Saç kazıtmaya siyah kartlı protesto

ocalan_sac_kazitma_protesto İmralı Tek Kişilik Kapalı Cezaevi'nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın saçlarının zorla kestirilmesine dün de her yerden tepki yağdı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), İstanbul İstiklal Caddesi Tünel Postanesi'nin önünde açıklama yaparak, Adalet Bakanlığı'na siyah mektuplar gönderdi. Kadınlar adına açıklama yapan Beritan Doğan, ülkede yaşanan krizin temelinde Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün bulunduğunu söyledi. AKP'nin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü İmralı'ya yansıttığını vurgulayan Doğan, 'En son Adalet Bakanlığı'na bağlı olan İmralı'da uygulanan insanlık dışı uygulama bunun örneğidir. Bu uygulama insan temel hak ve hürriyetlerinin yok sayılmasıdır. Biz Sayın Öcalan'ın görüşlerinin Türkiye'deki demokratikleşme sürecine katkıda bulunacağına inanıyoruz. Türkiye'deki milyonlarca insan, bu düşüncelerin Türkiye'nin demokratikleşmesinde ve Kürt sorununun çözümünde belirleyici rol oynadığına inanıyor' dedi. Sık sık 'Sayın Öcalan' şeklinde slogan atan kadınlar, ellerindeki kartları gönderdikten sonra polis müdahalesiyle karşılaştı. DTP PM Üyesi Kamile Kandal ile DTP'li Sultan Toptaş, Beritan Doğan, Nihayet Taşdemir ve Lemiye Oğuz gözaltına alındı. Kandal, Toptaş, Doğan ve Oğuz daha sonra serbest bırakılırken, Taşdemir ise araması olduğu gerekçesiyle gözaltında tutuldu.

 İHD: Öcalan'a yapılan işkencedir Adana Merkez Postanesi önünde 'Tecride son hasta tutuklular bırakılsın' eylemi gerçekleştiren İHD Adana Şubesi, Öcalan'ın durumuna dikkat çekti. DTP ve DHAY-DER üyelerinin de destek verdiği eylemde konuşan İHD Cezaevi Komisyonu Üyesi Osman Kara, Öcalan'ın saçının kazıtılmasının işkence olduğunu söyledi. Kara, 'Toplumsal gerginliğe neden olacak İmralı'daki bu uygulamalara bir an önce son verilmelidir' dedi. Kara hakkında açıklamadan hemen sonra jet soruşturma açıldı.

250 tutuklu saçlarını kazıttı Öcalan'ın saçlarının kazıtılmasına yönelik tepkiler cezaevlerine de yayıldı. Diyarbakır D Tipi Cezaevi'nde bulunan 250'yi aşkın PKK'li tutuklu ve hükümlü aileleri aracılığıyla yaptıkları açıklamada, Öcalan'ın saçının zorla kazıtılmasını protesto etmek amacıyla, saçlarını sıfıra vurduğu bildirildi. Tutuklu Hükümlü Aileleri ve Hukuk Dayanışma Derneği (TUHAD-DER) de, Öcalan'a yönelik uygulamanın tehlikelerine vurgu yaparak, cezaevlerindeki protestoyu desteklediklerini ifade etti. Diyarbakır'ın yanısıra Mardin E Tipi Cezaevi'nde bulunan yaklaşık 100 PKK'li tutuklu ve hükümlünün de saçlarını kazıttığı bildirildi. Muş E Tipi Cezaevi'ndeki tutuklu ve hükümlüler de aileleri aracılığıyla yaptığı açıklamada, ilk olarak saçlarını kazıtacaklarını ve daha sonra farklı eylemler gerçekleştireceklerini belirtti.
STK'lerden katılım çağrısı
Diyarbakır'da 14 Temmuz'da DTP öncülüğünde kitlesel yapılacak olan basın açıklaması ve 'barış nöbeti'ne demokratik toplum örgütlerinden destek geldi. DTP, TUHAD-DER, TUHAD-FED, Göç-Der, İHD, DÖKH, Barış Anneleri İnisiyatifi ve YDG gibi çok sayıda kurum ve kuruluş Öcalan'a yönelik yaklaşımı kınayarak, 14 Temmuz'da Koşuyolu Parkı'nda yapılacak olan kitlesel basın açıklamasına destek vereceklerini duyurdu. İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, uygulamanın insani olmadığına dikkat çekti. Göç-Der Diyarbakır Şube Başkanı Dursun Özdoğan, 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde cezaevlerindeki işkence uygulamalarının 28 yıl aradan sonra kendini İmralı Cezaevi'nde gösterdiğini söyledi. TUHAD-FED Şube Başkanı Mehmet Şah Teke de, uygulamanın hükümetin Kürt sorununa çözüm bulmadığının göstergesi olduğunu dile getirdi. Devletin Öcalan'ı Kürtlerden ayırmaya çalıştığını söyleyen TUHAD-DER Genel Sekreteri Mehmet Onaç da, Kürtlerin Öcalan'ı bırakmayacağını belirtti. ALTERNATİF

Berxbir Festivali'ne asker baskını

Berxbir Festivaline asker baskını Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi Laleş Yaylası'nda düzenlenen Berxbir Festivali, kamera çekimi yapan askerlerin engellenmesi üzerine 200 asker tarafından basıldı. DTP'liler ile askeri yetkililer arasında süren görüşmelerin ardından gerginlik sona erse de, festival asker ablukası altında devam etti. Öte yandan Kato Dağı'nda süren operasyon nedeniyle festivalin yarın bitirilmesi kararlaştırıldı.

Beytüşşebap Belediyesi'nin düzenlediği '4. Kuzu Kırpma Kültür Sanat ve Yayla Şenlikleri' (Berxbir Festivali) bugün de devam etti. Şenliğe, DTP Şırnak milletvekilleri Sevahir Bayındır, Hasip Kaplan, DEP eski Milletvekili Selim Sadak, DTP PM Üyesi İzzet Belge, Şırnak Belediye Başkanı Ahmet Ertak, İdil (Hezex) Belediye Başkanı Resul Sadak, DTP Şırnak İl ve İlçe yöneticilerinin de aralarında bulunduğu binlerce kişi katıldı. Festivalde konuşma yapan DEP eski Milletvekili Selim Sadak, dağda yaşanan her ölümün kendilerini etkilediğini belirterek, 'Çorumlu, Yozgatlı, Tekirdağlı bir askerle dağdaki gerillanın ölümü de gözyaşı ve kandır. Şu an Kato eteklerindeyiz ve çatışma haberi geldi. Dağlar bombalandı. 30 yıldır süregelen çatışmalı ortamı bir festival ortamında yine yaşadık' dedi.

Genelkurmay ve İçişleri Bakanı'na Beybun gönderdi

Hem festivallere, hem de bayramlara buruk katıldıklarını dile getiren Sadak, 'Dün Kürtçe 'Beybun' olan 4 adet papatyayı Genelkurmay'a, Emniyet Müdürlüğü'ne ve İçişleri Bakanı'na göndermeleri için Binbaşı, İlçe Emniyet Müdürü ve Kaymakam'a verdim. Elimde kalan son papatyayı da dağlarda yaşayan gerillaya sunuyorum. İzin verilmek istenmeyen festivali sizin kararlı duruşunuz sayesinde halay ve zılgıtlarla kutluyoruz' şeklinde konuştu.berxbir kurd kurt kurdistan

Askerler festivali bastı

Sadak'ın konuşma yaptığı sırada sivil giyimli, silahlı 7 askerin kamera ile çekim yapmasına tepki gösteren kitle ile askerler arasında tartışma yaşandı. Tartışmanın büyümesi üzerine kitle, 'JİTEM dışarı', 'PKK halktır halk burada' şeklinde slogan atarak, askerlerin festival alanından çıkmasını istedi. Bunun üzerine 7 asker festival alanından ayrıldı. Ancak kısa bir süre sonra Binbaşı Yakup Karakaya komutanlığındaki 200 asker ile yaklaşık 100 korucu festival alanını silahlarla bastı. Askerler, tepeleri tutarak festival alanını ablukaya aldı. DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ile görüşen Binbaşı Karakaya, 'Elemanlarıma taşlarla saldıranların verilmesi gerekir. Ve Beytüşşebaplı olmayan katılımcıların kimliklerini istiyorum. Yoksa saat 15.00'te festivali bitiririm' şeklinde tehditlerde bulundu.

Çatışmalar nedeniyle festival yarın bitirilecek

DTP'liler ile Binbaşı Karakaya arasında yaklaşık 1,5 saat süren tartışmanın ardından, bir askerin silahsız olarak çekim yapmasına izin verildi. Askerler tepelerde konumlandırılırken, Jirki ve Babat korucularının da festival alanının dış tarafına çadır kurdu. Kato Dağı'nda çatışmaların yaşanması ve yaşanan gerginliklerden dolayı festivalin yarın bitirilmesine karar verildi. DİHA

En önemli üç isim

categlixo6 Erdoğan, Özkök ve Büyükanıt'ın darbe planlarından haberdar oldukları açığa çıktı. Erdoğan, Özkök ve Büyükanıt'ın 'sorumlulukları gereği' darbe planları kapsamında yargılanmaları gerektiği belirtiliyorozkok_erdogan_buyukanit
ERDOĞAN VE ÖZKÖK HABERDAR
AKP hükümetinin, 2003'ten beri Ergenekon yapılanmasından ve darbe planlarından haberdar olduğu, ancak o günden beri bir adım atmadığı, hakkında açılan kapatma davasıyla birlikte, 'darbe planlarını bir koz olarak kullanmak amacıyla harekete geçtiği' açığa çıktı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün de darbe planlarından haberdar olduğu, ancak herhangi bir yasal işlem başlatmadığı belirlendi.
'SORUMLULUK GEREĞİ' YARGILANMALI
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın da darbe planları yapanlarla irtibatı bulunduğu, ancak bugün siyasi bir malzeme olarak kullanmaya çalıştığı için AKP ile uzlaştığı belirtiliyor. Başbakan olarak Tayyip Erdoğan'ın, dönemin Genelkurmay Başkanı olarak Özkök'ün ve darbecilerle irtibatı olduğu açığa çıkan Büyükanıt'ın da 'sorumlulukları gereği' darbe planları kapsamında yargılanmaları gerektiği belirtiliyor.

Ergenekon siyasi dengeyi bozdu
Türkiye'yi sarsan Ergenekon operasyonunun etkisi en fazla siyasette hissediliyor. Kapanma davasıyla yalnızlaşan AKP, operasyon üzerinden manevra alanını genişleterek, rahat bir nefes alırken, CHP ise, 'darbecileri' savunur konuma düşerek, siyasi alanını daralttı. MHP 'bekle-gör' politikası izlerken, DTP ise, yalnız darbe girişimcilerinin değil, bizzat darbe yapanların da yargılanmasını istiyor.

 'Demokratik seçenek netleşmeli'
Ergenekon operasyonunu değerlendiren Öcalan, 'Operasyon Amerika'nın doğrudan operasyonudur. Ergenekoncular Rusya'ya, Çin'e, Hindistan'a dayanıyorlar. Amerika karşıtlığı yaparak Amerika'ya hizmet ediyorlar. Öyle söyledikleri gibi Amerika karşıtlıkları yok' dedi. Türkiye'de demokratik seçeneğe ihtiyaç olduğunu söyleyen Öcalan, 'Onun için Çatı Partisi'nden söz etmiştim. Demokratik seçeneğin netleştirilmesi gerekir' açıklamasını yaptı.

İran bir Kürdü yaralı halde idam etti

iran_idamİran molla rejimi Doğu Kürdistanlı bir insan hakarı savunucunu yaralı halde idam etti. Üç Kürt öğretmenin de her an idam edileceği belirtildi. Her dördü de ağır işkencelere maruz kaldı. Temmuz ayında idam edilenlerin sayısı 10’a yükselirken yılın başından bu yana en az 139 kişi idam edildi.

Yaralı halde idam
İran rejimi Doğu Kürdistan'ın Sine kentinde tutuklu olan insan hakları savunucusu Ahmed Kelec'in merkezi cezaevinde asarak idam etti. Rejim Kelec'i, çoğu siyasi tutukluyu idam etmek için ortaya attığı uyuşturucu trafiği iddiasıyla mahkum etti.
Kelec'in kaç yıldır tutuklu olduğu konusunda bilgi alınamadı ancak idam edilmeden önce Kelec'in intihar girişiminde bulunduğu ve ağır yaralandığı bildirildi. Rejimin Kelec'i yaralı halde idam ettiği kaydedildi.

Hücrelerde işkence gördüler
Üç Kürt öğretmenin de her an idam edilebileceği belirtildi. Öğretmenler Cumhuriyet'ine karşı 'yasadışı faaliyette' bulundukları iddiasıyla idam cezası aldılar. Kendilerine savunma hakkı tanınmadı.iranda_idamlar
Doğu Kürdistan'ın Kamyaran kentinde tutuklanan 3 üniversite öğretmeni yaklaşık bir yıldır hücrelerde ağır koşullar altında tutuluyor. Bir kardeşi PJAK saflarında olan Ferzad Kemanger ve iki öğretmen arkadaşı Eli Heyderiyan ve Ferhad Wekili, tutuklandıkları günden bu yana neredeyse hep hücrelerde kaldılar, ağır işkencelere maruz kaldılar. Her üç tutuklu bir yıl içinde götürüldükleri Kirmaşan, Kamyaran, Sine ve son olarak Tahran'daki Evin cezaevlerinde küçük ve hijyenden yoksun odalarda işkence gördü.
Bacağı kırıldı, kolu yandı
2005 yılında tutuklanan ve son olarak Evin cezaevine getirilen Ferzad Kemanger, aynı zamanda aktif bir insan hakları savunucusuydu. Kürdistan Öğretmenler Derneği iletişim sorumlusu Kemanger 11 yıldır bir teknik kolejinde öğretmenlik yapıyordu. İşkence altında bacağı kırıldı ve kolu yandı. Aynı zamanda saçlarının bir kısmı da işkence altında koptu. Çenesi ağır yara aldı ve ağır sağlık sorunları yaşıyor.
Duruşması 7 dakika sürdü
Tutukluluk süresi boyunca avukatı ile bir kereliğine sadece 45 dakika görüşebildi. Mahkeme salonunda bile avukatı ile konuşmasına izin verilmedi. Diğer iki arkadaşı ile birlikte duruşması sadece 7 dakika sürdü. Şubat ayı sonuna yapılan duruşmada rejim karşıtı bir grup üyesi oldukları iddiası ile idam cezasına çarptırıldılar. Hakkında PKK üyeliği suçlaması da bulunan Kemanger'e idam cezasını Devrim Mahkemesi Başkanı Şah Rudi verdi.
20 Aralık 2007 tarihinde de İran'ın idam ettiği PJAK gerillası Hasan Hikmet Demir'in (Agit) idamından önce işkence gördüğü ortaya çıkmıştı. İdam edildiği sırada çekilen fotoğrafta Demir'in kanlar içinde olduğu görülüyordu. ANF'nin ele geçirdiği fotoğraf Demir'in sırtından bıçaklandığını gösteriyordu.
İran rejimin 10 Temmuz 2008 tarihinde de dört kişiyi ülkenin güneyindeki Buşehr eyaleti içinde bulunan Borazcan kentinde halkın gözleri önünde idam etti. Mahkeme kararına göre, idam edilenlerin üçü Buşehr eyaletinden, bir diğeri de Afgan kökenli.
4 çocuk idam tehdidi altında
İran rejimi artık kamu içerisinde idam gerçekleştirmeyecekleri ve bunların fotoğraflarının artık yayınlanmayacağı sözünü vermişti. Ancak son idamlar yine halk içinde gerçekleşti ve fotoğrafları gazetelerde yer aldı.
İran'dan ölüm cezasına mahkum edilen dört çocuğun infaz edilmemesi ve 18 yaşından küçüklere ölüm cezası verilmesi geçtiğimi günlerde 24 uluslararası ve bölgesel hak kuruluş tarafından kınandı. İran 16 yaşındaki Kürt kökenli Muhammed Hassanzade'yi 10 Haziran'da infaz etti. Hassanzade 14 yaşında işlediği bir suç nedeniyle mahkum edilmişti. 25 Temmuz'a kadar dört çocuğun daha infaz edilme riskiyle karşı karşıya olduğu açıklandı.
Tam sayısı bilinemese de, İran'da şu an 140'tan fazla çocuğun infaz edilmeyi beklediği tahmin ediliyor.
Temmuz'da 10 idam gerçekleşti
Adam öldürme, tecavüz, silahlı soygun, adam kaçırma ve uyuşturucu kaçakçılığına idam cezasının verildiği ülkede yılbaşından bu yana ANF kayıtlarına göre en az 139 kişi idam edildi. Sadece Temmuz ayı başından bu yana idam edilenlerin sayısı 10'a yükseldi.
Batılı devletler ve uluslararası toplumun sessizliği altında gerçekleşen idamlar aylara göre şöyle: Temmuz: 10, Haziran: 18, Mayıs: 29, Nisan 24, Mart: 4, Şubat: 19, Ocak: 35
İran idam cezasında Çin'den sonra dünya ikincisi. Uluslar arası Af Örgütünün 2007 yılı raporuna göre, 2007 yılında İran'da 317 kişi idam edildi. Çin'de ise en az 470 kişinin idam edildiği kaydedildi. SİNE/ TAHRAN

Anadili konuşamamak da şiddettir

Gökkuşağı Kadın Derneği Dönem Sözcüsü Rahime Özatik, Kürt kadınlarının kendi anadilleri ile konuşamamasının da bir şiddet örneği olduğunu vurguladı.anadilpankart23

KA-DER Başkanı Hülya Gülbahar ise, “Sığınma evlerinde Kürt kadınlarının kendini ifade edebilmesi için tercüman talebinde bulunacağız” dedi. Kadın kurumları temsilcileri Türkiye’de kadın sığınma evlerine olan ihtiyacı ve AKP’nin sığınma evlerine yönelik politikasını değerlendirdi.
Kadınların yüzde 40’ının fiziksel, yüzde 20’sinin de cinsel şiddete maruz kaldığı Türkiye’de sığınma evlerine olan ihtiyaç her geçen gün daha da artarken, kadın sığınma evlerinde yaşanan sıkıntılara değinen Gökkuşağı Kadın Derneği Dönem Sözcüsü Rahime Özatik, Kürt kadınlarının kendi ana dillerinde konuşacağı sığınma evlerinin olması gerektiğini söyledi. Türkiye’deki sığınma evlerinin kadınların ihtiyaçları gideremeyecek düzeyde olduğunu vurgulayan Özatik, “15 milyon insanın yaşadığı İstanbul’da şiddet egemendir. Buna rağmen bağımsız olarak kurulan az sayıda sığınma evi var. Diğerleri belediye ve SHÇEK’lere bağlıdır. Burada kalan kadınların sadece 5-6 ay ihtiyaçları karşılanıyor. Yeni bir hayata başlayacak koşulları oluşturulmuyor” dedi.

 
‘Kürt kadınlarının özgün durumu var’

anadilpankart5 Kürt kadınlarının ise özgün bir durumu olduğunu belirten Özatik, “Devletten şiddet gören ve göçe etmek zorunda kalan Kürt kadınları ise belediyelerin yada SHÇEK’in sığınma evlerine gitmiyorlar. Çünkü orada da daha farklı bir şiddet görüyorlar. Yani güven sorunu yaşıyor. Doğal olarak sığınma evlerini tercih etmiyor” diye konuştu. Sığınma evlerinde Kürt kadınının kendini ifade etmediğini belirten Özatik, “Bu da bir şiddet örneğidir. Sığınma evleri genel olarak Türkiye’deki kadınların ihtiyaçlarını gideremediği gibi Kürt kadınları açısından çok daha farklıdır. Aile içi şiddete maruz kalan Kürt kadınları da sığınma evlerine gitmektense aile ortamındaki şiddeti tercih etmek zorunda kalıyor. Bu yüzden sığınma evleri Kürt kadınları için yeniden ele alınmalıdır” dedi.


‘Tercüman talebinde bulunacağız’

Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) Başkanı Hülya Gülbahar ise Kürt kadınlarının kendilerini ifade edebilmeleri için sığınma evlerinde tercümanların olması gerektiğine vurgu yaptı. Gülbahar, “Kürt kadınlarına kendilerini ana dili ile ifade edebilme hakkı tanınmalı. bu hakkın tanınması için Kürt kadının kendini ifade edebilmesi için sığınma evlerinin tercüman talebinde bulunacağız” diye konuştu. 4 Temmuz 2006’da namus cinayetlerini ve kadına yönelik şiddet konusunda Meclis Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı raporun Başbakanlık Genelgesi olarak yayımlandığına dikkat çeken Gülbahar, “Bu genelgenin çıkması ilk defa Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunda bir devlet politikası oluşturması gerektiğinden bahsediyordu. Fakat o günden bu güne baktığımızda son derece yetersiz adımlar atıldığını görüyoruz” dedi.


‘Her 7 bin 500 kadın için bir sığınak açmak gerekiyor’

Avrupa Birliği kriterlerine göre Türkiye’deki sığınma evlerinin yetersiz olduğunu belirten Gülbahar, “Türkiye’de resmi rakamlara göre 38 sığınma evi var. Ancak bu sığınma evlerinin hizmet kaliteleri ve nitelikleri çok yetersiz, kapasiteleri son derece düşük, sığınakların nitelikleri artması için gerekenlerin yapılması gerekiyor” dedi. Her 7 bin 500 kadın için bir sığınak açmak gerektiğini kaydeden Gülbahar, “AB kriterlerine göre Türkiye’ye baktığımız da binlerce sığınak açmamız gerekiyor” diye konuştu.

 
Mor Çatı: AKP sığınma evleri açmıyor

Mor Çatı Gönüllüsü İlke Gökdemir ise Türkiye’de her üç kadından birinin şiddete maruz kaldığına dikkat çekerek İstanbul’da sadece 6 sığınma evinin olmasının ciddi bir eksiklik olduğuna belirtti. Belediyelerin kadın sığınma evleri konusunda duyarlı olmadıklarını vurgulayan Gökdemir, “Mor Çatı olarak birçok belediyeye sığınak açma konusunda taleplerde bulunduk ancak herhangi bir belediye bu konuda duyarlılık göstermedi” dedi. Hükümetin de bu konuda belediyelere destek sunmadığını kaydeden Gökdemir, “AKP kadın sığınma evleri konusunda her hangi bir girişimde bulunmuyor. Hükümetin bu konuda gerekli adımların atması gerekir” dedi. Kadınların Medya İzleme Grubu (Mediz) Üyesi Melek Özman da kadına yönelik şiddetle mücadele etmenin devletin görevi olduğunu belirterek, “Bu konudaki tüm sorumluluk kadın kurumlarına yüklenmemeli. Devlet sığınaklar, yerel yönetimler açmalı. Ancak kadın örgütlerine danışarak, onların fikirlerine başvurarak, denetimlerine açarak yapmalıdır bunu” diye konuştu. DİHA/İSTANBUL YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Sular altında kalacak olan Hasankeyf dışında Kürdistan

Ilısu Barajı’nın inşası nedeniyle sular altında kalacak olan Hasankeyf dışında Kürdistan’da tarih öncesi çağlara ışık tutan birçok kültür mirası da sular altında kalacak.

hasankeyf invert1

Ilısu Barajının inşasıyla sular altında kalacak olan Hasankeyf dışında Kürdistan’da birçok arkeolojik alan sular altında kalacak. Ilısu Barajının inşası nedeniyle Kürdistan ve uluslararası alanda en çok gündeme gelen nokta Hasankeyf’in geleceği. Bu durum Hasankeyf’in Ilısu Barajının sular altında bırakacağı en büyük yerleşim birimi olmasından kaynaklı. Ancak Ilısu Barajının yutacağı tek insanlık mirası Hasankeyf değil. Tarih öncesi çağlara ışık tutan tam 11 arkeolojik alan da sular altında kalacak. 
Kürdistan’ın can damarlarından biri olan Dicle nehri boyu tarih boyunca insan yerleşimin yoğun olduğu bir alandı. İlk tarımcılığın geliştiğinin düşünüldüğü bölgede son dönemlerde hummalı bir arkeolojik çalışma var. Zira bilim insanları Bismil ile Hasankeyf arasında yer alan 11 arkeolojik kazı alanından tarihe ışık tutacak önemdeki kalıntıları çıkarma telaşında. Bilim insanları bölgede yapılan yüzey araştırmalarında ise hiçbir kazı yapılmadan sular altında kalacak onlarca potansiyel arkeoloji alanı bulunduğunu ifade ediyor. Bu kazı alanlarından biri Bismil yakınlarındaki Salattepe. Salat çayının Dicle nehrine karıştı bölgeye yakın bir noktada bulunan Salattepe höyüğünde 6 bin yıl öncesinden günümüzde uzanan işlenmiş taşlara rastlandı. Aynı alanda 3 bin 500 yıl önce bir deprem yaşandığını tepis eden uzmanlar Salattepe’deki mezarların günümüze ulaşanlarının en az 4 bin senelik olduğunu tespit etti.
En eski kalıntılar Ziyarettepe’deHasankeyf_Kalesi
Diyarbakır’ın Bismil ilçesi yakınlarındaki Ziyarettepe Höyüğünde, ABD’li arkeologların başında bulunduğu kazılarda M.Ö. 10 bin yıllarına ait kalıntılar ortaya çıkarıldı. Kazının başındaki isim olan Amerika Whıtman Koleji’nden Dr. Timati Madney’in ekibi 12 bin sene önceye neolitik döneme ilişkin bulgulara rastladı. Ziyarettepe’nin bir diğer önemi ise yerleşkenin Asurluların bu bölgedeki başkentleri (Tuşhan) olduğunun düşünülmesi. Yerleşkedeki kalıntılar bu nedenle bir dönemi aydınlatacak önemde olarak tanımlanıyor.
Karaz kültürünün tek temsilcisi : Müslümantepe
Salattepe’ye yakın Müslümantepe ise bilim insanları tarafından arkeologlar tarafından M.Ö. 3600 yılında Kafkasya’ya egemen olan Karaz (Kura-Araks) kültürünün Dicle nehri boyundaki tek temsilcisi olarak gösteriliyor. Çıkış dönemi Geç Kalkolitik’e (M.Ö. 3600/3500) tarihlenen kültür, yayıldığı alan bakımından Yakın Doğunun en ilginç prehistorik fenomenlerindendir. Güney Gürcistan, Ermenistan bölgesindeki şulaveri-şomu Tepe Kültürünün zamanla ayrımlaşması ile oluştuğu düşünülen Kura-Araks Kültürü, takip eden dönemlerde (Erken Bronz Çağı’nda) Kuzeyde Dağıstan’a, Güneyde Batı İran’a, batıda Sivas, güney batıda Filistin ve İsrail’i içine alan çok geniş alana yayılmıştı. Yaklaşık 1000 yıl varlığını devam ettiren bu kültür, M.Ö. 2200’lerde son buldu. Erzurum’daki Sos Höyükteki kazılar Kura-Araks Kültürünün istisna olarak bu bölgede Orta Tunç/Son Tunç dönemine kadar, M.Ö. 1500, devam etmiştir. İşte bu kültürün Dicle boyundaki tek temsilcisi de Ilısu Barajının suları altında kalacak. Alanda devam eden kazılar büyük bir ihtimalle kalıntılar üzerinde yeterli inceleme yapılmasına fırsat vermeyecek.hasankeyf_
En az 12 bin senelik Körtik Tepe
Ilısu Barajı’nın altında kalacak arkeolojik yerleşimlerden biri de Körtik Tepe höyüğü. 12 bin yıl öncesine uzanan tarihinde, neolitik çağın ilk yerleşimlerinin, dolayısıyla hayvancılığa ve üretime geçişin izleri var. Kürdistan’da neolitik çağa geçişin anahtar noktalarından biri olan Körtik Tepe’de bulunan buğday kalıntıları tarih öncesi çağları araştıran bilim insanları için çok ciddi veriler sunuyor. Alanda bulunan keçi boynuzu ve grift keçi figürleri, bu bölgede keçinin evcilleştirilmesi, en çok keçi ve ürünlerinden yararlanıldığı ve hatta keçinin bu veriminden ötürü mistisize edildiğini, kültleştirildiğini de gösteriyor.
Bir Mittani mirası: Kavuşanhöyük
Bismil’in 10 kilometre güneydoğusundaki Kavuşanhöyük ise M.Ö. 3binli yıllarda yani bugünden tam 5 bin sene önce bölgede hakim olan Mittani kültürünün izlerini taşıyor. Neolitik çağa ilişkin bazı bulguların da bulunduğu bölgede MÖ ciddi bir taşkının yaşandığı ve yerleşkenin önemli bir bölümünü sular altında bıraktığı anlaşılıyor. İşte aynı kadar 4 bin sene sonra aynı yerleşkeyi bu kez insan eliyle buluyor. Kavuşanhöyük de önümüzdeki yıllarda Ilısu barajının sularının altında kalacak.
Türünün tek örneği: Hakemi Use 
Yine Bismil sınırları içinde bulunan Hakemi Use de 10 bin yılı aşkın bir tarihe sahip. Bu yerleşke Dicle boyundaki ilk ve tek gerçek Hassuna/Samarra kültürü yerleşkesi. Asurlar döneminde çok ünlü bir seramik merkezi olan Hakemi Use, Neolitik dönemde de uzak kültürlerle ilişkili olduğunu gösteren kanıtlarla dolu bir arkeoloji hazinesi. hasankeyf34
Çokkültürlü Kenantepe
Yine Dicle nehri kıyısındaki Kenantepe ise Obeid, Geç Katolitik, Erken Tunç ve Geç Tunç çağına ilişkin çok önemli bulguları barındıran bir arkelojik alan. Arkeologların tahminlerine göre Kenantepe sadece Mezopotamya’nın kalbinde ve Mezopotamya’nın Anadolu’daki dış sınırında dağınık halde bulunan devletler ve uygarlıklar arasında politik bir sınır olmakla kalmayıp; kaynakça yoksul Mezopotamya ovaları ve kaynakça zengin Anadolu dağlık alanları arasında ekonomik bir sınırdı. Bu nedenle Kenantepe oldukça önemli bir merkez olarak addediliyor. Kenan Tepe kazıları, özellikle devletin gelişim konusunda geliştirilen teoriler ile arkeolojik kanıtlar arasındaki bağlantının ortaya çıkarılmasını ve bu tip örnekler kullanılarak bu sınırın dinamiklerinin ve diğer sınır koşullarının daha iyi anlaşılmasını sağlamakta. Baraj suları altında kalacak diğer kazı alanları ise Bismil’deki Salat Camii yanı, Hibermerdon Tepe, Siirt’teki Başur ve Türbe höyükler. Bu arkeolojik alanlar sadece kurtarma kazılarının başlatıldığı alanlar. Bunun dışında bölgedeki onlarca önemli höyüğün daha hiç kazma vurulmadan sular altında kalacağı ifade ediliyor.
‘Hasakeyf dünya kültür mirasına alınmalı’
Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken’in verdiği bilgilere göre Hasankeyf ve Dicle vadisi çevresindeki 300 arkeolojik alanın 83’ü sular altında kalacak. Ertürk, ‘Dolayısıyla, Ilısu Baraj projesinin vaat ettiği gelecek, binlerce yıllık tarihin ve benzersiz doğal alanların yok olmasıdır. Hasankeyf’i yok etmemenin tek yolu Ilısu baraj projesini iptal etmek ve bölgeyi UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine dâhil etmektir’ ifadelerini kullanıyor. ANF/BATMAN YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Yanlış hesap Bağdat'ta

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak'ta verdiği mesajlarla Kürt sorununda çözüm istemediğini yineledi.erdogan_irak_ziyaret_maliki


ERDOĞAN GİZLİCE GİTTİ
Başbakan Erdoğan, dün gizlice Irak'a gitti. Erdoğan, PKK, Kerkük, Kürt yönetimi ve enerji konularında Irak Başbakanı Nuri El Maliki ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile görüştü. Görüşmeler, 5 Kasım'da gerçekleşen Bush-Erdoğan görüşmesi sonrasında PKK'ye karşı süren diplomatik sürecin sürdürülmesi şeklinde yorumlandı.

PKK'YE KARŞI İŞBİRLİĞİ
AKP, Kürt sorununda çözümsüzlüğü dayatırken, Erdoğan'ın Irak'ta verdiği mesajlar da bu yöndeydi. Erdoğan, daha önce ABD Başkanı Bush'un dile getirdiği gibi, 'PKK'nin ortak düşman olduğunu' savundu. Irak'la Stratejik İşbirliği Yüksek Kurulu anlaşması imzalayan Erdoğan, 'PKK'yı yok etmek, iki ülkenin en ciddi işlerindendir' dedi. </I>
Irak'la diyalog mekanizması
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, beklenen Bağdat ziyaretini gerçekleştirdi. Erdoğan, Irak merkezi yönetimi ile yerel Kürt yönetimine, verdiği 'terörle mücadele' desteğinden dolayı teşekkür etti. Ziyarette iki ülke arasında 'yüksek düzeyli stratejik diyalog mekanizması' kuruldu. Irak Başbakanı Maliki de 'Terörle mücadelemiz başarılı. Artık çalışmalarımız ekonomiye kaymalı' dedi.
Erdoğan'a ziyareti sırasında, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ve Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu eşlik etti. Erdoğan'ı karşılayan Irak heyetinde Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Petrol Bakanı Hüseyin Şehristani, İçişleri Bakanı Cevat El Bolani, Başbakan Yardımcısı Berham Salih, Ticaret Bakanı Abdülfelah El Sudani ve Türkmen Gençlik ve Spor Bakanı Jafim Cafer yer aldı. Türkiye ile Irak arasında 'yüksek düzeyli stratejik diyalog mekanizması'nın resmen kurulduğu ziyarette, PKK ve Irak'la ekonomik işbirliği konuları ağırlıklı olarak ele alındı.
Erdoğan kelle istedi
Başbakan Erdoğan'ın Irak Başbakanı Nuri El Maliki'yle yaptığı görüşmede 'terörle mücadele' başlığı altında PKK konusunu gündeme getirerek, üst düzey yöneticilerin yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesi ve örgüt yanlısı kurumların kapatılması talebini bir kez daha ilettiği öğrenildi. Erdoğan'ın sınırötesi operasyonlar konusunda Irak'ın desteğinden dolayı Ankara'nın duyduğu memnuniyeti de dile getirdiği bildirildi. Erdoğan'ın ziyaretinde gündeme gelen bir başka konu ise, Irak'ın güneyinde, Basra bölgesinde kurulacak, Türkiye-İngiltere-Kuveyt-Irak ortak sanayi bölgesi oldu. Ayrıca, Irak petrol ve gaz rezervlerinin Türk şirketleri tarafından çıkarılıp, işletilmesi de gündeme geldi.
'İşbirliğimiz ekonomiye kaymalı'
Erdoğan ve Maliki görüşmenin ardından iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini öngören Stratejik İşbirliği Yüksek Kurulu anlaşmasını imzaladı. İki lider daha sonra ortak basın açıklaması yaptı. Toplantıda ilk sözü alan Irak Başbakanı Maliki, bu ziyareti 'tarihi bir ziyaret' sözleriyle değerlendirerek, Türkiye ile Irak arasındaki ilişkilerin önemine değindi. Türkiye ve Irak'ın 'terörle mücadele'de başarı sağladığını ileri süren Maliki, 'Artık çalışmalarımız ekonomiye kaymalı' dedi. Irak'ın yeniden yapılandırılmasında Türk şirketlerini görmek istediklerini belirten Maliki, yılda en az bir kere Başbakan düzeyinde toplanacaklarını ifade etti.
Kürt yönetimine teşekkür!
Başbakan Erdoğan da, ağırlıklı olarak ekonomik işbirliği üzerinde dururken, PKK'ye karşı Irak Merkez ve Füney Kürdistan yönetiminden gördükleri destekten dolayı minnettar olduklarını söyledi. PKK'nin sadece Türkiye'nin değil, Irak'ın da düşmanı olduğunu savunan Erdoğan, 'Bölgesel istikrarı tehdit eden terörün ilişkilerimizi zehirlemesine asla izin vermeyeceğiz' dedi. Ardından iki başbakan soruları yanıtladı. Maliki, Türk askerinin Güney Kürdistan'daki varlığının ne kadar süreceğinin görüşmede gündeme gelip gelmediğinin sorulması üzerine, bu konunun güvenlikle ilgili olduğunu ve gündeme gelmediğini savundu. TSK'nın sınırötesi harekâtlarının görüşmede gündeme gelip gelmediği sorulan Başbakan Erdoğan ise, önceki operasyonların işbirliği içinde yapıldığını söyledi. Erdoğan Bağdat ziyareti kapsamında, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile de biraraya geldi. ALTERNATİF

Karayılan'dan Abant değerlendirmesi

  • 'Türkiye törpüleme harekatı yapıyor'
    KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Ergenekon operasyonunun boyutunun AKP'yi aştığını belirterek, operasyonun ordunun bilgisi dahilinde yapıldığını söyledi. Ergenekon operasyonunu değerlendiren Karayılan, 'Bu müdahale süreciyle birlikte Türkiye'de bazı yeniliklerin gelişmesi söz konusu olabilir. Müdahale genişleyebilir. Müdahale daha çok tarafların uç olan kesimlerini hedefleyerek bir uzlaşı noktasını geliştirmeyi öngörmektedir' dedi. Karayılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a işkence yapılmasının tesadüfi olmadığını belirterek, 'Bu sürecin temel sloganı sadece Sayın Öcalan olmamalı. 'İşkence altındaki Önder Apoya Sayın demek suç değil.' Bizim temel sloganımız budur' dedi.karayilan
    KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan'a Türkiye ve Kürdistan'da yakından izlenen Ergenekon operasyonunu, Öcalan'a dönük uygulamalar, 'Êdi Bes e' hamlesinin ikinci aşamasını ve Kürt sorununun çözümü adına son günlerde gerçekleştirilen Abant Platformu tartışmalarını sorduk.


Sayın Karayılan, Ergenekon operasyonu gündemin birinci konusu olmayı sürdürüyor. Yaşanan gelişmeler ışığında operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz. AKP 'temiz eller operasyonu'na benzetiyor. Operasyon size göre böyle bir özellik içeriyor mu?

Biz bu konuda daha öncede görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmıştık. Yine Önderliğimiz birçok kere konuyla ilgili değerlendirmeler yapmıştır. Bu sistem içi bir çatışmadır. Bir iktidar kavgasıdır. Başbakanın belirttiği gibi temiz eller operasyonuyla bir ilgisi yoktur. Ancak gelinen noktada bu iç çekişme ve çatışmaların çözümsüzlüğe doğru gitmesi süreci bir müdahale ile karşı karşıya getirmiştir, böyle olduğunu düşünüyoruz. Türkiye'nin ve sürecin bir müdahaleyle karşı karşıya olduğu gözüküyor. Özellikle bu Ergenekon operasyonu çerçevesinde son dalga operasyonunda yakalananların niteliği ve durumuna bakıldığında operasyonun boyutunun AKP'yi çok aştığını, bunun bir müdahale düzeyine çıkarıldığını tespit etmek zor değildir. Öyle ki bu müdahale süreciyle birlikte Türkiye'de bazı yeniliklerin, yeni bir sürecin gelişmesi söz konusu olabilir. Müdahale daha çok tarafların böyle uç olan kesimlerini hedefleyerek bir uzlaşı noktasını geliştirmeyi öngörmektedir. Yani orduda ulusalcı uç kesimleri, İslami siyasi çevrelerde yine uçlaşmış kesimleri törpüleyecekler. Şimdi aslında müdahalenin kapsamı daha geniştir. Sadece bu kesimleri kapsamıyor. Müdahalenin daha geniş olma olasılığı yüksektir.


Operasyon AKP'nin boyunu aşmıştır

Biliniyor Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üç kesim söz konusu olmuştur. Bunlardan biri devlet, biri siyasal İslam, birisi de Kürtlerdir. Şimdi bu müdahale bu üç kesimi de kapsıyor. Nedir törpüleme? Herkesi bir ölçüde törpüleyerek bir noktada Türkiye'yi yeniden dizayn etmedir. Buna doğru yol alma ihtimalini yüksek görüyorum. Bunun tabi iç-dış boyutu ne kadar kapsamlıdır, kapsamlı değildir bu ayrı bir konu. Bunu zaman gösterecektir. Ancak operasyon geldiği nokta itibariyle AKP'nin boyunu çok aşmıştır. İç çatışma, iktidar dalaşı işi çıkmaza sokunca artık gidişatın müdahale aşaması biçiminde somutlaşmak durumunda kaldığı anlaşılıyor.
Ordunun operasyondan bilgisi vardır. Demek ki bir sınırlama da var. Aslında ordu da böyle biraz bazı uçların törpülenmesiyle kendisini temize çıkarma hesabı içinde olabilir. Eğer bu kadar darbe senaryosu yazılıp çizilmiş, konuşulup tartışılmışsa, hatta bunun için örgütlenmeler geliştirilmişse hiç mi görev başında olan bir subay katılmamıştır. Olur mu? O kadar emekli subayın başrolde olduğu bir örgütlenmenin nasıl ordu içinde kolları olmaz, vardır. Ama anlaşılıyor ki İlker Başbuğ Erdoğan görüşmesinde sınırları çizilmiştir. Aslında her iki tarafa da dönüktür. Her iki tarafında bağlantıları vardır. Yine bize dönükte aynı noktada bir yönelim durumu söz konusudur.


Sivri uçlar törpüleniyor

Bu çerçeveden yaklaşılırsa muhtemelen AKP'ninkini de ortalayabilirler. Mesela kapatma olabilir ama biraz ortalamaca bir kapatma olabilir veya kapatma olmaz daha değişik bir biçimde sivri uçları törpüleme biçiminde bir şey olabilir. Bu şu demek değildir işte uzlaşı var çok sınırlı olur. Hayır bazen uzlaşılar onları da aşabilir. Öyle görülüyor ki Türkiye'yi böyle törpüleyerek belli bir rotaya çekme politikası çerçevesinde gelişen bir süreçtir. Bu anlamda bize karşı sürdürülen, Önderliğimizi giderek daha fazla hedefleme, yaşam koşullarını tamamen bir işkenceye dönüştürme yine hareketimizin yönetim kademelerinin isim belirlenerek hedeflenmesi ve genel olarak hareketimize karşı geliştirilen saldırı dalgası ve yine DTP üzerindeki tazyik, kapatma davası hep bununla bağlantılıdır. Bu bir törpüleme hareketidir. Bu Türkiye'yi dizayn etmeyi amaçlayan bir yönelimdir.


Önderliğimize intiharvari bir eyleme girmesine yol açacak işkence uygulanıyor
Öcalan üzerinde yine Kürt halkı ve PKK üzerinde gittikçe yoğunlaştırılan uygulamalar bu törpüleme ve yeniden dizayn etme müdahalesinin Kürtlere dönük ayağı mı oluyor?

Evet, Önderliğimizin dokuz buçuk yıldan beri İmralı'da bir işkence sistemine tabi tutulduğu bilinmektedir. Ama özellikle son dönemde örneğin elli gün boyunca hücre içinde hücre cezası verilmesi, saçlarının kazıtılması, uyutulmaması, ısrarlı bir biçimde mutlaka ya geri adım attırma yada böyle intiharvari bir eyleme girmesine yol açacak dayanılmaz bir işkence sistemi dayatılmaktadır. Şimdi İmralı'da Önderliğimize yapılan bir işkencedir ve bu işkenceye karşı Önderliğimiz büyük bir irade savaşını vermekte, büyük bir direniş geliştirmektedir. Bu anlamda Önderliğimizin bu politikalar karşısında sergilediği büyük irade gücü ve direnişi çok anlamlı ve tarihseldir. Nasıl ki biz Türk devletinin Önderliğe yönelik saldırıları Kürt halkına dönük saldırılarıdır diyorsak aynı şekilde Önderliğimizin bu uygulamalar karşısında hiçbir geri adım atmaksızın direnmesi de Kürt halkının onuru, Kürt halkının direnişidir. Bu çerçevede Önderliğimize dönük bir yönelim söz konusudur.
Bunun süreçle, Türkiye'de genelde yürütülen törpüleme hareketiyle yakından bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Aynı biçimde Kürt siyasal demokratik organlarına dönük baskılar. Yine özgürlük dinamiklerine karşı geliştirilen saldırı eylemleri aynı plan çerçevesinde geliştirilen yönelimlerdir. Bu nedenle halkımız Türk devleti eliyle geliştirilen bu yönelime karşı olmazsa olmaz kabilinden direnmek durumundadır. Neden, çünkü bizim için bir varlık yokluk sorunudur. Bizim herhangi bir geri adım atmamız birçok şeyi kaybetmeyi beraberinde getirecektir. O açıdan bizim hareket ve halk olarak bu yönelim karşısında Önderlik etrafında kenetlenerek büyük bir tarihsel direnişi her bakımdan geliştirmemiz gerekiyor. Bu toplumsal bir duruş, ilkeli bir duruş ve yaşam biçiminde olabilir. Bu daha değişik demokratik eylemler biçiminde olabilir. Yine Edi Bese hamlesinin ikinci aşaması gereğince geliştirilebilecek demokratik, meşru kitlesel eylemlilikler ve yetkin aktif savunma eylemlilikleri biçiminde olabilir.
Kısacası irademizden taviz vermeyeceğimizi herkese göstermemiz lazım. Çünkü bizim hareket ve halk olarak Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümü için zaten ölçüleri en asgari noktaya çekmiş bulunuyoruz. Bunun daha altında düşmek artık bu noktadan itibaren mümkün değildir. Neden çünkü daha altına düşmek bizim ulusal değerlerimizi, ulusal duruşumuzu iradi duruşumuzu artık zorlayacak noktaya çekmek anlamına gelecektir. O açıdan da bizim bu konuda kararlıca kendimizi savunmamız gerekiyor. Biz savunmadayız, biz kendi özgücümüzle kendi irademizle bir halk olarak özgürce yaşama mücadelesini doğru çizgide yürütmek durumundayız.


Sadece 'Sayın Öcalan' demek yeterli değil

Tabi bu mevcut yönelim konseptinin hedefi bizi bu noktada geriletmek ve tasfiye etmektir. Böylece sonuç almaktır. Önder Apo'ya dönük işkencenin dozajını bu kadar artırmanın amacı budur. Geri adım attırmaktır. Özellikle bu noktada Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de şu an yürütülmekte olan 'Ben de Sayın Öcalan diyorum' kampanyası var. Tabiî ki bu kampanya 'Êdi Bes e' hamlesinin bir eylem biçimidir. Fakat şöyle yapmak yanlıştır. Sanki bizim dönemin sloganı sadece 'Sayın Öcalan'mış gibi yansıtmak doğru değil. Bizim dönem sloganımız 'İmralı işkencesine son, acil tedavi ve özgürlüktür'. Bizim temel sloganımız budur. Herkes 'İşkence altındaki Önder Apoya Sayın demek suç değil' demelidir ve ayrıca bir de Kürdistan'ın diğer parçalarında, yine yurt dışında 'İmralı İşkencesine Son' şiarı etrafında mücadele, bu anlamda Önderlik etrafında kenetlenme, sahiplenme ve 'Êdi Bes e' Hamlesinin geliştirilmesi gerekmektedir. Yoksa sadece Sayın Öcalan sloganıyla yetinmek, süreci bir biçimde geriye çekmek anlamına da gelebilir. Kampanya kuşkusuz önemlidir. Sanıyorum daha da yaygınlaşacaktır. Bize göre daha fazla yaygınlaşmalıdır. En son Amed'de gerçekleşen çıkış anlamlıydı. Birçok il ve ilçede benzer çıkışlar yapılabilir. Fakat sürecin sloganı 'İmralı işkencesine son' sloganıdır. Nitekim zorla saç kestirme insan onuruna yapılmış bir hakarettir. Önderliğimiz şahsında halkımıza yapılmış bir hakarettir.
Biz buna tahammül edemeyiz. Bu konuda Türk devletinin ve onun arkasındaki güçlerin bu uygulamalarına derhal son vermeleri gerekir. Bizim için törpülenme aslında iradi duruşu baskı altına alma biçiminde pratikleşmektedir. Bu açıdan da tehlikeli bir durumdur. Üç buçuk milyon Kürdistanlının 'benim siyasi irademdir' dediği bir önderliğe karşı Türk devletinin bu tarz yaklaşımları da ne hukukidir, ne ahlakidir, ne vicdanidir. Hiçbir şeyle bağdaştırılamaz. Yani düşmanlar bile birbirine karşı mücadele verirken birbirlerine saygı da gösterirler. Türk devleti de Kürt halkına ve onun önderliğine karşı mücadele yürütürken saygı göstermek zorundadır. Bu konuda bir ahlak ve bir kültüre sahip olmak zorundadır. Bu biçimde çok basit küçük düşürücü yönelimlerle Türk devleti sadece halkımızı tahrik etmek, ortamı germekle kalmıyor aynı zamanda devlet olarak ahlaki olmayan bir konuma düşüyor. Bunda hiçbir başka sonuç yoktur. Onurlu, haysiyetli hiçbir güç kendi karşıtına veya muhalifine karşı bu tür uygulamalar yapmaz. Bu tür yaklaşımlarda yiğitlik esastır. Ama ne yazık ki biz İmralı sisteminde bunu görmüyoruz. Her gün yapılan uygulamalarla önderliğimiz şahsında halkımızın onuru zedelenmektedir. Bu Kürt halkı için çok önemli bir haysiyet meselesidir ve süreçte bu temelde tabi derinleşmek durumundadır.


'Êdi Bes e' hamlesinin ikinci aşamasını, temposu, açığa çıkardığı dinamikler, kazanımlar ve yürüttüğü eylemlilikler açısından nasıl buluyorsunuz?

Ulaşması gereken tempoya ulaşmış değildir. Tabiî ki yaz koşulları biraz farklıdır. Onun da etkileri var. Yazda hani toplumsal yaşamda değişmeler olur, farklı durumlar olur, hep yer değişmeleri yaşanır, onun yarattığı dezavantajlar vardır, ama henüz daha ulaşması gereken tempoya ulaşmış değildir. Bu anlamda daha da yoğunlaştırmak gerekmektedir.


İkinci aşamanın kamuoyu ve Kürt halkı tarafından amaçları ve hedefleri yine özgünlükleri temelinde kavrandığını düşünüyor musunuz?

'Êdi Bes e' hamlesinin birinci aşamasıyla ikincisini birbirinden ayırmak yanlıştır. Aslında tek bir hamledir. Bir hamle gibi bir planlamaydı bu. Eylülde başladı Mayısa kadar sürdü. Onun için ona birinci aşama denildi. Birinci hamle, ikinci hamle demek yanlış. Bir hamlenin ilk aşamasıydı. İkincisi de 18 Mayıs itibariyle başlatıldı. Yani ikisinin de fazla bir farkı yoktur bir süreçtir. Kavrayıp kavramama nedir? Mesela çok derin anlaşılmaz felsefi anlamlar yüklemek de doğru değildir. Durum şudur, Kürt sorununda çözüm kendini dayatmıştır. Devletin Önderliğimize, halkımıza, insanlarımıza yaptığı uygulamalara artık yeter diyoruz. Yeter demek, 'Êdi Bes e' demek nedir? Yani her şey son sınırında seyretmektedir. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Bunun için de herkesin bütün yurtsever kesimlerin bu dönem karşısında görevlerine sahip çıkması gerekmektedir. Bunun kavranması zor değildir. Eğer bu tarihi süreci biz Kürtler doğru değerlendirmezsek tarihi fırsatların kaçması da söz konusu olacak. Bir de mevcut uygulamalar artık tarihin bu döneminde kaldırılamaz bir noktaya gelmiştir.


Platformun amacı Kürt sorununu çözme değil, ticaretini yapmaktır
Kürt sorununa çözüm kapsamında çeşitli toplantılar ve çalışmalar yürütülüyor. Bu kapsamda düzenlenen Abant Platformu'nu, açığa çıkan sonuçları itibariyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Abant platformuna katılanlar dürüst ve gerçekten sorunu çözmek isteyen insanlar olabilir. Ona bir şey demiyorum. Ancak bu platformu düzenleyenlerin amacı sorunu çözme değil, sorun üzerinde siyaset ticaretini yapmak ve Kürt halkını aldatmaktır. Kürt sorununun konuluşu ve çözümü halkasında orada söylenen bir çok şey doğru ve yerinde tespitlerdir. Ama bunu yapmakla birlikte özünde birçok doğruya değinip ardından Kürt özgürlük dinamiklerini tasfiye etme ve toplumu iradesizleştirme politikasını ince bir biçimde hayata geçirme projesidir. Siyasi İslam çizgisinin aslında Kürt sorunu karşısında gayri ciddiyeti ve gayri samimiyeti söz konusudur. Bu çizgi Kürt sorununa ve Kürt halkına hep çıkar ve ticaret mantığıyla yaklaşmıştır. Şimdi sözüm ona böyle bir açılımla -zaten Kürtlere dönük genel bir konsept var, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye konsepti var- burada 'öyle olmaz ama böyle sonuç alınır' demeye getirmektedirler. Bunların tarzı Osmanlı tarzıyla Kürtleri egemenlik altında tutma projesidir. Biraz iradesini dikkate alalım, biraz belini sıvazlayalım, biraz karnını doyuralım, biraz ekonomik yatırım yapalım, fazla incitmeyelim ama üstüne binelim. Böyle bir politikadır. Çok ince bir biçimde bir çizgiyi yürüterek sözüm ona sorunu çözmek istemektedirler. Sanki bu sorunun bir sahibi yoktur. Sanki bu sorun iki yüz yıldır bölgede çeşitli serhildanlara vesile olmamıştır. Sanki son 35 yıldır bir mücadele yokmuş, bunun ortaya çıkardığı değerler yokmuş gibi yaklaşmaktadırlar.


Devlet şiddetine ve terörüne maruz kalan biziz

Kürtlere karşı sadece asimilasyon politikası değil askeri olarak imha etme planı ve uygulaması vardır. 'Biz asimilasyona karşısıyız' diyorlar, peki askeri olarak günlük imha politikası yürütülüyor ona ne diyorsunuz? 'Her türlü şiddeti reddediyoruz' demektedirler öte yandan devletin Kürt halkı üzerinde uyguladığı bu kadar uygulama var. Kürt Özgürlük Hareketinin defalarca yaptığı barış çağrıları var, sunduğu projeler var. Bunu kabul etmeyip elinin tersiyle iten ve şiddeti dayatan bir devlet anlayışı olmasına rağmen orada aynılaştırma söz konusudur. Hayır, biz barış ve diyalogla sorunun çözümü için on beş yıldır çaba sarfediyoruz ve biz şiddeti uygulayan taraf değiliz. Devlet terörüne ve şiddetine maruz kalan bir tarafız. Onurumuzu, haysiyetimizi ve kendimizi savunmak durumundayız. Kürdistan dağlarında gerilla hayatın bir gerçeğidir artık. 25 yıldır Kürdistan dağlarında gerilla vardır. Soruna bir çözüm bulmadan sen buralara orduyu sürersen tabi burada çatışma olacaktır.
Kısaca Abant platformu, böyle bazı inceltilmiş cümlelerle işin altını oyma, tekrar sömürgeciliğin öngördüğü Kürt halkını iradesizleştirme politikasını bunların eliyle projelendirme çabasıdır. Neymiş, 'bir toplum adına konuşmayı, temsil niteliği öne sürmeyi çözümü zorlaştıran bir faktör olarak görüyorlarmış' Bu ne demek, 'Kürt toplumu sahipsizdir, başsızdır, örgütsüzdür, iradesizdir, bir sürüdür, gelin aydınlar olarak çözelim' demektir. Böyle toplum adına konuşma da sorunun çözümünü zorlaştıran bir üslupmuş. Ardından işte yine AKP'nin her zaman dediği gibi ekonomik kalkınma, bilmem yöre halkının şeref ve haysiyetini zedelememe gibi şeylerle toplumu aldatmaya çalışıyorlar. Kısaca sorunun çözüm noktası orası değildir. Orada ifade edilen birçok şey deminde söylediğim gibi doğru olmakla birlikte, fakat esas alınan eksen sorunu çözme değil, aslında çarpıtmadır ve üzerinde siyaset yapmaktır. Dolayısıyla Kürt halkı bu uğurda bu kadar bedel ödemiş, kan dökmüş ve bu tür çevrelere de pabuç bırakmayacaktır. Ama bu platforma katılan birçok dürüst insan da var. Ben onların katılmasına, kendi görüşlerini beyan etmesine bir şey demiyorum ama platformu yönlendirenler kesinlikle belirttiğim eksende sorunu çözmek değil işin siyasetini, ticaretini yapmaktadırlar.
Bu konuda herkesin değerli aydınların, yurtsever demokrat insanların bu tür Kürt halkının kanı üzerinde politika yapmak isteyen çevrelere karşı daha duyarlı olmaları gerekiyor diye düşünüyorum.


Talabani Kürtlerin değil, Türk devletinin tarafını tutuyor
Irak cumhurbaşkanı Talabani Yunanistan'da bir gazeteye verdiği demecinde Güney Kürdistan'da olup bitenlerden PKK'yi sorumlu tutarak Türkiye'nin buraya saldırılarının PKK'nin eylemlerinden kaynaklandığını belirtiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi gerçekler gün gibi açıktır. Biz Kürt tarafı olarak Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz ama Türk devleti şiddetle Kürt halkını, onun Özgürlük Hareketini ve iradesini yok etmek istiyor. Şiddete tercih kılan Kürtler değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Aslında bunu herkes biliyor ve en çok bilenlerden biri de Sayın Talabani'dir. Ama bunu biliyor olmasına rağmen böyle konuşması düşündürücüdür. Gerçekler bu kadar açık ortadayken Sayın Talabani ne kadar konuşsa da bu gerçekleri değiştiremez, bu mücadelede haklı olan, barıştan yana olan Kürt halkıdır, PKK'dir. Haksız ve savaştan yana olan Türk devleti ve ordusudur. Sayın Talabani bu gerçeği değiştiremez, çarpıtamaz. Biz sadece Kandilde, şurada burada değil, kuzey Kürdistanın her zirvesinde varız. Kimse Güney'den gidip orada eylem yapmıyor, böyle bir iddia Türk devletinin yalanıdır. Sınır üzerinde öyle kimse gidip içeride vurup uçakla geri gelmiyor. Kim Dersim'e, Bingöl'e, Serhat'a, Tendürek'e gidip eylem yapıp da Güney'e geri gelebilir. Bir defa bunun için aylarca yol yürümek gerekir. Bu nedenle bu iddia Türk Devleti'nin iddiasıdır ve yalandır. Ama maalesef Sayın Talabani de aynı iddiayı dile getiriyor. Burada Kürtleri değil Türk devletinin tarafını tutması çok talihsiz bir şeydir. Oysa halkımızın bir Kürt liderinden beklentisi bu değildir.
Herkes biliyor ki Türk devleti, Kürdistan'ın bütün kazanımlarına karşıdır. Sadece PKK değil Kürt kazanımlarından rahatsızdır. PKK olmasaydı da Türk ordusu Irak Kürdistan'ında sorun yaratırdı. Bu konuda doğru konuşmak lazım. Ama şimdi Dersimde Kürtler teslim olmuyor o gelip Güney'de sorunu arıyor. Bu doğru değildir. Türk devletinin sorunu Güney'de değildir. Türk devletinin sorunu içtedir, kendi sınırları içindedir, fakat konuyu çarpıtarak sorun sanki Kuzey Irak'taymış gibi göstermeye çalışıyor. Çünkü bununla hedefi Kuzey Irak'taki kazanımları da bertaraf etmektir. Bu gerçekleri doğru konuşmak gerekiyor. Ayrıca biz öyle kimsenin ülkesinde değiliz. Kimsenin ülkesini gidip işgal etmiş değiliz. Biz kendi topraklarımızda atalarımızın ülkesindeyiz. Bu konuda Türk devletinin çarpıtmaları da herhangi bir şeyi değiştirmez. Kürt halkı kendi haklı davasını, mücadelesini kuzeyde de, güneyde de, doğuda da, batıda da sürdürecektir. Ortada bir Kürt halkı var, bir Kürdistan gerçeği var bunu bölgedeki tüm devletler görmelidir. Görmek zorundadır. Bunu görmez ve buna göre yeni politikalar oluşturmazlarsa Kürt Halkı hep direnecek ve bu ülkelerde herhangi bir istikrar gelişmeyecektir.
Sanki tek taraflı olarak durup dururken biz gidip silahlı eylem yapıyormuşuz gibi yansıtıyorlar. Bunu bilinçli bir biçimde sürekli yansıtıyorlar. Oysa ortada Türk Devleti'nin saldırıları vardır. Biz siyasal yöntemlerle mücadele yürütmek istiyoruz ancak Türk Devletinin güçlerimize saldırması sonucu çatışma ortamı oluşmaktadır. PKK esas olarak siyasal mücadele yürüten bir güçtür, ama askeri güçleri de vardır. Askeri güçlerini muhafaza etmekte ve savunma görevleri vardır. Çünkü Kürt sorunu çözülmemiştir ve askeri güçlerin savunmasına ihtiyaç vardır.
Bu gerçeği tüm anlatımlarımıza rağmen bazıları anlamak istemiyor. Şu anda PKK'nin yürüttüğü temel mücadele, başta Amed olmak üzere Kürdistan'ın tüm şehir sokaklarında yürütülen siyasal mücadeledir. Ama aynı zamanda Kürdistan zirvelerinde de özgürlük gerillası vardır. Kürt sorunu çözülmeden bu özgürlük gerillası herhangi bir biçimde devre dışı edilemez. Şimdi Türk devleti gelip buna karşı her türlü teknikle saldırılar geliştirmektedir. Aynı biçimde halkımıza ve Önderliğimize şiddet uygulamaktadır. Biz bu haklı mücadeleyi yürütürken herhangi bir Kürdün karşı tarafı desteklemesi doğru değildir çünkü bizim pozisyonumuz tüm Kürtleri de etkilemektedir. Bu durum karşısında tüm halkımız izlemek ve duyarlı davranarak haksızlık yapanları uyarmak durumundadır.
Umarım ki bu tür açıklamalar yeni bir takım durumların habercisi olmasın. Umarım ki bizim ulusal demokratik birliğe ilişkin çağrılarımız yerini bulsun. Bu anlamda Kürtler arası ilişki ve dayanışmada herhangi bir sorun yaratılmaksızın birlik daha da güçlendirilsin.


Ne Irak’ın ne de güneyli Kürtlerin Türk devletine ihtiyacı yok
Bu günlerde Başbakan Erdoğan'ın Irak ziyaret ediyor. Talabani'nin yaptığı açıklamaları buna bağlayanlar da var...

Bu konuda daha önce de bazı hususları ifade etmiştik. Güneyde doğru bir Kürt siyaseti, Kürdistan üzerindeki inkar imha politikasını kabul etmeyen bir siyaset olabilirdi. Şimdi bu olmazsa çoğu zaman kendi kendisiyle çelişen bir siyaset izleme durumuna düşülür. Bugün Kürtlerin içinde etkin olduğu Irak devletinin doğru politikası şu olabilirdi. 'Biz kendi Kürt sorunumuzu çözmüşüz, Kürt sorununu çözmeyen devletlerin inkar politikasını da kabul etmiyoruz.' Bu eksende bir politik doğrultu geliştirseydi daha net, anlaşılır bir rotası olurdu ve bu ulusal demokratik çerçevede de çözümleyici bir politika olurdu. Şimdi bu olmadığı için böyle mesajlarla durumlar idare edilmeye çalışılıyor. Erdoğan'ın Irak'a gelişi gündemde, belki de buna karşı bir mesaj olsun diye böylesine bir tarafı tutan bir tarafı karşıya alan bir demeç veriliyor, ama bu yanlıştır. Bir kere her şeyden önce ne Irak hükümetinin ve devletinin ne de Güneyli Kürtlerin Türk devletine o kadar ihtiyacı yoktur. Böyle bir politikayı biz çok anlamlı bulmuyoruz. İyi bir ilişki geliştirilsin diye insanın kendi halkının davasına zarar verecek beyanatlarda bulunması doğru değildir. Biz hep söylüyoruz, Kürt Özgürlük Mücadelesi tarihinin önemli bir aşamasına gelip dayanmış bulunuyor. Kürdistan üzerindeki sömürgecilik zordadır. Hiçbir Kürt, Kürdistan üzerindeki inkar ve imha siyasetine güç vermemelidir. Bu eksende ulusal birlik politikası güçlendirilerek tarihin bu önemli döneminde sonuç alınması hedeflenmelidir diyoruz ve bu vesileyle bu sözümüzü bir kez daha tekrar ediyoruz. BEHDİNAN –ANF ŞİYAR KOÇGİRİ