Washington'da 29 Ekim'de "Barzani resepsiyonu"

BAŞKAN BARZANİ: “TÜM KOMŞULARIMIZLA İYİ İLİŞKİLER İSTİYORUZ”barzani     

31-Oct-08 [13:7]
PNA-ABD Başkanı George W.Bush’un resmi davetlisi olarak Washington’da bulunan Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, tüm komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini söyledi.

Kürdistan Bölgesi Hükümetinin Washington Temsilcisi Kubat Talabani’nin Başkan Barzani’nin onuruna dün verdiği resepsiyonda konuşan Başkan Barzani, tüm komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini söyledi.

Resepsiyona, Richard Perle, Eski ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz, Paul Bremer, ABD'nin eski Bağdat Büyükelçisi ve şimdiki BM Daimi Temsilcisi Zalmay Halilzad ve diğer bazı Amerikalı yetkililer katıldı.

Resepsiyonda bir konuşma yapan Başkan Barzani, Amerikalılara, Irak’ı diktatörlükten kurtardıkları için teşekkür ederek, Kürdistan Bölgesi’nin ne kadar güvenli ve istikrarlı bir Bölge olduğunu şu örneklerle verdi:

“Kürdistan’da görev yapan hiçbir Amerikan askerinin hiçbir şekilde kanı akmadı. O kadar ki, trafik kazasında bile Amerikalıların kanları akmadı”.

Başkan Barzani, resepsiyondaki konuşmasında, tüm komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini belirtti.

Komşu ülkelerle en iyi ilişkileri sağlamak için çalıştıklarını belirten Başkan Barzani, Kürdistan Bölgesi’nin Kürt, Arap, Türkmen herkese açık bir Bölge olduğunu kaydetti.

Resesiyondaki konuşması sonrası, Türkiye’de yayın yapan Hürriyet gazetesinin “Türkiye’ye, Türk halkına mesajınız nedir?” sorusuna cevap veren Başkan Barzani, “Türkiye’ye dostluk ve barış mesajı gönderiyorum” dedi.

Hürriyetin, “Türkiye, sizden PKK konusunda da mesaj bekliyor. PKK konusunda ne diyorsunuz?” sorusuna da Başkan Barzani, “Hepimiz, akan kanı durdurmak için birlikte çalışmalıyız. Akan kanın kimseye faydası yok” dedi.

Başkan Barzani, ziyareti çerçevesinde ABD Başkanı Bush başta olmak üzere Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı  Stephen Hadley ve Washington Post gazetesinin yazar kadrosuyla bir araya gelmişti.


Hurriyet’e ait haber:


barzane Ankara’daki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı “resepsiyon karmaşasına” bir “katkı” da Washington’dan; ABD’ye resmi ziyarette bulunan Iraklı Kürt lider Mesud Barzani, Washington’da resepsiyon vermek için, 29 Ekim’i seçti.

Washington’un en gözde otellerinden Fairmont’ta Barzani onuruna verilen resepsiyonda Türkiye’nin Washington Büyükelçiği'nin verdiği resepsiyonla aynı saatlere denk geldi. Türk elçiliğindeki resepsiyon Washington saati ile 17.00’de başladı, ve 20.30’a kadar sürdü. Barzani resepsiyonunun başlama saati de 18.30’du.

HANGİ RESEPSİYONA KİM GİTTİ?

Resepsiyon saatleri çakışınca, “ABD tarafından kim hangi resepsiyona gitti?” sorusu da en çok merak edilen konu haline geldi. Türkiye Büyükelçiliğindeki resepsiyonda göze çarpanlar, ABD’nin Ankara’da görev yapan eski Büyükelçileri Mark Grossman ve Robert Pearson ile, Ankara’ya yeni atanan Amerikan Büyükelçisi Jim Jeffrey oldu. Jeffrey, resmen Ankara Büyükelçisi olarak atandı. Ancak yeni görevine başlamak için Başkanlık seçimlerinin sonucunu bekliyor. Halen de, ABD Başkanı George Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapan Steven Hadley’in yardımcısı olarak çalışıyor.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin oğlu Kubat Talabani’nin evsahipliği yaptığı, Barzani onuruna verilen diğer resepsiyonda ise göze çarpanlar “eski tüfek neo-conlar” oldu.

 

Türkiye’nin “karanlıklar prensi” olarak tanıdığı, Irak işgalinin baş savunucularından Richard Perle, işgalin başladığı dönemdeki ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, işgal sonrasında Başkan Bush’un bizzat atadığı Irak’taki ilk Amerikan sivil temsilcisi Paul Bremer, kısacası “Irak savaşını çıkaran Amerikan ekibinin tümü” resepsiyondaydı.
Resepsiyonda, yine işgalin başlamasından hemen önce Saddam Hüseyin muhaliflerini örgütlemekten sorumlu olarak çalışan, işgal sonrasında ise ABD’nin Irak Büyükelçisi olarak atanan Zalmay Halilzad da vardı. Halilzad, halen ABD’nin BM nezdindeki Büyükelçisi olarak görev yapıyor. ABD sistemine göre, BM Büyükelçisi “Başkan’ın iç kabinesi” içinde yer alır. Dolayısıyla devlet hiyerarşisindeki yeri “Bakan” görevine eş düşer.
Bu açıdan bakınca, Barzani resepsiyona ABD’nin “bakan” düzeyinde bir katılımı olurken, Türkiye resepsiyonda Amerikan yönetiminin aynı şekilde temsil edilmemesi dikkat çekti.

BARZANİ’DEN “DOSTLUK” MESAJI
Barzani resepsiyonda herkesle tek tek ilgilendi. Ancak tüm konuşmalarını, kendisiyle konuşan kişi eğer Arapça ya da Kürtçe hitap etmiyorsa, tercüman aracılığıyla yaptı.
Resepsiyonda bir konuşma yapan Barzani’ye, konuşması sonrası yaklaşıp, soru sorma fırsatı bulduk. Ancak önce yanıt vermemeyi tercih etti.
Ardından, “Türkiye’ye, Türk halkına mesajınız nedir?” deyince, çevirmen aracılığıyla, “Türkiye’ye dostluk ve barış mesajı gönderiyorum” yanıtı geldi.
İlk yanıt gelince, tabii ısrar etmek de farz oldu.
Bu kez, biraz daha ileri gidip, “Türkiye, sizden PKK konusunda da bir mesaj bekliyor. PKK konusunda ne diyorsunuz?” diye sorunca, buna yanıt olarak doğrudan PKK’nın adını anmamayı tercih etti. “Hepimiz, akan kanı durdurmak için birlikte çalışmalıyız” dedi ve ekledi;”Akan kanın kimseye faydası yok…”
Bu cümlenin ardından ısrarımıza rağmen, başka ayrıntı gelmedi. Son bir hamle ile, bir soru daha sorduk; “Ankara’ya gelmeyi düşünüyor musunuz?”
Bu “ayaküstü” röportajda bu soruya da yine ancak tek cümlelik bir yanıt aldık;
“Şartlar uygun olduğunda, Ankara’ya gelmek isterim, inşallah…”

“KÜRDİSTAN’DA TEK BİR AMERİKAN ASKERİNİN KANI AKMADI”

Barzani, resepsiyonda kısa da bir konuşma yaptı. Amerikalılara, Irak’ı “diktatörlükten kurtardıkları” için teşekkür eden Mesud Barzani, Kuzey Irak’ın “ne kadar güvenli ve istikrarlı bir bölge” olduğunu ise, şu çarpıcı örnekle verdi;
“Kürdistan’da (Kuzey Irak’ı kastediyor) görev yapan hiçbir Amerikan askerinin hiçbir şekilde kanı akmadı; O kadar ki, trafik kazasında bile Amerikalıların kanları akmadı…”
Konuşmasında Türkiye’ye ya da PKK terörüne hiç değinmeyen Barzani, sadece “tüm komşularımızla iyi ilişkiler istiyoruz” dedi. Barzani, Irak Kürdistanı’nın “Türkmen, Kürt, Arap, herkese açık bir bölge olduğunu” da söyledi.
KUBAT TALABANİ: BENİ TÜRK RESEPSİYONUNA ÇAĞIRMADILAR

Barzani ABD programı gereği Washington’da yaklaşık bir hafta kalacak. Peki neden, bu bir haftalık süre içinde, Barzani onuruna verilen resepsiyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli günü, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile aynı güne denk getirildi? Tesadüf müydü, yoksa planlanarak mı yapılmıştı?
Bu soruyu da, resepsiyonun “ev sahibi” olan, Kubat Talabani’ye yönelttik.
Kubat, Kuzey Irak’taki Kürt gruplardan diğerinin lideri olan, şu anda da Irak Devlet Başkanlığı görevini yürüten Celal Talabani’nin oğlu. Şu anda, sadece babasının partisini değil, “tüm Kuzey Irak’ı” Washington’da temsil ediyor.  
Kubat Talabani, Barzani’nin resepsiyonu için seçilen gün konusundaki soruya “yeminler ederek” yanıt veriyor;
“29 Ekim’in Türkiye’nin Bayramı olduğunu düşünemedim. Başkan Barzani’nin programındaki en uygun akşam 29 Ekim akşamıydı. Özellikle seçmedik, program nedeniyle bu gün olması gerekiyordu…”
Kubat Talabani’nin, biz resepsiyondan ayrılırken söylediği sözler ise çok ama çok çarpıcıydı:
“Zaten Türkiye Büyükelçiliği de beni 29 Ekim resepsiyonuna davet etmedi. Lütfen haberinizde bunu özellikle yazın. Bu durumda, Başkan Barzani’nin resepsiyonunu planlanker, aynı gün Türkiye’nin de resepsiyonu olduğunu nereden bilebilirdim ki..”
Böyle bir açıklama gelince sormadan olmaz;
Peki Kubat Talabani, kendi resepsiyonuna Türkiye Büyükelçiliği’nden birini davet etmiş miydi? Yanıt bu kez net oldu;
“Evet davet ettim. Ancak davet ettiğim diplomat bana çok kibar bir mesaj atarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin de aynı gün resepsiyonu olduğunu, bu nedenle katılamayacağını bildirdi…” Zeynep Gürcanlı-Hurriyet


DZEYİ: ‘’BAŞKAN BARZANİ’NİN PROĞRAMINDA TÜRK HEYETİ İLE GÖRÜŞME YOK’’    

31-Oct-08 [11:46]
sefin dizayi dzeyi PNA-Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) Dışilişkiler Sorumlusu Sefin Dzeyi, Türkiye heyetinin ABD ziyaretinin Kürdistan Bölgesi (FKB) Başkanı Mesut Barzani’nin ABD ziyaretine denk gelmesinin sonucunda yapılan yorumlar hakkında Kürdistan TV’ye yaptığı özel açıklamada, Türk heyetinin ABD’ye gitmesinin ABD ile ilişkileri olan Türkiye hükümetinin bir proğramı olduğunu söyleyerek bunun güya Kürt tarafı ile Türk tarafı arasında görüşme olacağı yönünde bahsedilen görüşmenin ne Kürdistan Bölge Başkanı’nın programında, ne de onların programında olduğunu söyledi.

Dzeyi, program dışı olarak Kürdistan Bölgesi Başkanı ile görüşmek için talep olmasının olumsuz bir yönünün olacağını düşünmediğini söyledi.

Türkiye’nin, ABD’nin şemsiyesi altında Başkan Barzani ile görüşmek için ABD’yi seçip seçmediğine ilişkin Dzeyi, “Hayır, ABD şemsiye altında değildir. İki komşu olarak ilişkilere ihtiyacımız var. Bu ilişkiler de zamanında olmuştur. 2003 yılından sonra  bazı engeller uğrayan bu ilişkilerin yeniden kurulmasının karşılıklı çıkar temelinde olduğu doğrudur. Biz, genel ofis olarak geçmiş yıllarda görüşmeler için Ankara’yı ziyaret ettik. Ancak liderlik düzeyinde Başbakan Neçirvan Barzani, 1 Mayıs 2008’de Bağdat’ta Türk heyeti ile bir görüşme gerçekleştirdi. Heyetle daha sonra Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani de bir görüşme gerçekleştirdi. Bununla beraber ABD ve İngiltere tarafı aramızda doğrudan görüşmelerin olması için herzaman ısrar ediyordu. Sorunları doğrudan ve diyalogla çözebilmesi için görüşmelerin gerekli düzeyde olması gerektiğine inanıyorlardı’’ dedi.

Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ülkesinin Başkan Barzani ile doğrudan görüşmelerini olumlu olarak nitelemesine Kürdistan Bölgesi Hükümetinin bu tutuma nasıl baktığı hakkında Sefin Dzeyi, “Şüphesiz Türk ordusu önemli bir kurumdur. Çünkü bölgedeki durum ve Türkiye’nin dış siyaseti üzerinde doğrudan etkisi vardır. Bir süre önce açıkça Kürdistan Liderliği ile hiçbir şekilde müzakerelerin yapılmamasından bahsediyorlardı. Eğer Türkiye hükümeti de müzakere yapmak isterse böylece kendisi karar verebilir. Ancak ordu bu sürecin bir parçası olmaz. Şuanda sergiledikleri tutum şüphesiz iyi ve olumludur. Türkiye ordusu çok defa PKK sorununun sadece askeri tarafla çözülemeyeceğinin sinyalini veriyordu. Diplomatik, ekonomik ve diğer açılımlara da gerek var. Bu iyi bir tutum. Madem ki ordu destekliyor o zaman bu Türkiye hükümetinin de üzerine düşer. Öyle bir siyaset hazırlanmalı ki sorunlar diyalogla çözüme kavuşturulabilsin. Kürdistan Bölgesi bütün dostluk ilişkilerini olumlu karşılıyor.”dedi.

Türkiye hükümetinin bölgedeki geşlişmeler ve Yeni Irak’taki Kürdistan liderliğinin konumu karşısındaki değişikliği konusunda da Dzeyi, ‘’Türkiye hükümeti duruma şuanda daha gerçekçi  bir şekilde bakıyor. Kürt ve Kürdistan siyasi güçlerinin Irak’ı özgürleştirme sürecinde etkili rolleri var. Liderlerimiz Bağdat’ta Irak’taki yeni siyasi ve yeniden yapılandırma sürecinde önemli bir rol üstlenmiştir. Başkan Barzani’nin son Bağdat ve ABD ziyareti ardından ortaya çıktı ki mevcut sorunları değerlendirmek ve çözüm yolunun bulunması için Başkan Barzani’nin tam desteğine ihtiyaç var.” dedi.

Dzeyi açıklamasında, bugüne kadar Türk yetkilerle yapılan müzakerelerde hiçbir gizli gündemin  görüşülmediğini, müzakerelerin tamamen açık bir şekilde yapıldığını belirterek, ikili görüşmelerin de eskiden olduğu gibi adım adım üst düzeye ulaşmasını beklediklerini kaydetti.

Korucu olmayı kabul etmeyen köye roketli saldırı

havan_top_askeri_araclar Muş'un Malazgirt ilçesine bağlı Toraka (İyikomşu) köyüne askerler tarafından roketli saldırı düzenlendiği bildirildi.
İddialara göre, Malazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı askerler, ilçeye 70 km uzaklıkta bulunan Toraka köyüne akşam üzeri köye roketli saldırı düzenlendi. Çok sayıda rokettin atıldığı köyde, büyük panik yaşandı. Saldırının detayları konusunda bilgi edinilemedi.
Roketli saldırının yapıldığı Toraka köyüne askerler gün içinde baskın yapmıştı. Baskın sırasında köylüler korucu olmaları yönünde baskı yapıldığı iddia edilmişti.
MUŞ (DİHA)

Başbakan'ın Hakkari ve Van'a yapacağı geziye tepkiler sürüyor
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Diyarbakır ve Tunceli'nin ardından çeşitli açılışlarda bulunmak üzere 1-2 Kasım tarihlerinde Van ve Hakkari'ye yapacağı geziye tepkiler sürüyor.
DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, Diyarbakır ve Tunceli'deki tepkilerin Van ve Hakkari'de de gösterileceğini belirterek, Başbakan'ın kan üzerinde siyaset yürüttüğünü söyledi. Başbakan'ın Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözeceğine askere havale ettiğini ifade eden Üçer, 'Bu yüzden Kürt halkı ve birçok kesim Başbakan'a büyük öfke duymaktadır. Bu yüzden halkımız tepkisini demokratik bir şekilde gösterecektir. Halkımız devlete ve Başbakan'a öfke duyması gayet doğaldır ve tepkisini de gösterecektir. Halkımız da tepkisini demokratik bir şekilde gösterecektir. Van ve Hakkari halkı ülkeye zarar veren ve Kürt halkını inkar eden bir Başbakan'a mutlaka tepkisini en iyi şekilde ortaya koyacaktır' şeklinde konuştu.

vanda_newroz_devlet_teroru3

Van Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihan Şimşek Başbakan'ın Kürt halkına demokratikleşme ve insan hakları alanında sözler verdiğini belirterek, 'Halk bu sözlerin tutulmadığını gördü. Tüm bunlara rağmen devlet halka şiddet uyguladı. Halkımızda bu anti demokratik eylemlere karşı, alanlara çıkarak eylemlerde bulundu. Van halkı da Amed ve Dersim halkı gibi Başbakan'a gereken cevabı verecektir' diye konuştu.
Hakkari halkının misafirperver olduğunu dile getiren DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, 'Ama sınır ötesi bir operasyon tezkeresini Meclis'ten geçiren, savaş hükümeti haline gelen bir hükümetin Başbakanı'na misafirperverlik yapmayacaktır' dedi. Eğer Kürtlere yönelik barış ve özgürlük için bir çaba harcanacaksa bunun için Başbakan'ın Kürt halkından özür dilemesi gerektiğini belirten Geylani, 'Kürt sorunu çözümünde bir adım atılırsa Hakkari halkı herkese gösterdiği misafirperverliğini Sayın Başbakan'a da gösterir. Ancak aksi takdirde Hakkari halkı gereken tepkiyi gösterecektir' dedi.vannewroz2008polisteror
'Partimizden ve halkımızdan özür dilemeli'
Yüksekova Belediye Başkanı M. Salih Yıldız, belediye olarak karşılama yapmayacaklarını belirtti. Başbakan'ın Kürt sorununu çözmediğini ve askerle beraber hareket ederek adeta imha kararı verdiğini söyleyen Yıldız, 'Sayın Başbakan bu halka ve bu halkın partisine seçilmişlerine 'terörist' demiştir. Bu halkı yok saymıştır. İradesini yok saymıştır. Ancak biz, seçilmişler olarak ancak Başbakan'ın Kürtlerden ve partimizden özür dilemesiyle kendisini karşılarız' dedi. Başbakan'ın Diyarbakır gezisinde Kürtlerin ortaya koyduğu tavrı iyi okunması gerektiğini dile getiren Yıldız, 'Başbakan eğer Kürt halkının gönlünü almak isterse ve Kürt sorununu da çözmeye karar verirse, Kürtlerin siyasal lideri ve önderi olan, şu an İmralı'da bulunan, üç buçuk milyon kişinin resmi olarak iradesi olarak teyit ettiği Sayın Abdullah Öcalan'la görüşebilir ve muhatabıyla Kürt sorununu çözerek kardeşliği tesis edebilir' diye konuştu.
'Yerimiz halkımızın yanı'
Yüksekova'nın Esendere Belde belediye Başkanı Hurşit Altekin de, kendisi ve 9 belediye meclis üyesinin Kürt sorununu görmemezlikten gelen ve kardeşlik elini kabul etmeyen Başbakan' karşılamaya gitmeyeceklerini ifade etti. 'Yıllardır ister protokollerde olsun ister karşılamalarda olsun adeta bize karşı terör estiren bizi yok kabul eden elimizi sıkmayanlara karşı tavrımız bundan sonra net olacaktır' diyen Altekin, Kürt sorunu karşısında sorumsuz davranan ve kardeşliği tesis etmeyenlere karşı görevlerini yapacaklarını söyledi. Yerlerinin halkın yanı olduğunu dile getiren Altekin, 'Eğer demokratik talebini yerine getiren Diyarbakır halkı 'teröristse' Hakkari halkı da 'teröristtir'' dedi.
VAN / HAKKARİ (DİHA)

Kanayan cumhuriyetin “gurur” bilançosu

turkish_army_police_pkk_archive Hükümetten Kürt meselesinde “sivil” arayış işaretleri gelse de, silahları susturacak kapsamlı bir plan yok

CESET BİLANÇOSU • Son 25 yılını kendisiyle savaşarak geçiren cumhuriyetimiz, ölü çocukların cesetleriyle övünüyor hâlâ…

Kanayan cumhuriyetin “gurur” bilançosu

YASEMİN ÇONGAR-Taraf

Derin bir nefes alın; yavaşça, anlamını düşünerek okuyun şu satırları:
“Kırsal alanda yürütülmekte olan teröre karşı mücadelenin dünyada bir başka örneği daha yoktur. 25 yıldır süren mücadelede terör örgütünün yaklaşık 50 bin civarında elemanını kaybettiği bilinmektedir. Bu terörle mücadele tarihinde güvenlik kuvvetleri tarafından elde edilen büyük bir başarıdır.”
Yüreğiniz burkulmadı mı?
Bir “başarı” bilançosu sunmanın gururuyla bu cümleleri sarf eden komutan bir an durup düşünse, ağzından çıkanı bir an yüreği duysa, onun da içi yanmaz mı dersiniz?
Bu bilançonun, vicdanı olan her insanı kahretmemesi mümkün mü gerçekten
***
Türkiye Cumhuriyeti bugün 85 yaşında.
Ve Türkiye Cumhuriyeti bu 85 yılın son 25 yılını kendi kendisiyle savaşarak geçirdi.
Öyle bir cumhuriyet ki bu bizim cumhuriyetimiz, vatandaşları çeyrek yüzyıldır birbirini öldürüyor.
Daha iyi bir hayatı silahla kurabileceklerini sanan Kürt çocukları ile onların karşısına sürülen eli silahlı Türk, Kürt, Laz, Çerkes... her kökenden çocuklarımız savaşıyor.
Dağa çıkıp kendisine “gerilla” diyen de, birkaç haftalık eğitimle “asker” olup karşısına dikilen de bu cumhuriyetin çocukları.
Her iki taraftakiler de, galibi olmayacak bir savaşı çeyrek yüzyıldır durdurmayan bu cumhuriyetin kurbanları.
Ve 85’inci yılında, bu cumhuriyetin kara kuvvetleri komutanı çıkıp savaşın bilançosunun sütunlarından birini “başarı tablosu” olarak sunuyor...
50 bin ölü Kürt çocuğu var o “başarı” sütununda.
Komutanın sözünü etmediği karşı sütundaysa, binlerce ölü Türk, Kürt, Laz, Çerkes... her kökenden çocuğun adı, bu cumhuriyetin şehitleri olarak yazılı...
İki sütundakiler bazen adaş, bazen kardeş, bazen kuzen, bazen mahalle arkadaşı, bazen hemşehri ve –istisnalar bir yana- hepsi aynı cumhuriyetin vatandaşı.
Ve cumhuriyetin kara kuvvetleri komutanı diyor ki, “25 yıldır süren böyle bir savaşın dünyada bir başka örneği yok.”
Bu “eşsiz benzersiz” savaşla övünmemizi istiyor adeta.
***
Bir utançla övünmeyi yüksek sesle reddetmedikçe biz; Orgeneral Işık Koşaner’in “büyük başarı” diye ilan ettiği ceset bilançosunu hep birlikte sorgulamadıkça; sivil-asker, Türk-Kürt hepimiz bu savaşın bir galibi olamayacağını kabullenmedikçe; silahları artık susturmak gerektiğini haykırıp bu haykırışın gereğini yapmadıkça daha nice çocuk ölecek bu topraklarda... Daha nice kuruluş yıldönümünü, için için kanayarak idrak edecek bu cumhuriyet...
Kanı durdurmak imkânsız değil oysa.
Dünyaya bakmamız bir başlangıç olabilir...
Başka ülkelerin iç savaşa, etnik çatışmaya son vermek için neler yaptığını inceleyip “eşi benzeri olmayan” halimizden kurtulmayı deneyebiliriz.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in İspanya’da ETA, Britanya’da IRA örneklerini incelediğini açıklaması; onun ve diğer hükümet üyelerinin “sivil” önlemlerden, “silahlı mücadele ve ceza hukuku dışındaki” olası adımlardan söz etmesi bir umut kaynağı...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de “silahsız” yöntemlere artık daha ılımlı baktığı fısıltısı bu umudu besliyor.
Akil adamların yardımıyla çözüm aranmasından; düz ovada siyaseti teşvik etmekten bahsedenler artıyor.
Gelin görün ki, biraz sorup sorgulayınca bu sözlerin bir beyaz gürültüden ibaret olduğunu anlıyorsunuz.
Hükümetin PKK’ya silah bıraktıracak, dağdakileri indirecek kapsamlı bir siyasi girişime hâlâ uzak olduğunu görüyorsunuz.
Yakın vadede ateşin kesilmesini sağlayacak kararlılığa ve cesarete sahip adımların planlandığına dair somut bir işaret gelmiyor Ankara’dan.
AKP’nin Kürt kökenli milletvekilleri her ne kadar bu adımların yakın olduğunu anlatsalar da bize; Başbakan’ın çevresinden Avrupa Birliği’nin öngördüğü demokratikleşme adımlarının hızlandırılacağını dinlesek de, gerçekten kapsamlı bir çözüm planının hazırlandığını göremiyoruz.
Kürtlerin kültürel ve sosyoekonomik mağduriyetlerinin bir ölçüde giderilmesini sağlayabilecek sınırlı birkaç politika önerisinden öte bir formül telaffuz etmiyor yetkililer.
Devletin içinde, Kürt meselesinin siyasi çözüme kavuşturulması gerektiğini bilen, barışın sağlanmasını samimiyetle isteyenler varsa bile, bunun gereğini yapacak cesarete sahip görünmüyorlar henüz.
Bize de, Türkiye Cumhuriyeti 85’inci yaşını  kutlarken, bugün birinci sayfamızda yaptığımız gibi “GAP cephesinde yeni bir şey yok” başlığını atmak düşüyor...
Çocuk cesetlerinin sayısıyla gururlanmamızın beklenmeyeceği cumhuriyet bayramlarını görmeyi diliyoruz sessizce...

Motosikletli infaz

cagdas_gemik Antalya’da motosikletli Yunus timi, Erzincanlı 18 yaşındaki Çağdaş Gemik’i(18) beylik tabancasıyla vurarak öldürdü. Polisin gerekçesi şu oldu: Dur ihtarına uymayınca havaya ateş ettim.

Antalya’da motosikletli polis, ‘dur’ ihtirına uymadığını iddia ettiği 18 yaşındaki motosikletli genci tabancayla vurarak katletti. İddialara göre, olay şöyle gerçekleşti; önceki gün motosikletli Yunus Timi’nden Polis M.E., Antalya’nın Yeşildere Mahallesi’nde, motosikletiyle giden iki gence ‘dur’ ihtarında bulundu. Motosiklet durduğunda, motosikletin arkasında duran ve kimliği açıklanmayan gencin indiği, motosikleti kullanan Çağdaş Gemik’in ise motosikleti hareket ederek kaçmak istedi ve bunun üzerine polis ateş etti.
Boynundan vurulmuş
Hastaneye kaldırılan gencin kurtarılamadığı, olaydan birkaç saat sonra polisin, gencin babasını karakola çağırarak, olaydan haberdar ettiği öğrenildi. Gemik’in Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsisinde, boynunun sol tarafından giren kurşun yüzünden öldüğü belirlendi.
Emniyet: Kasıt yok!
Antalya Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, olayın kasıtlı olmadığını savunarak, kontrol sırasında gencin ‘dur’ ihtarına uymaması nedeniyle vurularak öldüğünü bildirdi. Arslan, polisle ilgili adli ve idari soruşturma başlatıldığını, görevden uzaklaştırıldığını söyledi.
Havaya ateş etmiş!
Gemik’i vuran polis M.E, dün adliyeye sevk edildi. Cumhuriyet Savcısı Ümit Yaşar Özdemir tarafından sorgulanan polis, “Olası kasıtla insan öldürmek suçlaması”yla sevk edildiği nöbetçi mahkemece tutuklandı. Polisin ifadesinde, gençleri durmaları yolunda ikaz ettiğini, durmamaları üzerine havaya ateş açtığını söylediği öğrenildi.
Cenazesi cemevinde
Aslen Erzincanlı oldukları bildirilen inşaat işçisi Haşim ile ev kadını Sevgi Emik’in oğlu Çağdaş Emik’in cenazesi dün öğle saatlerinde Kızılarık Mahallesi’ndeki cemevine götürüldü. Baba Haşim Gemik, oğlunun cemivende yapılan cenaze töreninde sinir krizleri geçirdi. Çağdaş Emik’in ilköğretim okulu mezunu olduğu, zaman zaman bazı otellerdeki animasyon gösterilerinde folklor ekibinde yer aldığı, bir dönem de bir mağazada tezgahtarlık yaptığı kaydedildi.
ÇHD: Münferit değil
ÇHD Antalya Şubesi, cinayetin ‘münferit’ olarak nitelendirilmesinin inandırıcı olmadığına dikkat çekti. Açıklamada, “Çağdaş Gemik, 27 Ekim Pazartesi günü saat 15:00 sıralarında yani güpegündüz, mobileti ile seyir halinde iken, ‘dur ihtarına uymadığı’ gerekçesi ile katledildi. Bir ülkede bir hafta içerisinde üç yurttaş devletin emniyet güçleri tarafından öldürülüyorsa ve hala daha bu durum güvenlik görevlilerinin kişisel hataları olarak açıklanıyorsa bu hiç inandırıcı değildir” denildi.
İstifa çağrısı
Açıklamada, polis cinayetlerinin tesadüf olmadığının artık herkesçe bilinmesi gerektiği ifade edilerek, yaşanan ölümlerin ülkeyi yöneten siyasi irade tarafından geliştirilen yeni güvenlik konseptinin bir sonucu olduğu kaydedildi. Demokratik bir ülkede bu kadar polis cinayetinden sonra hiçbir Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı’nın görevine devam edemeyeceğinin vurgulandığı açıklamada, şunlara yer verildi: “Çünkü Mayıs 2007’de polise açıkça insan vurma yetkisi verilmiştir ve verilen bu yetkinin sonucu olarak bu ülkenin yurttaşları, sokaklarda, karakollarda, cezaevlerinde ölmektedir. Hükümet tüm kamuoyunun önünde halktan özür dilemeli ve başka cinayet işlememeleri için güvenlik güçlerini uyarmalıdır.”
ANTALYA YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

İHD: Adana'da işkence sokağa ve polis otosuna taştı

adanaiskence20ekim İHD Adana Şubesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik fiziki saldırıyı protesto amacıyla gerçekleştirilen gösterilere yapılan müdahalenin ardından çıkan olaylara ilişkin hazırladığı raporda, gözaltına alınanların, gözaltına alınma sırasında ve polis otosuna bindirilerek emniyete götürülürken işkenceye maruz kaldığı belirtildi. İHD Adana Şube Başkanı Ethem Açıkalın, son olaylarla işkencenin gözaltı birimlerinden sokaklara ve polis otolarına taştığını, kolluk güçlerinin uygulamalarının OHAL'i aratır boyuta ulaştığını söyledi.
Adana'da Kürtlerin yoğun yaşadığı ilçe ve mahallelerde düzenlenen eylemlere güvenlik güçlerinin müdahalesiyle çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralandı. Eylemlerin ardından çok sayıda kişi de gözaltına alındı. Geçtiğimiz 10 gün içerisinde yaşanan olaylara ilişkin İHD Adana Şubesi tarafından rapor hazırlandı. Raporda, avukatların, mağdur ailelerin derneğe yaptığı başvurular ve İHD yöneticilerinin mağdurlarla bire bir yaptığı görüşmelerde, Öcalan'a yönelik fiziki saldırı nedeniyle Adana'da yapılan eylemlere katıldıkları gerekçesiyle 19-20 ve 21 Ekim'de gözaltına alınanların büyük çoğunluğunun alınma esnasında ve polis otosuna bindirilerek emniyete götürülürlerken yolda dayak atıldığı ve işkenceye maruz kaldığının beyan edildiği belirtildi.
'Kayıt dışı işkence yapıldı'
Raporda, 'Gözaltına alınma esnasında kişilerin işkence ve kötü muameleye tabi tutulduklarını, polis otolarına bindirilerek gözaltı birimlerine götürülürlerken yolda polis otolarının içinde kişilere işkence ve kötü muamele yapıldı. Bu yöntemlerle kolluğun kişilere uyguladığı işkence ve kötü muamelenin kayıt dışı işkence ve kötü muamele işlemleri olduğunu, kayıt dışı işkence vakalarının bu yöntemle olduğunu daha önce defalarca belirtmiş olmamızın ne kadar haklı ve doğru olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir' denildi.
157 gözaltı, 26 tutuklama
Adana'da eylemlere katıldıkları iddiasıyla 157 kişinin gözaltına alındığının kaydedildiği raporda, '82 kişi 13-16 yaş arası çocuklardır. Tutuklananların sayısı 26. Bunlardan 13'ü 13-16 yaş arası çocuklardır' diye kaydedildi. Yüz yüze görüşülen mağdurların gözaltına alınma esnasında ve polis otolarında gördükleri işkencelerden dolayı vücutlarının çeşitli yerlerinde oluşan darp izlerinin tespit edildiğine işaret edildi.
Gözaltına alınanların tümünün vücudunda darp izi
Av. Çemşit Tabak, gözaltına alınanlar, tutuklananlar ve kötü muameleye maruz kalanlara ilişkin İHD'ye başvuruda bulundu. Av. Tabak, 20 Ekim'de yapılan eyleme katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan ve kendisinin de hazırlık soruşturmalarına katıldığı Songül Demir, Kemal Güven, Nevzat Toprak, Metin Bilgiç, Mehmet Celebi, Abdullah Bağ, Ümit Bayev (16), Resul Sekmen (16), Velat Yalçın (16), Müzeyyen Özdemir (16), Onurcan söylemez (16), Beritan Özdemir (15), Sedat Kaya (16), İbrahim Gönültaş (15), Mazlum Oral (16), Özcan Öcal (15), Meral Kaya (16), İlhan Demir (16), Şirin Akyüz (16), Leyla Özdemir (14), Mahir Özdemir (13), Devran Çankaya (13), Enver Alagaş (13), Ömer Demir (14), Ceylan Kutluk (14), İbrahim Sevim (13), Serhat Özer (13) ve Ahmet Yıldırım'ın gözaltına alınma esnasında darp edildiğini aktardı. Kötü muamele ve işkence gördüğü gerekçesiyle derneğe başvuruda bulunan kişilere de raporda yer verildi.
Rapor TBMM'ye taşınacak
İHD Şube Başkanı Ethem Açıkalın, HPG'nin Aktütün (Bêzelê) Karakolu'na saldırısının ardından asker ve polisin OHAL yasalarını talep ettiğini hatırlatarak, 'Tam da son iki hafta içinde kolluk gücünün uygulamaları yasalara gerek kalmadan OHAL'i aratır olmuştur. Şu soruyu sormak gerekiyor. Yetkileri kısıtlı olduğu halde bunlar yapılıyor ise, yetkileri olsaydı neler olurdu? Yoksa öldürmedikleri için mi hayıflanıyor?' diye konuştu. Adana'da yaşanan bu işkence vakalarına ilişkin hazırladıkları hazırladıkları raporu tüm kamuoyu ile paylaşacaklarını söyleyen Açıkalın, 'Bu raporu tüm ulusal ve uluslararası ilgili kurumlarla, TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na taşıyacağız. Komisyonu göreve ve incelemeye çağıracağız' dedi.
'Çocuklara atılan dayaklar yazılmadı'
Basında ve resmi yetkililerin, 'Çocukların eylemlerde kullanıldığını' öne sürdüğüne dikkat çeken Açıkalın, 'Kötü muameleye maruz kalanların yarısı 13-17 yaş arasıdır. Madem çocukların dostuydunuz ve onların oyun oynaması gerektiğini söylüyorsunuz ama bu çocuklar şimdi cezaevinde. Neden? Bu çocuklara atılan dayak, vücutlarındaki morluklar hakkında bir satır yazılmadı. Biz bu konunun kamuoyunda gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyoruz' diye kaydetti.
ERSİN ÇELİK - ADANA / DİHA

İnsan hakları savunucuları: Basın çocukları hedef gösteriyor

crimes_linc turkiyesi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik fiziki saldırıyı protesto etmek amacıyla yapılan eylemlerin ardından gözaltına alınan ve kötü muameleye maruz kalan çocuklardan 52'si tutuklanarak cezaevine konuldu. İnsan hakları kuruluşları basının çocukları hedef gösterdiğini belirterek, çocukların tutuklanmasına ve işkence görmesine sert tepki gösterdi.
Öcalan'a yönelik fiziki saldırı sonrası bir çok ilde gelişen protesto gösterilerinde çocukların ön saflara sürüldüğü iddiaları üzerine, çoğu ilköğretim öğrencisi çocuklar hedef tahtasına oturtuldu. Basının hedef göstermesi üzerine olaylardan sonra çok sayıda çocuk gözaltına alındı ve 24'ü Diyarbakır'da olmak üzere diğer illerle birlikte toplam 52 çocuk tutuklanarak cezaevine konuldu. Gözaltına alınan ve tutuklanan çocuklara kötü muamele yapıldığı belirtilirken, daha önceki olaylarda da çocukların hedef seçilmesine dikkat çekildi. 28 Mart 2006'da Diyarbakır'da başlayan ve bölgenin tümüne yayılan olaylar sırasında polisin açtığı ateş sonucunda öldürülen 11 kişiden 7'sinin çocuk olması tepkilere neden olmuştu. Yine o dönemdeki olaylarda çocukların hedef gösterilmesi üzerine çok sayıda çocuk gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı.sanliurfa ocalan (3)
'Basın çocukları hedef gösteriyor'
İHD Genel Sekreteri Sevim Salihoğlu, basının çocukları hedef göstererek, sokak ortasında çocukların dövülmesi ve kollarının kırılmasının meşru gösterildiğine vurgu yaptı. Çocuklarla birlikte toplumun bütün kesimlerine ve farklı yerlerde işkencenin devam ettiğine dikkat çeken Salihoğlu, 'Türkiye de işkence her yaştan yer cinsten kişiye yapılıyor. Doğu batı ayrımı da yapılmıyor. Bu kadar pervasızca hareket etmeleri korunmalarından kaynaklıdır. İşkencecilere etkin hukuk yolları işletilmemektedir. Hem siz 10 bin tane işkence vakası var diyeceksiniz hem de özür dileyeceksiniz. Böyle bir şey olmaz' diye konuştu.
'Annelerin dokunmaya kıyamadığı çocuklara polis işkence yapıyor'
Çocuklara sokak ortasında ve gözaltında uygulanan şiddet ve işkenceye rağmen hükümetin hiçbir tedbir almadığını eleştiren Salihoğlu, 'Annelerin dokunmaya kıyamadığı çocuklarına 3-4 polisin böyle davranmaya hakkı yoktur. Nasıl ki, okulda bir öğretmen çocuğa cetvelle vurduğu zaman okuldan uzaklaştırılıyorsa, aynı şekilde polisler için de geçerli olmalıdır. Görüntü olarak demokratik hukuk devleti görünümü vereceksiniz, bir taraftan da karakollarda işkence yapacaksınız. Öyle bir şey kabul edilemez' dedi.asker_ve_polis_kurdistan
'Polisler orantısız güç kullandı'
MAZLUMDER Genel Sekreteri Emre Yurtalan, polislerin uyguladığı orantısız şiddeti eleştirerek, böyle bir şiddetin karşısında olduğunu ve polislerin kullandığı orantısız gücü doğru bulmadığını söyledi. Çocukların taşlarına karşılık polislerin silah kullanmasını düşündürücü bulduğunu söyleyen Yurtalan, 'Tabi ki böyle bir şiddetin karşısındayım. Çocukların böyle olaylarda yer alması belki eleştirilebilir ama oraya gelen polislerin çocuklara böyle şiddet uygulaması doğru değildir. Çocukların korunması gerekirken, polislerin saldırısına maruz kalmışlardır. Özellikle Diyarbakır'da meydana gelen hadiselerin sonuna kadar karşısındayım. Korunmasız insanların üzerine silahla saldırılması düşündürücüdür. Bir halkın üzerine silah sıkılmamalıdır' diye konuştu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Başkanı Yavuz Önen, polislerin aşırı şiddet kullanmaması gerektiğini belirterek, işkence görenlerin kendilerine başvurmaları halinde üzerine gidileceğini söyledi. Çok sayıda çocuğun tutuklandığını kaydeden Önen, sadece çocukların değil hiç kimseye işkencenin yapılmaması gerektiğinin altını çizdi.
ANKARA (DİHA)

Hoşgeldin Ermenice!

ftipicezaevi6 Kürtçe, Ermenice ve İmralı'ya mektup göndermek yasak!
Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde tutsakların Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yazdığı mektuplar cezaevi idaresi tarafından gönderilmezken, mektupların akıbeti sorulduğunda ise 'Böyle bir mektup yok' cevabı verildi. Ayrıca Kürtçe mektup ve yayınlara uygulanan yasak, Ermenice yazılan yayınları da kapsadı.
İHD Eylül ayında Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nde yaşanan hak ihlallerini raporlaştırdı. Rapora göre, Türkiye'nin hak gasplarının en çok yaşandığı cezaevlerinden biri olan Tekirdağ'da tutukluların bütün iletişim ve haberleşme hakları yasak. Cezaevine gönderilen hemen hemen bütün yayınlara el koyan cezaevi yönetimi öte yandan İran rejiminin Kürtler üzerinde baskılarını kınamak için PJAK'lı tutukluların başlattığı süresiz açlık grevine destek vermek PKK'li tutuklu ve hükümlülerin 10-11 Eylül tarihlerinde yaptığı açlık grevine ceza yağdırdı. 60'ın üzerindeki tutukluya 3 ay boyunca tüm sosyal haklardan men cezası verildi.
Yayınlara da el konuluyor
Cezaevi yönetiminin icraatları arasında taahhütlü mektupları yok etmekte bulunuyor. Tutuklu ve hükümlülerin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a gönderdiği taahhütlü mektupları her hangi bir işlem yapılmadan yok eden idare, mektupların akıbeti sorulduğunda ise 'Biz bu tür bir mektup gelmedi' cevabı verdi. Özellikle tutuklu ve hükümlülere ziyaretçi ve posta aracılığı ile gelen yayınlara el konulan cezaevinde Alternatif, Atılım, Yürüyüş, İşçi Köylü, Teoride Doğrultu, Halk Gerçeği gibi sol sosyalist yayınların bir çok sayısı tutuklu ve hükümlülere verilmedi.
Agos gazetesine de yasak!
Kürtçe üzerinde yayın yasağını devam ettiren idare, Kürtçe dilekçe ve mektupların yanında Agos gazetesinde Ermenice makaleleri gerekçe göstererek, 'yapancı dille yazılı' denilerek, cezaevine sokulmasına izin vermedi. İHD raporuna göre; tutuklu ve hükümlülerin yayınların kendilerine verilmesi için idareye yaptığı başvuralar sonuçsuz kalırken, savcılığa yaptıkları başvurulara ise ret yanıtı verildi.
TEKİRDAĞ (DİHA)

Ümit Fırat: ‘PKK’siz bir barış artık olamaz’

umitfirat nese duzel 

Affı önlemek için 33 askeri öldürttüler

 

“25 Mayıs 1993... Bakanlar Kurulu ilk kez gerçek bir af için toplandı. O gün derin devlet PKK’ye sahte bilgi verip 33 erin öldürülmesini sağladı. 17 yıl geçti bir daha çözüme hiç bu kadar yaklaşılmadı.”

“Genelkurmay Başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oda ve dernek temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.”

“Öcalan, ‘2000’de tüm birliklerimi ülkeden çıkaracaktım ama İmralı’ya gelen bir komutan bunu yanlış buldu’ diyor. Nitekim AB işi hızlandı, 2003’te çatışma yine başladı.”


NEDEN? ÜMİT FIRAT

Karakol baskınları ve askerî operasyonlar çoğalırken Güneydoğu’da sokak gösterileri de hızlanıyor. Yerel seçimler yaklaşırken gerginlik hızla artıyor. Tırmanan çatışma ortamıyla birlikte Kürt meselesi yeniden bir çözümsüzlüğe doğru gidiyor gibi gözüküyor. Bu gerginlik ne kadar sürecek? Artan çatışmaların amacı ne? Bu iç çatışma, bu savaş hali nasıl bir sonuca ulaşacak? Kürt sorununa neden bir türlü çözüm yolları bulunamıyor? Çözümsüzlükten kendileri için bir çıkar umanlar mı var? Hiç çözüme yaklaştığımız zamanlar oldu mu? O dönemlerde çözüm nasıl engellendi? Barışı kimler engelledi? Önde gelen Kürt entelektüellerinden ve PKK’nın muhaliflerinden yayıncı-yazar Ümit Fırat’la hem yaklaşan yerel seçimlerle birlikte artan şiddeti konuştuk. Hem de Kürt sorunuyla ilgili olarak yakın tarihimizde yaşananları, çözümün nasıl engellendiğini ve bugün bu sorunun nasıl çözülebileceğin tartıştık.

 

NEŞE DÜZEL: Güneydoğu’da sokak gösterileri başladı. Niye şimdi başladı bu gösteriler?

ÜMİT FIRAT: Abdullah Öcalan, kitlesini hiç boş bırakmıyor. Bir eylem soğumaya yüz tuttuğunda diğerini gündeme sokuyor. Böylece kitleyi sürekli kendisine olan bağlılığını belirteceği eylemler içinde tutuyor ve kendisi dışında bir politik kurumlaşmayı engelliyor. Zaten son gösteriler de lidere bağlılık tezahürleri olarak ortaya çıkıyor.

Gösterilerin başladığı gün Ergenekon davasının da ilk günüydü. Ayrıca başbakan da o gün Güneydoğu’ya gitmişti. Bu gösteriler başbakanın gelişiyle mi, Ergenekon davasıyla mı ilgili? Yoksa bu iki olaydan bağımsız mı?

Başbakan’ın bölgeye gideceği bilinmiyordu. Gösteriler Ergenekon davasıyla ilgili olabilir. Ergenekon, devletin içinde sıfırlanmış değil. Ergenekon’a bağlı insanlar bazı şeyleri tetiklemiş olabilirler, provokasyonlara yol açabilirler. Güvenlik güçlerinde ya da korucularda hâlâ Ergenekon’la irtibatlı olanlar var. Ergenekon soruşturması başladığından beri Öcalan avukatları aracılığıyla ısrarla bazı şeyler söylüyor.

Ne diyor?

“Bana da geldiler, teklifler yaptılar. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun (eski genelkurmay başkanı) temsilcisi Albay Atilla Uğur ( Ergenekon’un tutuklu sanığı) geldi, benimle konuştu,” diyor. Şam’da yaşadığı dönemden de bir şeyler aktarıyor. “Hapisteki Ergenekoncular 1994’te bana geldiler. Tansu Çiller’i öldürmek istiyorlardı. Bizim üstlenmemizi istediler, kabul etmedik,” diyor.

Bütün bunların anlamı nedir?

Siz, bir ulusal kurtuluş hareketinin önderisiniz, bağımsızlık mücadelesi veriyorsunuz. Ama biri gelip size, “cinayeti üstlenin” diyor. Bu çok çelişkili bir şey. Benzer ilişkiler daha önce de var mı yok mu, açmak lazım o zaman. Bunu size teklif etmeye cesaret ettiklerine göre, bir irtibat vardır. Muhtemelen bu, benzer diyalogların ilki değildir. Size bir şey anlatayım.

Evet...

1984, PKK’nin silahlı çatışmayı başlattığı yıldır. 1984 aynı zamanda Özal’ın askerlere rağmen 1983 seçimlerini kazanıp hükümet kurduğu ve bir yıl sonra da büyük bir ekseriyetle yerel seçimleri kazandığı bir dönemdir. Yani siyaset bilimi açısından bakıldığında 1984, Türkiye’nin sivilleşme dönemidir. Ve bu sivilleşme, 12 Eylül askerî rejiminin kurduğu kurumların tasfiye sürecini gerektirir. Ama böyle olmadı.

Peki, ne oldu?

Normal olarak kışlasına çekilmesi gereken asker aksine ülkenin yönetimine daha da yayıldı. Kürt sorunu vardı ve bu sorun bir güvenlik, asayiş meselesi olarak ortaya çıkarıldı. Böylece askerin sıkıyönetim rejimi, olağanüstü hal rejimine dönüştü ve bu yıllarca sürdü. Sonuçta Türkiye 1984’te yakaladığı sivilleşme fırsatını bir daha hiç yakalayamadı. Sivilleşmeyi yaşamadı, bölük pörçük yamalarla idare etti.

Türkiye sivilleşme fırsatını AB’ye üyelik süreciyle yeniden yakalamadı mı?

Yakaladı. Batı’yla bütünleşmek için AB’ye üyelik sürecini başlattı ama 2004’te başlayan çatışmalarla bu ikinci sivilleşme dönemi de karartıldı. Reformların önü kesildi. Oysa 1999’da Öcalan PKK’ye ateşkes ilan ettirmişti. Bu ateşkes aslında, silahlı mücadeleyi bitirme ve Türkiye’yi terk etme çağrısıydı. Bu dönem, PKK’nin silahlı mücadele dosyasını kapatıp sivil siyaset alanında çalışmayı önerdiği dönemdir. Nitekim 2003’e kadar pek şiddet olmadı. Ama 2003’ten itibaren çatışmalar sistemli bir şekilde tırmandı. Unutmayın AK Parti Hükümeti ve reformlar dönemidir 2003.

Türkiye ne zaman demokrasi adımları atsa ve insanlar özgürleşmeye başlasa PKK’nın eylemleri artıyor. Bunu mu söylüyorsunuz?

Ergenekon tarzı yapıların işine gelen bir gelişmedir bu. Zaten bu tip yapılar, çeteler, askerî vesayet rejiminin ürünüdür.

Güneydoğu’da hem askerî operasyonlar hızlanıyor hem de PKK şiddeti artıyor. Olanların yaklaşan yerel seçimlerle bir bağlantısı var mı?

Var. Bu mahalli seçimler, AK Parti ile DTP arasında geçmeyecek. DTP’nin aldığı oy artı ya da eksi PKK’ye yazılacak. Şimdi PKK, devleti ve hükümeti halka sert davranması için zorluyor. Eylemlerini tırmandırıyor. Zira PKK’nin bu tip eylemleri, askerin ve polisin hiddetini kabartır. Onların halka sert muamelesi de AK Parti’nin seçimlerde oyunu azaltır. Halkı PKK’ye ya da DTP’ye yaklaştırmak gibi bir hedef var burada. Ayrıca ‘ortada zulüm varsa PKK’ye de ihtiyaç var’ mantığıdır bu.

PKK’ya mı ihtiyaç var?

Evet. Eğer PKK varsa, güvenlik kuvvetlerine ve orduya da ihtiyaç vardır. Bir tür yumurta tavuk meselesidir bu. Birbirini besleyen iki yapıdır bu. İki yapı da çatışmanın çok olduğu ortamda öne çıkar.

PKK, Diyarbakır’ı AKP’nin kazanmasından çekiniyor mu?

Çekiniyor. Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmak artık karaya bayrak çekmek gibi bir şey oldu. Diyarbakır’da seçimi almak PKK’nin siyasi kariyeri açısından bir prestij meselesidir. Kaybederse büyük prestij yitirir. Öcalan DTP’lilerin hepsini görevden uzaklaştırır. Yeni partiler kurdurur.

AKP Diyarbakır’ı kazanabilir mi?

Geçen yıl kazanacağına mutlak gözüyle bakılıyordu. Ama şimdi durum öyle değil. Diyarbakır’da seçimi kazanması giderek zorlaşıyor, çünkü hatalar yapıyor.

PKK şiddetinin artmasını Kürtler nasıl değerlendiriyor?

Şiddetin geleceklerini kararttığını görüyorlar ama... PKK kendi kitlesinde prestij kazanıyor. PKK’den korkanlar artıyor. Başbakan Diyarbakır’a gittiğinde sanıyor musunuz ki insanlar dükkânlarının kepenklerini protesto diye indirdiler. Kepenkleri korkudan indirdiler. PKK’nin bölgede korku yayan otoritesi artıyor. Ayrıca PKK ve Öcalan lehine sloganlar da artık sokak ortasında açıkça atılıyor, PKK’nin karakollara saldırı başlattığı tarih olan 15 Ağustos gibi günler, gençler, DTP yöneticileri ve milletvekilleri tarafından alenen kutlanıyor.

Tam yerel seçimler yaklaşırken Başbakan Erdoğan genelkurmay başkanını destekleyerek şahin bir tavır aldı. Bu tavır seçimlerin sonuçlarına yansır mı?

Yansır. Türklerden alacağı oylar artabilir ama Kürtlerden ve demokrat kesimden geçmişe göre daha iyi oy alamaz.

Şiddet artarken bir yandan da devlet, Kuzey Irak’ın yöneticisi Barzani ile resmen görüştü. Barzani, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünde rol oynayabilir mi?

Oynar. Barzani’yle barışık olmak Türkiye’nin Kürtlerle barışması anlamına gelir. Barzani’yle iyi ilişki, Türkiye’nin kendi Kürtleriyle ilgili şartları iyileştirmesinin ortamını yaratır. Çünkü Kürtlerle gerilimli olan bir Türkiye demokratikleşme hamlesi yapamıyor. Eğer demokratik hamle yaparsa PKK de güç kaybeder ve dağa çıkmanın gerekçeleri ortadan kalkar. Öcalan, Irak Kürtleriyle Türkiye’nin iyi ilişkiler kurmasını istemiyor. Çünkü bölgenin en büyük Kürt partisi kendisi olmak istiyor.

Türk devletinin içinde Kürt sorununu barışçı yollarla çözmek isteyen bir görüşle, savaşın sürmesini isteyen başka bir görüş çatışıyor mu?

Şu anda öyle bir çatışma var. Basına yansıyan MİT raporlarından, Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmelerden anlaşılıyor ki, MİT, Kürt sorunun çözümü konusunda daha gerçekçi bugün. Bu işin böyle gitmeyeceğini görüyor. Kürt sorununun barışçı çözümünü istiyor.

Bu durumda Kürt sorunun barışçı yoldan çözümünü asker mi engelliyor?

Önemli ölçüde asker engelliyor. Asker sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin tüm meselelerinde vesayetini sürdürmek istiyor. Askerin siyaset üzerindeki vesayetini korumasının yolu da Kürt sorunu üzerinden sağlanıyor. Biz Türkiye’nin meselelerini Kürt, Ermeni, Kıbrıs, türban gibi sıralarız. Aslında Türkiye’nin meselelerini tek başlığa indirebiliriz.

Nedir o?

Türkiye’nin sorunu askerin yeridir. Yani askerî vesayettir. Askerî vesayet olmasa, siviller beraber yaşama kültürünü sağlayabilirler ve bütün sorunlara barışçı çözüm bulabilirler ama... Askerin siyasi sistem içindeki konumu yüzünden siviller devleti yönetemiyorlar ve siyasi sorunlara el atamıyorlar. Bu sistemde bütün siyasi sorunların çözüm yeri ordu oluyor. Bu yüzden de sistem tıkanıp kalıyor ve partiler durmadan kapatılıyor.

PKK, Kürt sorununun şiddeti artırarak çözümlenebileceğine inanıyor mu?

Devletin Kürt sorununu şiddetin arttığı bir ortamda çözmeyeceğini biliyor ama... Şiddeti artırarak, kendisinin, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt meselesinde dikkate alınacağını düşünüyor. Ahmet Türk, Öcalan’ın İmralı’dan sürekli barış mesajları verdiğini söylüyor. Peki, bu baskınlar, tabutlar, eylemler, saldırılar asi PKK’lilerin işi mi? Öcalan’ı dinlemeyen asi PKK’liler mı var? Artık şu bir gerçek ki... Kürt dünyasında ve Türkiye’nin Kürt meselesinde PKK’siz barışın olmayacağı bir noktaya geliyoruz. Çatışmaların yaşandığı bir Türkiye’de PKK’siz barış olamaz.

Devlet yöneticileri şiddetin artmasının nasıl sonuç vereceğini düşünüyor peki?

Devlet yöneticilerinin bir kısmı şiddet karşısında güvenlik tedbirlerini artırarak sorunu çözmeyi umuyor. Bir kısmı da güvenlik önlemlerinin artırılmasıyla sonuç alınamayacağını düşünüyor. AK Parti Hükümeti’nde bazen bu tavır öne çıkıyor, bazen de kayboluyor. Dışişleri Bakanlığı ise son yıllarda daha sağduyulu. Bu işlerin dünyada nasıl çözüldüğünü görüyor. Demokratik reform ve genel af istiyor. Ama bu adımlar ordunun onayı alınmadan atılamıyor. Zaten Türkiye’de ordunun onayı olmadan reklam filmi bile yayınlatılamıyor. Ordu siyasetin içinde dururken Kürt meselesi çözülemez. Ordunun siyasetteki yeri zayıflatıldığında ancak bu ülkede Kürt sorunu çözüm yoluna girer.

Geçen hafta Avni Özgürel, bu savaşın bitmesini istemeyenlerin olduğunu söyledi. Sizce de iki tarafta da savaşın devamını arzulayanlar bulunuyor mu?

Şüphesiz. Osman Pamukoğlu’nun da kanaati bu. Keza Öcalan da, Tansu Çiller döneminde kendisine yapılacak olan suikasttan haberdar edildiğini söylüyor. Ayrıca, avukatlarına, “2000 yılında ben birliklerimin tamamını Türkiye’den çıkarmak istiyordum ama İmralı’ya gelen genelkurmay yetkilisi hepsinin Türkiye’den çıkmasının yanlış olduğunu söyledi” diyor. Hatırlayın, 2003’te PKK’ye karşı operasyonlar birden tekrar başladı. Hani PKK Türkiye’den gitmişti? Meğer gitmemişler.

Niye gitmemişler sizce?

Galiba bazı statükocu bürokratlar, Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alacağını gördüler ve AB üyeliğini ciddiye aldılar. Nitekim çatışmalar o günden sonra tırmandı. Türkiye’nin zayıf karnı çatışma ortamının yaratılmasıdır. AB üyeliğinin önü ancak bir iç çatışmayla, savaş haliyle kesilebilir. Çünkü bu, ordunun siyasi vesayetini artırdığı, sivil alanın daraldığı bir dönemdir. Düşünün ki genelkurmay başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oradaki kurumların temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.

Kepenk indirme eylemini PKK yaptırıyor. PKK niye genelkurmay başkanına karşı aynı eylemi yapmıyor sizce?

Öcalan, 2005 Ağustosu’nda avukat görüşmesinde, “AK Parti hükümeti, genelkurmayla PKK’nin arasını açıyor,” demişti. Çünkü asker, onun rakibi değil varlık nedenidir. Bölgenin siyasetinde AK Parti’yi rakip görüyorlar.

Apo, bu şiddeti durdurabilir mi?

Durdurabilir. PKK adına silah bırakma, ateş kesme kararını verecek yegâne kişi odur. Öcalan’ın dağdakiler üzerinde büyük otoritesi var. Avukatlarına, ‘kapattım o PKK’yi, yerine yeni bir PKK kuruyorum’ der ve kurabilir. DTP’ye oy veren, PKK’ye sempati duyan kitlesi üzerinde böyle manevi, tanrısal bir gücü vardır. Ama tabii derin devlet devreye girmezse...

Girerse ne olur?

Anlatayım. 1993’te Özal’ın çabalarıyla PKK’ye yönelik politika değişikliğinde çok önemli noktaya gelinmişti. Mekik diplomasisiyle Talabani’yle görüşülüyordu. Öcalan ateşkes ilan etmişti. Özal cumhurbaşkanıydı, Demirel başbakandı. Aniden Özal öldü. Demirel cumhurbaşkanı oldu. Henüz Çiller seçilmemişti, Erdal İnönü başbakan vekiliydi. İsmet Sezgin içişleri bakanı olarak dağdakilere af projesi üzerinde çalışıyordu. 25 Mayıs 1993 günü Demirel, bakanlar kurulu toplantısına ilk kez cumhurbaşkanı olarak katılacaktı ve o günkü bakanlar kurulu gündeminde “af” vardı.

PKK’yı dağdan indirebilecek bir af mıydı bu?

Evet. Bir barış ortamı doğabilecekti. Öcalan’la pazarlıklar yapılıyordu. Ama olmadı. Çünkü aynı gün Bingöl’de 33 er kurşuna dizildi. Çünkü PKK’li bir time bazı istihbaratlar verildi. Dezenformasyon yapıldı. Gittiler, o askerleri öldürdüler ve o günden sonra bir daha Türkiye’de öyle bir af projesi bakanlar kurulunun gündemine gelmedi. O dönemde Demirel de çatışmanın sona ermesini istiyordu. Çünkü barış elini rahatlatacaktı. Demirel sonuçta yatırımcı bir insandır. Savunma harcamalarını bu kadar büyütmek istemiyordu. Orduyu bir zapturapt altına almak istiyordu.

Affın olmasını istemeyen kimdi peki?

İşte bu Ergenekon tarzı ilişkilerdi. Derin devletti. Ayrıca İran da, Saddam da, Esat da istemiyordu... Şemdin Sakık, “Biz Bingöl - Elazığ karayolu üzerinde 33 erin öldürülmesi eylemini Öcalan’ın bilgisi dahilinde yaptık,” dedi. Nitekim Öcalan da ilk günlerde bu olayı sahiplendi, “Onlar çok özel eğitimli birileriydi. Bölgede bize karşı kullanacaklardı,” dedi. Ama sonra kıtasına giden silahsız erler olduğunu anladı ve bu olayı sonradan sahiplenmedi. O 33 insanın çok haince bir plan için bölgeye gönderildiğini söyleyerek onu yanılttılar.

Kim yanılttı? 33 erin öldürülmesi derin devlet operasyonu muydu?

Derin devlet bunu PKK’ye sahte enformasyon vererek yaptırdı. Ve af gündemden kalktı. Aradan 17 yıl geçti Türkiye hâlâ o noktaya gelemedi. Kürt sorununda çözüme en çok yaklaşılan nokta oydu. 1993 mayıs aylarıydı...

Kürt sorununu çözebilmek için sizce ne yapmak gerekiyor?

Taraflar biraraya gelsin deniyor ya bu gerçekçi değil. Önce Ankara’da taraflar bir araya gelmeli. Genelkurmay, bürokrasi, dışişleri, yargı, MİT, hükümet sivil ve demokratik bir çözümde uzlaşmalı.

PKK’yı dağdan indirmek için ne yapmalı?

Aftan önce, bu insanları dağa götüren gerekçeler ortadan kalkmalı. Yeni anayasa yapılır ve vatandaşlık tanımı etnisiteye bağlanmazsa... Kürtlerin dağlarında her yere ‘Ne Mutlu Türküm’ yazılmazsa, ‘Türk öğün, çalış, güven’ gibi laflar kaldırılırsa... Bunlar iyiye gidişin işaretleri olur.

Türk tarafı PKK’yı dağdan indirmek için gerekli tedbirlerin alınmasını tasvip eder mi peki?

Uzun vadede kendisi için iyi olacağını onlara anlatmak lazım. Daha çok tabut istenmiyorsa demokratikleşmeden başka çıkış yolu yok. Üstelik demokratikleşmede kimse kimseye bir şey vermiyor ki. Kimsenin biri şeyi eksilmiyor ki. Aksine toplumun içindeki zenginlikler artıyor.

DTP kapatılırsa, siyasi sonuçları ne olur?

Siyasi yasaklar gelirse parlamentoda grup kuramazlar. DTP’nin kapatılması Öcalan’ın ve PKK’nin işine geliyor. DTP kapatılınca PKK kapatılmış olmuyor ki. Sadece siyasi kadro zayıflıyor. Zaten Öcalan ve PKK, DTP’nin parlamentoya girmesini çok arzulamamıştı. Tabanın isteğine uydular. Yoksa kendileri dışında bir yapının ortaya çıkmasını ve meşru adres olarak görülmesini istemezler. Ayrıca DTP’nin kapatılması PKK için meşruiyet zeminidir. ‘Ne yapabilirim, mecburen yeraltında örgütleniyorum’ diyor.

Kürtleri sınamayın

vanocalanmitingi2710 Öcalan'ın şiddete maruz kalmasına karşı Kürtler yaşadığı her yerde demokratik tepkilerini sokaklara çıkarak gösterdi. Saldırıdan AKP ve Genelkurmay'ı sorumlu tutan Kürtler, 'irademizi sınamayın' mesajı verdiKürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi'ne bağlı İmralı'da fiziki saldırıya uğramasının yankıları geçen haftada sürdü. Bölge illerinden Batı metropollerine, Irak, İran ve Suriye'den Avrupa ülkelerine kadar tepkilerini her yere yayan Kürtler, 'siyasal irade' olarak kabul ettikleri Öcalan'a sahip çıktı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Kürtlerin tepkisini şöyle değerlendirdi: 'Kimse Kürt halkını cahil sanmamalı, gücüyle oynamaya çalışmamalı, sınamaya kalkmamalıdır. Kürt halkı bu saldırılar karşısında cesaret ve fedakarlığı en üst düzeye çıkartarak bir savunma direnişi içinde sonuna kadar olacaktır.'
Kürtler ayakta, tepkiler sürüyor
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik fiziki saldırı üzerine ayağa kalkan Kürtlerin protestoları geçen hafta boyunca da sürdü. Bölge ve Türkiye'nin birçok yerinde adeta ayaklanan Kürtler yaptıkları yürüyüş, gösteri ve araç yakma, yolları trafiğe kapatma gibi eylemlerle tepkilerini dile getirdi. Polisin sert müdahalelerine maruz kalan halkla polis arasında çatışmalar yaşandı.adana191020086
ADANA: Öcalan'a yönelik saldırıyı protesto etmek amacıyla Adana'da yapılan eylemler geçen hafta boyunca sürdü. Özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı ilçe ve mahallelerde onlarca eylem düzenlenirken, birçok mahallede hemen hemen her gün polisle göstericiler arasında çatışmalar yaşandı. Eylemlerin yoğunlaştığı Seyhan ilçesine bağlı Şakirpaşa, Gülbahçe, Denizli, Barbaros, Dağlıoğlu ve Yenibey mahallelerindeki eylemlerde, aralarında çok sayıda polisinde bulunduğu onlarca kişi atılan taş ve plastik mermilerden dolayı yaralandı. Eylemlerde Adana Büyükşehir Belediyesi'ne ait bir kamyonet, 3 market, bir seçim bürosu, bir dükkan, onu aşkın otomobil, 3 sivil polis aracı, Şura-Der binası tahrip edildi. Adana'nın Yüreğir ilçesinde ise 2 araç kundaklandı. Ceyhan'da ise hafta başından yapılan ve binlerce kişinin katıldığı kitlesel yürüyüş ve basın açıklamasının ardından kitleye müdahale edildi. İlçe bir anda savaş alanına döndü. Çatışmalarda 10 polis ve onlarca gösterici yaralandı.batman18102008
BATMAN: Batman ve ilçelerinde eylemler durmadı. Batman'da aralarında DTP'li milletvekilleri ve belediye başkanlarının da bulunduğu 5 bin kişi DTP Merkez İlçe Örgütü önünde biraraya gelerek AKP Batman il binasına yürüyüş düzenledi. Kitle, Yıldız Camii kavşağı önünde çevik kuvvet ekipleri, sivil polisler tarafından kurulan barikatlarla durduruldu. Kitle daha sonra Sanat Sokağı'na kadar yürüdü. Burada yapılan basın açıklamasının ardından bir heyet AKP Batman il binasının önüne siyah çelenk bıraktı. Batman'ın Gercüş, Hasankeyf, Beşiri ve Kozluk ilçelerinde de oturma eylemleri yapıldı. Gercüş, Hasankeyf, Beşiri ve Kozluk'ta biraraya gelen yüzlerce kişi, yaptıkları basın açıklamaları ve oturma eylemleriyle saldırıları kınadı.
DİYARBAKIR: Diyarbakır'da Erdoğan'ın ziyaretinde yapılan gösterilerden sonra geçen hafta boyunca gösteriler sürdü. Bağlar, Huzurevleri ve Cezaevi üst köşe kısımlarında gençler sokak aralarında eylemler düzenledi. Suriçi'nde de gençler meşaleli yürüyüş düzenlendi. Diyarbakır Urfa yolu üzerinde bulunan Yeni Hal mevkiinde de bir araç ateşe verildi. Öte yandan Diyarbakır ve ilçelerinde demokratik kitle örgütleri de yaptıkları basın açıklamaları ve oturma eylemleriyle tepkilerini dile getirdi. Diyarbakır Demokrasi Platformu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konukevi önünde basın açıklaması yaptı. Burada yapılan açıklamaların ardından kitle 5 dakikalık oturma eylemi yaptı. Dicle'de DTP İlçe Örgütü'nde başlayan ve çarşı merkezinde son bulan bir yürüyüş düzenlendi.
İSTANBUL: İstanbul'da da geçen hafta boyunca gençlerin mahallelerde yaptıları eylemler sürdü. Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi 3001. Cadde'de toplanan bir grup genç, yol üzerinde barikatlar kurarak çevredeki bazı işyerleri ile kendilerine müdahale eden polislere molotofkokteyli attı. Ihlamurkuyu Mahallesi ve Atatürk Caddesi'nde yüzleri maskeli bir grup, bir kamyona molotofkokteyli attı. Daha sonra PTT şubesine molotofkokteyli atan gençler, 34 ED 4177 plakalı minibüse de molotofkokteyli attı. Ümraniye'nin Birlik Mahallesi'nde ise seyir halindeki bir İETT otobüsüne molotofkokteyli atıldı. Grup daha sonra da Ihlamurkuyu'da bulunan BİM Marketi'nin camlarını kırdı. Bahçelievler Yenibosna Çobançeşme Mahallesi Mithat Paşa Caddesi Serik Sokak'ta da park halindeki 34 UR 7252 plakalı servis minibüsü ile Kocasinan Yıldırım Beyazıt Caddesi'ndeki başka bir minibüse molotofkokteyli atıldı. Küçükçekmece İkitelli Atatürk Mahallesi Gülay Caddesi'nde ise bir markete molotofkokteyli atıldı. Bağcılar Yavuz Caddesi üzerinde toplanan yaklaşık 100 kişi yolu trafiğe kapattı. Taksim Dolapdere'de de İş Bankası şubesine molotoflu saldırı yapıldı. Ayrıca Küçükçekmece'de de bir alışveriş merkezine molotofkokteyli atıldı. Gazi Mahallesi'nin İsmet Paşa Caddesi ile Küçükçekmece İnönü Mahallesi Demirkapı Caddesi'nde ise BİM mağazasına molotofkokteyleri atıldı.
ELAZIĞ: Elazığ'ın Karakoçan ilçesinde de geçen hafta protestolar vardı. DTP Karakoçan İl Örgütü, Öcalan'a yönelik fiziki saldırı ile ilgili basın açıklaması yaptı. DTP ilçe binası önünde biraraya gelen grup, Cumhuriyet Meydanı'na kadar yürüdü. Grup burada yaptığı basın açıklamasının ardından eylemine son verdi.
KARS/ARDAHAN: Öcalan'a yönelik fiziki saldırı Kars'ta yürüyüş ve basın açıklamasıyla protesto edildi. DTP Kars il binası önünde biraraya gelen yaklaşık bin kişi Digor Durağı'na yürüyüş düzenledi. Burada yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan basın açıklamasının ardından kitle, sloganları eşliğinde tekrar parti binasına kadar yürüdü. Ardahan'da da DTP il binası önünde biraraya gelen yaklaşık yüz kişi bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüşün ardından basın açıklaması yapan kitle Öcalan'a yönelik saldırıyı kınadı.cizreyuruyus26102008
MARDİN: Mardin'in Midyat, Kızıltepe ve Nusaybin ilçelerinde de protesto eylemleri yapıldı. Midyat İlçe Örgütü binasında biraraya gelen kalabalık grup, Barış ve Özgürlük Parkı'na doğru yürüyüş yaptı. Grup burada yaptığı açıklamayla Öcalan'a yönelik saldırıyı protesto etti. Yoğun güvenlik önlemi altında yapılan açıklamanın ardından grup, sessiz bir şekilde DTP Midyat ilçe binasına gitti. Nusaybin'de de hafta boyunca mahallelerde gösteriler düzenlendi. Gösteriler esnasında göstericiler ile polis arasında sık sık çatışmalar yaşandı. Kızıltepe'de de bir grup Mehmet Sincar Parkı yanında bulunan köprüde ateşler yakarak, yolu trafiğe kapattı. Eylem polisin müdahalesiyle son buldu. Bir grup genç ise Koçhisar Postanesi'ne molotofkokteyli attı.mardin19102008
ŞIRNAK: Şırnak'ta da geçen hafta boyunca protesto gösterileri vardı. Cizre'de dün yapılan yürüyüşe 10 bin kişi katıldı. Şırnak'ın Gündoğdu, Gazipaşa, Cumhuriyet başta olmak üzere, tüm mahallelerinde biraraya gelen gruplar ateşler yakarak Öcalan'a yönelik saldırıları kınadı. Yapılan eylemler enasında sık sık çatışmalar yaşandı. Gazipaşa, Yenimahalle, Bahçelievler ve Dicle mahallelerinde göstericilerle polisler arasında sık sık yaşanan çatışmalarda yer yer silahlar da kullanıldı. İdil'de de hafta başından beri başlayan gösteriler hafta boyunca sürdü. İlçede birçok kişi gözaltına alınırken, mahallelerde eylemler durmadan sürdü.mersin26102008
MERSİN: Mersin'de Öcalan'a yönelik saldırı, Tarsus, Toroslar, Akdeniz 1 ve Akdeniz 2 ilçelerinde yapılan eylemlerle hafta boyu sürdü. Toroslar'da Pazar Sokağı'nda Mersin Halk İnisiyatifi adına yapılan açıklamanın ardından yürüyüşe geçen kitleye polis müdahalede bulundu. Eylemciler taşlarla karşılık verdi. Akdeniz 1 ilçesinin Yenipazar, Yenihal, Şevket Sümer, Gündoğdu ve Güneş mahallelerinde de bir grup lastikler yakarak yolları trafiğe kapattı. Grup ile polisler arasında yer yer çatışma çıktı. Bir polis panzerine de molotofkokteyli atıldı. Akdeniz 2 ilçesinin Çilek Mahallesi'ndeki Güney İlköğretim Okulu yanında biraraya gelen bir grup yürüyüş düzenledi. Tarsus'un Gazipaşa, Barbaros ve Şahin ve Fahrettin Paşa mahallelerinde biraraya gelen yüzlerce genç, çeşitli eylemler düzenledi.
URFA: Urfa'nın Viranşehir ilçesinde de Demirel Mahallesi'nde biraraya gelen yüzlerce genç, ilçe merkezine bir yürüyüş yaptı. Yola molotofkokteyli atan gençleri polis Karacadağ Caddesi'nde engellemek istedi. Bunun üzerine göstericilerle polis arasında çatışma çıktı. Polisin gaz kullanması üzeri göstericiler taş ve molotofkokteyli attı. Çevredeki kadınlar da göstericilere zılgıtlarla destek verdi. Urfa'nın Yakubiye ve Osmanlı Mahallesi'nde de 4 araç yakıldı. Yakubiye Mahallesi'nde 3 otomobil ve Osmanlı Mahallesi'nde 1 kamyonet olmak üzere 4 araç üzerine tiner dökülerek yakıldı. Araçlar çıkan yangından sonra kullanılamaz hale geldi.van25102008yuruyus
VAN: Eylemlerin hafta boyunca sürdüğü Van'da Hacibekir Mahallesi'nin Dere, Bayırlı ve Sürmeli sokakları başta olmak üzere, Yüniplik, Düzyol, Yeni Mahalle'de biraraya gelen yüzlerce kişi yolları trafiğe kapatarak eylem yaptı. Eylemlerde polis yer yer gaz bombalarıyla müdahale ederken, gruplarda taşlarla karşılık verdi. Özalp'ta da kitlesel bir yürüyüş yapıldı. DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, DTP İl Başkan Vekili Selim Ertaş'n bulunduğu konvoy, ilçe girişinde yüzlerce kişi tarafından sloganıyla karşılayan kitle, 'Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız' sloganlarıyla DTP ilçe binasına kadar yürüyüdü. Esnaf da kepenk kapatarak yürüyüşü katıldı. DTP ilçe binası önünde yapılan çıklamaların ardından kitle olaysız bir şekilde dağıldı. Başkale'de ise binlerce kişi yürüyüş yaptı. DTP Milletvekili Özdal Üçer'i karşılayan kitle aynı zamanda yürüyüş de yaptı. Esnaf da kepenk kapatarak Öalan'a yönelik saldırıyı protesto etti.
MUŞ: DTP Muş İl Örgütü binasında biraraya gelen yüzlerce kişi, Öcalan'a yönelik fiziki saldırıyı protesto amacıyla belediye binası önüne yürüyüş düzenledi. Yürüyüşün ardından belediye önünde basın açıklaması yapan kitle Öcalan'a yönelik saldırıyı kınadı. Yoğun güvenlik önlemi altında yapılan açıklamanın ardından, kitle sloganlarla parti binasına doğru yürüyüşe geçerek burada eylemini sona erdirdi. Varto'da ise binlerce kişi yaptıkları yürüyüşle Öcalan'a saldırıyı protesto etti. DTP Varto ilçe binası önünde toplanan binlece kişi Belediye Pasajı'na kadar yürüdü. Burada yapılan açıklamanın ardından kitle DTP İlçe Örgütü'ne doğru yürüdü. Yürüyüş esnasında Cumhuriyet Caddesi'nde bir grup genç AKP ilçe yöneticisinin marketine molotofkokteyli atttı. Bulanık ve Malazgirt'te de biraraya gelen gençler ise anayolları trafiğe kapatarak eylem yaptı. Bulanık'ta yapılan yürüyüşü güvenlik güçlerin müdahale etmesi sonrasında ara sokaklarda uzun süre çatışmalar çıktı.dersim251020083
Erdoğan'a bir tokat da Dersim'den
Diyarbakır ziyareti halk tarafından yapılan gösterilerle protesto edilen Başbakan Erdoğan, bu sefer de Dersim'i ziyaret etti. Erdoğan Dersim'de de protesto gösterileriyle karşılandı. Yer Altı Çarşısı'nda biraraya gelen binlerce kişi Başbakan Erdoğan'ın Dersim'e gelişini protesto etmek amacıyla yürüyüşe geçti. AKP il binasına doğru yapılan yürüyüşe DTP Milletvekili Şerafettin Halis, Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, DTP, EMEP, Eğitim Sen, SES, Genel-İş, Halk Kültür Merkezleri, Halk Cephesi, ESP, Demokratik Haklar Platformu ve Partizan'ın da aralarında bulunduğu demokratik kitle örgütleri ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Binlerce kişinin katıldığı yürüyüşte sık sık Öcalan lehine sloganlar atıldı. Kitle adına açıklama yapan DTP Dersim İl Başkanı Murat Polat, Erdoğan'a seslenerek, hiçbir tehdidin Dersimlinin onurunu satın almaya, diz çöktürmeye yetmeyeceğini belirterek, 'Diyarbakır'da halktan aldığın tokat gibi cevap yetmedi mi? Hangi yüzle ilimize geliyorsun sormak istiyoruz' dedi. Diyarbakır'daki protestolardan dolayı duyduğu öfke nedeniyle DTP'ye çatan Erdoğan, Dersim'de de aynı manzarayla karşılaşınca yine DTP'li Belediye Başkanı'na çattı.
HABER MERKEZİ

Kürtlere saldıranlardan utanç duyuyoruz

ulkucusaldiri2 Son zamanlarda özellikle batı illerine göç etmiş Kürtlere karşı devam eden saldırgan tutumlar, görüşüne başvurduğumuz duyarlı Türk çevrelerce de kınandı. Coğrafyalarındaki, Kürtlere karşı ırkçı saldırılarda bulunanları asla sahiplenmediklerini, yaşananlardan dolayı da utanç duyduklarını açıklayan Aydınlı Türk yurttaşların, Kürtlerden de bir isteği var: “Lütfen bizi de onlar gibi görmeyin.”
‘Bizi de utandırıyorlar’

Önder Bulut; Aydın’da ayakkabıcılık yaparak geçimini sürdüren 25 yaşında olan bir Türk genci. Bir Türk olarak, batı illerindeki Kürt karşıtı eylemlere tepkili: “Kürt kardeşlerimizi kendi ülkelerinde yabancı gibi hissettiriyoruz. Halbuki onlar bir günden bir güne Türk olduğumuz için bize sorun çıkarmadılar. Peki bizim ne hakkımız var bunu onlara yaşatmaya? Bizim gazeteler pek haberini yapmıyor, ama her gün bölgemizden Kürtlere yönelik yeni bir saldırı gerçekleştiğini duyuyoruz. Kürt kardeşlerimizden istediğim, her Türkü aynı görmesinler. Bu saldırıları yapanlar Türk milliyetçileridir.” Bulut, ‘aynı kefeye konmak’tan duyacağı utancı ise şu sözlerle dile getiriyor: “Ben 1983 doğumluyum. Aydın’dan başka bir ilde yaşamadım ve buradaki çevremin yarısı Türk ise diğer yarısı da Kürttür. Aynı okula gittik, aynı yaramazlıkları yaptık. Ama hiç birbirimize yaramaz olmadık! Bu saldırıları duyduğumdan bu yana Kürt arkadaşlarımın yüzüne bakamıyorum. Karşılarında yerin dibine giriyorum. Sanki benim de payım varmış hissine kapılıyorum. Milliyetçilere de söyleyeceğim şudur; aklınızı başınıza alın ve Kürt dostlarımıza bizi yanlış tanıtmayın.” Önder Bulut, ırkçı ve milliyetçi dalgada devletin de payı olduğu görüşünde: “Devlet milliyetçi olunca halk da kendisini öyle olmak zorunda hissediyor. Devlet küçüklüğümüzden başlayarak bizi milliyetçi yapmak için her şeyi deniyor. Her sabah ‘ne mutlu Türküm diyene’ diye bağrıldığını hatırlıyorum. Yanımdaki arkadaşım Kürt olduğu için ben bağırmıyordum. Çünkü onu yok saymış olurum diye düşünüyordum.”
‘Kürtler bizi kendi bölgelerinde sahipleniyor’
Berkant Şahin; Aydın’ın Didim ilçesinde doğmuş. Henüz 18 yaşında olan bir lise öğrencisi. Ama savaş çığırtkanlarından daha olgun olduğu kesin: “Türk olmaktan ne gurur ne de utanç duyuyorum. Gurur duyamam, çünkü her gün sağda solda Kürtlere saldıran Türkleri duyuyoruz. Utanç duyamam, çünkü ben de bir Türk olduğum halde bu ayrımcılığa karşı gelebiliyorum. Bu ayrımclığı yapanlar dönüp düşünsünler, neden dünyada ‘barbar’ diye geçiyor adımız...”
Berkant, yaşadığı yer nedeniyle çok sayıda Kürt arkadaşının olduğundan bahsederek, devam ediyor: “Doğu ve Güneydoğu bölgesinden buraya sürekli Kürt aileler göç ediyor. Göç etme nedenleri açlık, yoksulluk. Şimdi biz onları göç etmeye zorlayan şartlar yüzünden devleti eleştirmek yerine tutup da kendilerini eleştirirsek, nerede kalır hak hukuk, adalet. Hani Türk milleti yardımsever, misafirperverdi? Benim birçok Kürt arkadaşım var ve aramızda hiç böyle sorunlar yaşanmıyor. Hatta bana Kürtçe öğretmeleri için sürekli ısrar ediyorum. Farklı insanlarla yaşamak, onlardan yeni şeyler öğrenmek çok hoşuma gidiyor.” 18 yaşındaki Berkant, geçtiğimiz günlerde yaşanan ırkçı saldırıya da değinerek, “geçen gün yine bize yakın bir ilçede Kürtlere saldırılmış. Bunlar sürekli yaşanıyor Ege bölgemizde. Hangi nedenle olursa olsun kınıyorum bu saldıranları. Yokluktan bölgemize gelmiş insanlara sahip çıkıp daha çok özen göstermemiz gerekirken, onlara yaşadıkları yerleri zehir ediyoruz” dedi. Berkant Şahin, sözlerini şöyle noktaladı: “Hangimiz Doğu’ya gidince bir Kürdün saldırısına uğradık? Ben hiç böyle bir haber okumadım. Kürtler kendi bölgelerine gidildiğinde el üstünde tutuyorlar herkesi. Benim akrabam Diyarbakır’ın bir köyünde memur. İlk görev yeri olduğu için biraz korkmuştu, ama tatilde geldiğinde oradaki insanlar tarafından nasıl sahiplenildiğini, her gün bir köylünün evine misafir edildiğini anlattı. Bence biz de böyle davranmalı ve kardeşçe yaşamalıyız.”
‘Vicdanım Kürtlerin yanında’
Aynur İyitoğlu adlı ilkokul öğretmeni de, son dönemde Kürtlere karşı gelişen önyargıda devlet politikasının rolüne vurgu yaptı: “Kendi mesleğimden örnek verecek olursam, öğrencilerime öğreteceklerimi devlet sistemi belirliyor. Sistemin kabul etmeyeceği en ufak bir konudan bahsettiğimizde de hakkımızda soruşturma açılıyor. Durum böyleyken sivil halkı yönlendirenin de yine devlet olduğunu söylemek hiç de abartı değildir.” İyitoğlu, batı illerinde yaşananları ‘normal’ karşılıyor, nedenini ise ‘Kürtler kendi topraklarında bile yasaklı’ diye açıklıyor: “Birkaç yıl önce Bitlis’te görev yapmıştım. İlk gittiğimde etrafımdaki herkes bilmediğim bir dilde iletişim sağlıyordu. Ben bilmiyordum, ama ne önemi var ki bunun? Kürtçe, onların anadiliydi. Anadillerinde konuşmak, anadillerinde espri yapmak, anadillerinde ödev yazmak istiyorlardı... Ancak hayatım boyunca unutamayacağım bir gelişmeye şahit olmuştum bu süreçte. Bir gün okul müdürü resmen asker gibi dersi basarak, öğrencilere ‘Kürtçe konuşmayacaksınız’ tehditleri savurmuştu. İlk defa o zaman utanmıştım Türklüğümden!” İyitoğlu, şöyle devam ediyor: “Biliyor musunuz, aslında bunu da ‘normal’ buluyorum. Çünkü bu sistem için ‘anlamak’, ‘anlaşılmak’ önemli değil. Yani biz Türkçe öğretelim de, onlar gelişse de olur gelişmese de! Ezberci bir sistemden ne bekleyebiliriz ki?” Aynur öğretmen, Kürdistan’da görev süresi dolduktan sonra atandığı diğer yerler hakkında ise şu bilgileri verdi: “Buralarda Bitlis’teki şahit olduklarımdan daha acılarına şahit oluyorum. Şimdiki öğrencilerimin çoğunluğu Türk. Tabii ki çocukların ulusları önemli değil, onların hepsi aynı berraklıktadır... Ancak ailelerinin tutumunu ne kadar kınasam azdır. Çocuğuna ‘sınıfta Kürtlerle yan yana oturma’ diye öğüt veren aileler duydum. Çocuğunu Kürt çocuklarla aynı okul servisine vermeyen aileler duydum. İşte birileri çıkıp Kürt’ten alışveriş yapma diye propaganda yapar, birileri de bunun etkisiyle kendi yaşamına uygun pratik sergiler. Söyler misiniz, bir 2. sınıf öğrencisi çocuk şunu söyleyebiliyorsa, kimi sorgulamalıyız: “Bu Kürt’tür, terörcüdür, konuşmayalım.”
Aynur öğretmen sözlerini, asıl sorumluyu işaret eden şu saptamasıyla tamamlıyor: “Gerek izledikleri yalancı televizyonlarla, okudukları yalancı gazetelerle görüş belirleyen aileler, gerek cuma günleri İstiklal Marşı seslendirilirken ufacık çocukların dudaklarını kontrol edip, acaba okuyor mu diye gözleyen öğretmenler... Sonuç olarak, tüm bunların yaratanı devlet! Bu devlet, sözde yazarlar çıkıp ‘bir asker ölümüne karşı falanca partiliyi öldürmek farzdır’ dediğinde onu aklayabiliyor, barıştan kardeşlikten bahsedenlere de ‘hain’ damgası vurabiliyorsa, bir Türk olarak, vicdanım bana Kürtlerin yanında yer almayı söylüyor.”
‘Almanya’daki ırkçılar gibiler’
Cansu Duman adlı işçi de, yaşadığı coğrafyadaki linç girişimlerine anlam veremiyor: “Şiddet ya mücadeleyle ya da kışkırtmalarla meydana gelir diye düşünüyorum. Bölgemizdeki Kürtlere saldıran zihniyetin ‘mücadele’ ettiğini söylemek saçmalık olur. Kime karşı, neyin mücadelesini vereceğiz ki? Bağımsız bir ülke değiliz, demokratik bir ülke değiliz. Eğitime bütçe ayıramayıp silaha para döken bir devlet yönetimindeyiz. Hem vatan millet demesini biliyorsanız, birilerinin toprakları için, coğrafyaları için direnmesini de normal bulmalısınız. Şunu anlamalıyız ki doğu ve güneydoğunun toprağını ekip biçen, havasını soluyup yutan biz değiliz Kürtlerdir. Kendi toprakları için belirleyici olamıyorlarsa, üstüne bir de göç ettikleri yerde sorunla karşılaştırıyorsak onları, işte o zaman her türlü mücadele yöntemlerine razı gelmek zorundayız.” Duman ayrıca, Kürtlerin sadece ekonomik açıdan ezilmediklerine dikkat çekti: “Evet, ben de bir Türk olarak bu ülkede eziliyorum, ama Türk olduğum için ezilmiyorum. İşçi olduğum için, sosyal koşullarım iyi olmadığı için eziliyorum. Ancak Kürt halkı her iki durumda da eziliyor. Maaşlarımız iyi değil, aç yatıyoruz ama her sabah bomba sesleriyle uyanmıyoruz! Çocuklarımız panzerler altında kalmıyor. Benim, Uğur Kaymaz’ın adını her duyduğumda gözlerim dolar... Artık Türk halkımızın empati kurmayı öğrenmesini istiyorum. Saldıranları kesinlikle sahiplenmiyoruz. Almanya’da Türklere saldıran ırkçıları ne kadar iğrenç buluyorsam, Türkiye’de Kürtlere saldıran Türkleri de o kadar iğrenç buluyorum. Ben bir üniversitede çalışıyorum. Dün öğrenci arkadaşlar bir eylem düzenlediler burada. İzin verirseniz sözümü eylem esnasında duyduğum bir sözle bitireyim: Kürt, Türk, Ermeni, yaşasın halkların kardeşliği.”
ALİ BARIŞ KURT/ AYDIN



Ortaklar’da Kürt-Türk çatışması tezgahlanıyor
Aydın’ın Germencik İlçesi’ne bağlı Ortaklar Beldesi’nde Kürtlere ait iş yerleri ve araçlar ‘kimliği belirsiz’ tarafından yakılıyor. Araçları yakılan kişiler, araçların yanmasından karakolu ve MHP’li belediyeyi sorumlu tuttu. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Ortaklar Beldesi’ne bağlı Yeşiltepe Mahallesi’nde son 20 gün içinde 12 araç kundaklanarak yakıldı. Failler henüz yakalanmazken, yakılan araçların cezaevinde yakınları olan kişilere ait olması dikkat çekti. Yeşiltepe halkı araçların Kürt-Türk çatışmasını körüklemek amaçlı olduğunu belirterek, MHP’li belediye başkanı ve polislerin provokasyon yaratmaya çalıştığın savundu. Her akşam yeni bir aracın yakılacağı korkusuyla uykularının kaçtığın kaydeden halk, geceleri sokak başlarında nöbet tutarak önlem aldıklarını söyledi.
‘Karanlık oyunlar oynanıyor’
23 yıl önce Siirt Eruh’tan Ortaklar’a göç eden Ahmet Çelefoğlu, “benim arabam sabah saat 05.00 sularında yanmaya başladı. Komşular gördü. Bize haber verdiler. Biz yangın söndürme aletleriyle müdahale edene kadar araç kül oldu. Yani, arabadan geriye zaten hiçbir şey kalmadı. Arabanın içinde şişe bulduk. Kundaklandığını anladık. Burada bizim yüzümüze karşı bir baskı uygulamıyorlar, ama gizli gizli karanlık oyunlar oynuyorlar. Bu ilk değil, son da olmayacak. Ben savcılığa gidip davacı oldum. Bu olayın sonuna kadar takipçisi olacağım” dedi.
Polis: Aracın DTP’li olduğun için yandı
Çetin Sevilgen ise, 15 yıldır ailesiyle birlikte Ortaklara taşındığını ve inşaat işlerinde çalıştığını belirterek, “Ortaklarda son 20 gün içinde yaklaşık 12 araç yakıldı. Bunlardan bir tanesi de benim arabamdı. Biz uykudayken arabalarımızı yakıyorlar. Benim arabam yandığında komşular yardımcı oldular söndürdük. İtfaiye çağırmamıza rağmen gelmedi. Polis yaktırıyor. Ben daha sonra polise ifade verdim. İfademde devletten şikayetçi oldum. Bana polisler, ‘sen partili olduğun için senin arabanı yaktılar’ dedi. Ben tanıyor musunuz yakanları diye sordum. Polisler bana, ‘bunlar 5 kişi parayla yakıyorlar, DTP’li olduğun için hedef oldun’ dediler” diye konuştu.
‘Kürt-Türk çatışması yaratmak istiyorlar’
Şırnak’tan göç ederek Ortaklara yerleşen Mesut Kayaalp da, 24 yıldır burada yaşadığını ifade etti. Sabah ezanına yakın bir zamanda arabasının yandığını fark ettiğini söyleyen Kayaalp, “bu araba benim ekmek kapımdı. Ben şoförlük yaparak geçimimi sağlıyorum. Benim 9 tane çocuğum var. Başkasından borç alarak bir araba aldık, ama onu da yaktılar. Son dönemlerde Ortaklar’da pislik yaratmak isteyenler var. Kürt-Türk çatışmasını yaratmaya çalışıyorlar. Şikayetçi oldum sonra şikayetimi geri oldım. Çünkü şikayetimin sonucu suçluların ortaya çıkmayacağını biliyorum. Bizim üzerimizde çok kirli oyunlar oynuyorlar. Benim aracım yakıldıktan sonra öğrendim ki, 2 Türk’ün de arabası yakıldı. Amaçları Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getirmektir” şeklinde konuştu.
Sabaha kadar nöbet tutuyorlar
1999 yılında Batman’dan göç eden Orhan Obay da, aracının yanmasından polisleri sorumlu tutarak, “biz yaklaşık 20 gündür akşamları sokakta sabaha kadar nöbet tutuyoruz. Yeni araçlar yanmasın diye... Ortaklar’da büyük bir Kürt potansiyeli var. Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde Kürtleri terörize etmeye çalışıyorlar. Bu araçların kundaklanmasında MHP’li belediyenin ve polisin parmağının olduğunu düşünüyorum” diye kaydetti. UMUT AKPINAR/ ANF/AYDIN  YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Emekli CIA ajanı Faddis: Kürtler Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremedi

blogmug_cfaddis[1] Rizgarî Online/Emekli CIA ajanı Sam Faddis, savaş öncesi peşmergeleri, Kalaşnikoflar, cephane, GPS cihazları ve uydu telefonlarıyla donattıklarını anlatarak, Kürdlerin Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremediğini ve bunun da Irak’ta 2 yıl süren iç savaşa yol açtığını, El Kaide’nin Musul’da toparlandığını yazdı. Faddis, 2002-2003 yıllarında Federe Kürdistan bölgesindeki operasyonlarda kendilerine sürekli zorluk çıkardıklarını söylediği Türk askerleriyle çatışmanın eşiğinden döndüklerini de belirtti.
Vatan gazetesinin haberinde şunlar kaydedildi: ”20 Mart 2003’te Bağdat’ın bombalanmasıyla başlayan Irak Savaşı öncesinde Faddis ve arkadaşları Kürdistan bölgesinde önemli bir rol oynadı.
1990’lardan bu yana Türkiye’nin güneydoğusu ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren CIA ajanı Sam Faddis, anılarını anlattığı ve geçen günlerde ABD’de piyasaya çıkan “Operation Hotel California” adlı kitabında, 2003 Irak Savaşı sırasında CIA timleriyle Türk askerleri arasında çatışmanın eşiğinden dönüldüğünü belirtti.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), CIA’nin 2002-2003 yıllarında Kuzey Irak’taki gizli faaliyetlerine büyük zorluk çıkardığını kaydeden Faddis, kitabında sık sık TSK’ya ve Türkiye’ye olan kızgınlığını dile getiriyor.operation hotel california
Start Türkiye’den
“Operation Hotel California” isimli kitaba göre, CIA’nin kontr-terör ajanları 7 Temmuz 2002’den itibaren TSK’nın bütün muhalefetine rağmen Kuzey Irak’a girdi. Türkçe ve Yunancayı ana dili gibi konuşan Charles Sam Faddis ve emrindeki ekibin amacı Afganistan’daki Tora Bora’dan Kuzey Irak’a gelen El Kaide ve Ensar El İslam militanlarını öldürmekti. Peşmergelerle CIA’nin büyük işbirliğinin bu operasyonda başladığını anlatan Faddis, “Kurmal ve Sargat yakınlarında El Kaide’nin kimyasal silah ürettiğine dair elimizde deliller vardı. Yerlerini de belirledik. Saldırı için Beyaz Saray’dan izin ve Türkiye üzerinden gelecek silah ve helikopterlere ihtiyacımız vardı. Türkiye izin vermedi. Beyaz Saray da operasyona yeşil ışık yakmadı” diyor.
Sinir harbi
Kitaba göre, Faddis ve ekibinin TSK’yla sürtüşmesi Şubat 2003’ten sonra gözle görülür hale geldi. “TSK’nın bize PKK’lı var dediği yere 6 tane cip ve adamlarımı yolladım. Hiç kimse yoktu” diye yazan Faddis, “Gizli operasyonlar için İncirlik’ten gelecek malzemeye ihtiyacımız vardı. Her seferinde TSK’nın onayını almak gerekiyordu. Haftalar süren prosedür işimizi çok zorlaştırıyordu. Silopi’deki Türk komutan bizim Kuzey Irak’ta olmamızdan çok rahatsızdı” iddiasında bulunuyor. Mart 2003’te savaşın başlamasına haftalar kala, Faddis ve adamları bu kez gizli operasyonlar için Türkiye üzerinden silah, patlayıcı ve yiyecek geçirmek istedi. Türkiye’nin buna izin vermemesi üzerine CIA ajanları, Peşmergelerden Kalaşnikov ve kıyafet satın aldı, Kürtler gibi giyinerek onların arasına katıldı.
Geçerse yakalarız
Faddis, TSK’nın Kuzey Irak’a gidecek olan İncirlik merkezli sevkiyatları denetlemek istediğini belirterek “Sınıra gelen gizli görevli ekiplerimize çok kötü davranmaya başladılar” diyor ve şöyle devam ediyor:
“CIA merkezindeki gizli operasyonlar bölümünden bir üst düzey görevli Şubat 2003’te durumu görmek için bölgeye geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri bu geziden çok rahatsız oldu. Toplantılara gözlemci sokmak istediklerini, bunun anlaşmalar gereği olduğunu söylediler. CIA bu iddiayı reddetti. Buna Silopi’deki Türk Özel Harekât Birimi Komutanı çok sinirlendi. Bir gün Salahaddin’deki toplantımıza gelen Türk Teğmen, ‘Eğer bu gizli görevli sınırı geçerse Türk Ordusu kendisini gözaltına alacak’ dedi.”
Ankara’ya kadar
TSK’nın bu çıkışı üzerine sınıra tepeden tırnağa silahlı olarak ve çatışmaya hazır bir durumda gittiklerini belirten Sam Faddis, “CIA yetkilisine bir şey olursa Türk askerlerinin ölebileceğini söyledik. Sonuçta birileri Silopi’deki komutanı uyardı da şef sınırı geçti. Gerekirse şefin yanında Ankara’ya kadar gidebilirdik” diyor.
Türkler savaşı uzattı
CIA ajanı Faddis, savaş öncesi peşmergeleri, Kalaşnikoflar, cephane, GPS cihazları ve uydu telefonlarıyla donattıklarını anlatarak Kürtlerin Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremediğini ve bunun da Irak’ta 2 yıl süren iç savaşa yol açtığını, El Kaide’nin Musul’da toparlandığını savunuyor.
Sam Faddis, ABD’nin Kürtlere mutlaka bağımsızlık vermesini, Kuzey Irak’taki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının tamamen çıkarılmasını ve PKK’nın terör örgütü dışında bir yapı haline dönüştürülmesini istedi.
Sblogmug_cfaddis[1]am Faddis kimdir?
“Operation Hotel California” kitabını Deniz piyadesi Mike Tucker ile birlikte yazan Faddis, kitabın bir bölümünde 1997 Nevruzu’nda Diyarbakır’daki gösterileri ve olayları şehrin içinden takip ettiğini anlatıyor. Türkiye’de 90’lardan bu yana gizli görevli olduğu anlaşılan Faddis, Mayıs 2008’de CIA’den emekli oldu. Türkçe, Kürtçe, Yunanca ve Arapça bilen Faddis halen Annapolis’te yaşıyor. ”
RO/Zilan Dersim