Kürt Şehri Musul Bölüşülemedi [23 Ocak 1923]

Kürtler dışında Arap, Yahudi, Türkmen ve Hıristiyan azınlıkların yaşadığı Musul’un kent merkezinden bir görünüm (1924).

I. Dünya Savaşı sonrasındaki fiili durumu ve Kürt yurdunun dörde bölünmesini resmileştiren Lozan Konferansı’nda üzerinde en çetin tartışmaların yürütüldüğü konu şüphesiz Musul sorunuydu. Savaş galibi İngiltere’nin, zengin petrol yataklarından ve Hindistan yolu emniyeti açısından bulunduğu konumdan dolayı ekonomik ve stratejik olarak elinde tutmak istediği bir bölge olan Musul, Türk idaresi için de Misak-ı Milli’nin vazgeçilmez bir parçası olarak kabul ediliyordu.

TBMM adına Lozan’a giden heyetin başında bulunan İsmet Paşa’nın, Türkiye topraklarında ‘eşit ortak’ olarak tanıttığı Kürtlerin kadim topraklarından olan Musul, hak iddia eden herhangi bir Kürt milli hakimiyetinin olmayışından dolayı Türk ve İngiliz tarafları arasında yıllarca çözülemeyen bir soruna dönüştü. İsmet Paşa’nın çeşitli argümanlar öne sürerek, Musul’u dil, din ve kültür bütünlüğünden dolayı Türkiye sınırlarına dahil etme isteği İngilizlerce kabul edilmeyecekti. Böylece çıkmaza giren bu sorun, konferansın ikinci celsesine bırakılmıştı. Türk heyeti, ikinci celsede Musul’da bir plebisit (halkoyu) önererek bölge halkından hangi devletin idaresinde yaşamak istediklerinin sorulması gerektiğini söylediyse de Lord Curzon, bölge halkının oy verme alışkanlığının olmaması ve sınırlar konusunda herhangi bir tecrübe göstermemiş olmalarından dolayı bu öneriyi reddetti. Lord Curzon, bu meselenin ikili görüşmeler neticesinde çözülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, konuyu, yine galip devletler tarafından oluşturulmuş olan Milletler Cemiyeti’ne havale etmeyi önderdi. Fakat Türk heyeti hem İngiltere’nin kurucu üye olması hem de Türkiye’nin cemiyete üye olmamasından dolayı öneriyi reddetti. Diğer celselerde de herhangi bir gelişme olmayınca İngiliz tarafının Türkiye’yi görüşmelerden çekilmekle tehdit etmesi üzerine 4 Şubat 1923′te İsmet İnönü, Musul sorununun konferans programından çıkarılarak bir yıl içerisinde Türkiye ve İngiltere arasında yapılacak bir antlaşma ile çözülmesi gerektiğini önerdi ve böylece görüşmeler sona erdi.

Türk Heyeti başkanı İsmet Paşa, İngiliz ve ABD heyetleriyle İngilizlerin Lozan Konferansı sırasında vermiş olduğu bir çay partisinde (1923).

Aynı tarihlerde Kürdistan’da ise daha sonraları Kürdistan Kralı ilan edilecek olan Şeyh Mahmud Berzencî, İngiliz ve Arap yönetimine karşı ayaklanmakta ve Musul’u da içine alan bir Kürdistan haritası ile bağımsızlık istemekteydi. Ne var ki Lozan Konferansı sonrası sürüncemede kalacak olan Musul sorunu, İngiltere’nin Hakkari üzerinde de hak iddia ettiği 19 Mayıs 1924 tarihli Haliç Konferansı’nda ele alınacak, konu Milletler Cemiyeti Meclisi’nde görüşülecek ve 5-7 Haziran 1926 tarihlerinde imzalanan Ankara Antlaşması ile İngiliz hükümetinin lehine neticelenecekti.

Musul sorunu, 20 Eylül 1924′te Milletler Cemiyeti tarafından görüşmeye alındı. 30 Eylül 1924′te başkanlığına Macaristan eski başbakanlarından Kont Teleki’nin getirildiği bir soruşturma komisyonu kuran cemiyet, Musul sorununu yerinde incelemeye karar verdi. Karşılıklı olarak çatışmaların başlaması üzerine 28 Ekim 1924′te komisyon bir sınır tanımı yaparak, ‘Brüksel Hattı’ olarak adlandırılacak geçici bir Türkiye-Irak sınırı çizdi. Soruşturma Komisyonu, 16 Temmuz 1925′te hazırlamış olduğu raporu Milletler Cemiyeti’ne sundu. Bu raporda Kürtler açısından önemli maddeler şunlardı:

  • Musul vilayeti, Türkiye’nin iddia ettiği gibi Türklerden değil Kürtlerden müteşekkildir. Bu vilayette çoğunluk sayıları 500.000 dolayında olan Kürtlerin elindedir.
  • Şehir ve kır nüfusu bakımında Kürtler, Arap ve Türk topluluklarından sayıca ve egemenlik alanı olarak fazladır.
  • Bölgedeki Kürtlere, özerk yönetim ve kültürel hakları verilmek kaydıyla Musul, Irak yönetimine bırakılmalıdır.
  • İngiltere’nin Hakkari üzerinde hak iddiası haklı bir iddia değildir.
  • 1928′de bitmesi beklenen Irak’taki manda yönetim 25 yıl daha uzatılmalıdır.
  • Kürtlere özerk yönetim ve kültürel hakların verilmemesi ve Irak’taki İngiliz hakimiyetinin uzatılmaması durumunda, Musul Türklere bırakılmalıdır.

Türkiye’nin rapora itirazı üzerine 19 Eylül 1925′te Soruşturma Komisyonu, La Haye Adalet Divanı’ndan görüş istediyse de değişen bir şey olmadı. Böylece Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925′te Soruşturma Komisyonu Raporu’nu kabul ederek, Brüksel Hattı’nın güneyindeki toprakları Irak’a bıraktığını açıkladı. Türkiye’nin itirazlarının sonuç vermemesi üzerine 5-7 Haziran 1926′da Ankara Antlaşması imzalandı. 18 Maddeden meydana gelen bu antlaşmanın 1. ve 2. maddesinde Türkiye-Irak sınırı tespit edilmiş ve 14. maddede Türkiye’nin üzerinde hak iddia ettiği bölgelerdeki petrol gelirlerinin %10′unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye bırakılması öngörülmüştü. İlerleyen zamanlarda Türkiye, çektiği ekonomik sıkıntılar nedeniyle petrol gelirlerinindeki haklarını 500 bin İngiliz Sterlini olarak toplu alacaktı.

Musul sorunu görüşmelerinde dikkat çeken bir başka konu da elbette Musul’un aidiyeti ile ilgili öne sürülen belgelerdi. 16 Temmuz 1925 tarihli Soruşturma Komisyonu Raporu’na göre bir Kürt şehri olarak kabul edilen ve Kürt yönetimin güvenceye alınması önerilen Musul, İsmet Paşa’nın 23 Ocak 1923′te Lozan’da sunduğu rapora göre de apaçık bir Kürt şehriydi. Yine aynı tarihte konferansta sunulan İngiliz delegesi Lord Palmur’a ait bildirgenin Kürtler ile ilgili bölümü ise gerçekten ilginçti. Bölgede o yıllarda hakim olan İngilizler, konferansa gelmeden önce nüfus sayımı yapmış ve istatistikleri sunarak tutanaklara işletmişlerdi. Lozan Barış Konferansı’nın tutanaklarında Musul’daki nüfus bilgileri şu şekildeydi:

Lord Palmur’a ait Rapordan (23 Ocak 1923)

Kürt

452.720

Arap

185.763

Türk

62.895

Hıristiyan

62.225

Yahudi

16.865

TOPLAM

785.468

Türk Heyeti’ne ait Rapordan (23 Ocak 1923)

Kürt

263.830

Türk

146.960

Arap

43.210

Gayri Müslim

31.000

TOPLAM

503.000

Türkiye’de Kemalist tarihçilerden Seha Meray’ın (Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Cilt I., İstanbul, 1993, s 345) da yayımlamış olduğu Türk heyetinin nüfus istatistiklerinde, İngiliz istatistiklerine göre Kürt nüfusu yarısı kadar, Türk nüfusu neredeyse üç kat ve Arap nüfusu beşte bir dolayında gösterilmiştir. Bundaki amaç elbette ki Türk heyetinin Türk / Türkmen kartını iyi oynaması olacaktı. Fakat İngiliz heyeti bölgede Kürtlerle sorunlu olduğu halde ve özellikle de Şeyh Mahmud Berzencî’ye karşı büyük kayıplar vermekteyken dahi Türklere göre gerçekçi rakamlar sunmuştu. Öyle ki daha sonraları Soruşturma Komisyonu Raporu’nda Kürt nüfusun bölge nüfusunun %65′ine tekabül ettiği görülecekti. Nitekim, 30 Haziran 1930′da İngilizlerin Irak’a bağımsızlık vermeleri ve Güney Kürdistan’ın Araplarca ilhakının ortaya çıkması üzerine Kürtler tarafından, Milletler Cemiyeti’ne gönderilen dilekçelerde Musul’daki Kürt nüfusu 527.417 olarak belirtilmekteydi.