Bütün hile ve engellere rağmen Kürtlerin Meclis'e girmesini önleyemeyen devlet, şimdi DTP'lileri parlamentodan atmak için her yolu deniyor. Bu amaçla harekete geçen savcıların hakkında fezleke hazırlamadıkları tek DTP'li milletvekili kalmadı..

Erdoğan'ın 'üç çocuk yapın' çağrısının altında gizlenen Kürt nüfusu korkusu

">Erdoğan'ın korkusu Kürt nüfusu!Türkiye'yi yöneten biri eski, diğeri yeni iki lideri görüş ayrılığına düşüren 'çocuk' konusunun arka planında yatan gerçek ne? Erdoğan'ın 'Türk milletinin devamı' şeklindeki ifadesi ve verdiği 2037 tarihi ne anlama geliyor? Erdoğan'ın açıkça dile getiremediği, dilinin altındaki bakla aslında Kürt nüfusu. Hakkındaki dava nedeniyle partisi kapatılma riskiyle karşı karşıya bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bugünlerde gündeminde hararetli bir başka konu daha var. O da, 'çocuk kampanyası.' Erdoğan bir süredir 'En az üç çocuk yapın' çağrısını sık sık tekrarlayarak, bu konuyu özellikle gündemde tutmaya çalışıyor. Uzun yıllar ülkeyi yöneten 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise, 'Herkes bakabileceği kadar çocuk yapmalı' sözleriyle tartışmaya katıldı. Demirel, 'Bakamayacağınız halde 3 çocuk sahibi olursanız o çocuklar sokaklara düşer, tinerci olur. Yolsuzluklara bulaşır' derken, Erdoğan'ın buna yanıtı, 'Siz tinerci mi oldunuz, yolsuzluklara mı bulaştınız?' oldu. Böylece Erdoğan'ın sözleri Demirel'le arasında karşılıklı bir tartışmaya dönüşmüş oldu. 'Erdoğan beni anlamadı' diyen Demirel, 'Daha sağlıklı, daha zengin, daha eğitimli, işi olan bir toplum mu istiyorsunuz? O zaman herkes bakabileceği kadar çocuk yetiştirsin' diyerek, tavrını sürdürdü. Aile planlamasının bir ülkedeki nüfusu azaltma meselesi olmadığını, çocuk ve anne ölümlerini önlemenin de en önemli şartı olduğunu söyleyen Demirel, son 25 yıla bakıldığında, dünyada ortalama doğurganlık oranının yüzde 4.8'den 2.6'ya, Türkiye'de ise doğurganlığın geçen 25 yıl zarfında yüzde 5.1'den 2.3'e düştüğüne işaret etti. Artan nüfusa iş bulmak gerektiğini, bir kişiye istihdam yaratmanın maliyetinin 100-150 bin dolar civarında olduğunu ifade eden Demirel, Türkiye'de yılda bir milyon civarında çocuk dünyaya geldiğini, yüzde 5'lik bir büyüme ile ancak 500 bin kişiye istihdam yaratılabildiğini belirterek, 'Burada bir tercih yapmak durumundasınız, acaba daha çok işsizlik, yoksulluk, eğitilmemişlik ve daha çok muhtaç insan mı elde etmek istiyorsunuz? O zaman çoğalın' diye konuştu. 'Türk milletinin devamı' Demirel'in bu sözleri üzerine Erdoğan, 'Türkiye'nin gücünü, Türk milletinin devamını isteyen karşı çıkmamalı. En az üç diyorum' diyerek, tartışmayı etnik çağrışımlar içeren farklı bir boyuta taşıdı. Erdoğan, sözlerine karşı çıkanların bu ülkenin yararını ve geleceğini düşünmediğini savunarak, şunları söyledi: 'Bu gidişle 2037 yılında Türkiye yaşlı nüfus haline gelecek. Rakamla, bilgisel konuşuyorum. Bugün Avrupa ağlıyor ve 'Biz yanlış yaptık' diyor. Türkiye'yi de birileri bu oyuna kurban etmek istiyor.' Bölge, ülke ortalamasının üzerinde Peki Türkiye'yi yöneten biri eski, diğeri yeni iki lideri görüş ayrılığına düşüren 'çocuk' konusunun arka planında yatan gerçek ne? Erdoğan'ın 'Türk milletinin devamı' şeklindeki ifadesi ve verdiği 2037 tarihi ne anlama geliyor? Erdoğan'ın açıkça dile getiremediği, dilinin altındaki bakla aslında Kürt nüfusu. Erdoğan, 'Türk milletinin devamını isteyenler karşı çıkmamalı' derken bunu kastediyor. 'Rakamla, bilgisel konuşuyorum' diyerek, devletin nüfus projeksiyonuna dair yaptığı araştırmalara dayandığının mesajını veriyor. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün araştırmalarına göre, Türkiye'nin ortalama doğurganlık hızı 2.2 düzeyinde. Bu rakam bir kadının sahip olduğu ortalama çocuk sayısını ifade ediyor. Türkiye genelindeki bu oran bölgelere göre nasıl bir seyir izliyor? Aynı araştırma verilerine göre Batı illerinde özellikle kentlerde 1.8 olan bu oran, Bölge'de 3.65. Yani ortalama çocuk sayısı Türkiye genelinde düşerken, Bölge'de bu sayı ülke ortalamasının üzerinde seyrediyor. Örneğin İstanbul'da doğurganlık 1.8 olarak belirlenirken, GAP Bölgesi'nde bu oran 4.19 düzeyinde. Bölge'de en düşük doğum oranı 1.8 ile Dersim'de gerçekleşiyor. Nüfusu Kürtler ayakta tutuyor Bu verilerin ortaya koyduğu sonuç şu: Doğurganlık oranı Batı'da düşerken, Kürt illerinde düzeyini koruyor. 1990'lar sonrası yaşanan iç göç hareketi göz önünde bulundurulduğunda Batı'daki 1.8 olan doğurganlık oranı içinde de yine Kürt nüfusunun kayda değer bir etkinliği var. Bir başka ifadeyle Türkiye'nin demografik yapısını doğurganlık oranını koruyan Kürt nüfusu ayakta tutuyor. İşte devleti kaygılandıran ve yeni nüfus politikaları oluşturmaya iten de Kürt nüfusunun demografik yapı içindeki bu ağırlığı. Başbakan Erdoğan'ın ifade edemediği gerçeği bu veriler ortaya koyuyor. Eğer batı ile doğu arasındaki bu doğurganlık farkı kapanmazsa 2030'larda Kürtlerin oranının genel nüfus içerisinde önemli bir düzeye ulaşacağı tahmin ediliyor. 'Kürt-Türk nüfusu 2030'da eşitlenecek' Erdoğan'ın sözlerinden Kürt nüfusunun genel demografik yapı içerisinde ulaşacağı düzeyin devletin labirentlerinde ciddi bir biçimde analiz edildiği anlaşılıyor. Nitekim bunu yansıtan görüşler zaman zaman ortay atılmıyor değil. MHP İstanbul Milletvekili, emekli büyükelçi Gündüz Aktan da, üç yıl önce Kürt nüfusunu gündeme getirmişti. Devlete strateji oluşturan Avrasya Stratejik Araştırmalar Kurumu'nda da görev alan Aktan, 24 Kasım 2005 tarihli Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde aynen şu görüşleri savunuyordu: '...Asıl önemli sorun Bölge nüfusunun Türkiye geneline oranla birkaç kat yüksek olması. Bunda PKK'nin siyasi amaçlı çoğalma söyleminin etkisi var. Öte yandan, Bölge kadınının belki de dünyada eşi benzeri görülmeyen ölçüde aşağı statüsü ve bu bağlamda çokeşliliğin yaygınlığı nüfus artışını rekor düzeye çıkarıyor. Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt nüfusun bu artış hızıyla 2025'te ülkenin geri kalan nüfusuna eşit olacağı hesaplanıyor. İyimser tahminler Kürtlerin bu hedefe en geç 2035'te ulaşacağını gösteriyor...' Aktan'ın dile getirdiği bu görüşlerin devletin ilgili katlarında süzgeçten geçtiği bir gerçek. Burada dikkat çekici bir nokta var. O da, Aktan'ın dile getirdiği 'Kürtlerin nüfusunun ülkenin geri kalan nüfusuna eşitleneceği' 2035 tarihiyle, Başbakan Erdoğan'ın verdiği 2037 tarihlerinin hemen hemen aynı olması. Erdoğan, 'Böyle gidersek 2037'de Türkiye Avrupa ülkeleri gibi yaşlı nüfusa dönüşecek' demişti. Erdoğan'ın 'üç çocuk yapın' çağrısının altında gizlenen Kürt nüfusu korkusunu Gündüz Aktan'ın 3 yıl önce kaleme aldığı bu yazıda görmek mümkün. Erdoğan'ın 'çocuk kampanyasını' özellikle Batı illerindeki gezilerinde sık sık tekrarlaması, 'Türk nüfusunda artışı teşvik etme' faaliyeti olarak dikkat çekiyor. MGK'de ele alınmıştı Biraz daha gerilere gidilecek olursa Kürt nüfusuna dair tehdit algılaması ilk olarak 1996'daki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında gündeme gelmişti. MGK Takip ve Yönlendirme Kurulu'nun 20 Kasım 1996'daki 'Sorunlar ve Çözüm Önerileri' başlıklı raporunda, Kürt nüfusuyla ilgili şu ifadeler yer almıştı: 'Kürtlerin oturduğu bölgelerde nüfus artışı diğer bölgelerden yüksek. Kürt nüfusu 2025'te toplam nüfusun yüzde 50'sinin üzerine çıkma eğiliminde. Bu, Kürt milliyetçiliğinin canlı tutulmasıyla birlikte düşünüldüğünde, bunun da milletvekili sayısına oranlaması uzun vadede Türkiye için vahim tehdit oluşturabilir. Bölge'de nüfus planlaması seferberliği elzemdir. Az çocuğa prim ve çok çocuğa vergi gibi radikal önlemler gereklidir.' MGK'nin 1996'daki bu raporunun ardından Bölge illerinde 'nüfus ve aile planlaması' adı altında doğurganlık oranını düşürmeye dönük, kısırlaştırma da dahil bir dizi tedbir devreye sokulmuştu. Göç tehdit olarak görülüyor! Kürt nüfusundaki artış 9 yıl sonra 2005'teki MGK toplantısında da bir kez daha gündeme geldi. MGK Genel Sekreterliği'nin hazırladığı 40 sayfalık 'Güneydoğu Eylem Planı'nda yer alan 'Kürt nüfusunun artış hızı' başlıklı raporla, Bölge'nin doğurganlık oranı masaya yatırılmıştı. Bununla bağlantılı olarak MGK'de göç sorunu da ele alındı. Jandarma Genel Komutanlığı'nın kurula sunduğu raporda, göç ve nüfus hareketleri masaya yatırılarak, göç alan bölgelerdeki muhtemel nüfus artışları üzerinde durulmuştu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök de 20 Nisan 2005'te Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada, göçü iç tehdit unsurlarından biri olarak değerlendirerek, şunları kaydetmişti: 'Göç eden vatandaşlarımızın bir bölümü, toplumun bütünüyle entegre olmak yerine, maalesef kendi etnik ve mezhepsel kimliklerini öne çıkarmaktadırlar. Bu gibi davranışlar, toplumsal bütünlük yerine ayrışmaya neden olmakta ve büyük bir güven sorunu yaratmaktadır. Ayrıca; köylerden şehirlere göç sonucu oluşan varoşların sorunları, iç tehdit unsurlarının istismar edebilecekleri bir ortam oluşturmaktadır... Bu durum göç edenler ile yerli halk arasında artarak devam eden iletişim ve kaynaşma noksanlığı ile menfaat çatışması gibi sorunlar yaratmakta, bu illerin emniyet ve asayişi ile kamu düzenini olumsuz yönde etkilemektedir.' Göç haritası çıkarıldı İç göç hareketi ve nüfus artışının masaya yatırıldığı 2005'teki MGK toplantısının ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nın talebi doğrultusunda Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'ne, 'Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması' yaptırıldı. Araştırma, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Dersim, Van, Adıyaman ve Ağrı'nın yanısıra göç alan Mersin, Adana, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirleri kapsadı. Yerinden olan kişilerin göç etmeden önceki yerleşim yerlerine, göç ettikleri yerlere, göç öncesi ve sonrası nitelikleriyle sayılarına ilişkin bilgileri tespit eden araştırma sonuçları açıklanmadı. Göç haritasını çıkartan bu araştırmanın sonuçlarının halen gizli tutulması dikkat çekiyor. Genç nüfusta azalma eğilimi Uzmanlara göre, Türkiye'deki ortalama doğurganlık oranı 2.1'in altına düşme eğiliminde. Nüfus projeksiyonlarına göre; 2.1 oranı nüfusun kendisini yenileme düzeyi olarak kabul ediliyor. Avrupa'da birçok ülkede bu oran 2.1'in altına indi. Uzmanlara göre, Avrupa'nın şuan Türkiye değerlendirmesinde nüfus faktörü de önemli yer tutuyor. Nüfusun fazla olması ve genç nüfustan oluşması AB'yi düşündürüyor. Uzmanlara göre; yüksek nüfuslu bir Türkiye'yi AB'ye almak bir açıdan risk getirirken, bir açıdan da kendi genç nüfus eksikğini kapatmak için de bir denge unsuru oluşturuyor. Birleşmiş Milletler'in yaptığı projeksiyonlara göre de, şuan 12.5 milyon olan 15-24 yaş arası gençlerin sayısı 2010 yılında 13.7 milyon ile zirve yaptıktan sonra azalmaya başlayacak. Yine aynı tahminlere göre; 2040 yılında 15-64 yaş arası, yani çalışma yaşındaki nüfus en üst düzeye ulaşarak 64.8 milyonu bulacak. BM, düşen doğum oranlarına bağlı olarak nüfusun bu tarihten sonra azalacağını ve 65 yaş üstü nüfusun 15-24 yaş arası nüfustan daha fazla olacağını ileri sürüyor. .

Ölen askere gece gizli defin töreni

İSTANBUL (25.04.2008)- Sınırötesi kara harekatında gerilla direnişi karşısında verilen asker kaybı, TSK'nın psikolojik savaş açıklamaları ile gizlendi. Kirli savaş yalanları, oğlu Zap'ta yaşamını yitiren bir asker annesinin gizli cenaze törenini anlatması ile deşifre oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), Zap'a yönelik saldırısı esnasında verilen asker kayıplarını az göstermek için yaptığı açıklamalar, asker annesinin sözleri ile yalanlandı. Asker annesi oğlunun cenazesini nasıl gizlice toprağa vermek zorunda kaldıklarını anlattı. Annesine haber verildi; ancak bir şartları vardı: “Tören yapılmayacak, gizli gömülecek; PKK’lileri sevindirmeyelim” denildi. Asker annesi G.Ç., Yeni Özgür Politika gazetesine konuştu. Acılı anne, röportajda çatışmada yaşamını yitiren oğlunun gizlice defnedildiğini söyledi. Asker annesi G.Ç, yaşadıklarını açık isim ve mekanların yazılmaması koşuluyla anlattı. röportajın tam metni şöyle; Psikolojik harp kurbanı Güney Kürdistan ve Zap’a yönelik saldırı sırasında kapısını çalan üst düzey iki askeri yetkili ve yaşadığı şehrin ‘Şehit Aileleriyle Dayanışma Derneği’ Başkanı N.Y, onbeş ay önce oğlunu askere gönderen 63 yaşındaki G.Ç’ye oğullarının ‘sınır ötesi operasyonda öldüğünü’ açıklar. Haberi alan asker annesi G.Ç, baygınlık geçirerek hastaneye kaldırılır. Uyandığında acısının yüreğine gömülmesi istenilir. Çünkü... G.Ç.’nin oğlu Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’na bağlı birliklerde onbeş aylık asker iken son yapılan kara harekatına gönderilir. Operasyonun altıncı gününde gece yarısı bulundukları vadide saldırıya uğrayan ve sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden çatışmada yaşamını yitirir. Askerin cesedi önce Amed daha sonra ise yaşadığı şehrin askeri kışla morguna getirilir. Ve yaşamını yitiren erin annesinin kapısı çalınır... Oğlunuzun yaşamını yitirdiği gün mü haber size ulaştırıldı? Hayır, öldürüldükten beş gün sonra haberini verdiler. Yani oğlunuzun naaşı bulunduğunuz şehre ulaşmıştı? Evet. Önce Diyarbakır’a getiriliyor. Bir iki gün orada bekletildikten sonra yaşadığım şehrin asker kışlasına getiriliyor. Zannedersem iki, üç gün de burada bekletiliyor. Bana öyle anlattılar. Oğlunuzun öldüğü haberi size nasıl ulaştı? Geceydi. Alt kattaki komşumla televizyon haberlerine bakıyorduk. Hep merak ediyordum. Bugün yarın haber gelir diyordum. Gerçi son telefon konuşmamızda oğlum ‘bizim birlik operasyona katılmayacak’ diyordu ama yine de merak ediyordum. Geç oldu eve gideyim dedim. Yukarı çıktığımda iki üniformalı ve bir sivilin kapı zilini çaldıklarını gördüm. Dizlerim çözüldü ve merdiven basamaklarını çıkamayıp olduğum yere oturdum. Beni farkettiler. Hiç konuşmadan kollarıma girip içeri aldılar. ‘Vatan sağolsun, oğlunuz şehitlik mertebesine ulaştı’ dediler. Evde bağrışmalar oldu. Sonra ben bayılmışım. Gözlerimi hastanede açtım. Bir odada tek kalıyordum. Yanımda iki yakınım ve o üç kişi vardı. Bana sakinleştirici iğne yaptıkları için konuşmakta zorlanıyordum. Sadece ‘nerdedir’ diye sordum. ‘Burda morgta’ dediler. Sonra beni bir sedye ile aşağı indirdiler. Sarılıp ağladım, ağladım, ağladım... O gün mü naaşı toprağa verdiniz? Gece. Saat 22:30 sıralarında toprağa verdik. Neden gece? Cenaze töreni olmadı mı? Hayır, olmadı. Bize ‘PKKlileri sevindirmeyelim’ dediler. Özellikle Şehit Aileleriyle Dayanışma Derneği’nden gelen kişi ‘devletin bekaası için gece gömmeliyiz. Oğlunuz da aynısını isterdi’ dedi. Rütbeli kişiler ise törenin olması durumunda olaylar çıkabileceğini belirterek ‘Türk askerine güvenin’ dedi.

Yaşadıklarımı unutmayacağım

15/04/2008 Haşim Bak Newroz kutlaması sırasında kolu polisler tarafından kırılırcasına bükülen 15 yaşındaki C.E.,’Gördüğüm işkenceleri hiçbir zaman untumayacağım’dedi C.E, Hakkari’de Newroz kutlamasına yapılan müdahalenin ardından çıkan olaylarda polisler tarafından kameralar önünde kolu bükülen 15 yaşındaki çocuk... C.E’nin kolunun polisler tarafından büküldüğü anın görüntüleri, büyük tepkilere neden olmuştu. Önceki gün serbest bırakılan C.E, gördüğü işkenceleri hiçbir zaman unutmayacağını söyledi. C.E, olaydan sonra Hakkari Emniyet Müdürlüğü’nde 2 gün gözaltına alınmış, ardından çıkarıldığı Hakkari Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, “devlet memuruna mukavemet etmek” iddiasıyla tutuklanarak Bitlis Cezaevi’ne konulmuştu. 21 gün tutuklu kalan C.E, avukatlarının itirazı üzerine dün tahliye edildi. Görüştüğümüz C.E, hâlâ sağ kolunu kullanamıyordu. ‘Kolum yerinden çıktı’ C.E, gözaltında ve tutuklu bulunduğu süre boyunca şiddete ve hakaretlere maruz kaldığını söyleyerek yaşadıklarını şöyle anlattı: “22 Mart’ta çarşıya indim. Kendimi direk olayların içinde buldum. Newroz’da olay yaşandığını bilmiyordum. Kalabalığın içine girmişim. Polisler bana doğru gelerek beni yakaladı. 3 polisti. Daha sonra beni itelediler. Önce kolumu büktüler. Kolum yerinden çıktı. Sonra polis otosuyla beni emniyete götürdüler. Arabada da dövmeye devam ettiler. Yaklaşık 3-4 kişi beraber gidiyorduk. Arabanın içinde bile bize küfür ediyorlardı ve devamlı dövüyorlardı. Emniyete götürüldüğümüz zaman zaten acı çekiyordum, ona rağmen belimin üzerine oturuyorlardı. Bazen de karnımıza ve belimize coplarla, tekmelerle vuruyorlardı.” Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında bulunduğu sırada da şiddete ve hakaretlere maruz kaldığını söyleyen C.E, “Emniyette bulunduğumuz saatler boyunca hep dövüldük. Dövdükleri zaman bizlere hep ‘O inandığınız kişiler gelip sizi kurtarsın’, ‘Apo’nun piçleri’ ve daha ağza alınamayacak çok kötü küfürler ettiler” dedi. Gözaltına alındığı gün serbest bırakılıp ertesi gün tekrar gözaltına alınan C.E, “Serbest bırakıldıktan sonra eve gittim. Kolumun ağrısından uyuyamadım. Ertesi gün çarşı merkezinde tekrar gözaltına alındım ve tutuklandım. Emniyette tekrar dayaktan geçirildim. Bize silah gösteriyorlardı. Gözümüzün önünde şarjörden çıkardıkları kurşunları parmağımızın arasına koyup, elimizi sıkıştırıyorlardı. O da çok acı veriyordu” dedi. C.E, gözaltının ardından tutuklanarak götürüldüğü Bitlis Cezaevi’nde de dayaktan kurtulamadığını aktardı. ‘Unutmayacağım’ “Benim kolum çok kötü ağrıyordu. Çok acı çekiyordum. Bana yardımcı olacak kimse yoktu. Beni görmeye gelen ailemle de sebebini bilmiyorum ama beni görüştürmüyorlardı. Ne kadar acı çektiğimi benimle beraber kalan arkadaşlar da gördü. Bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı ama acımı dindiremiyorlardı” diyen C.E, “Cezaevinde bazen açık havaya çıkarıyorlardı. Gidip gelirken de dövüyorlardı. Adeta hayvan muamelesi yapıyorlardı” dedi. C.E, yaşadıklarını unutamadığını, unutmayacağını söyledi. Rapor alacaklar Oğluna kavuştuğu için çok mutlu olduğunu belirten baba Hüseyin E, oğlunun haksız yere tutuklanarak şiddete maruz kaldığını söyledi. Oğlunun hiçbir suçu olmadığını dile getiren Hüseyin E, “Benim oğlum daha çok küçüktü ve hiçbir suçu yoktu. Ama herkesin gözü önünde kolunu çevirerek kırdılar. Bu bir insanlık ayıbıdır. Eğer bir suçu varsa zaten yakalamışsınız niye dövüyorsunuz? Dövmeye ne gerek var?” dedi. Hüseyin E, oğlunu hastaneye götürerek rapor alacağını ve tedavisini yaptıracağını ifade etti. Çocuk yaştaki birine bu kadar acı çektirmenin haksızlık olduğunu, bunları yapanların cezasını hemen çekmesi gerektiğini ifade eden Hüseyin E, “Ben bu işin hukuksal boyutundan kesinlikle vazgeçmeyeceğim. İnsanım diyen hiç kimsenin bu kadar acı çektirmemesi gerek. Benim oğlum veya bu her kimse, bu yaştaki bir çocuğa bunları yaşatanların derhal cezasını çekmesi gerek. Yaşadığım olayların şokunu yaşıyorum” dedi. (Hakkari/DİHA)