmeyecek istekler vardır' ifadelerini kullandı. Türkiye'de anti-Kürt dalga hızla yükselirken çok sürpriz bir isimden çok sürpriz açıklamalar geldi. 28 Şubat'ta Evren Sabah Gazetesi'ne konuştu. Evren'in 'Kürtlere kardeş muamelesi yapmalıyız. Kaç senesi var bilmem ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Kerkük'te haklarımız var ama gidip de işgal etmemize karşıyım. Türkiye, Kerkük'e girerse bütün dünyayı karşısına alır. DTP Meclis'e girsin' şeklindeki sözleri daha sonra tartışma başlattı. 2 Mart'ta Evren için inceleme başlatıldı.  Kürtler düşman ilan edildi 2007 Mart ayında peş peşe ortaya çıkan gelişmeler ordunun vesayetini yeniden gündemin ilk sıralarına yerleştirdi. Nokta Dergisi Genelkurmay tarafından hazırlandığı belirtilen basın-yayın organları hakkındaki değerlendirme raporunu yayınladı. Raporda, gazetecilerin TSK yanlısı ve TSK düşmanı diye ikiye ayrıldığı ortaya çıktı. Büyük tepki toplayan andıca sadece Baykal sahip çıktı. Mart ayı sonunda Nokta Dergisi bu kez de 2004'te ordunun iki kez darbe planı yaptığını gün ışığına çıkardı. 12 Nisan'da konuşan Büyükanıt, PKK'den milliyetçiliğe, darbe hazırlığı iddiaları ve cumhurbaşkanı seçimine kadar gündemdeki konular hakkında görüşlerini açıkladı, 'Köşk adayı sözde değil, özde laik olmalı... Sınırötesi fayda sağlar, ama siyasi karar gerekli... Günlük konusunda belgesiz işlem olmaz' dedi. Büyükanıt'a bir gün sonra Sezer'den destek geldi. Sezer, 'Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı' diye konuştu. 27 Nisan akşamı Genelkurmay, internet üzerinden hükümete muhtıra verdi. Muhtırada, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur' deniliyordu. Kürtleri de düşman ilan eden muhtıra karşısında tavrı merak edilen hükümet, ertesi gün orduya sert cevap verdi. Hükümet adına açıklamayı yapan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, metnin 11. Cumhurbaşkanı'nı seçme sürecinde gece yarısı ortaya çıkmasının son derece dikkat çekici olduğunu belirterek, 'Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur. Genelkurmay yargıya müdahale etti' diye konuştu. 19 Ağustos 2007 tarihinde 'Türk Tarihi ve Kültüründe Avşarlar' konulu sempozyumda konuşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin Türkmen kökenli, Kürt Alevileri'nin ise Ermeni kökenli olduğunu öne sürdü. Açıklama, Kürtlerde büyük infial uyandırdı. Öcalan zehirlendi! Ateşkesin üzerinden henüz 5 ay geçmişti ki toplumsal barışı sabote edecek vahim bir gelişme yaşandı. 1 Mart 2007'de Roma'da basın karşısına çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları, müvekkillerinin saç örneklerinde yapılan incelemede, öldürücü hastalıklara neden olabilecek normalin üzerinde stronsiyum ve kroma rastlandığını açıkladı ve Öcalan'ın durumunu inceleyecek bir uluslararası sağlık heyetinin oluşturulmasını acil olarak talep etti. Bilimsel verilerle de desteklenen bu durum, Kürtlerde geniş bir infial oluşturdu. 4 Mart'ta 54 DTP'li belediye başkanı PKK'nin ilan ettiği ateşkes devam ederken böyle bir teşebbüste bulunulmasının Türkiye'nin iç barışı ve toplumsal huzuruna yapılmış 'tehlikeli ve art niyetli bir müdahale' anlamı taşıdığını bildirdi. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in 'yalanı ortaya çıkaracağız' sözleri ise Kürtlerin tepkisine neden oldu. Tepkiler üzerine İmralı Adası'na bir sağlık heyeti gönderildi. 12 Mart'ta Adli Tıp Kurumu Öcalan'da zehirlenme vakası olmadığını duyurdu. Ancak toksikoloji uzmanları raporda çok ciddi eksiklikler olduğunu açıklayarak raporu güvenilir bulmadıklarını belirttiler. Raporu inandırıcı bulmayan Kürtler, Avrupa'da açlık grevi ve işgal eylemleri başlattı. Türkiye Öcalan'ın sağlığına kilitlenmişken Ankara'da birdenbire 'Sayın Öcalan' tartışması ön plana çıktı. Bir radyo programında Öcalan'a 'sayın' dediği iddia edilen Erdoğan'a yüklenen Baykal, 20 Martta 'Öcalan'a sayın diyen biri cumhurbaşkanı olmamalı' dedi. 5 gün sonra da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Erdoğan hakkında, 'sayın' dediği iddiaları üzerine inceleme başlattı, inceleme daha sonra beraatle sonuçlandı. Öcalan'ın sağlığı 2007 Newrozu'na da damgasını vurdu. Türkiye'nin 53 yerleşim biriminde kutlanan Newroz'a, hafta sonu olmamasına rağmen toplam 2 milyonu aşkın halk katıldı. Halk, meydanlarda İmralı'ya acil sağlık heyeti gönderilmesini talep etti.  4 kez disiplin cezası verildi Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit ve katı muameleler 2006'da da sürdü. Yıl içinde Öcalan ile görüş 36 kez engellendi, görüşme ancak 22 kez yapılabildi. Öcalan, 2006 ve 2007 yılllarında ateşkes süresinde yaptığı görüşmelerdeki sözlerinden dolayı 4 kez cezaevi yönetimi tarafından disiplin cezasına çarptırıldı. Bir disiplin cezası uygulanmazken diğer cezalar hayata geçirildi. 19 Ocak'ta durumuna ilişkin açıklamalarda bulunan Öcalan, 'İntihara zorlanıyorum' dedi. Avukatlara 20 günlük hücre cezasının dışında fiili 7 günlük hücre cezası daha uygulandığını açıklayan Öcalan, intiharvari bir ölüme zorlandığını, oluşacak kötü sonuçları, halkın bunu istemeyeceğini bildiğinden böyle bir eyleme girişmeyeceğini, meydana gelebilecek bir ölüm olayından kendisinin sorumlu olmayacağını, devletin sorumlu olacağını söyledi. Öcalan, 19 Eylül 2007 tarihinde ise, 'Gelen doktorlar bana burundan akciğere kadar olan nefes borusunun artık iflas ettiğini söylediler' dedi. Kirli savaş geri döndü 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Türk ordusunun kullandığı kirli savaş yöntemlerinin başında kimyasal silah kullanımı yer aldı. 2007'de çıkan çatışmalarda ilk kimyasal silah yöntemi, 31 Haziran 2007'de Şırnak'ın Uludere ilçesi kırsalında bulunan Kela Meme dağında hayata geçirildi. Çatışmada 8 HPG gerillası hayatını kaybederken 7 Nisan günü Bingöl'ün Kiği ve Yayladere ilçeleri arasındaki bölgede HPG gerillalarıyla Türk ordu güçleri arasında çıkan çatışmada da kimyasal silahlar kullanıldı. Türk ordusunun 2007'de yürüttüğü kirli savaşın bir diğer boyutu da sivillere yönelmesi oldu. Özellikle Güney Kürdistan sınır hattındaki yerleşim birimlerini sık sık bombalayan Türk ordusu, bu alanlarda ciddi zarara ve can kayıplarına neden oldu. HPG'ye göre Türk ordusu 27 Şubat 2007 tarihinden itibaren Güney Kürdistan sınır hattına 25 ayrı bombardıman gerçekleştirdi. Bombardımanda çok sayıda köylü yaralandı, yüzlerce bağ ve bahçe zarar gördü, binlerce köylü de evlerini terk etmek zorunda kaldı. Türk ordusunun en çok başvurduğu insanlık dışı kirli savaş yöntemlerinden biri de ormanların yakılması oldu. 2007 yaz aylarından itibaren Bölge'de ormanlık alanlara yangın bombaları yağdıran Türk ordusu, özellikle Dersim, Botan, Amed ve Bingöl'de orman arazilerini hedefleyerek çıkardığı yangınlarda binlerce hektar ormanı yok etti. Bu süre içerisinde Şırnak'ın Besta ve Gabar alanında onlarca orman arazisi de Türk ordusu tarafından yakıldı. Türk ordusunun 2007 yılında işlediği diğer kirli savaş suçu da misket bombaları kullanması oldu. Türk ordusu, 31 Temmuz 2007'den itibaren Güney Kürdistan'a gerçekleştirdiği bombardımanlarda misket bombalarını yoğunluklu olarak kullandı. Araziye saçılan misket bombaları sivilleri tehdit ederken 9 Eylül'de Haftanin alanında bir misket bombasının patlaması sonucu 3 köylü yaralandı. Yaralılardan biri 12 yaşındaki bir çocuktu.  Kürtler sık sık uyarılarda bulundu PKK operasyonların daha da artması, hak ihlallerinin dur durak bilmemesi üzerine çeşitli tarihlerde açıklamalar yaparak uyarılarda bulundu. 24 Kasım 2006'da KKK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 'Ateşkesi gözden geçirebiliriz' mesajı verdi. 28 Kasım 2006'da bir kez daha konuşan Karayılan, 'PKK olarak sorunun demokratik ve barışçıl şekilde çözülebileceğini söylüyoruz. Bu kabul edilmiyorsa ikinci seçenek sınırların değişmesidir' dedi. 7 Aralık 2006'da artan operasyonları bu kez KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık değerlendirdi. Bayık, 'Türk ve Kürt halkları arasında kopma yaşanacak' uyarısı yaptı. 15 Mart 2007'de açıklama yapan KKK, Öcalan'ın zehirlenmesine ilişkin hükümetin yaklaşımının ciddi olmadığını vurgulayarak, 'Eğer erken davranılmazsa, yarın çok geç olabilir ve tarihin affetmeyeceği bir süreçle karşı karşıya kalınabilir' uyarısı yaptı. 19 Mart 2007'de ANF'ye demeç veren Kalkan da sürecin Kürtlerin imhasına dönüştürüldüğünü belirterek, 'Türk-Kürt ilişkisi kalmayacak. Biz 1 Ekim'de ateşkes ilan ederken, barıştan ve demokratik çözümden söz ederken, onlar ölümümüze zaten çoktan karar vermişler, ölüm mangalarını eğitip görevlendirmişler' diye konuştu. Kalkan, ayrıca TMYK'de öldürülecekler listesi, tutuklanacaklar listesi hazırlandığını belirterek, 'ölüm mangalarının bir bölümü elimizdedir' açıklamasında bulundu. 29 Mart 2007'de açıklama yapan HPG ise, 'Ateşkes anlamını yitirdi. Ateşkesi sürdürmekten çok nasıl bir savaş yürüteceğimizi tartışıyoruz' dedi. Aynı uyarılar 29 Mart 2007'de HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal'dan da geldi.

Kürdistan’da Sıcak Takip

Hüseyin İnan Tarih: 29 Eylül 2007 Cumartesi “Alışmış kudurmuştan beterdir” Türk atasözü. Sizin Kemalist takımının değerli dostu Kürt düşmanı Saddam döneminden kalan alışkanlığınız olan sıcak takip, yani Kürdistan’ı talan harekatı bu sefer tutmadı.  Federe Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Ankara ile Bağdat hükümetleri arasında iç işleri bakanlığı düzeyinde Ankara’da yaptıkları birkaç günlük heyetler arası görüşmelerde en önemli gündem maddesi olan, Güney Kürdistan topraklarına TC ordusunun sıcak takip adı altında müdahalede ve askeri operasyonlarda bulunmasına yönelik maddeyi veto etmesi Kürt diplomasisi ve Kürt yurtseverliği adına önemli bir başarı.  ABD’nin desteğiyle yapıldığını da unutmamak lazım. Dünya değişiyor, stratejik ortaklar da değişir. Kürtlerin de bu değişimden yararlanma hakkı vardır. Buna işbirlikçilik diyen yalakaları ciddiye almaya değmez.  Burada Türkiye’ye verilen mesaj şudur: Kürdistan yolgeçen hanı değildir. Saddam döneminde yaptığınız anlaşmalar bizi bağlamaz. O tür anlaşmaları unutun.  Yine de şanslı sayılırız. Mesela Kürt liderlerden duymaya alışık olduğumuz ve Kürt halkına zarardan başka bir şey getirmeyen o utanç verici açıklamaları da duyabilirdik. Örneğin Barzani, Talabani’nin geçenlerde dediği gibi, şunları da söyleyebilirdi: “Türkiye ‘demokratik’ bir ülke. Oradaki Kürtler demokrasi (Türk demokrasisi!) çerçevesinde sorunlarını halletsinler. Ayrıca, Türkiye bizim topraklarda sıcak takip yapmak istiyorsa her halde bir bildiği vardır. Bir kaç köyü yakıp, yüzlerce vatandaşımızı öldürdükten sonra, demokrasinin gereği çekip giderler...”  Oysa Barzani bir devlet adamı gibi davranarak ülkesine ve kendi iktidarına zarar verebilecek TC ordusunun PKK’yi bahane ederek girişeceği işgale dur demiştir. Ve böylece PKK için de bir koruma kalkanı yaratmıştır. Umarız Kürt partilerinin iktidar oyunları bizi mahcup etmez.  Yani TC, Saddam döneminden kalma ve “hakkı” olduğunu her fırsatta iddia ettiği sınır ötesi operasyon “hakkı”nı pratikte kaybetmiştir. Kürtlere karşı uluslar arası anlaşmalarla resmen elde ettiği ölüm fermanını, kendi imzasıyla geçersiz kılmıştır. Bu içeride Kürtleri öldürmeyeceği anlamına gelmez. Şimdi içeriye daha çok saldıracaktır.  ABD’de son dönemde tartışılan Irak’ın üçe bölünmesi fikrini ve buna paralel olarak böyle bir durum meydana geldiğinde, TC’ye “sınırları geçemezsin” diyecek bir resmi belge işlevi de görecek.  Buna rağmen TC sınırı geçerse, Kürtlerin koyacağı tavır ve uluslar arası güçlerin tutumu, Kürdistan’ın geleceği açısından hayati önemdedir.  Türk medyası, Kürtlerin vetosundan sonra “Peşmerge Kazandı” şeklinde yazılarla öfkeden kudurmuşa döndü. Bu Kürtler açısından iyiye işarettir.  ABD’nin müdahalesinden bu yana söylenen “işbirlikçi Kürtler” çorbası yeniden ısıtılıyor. Oysa, ABD’nin 50 yıllık işbirlikçileri olduklarını ve halen de bu rolü canı gönülden sürdürmek istedikleri gün gibi ortada.  Şu an uluslar arası konjektür tarihte hiç olmadığı kadar Kürtlerin lehine olmasına rağmen; Kürt, Parti, lider ve şahsiyetleri öyle garip açıklamalarda bulunuyorlar ki, insan her an her şeyin Kürtlerin aleyhine dönmesinden korkuyor...  Eğer Kürtler bu sefer de kendi kuyularını kendileri kazmazlarsa, uluslar arası resmi bir statü kazanmaları hayal olmaktan çıkacaktır.  Bu anlaşmaya rağmen, yine de PKK’nin bir rehavete kapılmadan her an bir operasyon olacakmış gibi, güçlerini konumlandırıp, uyanık olması gerekir. “Su uyur düşman uyumaz” lafı da bir Türk atasözüdür.  PKK lider kadrosunun yakalanıp Türkiye’ye iade edilmesi gündeme gelebilir. Bu da güney ve kuzey Kürtleri arasında yaşanan yakınlaşmayı dinamitler. TC’nin asıl isteklerinden birisi de budur.

Ölen askerleri gerçekten PKK’mı vuruyor?

Belli çevreler şu günlerde şehit edebiyatı yapmaya yine hız verdiler. Bunlar belli ki akan kan üzerinden siyaset yapanlar, rant sağlayanlar.  Çünkü kanın durması için hiçbir çabaları yok; hatta bu yöndeki çabaları ısrarla, inatla engelliyorlar. Öte yandan, askerse ”şehit”, Kürt partizanı ise şehit değil, ”terörist!” Cesedine bile binbir kötülük yapıyor, bazen kafasını, kulağını kesiyorlar, bazen yakınlarına vermiyorlar. Üstelik ona şehit diyeni 3 yıllık hapis cezasına mahkum ediyorlar! Ölen askerlerin birçoğunun Kürt olması ise bir başka ilgi çekici nokta. Diyarbakırlı, Bingöllü, Ağrılı, Hakkarili, Şırnaklı… Hatta Adanalı, İzmir’li, bilmem nereli denenler bile birçok durumda Kürt asıllı… Bunlar genellikle mayın patlaması sonucu veya, uzun menzilli silahlarla karakola ateş edilirken vurulanlar…  Sözde eylemleri PKK yapıyor, ama öldürülen askerlerin çoğu Kürt.. Bazıları operasyonlar sırasında önde yürütülen korucu Kürtler.. Geçende Kürt kökenli bir asker de Yüksekova’da, asker yemeği götürürken güya yanlışlıkla askerler tarafından vuruldu.. Bunlar gerçekten rastlantı mı, yoksa bölgeye, yani savaş cephesine çoğunlukla Kürt askerler mi gönderiliyor? Yoksa bir başka oyun mu söz konusu? Yani Türk militarizmi, Kürt asıllı bu askerleri kendi eliyle kurban edip, ardından PKK öldürdü diye gösterip bir taşla iki kuş mu vuruyor?.. Onların sırtından propaganda mı yapıyor? Çünkü, yargıçları, kaymakamları bile ”hizaya getirmek” maksadıyla ”sağa sola bomba attıran” komutanlar için, istenen askeri aracın yanında mayın patlatmak zor bir iş değil. Hangi karakolda, hangi saatte kimin nöbet tuttuğunu bilip orayı hedef seçmek de… Çünkü bu militarist devlet acımasızdır. Halkın çocuklarının hayatı ise ucuzdur. Bu devlet, kendi haince planları için onların bir bölümünü kendi eliyle kurban etmekten çekinmez. Hele onlar Kürt iseler, zaten düşmandan sayılırlar ve ölümleri bu baylara zevk bile verir… Son olarak 19 Eylül günü Bitlis’te bir karakola ”uzun menzilli silahlarla” açılan ateş sonucu Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın kuzeni Erkut Babacan hayatını kaybedince ve Mustafa Şahin adlı er de yaralanınca akla aynı şey geliyor. Bu da bir başka açıdan, ”bir taşla iki kuş” sayılır. Militarist kesimin AKP’ye karşı tavrı malum.. Böyle bir hedef seçilirken hem Babacan ailesine acı verilir, hem de AKP Kürtlere karşı kışkırtılır… Bu kadarı da olur mu diyeceksiniz.. Ama bu kadarı ne ki! Bu devlet 80 bin askerini bir gecede, bir maceraperest komutanın, İttihatçı Enver’in hırsı uğruna Sarıkamış’ta dondurmuş bir devlettir. Bu devlet daha yakın zamanda, eylemi solculara yüklemek ve darbe zemini yaratmak için kendi Marmara Gemisi’ni batırmış, kendi Kültür Sarayı’nı yakmış bir devlettir. Bu devlet ortalığı kızıştırmak için nice seçkin gazetecisini, savcısını, bilim adamını kurban etmiş bir devlettir. Onların yanında bu çocuk oyuncağı kalır. Osmanlı’da oyun çoktur! Diyeceksiniz ki PKK yapmasa bu konuda açıklama yapar.. Böyle derseniz PKK’yı da tanımıyorsunuz demektir.  Yeter ki ”eylem” olsun, PKK, yapmasa bile üstlenmeyi sever.. Dengê Kurdistan

''KOSOVA'YLA KÜRTLER DE BAĞIMSIZ OLUR''

ABD'de Birleşmiş Milletler binasında yaptığı konuşmada Tadiç, ''Kosava'nın bağımsızlığı Kürtleri de ayrılma noktasında daha da kararlı hale getirir'' dedi.  Tadiç, ''Kosova Bölgesi'nin bağımsızlığı dünyadaki çok sayıda etnik oluşumu ülkelerinden ayrılama noktasında harekete geçirir. Kosova'nın bağımsızlığından sonra Kürtler de bağımsızlığını elde edebilir. Bunun dışında da dünya da çok sayıda Kosova gibi yer meydana gelebilir.''dedi.  Sırp lider Tadiç, ''Ülkesinin Kosova'nın bağımsızlığını hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini ancak sorunları Kosova'lı yetkililerle müzakereler yoluyla çözmeye de hazırdır olduğunu'' söyledi.