Deniz Feneri’nin Kürt seferi!

k1jc2 Çetin Diyar- Evrensel

Dini kullanan dernek ve kurumların AKP’nin Bölge’deki en önemli dayanakları arasında yer aldığı biliniyor. Bu gerici yapılanmalar, son yıllarda özellikle dini bayramlar döneminde Kürt yoksullarına yardım dağıtma kampanyaları düzenliyor. Bu kampanyaları düzenleyen Deniz Feneri, Kimse Yok Mu Derneği, İHH gibi örgütler, amaçlarını “dini duygularla sosyal yardımlaşmayı geliştirerek terörün kökünü kazımak” olarak açıklıyor! Bu dernekler geçen yıl Kurban Bayramı’nda Cumhurbaşkanı Gül’ün çağrısıyla kurban etlerini Kürt yoksullarına dağıtma kampanyası düzenlemişlerdi. Başbakan Erdoğan, bu kampanyayı “kardeşlik köprüsü” olarak adlandırmış; M. Eğitim Bakanı Çelik de, “kampanyayı düzenleyenlerin önünde şapka çıkardığını” söylemişti. Bu yıl ortaya çıkan yolsuzluk belgeleri ve yöneticilerinin mahkûmiyeti nedeniyle Deniz Feneri ortalıkta gözükmese de, Deniz Feneri’nin “yüzyılın iyilik hareketi” sloganına benzer bir şekilde “bize iyilik yaraşır” sloganını kullanan İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Kimse Yok Mu Derneği, ramazan ayı boyunca Bölge’de binlerce kumanya dağıttıklarını açıkladılar.
Geçen yıl Bölge’de elli bin aileye yardım ulaştırmakla övünen Deniz Feneri ve benzeri örgütlerin Bölge’de oynamaya çalıştıkları rol dikkate alındığında, Başbakan Erdoğan’ın bunlara yönelik suçlamalara karşı neden canla başla kalkan olmaya çalıştığı da daha anlaşılır olmaktadır. AKP ile bu gerici yapılanmalar arasında sadece mali değil, aynı zamanda politik ortaklıklar bulunmaktadır: Deniz Feneri ve benzerleri, dağıttıkları yardımlarla Kürt yoksullarına el uzatacak ve din kardeşliğiyle ulusal demokratik istemlerin önüne geçilecek! Burada şunu da hatırlatalım; bu gerici yapılanmaların siyasal ideolojik alandaki temsilcisi olan ‘Abant Platformu’nun temmuz ayında yaptığı toplantılarda, Kürt sorununun çözümü konusunda “İslam kardeşliği” çağrısı yapılmıştı. Farklı alanlarda çalışan bu yapılanmaların aynı noktada birleşmesi rastlantı olmasa gerek!
Kürt yoksullarından, halkın açlık ve yoksulluğunu politik çıkarları için kullanmaya çalışanlara karşı yükselen sesler, ekmeği demokrasi mücadelesinin karşısına çıkaranların amaçlarına ulaşamayacağını göstermektedir. Van’ın AKP’li belediyesinin Şerefiye Mahallesi’nde dağıtacağı ekmekleri almak için saatlerce bekleyen bir Kürt yoksulu, “İş ve aş imkânları yaratılsın. Fakirlere istihdam alanları yaratılsın. 4 ekmekle biz fakirleri nereye kadar kandıracaklar? Bu ne insanlığa ne de Müslümanlığa sığar” diyerek ianeci anlayışla kendilerini yedekleme hesabı yapanlara tepki gösteriyor. Yine Mardin’in Derik ilçesinde halk, “Bizler artık şeker, makarna, kömür istemiyoruz. Bizler barış istiyoruz. Bir yandan üzerimize bombalar yağdırılırken diğer yandan sanki çocukmuşuz gibi bize şekerler uzatılıyor” diyerek kendilerine dağıtılan yardımları almayı reddediyor.
Kürt halkının, üzerinden oynanmak istenen oyunlara karşı yardımları reddetmesi elbette onurlu bir davranıştır. Ancak buradan devrimci sınıf partisinin Kürt örgütlerinin ve demokrasi güçlerinin çıkarması gereken sonuçlar olduğu açıktır. Ülke nüfusunun yüzde 16’sını barındırdığı halde yatırımlardan sadece yüzde 4.4 pay alan; nüfusunun yarısının işsiz ve açlık sınırının altında yaşamaya çalıştığı Bölge’de, açlık sınırı altında yaşayan emekçilere devlet tarafından düzenli sosyal yardımların yapılması ve işsizlerin sigorta primlerinin ‘İşsizlik Fonu’ ndan ödenmesi acil talepler olarak savunulmalıdır. Bu alanda yürütülecek mücadele, ekmeğin demokrasi mücadelesinin karşısına konulması yönündeki gerici girişimlerin önüne geçilmesini de sağlayacaktır. Bu mücadele aynı zamanda, Kürt halkının demokrasi mücadelesine karşı ‘Deniz Fener’leri ile sefer düzenleyenlerin, Güneşin doğudan yükseldiğini hatırlamasını da sağlayacaktır!

MAHMUT ALINAK: Öyleyse bizi vatandaşlıktan çıkarın!

Smahmut-alinak2addam Hüseyin bile dil yasağı koymayı düşünmemiştir. Ama tarih şahit olsun ki, bugün Türk cezaevlerinde Kürtçe yasaktır. Kontrol edeceklerini bilseler Kürtçe’yi evlerde bile yasaklayacaklar

Dört gün önce Erzurum H tipi cezaevindeydim. Gördüklerim ve duyduklarım dehşet vericiydi. Mahpusların anne ve bacılarıyla Kürtçe konuşmaları yasaktır. Bu nedenle üç aydır telefon görüşmesi yapamıyorlar. Türkçe-İngilizce, Türkçe-Almanca sözlük serbest; ama Türkçe-Kürtçe sözlük yasaktır. Kürtçe gazete, dergi, kitap ve mektup yasaktır. Mahpuslar Kürtçe yazılmış bir mektup göndermek istediklerinde kendilerinden 70 milyon lira tercüme parası istenmektedir. Türk Hükümeti Kürtçe’yi böyle yük olarak görüyorsa, onları bu yükten kurtaracak kolay bir yol var: Bakanlar Kurulu toplanır ve bütün Kürtleri vatandaşlıktan çıkarır. Böylece bu “yükten” kurtulmuş olurlar. Ama sözde de olsa Kürtleri “vatandaş” olarak kabul ediyorlarsa, o zaman bizim insani haklarımıza tahammül etmek zorundadırlar. Buna mecburdurlar.

Dil yasağından başka, mahpusların ilgili makamlara yazdıkları dilekçeler kaybediliyor. Yazımı aylar, yıllar alan günlükler ve anılar aramalarda imha ediliyor, kitaplara el konuluyor. Odalar keyfi bir şekilde değiştiriliyor. Hastalıklar tedavi edilmiyor. Hipokrat yemini eden doktorlar cezaevinden on beş yıl sonra çıkacak mahpuslarla, “Cezaevinden çıktıktan sonra gelir tedavi olursunuz” diyerek alay ediyorlar.

“Yemekleri köpekler bile yemez” deniliyor.
Yeni gelen mahpuslar soyundurularak arama yapılıyor. Bu insanlık dışı uygulamaya karşı çıkanlar dövülüyor, hücrelere atılıyor. Mahpuslar zorla çalıştırılıyor. Kütüphane ve spor sahasından yararlanılamıyor. Genelgeler uygulanmıyor; ortak alanda sohbet süresi haftada on saat iken, bu hak hemen hemen hiç kullandırılmıyor.

Kısacası Erzurum’un göbeğinde H tipi bir imparatorluk kurulmuş. Bu dehşet imparatorluğunda insanlık Guantanamo Cezaevi’ nde olduğu gibi yerlerde süründürülüyor.

Ey vicdan sahipleri, bu zulme karşı çıkmak için Kürt olmak gerekmiyor, sadece insan olmak yetiyor.
Bu zulüm karşısında, “Ben cezaevindeki Kürdüm” diyemiyorsak, ne kadar insan olduğumuzu gözden geçirmemiz gerekmez mi?

Saygılarımla özgür politika