Tsk'nın Kürdistan'a bakışı

Orgeneral Başbuğ için asıl sorun Kuzey Irak… M. Ali Birand/Posta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ’un Pazartesi günü Kara Harp Okulu öğretim yılı açılışı nedeniyle verdiği ilk ders sırasında söylediklerini incelemeye bugün de devam etmek istiyorum. Dünkü yazımda, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın PKK ile ilgili sözlerini aktarmıştım. Asker gözüyle, PKK’nın gelişmesini, nereden nereye geldiğini ve sürdürülen mücadelede ne hatalar yapıldığını anlatan Org. Başbuğ, PKK’nın ötesinde bir başka noktaya dikkat çekmişti. Kuzey Irak’taki gelişmelere işaret etmişti. Org. Başbuğ’un Kara Harp Okulu konuşması, 27 Haziran’da Eğirdir’deki brifingi ve kendisiyle bundan bir süre önce yaptığım uzun bir değerlendirme sohbetinde söylediklerini bir araya koyunca, karşıma çok ilginç bir manzara çıkıyor. Satır aralarını okuduğunuz zaman, Org. Başbuğ’un, PKK’yı bizlerin tahmin ettiği kadar büyük bir tehdit olarak görmediği anlaşılıyor. Konuşmalarında sürekli aynı vurguyu yapıyor: “... PKK’nın şu veya bu şekilde kontrol altında tutulduğu, silahlı mücadelesinde beklenen başarıyı gösteremediği... TSK’ya karşı üstünlük sağlamasının imkansız olduğu...” Buna karşılık Org. Başbuğ’un kullandığı cümleler ve yaptığı vurgular, Türkiye’nin bölünme tehlikesinin aslında Kuzey Irak’tan kaynaklandığı inancını gösteriyor. Org. Başbuğ, PKK’yı besleyen kaynak olarak Kuzey Irak’ı görüyor, ancak daha da önemlisi, bağımsızlığa yaklaştıkça, Kürt kökenli vatandaşlarımızın hiç değilse bir bölümü için cazibe merkezi olduğuna dikkat çekiyor. Barzani’nin bölgedeki nüfuzunun giderek arttığına işaret ediyor. Aslında, gerçekçi düşünülürse, Kuzey Irak’ın bağımsızlığı elde etmesi durumunda, cazibe merkezi konumundan daha öteye geçeceği ve ilerde -uluslararası konjonktürdeki değişikliklere göre- bir Kürdistan’ın kurulması olasılığının büyüyeceğini görmek o kadar de güç değil... Kuzey Irak, artık eski Kuzey Irak değil. Kürtler uzun yıllar sonrasında bağımsızlığın kokusunu aldılar. Konjonktür onların lehine gelişti. Özellikle son Irak istilası, her şeyi değiştirdi. Artık ok yaydan çıktı. Bir daha geri dönülmesi çok güç. ABD’nin istilasına kadar, Kuzey Irak’ın bağımsızlığından söz etmek güçtü. Ancak ABD’nin girişi ve ardından yaşananlar (özellikle Şii-Sünni çatışması) Irak Kürtlerinin önünü açtı ve bağımsızlık imkanı genişledi. Bugün için Irak’ın bölünmesi hala kolay değilmiş gibi görünüyor, ancak bu koşullar her an değişebilir. Barzani, boş yere sertleşmiyor. Türkiye ile arasının açılması pahasına boş yere Ankara’nın nasırına basmıyor. Eninde sonunda, bir gün tam bağımsızlığa kavuşacağına inanıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, yaptığı hesaplar da hiç yanlış veya abartılı değil... Org. Başbuğ, konuşmasında işte bu “tehlikeyi” ön plana çıkarıyor. PKK tehdidinin önüne koyuyor. PKK faaliyetinden daha önemli, daha kaygı verici olarak görüyor. Peki, ne yapılabilir? Org. Başbuğ, o konuda da son derece gerçekçi. Hamasetin cazibesine kapılmıyor. “ABD’nin onayı olmadan veya ABD’nin itiraz edeceği bir askeri müdahale yapılamayacağını” da açıkça söylüyor. Türkiye’nin Kuzey Irak’tan dışlandığı ve bölgede pek bir etkinliğinin kalmadığı da ortada. Peki ne olacak? Seyirci mi kalacağız? Hayır... Org. Başbuğ ilk defa, Türkiye’nin gelişmeleri zora sokacak, engelleyecek ve Kuzey Iraklılar’a da Amerika’ya da “bağımsızlığı pahalıya mal ettirecek” gücü bulunduğuna işaret ediyor. Bu yaklaşım, Türkiye’nin genel stratejilerinde bir ilk... Üzerinde tartışılması gereken, yepyeni bir yaklaşım... Çok kimsenin gözünden kaçan bir unsur...   * * * BARZANİ KATI , TALABANİ DAHA ESNEK Org. Başbuğ’un tüm dikkatleri çektiği Kuzey Irak’ı iki lider yönetiyor. Biri Mesud Barzani, diğeri de Celal Talabani. Her ikisinin de farklı yaklaşımları var. Mesud Barzani, tüm Kürtlerin liderliğine oynuyor. Milliyetçilik bayrağını en üst düzeyde tutuyor. Türkiye aleyhtarı konuşmalar yaptıkça, hem içerdeki prestiji artıyor, hem de Kuzey Irak dışındaki (özellikle Türkiye) Kürtler üzerindeki etkinliği yaygınlaşıyor. Bugün Güneydoğu’da birçok kesim Barzani’ye büyük saygı duyuyor. Barzani, PKK kartını, Kerkük baskısına karşı kullanıyor. Türkiye’ye bir gözdağı veriyor. “ Eğer siz Kerkük’e karışırsanız, PKK’de sizi rahatsız eder” demek istiyor. Türkiye de, Barzani’yi muhatap olarak kabul etmek istemiyor. Görüşmemekte direniyor. Barzani, PKK konusunda anlayışla hareket ettikçe de, Kerkük sorununda sertleşiyor. Zira Kerkük Referandumu’nun ertelenmesinde Ankara’nın etkili olduğunun farkında. Celal Talabani ise, son dönemlerde, Barzani’ye oranla ve özellikle PKK konusunda Türkiye’ye daha yakın bir tutum izliyor. PKK’nın faaliyetlerini eleştiriyor ve Kerkük konusunda uzlaşı yanlısı bir görüntü veriyor. Bu son derece önemli, zira Kerkük Talabani’ye bağlı peşmergelerin kontrolünde. Yani, Barzani sert ve katı, ancak iki anahtardan biri de Talabani’nin cebinde. Ankara, eski Cumhurbaşkanı Sezer’in her iki Kürt lidere uyguladığı görüşme ambargosunu önümüzdeki aylarda kaldırmaya ve temaslara başlamaya hazırlanıyor.

Kuzey Irak, Org. Başbuğ’un konuşmasından sonra, Türkiye’nin gündemine farklı bir şekilde girecektir. Önemli olan, bu yaklaşımın AKP hükümeti tarafından da paylaşılıp paylaşılmayacağıdır.

Orgeneral Başbuğ'un çıkışının Batı'daki yankıları Semih İdiz-Milliyet Orgeneral İlker Başbuğ'un Kara Harp Okulu'nda yaptığı ve genelde "sert" diye değerlendirilen konuşmasının, Ankara'daki Batılı diplomatik çevreler tarafından "acil" kodlu kriptolarla merkezlere geçildiğini söylememiz şaşırtıcı olmayacaktır. Kuşkusuz İlker Paşa da bunu bilerek konuştu, zira Türkiye'nin özellikle PKK konusunda tahammülü artık ciddi bir şekilde zorlanmaktadır. ABD'ye güvenen Iraklı Kürt liderliğinden yansıyanlar da haliyle yardımcı olmamaktadır.  Buna karşılık, geçmiş deneyimlere de dayanarak, İlker Paşa'nın verdiği mesajların Batı'da özellikle de askeri kesimimizin arzuladığı şekilde -alınmasının güç olduğunu düşünüyoruz. Nitekim Batılı diplomatlarla yaptığımız konuşmalar da bunu doğrular nitelikteydi.  ABD'deki bazı çevreler kullanır Bu çerçevede, İlker Paşa'nın "'Belki Türkiye tek başına Irak'taki gelişmelere yön veremez, ancak gelişmelerin maliyetlerini artırabilecek güce sahiptir" şeklindeki sözlerinin Washington'daki Türkiye aleyhtarı çevreler tarafından kullanılacağını şimdiden görür gibiyiz.  Nitekim, "Irak'a girişte bize yardım etmeyen Türkiye, çıkışta da etmez" düşüncesinin, Başkan adaylarından Hillary Clinton dahil olmak üzere, birçok kişi tarafından şimdiden telaffuz edildiğini görüyoruz. İlker Paşa'nın sözlerinin bu kişiler tarafından "teyit" niteliğinde kullanılacağı kesin.  Öte yandan, yakın gelecekte Dışişleri Bakanı olması ihtimali bulunan Richard Holbrooke gibi Demokrat Partisi'ne yakın önemli şahsiyetler de, Irak'ta ileride zorunlu olarak kalacak Amerikan güçlerinin Kuzey Irak'a çekilmesi gerektiğini açıkça söylüyorlar.  Bunun bir nedenini de "Türklerle Kürtlerin çatışmasını engellemek" olarak ortaya koyuyorlar. Bu, "Güvenli bölge oluşturan Kürt dostlarımızı Türkiye'ye karşı korumamız gerekir" demenin başka bir yoludur. Bu "lobi"nin de İlker Paşa'nın sözlerini değerlendirmek isteyeceği kesin. AB 'pür dikkat' izliyor AB'ye gelince, kasımda yayımlanacak İlerleme Raporu öncesinde "pür dikkat" Türkiye'yi izliyor. Batı basınından da görüleceği gibi, en çok merak edilen konuların başında da, "Ordu siyasi sürece müdahale eder mi?" sorusu geliyor. Hal böyle olunca, İlker Paşa'nın -ağırlık laiklik üzerinde olmak suretiyle- Türkiye'deki siyasi düzenin temel özelliklerini sıralayarak, "TSK bu yapı ve niteliklerin korunmasında her zaman taraf olmuştur ve olmaya da devam edecektir" şeklindeki sözlerinin dikkat çekmemiş olması olanaksızdır.  Nitekim AB çevrelerinde bu sözlerin "Ordu siyaseti bırakmaya niyetli değil" diye yorumlandığını daha şimdiden görüyoruz. Bu arada, İlerleme Raporu'nda buna da atıfta bulunulacağını gösteren sinyaller alıyoruz.  Kıdemli askerlerimizin yaptıkları bu konuşmaların nüfusumuzun geniş bir kesimde hoş karşılandığını biliyoruz. TSK'nın aslında Türk siyasetinin bir parçası olduğu da inkâr edilemez. Onun için birçok kişi tarafından "gerekli" olarak değerlendirilen bu konuşmaların sona ermesini beklemek gerçekçi değildir.  Ancak bu konuşmaların Batı'da, bizde arzulanan şekilde kabul edilmesini beklemek de kanımızca gerçekçi değil.

Tahran'dan önce Şam 'düşürülecek'

ABDULBARİ ATWAN  (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 24 Eylül 2007) Suriye cephesi şu günlerde anormal hareketlenmelere sahne oluyor. Ülkenin kuzeydoğusuna yönelik 'gizemli' İsrail hava saldırısı sonrası geçen üç günde iki kez olağanüstü hal ilan edildi. Bu hareketlenmeler, daha fazla karışıklığı körüklemeyi amaçlayan İsrail sızdırmalarıyla aynı zamana denk geliyor. Sunday Times önceki gün, İsrail istihbarat organlarına yakın bir ismin yazdığı bir raporu yayımladı. Rapor, özel bir İsrail komando birliğinin Suriye derinliklerine sızdığını ve inşaat halindeki nükleer tesislerde bulunan Kuzey Kore nükleer malzemelerini ele geçirdiğini ifade ediyor.  İran planı iki yıldır yapılıyor  Bütün bunlar, Suriye'ye yönelik bir askeri operasyon ihtimalinin çok yüksek olduğunun işaretini veriyor. Ortaya çıkan soruysa, bu operasyonun İran ve Suriye'ye yönelik kapsamlı bir Amerikan-İsrail saldırısıyla mı, yoksa sadece Suriye'ye mi yönelik düzenleneceği hakkında.  ABD'nin İran'ı vurma hazırlığı sürüyor. Zira ülkesinin savaşa hazırlanmasını isteyen Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner'in açıklamalarından sonra Sunday Times, ABD hava kuvvetlerinin en iyi subaylarından oluşan bir grubu İran'la savaş planını belirlemekle görevlendirdiğini ortaya çıkardı. Gazete Bush yönetiminin iki yıldır İran'a saldırı planı yaptığını ve hava gücünün en parlak generallerinden Lawrence Stutzriem'ı, İsrailli elektronik savaş uzmanı General Lani Kass'ın yardımıyla yeni planı idare etmekle görevlendirdiğini su yüzüne çıkardı.  Suriye'ye karşı dozu artan kışkırtma ve karalama kampanyalarıyla özetlenmesi mümkün olan iki senaryo var: İlki, İsrail'in ABD ve hatta belki de Fransa'yla öncü darbede bulunma bağlamında bir ön anlaşma yapıp, önce Suriye'yi, sonra Lübnan'da Hizbullah'ı ve son olarak da Gazze'deki direniş hareketleri ve özellikle de Hamas'ı hedef alacağına yönelik.  Bu senaryoya göre bu öncü darbeler, Suriye'nin ve özellikle de Hizbullah'ın füze kapasitesini yıkmayı, Suriye hava savunmasını ve Moskova'dan ithal ettiği mühimmatları sınamayı, İran'ı tahrik etmeyi ve müttefiklerini savaşa çekmeyi hedefliyor.  Bu durum ABD Başkanı Bush ve İsrail hükümeti açısından İran'a saldırı kararını kolaylaştırır.  İkinci senaryoya göreyse, Suriye'ye başka sınırlı fakat tahrik edici saldırılar düzenleneceğini öngörüyor. Buna göre amaç, Şam'ı meşgul etmek, kendisine ve İran'a yönelik daha kapsamlı bir saldırı bekleyerek misillemede bulunamaması sebebiyle Arapları sıkıntıya düşürmek.  İkinci senaryo daha baskın. Zira sadece Suriye'yle uğraşılması ve operasyonların bu ülkeye yöneltilmesi, İran'a saldırı seçeneğine göre daha az külfetli ve kolay. İran'a saldırının külfeti son derece ağır olacaktır. Bazı Körfez ülkeleriyse yine de bu seçeneği yeğliyor; zira, Suriye'nin intikam misillemesi İran'ınki gibi bu ülkeleri hedef almaz.  Suriye rejiminin imajının yıkılması, kendi kamuoyu ve Arap kamuoyundaki görüntüsünün sarsılmasına yönelik bir operasyon yürütüldüğü açık. Bu da, Suriye'yi İsrail'in alçaltıcı ihlallerine yanıt veremeyen zayıf bir ülke gibi göstererek yapılmakta. Bu amaçla Suriye derinliklerine saldırı düzenlendi, İsrail komandolarının ülkenin en kuzeyine sızdığına ve korunması gereken hassas askeri bölgelere girdiğine dair bilgiler sızdırıldı.  Sunday Times'ın sızdırmalarının hedefi iki yönlü. İlki Suriye'nin askeri kurumlarının zayıflığını gözler önüne sermek, ikincisiyse geçen yılki Lübnan savaşındaki alçaltıcı yenilgiyle saygınlığını kaybeden İsrail ordusuna itibarını geri vermek.  Suriye'deki resmi suskunluk ve bu İsrail-ABD sızdırmalarına yanıt verilmemesi, bu haberleri doğruluyor ve hedeflere ulaşıyor. Suriyeli yetkililer ve sözcülerin çoğunluğu yaşananların içyüzü, İsrail saldırılarının yapısı ve hedef aldığı askeri üslere dair sorulara  yanıt vermek noktasında büyük bir zihin karışıklığı ortaya koydu;  anlaşılmaz ve dolayısıyla ikna edici olmayan bir biçimde konuştu.  Suriye, İsrail, ABD ve 'ılımlı Araplar' koalisyonu tarafından hedef alınıyor. Zira Şam, Arap değişmezlerine asgari düzeyde tutunmayı sürdürse de, rejimin sorunu şu: Arap sokaklarına ulaşmak ve onları yanına çekerek Arap sisteminin dayattığı tecridi kırmaya çalışmamak.  Tecridin kaldırılmasıyla kastedilen, siyasi tutukluları serbest bırakarak, özgürlükleri genişleterek ve direnişçi Arap söylemini yapılandırarak iç cephesini güçlendirecek cesur adımlar atması. Zaman kısa, manevra alanı da sınırlı. Ramazan Bayramı'nın yaklaşması, cezaevlerinin özgürlükler ve siyasi reformlara dair konularda rejimle ayrı düşen bazı isimlerden boşaltılması için uygun bir fırsat sunabilir.  Arapların tavrı kabul edilemez  Suriye'nin maruz kaldığı İsrail tahrikine karşı bazı Arap çevrelerde 'alay' kokusu alıyoruz. Bazı Arap rejimlerinin gizlice ve aleni bir biçimde İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırısının bir an evvel gerçekleşmesini istediğini söylersek abartmış olmayız. Bu, her açıdan üzücü ve acı verici. Böyle bir trajediyi yaşayacağımızı hiç tahmin etmiyorduk...  Suriye yönetimi, kendisini ve güçlerini alçaltan hakaretlere tepki olarak Lübnan'da bazı hatalar yapmış, hatta felaketlere yol açmış olabilir. Fakat bu bazı Arapların, ümmetin düşmanlarına karşı bütün savaşlarına girmiş bu Arap ülkesini yıkma amaçlı ABD-İsrail saldırısının tarafında yer alması  anlamına gelemez.  (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 24 Eylül 2007) radikal

ABD Senatosu Kürdistan'ı tanıdı!

Posted on Perşembe, 27.Eylül 2007  Topic: Dünyadan  Federal Kürdistan Bölge (FKB) hükümetinin ABD temsilcisi Kubat Talabani, ABD Kongresini üst kanadı Senato'nun Irak'ın bölünmesi planını tartışması esnasında Kürdistan Bögesi'ndeki istikrar, refahtan ve FKB hükümetinin resmiyetinden bahsettiğini bildirdi. PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) hükümetinin ABD temsilcisi Kubat Talabani, ABD Kongresini üst kanadı Senato'nun Irak'ın bölünmesi planını tartışması esnasında Kürdistan Bögesi'ndeki istikrar, refahtan ve FKB hükümetinin resmiyetinden bahsettiğini bildirdi.  Talabani, Senato'nun Birleşmiş Miletler (BM), Uluslararası Güvenlik Kurulu ve Irak'a komşu ülkelerden bu ülkenin yönetiminin yürümesi için plana destek vermeleri çağrısında bulunduğunu söyledi.  Talabani, Senato'nun 23 oya karşı 75 oyla Irak'ta federal sistemin uygulamasına tam destek verdiğini ve Irak'ta güçlü bir bölgesel yönetimin olması yönündeki düşüncelere katıldığını söyledi.  Resmi temsilci Talabani, Senato'nun Irak anayasasının Federal Kürdistan Bölgesini resmi olarak tanıdığına ve Kürdistan hükümetinin de Kürdistan Bölgesi'nin resmi hükümeti olduğuna değindiğini bildirdi.

Peşmerge sözcüsünden Türkiye'ye PKK resti

Kuzey Irak'taki Kürt Yönetimine bağlı Peşmerge Güçleri sözcüsü Cebbar Yaver, Irak ile Türkiye'nin PKK konusunda anlaştıkları haberlerinin asılsız ve Türk medyasının propagandası olduğunu kaydederek, 'Irak, Kürdistan hükümetinin onayını almadan PKK konusunda Türkiye ile herhangi bir anlaşma imzalayamaz' şeklinde konuştu.  Peyamner Haber Ajansı'na özel bir demeç veren Yaver, 'Irak'ın Türkiye ile PKK ile mücadele konusunda anlaştığını ve Türkiye'ye özel takip çerçevesinde Federal Kürdistan Bölge sınırlarını aşma hakkı tanıdığı yönündeki haberlerin asılsız ve Türk medyasının propagandasından ibaret olduğunu' belirtti. Yaver, Irak, Kürdistan hükümetinin onayını almadan PKK konusunda Türkiye ile herhangi bir anlaşma imzalayamaz' dedi. Yaver şöyle devam etti: 'Bu tür haberler asılsız ve gerçeğe dayanmıyor daha önce de (Irak Başbakanı) Maliki Türkiye'ye giderken Türk medyasından aynı konuda haberler gelmişti fakat daha sonra bütün bunların asılsız olduğu ortaya çıktı. Peşmerge Güçleri sözcüsü, ayrıca 'Irak, Kürdistan Bölge hükümetinin onayını almadan herhangi bir ülkenin ordusuna 'Kürdistan Bölgesine girme veya Kürdistan Bölgesinin sınır egemenliğini ihlal etme' izni veremez' ifadesini de kullandı. ERBİL

Star:”Kandil’e kilit vurma imzası”

Gönderen: rizgarionline Tarih: 27.09.2007 Saat: 08:12 Katkıda Bulundu rizgarionline Rizgarî Online/Federal Irak İçişleri Bakanı Bolani’nin Türkiye ziyaretiyle ilgili haber ve yorumlar Türk medyasında genişçe bir yer tutmaya devam ederken, Star gazetesi önemli bir iddiada bulunarak bugün imzalanacağı öne sürülen anlaşma metnine ulaştıklarını belirterek, “ilgili metni”gazetede yayınladı. Gazetenin haberini yorumsuz olarak aktarıyoruz…” Bugün Türkiye ve Irak arasında imzalanacak olan ‘Terörle Mücadele Anlaşması’nı ele geçirdi. Buna göre, Öcalan’ın ardından PKK’nın sözde komutanı Murat Karayılan’ın Türkiye’ye iadesinin yolu açılacak. Sınır ötesi takip mümkün olacak. PKK’nın Irak’taki tüm irtibat büroları kapatılacak.  TÜRKİYE ile Irak arasında bugün imzalanacak olan ‘Terörle Mücadele Anlaşması’nı star ele geçirdi. Irak İçişleri Bakanı Cevad Bolani ile iki gündür zorlu pazarlıkların sonucunda hazırlanan metinde, terör örgütü PKK’ya yönelik çok önemli yaptırımlar yer alıyor. PKK ilk kez terör örgütü olarak Irak ile imzalanan bir anlaşmaya girdi. Türkiye’nin üzerinde hassasiyetle durduğu sınır ötesi operasyonun da önü açıldı. Ancak sıcak takip öncesi Irak Merkezi Yönetimi’nden izin alınacak.  KANDİL başta olmak üzere PKK’ya ait tüm üsler ve yayın organları kapatılacak. Örgütün lojistik desteği kesilecek. Meşru örgütlerle bağlantı kurması veya farklı şekilde faaliyet göstermesine izin verilmeyecek. Anlaşma, Irak Merkezi Yönetimi’nin onayı ile yürürlüğe girecek. Bölgesel Kürt Yönetimi anlaşmanın yürürlüğü konusunda söz sahibi olmayacak. Ayrıca anlaşma metni İngilizce, Türkçe ve Arapça’ya da çevrilecek.