İşte Türkiye'nin Kürtçesi(!)

AKPM'de yaptığı konuşmada Kürt dili üzerinde herhangi bir baskının olmadığını savunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü, Kürtçe'den dolayı açılan yüzlerce soruşturma, dava ve verilen cezalar yalanlıyor. AKPM'de yaptığı konuşmada Kürt dili üzerinde herhangi bir baskının olmadığını savunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü, Kürtçe'den dolayı açılan yüzlerce soruşturma, dava ve verilen cezalar yalanlıyor GÜL'ÜN TABLOSU BAŞKA Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM) Kürt dilinin kullanımına ilişkin herhangi bir sınırlama olmadığını savunarak, herkesi şaşırtan bambaşka bir Türkiye tablosu çizdi. Oysa uygulamada yaşananlar, 'Türk vatandaşı olan herkes eşittir. Şimdi size Türkiye'de Kürtçe bilboard var desem inanmazsınız, ama var. Gazete, radyo, televizyon yayını, kaset ve kitap da var' diyen Gül'ün ülkede olup bitenlerden haberinin olmadığını ortaya koymaya yetiyor. HER ŞEY DAVA KONUSU Bölge illeri başta olmak üzere birçok yerde Kürtçe nikah kıymak, hikaye kitabı yayınlamak, kutlama kartı yazmak, yerel hizmet kapsamında temizlik ve sağlık bilinci kazandırmak için Kürtçe pankart, döviz ve tabela yapmak suç sayılarak dava konusu oluyor. Türkiye'nin tek Kürtçe günlük gazetesi olan Azadiya Welat'a açılan davaların haddi hesabı yok. Gül, çok kısa bir süre önce Danıştay tarafından 'Çokdilli belediyecilik' projesiyle Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın görevinden alınmasını da görmezden geldi. Yasaksız hali böyleyse Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ndeki (AKPM) konuşmasında Kürt dili üzerinde herhangi bir baskının olmadığını iddia etmesi, Cumhurbaşkanı'nın Türkiye'de Kürtler üzerinde uygulanan baskı ve inkar politikasını gizleyeme çalıştığı şeklinde yorumlandı. Gül ne kadar saklamaya çalışsa da Türkiye'de şu an Kürtçe kullanıldığı için açılan yüzlerce dava olduğunu sağır sultan bile biliyor. AKPM'de yaptığı konuşmasında, 'Türk vatandaşı olan herkes eşittir. Kültürel hakların kullanılması konusunda sıkıntı vardı. Reform sürecinde bunlar halledildi. Şimdi size Türkiye'de Kürtçe bilboard var desem inanmazsınız, ama var. Gazete, radyo, televizyon yayını, kaset ve kitap da var. Bunları Türkiye'nin gerçekleri olarak görüyoruz ve bu gerçeklerden korkmuyoruz' diyerek Kürt dili üzerindeki baskıları inkar eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü, ne yazık ki Kürtçe nedeniyle açılan yüzlerce dava yalanlıyor. Kürt dili ve kültürü üzerindeki baskıların her geçen gün arttığı Türkiye'de, Kürtçe yazılı bilbordlar ve afişler ile Türkiye'nin tek Kürtçe günlük gazetesi olan Azadiya Welat'a davalar açılmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün AKPM'de çizdiği pembe tablonun aksine Bölge illeri başta olmak üzere Kürtçe nedeniyle açılan bazı soruşturma ve davalar şöyle: Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve belediye meclis üyeleri halka daha iyi hizmet götürmek için hazırladıkları 'Çokdilli belediyecilik' projesi nedeniyle görevden alındı. Demirbaş ve belediye meclis üyeleri hakkındaki yargılama ise devam ediyor. Demirbaş hakkında belediyenin bilgisayarlarında Kürtçe yazılım kullandığı için de soruşturma başlatıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir hakkında, 4. Diyarbakır Edebiyat Günleri nedeniyle kente asılan Kürtçe bez afişler ve devlet kurumlarına gönderdiği Kürtçe davetiyeler nedeniyle İçişleri Bakanlığı'nın izniyle dava açıldı. Baydemir hakkında ayrıca belediyenin internet sitesinde Türkçe ve İngilizce dışında Kürtçe'ye de yer verilmesi nedeniyle inceleme başlatıldı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, temizlik kampanyası nedeniyle Kürtçe'nin Zazaki ve Kurmanci lehçelerinde broşür bastıran ve bunları yurttaşlara dağıtan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Bağlar Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler hakkında soruşturma başlattı. Yenişehir Belediye Başkanı Fırat Anlı hakkında 2006 yılı Ramazan ayı ve bayramı dolayısıyla kente asılan Kürtçe afişler ve ışıklı panolar nedeniyle soruşturma başlatıldı. DEP eski Milletvekili Mahmut Alınak hakkında, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla hazırladığı Kürtçe afişler dava konusu oldu. Diyarbakır Sur Belediyesi, Yenişehir Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesi hakkında İnsan Hakları Haftası dolayısıyla bastırılan Kürtçe bez afişler ve bilboardlar için soruşturma başlatıldı. DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk hakkında, Kadınlar Günü'nde Kürtçe bildiri dağıttıkları ve bildiride Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la ilgili ifadelere yer verdikleri gerekçesiyle 2 yıl 6'şar ay hapis cezası istemiyle dava açtı. Diyarbakır Sur eski Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, 30 çiftin nikahını Türkçe'nin yanı sıra Kürtçe sorularla kıydığı gerekçesiyle soruşturma açıldı. DTP Doğubeyazıt İlçe Başkanı Dalhan Kaya, Newroz pankartında 'W' kullandığı gerekçesiyle davalık oldu. Beytüşşebbap Belediye Başkanı Faik Dursun ve belediye meclis üyeleri hakkında ilçedeki sokaklara Kürtçe isim verdikleri gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. DEP eski Milletvekili Selim Sadak, DTP Nusaybin İlçe Örgütü'nün açılışında yaptığı Kürtçe konuşma nedeniyle davalık oldu. Van 100. Yıl Üniversitesi Bahar Şenlikleri'nde Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken 76 öğrenciye okuldan atılma ve uzaklaştırma cezaları verildi. Antep'de minibüs şoförlüğü yapan Yusuf Öztürk'e, Kürtçe şarkı çaldığı gerekçesiyle 15 gün trafikten men cezası ve 664 YTL para cezası verildi. DTP'den Gül'e tepki: Gerçekler çarpıtılıyor DTP Eşbaşkan Vekilleri Nurettin Demirtaş ve Selma Irmak ile DTP Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 'Türkiye'de Kürtçe dilinin kullanımının önünde hiçbir yasal engel yoktur' şeklindeki açıklamasına, gerçeklerin çarpıtıldığı gerekçesiyle tepki gösterdi. DTP milletvekilleri, 'Çokdilli belediyecilik' projesi nedeniyle görevden alınan Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve belediye meclis üyelerini ziyaret etti. Ziyarette konuşan Nurettin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Gül'ün Türkiye'de yaşanan birçok sorunu görmezden geldiğine dikkat çekti. Çokdilli hizmet kararı aldığı için Sur Belediye Başkanı Demirbaş'ın görevden alındığını hatırlatan Demirtaş, gerçeklerin çarpıtıldığını belirterek, 'Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Avrupa Parlamentosu'nda Kürtçe'nin kullanımına yönelik Türkiye'de hiçbir yasal engelin olmadığını söylemektedir. O zaman sormak istiyorum, çokdilli belediyecilik kararı alan Sur Belediye Başkanı'nı görevden alan yasalar acaba hangi ülkenin yasalarıdır' diye konuştu. Demirtaş, Cumhurbaşkanı Gül'ün söylemlerinin aynısını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da Birleşmiş Milletler'de yaptığını hatırlatarak, 'Sayın Abdullah Gül ve Erdoğan ağız birliği yapmış gibi dış ülkelere yaptıkları ziyarette Türkiye'de Kürtçe'nin kullanımına dair hiçbir yasal engel yoktur diyorlar. Eğer Sayın Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan bunu iddia ediyorlarsa, ben de diyorum ki madem yasak yok peki neden o zaman h�l� Kürtçe ile ilgili karar alan belediye başkanları görevden alınıyor, birçok belediyemize soruşturma açılıyor' dedi. Gül'ün açıklamalarına tepki gösteren Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş da 'Çokdilli hizmet kararı aldığımız için bizi görevden alan zihniyetin Türkiye'nin demokratikleşmesine hiçbir katkısı yoktur. Biz buna inanıyoruz. Eğer gerçekten Sayın Gül'ün dediği gibi Kürtçe'nin kullanımına yönelik ciddi yasal engeller yoksa neden biz görevden alındık? Bunu sormak gerek' diye konuştu. DİYARBAKIR / DİHA Veli Ay

Dersim katliamının tanığı 69 yıl sonra konuştu

Abdullah Çiftçi, Dersim İsyanı'nda görevli askerdi. Tam 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde suskunluğunu bozdu ve yaşadıklarını anlattı. Bir hafta sonra da yaşamını yitirdi. Dersim isyan önderi Seyit Rıza yakalanmış, Elazığ'a götürülmüştü. Jandarma karakolu yanındaki meydana getirildiğinde sonradan Dışişleri Bakanı olan Sabri Çağlayangil'e döndü. Sehpaları görünce durumu anlamıştı. Çağlayangil'e 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' diye sordu. Sorusu yanıtsız kaldı. Son sözü soruldu. 'Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz' dedi. Sonra meydana çıkarıldı. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama O, meydan insanla doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evladı Kerbela'yız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.' Sözleri meydanda yankılandı.Söyleyeceklerini bitirdikten sonra dimdik yürüdü, kendisini asacak celladı itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu... Yalnız mağdurlar konuşmuştu Dersim Katliamı'nı yazan tüm tarih kitapları yukardaki bu anekdota apayrı bir yer ayırır. Bu öyle bir anekdottur ki, okuyan herkesi etkilemiş ve düşündürmüştür. Çünkü Dersim'de 1937-1938 yılları arasında yaşananlar, hala okuyanı etkilemeye, hala dinleyeni gözyaşlarına boğmaya devam etmektedir. Ancak bu hikaye ve anlatımlarda eksik bir bölüm vardı. Ne yazık ki bugüne kadar sadece hep mağdurlar konuştu. Sadece mağdurlar hikayelerini anlattı. Soykırımın yürek burkan hikayeleri hep onların ağzından dinlenildi. Peki ya soykırımda yer alanlar? Soykırımı gerçekleştirenler? Onlara ya ulaşılamadı, ya da konuşmak istemediler. Böyle olunca da hikayenin bir tarafı hep muğlak ve belirsiz kaldı. Konuştu ve öldü Ancak bu muğlaklığa ve belirsizliğe 112 yaşındaki Urfa Birecik'li Abdullah Çiftçi son verdi. Çiftçi, 1938-1939 yılları arasında Dersim Hozat Piyade Birliği 2. Tabur'da erdi. İsyanın en acımasız bastırıldığı dönemde, isyana kaynaklık eden en stratejik bölgede emir kulu olarak görev yaptı. İsyanda yaşadıklarını ölümünden sadece bir hafta önce 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde anlattı ve anlatımlarının kameraya kaydedilmesini istedi. Çiftçi katliamda yaşadıklarını anlattıktan bir hafta sonra, 3 Ocak 2007 tarihinde yaşamını yitirdi. Çiftçi, kamera kaydında Hozat'taki ilk günlerini şöyle anlatıyor: 'Dersim'e gittiğimizde Hozat'ta cepheye verdiler. Görev yaptığım birimin ismi Hozat Piyade Birliği'ydi. Bölüğümüzün çoğunluğu Urfalı'ydı. Askerler hep Kürttü. Sarp bir coğrafyası vardı. Dağlar çok yüksekti, tıpkı Ağrı Dağı gibi. Erkekleri hayvan derisinden çarık giyerlerdi. Ne kar bilirlerdi, ne soğuğu. Çok dayanıklı ve güçlülerdi.' Üzerimize taş atarlardı Abdullah Çiftçi'yi en çok etkileyen şey operasyonlarda yaşadıkları olmuş. Çiftçi, operasyonlar sırasında köylülerin silahla değil, taşlarla kendilerine karşı savaştıklarını anlatıyor: 'Kış mevsimiydi. Köylere operasyona çıkıyorduk. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atıyorlardı. Atılan taşlar çığa sebep oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiatlar oluşurdu. Bazen 100 askerin öldüğü olurdu çığ yüzünden. Operasyonlar sırasında çatışmalar da olurdu. Bazı günler 10 isyancıyı ölü olarak ele geçirirdik.' Hayvanları kesip yerdik Abdullah Çiftçi, dağ başlarına operasyona çıkan askerlerin yiyecek ihtiyacının nasıl karşılandığına da açıklık getiriyor ve şunları söylüyor: 'Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan binlerce inek çıkardı. İnekler küçük memeliydi. Onların hayvanlarını kesip yiyorduk. Onların köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, sonra da evlerini ateşe veriyorduk. 2 yıl böyle sürdü.' Abdullah Çiftçi, köy baskınları sırasında yaşanan katliamları ise ayrıntılı şekilde anlatıyor. İşte Çiftçi'nin anlattıkları: 'Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makinalı silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.' Çocuklar birbirine sarılırdı Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: 'Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman'ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. Hala o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.' Türk köyüne dokunmadılar Çiftçi'nin anlatımları katliam sırasında yaşanan çifte standardı da gözler önüne seriyor: 'Hozat'ın karşısında bir köy vardı. Ona dokunmazlardı. Türk köyü olduğu söyleniyordu. Operasyona gittiğimizde komutanlarımız sadece köyün içine girerlerdi. Bizim girmemize izin vermezlerdi. Kendileri bizzat sağ olanları çıkartırlardı.' İnönü vurun dedi Çiftçi, katliam emrini kimin verdiğini de açıklıyor. Çiftçi, katliam emrini Atatürk'ün değil İnönü'nün verdiğini söylüyor: 'Niçin katlettiğimiz bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38'de isyan tamamen bastırıldı.' Mı di-Ben gördüm Peki, İbrahim Çiftçi olaylardan sonra vicdan azabı duymuş muydu? İşte Çiftçi'nin soruya verdiği yanıt: 'Gördüklerim söylenmez... Söyleyemem. Ama ben gördüm, yaşadım. Geçen yıllarda hocaya gittim. Hocaya olayları anlattım. Yalnız dedim ki namlumu kimseye çevirmedim. Onları vururken zorlanıyorduk. Ama elimizden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdik ki. Ben rahatsız olsam ne yapabilirdim ki. Askerim ben. Köyleri hep yaktık yıktık. Bir kişi dahi sağ bırakmadık. Yaktığımız köy sayısı 10 kadardı. Hatırladığım köy isimleri Karaoğlan, Ayvacık, Qazi köyleriydi. Hala Dersim'e giden askerlere soruyorum oraları. Hala o köyler yıkıkmış...' Çığlık çığlığa uyanırdı, vicdan azabı içindeydi Abdullah Çiftçi'yi tanıyan herkes, Çiftçi'nin Dersim'de askerlikten döndükten sonra uzun süre içine kapandığını, kimseyle konuşmadığını belirtiyor. Oğlu Yusuf Çiftçi, babasının bazı geceler uykusunda konuştuğunu, bazen de çığlık çığlığa uyandığını söylüyor. Çiftçi, babasına ilişkin şunları anlatıyor: 'Öleceğine yakın herkese Dersim'de yaşadıklarını anlatmaya başladı. Sık sık Allah kimseye göstermesin, gördüklerimi, yaşadıklarımı derdi. Dersim insanına çok yakınlık duyardı. Dersim'e askerliğe giden köy gençleri ile konuşur, oraları sorar, bilgi almak isterdi. Son olarak konuşacağım, kameraya alın dedi. Zaten konuştuktan bir hafta sonra da merdivenden düştü ayağını kırdı. Doktorlar ayağı düzelmiş dediler, ama kısa süre sonra yaşamını yitirdi.' Çiftçi'yi yakından tanıyanlardan biri de Aşağı Karkutlu Köyü Muhtarı Ethem Polat'tı. Polat, Çiftçi'yi şöyle anlatıyor.Anlatırken sürekli duygulanıp ağlardı. 'Nasıl böyle bir şey oldu' deyip duruyordu. Sürekli 'anlatılmaz' diyordu. 'Allah kimsenin başına vermesin' derdi. Vicdan azabı içindeydi... Dersim Katliamı Dersim İsyanı, 21 Mart 1937 gecesi başladı. İsyan kısa sürede genişledi. İsyanın genişlemesi üzerine devlet isyanı bir dizi harekat ile denetim altına almaya ve bastırmaya çalıştı. Özellikle Laç Vadisi ve Kutu Deresi bölgesinde binlerce kadın ve çocuk öldürüldü. İsyan sırasında 9 adet savaş uçağı kullanıldı. Köyleri bombalayan, sivil katliamlar gerçekleştiren uçakları kullananlardan biri de Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'di. İsyan sürerken 1937'de isyan lideri Seyit Rıza idam edildi. 1938'de bastırılan isyanda 90 bin Kürt katledildi. İsyandan sonra da Dersim ismi Tunceli olarak değiştirildi. Binlerce Dersimli de yerinden yurdundan edilerek sürgüne gönderildi. Dersim'de yaşananlar çok çevre tarafından katliam olarak değil soykırım olarak tanımlanmaktadır. Cengiz Kapmaz