BAŞBAKAN BARZANİ İLE PARLAMENTO BAŞKANI MÜFTÜ BİR ARAYA GELDİ: ''DE MİSTURA RAPORU KAYGI VERİCİ..."

PNA-Şemal Ebubekir /Hewler: Kürdistan bölge başbakanı Neçirvan Barzani ile Kürdistan Bölge parlamento başkanı Adnan Müftü bir araya geldi.Görüşmede , BM'nin federal Irak temsilcisi De Mistura'nın 140.madde konusunda hazırladığı rapor eleştirildi.

Başbakanlık binasında gerçekleşen toplantıda birçok bakan ve parlamenter de hazır bulundu. Görüşmenin ardından ortak bir basın toplantısı düzenleyen başbakan Barzani ile parlamento başkanı Müftü, De Mistura'nın 140.madde konusunda hazırladığı raporun ilk aşamasına değindi.

Raporun, Kürdistan halkı içinde büyük bir kaygı yarattığını belirten taraflar raporu sert bir dille eleştirerek '' De Mistura, raporunda , daha önce üzerinde anlaşmaya varılan çalışmalardan pişman olmuştur'' dedi.

Taraflar ayrıca De Mistura'dan Kürdistan'dan koparılan sorunlu bölgelerle ilgili raporunun ikinci ve üçüncü aşamalarında daha gerçekçi olmasını istedi.

Artık kendi anadilimizle konuşmak istiyoruz

Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nde düzenlenen 'Artık yeter anadilimizde eğitim istiyoruz' mitinginde konuşan Hakkari Bağımsız Milletvekili Hemit Geylani, Kürtçenin yıllardır inkar edildiğine dikkat çekerek, 'Artık kendi anadilimizde konuşmak istiyoruz' dedi.

Yüksekova Futbol Sahası'nda düzenlenen 'Artık Yeter Anadilimizde Eğitim İstiyoruz (Êdî Bes e, Em Perwerdehiya Bi Zimanê Xwe yê Zikmakî Dixwazin) mitingi'nde konuşan Hakkari Bağımsız Milletvekili Hamit Geylani, Kürtçenin yıllardır inkar edildiğine dikkat çekti. Kürtçe üzerindeki baskıların yeni olmadığını aktaran Geylani, 'Kürt dili üzerinde tarihten beri devam eden bir inkar politikası sürdürülmektedir. Hiçbir zaman dilimizle konuşmamız istenilmedi. Buna izinde vermediler. Kürtler artık kendi anadilleriyle konuşmak istiyor. 1920 Anayasasından önce Kürtler kandırılarak, gelin biz Müslümansız bu ülkeyi kurtaralım birlikte dediler. Ancak cumhuriyet ilan edildikten sonra çıkarılan anayasada tek dil, tek bayrak, tek millet sistemini halkımıza dayattılar. Bizler bu güne kadar ne kadar bu sorunları parlamentoya taşımış olsak da, AKP kalkıp türban meselesini bacılarımızın dini duygulularıyla oynayarak ülkenin temel sorunu olan Kürt sorununu örtbas etmeye çalışıyor. Biz Kürtçe dediğimiz zaman, TRT'de 24 saat boyunca bir kanal olacağını söylediler. Ama kendi sistemiyle bir dil başka dilerli vermeye çalışıyorlar. Bizim burada bulunmamızın sebebi anadilimiz hükümeti ve meclise iletmemizdir. Biz kendi dilimizi kendimiz geliştirmek istiyoruz. Bazılarının dayatacağı sistemleri asla kabul etmeyeceğiz' diye konuştu.

'İnkar politikasına artık yeter'

Bütün dünya halklarının kendi dilleriyle konuştuklarını dile getiren TZP Kurdi Sözcüsü Qehar Bateyi, 'Dünyada kendi diliyle konuşmayan tek bir halk vardır. Oda Kürt halkıdır. Kürt halkı yıllardır kendi diliyle konuşamıyor, hep başka diller Kürt halkına dayatılmıştır. Ancak herkes artık bunu net bilmelidir. Burada bir halk vardır o da Kürt halkıdır ve dili de Kürtçedir. Bu ülkede iki kardeş halk olduğu gibi iki dilde vardır. Nasıl Türkçe kendini rahat ifade ediyorsa Kürt halkı da diliyle kendisini artık rahat ifade etmesi gerekiyor. Bizler yıllardır bir şey istiyoruz. Özgürce dilimizi konuşmak ancak biz bunu istedikçe birileri kendi dilini bize dayatmaya başladı. TZP Kurdi olarak artık bu inkar politikasına artık yeter diyoruz. Artık dilimizi ve kültürümüzü özgürce yaşamak istiyoruz. Kürtler artık bunun mücadelesini her alanda verecektir' dedi.

'Kürtler anadilini özgürce kullanmak istiyor'

Dilsiz bir milletin olamayacağını dile getiren Yüksekova Kurdi-Der Şube Başkanı Besin Baykan, 'Kürt halkın talebi kendi anadilini özgürce kullanmasıdır. Bunun için biz buradan haykırıyoruz. Kürtçe özgür bir ortamda anayasal güvence altına alınmalıdır. Bunun içinde bu alanlara çıkman binlerin talepleri görülmelidir. Binler burada barış istiyor. Barışla birlikte dilini, kültürünü istiyor. Artık baskılara inkar ve imhaya êdi bes e diyor' dedi.

Kürt sorununun uluslar arası bir sorun haline geldiğini belirten DTP İlçe Başkanı Vahit Şahinoğlu, şunları söyledi: 'Kürtler artık her alanda taleplerini net bir şekilde dile getirmeye başladı. Bunun için Kürt halkı baskılara ve inkara karşı şuan ikinci 'Êdî Bes e' hamlesini başlatmıştır. Bu hamleyle sizler önderliğimize sahip çıkıyoruz. Tecrit ve izolasyonu kınıyor ve lanetliyoruz. Burada koruculara bir çağrı yapıyorum, gelin onurlu bir şekilde halkımızla birlikte mücadele edin. Artık onurunuzu satmayın.'

'Hiç kimse 'Sayın Öcalan' dememize engel olamaz'

'Kimse sayın Öcalan dememize engel olamaz' diyen Yüksekova Belediye Başkanı Salih Yıldız, şunları kaydetti: 'Ben buradan sayın Öcalan diyorum ve demeye devam edeceğim. Kürtlerin bir hayali daha gerçekleşti. İşte o hayal budur. Kürt halkı artık alanlarda dilini istiyor. Biz buradan bu dili karşı çıkman korucu olan ajan olanlara sesleniyoruz. Sizden hiç mi şeref yoktur. Nasıl kardeşlerinize kurşun sıkıyorsunuz. Sistem koruculuğu dayatıyor. Sistem işbirliği dayatıyor. Sistem Kürt halkına ihaneti dayatıyor. Biz buradan ihanete dur diyoruz.'Miting, sanatçılar, Koma Çiya, Koma Gulen Xerzan ile Rojda'nın seslendirdiği ezgiler eşliğinde çekilen halaylarla son buldu. HAKKARİ (DİHA)

BM'nin Kerkük raporuna Güney Kürdistan Parlamentosundan ret

BM Irak Temsilcisi Stafan De Mistura'nın bu ay içinde yapılması gereken Kerkük referandumunun önünün kesilmesini içeren ilk raporuna Güney Kürdistan Parlamentosu onay vermedi. 'Zulmü çekenler rahata kavuşturulmalı' diyen Kürt parlamenterler, Kerkük için 140. maddenin uygulanmasını istedi ve bunun anayasal bir hak olduğunu deklare etti. PÇDK ise, ekimde Kerkük'te yapılması beklenen yerel seçimlerde Kürt oylarının bölünmemesi için seçimlere katılmayacağını duyurdu.

'Anayasal hakkı çiğnemeyin' BM'nin Federal Irak Anayasası'nın 140 maddesi konusunda görevlendirdiği BM Irak Temsilcisi Stafan De Mistura'nın ilk raporunu sunmasından sonra olağanüstü toplanan Güney Kürdistan Bölge Parlamentosu, Kerkük konusunda 140. maddenin uygulanmasını isteyerek bunun anayasal bir hak olduğunu deklare etti.

Birleşmiş Milletler (BM) Irak Temsilcisi Stafan De Mistura'nın 140. madde konusunda hazırladığı 3 bölümden oluşan raporun ilk bölümünü görüşmek önceki gün üzere Adnan Müftü başkanlığında olağanüstü toplanan Kürt Parlamentosu'nda öneriler incelendi. Açılışta konuşan Parlamento Başkanı Adnan Müftü, 140. maddenin uygulanmasını isteyerek, bunun anayasal bir hak olduğunu kaydetti. Müftü, bu kararın özel bir parti veya kurum için değil, tüm bölgeyi kapsadığından uygulanması gerektiğini söyledi. Dış İlişkiler Bakanı Muhammed İhsan da raporun özetini aktardı. Raporun Kürtler aleyhine olduğunu belirten İhsan, 'Irak'ta bu sorunları çözecek güçlü bir siyasi irade yok. Bu konuda elimizdeki tüm belgeleri BM yetkililerine verdik. Sorunlu olan bölgelerle ilgili kendilerine 1 hafta içinde rapor verebiliriz. Elimizdeki belgeler 1957 yılı ile 1970 yıllarına kadar olan kısım hakkındadır' dedi. De Mistura ile birkaç konuda anlaştıklarını dile getiren İhsan, 'Eski Saddam kararları, 2005 genel seçimleri gibi konular üzerinde konuşmuştuk. Ancak kendisi bunları raporunda yer vermemiş. Sorunlu olan bölgeler için çözüm yok. 140. madde ile ilgili olarak yapılan işleri üç kısma ayıran De Mistura bunlar konusunda ise ayrı ayrı da rapor verecek. Şu ana kadar ancak birinci bölümün raporu belli oldu' dedi.

Yapılan zulüm... Parlamento şu açıklamada bulundu: 'De Mistura'nın raporunda işaret ettiği sözkonusu ilçeleri belirleme şeklinden kaygılıyız, özellikle önerileri dayandıran kaynaklar büyük kaygı verici. De Mistura'dan Irak hükümeti ile Kürdistan Bölge hükümetinden ve 140. Madde'yi Uygulama Yüksek Komisyonu ve ilgili her kesimden konuya ilişkin Kürdistan Bölge halkının kaygılarını anlamayı ve bölge halkının isteklerini ciddiye almasını istiyoruz. 140. maddeye herkesin tabi olmasını istiyoruz Çünkü anayasada olan bir madde. İsteğimiz, bölgenin coğrafi ve tarihi gerçeğinin bulunması, adaletin gelmesi ve yaşanan zulümlerin kalkması. Diktatör rejim, Kürt, Türkmenler ve bütün Kürdistan bölge halkı üzerinde çok zülüm yaptı, demografik yapıyı değiştirdi. O zulmü çekenler rahata kavuşturulmalı. Referandum zorla olmasın. Parlamento olarak, BM çalışmalarının diğer ikinci ve üçüncü aşamalarının tamamını bekleyeceğiz. Böylece son kararımızı vereceğiz' denildi.

İlk raporda Maxmur'a bağlı Keraç kasabasının Musul'a bağlanması, Akre'nin Dohuk kentine, Manedeli'nin ise Diyala'ya ve Hamdani kazasının da Musul'a bağlanması gibi öneriler bulunuyor. İkinci BM raporunda ise, Hanekin, Şingar, Tilkif, Tel Afer; Üçüncü BM raporunda ise özel olarak Kerkük ve etrafındaki bölgelerin yer alacağı kaydedildi. HEWLæR

'Rapor anayasayla uyuşmuyor' Kürt yönetiminin ihtilaf konusu bölgelerden sorumlu bakanı Muhammed İhsan, raporda Kürt bölgesinin sınırlarının adaletsiz bir şekilde belirlendiğini söyledi. İhsan, Maxmur kasabasının 14 kilometre güneyindeki Kereç'in Musul'a bağlanmasının büyük bir haksızlık olduğunu söyledi. Kürt Milletvekili Nuri El Talabani ise, raporun Kerkük konusunda, Irak Anayasası'nın Kerkük'ün statüsünü belirleyen 140. maddesiyle uyuşmadığını belirtti. Talabani ayrıca BM'den çözüm ummadıklarını belirtti.

PÇDK yerel seçime girmiyor Irak'ta ekim ayında Bağdat, Tikrik, Diyala, Musul ve Kerkük eyaletlerinde yapılması beklenen yerel seçimler öncesi ittifak arayışları da sürerken, Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) Kürt oylarının bölünmemesi için Kerkük'te seçimlere katılmayacaklarını açıkladı. ANF'ye bilgi veren PÇDK yetkisi Ekber Cihangir, 'Oyları parçalamamak için seçimlere girmeme kararı aldık' diye konuştu. 'Kerkük'ün Kürdistan'a bağlanmasını istiyoruz' diyen Cihangir, Kerkük'te Kürt halkı üzerinde çıkarlara dayalı farklı bir çözümü reddettiklerini dile getirdi. Kürdistan Bölge Başbakanı Neçirvan Barzani'nin herhangi bir seçim yapılmadan yeniden Başbakanlığa getirildiğini de ifade eden Cihangir, yeni hükümetin henüz kurulmadığına dikkat çekti. Cihangir, Irak Devlet Başkanı ve YNK Lideri Celal Talabani'nin, Neçirvan Barzani'ye yeni görevi verdiğini sözlerine ekledi.

Tek Kürtçe günlük gazete olan Azadiya Welat gazetesi'nin yazı işleri müdürüne hapis cezası

ANF-Türkiye'de yayın yapan tek günlük Kürtçe gazete olan Azadiya Welat Gazetesi'nin Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Vedat Kurşun, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 3 yıl 3 ay hapis cezası verildi.

Bugün 6'ıncı duruşması görülen davada iddia makamı Kurşun'un basın yolu ile örgüt propagandası yaptığını, Öcalan için 'Kürt Halk Önderi', 'Kürdistan', Kürt gerillaları için 'HPG gerillası' sıfatlarını kullandığı için cezalandırılması gerektiğini savundu.

Bunun üzerine Kurşun'un avukatı Servet Özen'in de hazır bulunduğu duruşmaya ara verildi. Kısa bir aradan sonra mahkeme heyeti söz konusu dosyadan Kurşun'a 3 yıl 3 ay hapis cezası verdi.

Kurşun, 5 Şubat 2008 tarihinden 29 Nisan 2008 tarihine kadar haber yoluyla "örgüt propagandası yaptığı" ve "basın yolu ile örgüt adına eylem talimatı verdiği" iddiasıyla tutuklu bulunuyordu. Kurşun dördüncü duruşmasında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

DTP'de "şahin - güvercin" tartışması

Milliyet -DTP'deki parti içi mücadele Parti Meclisi (PM) toplantısında da kendini gösterdi. Grup başkanlığından istifa eden Ahmet Türk, "şahin - güvercin" tartışmasının yapıldığı toplantıda, radikal söylemlerle dikkat çeken Genel Başkanvekili Emine Ayna ve birlikte hareket eden milletvekillerini "Şahin olup tüyleri dökülen kuşları çok gördük" sözleriyle uyardı.

Ayna'nın Genel Başkanvekili olması ardından yapılan ilk geniş katılımlı PM'de parçalı görüntü verilmesi eleştiri konusu oldu. Konuşmacılar, "şahin - güvercin" tartışmasının tabanı tedirgin ettiğini ve bölünmüş parti görüntüsünün endişeyle karşılandığını belirtti. Ayna da kısa konuşmasında, Türk'ün grup başkanlığından istifasına bilmeyerek yol açtığını belirterek özeleştiride bulundu. PM'de Türk'ün istifası sonrası ortaya çıkan tartışmaların basına yansıması da eleştirilirken, gazetecilere bilgi vermekle suçlanan DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, "Bizim yüreğimiz ihanet kuyularından su içmez" sözleriyle kendisini savundu. Toplantıda bazı milletvekilleri de, Ayna'nın radikal söylemlerinden rahatsızlık duyduğunu dile getirdi.

Türk'ü asker de, bürokrasi de istiyor Muş Milletvekili Nuri Yaman ise, isim vermeden Türk'ün genel başkan olmasının partinin geleceğini olumlu etkileyeceğini söyleyerek şöyle dedi

:"Devletin en üst düzeydeki insanından tutun, her kademedeki yönetici, bürokrat ve Genelkurmay'dakiler dahil, yaptığım görüşmelerde, Kürt sorununun hem Türklerin, hem Kürtlerin sorunu olduğunu, bu sorunun çözümünde DTP'den kabul edilebilir, en azından saygınlığı olan, güven veren ve partinin görüşlerini temsil etmeye yatkın insanların rol almasını istiyorlar. İsim vermeyeyim ama, bazı arkadaşların söylemleri, bize umutla bakan kişilerin umutlarını kırıyor. Bu sorunun çözümünde olumlu havayı ortadan kaldırıyor."

"Şahin görünenlerin tüyleri döküldü" Türk de, şahin - güvercin söylemine dikkat çekerek "Geçmişte, şahin olup da tüyü dökülen kuşlara dönenleri çok gördük. Biz Kürt hak ve özgürlükleri mücadelesinde gerekirse şahin, gerekirse güvercin oluruz. Kimse kimseden daha çok şahin ve daha çok güvercin değil. Biz, sorunun çözümü için elimizden geldiği gibi davranıyoruz" dedi.

Tuğluk'un sözleri rahatsız etti Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk'un, Kürt sorununun çözümünde PKK'nın dışında bir sivil inisiyatif geliştirilebileceği yönünde açıklama yapması ve parti içindeki radikal kanada yönelik "Tuzu kuru siyasetçiler, hamaset ve milliyetçi ajitasyonlarla savaşçı kesiliyor" suçlamasında bulunması da PM'de gündeme geldi. Tuğluk'un söyleminden rahatsız olan bazı milletvekilleri "Bu tür açıklamalar partiye büyük zarar veriyor" diyerek tepkilerini dile getirdi.-Namik Durukan

Leyla Zana'ya 5 yıl hapis istemi

10 Haziran 2008-KAPATILAN DEP'in eski Milletvekili Leyla Zana hakkında İngiltere Parlementosu'nda yaptığı konuşmada 'Yasa dışı örgüt propagandası yaptığı' gerekçesiyle 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Leyla Zana, bir süre önce İngiltere Parlementosu'nda yaptığı konuşmada teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın 'Kürtler'in beyni' olduğunu, PKK'nın ise, 'Milyonların çığlığı olan bir halk hareketi' olduğunu öne sürdü. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Zana hakkında başlatılan soruşturma tamamlandı. Başsavcılığın hazırladığı iddianamede Leyla Zana'nın Terörle Mücadele Yasası'nın 7- 2 maddesi uyarınca, 'Yasa dışı örgüt propagandası yaptığı' gerekçesiyle 5 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırlığı iddianamenin kabul edilmesi ardından Zana'nın yargılanmasına Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlanacak.

Bağımsız Kürt Devletleri

Kürdistan, Kasr-ı Şirin (1639) ve Lozan Antlaşması'yla (1923) dört parçaya bölünmüş, Ortadoğu'da 550.000 kilometrekare yüzölçümüne sahip bir ülkedir. Eski istatistiklere dayanılarak yapılan tahminlere göre Kuzey Kürdistan'da (Türkiye) 18, Doğu Kürdistan'da (İran) 8, Güney Kürdistan'da (Irak) 4, Güney-Batı Kürdistan'da (Suriye) 1,5 Milyon olmak üzere, 35 Milyonu aşan bir nüfusa sahip. Kürtler bu güne kadar kısa süreli de olsa varlıklarını sürdürebilmiş bir çok devlet kurmuşlardır.

Tarihsel sıralamaya göre bazı Bağımsız Kürt Devletleri-Yönetimleri:

Alamut Ziyar'ı Devleti
Kalardeşt kazılarında bulunan Ziyarlar döneminden kalma aslan motifli bir altın kupa (10. yüzyıl) İslam'ın Kürtlerce kabülünden sonra ortaya çıkan Kürt-İslam devletleri arasında askerî gücü en yüksek olan ve egemenlik alanı içerisinde büyük bir otorite kuran Ziyar Kürt Devleti ( آل زیار - Ziyarids) 928 yılında kuruldu. Deylem (Deyleman - Dailam) Aşireti'ne mensup Merdaviçê Ziyar tarafından Kürdistan'ın doğusunda ve Orta İran'ı da kapsayan bir coğrafyada kurulan devlet, Zaza olarak bilinen Dimilî Kürtleri'nin son büyük egemenliği oldu. Merkezi Cürcan'ın kuzeyi ve Mazendaran'da bulunan ve 928-1043 yılları arasında yaşan devletin egemenlik alanı Taberistan ve Cürcan'ı da içine alarak güneyde İsfahan ve Hamedan'a, batıda El Cezire ve Irak'a, kuzeyde ön Kafkasya'ya kadar uzanıyordu.

973-1048 yılları arasında yaşayan ünlü astronofizikçi El Burûnî'nin Farsça olarak kaleme aldığı Ay Kitabı'ndan ayın hareketlerini gösteren bir çizim. Taciklerin İran'da kurduğu ve 875-999 yılları arasında hüküm süren Samanîler Hanedanlığı'nda bir ordu komutanı olan Merdaviç'in Hamedan ve İsfahan'da 928′de başlattığı halk ayaklanması kısa sürede büyük bir taraftar kitlesi buldu. 9. yüzyılın sonlarına doğru Abbasi halifeliği döneminde İslam'ı kabul eden Deylem Aşiretleri'nin Keya Antlaşması ile bir araya gelmesi 930′da devletleşmenin önünü açtı. Böylece, bu dönemde İslam ümmeti içerisinde kahramanlıklarıyla ünlenen Kürtler, 6 hükümdar tarafından yönetilecek ve egemenlik alanlarında birkaç yeni Kürt devletinin tarih sahnesine çıkmasına sebep olacaktı. Sırasıyla, Mardaviçê Zîyar (928-934), Weşamgerê Zîyar (934-967), Zehîrodelê Bêstûn (967-976), Şemsül Mualî Ebulhassan Kawûs (976-1012), Felekül Mualî Menûşehrê Kawûs (1012-1031) ve Enûşirwanê Menûşehr (1031-1043) adlı emirlerin Keykawûs adını alarak hükümdarlık ettiği Ziyarlar, önce yine bir Kürt hükümdarlığı olan Alumutlar'ın ardından Selçukluların saldırıları sonrası zayıflayarak yıkılmıştır.

Halen İran'ın Gülistan bölgesinde bulunan Qaba Kawûs (Gonbad-e Qawus) Ziyarlar döneminin en görkemli eserlerinden biridir. 1006 yılında Şemsül Mualî Ebulhassan Kabûs döneminde yapılan kümbet, Gürgan (Cürcan) şehrinin 3 km. kuzeyinde bulunmaktadır. 10 köşeli Kürt güneşini temsil eden ve pişmiş tuğladan yapılmış olan kümbet, 70 metre boyunda ve 10 metre çapındadır. Qaba Qawûs'un kitabesinden kümbetin, Hicret'ten ay takvimiyle 397, güneş takvimiyle 375 yıl sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Bir efsaneye göre Keykawes Menûşehr'in oğlu Kawûs'un naaşının cam bir tabut içinde bu kuleye bir zincirle asıldığı söylenmektedir.


Gelişmiş bir askerî güce sahip olan Ziyarlar döneminde İslam sonrası Kürt mimarisi büyük bir gelişme kaydetmiş, özellikle astronomi, fizik, tıp ve matematik alanlarında büyük bilim adamları yetişmişti. Kürdistan coğrafyasında Kab Kültürü'nün (konik kubbe veya kümbet) disipline edilmiş ilk halinin mimariye uyarlanmasıyla oluşturulan ve aynı zamanda bir milli Kürt sembolü olan 10 köşeli güneş şeklinde yapılan Qaba Kawûs (Gonbad-e Qabus) aynı zamanda bir gözlemeviydi de. El-Burunî gibi bilimadamlarının yetiştiği bu dönemde Kürt emîri Keykawes'in amcası tarafından yazılan Kawûsname (Kâbûsname), devlet felsefesine getirdiği yeni açılımlar ve sosyolojik tespitleriyle kıymetini günümüze dek koruyabilmiştir.
Ziyar devleti 1011 yılında Alamut devletinin kurucusu Hasan El Sabah tarafından yıkıldı. Ziyar devleti, Kürt Dailam aşiretine mensup Ziyar'ı oğlu Merdavic tarafından 930'da Kürt yurdunun kuzeyinde kuruldu. Egemenlik alanı Taberistan ve Cürcan'ı da içine alarak güneyde Isfahan'a, batıda El Cezire ve Irak'a, kuzeyde Kafkaslar'a kadar uzanıyordu. Dailam aşireti, 9.yüzyılın sonlarına doğru, Abbasi Halifeligi döneminde Müslüman oldu. Hazar Gölünün güneybatı kesiminde yaşayan bu aşiret, büyük bir askeri güçe sahipti. Varlığını 141.yıl sürdürebilen bu devlet, 8 hükümdar tarafından yönetildi. Eski edebi eserler arasında yer alan "Kábusname" bu dönemde, Ziyarların son emiri Keykawes'ın amcası tarafından yazıldı.

Hamdani Devleti

Kürt Hamdanî Devleti 1039′da Arap Ukaylı Devleti tarafından ortadan yıkıldı.

Hamdanî devleti Seyt El Dewle tarafından 944 yılında Halep bölgesinde kuruldu. Bu tarihe kadar Musul merkezli Büyük Hamdani Devleti'nin bir parçasıydı. Söz konusu tarihte bağımsızlığını ilan eden El Dewle, Bizans Kralı Romanas'la Ruha'da (Urfa) yaptığı savaşı kazanınca Suriye ve Yukarı Mezopotamya'nın büyük bir bölümüne egemen oldu.

Varlığını 95 yıl sürdüren bu devlet Harput Kürt Aşiretleriyle anlaşmazlığı sonrası zayıfladı ve Araplar tarafından egemenliğine son verildi. Bu devletin sınırları ve süresi içerisinde El Mutanabi, Ebu Farizê Mala ve El Ferabî gibi önemli şair ve bilim adamları yetişti.

Büveyhogulları Devleti

Şiraz'daki bir pazar.

Büveyhoğulları zamanında yapılmıştır.

Kürt Büveyhogulları devleti, 1050'de Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey tarafından yıkıldı. Büveyhogulları devleti 934 yılında Ali Hasan ve Hüseyin Ahmet kardeşler tarafından Güneybatı Iran'da kuruldu. Deylem Dağlarında yaşayan Bercenkiaver Kürt aşiretine mensup üç kardeş kısa bir süre içinde devletin egemenlik alanını güneyde Isfahan- Şiraz, kuzeyde ise Hamedan'a kadar genişlettiler.

Babaları Ebu Suce Büveyh'ten dolayı "Büveyhogulları devleti" denildi. Abbasi Halifesi Kahir Billah, bu devletin egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Abudüd devletinin hükümdarlığı sırasında pek çok cami, hastahanene, imarathane, yollar ve kuyular yapıldı.

Mogol istilaları sırasında bu bölgelerde her şey yakılıp yıkıldığı için bu devlet hakkında daha ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır.

Mervani Devleti

Ubeydullah bin Bahtişu ile Amid emiri Sadeddin'i gösteren bir minyatür (11. Yüzyıl - BL)

Harputtaki Kürt aşiretlerinden Dostkî'lere mensup Ebu Abdullah Şa Baz Bin Dostik tarafından 981 yılında Meya Farqin'de (Diyarbekir-Sîlwan) kurulan Merwanî Kürt Devleti'nin varlığına, 1085′te Selçuklu Emîri Melikşah tarafından son verildi.

990 yılında Hamdanîlerle yapılan bir savaşta Baz ölünce, yerine yeğeni, Merwan'ın oğlu Ali Hasan geçti. Babasına atfen, devlet Merwanî olarak adlandırıldı. Devletin egemenlik alanı kısa bir sürede gelişti. Güneyde Cudî eteklerinden başlayıp Cizre ve Hasankeyf'e, batıda Harput, kuzeyde Malazgirt ve doğuda Hakkâri'ye kadar uzandı. Çoğu tarihçiye göre, Merwanîlerin zenginliğine göz koyan Melikşah, devletin hükümdarlarından Nasır Nizam El-Dewle'ye memleketi paylaşma teklifinde bulundu; fakat bu teklif reddedilince, Melikşah veziri Fahrüldevle yönetiminde büyük bir ordu göndererek Diyarbakır ve Silvan'ı ele geçirirerek hazinedeki 1 milyon altına el koydu. Mervanî ailesini de Bağdat'ın kuzeyinde bulunan Harbe köyüne sürgüne gönderdi.

11. Yüzyıla ait elyazmada batılı bir seyyahın Merwanî'leri konu alan yazısı ve Emir Ebu Nasr'ı gösteren resim. Merwanîler döneminde Kurdistan'da birçok cami, medrese, kervansaray, köprü, hamam, su kanalı yapıldı. Meyafarqîn bu dönemde büyük bir ticaret merkezi haline geldi. Emir Ebu Nasr döneminde kültürel ve edebî çalışmalara önem verildi. Devlete sığınan şairler ve bilim adamları himaye edildi. Bu nedenle El Dela, Tihamî, Ebu Riza, Siman El Hotaci gibi birçok yerli ve yabancı şair, şiirlerinde Emir Ebu Nasr'dan övgü ile söz ederler. Mervani Kürt devletine 1087'de Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından son verildi. Merkezi Silvan olan Mervani devleti, Harput Kürt aşiretine mensup Bad tarafından 981'de kuruldu. 999'de Hamdanilerle yapılan bir savaşta Bad ölünce, yerine yeğeni Mervan'ın oğlu Ali geçer ve babasına atfen devletin ismi "Mervani" olarak adlandırıldı. Devletin egemenlik sahası: Güneyde Cudi eteklerinden Cizre- Hasankeyf'e, batıda Harput, kuzeyde Malazgirt ve doğuda Hakkari'ye kadar genişledi. Mervani devletinin zenginliğine göz diken Melikşah, devletin son emiri olan Nasiruldevle'ye "memleketi paylaşalım" teklifinde bulundu. Teklifi reddedilen Melikşah, veziri Fahrüldelevle yönetiminde Silvan üzerine büyük bir ordu göndererek Diyarbakır ve Silvan'ı ele geçirerek hazinede bulunan 1 milyon altına el koydu.

Sedadi Devleti
1164'te Selçuklu Kralı Melikşah tarafından ortadan kaldırıldı. 951'de Ravvadi aşiretinden (Selahaddin Eyyubi'nin mensubu oldugu aşiret) Muhammed Seddat tarafından kuruldu. Bu devletin yönetim merkezi başlangıçta Dabil-Dvin idi. Daha sonra Gence yönetim merkezi oldu.

Egemenlik alanı Ravvadi Kürt aşiretinin yönetimindeki Arran bölgesi, Nahcivan, Gence, Berba, Dubeyl ve Beylekan bölgelerinde oluşuyordu. Arran güneyde Aras'la, kuzeyde Kura Irmağı arasında yer alan ve Derbend'e kadar uzanan bir bölge idi. Romalılar ve Helenler buraya ülke adı olarak "Albaniya", kavim olarak da "Ariyan" diyorlardı. Bu sözcük Arapçaya "Arran" şeklinde geçmiştir.

Hasanveyh Devleti
Son hükümdarı Ebul Mansur'un ölümü ile içerden bir hayli zayıflanmış olan Hasanveyh devleti 1121'de kendiliğinden dağıldı. Bu devletin hükümranlık dönemi toplam olarak 171 yıl sürdü. Devlet, Barzikan- Baruni aşireti lideri Hasanveyh bin Hüseyin tarafından 959 yılında kuruldu. Egemenlik sahası Şehrezor, Dinaver, Hamedan ve Nihavend bölgeleriydi. Devletin başkenti, Bisulun Dağı'nın güneyine düşen Sermac şehri idi. Hasanveyh'in 979 yılında ölmesi üzerine, yerine oğlu Bedir geçti. Devletin sınırları Bedir döneminde Ahvaz, Huristan, Berucerd ve Esadabad'ın katılması ile genişledi.

Eyyubi Hanedanlığı Devleti
Selahaddin Eyyubi'nin 4 Mart 1193'te Şam'da ölmesi üzerine Kürt Eyyubi Imparatorluğu aynı yıl parçalandı. Eyyubi Imparatorluğu, Selahaddin Eyyubi tarafından Mayıs 1175'te kuruldu. İyi bir dini ve askeri eğitim alan Selahaddin, 1165 yılında Mısır'a vezir seçildi. Fransız ve Bizans ordularına karşı büyük başarılar elde eden Selahaddin, İslam dünyasında kendisini büyük sempati duyulan, tam anlamı ile güçlü bir vezir ve önder durumuna geldi.

10 Aralık 1171'de, varlığını 200 yıl sürdurmüş olan Mısır Fatimi Halifeliğine son verdi. Kardeşi Turan Şah yönetimdeki bir orduyla kısa bir süre içerisinde Hicaz, Yemen, Aden ve Mekke'yi aldı. Eyyubilerin buralardaki hakimiyeti 50 yıldan fazla sürdü. Suriye Kralı Nureddin'in 13 Mayıs 1174'te ölmesi üzerine Selahaddin bir ordu ile Suriye'yi hakimiyeti altına aldı.

Bağdat'ta ki Abbasi Halifesi, Mayıs 1174'te Selahaddin Eyyubi'nin krallığını kabul ederek fethettiği topraklardaki otoritesini tanıdı. Musul şehrini de alarak Musul Atabeklerine son veren Selahaddin, ülkesinin sınırlarını Fırat Nehri'ne kadar genişletti. Yukarı Mezopotamya'daki küçük beylikleri de hakimiyeti altına alan Eyyubi İmparatorluğu'nun sınırları doğuda Dicle Nehri'ne, kuzeyde Ermenistan hudutlarına, güneyde Yemen'e, batıda ise Tunus'a dayanıyordu. 1187'de Kudüs şehrini Hıristiyanların elinden aldı ve bu durum islam dünyasında ona büyük bir saygınlık kazandırdı. Dinde yaptığı reformlardan dolayı, adı dini islah eden anlamında "Selahhadin" olarak değiştirildi. Eyyubiler döneminde pek çok Kürt yazar, şair, bilim adamı ve aydın yetişti. İzzeddin Ali, Mecdeddin Ebu Saadet, İbnul Esir el Cezeri (Nasrullah) bunlardan bir kaçıdır.


Alamut Devleti
Alamut Kürt devleti Moğol Hükümdarı Hulagu Han tarafından 1256'da yıkılarak ortadan kaldırıldı. Alamut devleti Hasan El Sabah tarafından 1011'de kuruldu.

İsmailiye mezhebi temelinde güçlü bir örgütlenme yaratan Hasan El Sabah, Kürt aşiretlerini harekete geçirecek bir iç ayaklamayla Ziyar devletine son verdikten sonra, aynı topraklarda dini esaslara dayalı bir devlet kurdu.

Varlığını 179 yıl sürdüren bu devlet, 8 hükümdar tarafından yönetildi. Devletin son hükümdarı olan Hür Şah, Moğollar tarafından idam edildi.

1124 yılında ölen, etkileyici dini lider ve başarılı bir devlet yöneticisi olan Hasan El Sabah için Marko Polo şöyle diyor: "Bu kişi yüksek dağlık bölgede bir sevgi cenneti kurdu. Çok zengin bir hazineye sahip idi. Kurmuş olduğu bu cennet nedeniyle İslamiyet içerisinde kısa zamanda geniş bir taraftar kitlesi

Gor Devleti
Harzemşahlar 1214'te Kürt Gor devletinin başkenti Firuzkuk'u ele geçirerek bu devletin egemenliğine son verdiler. Gor devleti, Seyfuddin Suri tarafından 1148 yılında Kuzeydoğu Iran'da kuruldu. 1148'e kadar Selçuklu devletine bağlı bir beylik olarak varlığını sürdüren Kürt Gor aşireti, Seyfuddin Suri'nin beyliğin başına geçmesi ile bu tarihte bağımsızlığını ilan etti. Suri, devlet sınırlarını kısa bir süre içinde genişletti. Selçuklular ve Oğuzlarla sürekli çatışma halinde bulunan Gor hükümdarı Giyasuddin, büyük bir hareket başlatarak (1173) kademeli olarak Gazne, Herat, Multan, Uccah, Siudi, Esaver, Debut ve Lahor şehirlerini aldı ve Gazneli Sultan Mahmud hanedanlığını ortadan kaldırarak kardeşi Muiziddin'i Gaznelilerin varisi ilan etti. Muiziddin 1192'de Kuzey Hindistan ve Bengal'i fethetti.

Botan'da Bir Kürd Hükümeti [1842]

Fotoğraf: 1880′lerde İstanbul'da bulunan Bedirxanîlerin önde gelenleri toplu halde. Oturanlar (soldan sağa): Emin Ali Bey, Ali Şamil Paşa, Bahri Bey. Ayaktakiler (soldan sağa): Murat Remzi Bey, Hasan Bedirxan, Mikdat Mithat Bedirxan ve Kamil Bedirxan
1803 yılında Cizre'de dünyaya gelen Bedirxan Bey, 18 yaşında (1821) Botan Emirliği'nin başına geçti. Bedirxan Bey çok genç yaşta olmasına rağmen, çevredeki Kürt beylerine iktidarını kabul ettirdi. Osmanlıya asker ve vergi vermeyi reddetti ve bağımsız bir ordu kurup kendi emirliğinin içerisine yeni topraklar katarak genişlemeyi sürdürdü. Kısa bir süre içerisinde Bitlis, Hakkâri, Muş, Van ve Kars Kürt beyleriyle ittifak sağlayarak Osmanlı eğemenliğine karşı Peymana Pîroz'u (Kutsal Anlaşma) gerçekleştirdi.

Bu birliğe Doğu Kurdistan'ın en büyük Kürt beyliği olan Erdelan Beyliği'ni de dahil ederek, aşiretlerden ortak bir ekip kurdu ve kaleleri gözden geçirip yeni kaleler inşaa etti. Kurulan ordunun askerî gücü arttırılarak, Cizre'de biri barut diğeri tüfek üreten iki atölye kurdu. Yerli uzmanların yetişmesi ve modern savaş taktiklerini öğrenmeleri için Avrupa'ya öğrenciler gönderdi. Ermeni ve Asurilerle antlaşmalar imzalarak onların güçlerini yanına aldı ve Kürtler için gayri müslimlerle evlenmeyi serbest bıraktı. Osmanlı'nın aldığı vergiden çok daha az bir oranla vergi aldığı için halkın sempatisini topladı böylece civar halkların topraklarını da beyliğine kattı. En büyük hayalinin Karadeniz ile Van Gölünü tıpkı yine o zaman yapımı konuşulan Süveyş gibi bir kanalla birleştirerek denizlere açılmak olduğu söylen Bedirxan Bey, ticaretin gelişmesini sağlamak için Van Gölü'nde deniz taşımacılığını geliştirdi ve modern gemi inşa tekniklerini öğrenmeleri için de 140 öğrenciyi İngiltere'ye gönderdi.

Nihayet 1842 yılında bağımsızlık ilan eden Bedirxan Bey, Cizre'yi başkent yaptı Kurdistan bayrağı çekildi. Kürt liderler, Kurdistan hükümetini koruyacaklarına ve Bedirxan Bey'i destekleyeceklerine dair and içtiler. Süreç, Kürt coğrafyasının Osmanlı'dan ayrılması doğrultusunda gelişiyordu. Bu da İstanbul'un yanı sıra bölge üzerindeki çıkar dengelerini sarsacağı için Avrupa devletlerini ürkütüyordu. Batılı misyonerlerin teşvikiyle, Asuriler, Bedirxan Bey ile olan anlaşmalarını bozarak ona olan desteğini geri çektiler. Bu noktadan hareketle, batılı devletlerin sultan üzerindeki baskıları, Osmanlı yöneticilerini Bedirxan Bey'e karşı harekete geçmeye teşvik etti.

Mereşal Hafız Paşa, görüşmeler yoluyla Bedirxan Bey'in Osmanlı hakimiyetini tanımasını sağlamakla görevlendirildi. Ne var ki Bedirxan Bey görüşmeleri kabul etmedi ve ne yapıldıysa sultandan gelen teklifleri reddederek Kurdistan'ın bağımsızlığını vurguladı. Tarih, 6 Haziran 1847′yi gösterdiğinde Osmanlı ordusu üç koldan başkente saldırıya geçtiler. Harput, Urfa, Diyarbekir, Erzurum, Bağdat ve Musul bölgelerinde bulunan askeri güçler de bu taarruza katıldılar. Osmanlıların sayıca üstünlüğüne rağmen Bedirxan Bey'in kuvvetleri ilk çarpışmada üstünlük elde ettiler. Fakat Bedirxan Bey'in yeğeni ve önemli komutanlarından Yezdan Şer'in esir düşmesi neticesinde gizli cephanelerin yerleri ortaya çıkmış ve silah fabrikası Osmanlılarca ele geçirilmişti. Bu arada Kars, Van ve Muş'ta da Kürt aşiretleriyle Osmanlı askerleri arasında küçük çaplı çatışmalar meydana geliyordu. Bir sonraki çatışmada Kürt beylerinin yardıma geç ulaşması sonucu Bedirxan Bey, kendi birliğiyle Eruh Kalesi'ne çekilmek zorunda kaldı. Osmanlıların kale kuşatması görüşmelere zemin hazırladı 27 Temmuz 1847′de Bedirxan Bey, hiçbir askerine dokunulmaması şartıyla teslim oldu. Bedirxan Bey ve ailesi önce İstanbul'a daha sonra da Girit adasına sürgüne gönderildi. Aşırı nemden dolayı hastalanan Bedirxan Bey, Kürdistan'da ölmek istediğini sultana bildirdiyse de bu isteği kabul görülmedi ve Şam'a sürüldü. Son yıllarını burada yaşayan Bedirxan Bey, 1868′de burada öldü.

Mahabad Cumhuriyeti
Kürdistan Milli Meclisi, 11 Şubat 1946′da Qadi Muhammed'i Cumhurbaşkanlığına, Hecî Baba'yı Başbakanlığa ve General Mustafa Barzanî'yi de Genelkurmay Başkanlığına atadı. Aynı gün, Kürdistan Cumhuriyeti Anayasası ile "milletin meşru egemenliği" garanti altına alınarak Kürtçe resmî dil, üstte kırmızı altta yeşil kuşak üzerine bir güneşin bulunduğu bayrak Kürdistan bayrağı ve Şair Dildar Rauf'un Ey Reqib adlı şiiri milli marş olarak kabul edildi.
İran'ın 1941 yılı Eylül ayında İngiliz ve Ruslardan müteşekkil itilaf kuvvetleri tarafından işgal edilmesi, İran'ın Kürtler ve aynı yönetim altında yaşayan Azeriler üzerindeki otoritesinin çökmesine yol açtı. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bu çöküşün en ciddi sonuçlarından biri Ruslar karşısında yenilen ve geri çekilmek zorunda kalan İran kuvvetlerinin geride bıraktığı askerî mühimmatın Kürtlerce ele geçirilmesi oldu. Bu gelişme, Şah Rıza rejimi tarafından zulme uğramış, liderleri zehirlenmiş, asılmış ya da toplu olarak göçe zorlanmış Kürtlerin konumunu bir anda değiştirmekle birlikte bölgedeki dengeleri de alt-üst etmeye yetmişti.İngiliz-Rus işgali sonrası Doğu Kürdistan, Rus Hakimiyet Bölgesi, İngiliz Hakimiyet Bölgesi ve Kürtlerin denetimindeki bir ara bölge olmak üzere üçe bölünmüştü. Denetimsiz kalan bu bölgede güç toplayan Kürtler, Rus ve İngilizlerle görüşerek, İran'ın bölgedeki hakimiyet bağını tamamen ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmakta gecikmediler.

İran idaresinin bölgedeki zayıflığı Rusların, Celalî, Şîqaq, Herkî ve diğer birçok aşiretle lokal ilişkiler geliştirmesinin önünü açmıştı. Kürtlerin talepleri Ruslar tarafından ilk başta olumlanmadıysa da ilerleyen zamanlarda Kızıl Ordu'ya tahıl temini ve bölgede güvenliğin Kürt birliklerince sağlanması şartıyla Ruslar, Kürtlere İran ile aralarındaki meseleyi çözme izni verdiler. İngilizler ise Şeyh Mahmud Berzenci'den deneyledikleri sorunlardan dolayı Kürt taleplerine her seferinde olumsuz yanıtlar vermekteydi. Nitekim Kürdistan, bölgedeki diğer ülkeler için de hassas bir konuydu ve İkinci Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Britanya, Ortadoğu'da bir risk almak istemiyordu.

Denetimsiz bir bölgenin oluşması Kürt aşiretleri için önemli hâkimiyet alanları meydana getirmişti. Örneğin Şah Rıza ile girdiği mücadele sonrası topraklarını terk etmek zorunda kalan Banî Beyzade aşiretinin liderlerinden Hama Reşit Beg, saygı duymadığını söylediği Irak-İran sınırını geçerek, topraklarına dönmüş ve taraftarlarının yardımıyla Bane ile Zerdeşt bölgelerini kapsayan yarı-özerk bir otorite kurmayı başarmıştı. Yüksek rütbeli bir İran subayını öldürmesine ve isyancı olarak ilan edilmiş olmasına rağmen İran Hükümeti, Hama Reşit'i bölgenin yarı-resmî valisi olarak tanımak zorunda kalmıştı. Yine aynı şekilde Mehmud Axayê Senê'nin kurmuş olduğu hakimiyete İran güçleri müdahele edememişti. 1942 yazında Hama Reşit Beg ile Mehmud Axa arasında ihtilafların ortaya çıkmasıyla İran, Mehmud Axa tarafında yer aldı ve Hama Reşit'in yok edilmesi için gerekli mühimmatı sağladı. Yenilen Hama Reşit, tekrar Irak sınırının diğer tarafına sürüldü. Bir yıl geçmeden İran, kuvvetlerini Mehmud Axa'nın üzerine yöneltti ve sınırın diğer tarafına sığınana kadar peşini bırakmadı.

Bu olayların neticesinde zayıf düşen Kürt birlikleri İran ordusu karşısında tutunamadı ve 1945 Eylül'ü itibariyle Saqiz - Bane - Zerdeşt hattının güneyindeki tüm Kürt bölgelerinin denetimi tekrar İran Hükümeti'nin eline geçti. Geriye kalan bölgelerde yine güçlü bir Kürt varlığının söz konusu olması hasebiyle İran daha çok ilerleyemeden durmak zorunda kaldı. Hattın diğer tarafında kalan Mehabad şehrinde ise Kürt siyasî çalışmaları önemli sonuçlar doğuracaktı.
İşgalin ilk yıllarından beri Kürtlerin siyasi bir varlık gösterdikleri Mehabad şehrinde 16 Ağustos 1943′te bir grup Kürt yurtseveri tarafından Komelaya Ciwanê Kurd (Kürt Gençlik Komitesi) kurulmuştu ve faal bir şekilde bağımsız Kürdistan propagandası yapmaktaydı. Değişen dünya dengeleri onlara bu fırsatı verebilirdi. Bu dönemde Kürdistan için iki önemli girişim dikkat çekiyordu. İlki, Rusların 1942′de nüfuz sahibi bazı Kürtleri Moskova'ya bir kongreye davet etmesi, ikincisi ise Irak ordusuna mensup üç Kürt subayın Kürdistan'ın bağımsızlığının desteklenmesi karşılığında Almanya'ya karşı verilen savaşta Kürt vatandaşlarının silahlı desteğinin önerilmesi oldu.
Rusya, İran'daki Kürt politikasını 1944′te uygulamaya koydu ve Komela'nın başvurusu üzerine Mehabad'a Kürdistan-Sovyet Kültürel İlişkiler Topluluğu (KSKT) adıyla bir şube kurdu. Nitekim, öncesinde bir yeraltı örgütü olan Komela, 6 Nisan 1945′te, KTSK'nin binasında yapılan bir törenle tüzüğünü deklere etti. Rızaiye'deki Sovyet Konsolosu ve Sovyet-Azerbaycan Kültürel İlişkiler Topluluğu'nun şefi törenin şeref konuklarıydı. Bu programın en önemli bölümü "Dayika Niştiman" (Anavatan) adlı oyundu. Bu oyunda Kürdistan'ı temsil eden bir yaşlı bir kadın, Irak, İran ve Türkiye'yi temsil eden üç 'vicdansız' tarafından tartaklanıyor ve kötü muameleye tabii tutuluyordu. Oyun, 'Dayika Niştiman'ın oğullarının ortak çabasıyla kurtarılmasıyla bitiyordu. Oyun seyredenleri o kadar etkiliyordu ki hayatları boyunca düşman olmuş kimseler gözyaşları içerisinde birbirlerine sarılıyor ve Kürdistan'ın intikamını almaya hep beraber yemin ediyor, kan davalarından Kürdistan için vazgeçiyorlardı.

Bu dramatik oyunun başarısının yanı sıra bu toplantıdaki en önemli olay, elbette ki Kültür Kurumları başkanı Qadi Muhammed'in Komela'ya kabul edilişiydi. Bu kabul edilişten hemen sonra güçlü kişiliği, karizmatik davranışları ve entelektüel birikimiyle örgüt içinde yükselen Qadi Muhammed, yönetimi tek elde bulundurarak bir Kürdistan politikası belirlemeye başladı.

Qadi Muhammed, 12-15 Eylül 1945 tarihlerinde çeşitli temaslarda bulunmak üzere kuzeni Seyfî Qadi ve Hecî Baba ile birlikte Bakü'ye gitti. Burada Rus yetkililerle görüşmelerde bulunan heyet, Mehabad'a dönüşü ertesi Mizhê Dimoqratî Kurd (Kürdistan Demokrat Partisi) adlı bir parti kurduğunu açıkladı ve bir bildirgeyle Kürt aydın ve soylularına bildirimde bulundu. Açıklama toplantısına katılan bütün Kürtler, oluşuma tam destek sundular ve ortak bir bilgirge yayınlayarak partiye üye oldular. Kısa bir süre içerisinde Iraktaki Kürtlerle diyalog geliştiren parti yöneticileri, Mustafa Barzanî ve peşmergelerini Mehabad'ta bir tören ile karşıladılar.

Tarih, 22 Ocak 1946′yı gösterdiğinde Qadi Muhammed, Çarçıra Meydanı'nda Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan etti. Mahşerî bir kalabalık ve büyük bir coşkunun hakim olduğu tören Kürdistan için bir dönüm noktası niteliğindeydi.


Kürdistan Milli Meclisi, 11 Şubat 1946′da Qadi Muhammed'i Cumhurbaşkanlığına, Hecî Baba'yı Başbakanlığa ve General Mustafa Barzanî'yi de Genelkurmay Başkanlığına, Seyfi Qadi'yı ise Kolluk Kuvvetleri Komutanlığına atadı. Aynı gün, yürütme organları, yargı, askerî ve kültür kurumları kabul edildi. Kürdistan Cumhuriyeti Anayasası ile "milletin meşru egemenliği" garanti altına alınarak Kürtçe resmî dil, üstte kırmızı altta yeşil kuşak üzerine bir güneşin bulunduğu bayrak Kürdistan bayrağı ve Şair Dildar Rauf'un Ey Reqib adlı şiiri milli marş olarak kabul edildi.


Bir süre sonra basın yayın örgütlenmesi yapıldı ve 10 Ocak 1946′da yayın hayatına başlamış olan Kurdistan dergisinin yayına devamına ve Kurdistan adlı resmî bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Kürdistan Milli Meclisi, aldığı kararlar ile eğitim alanında iyileştirme kararı aldı ve genel ve zorunlu ilk öğretimi tesis eden yasalar çıkardı. Fakir ailelerin çocuklarına para yardımı, giyecek ve ders kitapları verildi. Kültürel çalışmaların önemini vurgulayan meclis, ilk olarak iki Kürt şairin, Hejar ile Hêmen'in şiir kitaplarını devlet matbaasında bastırdı. Kısa bir süre içerisinde Kürt okulları kuruldu ve Kürtçe eğitime başlandı. Hawar ve Hilale adıyla iki yeni dergi yayınlandı. 10 Mart'ta ise Sovyetlerin göndermiş olduğu bir verici istasyonu ile Mehabad Radyosu yayın yapmaya başladı.

Bu arada komşu ülkelerin konuyla ilgili tepkileri gecikmedi. Türkiye Başbakanı Mehmet Şükrü Saraçoğlu 6 Mart 1946′da, İran ve Rusya'ya, konuya müdahalelerinin olabileceğine dair birer telgraf çekmiş ve gelişmelerin endişe verici olduğunu belirtmişti. İran ise Kürdistan rahatsızlığını Rus ve İngiliz yetkililere bildirmiş ve Sovyetlerin Kürt gücünü kontrol edememesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağını beyan etmişti. Bu gelişmeler karşısında Kürdistan Milli Meclisi, İran Hükümeti'ne bir muhtıra çekerek, ülkedeki Kürt sorunun sadece Kürdistan Cumhuriyeti sınırlarıyla değil, ülkenin tümünde yaşayan Kürtlerle ilgili bir iç sorun olduğunu vurguladı ve karşılıklı müzakereler ile Kürtlerin insani haklarının iade edilmesi istendi. Muhtıra, bir Kürdistan Yüksek Konseyi'nin oluşturulmasını teklif etmekteydi ve bu muhtıranın barışa uzatılmış bir el olarak algılanması gerektiği belirtiliyordu.

Tarihler 9 Mayıs 1946′yı gösterdiğinde ABD, İngiltere, Türkiye ve İran'ın baskıları sonucu Sovyetler, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti'nden desteğini çektiğini Moskova Radyosu'ndan duyurdu. Bunun üzerine ertesi gün Kürdistan Savaş Konseyi, ABD, İngiltere, Türkiye, İran ve S.S.C.B'ye birer ihtar çekerek Kürdistan'ın bağımsızlığı ve milli eğemenliği vurgulandı. ABD ve SSCB'nin bu konuyla ilgili görüş ayrılıkları Soğuk Savaş'ın başlangıç merhalelerinden birini oluşturdu. Bir anda yalnızlaşan Kürtler, serinkanlı davranmak durumundaydılar. Qadi Muhammed, 1 Haziran 1946′da Fransız Basın Ajansı'na açıklamada bulundu ve İran Hükümeti'nin İran genelinde demokratik yasaları uygulamasını, Kürtlerin dil, eğitim ve kültürel haklarını tanımasını istedi. Fransız muhabirin Qadi Muhammed'e merkezi hükümetle çatışma tehlikesi ve yabancı müdahale ihtimali ile ilgili bir soru sorması üzerine, Kürdistan Cumhurbaşkanı şu cevabı veriyordu:

"Kürdistan'daki durum Azerbaycan'daki durumdan çok farklıdır. Ülkemiz hiçbir zaman Sovyet askerlerince işgal edilmemiş ve Rıza Şah tahttan indirildiğinden beri, ne jandarm ne de İran ordu birlikleri Kürdistan'a girmişlerdir. Bu sebeple biz, bağımsızız ve kendi irademize sahibiz. Üstelik kim tarafından yapılırsa yapılsın yabancı bir müdahaleye müsamaha göstermeyeceğiz. […] Ancak bilinmelidir ki Amerikalıları ya da Rusları taklit etmek istemiyoruz, fakat medenî ülkelerin hayvanları durumuna düşmeyi de reddediyoruz…"
Ne var ki 10 Aralık 1942′de Sovyetler ve İran arasında bir anlaşma sağlandı ve İran, aynı gün Kaflankuh Geçidi'nden Kürtlerle kader birliği yapmakta olan Azerilere saldırdı ve Tebriz'i geri aldı. Bu, başkent Mehabad'ın düştüğü anlamına geliyordu. İran Birlikleri buradan Kürdistan üzerine yürüdü. Qadi Muhammed'in Tahran'daki kardeşi Sadrî Qadi, İran'da bir parlamenterdi ve bu durum üzerine İran ve Kürdistan Hükümeti arasında uzlaşı sağlamaya çalıştı. Nitekim bir barış antlaşması da imzaladılar. Antlaşma gereği General Mustafa Barzanî ve Seyfî Qadi komutalarındaki birlikler etkisiz hale getirilerek başkentin dışına alınmıştı. Yaklaşık bir hafta boyunca İran ve Kürt hükümetleri herhangi bir sorun çıkarmadan kentte sükûneti sağladılar. Fakat 17 Aralık'ta Qadi Muhammed ve kuzeni Seyfî Qadi da dahil olmak üzere Kürdistan Milli Meclisi'nin tüm üyeleri tutuklanarak hapse atıldı. Kentte karışıklık baş gösterdiyse de İranlılar olaya hâkim olmakta gecikmediler ve Mehabad'ın denetimini ele geçirdiler. 30 Aralık 1946′da Qadi Muhammed'in kardeşi Sadrî, Tahran'daki evinde tutuklandı ve Mehabad'a getirildi. Usulsüz ve yetkisiz bir mahkeme kuruldu ve Qadi Muhammed, Seyfî Qadi ve Qadi Muhammed'in kardeşi Sadrî ölüm cezasına çarptırıldı. Qadi Muhammed, kardeşinin haksız yere cezalandırıldığını ve bu cezanın affedilmesi gerektiğini ısrarla belirttiyse de karar değişmedi ve üçü de 31 Mart 1947′de sıkı koruma altına alınan ve Bağımsız Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti'nin ilan edildiği Çarçıra Meydanı'nda idam edildiler.

Kürdistan Cumhuriyeti'nin yıkılması ve Qadi Muhammed'in asılması bütün Kürtler tarafından üzüntüyle karşılandı. Türkiye ve Irak'ta Kürt bölgelerinde geniş tedbirler alındı. Diyarbakır, İstanbul, Süleymaniye, Bağdat gibi şehirlerde ancak küçük protestolar düzenlenebildi. İran'da sıkıyönetim ilan edildiyse de Luristan'ın Urumabad kasabasında infazlara bir tepki olarak 11 Mayıs 1947′de şiddetli bir ayaklanma baş gösterdi. İran askerleri halkın üzerine ateş açtı ve 65 Kürt bu olaylarda hayatını kaybetti. Barzani ve peşmergeleri Irak Kürdistanı'na geçti. Burada sert bir müdahale ile karşılaştılar ve daha önce Irak ordusunda görevli olan ve Barzani'ye katılan 4 Kürt subay bir zaman sonra tutuklandı. 19 Mayıs 1947′de İzzet Abdülaziz, Mustafa Xoşnav, Muhammed Mahmud, Hayrullah Abdülkerim adlı bu peşmergeler Bağdat'ta idam edildi. General Mustafa Barzanî, 27 Mayıs'ta yanlarında peşmergeleriyle Moskova'ya doğru yol aldı.

İdamlar üzerine Avrupa'daki Kürtler başta olmak üzere protestolar yapıldı. Avrupa'daki Kürt öğrencilerin yayın organı Kürdistan'ın Sesi'nde ABD, İngiltere ve Irak sert dille eleştirilirken İran için "Haşhaş müptelası monarşist faşistler" ifadesi kullanıldı. Uzun süre ses getiren protestolar ile Qadi Muhammed, Kürdistan'ın 'ebedî muzaffer'i ilan edildi. Irak'ta idam edilen subaylardan Hayrullah Abdülkerim'in son sözleri Avrupa'daki elçiliklerin binalarına siyah çelenk üzerinde iletildi: 'Düşmanlarımıza ölüm, Yaşasın Kürdistan!'
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından 22 ocak 1946 yılında İran'da Kadı Muhammed'in önderliğinde Mahabad'da (Doğu Kurdistan-İran) Kürt Cumhuriyeti kurulur. Devlet Başkanlığını Gazi Muhammed ve Savunma Bakanlığını Molla Mustafa Barzani'nin yer aldığı cumhuriyet, 17 Ocak 1947 yılında İran rejimi tarafından yıkıldı ve 31 Mart 1947 yılında Qazi Muhammed idam edildi. Kürt Cumhuriyeti'nin yıkılmasıyla Molla Mustafa Barzani çatışmalardan sağ kalan peşmergeleriyle Sovyetler Birliğine geçer.Mahabad Cumhuriyeti döneminde "Ey Reqîp" adlı şiir Kürtlerin ulusal marşı olarak kabul edildi

Kürt liderler idam edildi. Soldan sağa: Seyfi Qadi - Kolluk Kuvvetleri Komutanı, Muhammed Qadi - Kürdistan Cumhurbaşkanı, Sadrî Qadi - İran Parlamentosu üyesi Qadi Muhammed'in kardeşi - 31 Mart 1946

Kaynakça

Mehrdad R. Izady, Bir El Kitabı Kürtler, Ağustos 2004

Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, Eylül 2004

Elphinston, W. G. "Kurds and The Kurdish Question", Journal of the Royal Central Asian Society, Temmuz, 1948

Rosvelt, Archie. "The Kurdish Republic of Mahabad", The Middle East Journal, Temmuz, 1947

Lambton, Ann. Landlord and Peasant in Persia. Oxford Universty Press, 1953

The Daily Express, 16 Mart 1946

Stepanov, V. "A Visit to the Kurds" New Times, 8 Haziran 1949

Dengê Kurdistan, Sayı 2, Ağustos 1949

Adamson, David. The Kurdish War (Londra, 1964)

Bermon SoviII, The Royal Air Force, The Middle East and Disarmament, 1919-1934 (Michigan State Universty, 1972)

Challiand, Gerard, People Without a Country (Londra, 1980)

Eagleton, William, The Kurdish Repuhlic of 1946 (Oxford University Press, 1963)

Nuri Paşai İhsan, La Revolt d'Agri Dagh (Universty of Texas Prss, 1989)

Roosevelt, Archibold, "The Kurdish Republic of Mahabad," The Middle East Joıımal, cilt I, sayı 3 (Temmuz 1947)

Safarastian, Arshak, Kurds and Kurdistan (Londra, 1948)

Van Bruinessen, Martin, Ağa, Şeyh ve Devlet, (İstanbul, 2003)

AKP Hukuksuzluğu : Bölgedeki insanların cenazelerini istemeleri bile yanıtsız bırakılmaktadır.

Rizgarî Online/Amed`de düzenlenen 'Kayıplar ve Türkiye gerçeği' konulu toplantıda konuşan DTP Milletvekili Akın Birdal, kayıp yakınlarının ya da çatışmalarda ölenlerin yakınlarının cenazelerini isteyip alamamalarının çok acı bir durum olduğunu söyledi. Birdal, "Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir durum yoktur. İnsanlar başka taleplerde bulunur. Ancak, bölgedeki insanların cenazelerini istemeleri bile yanıtsız bırakılmaktadır. Bu da insanlığın tükenişidir" dedi. Türk medyasının bildirdiğine göre Devletin bu talep ve söylemlere kulak vermediğini belirten Akın Birdal, "Başbakan DTP'li vekillerin elini sıkmayarak halk iradesini reddetti" diyerek AKP'yi de eleştirdi.

Birdal, Türk Anayasa Mahkemesi'nden çıkan kararla ilgili görüşünü açıklarken "Hukukun üstünlüğü kaybedilmektedir. Toplum cüppeli darbelerle karşı karşıya bırakılmıştır. Eğer AKP sivil ve demokratik bir anayasayı Meclis'e getirseydi bu darbeler olmazdı. Hukuksuzluğu AKP başlattı, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi devam ettirdi. AKP, şimdi Başbakanı nasıl kurtarırız diye ters dönen tosbağa gibi tepinip duruyor" dedi.

RO/Zilan Dersim

Türkiye ‘gölge etmesin’ yeter!

Nagehan Alçı-ABD'de konuşulan Türkiye-1/ Akşam gazetesi/9 Haziran 2008/

ABD Kongresi'nin önde gelen isimlerinden, Ortadoğu politikasını 'şekillendiren' Mark Kirk: ABD eskiden Türkiye'nin AB üyeliği için Almanya ile çarpışmaya bile hazırdı. Ama bizim size ihtiyacımız olduğu zaman siz ortada yoktunuz! 1 Mart tezkeresinden sonra Türkiye'nin önemi yüzde 90 azaldı diyebilirim. ABD artık Türkiye'den hiçbir şeye karışmamasını bekliyor. Belçika gibi. İster kabul edelim, ister etmeyelim, dünyada hiçbir ülkenin politikası boşlukta salınamaz. O politikayı global sistem büyük ölçüde belirler. Bu sistemin ana aktörü de hâlâ ABD'dir. Bu yüzden bir ülkenin iç siyasetini, ABD'nin politikalarını ve bakış açısını anlamadan deşifre etmek imkansızdır.

Bu tezden yola çıkarak geçtiğimiz haftayı global sistemin merkezi Washington'da geçirdik. Zamanlama tesadüf değildi. Türkiye'nin iç karmaşasının arttığı, ABD'nin başkan adaylarının ikiye düştüğü ve Dışişleri Bakanımızın uzun bir Amerika gezisine çıktığı haftayı tercih ettik. Ve geçiş sürecindeki ABD'den geçiş sürecindeki Türkiye'ye bakmaya çalıştık.

Bunun için eski büyükelçiler, Pentagon'un kilit isimleri, Kongre üyeleri ve Obama kampanyasının dış politika mimarları ile temasa geçtik.

Onlarla "yeni ABD"yi, onun Türkiye'ye bakışını ve şu andaki Türkiye algılamasını konuştuk. Yer yer Amerikan politikası ile ilgili ağır eleştiriler dinledik, yer yer de Türkiye üzerine düşündüren ithamlarla karşılaştık...

Bu yazı dizisinin ilk konuğu Mark Kirk. Kirk ABD Kongresi'nin önde gelen isimlerinden, Washington yönetimine yakınlığı ile tanınan bir milletvekili. Irak Savaşı döneminde aktif bir rol oynadı ve üç yıldır İran'ın nükleer tehdidini bertaraf etmek için özel bir plan üzerinde çalışıyor. Uzmanlık alanı Ortadoğu olduğu için Türkiye'yi ve iki ülke ilişkilerini yakından takip ediyor, bu ilişkilerin şekillenmesinde rol oynuyor.

Çarşamba günü meclisteki ofisinde konuştuğumuz Kirk iki ülke ilişkileri üzerine samimi ve sert eleştiriler yaptı. Türkiye'nin ABD gözünde büyük kredibilite kaybettiğini ve artık Ortadoğu'da güvenilmez bir aktör olarak görüldüğünü söyledi ve hükümetin içeride popüler olmak için dışarıdaki imajına büyük zarar verdiğini iddia etti.

ABD'nin 2008 Ortadoğu resminde Türkiye'nin yeri neresi?

- Washington'un gözünde Türkiye'nin etkisi oldukça sınırlı. Mart tezkeresi tarihi bir hataydı. Ve bu günkü yeri o karar belirliyor. Karar hükümete ait ve ABD'nin Türkiye ile ilgili imajı da bugünkü Türk hükümetinin şekillendirdiği bir imaj.

Iki ülke ilişkilerinde tezkere meselesini aşmamış mıydık?

- Hayır. Reagan döneminde Türkiye en etkili ortağımızdı. Aslında bu, 1940'lardan itibaren yürütülen politikaların bir sonucuydu. 40'ları 70'ler ve 80'lerde ABD lehinde öncelikler izledi. Türkiye bu dönemde Washington ile ilişkilerine öyle büyük bir önem veriyordu ki buradaki desteği çok kuvvetliydi. Kongre Türkiye'ye her konuda destek verirdi, Türkiye karşıtlarına prim vermezdi. O dönemle kıyaslandığında bugün Türkiye'nin etkisi 10'a 1 diyebilirim.

TÜRKİYE'NİN YERİNİ POLONYA ALDI

Tezkere Meclisin bir kararıydı. Hükümet daha sonra bunun yarattığı tahribatı azaltmak için büyük çaba gösterdi. Bu çabalar işe yaramadı mı?

- Ne kadar çabalanırsa çabalansın ABD'nin şu sorusunun cevabı değişti: NATO'da sırtını dayayacağı müttefik kimdir?

Nedir bu sorunun cevabı?

- Eskiden Türkiye'ydi. Artık Polonya. Polonya parmağını kıpırdatınca Washington kulak kabartıyor.

Ama Polonya'nın konumu Türkiye ile kıyaslanamaz. Ortadoğu'da Türkiye'nin yerine kimi koydu ABD?

- İstihbarat alanında Ürdün ve Kuveyt'i. İkisi de bu konuda çok iyiler ve bize büyük destek veriyorlar. Bahreyn de ABD hükümetinde önemli ve etkili bir partner. Bu ülkeler Türkiye'ye göre daha güvenilir ve daha sıkı işbirliği içinde olduğumuz ülkeler.

Türkiye'nin artık ABD tarafından önemsenmediğinin ipuçları neler?

- AB politikasına ABD'nin son dönem yaklaşımına bakın. Artık Türkiye'nin üyeliği için eskisi gibi çaba göstermiyor. Oysa eskiden bunun için Almanya ile çarpışmaya bile hazırdı. Şimdi Türkiye, ABD'ye "Avrupa'nın kapısını açmak için size ihtiyacımız var diyor ve şu cevabı alıyor: Bizim size ihtiyacımız olduğu zaman siz ortada yoktunuz!"

Çizdiğiniz resim kalıcı mı? Yoksa hükümetle birlikte değişebilen bir resim mi?

- Tabii ki değişebilir. Bu Türkiye'nin yaklaşımına bağlı. Türk politikacılar içeride popüler olmak uğruna kendilerini ABD düşmanı gibi göstermekten çekinmiyorlar. Bu size oy getirebilir ama dışarıdaki imajınızı mahveder.

CUMHURİYETÇİLER ÖZALCI

İçeride popüler olmaktan bahsettiniz. Oldukça popüler olan iktidar partisinin kapatılması konuşuluyor Türkiye'de. Dışişleri Bakanımız Babacan "Washington'da iki ayrı düşünce akımı var. İlkini Bush ve Rice temsil ediyor ve demokrasiye vurgu yapıyor, diğerini ise Cheney temsil ediyor" dedi. Siz böyle bir ayrım görüyor musunuz?

- Mevcut yönetim içindeki ayrım değil de iki parti arasında bir ayrım gördüğümü söyleyebilirim. Cumhuriyetçiler Özal dolayısıyla Türkiye'ye özel bir önem verirler. Demokratlar ise daha çok etnik politika güderler. Dediğim gibi bu hükümet de Cumhuriyetçi olmasından kaynaklanan özel bir önem veriyordu Türkiye'ye, ama artık işler değişti.
Washington Türkiye'yi 'güvenilmez' ilan etmiş olsa da konumu gereği ona ihtiyaç duyacağı önemli meseleler olacaktır. Örneğin İran. Bazı çevreler İran'a bir saldırının olası olduğunu söylüyorlar.

Böyle bir durumda ABD, Türkiye'den ne bekler?

- Öncelikle şunu söyleyeyim: İran'a saldırı yalnızca İran, İsrail'e ya da Körfez'e saldırırsa gündeme gelir. O zaman da ABD Azerbaycan, Bahreyn ve Kuveyt'ten yardım bekleyecektir.

Türkiye'den ne bekleyecektir?

- Hiçbir şeye karışmamasını. Belçika gibi.

Bu konumdaki bir ülke Belçika gibi olabilir mi?

- Tabii olabilir.

Bahsettiğiniz izolasyon değil mi?

- Hayır, değil. Türkiye Ortadoğu'da ve ABD'nin politikalarında etkili olmak istemiyor ve artık değil de.

Etkili olmak istemiyor diyorsunuz ama bunun tersini kanıtlamak istercesine son zamanlarda bayağı çaba sarf ediyor. Lübnan ve Suriye arasında arabuluculuğa soyunuyor, Ortadoğu ile ilişkilerini güçlendiriyor...

- O çabalar şık görünüyor ama hepsi bu. Başka bir şey olmaz. Zaten kimse de bir şey beklemiyor.

Irak'ta güç Şiilere devredilecek

ABD'nin çekileceği bir Irak nasıldır?

- Şii ağırlıklı bir demokrasidir. Kürtlerle işbirliği yapılmıştır ve Sünniler artık ülkeyi yönetme sevdalarından vazgeçmişlerdir.

Yakın gelecekte çekilmeyi öngörüyor musunuz?

- Evet, Irak'taki savaşın bir başlangıcı, bir ortası, bir de sonu var. Biz şu an sondayız. Başlangıç koalisyon güçlerinin ülkeye girişiydi. Orta Sünniler'in ayaklanması, ortanın sonu, Saddam ve diğerlerinin öldürülmesi, son ise gücün Şiilere devredilmesi. Bu henüz sonlanmadı. Sadr ile olmuyor. O hâlâ İran'la yakın ilişkiler kuruyor. Oysa Irak'ta çok para var. Ve orada güçlenen Şiiler bu parayı İran'daki Şiilerle paylaşmak istemeyeceklerdir. Biz bunu öngörüyoruz.

İran'a olası bir operasyondan söz ediliyor?

- Askeri operasyonun son seçenek olduğunda herkes hemfikir. İran ile ilgili üç seçenek var. Ben üç yıldır üçüncü seçenek üzerine çalışıyorum. İlk seçenek uluslararası mekanizmaların İran'ı dengelemesi. Ama BM Genel Kurul üyelerinin çoğu diğer bir üye İsrail'i protesto ettikleri için oradan fikir birliği çıkmıyor. Yani BM'yi unutun.

İkinci seçenek ne?

- İsrail'in 81'de Irak'a yaptığı. Ama bu operasyon çok pahalı.

Sizin üzerinde çalıştığınız seçenek hangisi?

- İran'a benzin ithalatını sınırlamak. Mollalar İran ekonomisini öyle berbat bir hale getirdiler ki benzinde dışa bağımlı durumdalar. Ve İran benzini tek bir acenteden alıyor, Hollanda'da. Bu musluğu kısarsak büyük baskı yaratırız. Bunun üzerinde çalışıyoruz.

Böyle bir yaptırım için konsensüs gerekir.

- İlk etapta Hollanda, İngiltere ve Fransa'nın onayı alınır. Sarkozy'nin demeçlerine bakılırsa ABD'nin yanında duracaktır. İngiltere zaten müttefikimiz. Öbür tarafta Çin var ve şu an Çin'in işine istikrar gelir; İran'la ilgili bir karışıklık istemez.

İran beyaz bayrak çekerse önüne ne koyacaksınız?

- Nükleer silahsızlanma anlaşmasını imzalamasını isteyeceğiz. Nükleer çalışmaların altyapısını izleyebileceğiz.

Obama başkan olursa planlar değişebilir mi?

- İki senaryo gerçekleşebilir. İyi senaryoya göre; İran ısrar etmenin faydasız olduğunu görür. Kötü senaryoya göre ise ikinci bir Jimmy Carter vakası yaşanır. Ortadoğu zayıf bir ABD görür ve dengeler değişir. İran önce Lübnan'da kontrolü ele geçirir, ardından Ürdün'de istikrarsızlık yaratmayı hedefler. Sonra da Mısır'a açılır.

Nemrut mu Yoksa Kürt mü? Mustafa Paşa Yamulkî [1866-1936]

Ez ditirsim ey wetan bimrim, nebînim bextîyarî te
Binivisin ba li ser qebrêm, Watan xemgîn û min xemgîn*

Mustafa Paşa Yamulkî, 25 Ocak 1866'da Güney Kurdistan'ın Süleymaniye şehrinde Bilbaşaran ailesine mensup Kürt eşrafından bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk eğitimini Said Hüseyin Medresesinde Molla Fedah ve Molla İrfan'dan alan Mustafa, Bağdat Askerî Rüştiyesine birincilikle girdi. Okuldaki başarısı ve askerî dehasından dolayı bir süre sonra kaydı İstanbul'daki harp akademisine alındı. Burada iyi bir eğitim alan Mustafa, entelektüel çevrelerle de ilişki kurdu, yazdığı şiirlerle ses getirdi. İyi derecede Türkçe, Arapça ve Farsça'nın yanı sıra Kürtçe'nin bütün lehçelerini de çok iyi biliyordu.3 Mayıs 1888'de Hüseyin Paşa'nın kızı ve Osmanlı'nın son dönemlerinde şurayı devlet reisliği görevini sürdüren Kürt Said Paşa'nın (Osmanlı sefiri ve Kürt diplomatı Şerif Paşa'nın babası) kız kardeşi Safya Xanim Xendanzâde ile evlendi. Çocukları Albay Aziz Yamulkî, Zehra Yamulkî, Meliha Yamulkî ve 1919'da Kürt Kadınları Teali Cemiyeti'ni kuracak olan Dr. Encum Yamulkî Xanim idi.

1888 yılında askerî eğitimini tamamlayınca Hicaz'a teğmen olarak atandı. 1893 tarihinde Xoy (Hoy), Urmiye ve Senê (Senendec) kentlerinde, 1899'da Bağdat, 1904'te İran ve Osmanlı sınırında, 1908'de Ankara ve 1909'da Azerbaycan'da üst düzey görevlerde çalıştı. 1911'de 5. Osmanlı Ordusu'nun başına getirildi. Birinci Dünya savaşı sırasında Osmanlı'nın Bağdat güçlerinin başında yer alıyordu. 3 Aralık 1918'de Sivas bölgesine atandı. Askerî yaşamı boyunca Kürt Mustafa Paşa olarak biliniyordu. 5 Nisan 1920'de Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından kurulan divan-ı harbin başına getirilmiş ve Mustafa Kemal (Atatürk), Fevzi Çakmak, Hüseyin Rauf Bey, Ali Fuad Paşa, İsmet Paşa, Mustafa Rahmi Bey ve Ermeni olaylarına ismi karışan birçok ismin geçtiği kişilere 20 Nisan 1920'de gıyabî, Bayburt Ermeni tehcirinden sorumlu Urfa mutasarrıfı Nusret Bey ve Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey ile birlikte birçok kişiye idam kararı vermişti. Bu olayın neticesinde Türkler kendisine "Nemrut Mustafa Paşa" demeye ve onun hakkında karalama kampanyaları yürütmeye başladılar.

17 Haziran 1921'de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının iktidar olmaları sebebiyle İstanbul'u terk ederek Güney Kürdistan'a gitti. Burada Güney Kürdistan Kralı Şêx Mahmud Berzencî önderdliğindeki Güney Kurdistan Devrimi'ne katıldı. Hükümetin kurulmasında ve askerî zaferler elde etmesinde büyük emekler verdi.

Musul ile Kerkük'ün yalnızca Kürdistan'a ait

10 Ekim 1921'de Süleymaniye başkent ilan edilerek Güney Kürdistan Krallığı kuruldu ve Şeyh Mahmud Berzencî kral ilan edilerek hükümet deklere edildi. Kardeşi Sadiq Qadirî'nin savunma bakanlığı genel müfettişi olduğu hükümet kabinesine dışarıdan destek veren Kürt Mustafa Paşa, Ehmed Behced Efendi, Elî Efendi Bapîr Axa, Faik Arif Bey, Hecî Axayê Fethullah, Yüzbaşı İdham Bey, Refiq Hîlmî Bey, Salih Qeftan, Şêx Muhammed Gulan, Şukrî Alaka (Hristiyan Cemaati temsilcisi) ve Tevfiq Bey gibi isimlerle Cemaata Kudistana Mezin (Büyük Kürdistan Cemiyeti, bazı kaynaklarda Kürdistan Derneği olarak da geçmekte) adlı bir cemiyet kurdular. Bu cemiyetin esas amacı Şêx Mahmud Berzencî hükümetini desteklemek ve bağımsız Büyük Kürdistan Devleti'ni kurmaktı. Bu faaliyetler çerçevesinde 2 Ağustos 1922'de Kürtçe, Türkçe ve Farsça yayın yapan Bangî Kurdistan adlı bir gazete çıkarılmaya başlandı. Mustafa Yamulkî bu gazetedeki yazılarında sert bir dil ile Mustafa Kemal'i eleştirmekte Kürtlere, 'Mustafa Kemal'in oyununa gelmemeleri' için uyarılarda bulunuyordu. Nitekim onun korktuğu şey, kısa bir süre sonra kuzeyde kalan Kürtler için başlıyor olacaktı. 1 Ekim 1924'te Kürdistan Cemiyeti başkanı sıfatıyla Milletler Cemiyeti'ne bir mektup yazan Mustafa Yamulkî, mektubunda Türk yönetiminin Kuzey Kürdistanlılara karşı göstermiş olduğu saldırıları protesto ederek Türk Devleti'nin Musul üzerindeki haksız talebine cevaplar vermiş ve Musul ile Kerkük'ün yalnızca Kürdistan'a ait olduğunun altını çizmişti.

25 Mayıs 1936'da 70 yaşında ölen Kürt Mustafa Paşa Yamulkî'nin ölümünden sonra yazdığı şiirleri 1956 yılında ölümünün 20. yılında yayımlandı.

_______________________

*Ey vatan! Korkarım ölmekten görmeden bahtiyar oluşunu
O zaman yazsınlar mezar taşıma vatan mahzun ben mahzun!

Bu dizeler, Mustafa Paşa'nın mezar taşında yer alıyor. Küçük çaplı araştırmamızda Türk şairlerinden Namık Kemal'in (1840-1889) de Bolayır'da bulunan mezarının taşında bu dizelerin benzerinin olduğunu gördük: "Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi / Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun!" Burada ilk akla gelen Mustafa Paşa Yamulki'nin İstanbul yıllarında Namık Kemal'den etkilendiği ve belki de onun gibi vatanperverlik örneği göstermek istediği olmuştu. Fakat aynı dizeler M. Emin Bozarslan'ın Nûbihar'ın 73-74. sayısında yayımlanan 'Ser Dû Helbestên Balkêş' (Dikkat Çeken İki Şiir Üzerine) adlı makalesinde Namık Kemal ile aynı dönemde İstanbul'da yaşayan Hacî Qadirê Koyî'nin (1825-1897) şiiri olarak yer alıyor.