www.gundemonline.netSivas'ta 4. Pir Sultan Abdal Etkinlikleri'ne katılmak üzere 30 Haziran 1993 tarihinde, ozanlar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan yüzlerce kişi otobüslerle Ankara'dan Sivas'a hareket etti. Etkinliğin birinci günü, halkın ilgi ve coşkusuyla noktalandı. Etkinliğin ikinci günü ise 2 Temmuz günü saat 10.00'da başladı. Program sürerken bazı cami önlerinde ve yakınlarında birtakım gruplaşmalar yaşandı ve bir saldırı olabileceği haberi fısıltı halinde kente yayıldı. Aynı gün kent merkezinde 'Müslüman kamuoyuna' başlıklı el bildirileri dağıtıldı. Bildirilerde şu ifadeler yer alıyordu: 'Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür. 'İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kafirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.' ( Nisa:76)'
Etkinliklerin 2. gününde Sivas'taki sağ eğilimli yerel basın da, halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler yayınladı. Camilerin tıklım tıklım dolduğu 2 Temmuz'da, saat 13.30'da ise saldırı başladı. Sayıları 15 bini bulan saldırganlar, şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak, etkinliğe katılmak üzere gelen yaklaşık 150 sanatçı, yazar, ozan ve aydının kaldığı Madımak Oteli'ne yöneldi. Saldırı üzerine güvenliğin daha kolay sağlanacağı düşüncesiyle otele gelenler tedirgin oldu. Otelin önünde az sayıda bulunan polis ise, saldırganlara 'Dağılın, yapmayın' demekten öte bir müdahalede bulunmadı. Tehlikenin farkına varan oteldekiler telefonla Sivas Valisi'ni, Emniyet Müdürü'nü ve diğer yetkilileri arayarak önlemlerin artırılmasını istedi. Bununla da yetinmeyerek, telefonla Ankara'da bulunan Başbakanı, Başbakan Yardımcısı'nı, İçişleri Bakanı'nı, parti liderlerini ve milletvekillerini arayarak can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Ulaşılan her yetkili, 'Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır' yanıtını verse de gelişmeler bunun tam tersini gösterdi.
Otele sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izleyerek korku içinde beklemeye başladı. Yangın oteli tamamen sardı. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başladı. Artık ölümün çok yakınında olduklarını biliyor ve ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Cinnet halindeki kalabalık ise, ölüm haberlerini bekleyerek, otelden gelen yanmış insan eti kokusunu ciğerlerine çekerken, Ankara'daki bakanlar ve yetkililer de kokteyllerde kadeh kaldırıyorlardı.
Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süle yman Demirel, 'Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz' diyerek ilgilileri uyarıyordu. Demirel'in halktan kastı ise oteli kuşatan saldırgan güruhtu. Başbakan Tansu Çiller ise, 'Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir' diyordu. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu da, otele yapılan saldırıyı, 'Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir' şeklinde değerlendirdi.
Devlet yetkililerinin açıkça taraf tutmaları, güvenlik güçlerinin ilk soruşturmasını da etkiledi. Saldırganları avukat kimliği ile dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan savunuyordu. Karar birçok kez bozuldu ve tekrar tekrar DGM'ye geldi. Ama 37 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın asıl düzenleyicileri ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.
37 insanın diri diri yakıldığı Madımak Oteli'nin yerinde şuan bir et lokantası bulunuyor. Otelin müze yapılmasına AKP karşı çıkıyor.
Tanıklar anlatıyor
- İlham Cem Erseven: 1992 yılında Pir Sultan Abdal Derneği'ne üye oldum ve semah hocalığını yaptım. Sivas'a gittiğimizde meczup kılıklı biri 'Sizi yakacaklar, şeytanlar, kafirler' diyerek bir şeyler söyledi. Üzerinde durmadık. Kültür merkezine eşyalarımızı bıraktık. Öğleden sonra kapalı spor salonunda gösteri yaptık. Panel ve söyleşi yapıldı. Akşam saatlerinde semah gösterisi yaptık. Katılım iyiydi. İlk gün bir şey olmayınca rahatladık. Ertesi gün, yine Buruciye Medresesi'nde etkinlikler vardı. Yazarlar kitaplarını imzalıyordu. Can Şenliği etkinlik yaptı. Bir ara bir komiser geldi, ezan okunurken 'Davul çalınmaz' diyerek şenliği engelledi. Sonra bir muhabir geldi Aziz Nesin ile tahrik dolu bir röportaj yaptı. Sonra baktık hava gittikçe elektrikleniyor, biz de oradan çıkmak zorunda kaldık. Cıbıldak Parkı'nda insanlar namaza durmuştu ve bize öldürecek gibi bakıyorlardı. Önce lokantaya gidip yemek yedik. Sonra otele gittik. Otelin önünde bir grup çocuk toplandı, slogan atıyorlardı. Sonra Hükümet Konağı'na doğru yöneldiler. 'Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak', 'Vali istifa', 'Sivas Azize mezar olacak' sloganları atılıyordu. Sloganlar gittikçe artmaya başladı. Grup kalabalıklaşmaya başladı ve otele yöneldiler. Sonra Aziz Nesin Madımak'ta diye oraya geldiler. Oteli taşlamaya başladılar ve tedirgin olduk. Aziz Nesin, Asım Bezirci, Arif Sağ, dernek yöneticileri biraraya geldi ve durum değerlendirmesi yaptı. Ankara arandı, Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ milletvekillerini arıyordu. Dışarı çıkma şansımız yoktu. Bu arada kadınları korumak amacıyla üst katlardaki koridorlarda kaldık. Erkekler alt katlarda barikat kurarak beklemeye başladı. Bir ara, üst katlara çıktık. Meydana baktık. Askeri bir cip geldi içinden askerler indi. Ancak hiçbir şey yapmadılar. Otelde kimse konuşmuyordu. Herkes tedirgin ve kimse ne olacağını kestiremiyordu. Biz yukarıdayken aşağıda çatışma olmuş. Barikattakiler gelenleri püskürtmüş. Önden 'Hadi toparlanın çıkıyoruz' diye bir ses duydum. Ben de polislerin gelip kalabalığı dağıttığını düşündüm. Bunun üzerine odamdan kameramı almak istedim. Tam odama girerken, 'İmdat yanıyoruz kurtarın bizi' diye bir çığlık sesi duydum. Çakıldım kaldım. Daha sonra sesler kesildi. Bir süre kıpırdayamadım. Daha sonra koridora doğru yürüdüm. Bu sesler üzerine koridora doğru yönelmeye başlarken büyük bir duman bulutuyla yüz yüze geldim. Tekrar odaya döndüm ve kapıyı kapattım. İrade dışı mendilimi ıslatarak ağzımı kapattım. Bir kez daha kapıya yöneldim, kapıyı açtım 'Bu tarafa gelin' diye bağırdım. Terlemeye başladığımı hissederek geri döndüm. İlk defa o zaman öleceğimi düşündüm. Sonra 'Öleceğim ama öyle pisipisine ölmeyeyim' diyerek pencereye yöneldim. Biraz aralayarak havayı soludum. Sesler geliyordu. 'Burası ikinci kat buradan girebilir miyiz' diye tartışıyorlardı. Ben eylemciler olabileceğini düşünerek, tekrar pencereyi kapattım. Bir daha koridora çıktım. Sesleniyorum birileri var mı diye. Ateş bir koridoru aydınlatıyor, çekilince koridor karanlığa gömülüyor. Ama dumandan ilerleyemiyordum. Ayağım birine takıldı, baktım, Asaf Koçak. Nabzını yokladım, eğer yaşıyorsa pencerenin dibine çekmek istiyordum. Baktım hayat belirtisi yok. İkincisine yöneldim o da yaşamıyordu. Kim olduklarını hatırlamadığım iki kişiyi pencerenin dibine sürükledim. Ama yaşayıp yaşamadıklarını bilmiyorum. Yan taraftan havalandırma boşluğundan kurtarın diye bir ses duydum. Öğrencilerimden biri yalvararak yardım istiyordu. Yukarıdan seslendim. Bir şey bulup sarkıtmamı istediler. Çarşafları bağlayarak sarkıttım. Birsen tutundu tırmanmaya çalıştı ama gücünü yitirdiği için çıkamadı. Tekrar odama gittim. Kurtulma arayışında iken elime su damladı. İtfaiyenin geldiğini düşündüm koridora yöneldim iki polis ile karşılaştım. Polise neden zamanında müdahale etmediklerini sordum. Hiçbir şey söylemediler. Bu arada koridorda olanların nabzını yoklamaya çalışıyordum. Dışarı çıktığımda korkunç bir sessizlik vardı. Cesetleri merdiven altlarına yığmışlardı. Cesetleri tanıyamıyordum. Hatırlıyordum ama kabul edemiyordum. Bizi karakola götürmüşlerdi. Karakolda otele gitmek istediğimi söyledim. Önce şaşırdılar. Sonra isteğimi kabul ettiler. Yanıma birini verdiler ve otele gönderdiler. Jandarma oteli sarmıştı. İçeri girdim. Otel bütünüyle yanmıştı. Ben çantalara yöneldim ve fotoğraf makineleri ile kameraları aradım. Ama hiçbir şey yoktu. Tekrar Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüler, oradan da bizi helikopterle Ankara'ya gönderdiler. Ben 12 öğrencim ile gittim. Öğrencilerimden 9'unu kaybettim. Birsen, Nuray ve Elif ile geri döndüm. Katliamdan sonra psikolojik travma geçirdim. Sonra Milli Eğitim Müdürlüğü beni Sivas'a gittiğim için sürgün etti. Sivas benim için, gericilik simgesi, yobazlık simgesi olarak kaldı. Olaydan bu yana Sivas'a gitmeme kararı aldım. O öğrencilerimin fotoğraflarına bakamıyorum. Yüreğimdeki bir acıdır Sivas.
- Haydar Ünal: Öğle yemeğini yiyen otele geldi. Çünkü dışarıda, bireysel saldırılar olabilir diye insanları korumak için otele yerleştirdiler. Olaylar yatışır, etkinlikler devam eder diye düşünülüyordu. Ama saldırılar gittikçe devam etti. Bu organizasyonun içinde Kültür Bakanlığı da yer alıyordu. Kameramanları ve görevlileri organizasyonda yer alıyordu. Otel bizim için sığınma yeri idi. Ön tarafa asma katın altında kasalarla barikat kurduk. Camları kırıyorlardı, taşlar atılıyordu. Benzinle bezleri tutuşturup otele atıyorlardı. Bir kısmını geri atmaya çalıştık. Akşam üzeri otelin elektrikleri kesildi, nasıl olduğunu anlayamadık. Işıklar söndüğünde içeriye kasklı polisler geldi, içeriyi kontrol edip geri çıktılar. Hiçbir kurtarma girişimleri olmadı. Çıktıklarında 'İçinizde polis kaldı mı' diye seslendiler. Bu arada otel tutuşmaya başladı. İçlerinde bir panik ve hezeyan meydana geldi. Asma kat tutuştuğu için yukarıda olanlar aşağı inemedi. Otelin arkasındaki havalandırma boşluğuna bazıları indi. Ama orada da insanlar boğuldu. Daha sonra Aziz Nesin'in koruması olan komiser Mehmet'in Büyük Birlik Partisi'ni açtırarak oraya insanları taşıdığını öğrendik. Ben kolumdan yaralandım. Oteldeki insan sayısını bilmiyorduk. Herkesin kurtulduğunu düşünüyorduk ya da öyle umuyorduk. Vahşetin içinde ince mızıka sesi geliyordu. Dramatik bir melodi çalıyordu. Sonra öğrendik ki, karikatürist Asaf Koçak durumumuzu anlatan bir melodi ile mızıka çalıyordu. Eli kalemden başka bir şey tutmamış aydınların elinde sopa vardı. Çaresizce kendilerini savunacaklarını düşünüyorlardı. Yeni bir çocuğum olmuştu. Onun gözlerini hatırladım ve o güçle kendimi attım balkona. Dehşet ortamıydı. İnanılmaz bir koku vardı içeride. Bu olayı yaşadıktan sonra çok ciddi psikolojik travmalar geçirdik. Polisin gözlerinin önünde otel ve onunla birlikte insanlar yakıldı. Aradan geçen 15 yılda hiçbir şey yapılmadı. Sivas olayı organize bir olaydır.
- Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Derneği Başkanı Ercan Geçmez: O insanlar Pir Sultan'ı anmak için oradaydı. 15. yıldaki anma etkinliklerinin daha anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Şimdi kimin sorumlu olduğu yeni yeni ortaya çıkıyor ve bu işin ne kadar derin olduğunu görüyoruz. Katliamda önce, Sivas'ta toplananlar, bildiri dağıtanlar, kendi içlerinde yaptıkları toplantılarda, haftalar öncesinden devletin bunlardan haberdar olduğunu görüyoruz. Valinin, komutanların haberdar olduğunu ve Belediye Başkanı'nın bizzat olayın içinde olduğunu, bazı sorumluların daha sonra İstanbul Belediyesi'nde çalıştırılarak korunduğunu görüyoruz. Sivas demokrat bir yerdi, bütün kesimlerin bir arada yaşadığı topraklardan biriydi. 15 yıl sonra görüyoruz ki bunun zararlı olduğunu düşününler bunu yapmıştır. Şimdi dinci kesimlerin Sivas'a hakim olduğunu görüyoruz. Bunu yapanlar amaçlarına ulaştılar. Devlettin Alevilere özür borcu var. Madımak Müze olsun talebimize Bakanlık 'Paramız yok' diye cevap veriyor. Ama Kültür Bakanlığı Kosova'da cami ve köprü onarımına para ayırabiliyor. Alman Devleti o evi müze haline getirdiği gibi TC'den ve aileden özür diledi. Bizim beklentimiz de budur.
- Olayda yaşamını yitiren şair Behçet Sefa Aysan'ın kızı Eren Aysan: Çocuk denecek yaştaydım. Babam Sivas'a gittikten sonra bizi aradı, sesinde bir tedirginlik vardı ve bir süre sonra geleceğini söyledi. Akşam saatlerinde teyzem ve kocası geldiler. Sivas'ta olayların olduğunu duyduklarını söylediler. Televizyonlar göstericileri kısa da olsa gösterdi. Çok önemsemedik hiçbirimiz. Bir de bir biçimde bu tip olaylardan babamın sıyrılacağını düşünmüş olmalıyız. Çünkü babam politik kimliğini ve çizgisi sürekli belli etmiş ve bu uğurda uzun yıllar cezaevinde yaşamış bir insan olduğu için bu çemberi aşabileceklerini umut etmiştik. Ancak saat 22.00 civarında TV'de alt yazılar geçti. Madımak Oteli yandı bitti kül oldu, şu kadar ölü. Biz daha fazla bilgi alabileceğimiz umuduyla evden çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ölenlerin ilk sekizinin isimlerini açıkladı. 4. isim babam; Behçet Sefa Aysen. Ben o zaman daha fazla ürktüm. 2 Temmuz'u bu şekilde geçirdik. Ardından duruşma süreci başladı. İlk duruşma gününü hiç unutmuyorum. O zaman DGM'nin önündeyiz, bize suçlu muamelesi yapıldı. Onları savunan avukatlardan bir tanesi ne yazıktır ki dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'dı. Bir Adalet Bakanı'nın duruşmaya avukat olarak katılması dünyanın hiçbir yerinde görülmez. Bu aynı zamanda hukuksal olarak da ikinci mağduriyetimizdi. Aradan 15 yıl geçti. 15 yıl içinde tüm bu vahşet ve mahkemeden sonra elimde ne kaldı. Evet, ben babamı yitirdim çok duygusal biçimde ama bu ülkenin kendi geleceğini yitirdiğini düşünüyorum. Rüştü Demirkaya - Kenan Kırkaya www.gundemonline.net
0 Yorum:
Post a Comment