Siyasal İslam ve Kürtler

II. Abdülhamit'ten AKP'ye  Siyasal İslam ve Kürdler Son yıllarda çok tartışılan ve Kemalistlerce rejime tehdit olarak yorumlanan 'Siyasal İslam'ın Türkiye geçmişi uzun yıllara dayanır. AKP'nin kimi Kürt önde gelenlerinin katkılarıyla gerçekleştirmeye çalıştığı 'Ilımlı İslam' projesi bugünlerde pratik kimi sonuçlar doğursa da mevcut gelişmeleri bugünle sınırlamak yaşananları sağlıklı değerlendirmemenin de yolunu açar. Çünkü Osmanlı'dan bu yana farklı olanı sisteme bağlamanın başat yollarından biri olan İslam, uzun yüzyıllardır devlet iktidarlarının öncelikli etkileyeni durumunda. Bugün Türkiye rejiminde yaşanan 'Ilımlı İslam' dönüşümü de belirgin bir tarihi zemine ve arka plana sahip. Geçmişten bu yanı ne zaman iktidar organlarında İslami bir dönüşüm söz konusu olsa orada Kürtlerin varlığına rastlanması da benzer biçimde akıllara 'İslam ve Kürtler' sorusunu getirmektedir. Özellikle 'İslam ve Kürtler' ilişkisinin belirgin biçimde kullanıldığı II. Abdulhamit'ten bu yana yaşananlar birbirinin devamı gibi. Dönüm noktası: Nakşî/Halidiye doğuyor Zerdüşt inancına sahip Kürtler ve Farsların İslam inancına uzun kanlı yıllardan sonra, onlarca ayaklanmanın ardından tabi olduğu biliniyor. Ayaklanmaların ardından kabul edilen İslam süreci ise Kürtler için Müslümanlıklarının beğenilmediği yıllar olur. Netice itibariyle zaman içerisinde Müslüman olan Kürtlerin büyük çoğunluğu Sünniliğin Şafii mezhebine girer. Bu yönüyle çoğunlukla Hanefi mezhebinden olan Türk ve Araplardan ayrışırlar. Az bir kesim Kürt ise Şiilik mezhebini seçer. Zerdüştlük ise yoğun baskılar sonucu farklı görünümler altında (æzdilîk, Kızılbaşlık, Alevilik ve diğer Batini diye adlandırılan inançlar) ve yoğun baskıdan dolayı içe kapalı ve gizlilik koşullarında kendisini sürdürür. Arap ordularının 7. ve Türklerin 11. yüzyılda Bölge'ye girişleri, Kürtlerin bugüne dek süren 'kader'lerinin temel taşlarını döşer. İslamiyet'ten sonra Kürt orijinli Mervani (985-1085) ve Selahaddin Eyyübi önderliğindeki Eyyübi devletleri (1174-1524) dışında Kürtler, daha çok devlet ve imparatorluk çatıları altında mirlik ve beylikler halinde kalır. Mirlikler siyasi erkin yanı sıra dini, kültürel, ekonomik ve askeri tüm yapı, unsur ve kişilikleri de bünyesine alır. Bu durum, çoğunlukla Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Kürt mirlikleri açısından 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürdü. Bu yüzyılda Osmanlı devleti iyice zayıflayıp daha fazla asker ve vergiye ihtiyaç duyunca yönünü, elinde kalan temel 'rezerv' alanlarından özerk durumdaki ve varlıklı sayılabilecek Bölge'ye ve buradaki mirliklere döndü. Onlardan daha fazla asker ve vergi talep etmenin yanı sıra özerklik ve yetki durumlarını da sınırlandırma faaliyetine girişti. Bu durum doğal olarak direniş ve ayaklanmalarla karşılık buldu. Ancak yaşanan savaşlardan Kürt mirleri yenilgiyle çıktılar. Bundan sonra Bölge'de siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve dini alanda önemli değişim ve dönüşüm süreçlerinin başladığına tanıklık edildi. Siyasi otorite olan mirlikler zayıflayıp geri plana düşünce gizil güç ve derinden iktidar hevesinde olan dini alimler hemen önplana çıktılar. Bölge'deki bu dönüşüm tarikat yapılanmasını da değiştirdi. Adını kurucusu Abdülkadir Geylani'den (1077-1166) alan ve önceleri mirliklerin koruyuculuğu altındaki Kadirilik geri plana düştü, Nakşibendilik ise hızla hakim duruma geldi. Bu tarikatın Bölge'de yaygınlaşması 1300'lü yıllara tekabül eder. Sonradan Nakşi tarikatına geçen Şemdinan'ın ünlü Nehri şeyhleri Geylani'nin soyundan geldiğini ileri sürerler. Öte taraftan Kürtler arasında nam salmış ünlü evliyalardan Veysel Karani, klasik dönem şairlerinden Melayê Cizîrî ile Güney Kürdistan'daki Talabani ve Berzenci aileleri Kadiri tarikatına mensupturlar. Nakşibendi tarikatı ise Orta Asya'nın merkezi şehirlerinden Buhara'da Bahaeddin Nakşibend (1318- 1389) tarafından kurulur. Bu tarikatın Halidiye kolu 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Diyaeddin Xalid El Bağdadi adlı bir Kürt tarafından oluşturulmuştur. Caf Aşireti'nden olan ve Mevlana Xalid olarak da bilinen bu kişi, 1778'de Süleymaniye merkezli Baban beyliğine bağlı Karadağ'da doğdu. Kadirilik tarikatına girdi ve dönemin önde gelen hocalarından dersler aldı. 1808'de Hindistan'a gitti. Burada gerek Nakşibendi tarikatını, gerekse bölgenin diğer inanç ve dinlerini daha iyi tanıdı. 1811 yılında Kürdistan'a dönüşünde hızla Nakşiliğin örgütlemesine başladı. Birçok yeri dolaştıktan sonra o dönemin stratejik merkezlerinden Şam'da açtığı medrese ile halifelerini eğitmeye başladı. Irak, Suriye, Mısır ve Kürtlerin yaşadığı coğrafyada etkili oldu. Bu süreçte Nakşibendi tarikatının kendi adını alan Halidiye kolu iyice şekillenmeye başladı ve günümüze dek sürecek bir dalga halini aldı. Elbette bu başarı ve yayılım dönemin siyasi denge ve hesaplarıyla birebir ilintilidir. Nakşilik ve Kadirilik arasındaki farklar Nakşibendilik tasavvuf kurallarını esas alan ama kendine özgü yanları da olan bir tarikattır. Temel yaklaşımı 'her insan mutlaka bir mürşide bağlanmalıdır' biçimindedir. Bu mürşid ise tarikat şeyhidir. Bu öylesine temel ve zorunlu hale getirilmiştir ki, tarikatta 'Şeyhi olmayanın kılavuzu şeytandır' denilmiştir. Şeyhe bağlanmanın pratik tedbirleri de geliştirilmiştir. 'Rabıta' denen yoğunlaşma ve konsantrasyon seanslarıyla müritler, şeyhlerine yakınlaşmaya çalışırlar. Sözü edilen iki tarikat arasında önemli farklar vardır. Kadirilikte sadece 'tekke' denen tarikat mekanları vardır. Müritler genelde okumamış, gezgin ve geçimlerini halktan sağlayan dervişlerden oluşur. Tarikat daha çok şehirlerde siyasi otoritenin gölgesinde kalmıştır. Nakşibendilik ise tam tersine aristokrat ve varlıklı ailelere dayandı. Tekke ve medreseleri birleştirerek öz kaynaklarını yarattı ve nispeten bağımsız bir duruş sahibi oldu. Dervişvari duruşun yerini seçkin mürit ve halife duruşu aldı. Kadiriler sadece din işleriyle meşgul olurken Nakşiler dinin yanında siyasi bir otorite de oldular. Özellikle 19. yüzyılda Bölge'de kurumsal otoriteleri yıkılan mir ve beylerden boşalan yeri manevi otoritelerine dayanarak dolduran Nakşi/Halidi şeyhler, dini-manevi fonksiyonlarının yanında aşiretler arası anlaşmazlık ve çatışmaları çözmek, sosyal ve ekonomik yaşamı düzenlemek ve egemen devletlerle olan ilişkiler gibi önceki süreçte mirlerin gördüğü fonksiyonları da üstlendiler. Dolayısıyla şeyhler dinsel bir kişilikten daha çok politik-askeri kişilikler olarak sivrilmeye başladılar. 1820'lerden itibaren Halidiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbi İstanbul'da da hızla gelişme kaydeder. Zamanın devlet adamları bundan endişeye düşer ve bir gece tarikatın tüm taraftarlarını toplatarak Sivas ve Bağdat'a sürgüne gönderirler. Fakat bir gün Bağdat'tan gelen bir rapor Osmanlı - Halidiye çatışmasının rotasını değiştirir. Daha doğrusu sıkı bir ittifakın önünü açar. Bağdat Valisi Said Paşa, kendinden önceki vali Mahmut Paşa tarafından tarikata ilişkin hazırlanan raporu İstanbul'daki saraya ulaştırmıştır. Raporda Osmanlı'yı tehdit etmeye başlayan Arabistan çıkışlı Vehhabi Hareketi'ne karşı Nakşi /Halidiye tarikatının kullanılması önerilmektedir Bu öneri, zor durumda olan Osmanlı yönetimine bir ilaç gibi gelmiştir. Bundan sonra tarikata her türlü destek sunulmuştur. Bunun sonucu olarak da Vehhabilik yaklaşık 50 yıl Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinde gelişme sağlayamamış ve on yıllarca sürecek bir Nakşi-Vehhabi çatışması ortaya çıkmıştır. Bu çatışma günümüzde de sürmektedir. Abdülhamit'in Kürt politikasının ilham kaynağı Nakşi tarikatını en etkili ve çok amaçlı kullanan kişi ise Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'tir. Abdülhamit bu tarikatı tam bir silah gibi hem gelişen özgürlükçü Kürt hareketlerine karşı, hem de Osmanlı'yı tehdit eden iç ve dış etkenlere karşı kullanmıştır. 1876 yılında tahta geldikten hemen sonra Kürt milislerden oluşturduğu ve kendi adını verdiği 'Hamidiye Alayları'nın temel ideolojik zemini Nakşibendiliktir (tarihçiler Hamidiye Alayları'nın ünlü ve acımasız Kürt paşalarının, Nakşi şeyhlerinden çok korktuklarını ve onlara biat ettiklerini aktarmaktadırlar. Örneğin Şeyh Ziyaeddin'in müritleri arasında Hamidiye Alayları'nın Kürt paşaları da mevcuttur). Nakşi ideolojisiyle birer katile dönüştürülen bu milisler hem gelişen Kürt ayaklanmalarına, hem de ayaklanan Süryani ve Ermenilere saldırtılmıştır. Bu milis ordusu Rus savaşlarında da kullanılmıştır. Abdülhamit'in Kürt politikası son derece vurucudur. Devşirme, içe çekme, içselleştirme, eritme ve din politikasıyla özünden uzaklaştırma gibi tüm yöntemleri uygulayan bu padişah, kendisinden sonraki birçok Türk devlet adamına da ilham kaynağı olmuştur. (Abdülhamit, Nakşi şeyhi Ubeydullah'ı -ki ilk milliyetçi Kürt ayaklanmasının önderidir - İran'a yönlendirmiştir. Kendisine yöneldiğinde ise tutuklayıp sürgüne göndermiş, sonradan torunu Seyit Abdülkadir'e ise Ayan Meclisi üyeliği vermiştir.) Öyle ki uyguladığı politikalarla gerçekten de içselleştirdiği ve devşirdiği Kürtlerden tam bir gönüllü köle alayları oluşturmuş ve aynı alaylar ona 'Bavê Kurdan (Kürtlerin babası)' demiştir. Burada ilginç bir nokta da şudur: Arap Vehhabi Hareketi, İslamiyet'in tasavvufa alet edilmesine karşı çıkarak Arap ulusçuluğunun temelini attı. Oysa aynı dönemde Kürtler, Nakşilik ile uyuşturularak doğal toplum özellikleri ile uluslaşma çabalarından uzaklaştırıldılar. Bu dönemde direnen sadece Kürt dili olmuştur. Medreselerde varlığını sürdürse de Kürtlerin varlığının temeli olan Kürtçe'ye de Cumhuriyet döneminde yasak getirilmiştir. Bölge'de Nakşi haritası Bölge'de en üst hiyerarşide ise şu Nakşi aristokrat aileleri bulunmaktaydı: Arvasiler, Saadetê Nehriler, Norşinler, Şeyh Fethullah El Warkanisi, Zokaydlar, Hazneliler, Karaköylü Şeyh Mahmud, Taşkesenliler... Öte yandan Güney Kürdistan'da Barzaniler ilk kez Abdurrahman Barzani (Tacettin) ile Nakşi tarikatına geçerler. Bunlar icazetlerini Nehri şeyhlerinden alırlar. Bunun yanı sıra dini amaçların yanında ilk kez bağımsız Kürdistan hedefiyle ayaklanan Şeyh Ubeydullah ve 1925 yılında TC'ye karşı isyan başlatan Şeyh Sait de Nakşidirler. Günümüzün inkarcı Kürt düşmanı ANAP eski milletvekillerinden Kamran İnan'ın dedesi Seyyid Ali de (Arvasi aristokrasisinden Nakşibendi Sebgetullah'ın torunu) 1913 yılında Bitlis'te, İttihat ve Terakki yönetimine karşı Kürt ayaklanması başlatmıştır. 1880-1925 yılları arasında ortaya çıkan Kürt isyanlarından biri hariç (Kadiri olan Şeyh Mahmut Berzenci) diğerleri Nakşibendi tarikatı şeyhlerinin liderliğinde pratikleşmiştir. Madalyonun bir yüzü böyle olsa da öteki yüzünde işbirlikçilik vardır. Cizira Botan'da Şeyh Xalid Ciziri ünlü bir Nakşi şeyhidir. Mevlana Xalid'in ilk halifelerindendir. Öğrencilerinden Şeyh Seyda devlet işbirlikçisidir. æzidî ve Süryanilere saldırıları örgütleyip yağmacılık yaptırmıştır. Şeyh Ziyaeddin (1913 yılındaki Bitlis Kürt ayaklanmasına katılmadığı için devlete sadakatinden dolayı kendisine 5. rütbeden Mecidiye Nişanı verilmiştir), Şeyh Bahaeddin (Güney Kürdistan), Şeyh Celaleddin (Bayazıt), Şeyh Selahaddin (İsyanlara karşı Kemalistlerin yanında yer aldı, Demokrat Parti saflarında aktifti, oğulları Adalet Parti saflarında da yer aldı) ve Şeyh Muhammed Selim işbirlikçidirler. (1) Mistisizmin puslu havasında dolar farkı: Fethullah Gülen Fethullah Gülen ve cemaati kendisine fikir babası olarak Said-i Kurdi'yi seçti. Önceleri Said-i Kurdi olarak da bilinen Nursi, 1873 yılında Bitlis'in Hizan ilçesi Nurs köyünde doğmuştur. Said-i Nursi adı, Türk müritleri tarafından verilmiştir. Norşin Medresesinde okumuştur. 19. yüzyılın sonlarında Kürtçe gazetelerde yazı yazmış ve Sultan Abdülhamit'e Bölge'de bir İslam Üniversitesi kurulması konusunda dilekçe vermiştir. Bu dönemlerde İttihat ve Terakki liderliğiyle de ilişkilenmiştir. 31 Mart vakası denen 'dinci' ayaklanmaya katılmış, padişahın emriyle kurulan istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa kadrosunda yer almıştır. Said-i Nursi bu süreçten sonra ve özellikle 1920'li yıllarda Kürtlük davasına mesafeli durur ve Kemalistlerle ilişki kurar. Şeyh Sait ayaklanmasına katılmaz. Sonradan Kemalist yönetimle de arası açılır ve 25 yıl süren bir sürgün hayatı yaşar. 'Nur risaleleri' adıyla bilinen dini eserlerini de esas olarak bu sürgün hayatı boyunca yazar. Kore savaşına müritlerini gönderir ve 1957 yılında Demokrat Parti'yi destekler. Said-i Nursi'nin ardıllarından Fethullah Gülen 1942 Erzurum doğumludur. Aslen Bitlis / Ahlat doğumlu olduğu da belirtilir. Erzurum'da faşist 'Komünizmle Mücadele Derneği'ni kurmuştur. Daha sonra dinci faaliyetlerden ötürü zaman zaman yargılanmışsa da affedilmiştir. Özellikle 1980'lerden sonra şirket, dernek, vakıf, yurt, özel okul, dershane, gençlik kampları, dergi, tv, gazete vb araçlar yoluyla devletin tüm kurumlarında ve her kademesinde hızla örgütlenmiştir. Çalışma tarzı Masonlarınkine benzer ve istihbaridir. Görünürde dini bütün, masum ve namazında niyazında olan, camilerde verdiği vaazlarda yoğun bir mistik atmosfer ve duygu yoğunluğu oluşturabilen Fethullah Gülen gerçekliği, derinlerde bambaşkadır. Din ve ticareti 'harika' denebilecek bir tarzda sentezleyebilen, bunu aynı derecede örgütlenme ağlarına kavuşturabilen Gülen, zamanla Kemalist oligarşinin kabusu haline gelmiştir. Devletin tüm kurumlarında ve başta da ordu ve emniyet içerisinde örgütlüdür. Ordu her sene gerçekleştirdiği Yüksek Askeri Şura'larında onlarca Fethullahçı'yı ihraç etmektedir. Zaman Gazetesi, Aksiyon ve Sızıntı dergileri, İngilizce çıkan Today's Zaman, Samanyolu TV, Burç FM ve daha pek çok yayın organlarıyla medyayı çok etkili bir biçimde kullanmaktadır. 'Kimse Var mı Yardım Derneği' ve dini duyguların sömürüsü yoluyla yoksul kesimleri kendi cemaatine bağlamaktadır. Bu derneğin en son Latin Amerika'nın Peru ülkesinde, bu ülkenin cumhurbaşkanının da katıldığı bir etkinlikte, depremzedelere yardım ettiği düşünüldüğünde oluşturduğu ağın ne derece etkili ve kapsamlı olduğu görülür. 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı' aracılığıyla da aydın ve yazar kesimlerine uzanmaktadır. İŞHAD işverenler derneği ve Asya Finans, iş alanındaki örgütlülükleridir. Türkiye, Bölge ve dünyanın birçok yerinde yüzlerce özel okul, yurt ve dershane aracılığıyla örgütlenmiştir. Türkiye'de her sene yapılan 'Abant Toplantıları'nda, siyasi ve ideolojik durum değerlendirmeleri yapılmaktadır. Dünyada da düzenli yapılan Masonların Bilderberg toplantılarına bu cemaatten katılım gerçekleşmektedir. Fethullah Gülen ve cemaatinin bu faaliyetlerle bağlantılı olarak kullandığı ana kavramlar 'hoşgörü' ve 'dinler arası diyalog', aynı zamanda ilişkili olduğu Mason, Siyonist ve Evangelist çevrelerin geliştirdiği yeni küresel politikaların ya da 'Ilımlı İslam' projesinin ana kodları olmaktadır. Son süreçte TC içerisindeki çatlama ve çeteleşmelerde Fethullahçı kanat ile ordu güdümlü 'vatanseverler' ve 'kuvayi milliyeciler' tam bir meydan savaşına girişmişlerdir. Hemen hemen her gün karşılıklı olarak birbirlerinin çetelerini deşifre edip, ne anlama geldiği pek anlaşılmayan 'Türk adaletine' teslim etmektedirler. Bu savaş internet ortamında da son derece çarpıcıdır. Gülen cemaatinin Kürtlere ve değerlerine yaklaşımı inkarcı ve pervasızdır. Onlar sadece Kürt Özgürlük Hareketi'ni hedeflememektedirler. Bizzat Kürdün temel değerlerine saldırmaktadırlar. 'Din kardeşliği' kisvesine büründürülen bu saldırı özünde faşist ve yok edicidir. MHP bile 'Kürtçe konuşan vatandaşlarımız' ifadesiyle Kürt kimliğini tanırken bu cemaat cümle aralarına gizlediği niyetleriyle Kürt halkını inkar etmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi'ne saldırılar ise başta istihbari olmak üzere birçok cepheden yürütülmektedir. Bunu rant kavgası yaptıkları ordu ile yarış halinde yapmaktadırlar. Bu cemaatin söz konusu yayın organlarına bakıldığında bu saldırıların stratejik anlamda ve günlük olarak yürütüldüğü rahatlıkla görülebilir. Üstelik bu din ve ümmet kılıfına gizlenen derin bir ideolojik saldırı eşliğinde yapılmaktadır. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi'nin yaptığı Kürt halkını bunların onlarca yıldır kurduğu dini sömürü sistematik çarkından ve pençesinden kurtarmaktır. Dolayısıyla temel rezerv alanlarını kurutmaktır. Bu kadar saldırgan olmalarının nedeni bu yönüyle anlaşılırdır. Cemaatin başı Fethullah Gülen, ordunun yönelimleri nedeniyle şu sıralar ABD'de Siyonist ve Evangelist (Evangelizm, Hıristiyanlığın Protestan mezhebinin bir koludur. Bu mezhep için, 'Yahudiliğin Hıristiyanlık içindeki örgütlemesi nitelemesi' yapılır. Nakşilik için de 'Yahudiliğin İslamiyet içindeki örgütlemesi tanımlaması' yapılmaktadır. Evangelistler ABD'de Bush ve Cumhuriyetçilerin esas destekçi kitlesidir) dostlarının yanında bulunmaktadır. AKP'yi kumanda edenlerin de başında gelmektedir. ABD Ortadoğu'ya fiili müdahalenin yol haritasını çizmeye başladığı zaman Türkiye konusunda da önemli kararlar almıştı. Bu kararlardan biri de Türkiye'deki kendi aleyhine olan statükoya müdahaleydi. Süreç çok daha önceden düşünülmüşse de müdahale esas itibariyle 1998-1999 yıllarında başlatıldı. Bu yıllar aynı zamanda bilindiği üzere Kürt Özgürlük Hareketi'nin Önderliğine de müdahale yıllarıdır. Bunlar ve başka faaliyetler tek bir stratejinin farklı cephelerden yürütülen kolları olmaktadır. Türkiye'de yeni yapı ve örgütlülükler ihtiyacı duyan ABD öncelikle yeni bir imaj ve yeni söyleme sahip bir partiye ihtiyaç duyuyordu. Bu arada Refah Partisi'nin devamı olan Fazilet Partisi'nde 'gelenekçi-yenilikçi' tartışmaları başlamıştı. (Bu ayrım daha çok ABD patentliydi. Nitekim aynı parçalama taktiğini çatıştığı birçok güce karşı kullandığı görülmüştü). Alttan da 'yenilikçi' kanatla görüşmeler ve strateji çizmeye başladı. Bu arada 26 Ekim 1999'da Tayyip Erdoğan, danışmanı Cüneyd Zapsu (Kürt Teali Cemiyeti'nin kurucu üyesi ve Kürt Hêvî Cemiyeti'nin kurucusu, 'Kürdistan'da Kürt'ten başka hiçbir millet yoktur' diyen Kürt Abdurrahim Zapsu'nun torunu. Aynı zamanda TÜSİAD ve Türk Amerikan İş Konseyi gibi kuruluşların da üyesidir) aracılığıyla büyük sermayedarların derneği TÜSİAD üyeleriyle görüşmeler aldı. Bülent Eczacıbaşı'nın evinde yapılan toplantıya Feyyaz Berker, Tuncay Özilhan, Korkmaz İlkorur, Erdoğan Gönül, Can Paker ve Cüneyd Zapsu katıldı. Bu toplantılar sonraki günlerde de devam etti. 18 Temmuz 2001 tarihinde de Erdoğan ile İsrail'in Türkiye Büyükelçisi görüştü. Nihayetinde 14 Ağustos 2001 günü AKP'nin kuruluşu ilan edildi. Hemen sonra ABD'de 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kule saldırısının yaşanması AKP'nin konjonktürel karakterini ortaya koydu. 2002 Ocak'ında ise Erdoğan'ın ABD'yi ziyaret ettiği, burada yine Cüneyd Zapsu'nun aracılığıyla Savunma Bakan Yardımcılarından, 'Karanlıklar Prensi' olarak bilinen Richard Perle ile görüştüğü ve başta Irak olmak üzere birçok konuda görüş alışverişinde bulundukları basına yansıdı. 3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen öncesinde TÜSİAD, AKP'ye net desteğini basın önünde ilan etti. AKP'yi destekleyen bir diğer sermaye örgütü de Müstakil (Müslüman diyenler de var) Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) olup, bunlar daha çok 'Anadolu Kaplanları' olarak bilinen 'Yeşil Sermaye' sahibi çevrelerdi. AKP'nin başarı elde etmesinin hikmeti, yelkenine rüzgar veren ve adı geçen yerel ve küresel güçlerle ifade edilebilir. Ancak ABD ve AKP ilişkisi, birbirine güvenmeyen fakat birbirine mecbur iki tüccarın ilişkisine de benzemektedir. Ilımlı İslam rolü AKP'nin Her şeyden önce AKP'nin ABD açısından konjonktürel değerde olduğu kuşku götürmezdir. ABD bu partiye, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) bağlamında geliştirdiği 'Ilımlı İslam' rolünü vermiştir. ABD İslam'ı 'ılımlılaştırmak' için çok farklı ve zengin taktik biçimlerini deniyor. Günü geldiğinde İslam'ın temel değerlerine bir saldırı hamlesi başlatıyor. Fakat peşinden ortamı yumuşatarak bu değerleri kendi istediği biçimde işlemeye başlıyor. Yani bir tür 'vur-kaç' taktiğini işletiyor. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın tüm İslami ülkelerinde 'Ilımlı İslam'cı parti, liderlik ve sivil toplum kuruluşları oluşturarak, bunlara güç ve finans desteği veriyor. Tüm bunların ötesinde AKP denince akla ilk gelen kavram elbette Nakşibendiliktir. AKP, başından beri işlediğimiz Mevlana Xalit, II. Abdülhamit, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Fethullah Gülen, Adalet Partisi, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi zincirinin son halkasıdır. Fakat bu gelişim çizgisi düz ve kesintisiz değildir. Her halka kendi döneminin karakteristiğini taşıdığı gibi AKP de bu zincirle bağlantılı fakat belirtildiği gibi içerisinden geçtiğimiz dönemin partisidir. AKP'nin pratiksel lideri (ideolojik ve politik anlamda derinlerdeki lider Fethullah Gülen ve tayfasıdır) R.T. Erdoğan, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Derg‰hı'nın çekirdekten yetişme mensubudur ve bu derg‰hın manevi lideri Şeyh Mehmet Zait Kotku'nun hayranlarındandır. Daha sonra Kotku'nun yerini damadı Esad Coşan aldı. Derg‰h, Esad Coşan'ın ölümünden sonra da yerine geçen oğlu Nurettin Coşan tarafından yönetiliyor. Babasının Erbakan'la arasının açık ölmesi de Nurettin Coşan'ı AKP'ye yakınlaştıran bir başka nedendir. AKP'nin kurucuları Hilmi Güler, Nazif Gürdoğan ve Raşit Küçük, İskenderpaşa Derg‰hı'na yakın diğer isimlerdir. ANAP kökenli Ali Coşkun ve Abdülkadir Aksu gibi AKP milletvekilleri de cemaatin önde gelen isimlerindendir. Bunların dışında AKP'li birçok milletvekili ve üye bu derg‰h ya da diğer Nakşi derg‰hlarına bağlıdırlar. Türkiye'nin ünlü sosyologlarından Şerif Mardin AKP ile Nakşilik ilişkisi hakkında şunları belirtiyor: 'AKP, özünde, bir siyasal parti değildir, 'Nakşibendi Cemaati Örgütü'dür... Tayyip Erdoğan bir sonuçtur... Siyasallaşan bir Nakşibendilik söz konusu. Devlet teşkilatında hakim olmak gibi o kadar geniş alan açıldı ki İslamcılıklarını unutuyorlar demeyelim ama biraz yana koyuyorlar. İslam bir diskur (tartışma) olarak orada duruyor ama gerçekte politika yapılıyor... AKP hareketini 80 yıllık bir gelişim içinde görmek gerekir. Nakşibendiler yavaş yavaş değiştiler. Türkiye Cumhuriyeti'nde iş yapabilmek, para kazanabilmek ve statü bakımından yükselebilmek için, Cumhuriyet'in ortaya koyduğu prensiplerden yararlandılar. Anadolu Kaplanları aslında bu şekilde gelişti.' (2) AKP ve Kürtler Hatırlanacağı üzere AKP iktidara geldikten sonra Erdoğan, Rusya'ya yaptığı bir gezi esnasında bir Kürt yurtseverinin Kürt sorunu ile ilgili sorusu üzerine 'Düşünmezsen yoktur' gibi pervasız ve düşüncesizce bir cevap vermişti. 2003-2004 sürecinde PKK'nin yaşadığı bazı sorunları fırsat bilen AKP iktidarı meseleye görünürde lakayt ama derinden sinsice yaklaştı. PKK, 1 Haziran 2004 tarihinde hamle başlatıp da 2005 yılında savaş yoğunlaşınca AKP ve Erdoğan durumun ciddiyetini kavramaya başladı. 2005 sonbaharında Diyarbakır'ı ziyaret eden Erdoğan, Kürt sorununun varlığını kabul ettiği gibi devlet adına özeleştiri de verdi. Fakat çok geçmeden bunun daha önceki Erdal İnönü, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerin benzer söylemlerinden farkı olmadığı anlaşıldı. AKP, PKK'nin o süreçten sonra geliştirdiği eylemsizlik ve ateşkes kararına orduyla beraber hep savaşla karşılık verdi. AKP'nin işbirlikçisi Kürtler AKP kendi devşirme Kürtleri aracılığıyla sinsi bir politika daha yürüterek bazı söylem ve dedikodular yaymaktadır. Burada AKP'nin Kürt dostu olduğu, bu sorunu çözeceği, fakat generaller ve statükocular karşısında zorlandığı, zamana ihtiyaç duyduğu, bu yüzden de Kürtlerin kendi işini kolaylaştırması gerektiği tarzında düşünceler işlenmektedir. Bununla Kürt halkı ile özgürlük hareketi de karşı karşıya getirilmek istenmektedir. Nitekim gerek Kuzey, gerekse Güney Kürdistan'da bir kısım işbirlikçiler sorunun PKK'den kaynaklandığını, PKK şiddetinin generallerin elini güçlendirdiğini, dolayısıyla sorunu çözmek isteyen AKP'nin elinin kolunun bağlandığını boyuna beyinlere işlemektedirler. AKP ile Güney Kürdistan yönetimi arasındaki ilişkiler de bilinmektedir. Son seçimlerde DTP'nin başarısından ziyade AKP'nin başarısı KDP ve YNK'yi sevindirmiştir. Öyle ki Celal Talabani sadece AKP'yi kutlamıştır. İki taraf arasında Nakşilik ideolojisi bağı da mevcuttur. Altan Tan, Mehmet Metiner, Ümit Fırat, Şerafettin Elçi vb. kişiler arada gidip gelmektedirler. İki tarafın Türkiye'de ve Türkiye - Güney Kürdistan hattında ortak yoğun ekonomik faaliyeti de devam etmektedir. Yine Fethullah Gülen cemaati okul, dernek ve şirketlerinin Güney Kürdistan'da son derece etkin faaliyet yürüttükleri bilinmektedir. Şirketler ve açılan lüks hastaneler önemli maddi kazançlar sağlarken, özel okul ve kolejlerde Türk öğretmenler görev yapmaktadır. Bu okullarda bazı üst düzey KDP'li yetkililerin çocukları da 'eğitim' görmektedir. Mustafa Kemal'in Nakşi korkusu Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla beraber Nakşilik ve Siyasal İslam devletten uzak tutuldu. Mustafa Kemal'in 'inkılap' adı altında gerçekleştirdiği birçok müdahale bu yönlüydü. Aslında M. Kemal Nakşi şeyhlerin gücünü biliyordu. Zaten Anadolu ve Bölge'yi işgal eden devletlerle savaşı başlatmadan önce ilkin Bölge'ye gelmiş ve Nakşi şeyhlerin elini öpmüştür. Ancak sonradan Şeyh Sait İsyanı'nı gerekçe göstererek hepsini sindirmiştir. Bu durum İkinci Paylaşım Savaşı sonuna kadar sürmüştür. İkinci Paylaşım Savaşı'ndan hemen sonra 'çok partili yaşama geçiş' bağlamında CHP'den ayrılan bir kesim Demokrat Parti'yi (DP) kurmuştur. Bu çevreler bundan sonra çeşitli biçimlerde başta siyasi partiler olmak üzere medya, dernek, vakıf ve diğer oluşumlar aracılığıyla örgütlenip kadrolaştılar. Ucuz kredi ve ihale gibi olanaklarla ekonomik anlamda bir gelişim kaydettiler. Bu 1950-70 arası küçük ve orta ölçekli işletmecilik şeklinde seyrederken; 1970-80 arasında orta ölçekli ve yer yer de büyük ölçekli işletmelere dönüşmüş, 1980 sonrası ise her bakımdan tekelleşmenin yaşandığı, İslamcı sermayenin ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Bu sermaye sahipleri 'Anadolu Kaplanları' olarak nitelendirildi. DP'den sonra aynı geleneğin temsilcisi Adalet Partisi'ni destekleyen bu kesimin 1970'lere kadar siyasete katılımları sağ partileri destekleme biçiminde olurken, 70'lerden sonra Nakşibendi tarikatının İskender Paşa Derg‰hı Şeyhi Esat Coşan'ın teşvikiyle önce Milli Nizam Partisi (MNP), sonra Milli Selamet Partisi (MSP) ve ardılı olan siyasi partilerle kendi siyasal kurum ve geleneklerini yaratmaya yöneldiler. 1960 yılında gerçekleşen askeri darbe ve ardından gerçekleştirilen Başbakan Adnan Menderes'inde içinde bulunduğu idamlar, Kemalist oligarşinin DP şahsında bu çevrelere vurduğu bir darbe oldu. Bununla Siyasal İslam'a ve Nakşiliğe ayağını denk alması mesajı veriliyordu. Fakat onlar daha sinsice takkiyeciliğin tüm hünerlerini sergileyerek rantla ilgili hedeflerini sürdürdüler. Bu sefer daha fazla milliyetçi, devletçi ve hatta cumhuriyetçi bir literatür ve yaranmacı bir tarzla devlete yaklaştılar. Devrimci-sosyalist hareket ve örgütlere karşı başta ajanlık ve tetikçilik olmak üzere her türlü faaliyette bulundular. Aynı faaliyeti 1970'lerde gelişmeye başlayan Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı da yaptılar. Amaçları ordu ve bürokrasiye yaranarak ranttan pay kapmaktı. 1980 darbesi sonrası hükümete gelen ANAP ve onun genel başkanı Nakşici Turgut Özal'ın liberal açılımları bu çevreler için holdingleşmelere giden yolu açtı. 1990'lı yılların ortalarında Refah Partisi'yle iktidara gelen bu kesim bir kez daha orduyu harekete geçirdi. Bu seferki darbe daha incelikliydi. 28 Şubat 1997 yılındaki asker muhtırasıyla Refahçılar arkalarına dahi bakmadan hükümetten ayrıldılar. Fakat 11 Eylül 2001 tarihinde iki binaya uçaklar çarptı ve eski deyimle gün oldu, devran döndü. Aynı yıl AKP adıyla bir parti kuruldu. Ama buna geçmeden önce derinlerde olan bir gerçekliğe değinmeden geçmek gerçekliği es geçmek olacaktır. Bu Fethullah Gülen ve Nurculuktur. AKP'nin Bölge'deki faaliyet tarzı ve sonuçları 1. AKP dayandığı geleneksel çizgiden devraldığı mirasa dayanarak dini ve elbette Nakşiliği Kürtlere karşı bir silah gibi kullanmaktadır. Camileri ve sayıları her geçen gün daha da artan TC Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı resmi Kuran kurslarını tam bir örgütlenme merkezi ve karargah gibi kullanmaktadır. Hemen hemen her mahallede bunlardan kurulmuş bulunmaktadır. Buralarda Kuran'ın öğretilmesinin yanı sıra AKP propagandası da yapılmaktadır. Kuran kurslarında özgürlük hareketindeki belirleyici rolleri nedeniyle kadın ve kızlara dönük özel bir örgütlenme politikası güdülmektedir. Bütün bu faaliyetler devletin gözetimi altında yapılmaktadır. Esas itibariyle Kürtler konusunda devletin ve ordunun AKP'ye şiddetle ihtiyacı vardır. Çünkü gelinen süreç itibariyle Kürtleri denetleyecek veya onlar üzerinden oyunlarını sürdürmelerini sağlayacak başka bir güç ve silah kalmamıştır. Yegane seçenek AKP ve Nakşiliktir. 2. AKP çevreleri başta Diyarbakır olmak üzere dinci siyaset üzerinden Kürtleri kıskaca alırken, buna paralel olarak devlet de uyuşturucu, fuhuş ve her türden yozlaştırma ve düşürme faaliyetini geliştirmektedir. İlginç olan şu ki dinci geçinen AKP'lilerin bu faaliyetlere karşı en ufak bir ses çıkarıp tepki göstermemeleridir. Burada da devlet ile AKP makası Kürtleri kesmektedir. 3. Haftanın belli günlerinde ya sabit evlerde ya da dönüşümlü olarak her seferinde bir evde sohbet ve zikir toplantıları yapılmaktadır. Bu yöntem Nakşi /Nurcuların en fazla başvurduğu örgütlenme yöntemidir. Buralarda da AKP propagandası yapılmaktadır. Fakat özgürlük hareketine yönelik tutumda eskiye göre tam bir U dönüşü vardır. Eskinin kafir, dinsiz, komünist, Ermeni gibi söylemleri terk edilmiştir. Kürtçe yapılan dua ve okunan ilahilerde özgürlük hareketi ve hatta Künt Halk Önderi Abdullah Öcalan da anılmaktadır. Kürt sorununun barışçıl çözümüyle Öcalan'ın serbest kalması dilenmekte, bol bol kardeşlik teması işlenmektedir. Böylece kapsayıcı ve içselleştirici politikalar geliştirilmektedir. Adeta kurda kuzu postu giydirilmektedir. 4. Bölge'ye devlet tarafından aktarılan ödenekleri AKP denetlemektedir. Sonra da bunlar AKP'nin kendisi tarafından aktarılıyormuş gibi kısıtlanarak dağıtılmaktadır. Bunlar ya mikro kredi ya da yardımlar tarzında yapılmaktadır. Aynı biçimde Dünya Bankası'nın okula giden öğrencilere yardım projesine ait paralar da AKP tarafından alınıp kendi hesabına ve istediği gibi dağıtılmaktadır. Yeşil kart uygulaması da aynı tarzda halka karşı bir silah gibi kullanılmaktadır. 5. DTP'li belediyelere verilmesi gereken ödeneklerle oynanıp kısıtlanmakta, böylece hizmetlerinin önü alınarak halkın gözünde itibarlarının ve sonraki seçimlerde bizzat kendilerinin düşürülmesi hedeflenmektedir. 6. AKP tarafından finanse edilen Deniz Feneri, Gönül Bağı, Mustazaflar ve daha pek çok adla faaliyet gösteren sözde yardım dernekleri aracılığıyla halkı örgütlemektedir. Ramazan benzeri aylarda iftar çadırları açılmakta ve buralar propaganda merkezlerine dönüştürülmektedir. 7. AKP Bölge'nin farklı yerlerine göre politika değişikliklerine gitmektedir. Örneğin Zazaki lehçesiyle konuşan Kürtlerin bulunduğu yerlerde 'Kürt-Zaza' ayrımını körüklemektedir. Bilindiği üzere 1990'lı yıllarda MİT tarafından örgütlenen bazı çevreler aracılığıyla aynı oyun oynanmış fakat sonuç almamıştı. Dipnot 1-(Faik Bulut, İslamcı Örgütler-2, 1997) 2-(Milliyet Gazetesi, 28 Şubat 2005) Bu yazı 15-22 Aralık 2007 tarihli Yaşamda Demokrasi gazetesinde yayınlanmıştır YUSUF ZİYAD

BAŞKAN BARZANİ VE TALABANİ DUKAN’DA TOPLANTISI BAŞLADI: KÜRDİSTAN BÖLGESİ’NDE SON GELİŞMELER VE 140.MADDE ELE ALINIYOR’’ 24-Dec-07 [12:4]-PNA-Tarık Namıq /Dukan: Federal Kürdistan Bölge (FKB)başkanı Mesut Barzani ve Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kürdistan Bölgesi’ndeki son gelişmeleri değerlendirecekleri toplantı başladı. Barzani ve Talabani arasında yapılmakta olan toplantıda son gelişmeler ele alınıyor. Süleymaniye’ye bağlı Dukan kasabasında gerçekleşmekte olan toplantıda, Irak Devlet Başkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, Irak başbakan Yardımcısı Dr. Berhem Salih ve Kürdistan İttifakı Başkanı Fuad Mahsum hazır bulunuyor. Barzani ve Talabani bu toplantıda Kürdistan Bölgesi’ndeki son gelişmeler, Türkiye’nin bombardımanları, 140.madde ve Kürdistan Bölgesi sınırları ile Irak sınırlarının korunması gibi konuları ele alıyorlar. Toplantının ardından ortak bir basın toplantısının düzenlenmesi bekleniyor

AIHM’DEN YÜKSEKOVA ÇETESİ DAVASINDA TÜRKİYE’YE AĞIR CEZA... 24-Dec-07 [9:13]-PNA-Yüksekova Çetesi davası sanıklarının, eski CHP milletvekili Esat Canan'ın yeğeni Abdullah Canan'ı (43) kaçırarak öldürdükleri iddiasıyla yargılandıkları davada cezasız kalmaları ne deniyle Türkiye'nin mahkûm edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AIHM) Türkiye’yi 103 bin euro ödemeye mahkum etti. Abdullah Canan, 27 Ekim 1995'te köyünden üç kişinin kaybolmasından Yüksekova Çetesi davası sanığı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul'u sorumlu tuttu. Canan, Yurdakul tarafından "Yatağın soğuk olacak" diye tehdit edildi. Canan'ın aracı 17 Ocak 1996'da karayolunun 20 metre aşağısında bulundu. Savcılık, hasarsız olan aracın ancak vinçle buraya indirilebileceğine hükmetti. Dört gün sonra da Canan'ın yakın mesafeden 7 kurşun sıkılmış cesedi bulundu. Canan ailesi, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç'in "rehini" teslim için 50 bin mark istediğini, kendisine 12 bin mark ödediklerini savcılığa bildirdi. Bunu doğrulayan Bilgiç, Yurdakul'un emriyle Canan'ın Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından öldürüldüğünü anlattı. Yurdakul, Yiğiter ve Bilgiç hakkında dava açıldı. Dava, 1999'da beraatle sonuçlandı. Yargıtay da kararı 2001'de onadı. AİHM, Türkiye'yi 103 bin euro ödemeye mahkûm etti. Savcılığın, Yüksekova'da kimin vinç sahibi olduğunu bile araştırmadığını vurgulayan AİHM, ulusal hukuk mercilerinin yaşama yönelik saldırıların cezasız kalmayacağını göstermesi gerektiğini, bunun halkın güvenini muhafaza etmek için vazgeçilmez olduğunu vurguladı.

Dünya basını operasyonu konuşuyor

AMERİKANIN SESİ TELEVİZYONU:  "YENİ OPERASYON" ABD'den yayın yapan Amerika'nın Sesi Televizyonunun haberinde, Bölgesel Kürt Yönetimi'nin bir yetkilisinin, Türk savaş uçaklarının Irak'ın kuzeyini ikinci gün de bombaladığını, ancak bombardımanın can kaybına yol açmadığını bildirdiğini duyurdu. Televizyondaki haberde, "Bu açıklama Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından henüz doğrulanmadı. Cumartesi günkü operasyon Türkiye'nin bir hafta içinde bölgeye düzenlediği üçüncü operasyon oldu" denildi. NEWYORK TİMES: "TÜRK JETLERİ BOMBALADI" Newyork Times gazetesi Türkiye'nin Kandil'e hava operasyonunu, "Türk jetleri Kuzey Irak'taki ayrılıkçı Kürt asileri bombaladı. Irak güvenlik yetkilileri bombalama olduğunu belirtirken, Türk ordusundan operasyona dair herhangi bir açıklama gelmedi" diye kaydetti. WASHİNGTON POST: "TÜRK UÇAKLARI ARDI ARDINA İKİNCİ GÜNÜNDE KUZEY IRAK'TA" Amerikan Washington Post gazetesi haberinde şöyle dedi: "Kürt yetkililere göre Türk savaş uçakları PKK'lıların yaşadığı Kuzey Irak'taki dağlık sınır bölgesini bombaladı. ABD ordusu hedefler ve istihbarat paylaşımı konusunda yardımcı oldu" BBC: "TÜRKİYE'DEN YENİ HAVA OPERASYONU" İngiliz BBC Televizyonu, haberinde,"Kürt yetkililer Türk savaş uçaklarının Kuzey Irak sınırındaki Kürt asileri yeniden bombaladığını kaydetti. Türkiye geçen hafta iki kez operasyon düzenledi. Türk ordusundan son operasyona teyid gelmedi" şeklinde yayın yaptı. WASHİNGTON TİMES:"SAVAŞ UÇAKLARI KÜRT ASİLERİ HEDEF ALDI" Amerikan Washington Times gazetesi, haberinde "Türk savaş uçakları Kuzey Irak'taki Kürt asilerin bulunduğu bölgeyi üçüncü kez bombaladı. ABD'nin Ankara büyükelçiliği taarruz başlamadan önce bilgi verildiğini belirtti. ABD ve Irak Türkiye'nin istikrarı bozabilecek büyük bir operasyondan kaçınması konusunda ısrarlılar" dedi. LOS ANGELES TİMES: " TÜRKİYE'DEN KÜRT ASİLERE HAVA OPERASYONU" Amerikan gazetesi, Türkiye'nin, 16 Aralık'tan beri ardı ardına iki gün ve üçüncü kez hava operasyonu düzenlediğini, Operasyonda PKK'nın hedef alındığını yazdı. Gazete, "1984'ten beri bağımsız Kürt devleti isteyen PKK'yı ABD ve Türkiye terörist bir grup olarak görüyor" dedi. DEUTSCHE WELLE: "GENEL KURMAY HAREKATLA İLGİLİ AYRINTILI AÇIKLAMAYI BEKLETİYOR" Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle, haberinde, "Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı savaş uçaklarının Cumartesi günü yerel saatle 13.30 ile 14.00 arasında Irak'ın kuzeyindeki PKK mevzilerini bombaladığına dair Genelkurmay Başkanlığı açıklaması Kuzey Irak Kürt özerk yönetimi tarafından doğrulandı" dedi. Yayın kuruluşu Genel Kurmay'ın harekatla ilgili ayrıntılı açıklamayı beklettiğini kaydetti. EL CEZİRE: TÜRKİYE IRAK SINIRINDAKİ OPERASYONLARINA DEVAM EDİYOR Katar'dan yayın yapan El Cezire Televizyonu Türkiye'nin Irak sınırındaki operasyonlarına devam ettiğini belirtti. Televizyon, Kürt yetkililerin operasyonu doğruladığını belirtirken, Genelkurmay Başkanlığı'nın durumu teyid edecek herhangi bir açıklama yapmadığını ifade etti. ABD'nin de PKK'yı terörist grup olarak gördüğünü belirten televizyon ancak ABD'nin Irak'taki tansiyonun yükselmesinden de endişe duyduğunu ifade etti. ANKA