Top atışlarıyla Zap'da ormanları yakıyorlar!

Türk ordusunun Zap'a yönelik hava saldırıları ve top atışları nedeniyle Zap'ta başlayan yangın günlerdir sürüyor. Yangında köylülere ait çok sayıda köy ve bahçe alevler içinde kaldı. Gerillalar yangını söndürmeye çalışıyor.asker_dersim_orman_yakiyor
Günlerdir Zap bölgesinde arazi yangınları devam ediyor. Köylüler ve gerilla kaynakları Türk ordusu tarafından atılan obüs, havan ve misket bombalarından kaynaklı olduğunu belirtti.
Rêkan bölgesi geneli, Werxelê, Bêzelê, Çemço, Avaşin bölgelerinde yangın halen devam ediyor. Buralardaki bir çok köy ve bahçe alevler içinde kaldı.
Gerillalar, bu ay içerisinde özellikle orman ve arazi yangınlarının Türk ordusu tarafından bilinçli olarak çıkartıldığını kaydetti. Kürdistan'ın diğer yerlerinde de orman yangını çıkmayan alan kalmadı. İnsan Hakları Derneği'nin bugün yayınladığı raporda da sadece Haziran ayında 22 alanda orman yangını çıktığı belirtildi. İHD, orman yangınlarının güvenlik güçleri tarafından yapıldığına yönelik iddialara dikkat çekti. İHD, 'Türkiye'nin bir tarafında meydana gelen yangınlara karşı seferber edilen olanakları, diğer taraftan iddia edilenlerle bağdaştırmakta zorlanıyoruz' dedi.
HGP, de son bir haftadır Gabar'ın Derşev, Deşta Bira, Karne, Zıvınga Şıkake, Herareş, Meydin, Şibiryan ve Navser alanlarındaki ormanlık alanların Türk ordusu tarafından ateşe verildiğini kaydetti.
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Irak ziyaretinden sonra Türk ordusunun Güney Kürdistan'a saldırıları arttı. Irak ve Kürt hükümeti ise bu saldırılar karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor.
Türk ordusu 19 Temmuz günü 19.20 sıralarında Amediye kazasına bağlı Kanimasi nahiyesindeki Maye, Ormana ve Ura köylerine top atışları yaptı. Yine aynı gün 02.00 sıralarında Güney Kürdistan'a yönelik bombalama başladı ve saat 07.20'ye kadar sürdü.
18 Temmuz'da saat 12.30 sıralarında da Türk savaş uçakları Amediye kazasına bağlı Deraluk nahiyesindeki Nerwe, Rekane köylerini bombalamıştı. PKK kaynakları da Türk ordusunun dün Zap bölgesini bombaladığını bildirmişti. ANF


Asker helikopterlerle Karakoçan'da orman yakıyor

 

Elazığ'ın Karakoçan ilçesine bağlı Bazlama Jandarma Karakolu'na yönelik roketatarlıimage saldırıdan sonra bugün Türk helikopterleri bölgedeki ormanları yakmaya başladı.
Alınan bilgilere göre Türk ordusu bu sabahtan itibaren Bazlama köyü çevresindeki ormanlık alanları helikopterlerden atılan yangın bombaları ile yakıyor. Yangının halen devam ettiği kaydedildi.
Köylülerden alınan bilgilere göre çatışma sonrası çok sayıda kişi askerler tarafından sorguya çekildi. Askerlerin köylüler üzerinde ağır baskı uyguladığı belirtiliyor. ANF

ALMANYA, HEWLER’DE BAŞKONSOLOSLUK AÇIYOR

imagePNA-Almanya’nın Kürdistan’ın başkenti Hewler’de 2009 yılının başına kadar bir başkonsolosluk açacağı bildirildi. 

Almanya Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in bugün Iraklı meslektaşı Hoşyar Zebari'yle yaptığı telefon görüşmesinde Almanya'nın, Erbil kentinde 2009 yılının başına kadar bir başkonsolosluk binası yapılması isteğini kendisine ilettiği belirtildi.

Hewler’de şimdiye kadar Bağdat'taki Almanya Büyükelçiliği'nin küçük bir dış temsilciliği bulunduğu ifade edilen açıklamada, Hewler’de konsolosluğun açılışına kadar mevcut bazı güvenlik sorunlarının çözülmesi gerektiği kaydedildi.

Irak Başbakanı Nuri El Maliki yarın Almanya'nın başkenti Berlin'e resmi bir ziyaret yapacak ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile görüşecek. (CNN)

ALMAN KATOLİK KİLİSESİ: ‘’TÜKİYE İNSAN HAKLARINDA GÜVENCE VERMELİ’’    

PNA-Alman Katolik Kiliseleri Başkanı Başpiskopos Robert Zollitsch, din ve insan hakları konusunda güvence veremediği takdirde Türkiye'nin, Avrupa'nın bir parçası olamayacağını bildirdi.

Katolik Haber Ajansı'na (KNA) ait yerel televizyon kanalında konuşan Zollitsch, Türkiye'nin dini haklar ve insan hakları konusunda daha fazla çaba harcaması gerektiğini belirterek, "Haklar teminat altına alınmazsa, Türkiye Avrupa'nın bir parçası olamaz" dedi.

Almanya'da yaşayan Türklerin cami kurmalarının doğal hakları olduğunu, bu hakkın Türkiye'de yaşayan Hıristiyanlar için de geçerli olması gerektiğini ifade eden Zollitsch, Almanya'da yapılan camilerin de gereğinden büyük inşa edilmemesi gerektiğini savundu.(DW)

Alman dağcılar: PKK’nin sözüne güvendik

image

MUNİH- HPG gerillalarının serbest bıraktığı üç Alman dağcıdan Helmut Hainzlmeier, 8-20 Temmuz arasında yaşadıklarını anlatırken, korkmadıklarını, PKK’nin kendilerini misafir ettikleri sözüne güvendiklerini söyledi.gerillayururkenhpgdoga
HPG gerillaları tarafından serbest bırakıldıktan sonra dün Almanya’ya geri dönen dağcılardan 65 yaşındaki Helmut Hainzlmeier Stern dergisine konuştu. Gerillalarla kaldığı 13 gün boyunca hayatından hiç endişe etmediğini söyleyen Hainzlmeier ‘’PKK’nin bizi misafir edindikleri sözüne güvendik. Hemen her gün alman haberlerini dinliyorduk’’ diye konuştu.
Sayıları değişen toplam 15 kişilik bir gerilla grubu ile hareket ettiklerini söyleyen Hainzlmeier ‘’Şüphesiz çok zordu. Özellikle yürüyüşler. Geceleri sürekli yer değiştiriyorduk, gündüzleri ise yemek yiyip yatıyorduk’’ diye konuştu.
Hainzlmeier, gerillaların hedeflerini net bildiklerini, her yerde üst gibi alanlarının olduğunu belirterek doğuya doğru hareket ettikten sonra ‘’İran sınır bölgesinin Türkler tarafından tutulduğunu çok iyi bildikleri için tekrara Ararat’a (Ağrı Dağı) doğru hareket ederek yakın yerde bırakıldık.’’
Serbest bırakılacaklarını bir hafta önce bildiklerini söyleyen Hainzlmeier, gerillaların kendilerine kötü davranmadıklarını objektif olarak görecek arabuluculara teslim etmek istediklerini ancak bunun gerçekleşemediğini kaydetti.ANF NEWS AGENCY

Kürtlerden Vatikan'a ziyaret

image Mezopotamyalı dinlerin Kürt temsilcilerinden oluşan bir heyet Vatikan'ı ziyaret etti. Êzidîler Federasyonu (FÊK) İkinci Başkan Serhan Cemil, Hıristiyanları temsilen Georg Aryo, Aleviler Federasyonu'ndan (FEDA) Pir Rıza Yağmur ile Civata İslama Kurdistan'dan (CIK) Mele Abdurrahman'ın yer aldığı Kürt heyeti, Vatikan Adalet ve Barış Konseyi Başkanı Kardinal Renato Martino tarafından karşılandı.

Martino, dört değişik dinin temsilcilerinden oluşan bir heyetin kendilerini ziyaret etmesini çok anlamlı bulduklarını ve bundan çok etkilendiklerini vurguladı.
Hıristiyan temsilci Georg Aryo, Hıristiyan aleminin en büyük temsili olan Vatikan'ın barış ve sorunların çözümünde etkili rol oynayabileceğini ifade etti.

image FEK adına konuşan Serhan Cemil ise, 'Türkiye Kürdistan'ındaki Êzidîlerin neredeyse tümü baskılar nedeniyle Avrupa'ya göç etmek zorunda kaldılar. Şu anda diasporada yaşıyorlar' bilgisini verdi. Bunun üzerine Vatikan heyeti, 'Neden göç etmek zorunda kaldınız?' diye sorunca Cemil, şöyle cevap verdi: 'Êzidî inancı Türkiye'de inanç olarak kabul edilmiyordu. Bunun yerine nüfus cüzdanlarında dinsiz yazılıyordu. Birçok hakaret, işkence ve baskılardan sonra Êzidîler, zorla Müslümanlaştırılmak isteniyordu. Bu ülkede kalma şartlarımız kalmamıştı.' Şengal'deki katliama da değinen Cemil, Irak merkezi ve Güney Kürdistan hükümetinin ilgisizliğinden yakındı. Cemil, Mezopotamya'daki dinlerin yıllarca birbirine düşman edildiğini anlatırken, PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın çabaları ile değişimler yaşandığını kaydetti. 'Düşmanlıkların yerini dostluklar aldı' diyen Cemil, Öcalan'a uygulanan tecride de dikkat çekti.

Mele Abrurrahman ise, Kürt sorununun barış ve kardeşlik temelinde çözümü için Vatikan'ın rol almasını istedi. Mele Abdurrahman, Roj TV yasağı ve Öcalan'a uygulanan tecride karşı Türkiye ve Almanya'ya baskı uygulanmasını da talep etti.

Pir Rıza Yağmur da, Türkiye'de 25 milyona yakın Alevi'nin bulunduğunu ve Alevilerin haklarından yoksun olduğunu anlattı. Alevilere yapılan katliamları da dile getiren Pir Rıza Yağmur, AKP ve CHP gibi partilerin Aleviler üzerinde iktidar hesaplarını yaptığını söyledi. Kürt heyet, Vatikan'la ilişkilerinin sürmesini isterken, Vatikan heyeti de 'Biz de ilişkilerimizin sürmesini istiyoruz' diyerek Êzidî ve Alevi inançları hakkında yazılı bilgi talep etti. ROMA / ANF

HPG AÇIKLADI… >> Almanları neden bıraktılar?

alman_dagcilar_serbest Ağrı Dağı'nda alıkonulan Alman turistlere ilişkin açıklama yapan HPG, turistlerin İHD, DTP, Mazlum-Der ve Barış Meclisi'nin girişimleri sonucunda serbest bırakıldığını duyurdu. Turistlerin Almanya'nın Kürtlere karşı politikalarından dolayı alıkonulduğu belirtildi. Öte yandan turistlerin durumundan faydalanmaya çalışan Türkiye, Almanya'yla Kürtlere karşı daha çok işbirliği yapma çabasına girdi.
Kürt karşıtlığında yakın işbirliği

HPG'nin demokratik kurum ve kuruluşların devreye girmesi sonucu kendi inisiyatifleriyle 3 Alman turisti serbest bırakmasının yankıları sürüyor. Alman dağcıların can güvenliğini tehdit eden operasyonları aralıksız sürdüren hükümet yetkilileri, turistlerin serbest bırakılmasında kendilerine pay çıkarırken, Almanya'nın Kürtlere yönelik geliştirmiş olduğu baskıların işbirliği sonucu yapıldığını itiraf etti. Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Almanya'nın son aylarda PKK'ye karşı yaptıklarını takdir ettiklerini söyleyerek, PKK'ye karşı Alman makamlarıyla yakın işbirliği içinde olduklarını kaydetti.

HPG'nin alıkoyuduğu ve 13 gün sonra önceki gün 3 Alman turisti serbest bırakmasının ardından yetkililer tarafından yapılan açıklamalar, Almanya'nın Kürt karşıtı politikalarının gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği'ne adaylığına destek sağlamak için New York'a dün giden Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Türkiye ile Almanya arasında PKK karşıtı işbirliğine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Almanya'nın son aylarda Kürtlere karşı yaptıklarına dikkat çeken Babacan, Almanya'nın çabalarını takdir ettiklerini söyledi. Babacan, bu süreç içerisinde Alman makamlarıyla çok yakın bir istişare süreci içerisinde bulunduklarını ifade etti. Böylece, son aylarda Almanya'da Kürtlere karşı gerçekleşen ev ve dernek baskınları, gözaltı ve yasaklamaların iki ülke arasında işbirliği sonucu olduğu itiraf edilmiş oldu. HPG'nin demokratik kurum ve kuruluşların talebi üzerine kendi inisiyatifiyle bıraktığını açıkladığı 3 Alman turiste ilişkin Almanya Dışişleri Bakanı ile 4 kez görüştüğünü söyleyen Babacan, turistlerin serbest bırakılmasının Almanya ve Türkiye'nin 'ortak' tutumuyla sonuçlandığını ileri sürdü. Başbakan Tayyip Erdoğan da Kıbrıs'ta, 3 Alman dağcının serbest bırakılmasıyla ilgili olarak, 'yapılması gereken bazı adımlar olduğunu' belirterek, ''Döndükten sonra tekrar kendileriyle irtibat halinde olacağız ve ona göre kararımızı vereceğiz' dedi.
Alman turistlerin serbest bırakılmasıyla ilgili açıklama yapan Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jens Plötner, Türkiye ile çok iyi bir işbirliği yaptıklarını söyledi. Plötner, Almanların nasıl serbest bırakıldıkları konusunda yanıt vermekten de kaçınarak, bu konularda açıklama yapılmasının, çalışma yöntemleri hakkında bilgilerin açığa çıkmasına neden olacağına ve bu bilgilerin diğer bazı kişileri rehin almak isteyenler tarafından kullanılabileceğine işaret etti. Plötner, PKK ve Kürt karşıtı politikalarını 'aynen sürdüreceklerini' de vurguladı. Almanya'daki gazeteler ve televizyonlar da haber ve yayınlarında, Alman dağcıların serbest kalmasıyla ilgili gelişmelere geniş yer verdi.

  • Almanya'nın Kürt sicili
    1993 yılındaki PKK yasağı ile Kürtler üzerinde yoğun bir baskı politikası uygulayan Almanya'nın özellikle Türkiye'nin 2007 yılı sonlarına doğru Güney Kürdistan'a yönelik başlattığı kara ve hava harekatıyla birlikte Almanya'daki Kürt dernek, kurum ve faaliyetlere karşı tutumunu sertleştirmesi dikkat çekiyor.
  • Alman polisleri geçen yıldan bu yana Kürt dernek, kurum ve evlerine en az 10 kez koordineli baskınlar gerçekleştirdi.
  • 150 ayrı adrese yapılan baskınlarda onlarca kişi gözaltına alındı, çok sayıda kitap, dergi vb. eşyalara el konuldu.
  • Gözaltına alınan çok sayıda kişi hakkında ise, Türkiye'de çokça rastlanan 'PKK propagandası yapmak; PKK'ye yardım etme; PKK adına faaliyet yürütme' suçlamalarıyla davalar açıldı.
  • Son olarak Almanya İçişleri Bakanlığı, Roj TV ile bağlı olduğu Mezopotamya şirketinin tüm faaliyetlerini yasaklayarak, Roj TV'ye program üreten Viko şirketini kapattı.
  • Yasak ve kapatmaya, 'halklar arasındaki uyum düşüncesine aykırı davranma' gerekçesini göstermesi dikkat çekti. Almanya'nın Roj TV yasağına, Kürtlerin yaşadığı her ülkeden tepki yağdı. image

'Heyetin girişimi sonucu bıraktık'
HPG, Alman dağcıların hangi koşullarda serbest bırakıldığını açıkladı. ANF'ye açıklamada bulunan HPG, alıkonmanın Alman hükümetinin PKK ve Kürtlere yönelik geliştirdiği tutuma karşı bir tepki olarak gerçekleştiğini duyurdu. Açıklamada, dağcılara yönelik hiçbir kötü muamele ve olumsuz yaklaşımın sergilenmediği ifade edilerek, can güvenliklerinin en üst düzeyde sağlanmaya çalışıldığı vurgulandı. 'KCK'nin yapmış olduğu açıklama göz önüne alınarak, İHD, MAZLUMDER, DTP ve Türkiye Barış Meclisi'nin çağrı ve girişimleri sonucunda Serhat Eyalet Komutanlığı'nın, alıkonulan 3 Alman vatandaşını serbest bırakma kararı aldığı' belirtilen açıklamada, dağcıların hangi koşullarda serbest bırakıldığı ise şöyle ifade edildi: 'İHD, MAZLUMDER, DTP ve Türkiye Barış Meclisi'nin oluşturduğu heyet ile yürütülen işbirliği sonucunda serbest bırakma işleminin 20 Temmuz'da saat 20.00'de yapılması kararlaştırılmıştır. Ancak Türk ordusunun devam eden operasyonları nedeniyle heyete belirlenen saatte teslim edilememiştir. Doğubeyazıt'a bağlı Güngören köyü yakınlarında saat 12.00'de 3 Alman vatandaşının serbest bırakılma işlemi tamamlanmıştır.' Almanya'nın Kürt politikasına da dikkat çekilen açıklamada, 'Olumsuz politikaların devam etmesi durumunda, doğacak olası kontrol dışı tepkilerin önünü almakta zorlanabileceğimizi belirtmek istiyoruz' denildi.ALTERNATİF

Bölge'deki Ergenekon ısrarla görülmezken, infazlar hız kesmiyor

Alın size Ergenekon
Bölge'deki Ergenekon faaliyetleri ısrarla görmezden gelinirken, infazlar hız kesmeden sürüyor. Beytüşşebap ve Sason'dan sonra Genç'te de 'devlet bağlantılı' kişilerce köylülerin infaz edildiği ortaya çıktı

genckorucusaldirisi


Olay çarpıtıldı
Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı Yayla köyü Eskiköy Mezrası'nda 19 Temmuz akşamı 4 kişinin öldürüldüğü, 7 kişinin de yaralandığı saldırının korucular tarafından gerçekleştirildiği öğrenildi. Yetkililer ve basın organları tarafından arazi meselesi olarak yansıtılan olayın askerin bilgisi dahilinde gerçekleştirildiği kaydedildi. Olayın üzerinden 3 gün geçmesine rağmen herhangi bir inceleme başlatılmadı.
'Devlet bağlantılı'
Saldırıda yaralanan Fehmi Ak, olayın failleri arasında Fikri Özcan adında birinin olduğunu, bu kişinin 'devletle bağlantılı karanlık icraatlarının bulunduğunu' söyledi. Bu arada köylüler mezrayı boşalttı. Bu da saldırının köy boşaltma amaçlı olduğu yorumlarına neden oldu. Beytüşşebap'ta 29 Eylül 2007'de 12, Sason'da ise 9 Mayıs 2008'de 5 köylü korucular ve JİTEM elemanlarınca öldürülmüştü.

genc_koyluler_infaz


Katliamın failleri belli!
Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı Yayla köyü Eskiköy Mezrası'nda ev yapan köylüler, 19 Temmuz günü akşama doğru silahlı saldırıya uğradı. Saldırı sonucu 4 kişi hayatını kaybederken, 7 köylü de yaralandı. Olay önce bir arazi kavgası şeklinde yansıtılmaya çalışıldıysa da köylülerin anlatımları olayın içinde korucuların da olduğu karanlık güçler tarafından yapıldığını ortaya çıkardı. Olay yerinde herhangi bir incelemenin yapılmaması ise faillerin bilindiği ve saklanmaya çalışıldığı şeklinde değerlendirildi. Olaydan sonra köylülerin mezrayı terketmesi ise olayın köylüleri göçettirmeye zorlamak için yapıldığı yorumlarına neden oldu. Daha önce de Beytüşşebap ve Sason'da köylülerin benzer şekilde saldırılara uğramış olması, bu yönlü kuşkuları daha da güçlendirdi.
Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı Yayla (Warê Mêrg) köyü Eskiköy (Dewa Xiraf) Mezrası'nda 4 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın ardından, birkaç çocuk ve kadının dışında mezrada kimse kalmazken, olaya ilişkin soru işaretleri de çoğalıyor. Gerek mezranın bulunduğu konum, gerekse olayda yaralı kurtulanların anlatımları olayın askerin bilgisi dahilinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
19 Temmuz'da gerçekleşen olayın üzerinden 3 gün geçmesine rağmen, valilik ya da askeri yetkililerden kamuoyunu doyurucu herhangi bir açıklama yapılmadı. Vali İrfan Balkanlıoğlu'nun, ilk gün yaptığı açıklamalarda olayın iki aile arasındaki husumet nedeniyle çıktığı şeklinde açıklamalarda bulundu. Ardından da olaya ilişkin bir kişinin teslim olduğunu açıkladı. Ancak teslim olan kişinin kimliğine ilişkin herhangi bir bilgi vermedi. Genç'ten yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunan Yayla köyüne bağlı olan mezranın köye 3 kilometre uzaklıkta bulunması ve mezraya giden ana yol ile köy yolu ayrımında bulunan Yayla Karakolu ve bölgenin en büyük askeri gücünü bulunduran, mezradan görülecek kadar yakın olan Taban Tepe Taburu'ndan olay esnasında herhangi bir müdahalenin olmayışı ise kuşkuları daha da arttırıyor. Olay sırasında köyde bulunan kadınların karakolu aramaları ve karakoldaki yetkililerin kendilerine, 'Olayı iyice öğrenin öyle arayın' cevabını vermesi askerin olaydan habersiz olmadığı yorumlarını da beraberinde getirdi.
Soru işaretleri çoğalıyor
Olayın organizeli yapıldığına dair ipuçları ise giderek artıyor. Olayla ilgili şu ana kadar ne köyde ne de olay yerinde herhangi bir incelemenin yapılmamış olması, boş kovanların temizlenmiş olması ve çok yakın olmasına rağmen askeri birliklerden herhangi bir müdahalenin gerçekleşmemesi olaya dair soru işaretlerini arttırıyor. Öte yandan bir cinayet olayında dahi inceleme yapılırken, 4 kişinin ölümü, 7 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olay için kriminal inceleme yapılmaması, yetkililerin 'husumet sonucu gerçekleşti' açıklamalarına rağmen teslim olduğu belirtilen kişi dışında operasyon dahilinde kimsenin gözaltına alınmaması, faillerin gizlenmeye çalışıldığı yorumlarına neden oldu.
BİNGÖL - DİHA
Yeni yöntem: Öldürerek göçertme
Batman'nın Sason ilçesi Yücebağ beldesinden ilçe merkezine yolcu taşıyan araç, 9 Mayıs'ta Yuvarlıçay Mezrası yakınlarında mayın patlaması sonucu infilak etti. Araçta bulunanlardan 5 kişi yaşamını yitirmiş, 4 kişi de yaralanmıştı. Olayın ardından vali ve askeri yetkililer olayı PKK'ye mal etmeye çalışırken, köylüler korucular tarafından sürekli tehdit edildiklerini ve olaydan önceki gün JİTEM elemanlarına ait bir sivil aracın olayın olduğu yerde yaklaşık iki saat beklediğini ve daha sonra bölgeden ayrıldığını söylemişti. Köylülere yönelik bu tür saldırılar ilkin Beytüşşebap'ta gerçekleşmişti. Beytüşşebap'ta Eylül 2007'de su kanalında çalışan köylüleri taşıyan araç 'kimliği belirsiz' kişiler tarafından saldırıya uğramış ve olayda 12 köylü öldürülmüştü. Olay PKK'ye mal edilmeye çalışılmış, ancak daha sonra olayın JİTEM tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştı.
ERSİN ÇELİK

Barzani ile röportaj

_necirvan_ barzani

CNN TÜRK-Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile birlikteyiz CNN TÜRK’te. Erbil'de, özel ofisinde bu söyleşiyi gerçekleştiriyoruz. Türkiye - Irak, Türkiye - Kuzey Irak ilişkilerini konuşacağız.

Şirin Payzın: Sayın Başbakan, sorularımızı yanıtlamayı kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Öncelikle Başbakan Erdoğan'ın Bağdat ziyaretiyle başlayalım. Aslında, siz Bağdat'ta düzenlenen görüşmelerin bir parçası değildiniz. Bu konuda hayal kırıklığı yaşadınız mı?

Neçirvan Barzani: Sayın Erdoğan'ın Bağdat ziyaretinin, iki komşu ülkenin ilişkilerini ileriye taşımak için iyi bir adım olduğuna ve ziyaretin başarılı olduğuna inanıyorum. Türkiye ile Irak arasında bu tür ziyaretlerin devam etmesini umuyoruz. Bu toplantılara katılmadığımızdan dolayı hayal kırıklığına uğramadık. Zamanı gelince biz de bu görüşmelerde yer alacağımıza inanıyoruz.

Şirin Payzın: Bu ziyaret sırasında, Başbakan Erdoğan ilk kez Kuzey Irak yönetimine teşekkür etti. Bu büyük bir adımdı. Sizce Erdoğan bunu neden yaptı, bunu ilişkilerde yeni bir adım olarak görüyor musunuz?

Neçirvan Barzani: Tabiî ki biz bölgesel yönetim olarak Türkiye ile çok iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Türkiye önemli bir komşumuz. Türkiye bize geçmişte yardımcı oldu, şimdi de bu önemli komşumuzla iyi ve normal ilişkiler kurmak istiyoruz. Bu çerçeve içinde inanıyorum ki, Ankara bizim nerede durduğumuzu ve iki taraf arasında nasıl bir ortak zemin olduğunu daha iyi anlıyor. Ve inanıyorum ki, Başbakan Erdoğan'ın bu sözleri ve teşekkürü, gelecekteki karşılıklı ilişkilerimiz için yeni bir kapı açacaktır.

Şirin Payzın: Ancak bu bizim için biraz şaşırtıcıydı. Çünkü daha iki ay önce, Türk ordusunun hava operasyonları ve PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığı nedeniyle neredeyse bir savaşın eşiğindeydik. Sonra aniden bir şey oldu. Bu neydi? Ankara, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Bölgesel Yönetim’in Başkanı Mesud Barzani ve sizin aranızdaki ilişkileri birdenbire değiştiren neydi? Ne yapıldı da ilişkiler böylesine değişti?

Neçirvan Barzani: İnanıyoruz ki, Sayın Talabani'nin Ankara ziyareti, genel olarak Irak ve Türkiye arasında yeni bir ilişkinin yolunu açtı. Bu çerçevede Kuzey Irak ile Türkiye ilişkileri de değişim gösterdi. Bunun, Türkiye'nin bizi anlamasına ve olayların yeni bir yönde gelişmesine yardımcı olduğuna inanıyorum.

Şirin Payzın: Erdoğan'ın Irak ziyareti öncesi siz Amerika Birleşik Devletleri’ndeydiniz. Oraya bir üniversitede ödül törenine katılmak üzere gittiniz sanırım; ama aynı zamanda Bush yönetimiyle ve yetkililerle görüşmelerde bulundunuz. Onlardan, Ankara ile aranızda yeni bir dönem başlayabilmesi için, Türk ordusunun Kuzey Irak topraklarından uzak durması konusunda garanti istediniz mi?

Neçirvan Barzani: Amerika ziyaretimde Bush, Cheney ve diğer Amerikalı yetkililerle görüştüm. Amerika'dan iki tarafı birbirine daha da yakınlaştırması için yardım talep ettik. Tekrar belirtmek isterim ki, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak önceliklerimizin başında geliyor. Amerika'dan da iki tarafın iyi ilişkiler kurmasına yardımcı olmasını istedik. Amerika'nın Irak ve Türkiye'nin, bu çerçeve içinde de Kuzey Irak ve Türkiye'nin, yakınlaşmasına yardımcı olmasını istedik.

Şirin Payzın: Size bir kez daha bunu soruyor olduğum için özür dilerim; ancak gerçekten anlamaya çalışıyorum. Türk ordusu sınırda bir operasyon düzenledi ve hala zaman zaman Kuzey Irak'a hava operasyonları oluyor. Ancak hükümet tarafında hava tamamen değişti. Ankara ile ilişkilerinizde hiçbir şekilde karşılıklı garanti verildi mi? “Türk ordusu Kuzey Irak'a giremeyecek ve karşılığında da siz PKK'yı desteklemeyeceksiniz” şeklinde bir karşılıklı anlaşma yapıldı mı?

Neçirvan Barzani: Tabii ki Türkiye'nin istikrarsızlık hakkındaki endişelerini anlıyoruz. Bunu anlıyoruz ve takdir ediyoruz; ancak biz Türkiye'nin iç işlerine karışmadığımızı düşünüyoruz. Türkiye ile temasa geçtiğimizde, Türk kurumlarıyla temasa geçiyoruz. Ancak, bu çerçevede, bahsettiğiniz bağlamda herhangi bir garanti verilmemiş veya bu konu ele alınmamıştır.

Çok açık konuşayım ve Bölgesel Yönetim’in konumunu bir kez daha tekrarlayayım: Biz PKK'nın eylemlerinden ve Türkiye'de yaptıklarından sorumlu değiliz. PKK, Irak'ın Kürt bölgelerinde değil, Türkiye'de doğmuştur. Ancak bu soruna siyasi bir çözüm bulunması gerektiğine inanıyoruz. Geçmişte PKK'nın operasyonlarını kınadık ve bu konumumuzu sürdüreceğiz. Ancak, bu sorunun askeri yolla çözüleceğine inanmıyoruz.

Şirin Payzın: Sayın Başbakan, Kuzey Irak'ta faaliyet gösteren PKK üzerinde tam anlamıyla kontrol sahibi olduğunuzu düşünüyor musunuz? "Biz her şeyi yapıyoruz; ama olay kontrolümüz dışında, bölgede iyi konuşlanmış durumdalar" mı dersiniz, yoksa "durum tamamiyle kontrolümüz altında" mı dersiniz?

Neçirvan Barzani: Biz PKK'nın yaptıklarından sorumlu değiliz. PKK'nın Türkiye sınırı içinde ve Kuzey Irak'ta etkili olduğu bölgeler çok dağlık ve zor bölgeler. Ama sizi tekrar temin ederim ki, Bölgesel Yönetim olarak, Kuzey Irak topraklarının komşularımıza yapılacak düşmanca silahlı eylemler için kullanılmasına izin vermemekte kararlıyız. Bu tutum bağlamında da, komşumuz Türkiye'ye karşı yapılan eylemler bizi endişelendiriyor. Bu zor dağlık bölgelerde kontrol sağlamak kolay değil; ancak askeri müdahalenin çözüm getireceğine de inanmıyoruz. Bunu geçmişte, Türk ordusuyla beraber yaşadığımız tecrübelerde gördük. PKK sorununu çözmek için koordineli olarak çalıştık; ama başarıya ulaşamadık. Türk ordusu da yıllardır çaba sarfediyor; ama problem halen çözülebilmiş değil. Çünkü problem siyasi bir problem. Sorunun doğası siyasi, bu yüzden askeri operasyonlarla çözülemez. İnanıyorum ki, siyasi bir çözüm yolu bulmaya çalışmak, hem Türkiye'nin, hem Bölgesel Yönetim’in, hem de tüm Irak'ın yararına olacaktır.

Şirin Payzın: Türkiye ile Kuzey Irak arasındaki ticari ve ortak ilişkiler artıyor. Türk iş adamları burada yatırım yapıyor, faaliyetlerde bulunuyor. Dolayısıyla, bu yöne baktığımızda ilişkiler artıyor. Güvenlik konularının gelecekte iyice ikinci plana düşmesi nasıl sağlanabilir? Bunun için herhangi bir planınız var mı? PKK'ya karşı önerinizin siyasi çözüm olduğunu biliyorum; ancak sizin, en azından Türk tarafının tepkisini hafifletmek için, Türkiye'ye iyi niyetinizi göstermek için, herhangi bir güvenlik planınız var mı ?

Neçirvan Barzani: Sizin de belirttiğiniz gibi ekonomik açıdan Kuzey Irak bölgesi ile Türkiye arasındaki ilişkiler ve Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler artıyor. Güvenlik bu çerçeveden bakacak olursak da temel bir konu. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta kendisine saldıracak herhangi bir grubun varlığını istememeye ve buna izin vermemeye hakkı var. Bu çok normal bir talep ve haklı bir talep. Geçmişte, Bölgesel Yönetim olarak PKK'ya karşı aldığımız önlemlerle ilgili kararlılığımızı gösterdik. PKK'nın havaalanlarımızı kullanmasına izin vermedik, hastanelerimizi kullanmasına da izin vermedik. Bölgemizde kolay hareket alanı bulmalarını engellemek için, dağlık alanlara bağlanan yollardaki kontrolleri de sıkılaştırdık. Bölgesel Yönetim olarak bu prosedürleri sürdürmeye devam edeceğiz. Bölgemizin komşularımıza karşı ve tabii ki Türkiye'ye karşı düşmanlık için kullanılmasına izin vermemekte kararlıyız.

Şirin Payzın: Eğer Başbakan Erdoğan sizi ya da Bölgesel Yönetim’in Başkanı Mesud Barzani'yi ziyaret etse, sizinle doğrudan görüşmelerde bulunsa, ilişkilerin daha iyiye gideceğini düşünüyor musunuz? Böyle bir beklentiniz var mı?

Neçirvan Barzani: Tabiî ki Türkiye ve Bölgesel Yönetim’in ilişkilerini geliştirmeye yardımcı olacak her adımı hoş karşılarız, takdir ederiz. Türkiye Hükümeti’ne, Türkiye halkına ve liderlerine mesajım şudur: Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani, Türkiye ile ilişkilerimizin, Türk ve Kürt halkları arasındaki ilişkilerin normalleştiğini ve iyileştiğini görmeyi çok ister. Mesud Barzani'nin ümidi, ilişkilerimizin geçmişteki dostluk seviyesine ulaşması ve işbirliğimizin de geçmişteki seviyeye gelmesidir. Çünkü bizim isteğimiz, iki komşu olarak da, Kürt ve Türk halkları olarak da, uzun süreli stratejik bir ilişki kurmak.

Şirin Payzın: Ancak daha net olarak sormak gerekirse, özel bir davet bekliyor musunuz? Siz veya Mesut Barzani, Ankara'dan bir davet bekliyor musunuz?

Neçirvan Barzani: Eğer böyle bir davet olursa kesinlikle gitmeye hazırız. Ancak şimdiye kadar herhangi bir davet olmadı.

Şirin Payzın: Sizce bir davet olmalı mı, olması gerekiyor mu?

Neçirvan Barzani: Bence olmalı, neden olmasın? Biz iki komşuyuz. Bölgesel Yönetim olarak bizim anayasal bir statümüz var ve bu statüyü de, Irak halkının oylarıyla kabul edilen bir anayasayla kazandık. Dolayısıyla Türkiye bizimle iki komşu olarak temas kurmakta çekinmemeli. Aynı zamanda, Bağdat'a gerçekleşen her ziyarette, alınan her kararda, doğrudan etkilenecek ve sahadaki sonuçlarla ilgilenecek taraf, Türkiye ile sınır komşusu olmamız sebebiyle Kuzey Irak Bölgesel Yönetimidir. Ben kişisel olarak, davet yapılmaması için veya doğrudan temas yapılmaması için herhangi bir sebep görmüyorum. Dolayısıyla sizi temin etmek isterim ki, evet, biz böyle bir ilişki istiyoruz ve bu tür ilişkilerin oluşmasını bekliyoruz iki taraf arasında, bu çok normal. Aynı zamanda, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı desteklemesini de bekliyoruz; çünkü biz Türkiye için, güvenli ve iyi bir komşuyuz. Bu ilişkinin oluşması ve gelişmesi için mevcut pozitif rolümüzü de sürdüreceğiz.

Bir nokta daha eklemek istiyorum. Bu bölgeyi ve bizim burada, bu ilişkide oynayacağımız rolü göz ardı etmek, görmezden gelmek ve Kuzey Irak'ı ilişkilerin dışında bırakmak hiçbir sorunu çözmeyecektir. Dolayısıyla Türkiye'nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’yle doğrudan temaslar için gereken cesur kararı almasının zamanı gelmiştir.

Şirin Payzın: Başka bir tartışmalı konu: Kerkük. Kerkük sorununun nasıl çözülebileceğini düşünüyorsunuz? Çünkü Birleşmiş Milletler’in ihtilaflı bölgeler hakkındaki ilk rapor çalışmasını olumsuz karşıladınız, referandum konusunda henüz bir netlik yok. Sorunun yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Neçirvan Barzani: Kerkük konusu ne yazık ki bazen yanlış yorumlanıyor. Bu sorunun çözümündeki ısrarımız sadece Kerkük sorununun çözümü için bir ısrar değildir; çünkü başka ihtilaflı bölgeler de var. Eğer istikrarlı ve güvenli bir Irak istiyorsak, eğer tüm halkın barış içinde yaşadığı ve komşularıyla barış içinde yaşayan bir Irak istiyorsak, o zaman önceki rejim tarafından yaratılmış bazı sorunları çözmeliyiz. Bu ihtilaflı bölgelere dair tartışmalara bir çözüm bulmalıyız.

Irak Anayasası’nda bu soruna çözüm için yol haritası çizen bir madde var. Bizim isteğimiz de bu maddenin tam olarak uygulanması. Elbette, aynı zamanda Kerkük probleminin bir gecede çözülebilecek kadar kolay olmadığını da biliyoruz, zamana ve çabaya ihtiyaç var. Esnekliğe hazır olmaya ihtiyaç var. Kerkük'teki bütün halkların esneklik göstermesine ihtiyaç var. Türkmenler, Araplar ve Süryaniler de buna dahil... Bu esneklik gösterilirse, Kerkük "birlikte yaşamanın" bir örneği olarak var olur. Aslında sorunu o kadar da büyük ve çözümsüz bir problem olarak görmüyoruz. Bir çözüm var, bu da Anayasa’daki madde. Anayasa’ya uyarsak sorun çözülür

Şirin Payzın: Pekala Türkiye'den tam olarak ne bekliyorsunuz? Mevcut Kerkük politikasıyla bu sorun çözülebilir mi? Bu konuda Türkiye'den tam olarak ne bekliyorsunuz?

Neçirvan Barzani: İnanıyoruz ki, Türkiye'nin yapacağı en iyi şey, Irak halkının bu sorunu çözmesine izin vermek ve onlara bu fırsatı tanımak olacaktır. Çünki bu Irak'ın iç meselesi ve bu çerçevede Irak bağlamında çözülmesi gerekli. Türkiye'nin yapacağı en iyi şey, Iraklıların kendilerinin, bu sorunun çözümüne yönelik bir formül bulmalarına yardım etmektir. Bu tabii ki Türkiye'nin de takdir edeceği ve saygı duyacağı bir formül olacaktır. Bu, Türkiye'nin Irak halkına sunacağı en iyi ve en büyük yardım olacaktır.

Şirin Payzın: Mesut Barzani bir açıklamasında "Kerkük problemini bir çatışma yaşanmadan çözmek istiyoruz; ama barış yoluyla çözülmezse çatışmalar olur" demişti. Bu açıklamanın arkasında duruyor musunuz? Türkiye yardım etmezse iş çatışmaya kadar gider mi?

Neçirvan Barzani: Tekrar söylemek isterim ki, Türkiye bu sorunun çözümünü isteyen Irak halkının iradesine itibar edebilir. Bunun bir sorun olduğuna ve çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu sorunu görmezden gelerek çözemeyiz. Önemli bir soru bu, çözmek kolay değil. Bu nedenle bir çözüm için elimizden gelen her yolu deneyeceğiz. Her yol derken "barışçıl yolları", diyaloğu ve Kerkük'teki bütün halkları memnun edecek bir çözümü kastediyorum.

Şirin Payzın: Kerkük Referandumu’nun yakında yapılacağını düşünüyor musunuz?

Neçirvan Barzani: Bizim için önemli olan şey, konunun referandum veya maddenin uygulanması yoluyla olsun, çözülmesi. Bir kez daha bu sorunu göz ardı ederek çözüme ulaşılmayacağını belirtmek istiyorum. Dolayısıyla bir çözüm gerekiyor ve bir çözüm olmalı. Ve çözüm aslında orada. Dolayısıyla, 140. Madde bu çözümü sunuyor zaten. Ya referandum ya da maddenin tam olarak uygulanması olmalı.

Şirin Payzın: Türkiye'nin endişesi şu: Kerkük'ü aldığınızda petrol de sizin olacak. Çok güçlü olacaksınız ve belki de ileride bağımsızlık talebiniz olacak. Ve bu, belki de Türkiye'deki Kürtlerin de bağımsızlık kazanmasına kadar varacak. Amerikalılarla Kuzey Irak'ta "bağımsız bir Kürt devleti" kurmak için görüşmeler, pazarlıklar yapıyor musunuz?

Neçirvan Barzani: Anayasa’yla belirlenmiş bir Irak var. Saddam rejiminin yıkılması öncesinde bölgede her türlü gücümüz ve yetkimiz vardı. Neredeyse bağımsızdık. Ama yeni bir Irak kurma şansımız oldu ve biz de Irak'ın yeniden yapılandırılmasına ortak olduk. Ve hiçbir gizli projemiz yoktu. Projemiz açık, net: Bağımsızlık konularını ne Amerikalılarla ne de başkasıyla pazarlık ediyoruz. Çünkü Irak sınırları içinde var olma kararımız açıktır. Kerkük'teki petrol konusuna gelirsek, Irak Anayasası’nda "Irak petrollerinin bütün Irak halkına ait olduğu" yazıyor. Biz de Kürtler olarak buna razı olduk. Petrol Kürtlere, Araplara, Türkmenlere, bütün Iraklılara ait. Ayrıca, petrol gelirlerinin sadece % 17'sinin Bölgesel Kürt Yönetimi’ne ayrılmasına da karar verdik. Geri kalan gelir Irak'ın tümüne aittir. Petrolün Bağdat'ta, Basra'da, Zaho'da ya da Kerkük'te çıkması hiç fark etmez; çünkü petrol bütün Iraklılar'a aittir.

Sonuçta petrol gelirlerinin % 17'sinin Kürt Bölgesi’ne ayrılacağı kararını aldıktan sonra, "Kerkük Bölgesel Kürt Yönetimi’ne katılırsa bağımsızlık ilan edilir mi?" sorusunu sormak gereksiz.

Tabiî şu da var: Bağımsızlık halkımızın doğal bir hakkı; çünkü biz farklı bir milletiz. Kendi geleceğimizi belirlemek en doğal hakkımız. Ama biz kararımızı verdik ve Irak sınırları içinde kalma kararı aldık. Irak Anayasası’nda da yazıyor bu kararımız. Bu nedenle Anayasa’ya göre Bağdat'a geri dönmeye ve tam ve etkili olarak Irak'ın yeniden inşasına ortak olmaya karar verdik.

Şirin Payzın: Türkiye ile Irak arasında yeni bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmayla, Türk petrol şirketleri, Irak topraklarında petrol arayabilecek ve faaliyet gösterebilecek. Bunun pozitif bir adım olduğuna inanıyor musunuz ve sizce bu anlaşma iki ülke arasında daha barışçıl ilişkilerin önünü açtı mı?

Neçirvan Barzani: Bizim bölgemizde petrol alanında aktif olarak çalışan pek çok Türk şirketi var. Türk şirketlerinin Kuzey Irak'a da, Irak'ın geneline de gelip çalışmaya yönelik adımlarını destekliyoruz. Bu, bir yandan Türkiye ile Bölgesel Yönetim’in, diğer yandan da Türkiye ile bir bütün olarak Irak'ın ortak faaliyetlerde bulunabileceği bir alan.

Şirin Payzın: AKP'nin Türkiye içinde Kürt sorununa yaklaşımını, olumlu buluyor musunuz?

Neçirvan Barzani: Bu konu hakkında yeterli bilgim yok.

Şirin Payzın: Bu soruyu şundan dolayı sordum: AKP'nin kapatılmasına yönelik bir dava var gündemde. Eğer AKP kapatılırsa sizin tepkiniz ne olacak? Çünkü AKP'nin sizinle bir tür diyalogu var. Ankara ve Bağdat arasında yeni bir dönemin başlamasına da öncülük ettiler. Devletin diğer organlarından, kurumlarından daha aktifler. Sizin tepkiniz ne olacak? Sizce bu Türkiye'deki Kürt sorununu etkileyebilir mi?

Neçirvan Barzani: Türkiye ile olan ilişkilerimiz Türk kurumları, Türk devleti ile. Ancak sorduğunuz konu Türkiye'nin bir iç meselesi. Türkiye'nin iç işlerine müdahale etmek istemiyoruz. Ancak nihayetinde davanın Türk halkının ve devletinin çıkarına olacak bir doğrultuda sonlanmasını umuyoruz.

Şirin Payzın: Önümüzdeki aylarda Amerika Birleşik Devletleri'nde bir başkanlık seçimi olacak. Amerika'nın güvenlik açısından kısmen daha iyi bir konuma geldiği doğru; ancak yine de hala Amerikan ordusunun Irak'tan çekilmesinin gerekip gerekmediği konuşuluyor. Sizin bir sonraki Amerikan Hükümeti’nden, demokratlardan veya Cumhuriyetçilerden beklentileriniz neler? Sizce, demokratlar kazanırsa büyük değişiklikler olacak mı?

Neçirvan Barzani: Irak'taki durumu gerçekçi bir biçimde değerlendirmeliyiz. Güvenlik alanında genel bir ilerleme var. Bu, General Patreaus'un ve Amerikan güçlerinin ortaya koyduğu plan ve katılım sayesinde oldu. Güvenlik durumunun ilerlemesini sağladılar. İnanıyoruz ki Irak, diğer devletlerin seviyesine ulaşıncaya kadar, gelecekte güvenli ve emniyetli bir duruma kavuşuncaya kadar, hala koalisyon güçlerinin desteğine ve işbirliğine ihtiyaç duyacaktır. Bununla da özellikle Amerikan güçlerini kastediyorum. Bir sonraki Amerikan başkanı, demokrat olsa da cumhuriyetçi olsa da, Amerikan güçlerinin Irak'tan hızla çekilmesi, öncelikle Irak halkı, ikinci olarak da Amerikan politikası için felaketle sonuçlanacaktır.

Dolayısıyla, bu konuyu çok dikkatli olarak ele almak ve değerlendirmek gerekir. Irak'ta güvenlik konusunda ilerleme kaydedildiği doğrudur. Ancak bu güvenlik durumu kırılgandır. Durum her an tesine dönebilir. Dolayısıyla Irak güvenlik güçlerinin hala güvenli, emniyetli ve istikrarlı bir ortam sağlayabilme seviyesine ulaşmak için, zamana ihtiyacı vardır. Dolayısıyla, Irak'ın hala koalisyon güçlerinin desteğine ihtiyacı var. Ve gelecekte de Irak'ın bu seviyeye ulaşmak için, Amerika'nın iyi işbirliğine ve desteğine ihtiyacı var.

Şirin Payzın: Son günlerde, iç gündemdeki siyasi tartışmalar ağırlık kazandı; ama biz aslında Türkiye'de hala PKK'ya karşı hava operasyonları ve kara operasyonlarını tartışıyoruz. Genelkurmay en son operasyonda 20'den fazla PKK'lının öldürüldüğünü duyurdu. Sizin bu konudaki mesajınız nedir? İşler bu şekilde yürümeye devam edebilir mi? Ankara ile ilişkilerinizin kapsamını nasıl genişletebilirsiniz? PKK'yı yasadışı bir terör örgütü ilan etmek sizin için gerçekten imkansız mı? "Evet PKK bir terör örgütüdür" demek sizin için çok mu zor?

Neçirvan Barzani: Sizinle açık konuşayım. Bahsettiğiniz türden askeri operasyonların, ne kadar uzun olurlarsa olsunlar, kimseyi çözüme götürmediği tecrübeyle kanıtlanmıştır. Bunlar hava operasyonu da olsa, kara operasyonu da olsa fark etmez. Bu sorun askeri yöntemlerle çözülmez. Ankara bunu iyice ve ciddiyetle değerlendirmeli. Soruna barışçıl, siyasi çözümler aramak için çaba sarfedilmeli. Çok açık bir mesaj vereyim: Eğer Türkiye bu sorunu siyasi yollarla halletmek istiyorsa, bunu bu yıl yapmak, önümüzdeki yıl yapmaktan daha iyi olur. Bu siyasi bir mesele, askeri bir konu değil. Bunu tecrübelerimden hareket ederek söylüyorum. Burada Türk ordusuyla ortak bir deneyim yaşadık. Denedik; ancak çözüme ulaşamadık. Ben, Türkiye'nin köklü ve barışçıl bir çözüm için düşünmeye başlama zamanının geldiğini düşünüyorum. Çözüm kesinlikle askeri değil.

Şirin Payzın: Bu röportajı siz yapıyor olsaydınız, başlık olarak ne koyardınız? Mesaj ne olurdu? Manşeti nasıl atardınız?

Neçirvan Barzani: Başlık, "Bu sorunu diyalog yoluyla çözün" olurdu.

Şirin Payzın: Ankara ile Erbil arasında diyalog mu?

Neçirvan Barzani: Ankara ve Erbil arasında diyalog. Ve bu bölgeyi gözardı etmeyin derdim. Biz sizinle komşuyuz. Bu bölgeyi görmezden gelerek hiçbir sorunu çözemezsiniz.

Şirin Payzın: Sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ederiz.

Neçirvan Barzani: Ben teşekkür ederim.

YORUM - Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları

abant_17

Kemal Burkay Birkaç gün önce Kürt sorunu üzerine Abant’ta yapılan toplantının yankıları hâlâ devam ediyor. Bu toplantıya katılan Kürt ve Türk aydınları görüşlerini çeşitli basın yayın organlarında yansıtıyorlar.

”Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” adı altında yapılan bu toplantıya, Kürt ve Türk kesiminde değişik eğilimlerden yüz dolayında davetli katıldı ve bir buçuk gün süren konuşma ve tartışmaların ardından ortak bir bildiri yayınlandı.

Bizim sitede (www.kurdistan.nu ) bu konuda herhangi bir haber, yorum çıkmadıysa da okurlarım herhalde basından izlemişlerdir. Bu nedenle toplantıya kimler katılmış, neler söylenmiş, bu gibi ayrıntılar üzerinde durmayacağım. Yalnızca toplantıyla ilgili görüşlerimi genel çerçevede dile getirmek ve dikkatimi çeken birkaç noktaya değinmek istiyorum.

Bence bu, Kürt sorunuyla ilgili olumlu, başarılı bir toplantı. Değişik eğilimlerden yüz kadar aydının böyle bir toplantıda kırıp dökmeden, uygarca tartışması, Kürt sorununa ilişkin görüşlerini dile getirmesi ve çözüm önermesi başlıbaşına olumlu. Ortak bir sonuç bildirisi çıkarabilmek de. Bu sonuç bildirisi her şeyden önce Kürt sorununun özgürce tartışılmasının gereğini dile getiriyor. Bu bizim de yıllardan beri savunduğumuz bir şey.

Çözümsüzlük yanlıları yıllar yılı bu konuda özgür bir tartışmayı engellediler. Bunlar, dünden bugüne Türkiye’yi yönetenler, en başta da baskıya, şiddete koşullanmış ve bunu bir rant kapısı haline getirmiş militarist kesim.

Onların yöntemi belli: Kürt istemlerini yasaklamak, şiddetle bastırmak; asimilasyon, sürgün, hatta kırımla Kürt kimliğini yok etmek.

85 yıldır bu politikayı izlediler; ama başaramadılar. Kürtler yok olmadı ve çözülmeyen sorun büyüdü, Türkiye’nin ayağında bir değirmen taşına dönüştü. Türkiye bu sorunu adil bir biçimde çözmeye yanaşmadığı için, onun beslediği ekonomik, sosyal, siyasi türden başka ciddi sorunlarla da karşılaştı ve şu anda görüldüğü gibi, tam bir batağa, kaosa sürüklendi.

Onun içindir ki bu ülkede son yıllarda, çözüm için şiddetin dışında yol ve yöntem arayan insanlar ortaya çıktı, değişik sesler de duyulur oldu. Bu sesler, kendilerini boğmak isteyen ilkel, zorba sisteme rağmen kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlar.

Son Abant toplantısı da işte böyle bir çaba.

Toplantının adı da güzel: “Kürt sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak…”

Biz Kürtler buna varız. Zaten geçmişten beri de buna benzer bir doğrultuda yürüdük. O kadar uzun geçmişe, Türklere Anadolu’nun kapısını açan Malazgirt Savaşı’nda, Kürtlerin Türklere verdiği desteğe, Yavuz döneminde İran’a karşı yapılan Osmanlı-Kürt ittifakına kadar gitmeyelim. Ama Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında olup bitenler daha tazedir. Osmanlı devleti sapır sapır dökülürken, Balkan halkları ve Araplar, önlerine çıkan uygun fırsatta Osmanlı’nın yüzlerce yıllık boyunduruğundan kurtulup kendi ulusal devletlerini kurarken, biz Kürtler önce Osmanlı ile, ardından da Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’le birlikte hareket ettik. Yabancı işgaline karşı direnişler önce Kürdistan’da (Süleymaniye’de, Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta) başladı. İlk Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bu bölgede oluştu. İlk kongreler (Ezrurum ve Sivas) burada toplandı. Kürtlerin desteği olmasa acaba bugün İstanbul’u, İzmir’i, Antalya’yı, Adana’yı, hatta Sivas ve Maraş’ı içeren bir TC olur muydu?..

Demek ki Kürtlerin ”Türk kardeşlerine” yaptığı iyilikler pek çok ve pek büyük. Peki ”Türk kardeşler” Kürtlere ne yaptılar? O da ortada… Düze çıkar çıkmaz söz verilen özerkliği hemen unutuverme, Kürt ve Kürdistan sözcüklerini, Kürt dilini ve kültürünü bile yok sayma, yasaklama. Seksen yılı aşkındır Kürt halkını sindirmek, yok etmek için yürütülen acımasız bir politika ve Kürdistan’da süreduran savaş…

Öyle olunca, acaba 1920’lerde, kendi başımızın çaresine bakacağımıza Mustafa Kemal’in ardına takılmakla, yani ”barışı ve geleceği birlikte aramakla” iyi mi ettik, yoksa dünyanın en büyük aptallığını mı?..

Her neyse, olan oldu. Ülkelerini özgürleştireceklerine, küçük hesaplarla, sözde ”Halife’yi ve Sultan’ı ve kutsal İslam dinimizi kurtarmak için” yola çıkan Osmanlı Paşası’nın ardına takılan, ulusal onurdan yoksun Kürt ağalarımız ve şeyhlerimiz bize işte bu mirası bıraktılar…

Ya şimdi, çözüm diye ne öneriyoruz?

Tamam, ”barışı ve geleceği birlikte aramak” da, bir kez daha aldatılmayacağımızın güvencesi ne?

Sevgili demokrat, aydın, Türk dostlar, lütfen bizi anlayışla karşılayın. Çorbadan dilimiz yandı, yoğurdu üfleyerek yiyiyoruz. Üstelik bizi bu işte kuşkuya düşüren yeterince neden var.

Abant toplantısında yapılan konuşmalardan ve basında yazılanlardan dikkatimi çeken hususlardan biri şu: Türk dostlardan birçoğu: ”Şu, biz Kürtler- siz Türkler biçimindeki ifadeleri bir yana bırakalım,” diyorlar, ”biz-siz olmasın.”

Neden? Nesnelerin, varlıkların adını koymaktan neden ürkelim? Sorun ne zaten: Kürt kimliğimizin yok sayılması, yok edilmek istenmesi, buna eşlik eden bunca zulüm…

Şimdiye kadar ”hepimiz biriz” safsatası altında ”Kürt yok, Türk var,” dendi. Öyle dönemler oldu ki biz Kürtler bile buna inandık, ülkemize sessizlik çöktü, nerdeyse boyun eğdik. Adımızı ve ülkemizin adını nerdeyse unuttuk. Tarihimizden bihaber olduk, yazı dilimizi yitirdik.

Ama 1950’li yılların sonundan itibaren canlanan Kürt ulusal hareketi bu safsataları tuzla buz etti. Dilimizi, kültürümüzü, adımızı, ülkemizi yeniden keşfettik. Bir ulus olduğumuzu, ülkemizin parçalandığını, en basit insani haklardan bile yoksun bırakıldığımızı, acımasızca ezilip sömürüldüğümüzü anladık. Onun için bize böyle demeyin, sevgili dostlar; Kürt ayrı, Türk ayrı! Biz bu bilince varıncaya kadar ne bedeller ödedik. Şimdi onu tatlı dille elimizden alıp bizi yeniden 60 yıl geriye götürmeye kalkmayın.

Ha, barışı ve geleceği birlikte aramak mı? Buna amenna! Birlikte arayalım. Ama nasıl bir barış ve nasıl bir gelecek olacağını şimdiden açık açık konuşalım, bilelim.

Örneğin, biz diyoruz ki, bir Türk devleti zaten var. (Asya’dakileri ”Türkî”leri filan saymıyorum, onlar bizi alakadar etmez). Bir Kürt devleti de olsun. Anadolu ve Kürdistan’da, Kürtlerin çoğunlukta olduğu coğrafya’da kurulsun. Sivas’ın doğusudur bu…

”Ayrı devlete gerek yok, birlikte olalım” mı diyorsunuz? Bizce o da mümkün. O zaman bu devleti her iki halkın ortak devleti yapalım. Bu da bir Kürt-Türk federasyonudur… Sivas’ın doğusu Kürdistan, batısı Türkiye… Her birinin kendi başkenti olur. Bir de ortak başkent olur. Ankara da olabilir, İstanbul da… Resmi dil hem Türkçe hem Kürtçe olur…

Ama bakıyorum, Abant toplantısına katılan birçok kişi, ayrı Kürt devletini düşünmek şurda kalsın, eşitlik temelinde bir federasyona da karşılar… ”Etnik federasyon olmaz!” diyorlar. Bazıları, ”bu Irak’ta İran’da olur da Türkiye’ye uymaz,” diyorlar… Hatta bu görüşe, kimi pek yumuşak, pek bonkör Kürtler bile katılıyor!

Neden? Bu sözün, ”demokrasi Türkiye’ye uymaz” demekle farkı ne?..

Niçin dünyadaki, böylesine iki uluslu, veya çok etnik kimlikli –İsviçre, Belçika, İspanya, Rusya, Çin dahil- onlarca ülke şurda kalsın, Amerika, Almanya gibi tek dilli ülkelerde bile federasyon olabiliyor da burada olmuyor?..

Bu arkadaşlar, bu konuda bizi ikna etmek için bin dereden su getiriyorlar. Efendim, burada Kürtler çok dağılmış… Çoğu batıdaymış… Kız alıp vermişiz, kaynaşmışız, falan filan…

O ülkelerde de olmuş böyle şeyler, sevgili dostlar. Nüfus karışmış, kız alıp vermişler, asimilasyon olmuş… Irak’ta, İran’da da olmuş. Örneğin Belçika’da Valonlar’la Flamanlar karışmış, başkent Brüksel’de iki kesim iç içe. Ama ayrıca birer Valon ve Flaman bölgesi var… Brüksel ise ortak başkent ve üçlü federasyonun diğer ayağı. Federal İsviçre de böyle: Fransız, Alman ve İtalyan dili konuşan nüfus, birbirinden Çin Seddi ile ayrılmamış. Ama ferderasyon da zaten tam bunun için: Her halkın çoğunlukta olduğu bölgede özyönetim, öteki yerlerde de yeterli kültürel haklar…

Biz de federal Kürdistan’ı İstanbul’da değil, Sivas’ın doğusunda kurarız. İstanbul veya Ankara’yı da ortak başkent yaparız; Kürtler her ikisinde de bol miktarda var. Böylesi bir federal yapıda, Van’daki Türkün kendi dilinde okulu olacağı gibi, İstanbul’daki Kürdün de kendi dilinde ilkokulu, lisesi, üniversitesi olur… Kimsenin yerini yurdunu terk etmesi de şart değil. Bu kadar basit.

Doğrusu çok hoş, hem Kürtlerin kentini köyünü yak yık, milyonlar halinde batıya sür, hem de ardından, onların batıdaki varlığını gerekçe göstererek: ”Bak, ne kadar karışıp kaynaşmışız, değil mi? Etnik federasyon da olmaz!” de…

Pek zekice, doğrusu! Türkiye’nin sömürgeci tezlerinin bir son versiyonu…

Kürt ulusal mücadelesinin vardığı bu noktada, kimse çözüm diye önümüze gülünç ve göstermelik önerilerle gelmemeli. Biz, şu ülke nüfusunun ve coğrafyasının üçte birini oluşturan Kürt halkı (salt Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye sınırları içinde yaklaşık 25 milyon nüfus) dilenci değiliz ve en azından Kıbrıs’taki 150 bin Türkün istediği kadar hak istiyoruz. Şu anda gücümüz buna yeter mi, yetmez mi, ayrı mesele. Ama birileri bir milyonluk alacağımızın üstüne yatıyor diye, herhalde onunla bir yüz liraya fit olacak değiliz. kurdistan nu.

Akdeniz için Birlik ve Kürdistan

Mediterian sea Kurdistan

Ahmet Alim Kurdistan-Post.org /Türkiye’de, Kürtler ve Türklerin gündemi yerel sorunlara odaklanmış durumda, ama Dünya’da Türkiye ve Kürdistan’ı ilgilendiren olaylar olmakta ve toplantılar yapılmaktadır, özellikle Kürtler bu süreçlerde devre dışı konumda bulunmaktadır. Bu toplantılardan birisi, 13-14 Temmuz 2008 tarihlerinde Paris’te Akdeniz için Birlik oluşturmak üzere AB ve Akdeniz havzasındaki 43 ülke katılımıyla düzenlenmiştir. Akdeniz için Birlik, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı kampanyası sırasında dile getirilmiş ve 1995’de Barselona’da başlatılan Euromed’in başarısızlığının altını çizilerek, Euromed yerine önerilen bir projedir. Başlangıçta, Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri kapsayan proje, Almanya Başbakanı Merkel’in ısrarıyla AB ile Akdeniz havzasındaki ülkeleri kapsayan bir projeye dönüşmüştür. Paris zirvesinde, ekonomik ve sosyal kalkınma, açlık ve kıtlık konusundaki kriz ile gıda alanında kendine yeterlilik ile iklim değişikliğinin çevre üzerindeki etkileri çerçevesinde; Akdeniz’in temizlenmesi, deniz ve karada otoyolların inşası, doğal felekatlerde sivillerin korunması, bir Avrupa-Akdeniz Üniversitesinin kurulması, güneş enerjisi ve Akdeniz’de ekonomik işleyiş için bir girişim oluşturulması kararlaştırılmış ve Akdeniz için Birliğin temeli atılmıştır.

Akdeniz coğrafik konumu nedeniyle uygarlığın beşiği olan bir bölgedir. İnsanlar tarımı ve hayvanı ilk defa Akdeniz havzasında (Kürdistan’da) evcileştirmiş, yazıyı, ticareti ve parayı bu bölgede icat etmiştir. Ayrıca, 3 tek tanrılı din de Akdeniz havzasında doğup Dünya’ya yayılmıştır. Finike ve Yunan uygarlıklarının oluşturdukları şehirler ile ulaşım yollarını devr alan Roma tüm Akdeniz’i kapsayan bir imparatorluk kurarak Akdeniz’de birliği oluşturmuştur. Pax romana ile oluşturulan birlik ve istikrar, Akdeniz’de refahı yükseltmiş ve Akdeniz’i Dünyanın en zengin bölgesi ve merkezi haline getirmiştir. Roma imparatorluğu yıkıldıktan sonra Emevi İslam imparatorluğu, devamında Osmanlı İmparatorluğu göreli olarak Roma’nın yerini almıştır. 20. yüzyıla kadar esasta 3 imparatorluğun hakimiyetinde olan Akdeniz havzası, 17. yüzyıla kadar Dünya ekonomisinin merkezi olarak ekonomik gelişmelere yön vermiş ve 1620’den sonra üstünlüğünü Atlantik karşısında kaybederek marjinaleşmiştir.

Akdeniz’in diğer bir özelliğide Batı – Doğu ve Güney – Kuzey arasında kırılma noktası olmasıdır. Coğrafik, tarihsel, kültürel, dinsel ve ekonomik boyutlarda anlamı olan Akdeniz’in uzun bir süre marjinal düzeyde kalması kabul edilebilecek bir durum değildir. 20. yüzyılda oluşturulan AB, Avrupa uygarlığına kaynaklık eden Akdeniz’e sırtını dönmüş ve Akdeniz havzasındaki halkları bir tehlike olarak görerek, bu halklara karşı koruma duvarları oluşturarak bu ülkelerden gelecek göçü engellemek için politikaları uygulamaya koymuştur. Böylece AB ülkeleri, Doğu – Batı ve Güney – Kuzey çelişkilerini derinleştirek Akdeniz havzasındaki halklar arasında gerginlikleri artırarak Akdeniz’in marjinalleşmesini derinleştirmişlerdir. Bu gerginlik sadece Akdeniz havzasındaki yoksul ülkelerden öte AB ülkelerini de tehdit eder hale gelince, 1995’te Barselona’da Euromed projesiyle AB ülkeleri ile Akdeniz’in yoksul ülkeleri arasında bir işbiliği oluşturarak bu bölgede yeni bir denge oluşturulması amaçlanmıştır. Fakat bu girişim başarılı olamadığından Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’in önerisiyle 13 – 14 Temmuz 2008 Paris’te yapılan toplantıyla Akdeniz için Birlik oluşturulması için çalışmalar başlatılmıştır.

Paris zirvesinin diğer bir başarısıda halen resmen savaş halinde olan Suriye ve İsrail’in aynı masada bir araya gelmeleri olmuştur. Ama Akdeniz havzasındaki çatışmalar ve bölgede barışın olmaması ekonomik gelişmenin önündeki en önemli engellerden birisidir. Bu anlamda; İsrail – Filistin, İsrail – Suriye, Batı Sahra konusunda Cezayir – Fas, İspanya – Fas, İspanya – İngiltere, Kıbrıs konusunda Yunanistan – Türkiye ve Lübnan çözülmesi gereken sorunlar olarak bahsedilirken, Kürt sorunu sahipsizlikten dolayı gündeme gelmemiştir. Barışın ve istikrarın sağlanmadığı bölgelerde ekonomik gelişmenin sağlanması ve sürekli kılınması mümkün değildir. Avrupa, 2 inci Dünya savaşından sonra kurduğu AB ile 2 savaşa neden olan sorunları AB bünyesinde görüşmeler yoluyla çözerek ekonomik gelişimini ve refahı sürekli kılmıştır. Yalnız AB baskıyla oluşturulan bir birlik olmayıp gönülülük temelinde ekonomik düzeyde oluşturulmaya çalışılan bir birliktir. Dolayısıyla, Akdeniz için Birlik bu sorunların çözümüne katkıda bulunan ve sorunların çözüldüğü bir platform işlevi görebilir.

Ekonomik alanda, Euromed’le başlayan süreç 2010 yılında Akdeniz ülkeleri ile AB arasında gümrük birliği oluşturulmasını öngörmektedir. İki bölge arasındaki dengesizlik ve Akdeniz ülkelerinin hazırlıksız olması gözönüne alındığında, Akdeniz ülkeleri gümrük birliğiyle AB’nin çok uluslu şirketlerinin (ÇUŞ) saldırısına uğramaları söz konusudur. Bu durum Akdeniz ülkelerinde dengeleri dahada bozularak, bu ülkelerin ihtiyacı olan sektörlere yatırım yerine ÇUŞ’lerin karlarının maksimize edileceği sektörlere yatırım yapılmasına neden olacaktır. Yani bu ülkelerin ekonomik gelişmesi dışa bağımlı olacak ve bu ülkelerdeki dengeleri bozarak sosyal ve ekonomik sorunların artmasına yol açacaktır. Bundan dolayı, hazırlıksız bir birlik yarardan çok zarar sağlayacağından halkların bu konularda bilgilendirilmesi ve karar süreçlerine dahil edilmeleri hayati önemde olup sağlıklı bir birlik kurulmasının ön koşuludur.

Dünya’nın merkezi 17. yüzyılda Akdeniz’den Atlantiğe kaymış ve 21 yüzyılda ise Atlantik’ten Pasifiğe kaymaktadır. Avrupa, AB ile yakaladığı dinamikle Asya – Pasifik bölgesinin yükselişine direnmeye çalışmaktadır. Avrupa’nın bu bölgeye karşı denge oluşturması en yakınındaki güney ve doğu Akdeniz’le entegrasyonundan geçmektedir. Zira, Japonya’ın ekonomik gelişimini sürdürmek için Güney – Doğu Asya’daki ekonomik gelişmeyi teşvik etmiş ve bu bölge 21 inci yüzyılın merkezi olmaya adaydır. Bu anlamda, AB ülkeleri ile Akdeniz havzasındaki ülkeler arasında ekonomik düzeyde tamamlayıcı sektörler arasındaki ilişkiler geliştirerek bir taraftan Akdeniz ülkelerinde ekonomik gelişme sağlanarak bölgede refahın artışına katkıda bulunabilecektir. Neticede, geçmişte imparatorluklar tarafından baskıyla sağlanan birlik artık karşılıklı ve gönüllülük temelinde halklarında karar sürecine katıldığı koşullarda sağlanabilir.

43 devlet (Dünyadaki devletlerin 4/1) tarafından kurulması kararlaştırılan Akdeniz için Birlik’te, Kürdistan Akdeniz havzasında bulunmasına rağmen Devlet olmadığı için oluşturulması amaçlanan birlikte sorun olarak bile yer almamıştır. Bu Kürtler açısından bir sinyal olarak algılanmalı ve özellikle Avrupa’daki Kürtler bu tür platformlarda Kürdistan ve Kürt sorununun dikkate alınmasının sağlamak için sistemli olarak hazırlık yapmalıdır. Ahmet Alim ahmetalim@hotmail.fr

Domuz bağlı Ergenekon - Hizbullah ilişkisi

 

Domuz bağı ve mezar evlerle tanınan Türk Hizbullahı'nın ilginç Ergenekon bağları...

image

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınanların verdikleri ifadelerde, 2000’de öldürülen Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun, bazı üst düzey devlet görevlileriyle ilişkisi olduğu iddia edildi. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan emekli bir tanığın ifadesi, Ergenekon ve Hizbullah arasındaki irtibatı gözler önüne seriyor.

İddialara göre, Hizbullah’ı örgütleyen ve denetimini sağlayan kişilerin T. K. ve V. K. isimli emekli generaller olduğunu belirten istihbaratçı tanık, 2 örgüt arasındaki ilişkiyi şu örnekle açıklıyor:

Kullanılan bombalar aynı

"Hatay’da görev yaparken dönemin Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz ile İl Jandarma Alay Komutanı Vicdan Başaran’la şehir kulübünde yemek yedik. Bu yemekte bölge komutanının yanında bulunan sivil giyimli şahsın daha sonra İstanbul’da ölü olarak ele geçirilen Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendim."

Hizbullah ile Ergenekon terör örgütleri arasındaki en somut bağlantı ise 12 Haziran 2007’de Ümraniye’deki bir evde ele geçirilen 27 adet el bombasıyla ortaya konuldu. Ergenekoncuların eylemlerde kullandığı bu bombaların, Hizbullah’a yönelik 18 Mart 1999 tarihinde yapılan operasyonda ele geçirilen el bombalarıyla aynı kafile ve seri numaralı olduğu tespit edildi.

İSTANBUL (Bugün)

Alman dağcılar: Gerillalar bize iyi davrandı

image

ANF MÜNİH-HPG gerillalarının serbest bıraktığı üç Alman dağcı Almanya’nın Münih kentine ulaştı. Basına konuşan dağcılardan biri, “bize iyi davrandılar” diyerek sağlık durumlarının iyi olduğunu kaydetti.

8 Temmuz’da HPG gerillaları tarafından rehin alınan ve dün serbest bırakılan dağcılar bugün Ankara’dan Almanya’nın Münih kentine geldi. Dağcılardan Lars Holger Reime, basın önüne çıkarak, durumlarının iyi olduğunu söyledi.

“Bize iyi davrandılar” diyen Lars Holger Reime, fiziksel anlamda da iyi olduklarını ifade etti. Reime, “Sağlıklı bir şekilde Almanya’ya geri döndüğümüz için çok mutluyuz” dedi.

Tarih bile açıklandı: İran Kasım-Aralık’ta vurulacak

image

ABD’nin İran’la 29 yıl aradan sonra ilk kez doğrudan temas kurduğu görüşmelerde İran yönetimine uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması için 2 hafta süre verildi. Ancak İran, “Bu bizim doğal hakkımızdır” diyerek kapıyı kapattı. İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesi, görüşmelerin ardından İsrail ve ABD arasında İran’a yönelik askeri harekat için görüşmelerin sıklaştığını kaydetti. Buna göre ABD Başkanı George Bush, İsrail’e, “İran sorununu görev sürem dolmadan halletmeye söz verdim. Bu sözümü tutmaya kararlıyım” mesajı verdi. Ve “rahat olmalarını” istedi.

1000 uçak vurmalı

Pentagon kaynaklarına göre İran’la yürütülen görüşmelerde başarı sağlanamazsa Bush koltuğunu yeni ABD Başkanı’na devretmeden önce bu ülkeye askeri operasyon yapılmasına yeşil ışık yakacak. Hava harekatının ABD’de seçimlerin yapılacağı 4 Kasım ile Bush’un koltuğunu resmen yeni başkana devredeceği 1 Ocak arasında yapılması planlanıyor. Beyaz Saray kaynakları Cumhuriyetçi aday John McCain’in seçimi kazanması halinde Bush ve McCain’in ortak bir strateji geliştirebileceğini, ancak İran yönetimiyle görüşmeye sıcak bakan Demokrat Obama’nın seçilmesi durumunda askeri operasyon olasılığının daha yüksek olacağını belirtiyor.
Pentagon’daki savaş planlarında İran’ın 16 nükleer tesisinin vurulması için en az 1000 uçağın aynı anda sorti yapması gerektiği belirlendi. Ancak İsrail geçtiğimiz haftalarda sadece 100 uçakla Yunanistan üzerinde İran operasyonunun provasını yaptı. İsrail bu sayının yeterli olacağında ısrarlı, ancak ABD İran’ın nükleer programını en az 5 yıl geriye götrecek etkili bir hava operasyonundan yana. İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi de dün Washington’a giderek Amerika’nın kaygılarını gidermeye çalıştı. vatan