‘’ABD’NİN HAKİMİYET DÖNEMİ SONA ERMİŞTİR’’

 imagePNA-Fransa eski Dışişleri Bakanı D. De Vilpen, ABD’nin tek kutuplu hakimiyet döneminin sona erdiğini söyledi.

İrna haber ajansının geçtiği haberde, Vilpen konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Irak savaşının Avrupa ve ABD politikalarını farklı olduğunu gösterdiğini ve daha da önemlisi ABD’nin tek kutuplu hakimiyetinin sona erdiğinin görüldüğününü belirtti.

Vilpen, Irak savaşının ABD ve Avrupa arasında yeni dini, etnik ve ortak güçler konusunda aynı görüşleri paylaşmadıklarını gösterdiğini, dünyada Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerin ticaret ve ekonomik güç olarak ortaya çıktığını ve Avrupa’nın en önemli sorununun globalleşme sürecini nasıl kontrol edeceğini olduğunu kaydetti.

Vilpen, halihazırda dünyanın sistemlerinin bozulduğunu ve yapısal egemenliğin bulunmadığını, dünyada enerji, gıda, ekolojik sorunların giderek ciddi durum aldığını ve tek kutuplu dünya düzenini hakimiyet ve kontrolü bulunmadığını vurguladı.

Ergenekon'u neden PKK ile ilişkilendiriyorlar

ergenekoncular1 Kürtlere karşı suç işlemek meşrulaştırılıyor

Türkiye'de Ergenekon operasyonunu herkes kendine göre değerlendiriyor. Bu operasyonun nasıl başlatıldığı, sorgulamaya hangi sınırlar konulduğu, hangi siyasal sonuçları amaçladığı konusu irdelenmeden yapılan bütün değerlendirmeler eksiklik taşır. Bu tür olaylar kahvelerde, masa başlarında yapılan yüzeysel değerlendirmelerle anlaşılamaz. Özellikle manipülasyon imkanlarının arttığı günümüzde olayların arka planını ve amaçlarını doğru değerlendirmek çok önemlidir.
Tutuklanan kişilerin önemli bir bölümü on yıllardır Bölge'de yürütülen kirli savaş içinde yer alanlardır. Ordu içindeyken PKK'ye karşı yürüttükleri savaş nedeniyle itibarları ve etkileri sınırsız hale gelmişti. Emekli olduktan sonra dokunulmazlığı olan kişiler gibi dolaşmaları da PKK'ye karşı yürütülen kirli savaş içinde yer almaları nedeniyleydi. Bunlar, kendilerini PKK'ye karşı yürütülen savaşta gazi olmuş kişiler gibi göstermekteydiler. Bunların kendi içinde örgütlü olmalarını sağlayan da bu ortak kirli geçmişleridir. Birçok hukuk dışı yola kolaylıkla başvurmaları, kendilerini böyle görmelerindendir. Demek ki onları ortaya çıkaran, PKK'ye karşı yürütülen kirli savaştır. PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan düşmanlığı ile birileri siyasi rant, ekonomik rant ve sosyal rant elde etmişlerdir. Bu kesimler de bunların yanında bir de darbe rantı elde etmişlerdir. Darbe yapma cesaretlerini, Öcalan ve PKK rantı olarak değerlendirmek yanlış olmaz.
Bugünlerde Ergenekon ve PKK bağlantısı kurmak isteyenler var. Bir bağlantı kurulması doğrudur. Bu da Ergenekon'un PKK'ye karşı yürütülen kirli savaş ve Kürt halkına karşı işlenen hukuk dışı suçlar ortamında ortaya çıktığıdır. Bunlar 'PKK'ye karşı en iyi savaşı biz yürüttük' diyen ve saçından tırnağına kadar PKK düşmanlığı yapan insanlardır. Bu gerçeği çarpıtıp PKK'nin Ergenekon ile ilişkide olduğunu ileri sürmek, Kürt halkına karşı işlenen suçları örtmek amaçlıdır. Ergenekon'u PKK ile ilişkilendirmek isteyenlerin amacı, Ergenekon'un PKK'ye karşı ve Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş içinde ortaya çıktığını gözden kaçırmaktır. Belki Ergenekon denen örgütlemenin tarihi eski olabilir, ancak bu düzeyde örgütlenmesi ve kirli işler imparatorluğu kurmaları, Kürt özgürlük mücadelesine karşı yürütülen kirli savaş içinde olmuştur.
Kürt özgürlük mücadelesine karşı işlenen suçların açığa çıkarılması çok önemlidir. Bölge'de yürütülen kirli savaş ve bu savaşla işlenen suçlar açığa çıkarılmadan ne Türkiye'ye demokrasi gelir ne de Kürt sorunu çözülür. Eğer Şemdinli davasının peşi bırakılmasaydı, bugün Türkiye'nin çehresi farklı olurdu. Ne var ki Van Savcısı'na sahip çıkılamadı. Şemdinli sanıkları tahliye edildi. Buna karşı ciddi tepki gösterilmedi. Şemdinli sanıklarının tahliyesi ilk gün ikinci-üçüncü derecede bir haber olarak bazı gazetelerde yer aldı. Şemdinli olayının açığa çıkarılmasında ısrarlı olmayanlar, şimdi Ergenekon soruşturmasıyla demokrasi kahramanlığı yapmaya çalışıyor. Böylelikle toplumu aldatmaya çalışıyorlar.aksiyon pkk
Eğer Ergenekon'un bütün suçları açığa çıkarılsa; devlet, ordu ve polis içindeki çeteler çökertilse, buna en başta Kürt Özgürlük Hareketi destek verir. Ancak durum böyle değildir. Erdoğan-Başbuğ görüşmesinde 'bunların darbe girişimleri sorgulanacak, ama Kürdistan'daki faaliyetleri sorgulanmayacak' biçiminde bir anlaşma yapılmıştır. Kürt halkına yönelik suçların dahil edilmeyeceği bir sorgulama kararı alınmış ve yürütülmektedir. Sadece hükümete karşı yapılmak istenen darbe girişiminden yargılanacaklardır. Belki Kürdistan coğrafyası dışında işlenmiş bazı suçlar da yargılama konusu yapılabilir.
Bu soruşturma sonrasında darbe planı harekete geçmediği için tutuklananların birçoğu beraat edecektir. Belki bir-iki kişi ise üç-beş yıllık ceza alacaktır. Bunlar da mahkemedeki iyi hal ve yatma süreleri dikkate alınarak kısa sürede bırakılacaktır. Çünkü bunların işledikleri asıl suçlar mahkeme önüne gelmeyecektir.
Tabii ki böyle bir yargılama da soruşturmayı başlatanların siyasi amaçlarına belirli düzeyde cevap vermiş olacaktır. Mevcut Genelkurmay Karargahı, dış güçlerin desteğini almak ve AKP'yi Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kullanmak için bu operasyona izin vermiştir. Mevcut Genelkurmay-AKP uzlaşması nereye kadar sürer bilemeyiz, ama Ergenekon operasyonu üzerinden bir siyasi konsept oluşturulduğu ve bunun bir süre daha yürüyeceği görülmektedir.
Böyle bir yargılamanın sonucu ne olursa olsun Bölge'de işlenen suçlar görmezlikten gelinecektir. Bu kişilerin Bölge'de çok ağır suçlar işlemesine rağmen bu suçların görmezlikten gelinmesi, Kürdistan coğrafyasında işlenen suçların normal ve meşru hale getirilmesi anlamına gelmektedir. Ergenekon sorgulamasını büyük bir demokrasi hamlesi olarak görenler eğer samimilerse, bu kişilerin Bölge'de işledikleri suçları bir bir ortaya koymalıdırlar. Bölge'de işlenen suçların neden gündeme getirilmediğini, sorgulamada neden bu suçların üzerinde durulmadığını haykırmalıdırlar. Bölge'de suçlar işlenmiştir, bunlardan Kürt halkı çok ağır zararlar görmüştür. Sorgulama konusu olan darbeler ise girişim aşamasında kalmıştır.milliyetci ulkucu zaman yenisafak ergenekon pkk_thumb[6]
Biz, bunların çok ağır suçlar işlediğini iddia ediyoruz ve yargılamanın bu suçlamaları da kapsamasını ısrarla vurguluyoruz. Ancak soruşturmaya kendi dar siyasi çıkarları için bakanlar, tutuklananların tüm suçlarını gündeme getirme ve Bölge'de işledikleri suçların suç ortaklarını gündeme getirilmesinde ısrarla kaçınmaktadırlar. Çünkü bunu yaptıklarında mevcut komuta kademesi ve birçok general işin içine gireceğinden bundan uzak durmaktadırlar. Böylece bu çevreler de bu soruşturmanın darbelerle sınırlı olmasını kabul etmiş durumdadırlar. Dolayısıyla ilkeli ve demokrat bir tutum içinde değildirler ve tutuklananların asıl suçlarını örten bir pozisyondadırlar. Özcesi Kürt Özgürlük Hareketi bunların tüm suçlardan yargılanmasını isterken ve bu konuda ısrarlı olurken, AKP ve Fethullah tarikatı çevreleriyle demokratlıkları ve liberallikleri Kürt sorununun demokratik çözümüne geldiğinde bitenler ise bu yargılananların Bölge'de işledikleri suçları bilerek ya da bilmeyerek örtmekte ve meşrulaştırmaktadırlar.
Faili meçhul cinayetler, köy yakıp yıkmalar, köylerde, kasabalarda yapılan işkenceler, Bölge'nin boydan boya zulüm altına alınması nasıl gerçekleşti? Bunları açığa çıkarmayan bir sorgulama tabii ki bir iktidar mücadelesi olarak değerlendirilir. Sadece darbe sorgulamasıyla sınırlı kalan, Kürdistan coğrafyasını içine almayan bir yargılamada Kürt Özgürlük Hareketi taraf haline getirilemez. Eğer böyle bir oyuna gelirse, Kürdistan'da baskı, zulüm ve cinayetin meşrulaştırılmak istenmesine alet olmuş olur. Türkiye'de Kürtsüz demokrasi yaratmak isteyenlerin, aynı zamanda Kürtsüz hukuk devleti anlayışı içinde oldukları da anlaşılmaktadır. Halbuki Türkiye'de demokrasinin ve hukuk devletinin var olup olmadığı Kürtlere yaklaşımla ele alıp değerlendirilmelidir. Bunun dışında her demokrasi ve hukuk sözü demagojiden ibarettir. Hatta Kürt gerçeğini ve Kürtlere baskıyı görmezlikten geldiği için çok tehlikeli bir anlayıştır.
Ergenekon soruşturması, Bölge'yi kapsamama koşulu ile başlatılmıştır. Bu açıdan Kürt halkına karşı işlenen suçlara dokunmama karşılığında birilerinin birilerine karşı iktidar mücadelesi yürütmesi sözkonusudur. AKP'ye 'Şemdinli'ye ve benzer olaylara dokunmazsan ve Kürdistan'da yürütülen savaşta inkarcı sömürgeciliğin ayağı olursan, seni hükümette tutarız' denilmiştir. AKP de Kürtlerin sırtından hükümet olmayı kabul etmiştir. Ergenekon operasyonu da AKP ve dış güçlerin PKK'yi tasfiye etmede rol oynamaları karşılığında Genelkurmay'ın izni ile başlatılmıştır.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Ergenekon operasyonunun olduğu günlerde 'Dış güçlerin desteği olmadan PKK'yi tasfiye edemeyiz' demiştir. Şu anda Kürt Özgülük Hareketi'ne karşı, Türkiye içinde PKK'ye karşı kullanılacak tek siyasi güç de AKP'dir. Diğer taraftan AKP, 'PKK'ye karşı dış güçlerin desteğini en iyi ben sağlarım' diyor. Nitekim AKP, son aylarda diplomasi trafiğini hızlandırarak, 'PKK'nin dış kuşatmasını sadece ben yaparım' gayreti içine girmiştir. İnkarcı ve sömürgeci karargahlar, hem dış güçlerin desteğini almak, hem de AKP'yi kullanmak için bu operasyona destek vermiştir. Dolayısıyla operasyon karşılığında Türkiye'de demokratikleşmenin gelişmesi değil, başta Kürt demokratik güçleri olmak üzere demokrasi güçlerinin törpülenmesi amaçlanmaktadır.
Türkiye'de AKP'nin tek demokrasi gücü olarak gösterilmesi bir aldatmacadır. AKP artık bir demokrasi gücü değil, demokrasinin demagojisini yaparak toplumu oyalayan ve gerçek demokrasinin gelişmesi önünde barikat olan bir güç haline gelmiştir.
Türkiye'de Kürt sorununun demokratik çözümü için hiçbir adım atmayanlar, demokratikleşme iddialarında bulunamaz. Türkiye'de klasik iktidar blokları ile İslam'ı siyasallaştırarak devleti ele geçirmek isteyen yeni siyasal, ekonomik güçler arasında bir mücadele olduğu açıktır. Klasik iktidar blokları da kendi içinde parçalanmış durumdadır.
Şu anda inkarcı sömürgeciliğin karargahı da olan Genelkurmay Karargahı, ABD ve AB'ye dayanarak ve AKP'yi kullanarak amacına ulaşmak isterken, Ergenekon davasıyla tutuklananlar ise Avrasyacıdırlar ve Şangay beşlisine dayanarak ve AKP'yi kullanmaya gerek görmeden Kürtleri inkar ve imha hedefine ulaşmak istiyor. Birinciler, ikincilerin politik tercihlerini tehlikeli ve maceracı gördüğü için darbe girişimlerini sorgulatarak bunları etkisiz kılmaya yönelmiştir. Operasyonun arka planı ve neyi amaçladığını böyle değerlendirmek doğru tutum açısından gereklidir. MUSTAFA SİVASLI

“Tutuklanmayacak Ergenekon” Kuzey Kürdistan’da: 6 ayda 178 kişi öldürüldü

ihd_diyarbakir_aciklama Bölge'de yıllardır yürütülen kontr-gerilla faaliyetleri Ergenekon soruşturması dışında tutulurken, Bingöl'ün Genç ilçesinde 19 Temmuz akşamı 4 kişinin öldürüldüğü, 7 kişinin de yaralandığı saldırı da görmezden geliniyor. Olayda yaralananlar saldırının 'devlet bağlantılı' kişilerce yapıldığına dikkat çekerken, mağdur Ak Ailesi'nin 5 Temmuz 2007'de de saldırıya uğradığı, yaptığı başvuruların ise sonuçsuz kaldığı belirlendi. Bu arada İHD Bingöl Şubesi'nin 2008'in ilk 6 ayına ilişkin açıkladığı hak ihlalleri raporuna göre, Bingöl'de 6 ayda 31 kişi yaşamını yitirdi.
Bölge'de hak ihlalleri her geçen gün artıyor. İHD Diyarbakır Şubesi'nin 2008'in ilk 6 ayına ilişkin açıkladığı Doğu ve Güneydoğu Bölgesel İnsan Hakları Raporu'nda 16 bin 719 ihlal tespit edildi. 178 kişinin yaşamını yitirdiği, bin 285 kişi hakkında düşüncelerini ifade ettiği için soruşturma ve dava açıldığı, 434 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı, Bölge cezaevlerinde 335 ihlal yaşandığı belirtildi. Sistematik işkencenin devam ettiğine dikkat çeken İHD Bölge Temsilcisi Mihdi Perinçek, 'Ergenekon yargısız infazları ve kayıpları kapsayacak mı?' dedi.
Bölge'de 6 ayda 178 kişi öldürüldü
İHD Diyarbakır Şubesi, 2008 yılının ilk 6 ayına ait 'Doğu ve Güneydoğu Bölgesel İnsan Hakları Raporu'nu açıkladı. Rapora göre 6 ayda 16 bin 719 ihlal tespit edildi. Rapora yansıyan hak ihlalleri şöyle:  

  • Çatışmalardan kaynaklı 178 kişi yaşamını yitirdi.
  • 125 yaralanma olayının meydana geldi
  • 434 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
  • Bölge cezaevlerinde 335 ihlal yaşandı.
  • Bin 285 kişi hakkında düşüncelerini ifade ettiği için soruşturma ve dava açıldı.
  • 26 kadın intihar etti. 
  • Raporda ayrıca işkencenin sistematik olarak devam ettiği ancak, işkence iddialarının üzerine gidilmediği için işkence faillerinin cezalandırılmadığına dikkat çekildi.
  • Raporu açıklayan İHD Bölge Temsilcisi Mihdi Perinçek, son 5 yılın hak ihlali rakamlarına bakıldığında her geçen gün hak ihlallerinin arttığını vurgulayarak, 2008 yılının ilk 6 ayında 16 bin 719 ihlal ve iddiasını tespit etmiş olduklarını belirtti.

Ergenekon’da binlerce faili meçhul cinayetlerin, yargısız infazların ve kayıpların açığa çıkarılması sürecini de kapsıyor mu veya kapsayacak mı?

28mart_amed_katliam_enes_ataTürkiye'nin siyasal ve yönetsel elitinin, yıllarca Kürt sorununa inkar ve imha temelinde baktığını belirten Perinçek, 'Bugüne baktığımızda da, aynı yaklaşımın sürdüğünü görüyoruz. Çözüme yönelik, en azından, vicdan, adalet ve empati gibi önemli insani erdemleri önceliklendirmiyor. Barışçıl yöntemleri temel alan siyasi irade göstermiyor' diye konuştu. 2008 yılının ilk 6 ayında çatışmalardan kaynaklanan 178 ölüm ve 125 yaralanma olayının meydana geldiğine dikkat çeken Perinçek, 'Emeğinin en üretken olduğu yaş döneminde olan 303 yurttaşımızın gelecek, umut ve hayallerinin ellerinden alınmasına yol açılmıştır' dedi. Ergenekon Operasyonu'na da değinen Perinçek, 'Yaşananlar iktidar kavgası mı yoksa hukuku, demokrasiyi egemen kılma çabası mı? Yargılananlar ile bağlantılı olduğu iddia edilen 90'lı yıllarda yaşanan binlerce faili meçhul cinayetlerin, yargısız infazların ve kayıpların açığa çıkarılması sürecini de kapsıyor mu veya kapsayacak mı? Bunlara verilecek olumlu yanıtlar üzerinden izlenecek bir dava seyrinin meşruiyeti ve toplumsal desteği mutlaka yüksek olacaktır' diye konuştu.
'Sistematik işkence devam ediyor'
'İşkence münferit hale gelmiştir. İşkenceye sıfır tolerans' açıklamalarına karşı işkencenin sistematik olarak devam ettiğini vurgulayan Perinçek, şunları kaydetti: 'Yılların ilk 6 ayına göre bölgemizde, 2004 yılında 174, 2005 yılında 191, 2006 yılında 242, 2007 yılında 183 olan işkence ve kötü muamele iddiası 2008 yılının ilk altı ayında 434'e çıkmıştır. Hukuken yükümlü, verdiği sözün gereği olarak ahlaken sorumlu olan kişi ve kurumlar, kaç işkencenin ve iddiasının üzerine gidip, yargılama süreci başlattı? Kaç idari soruşturma açtı? Doktor raporları, resim ve görüntülere rağmen kaç işkence faili cezalandırıldı? İşkence yasağının kurumsallaştırılması için hangi uygulamaları hayata geçirdiniz? Eğer bunlara verecek cevabınız yoksa, aynı zamanda yasaları çiğniyor, görevinizi de kötüye kullanıyorsunuz demektir.'
'Cezaevlerindeki ihlal sayısı 353'
Türkiye cezaevlerinde sorunların artarak devam ettiğini vurgulayan Perinçek, özgürlük sınırlarının alabildiğince daraltıldığını dile getirdi. En küçük tepki veya talebe yönelik disiplin cezası mekanizmasının işletildiğini hatırlatan Perinçek, 'Bu çerçevede 200 tutuklu ve hükümlüye çeşitli disiplin cezaları verilmiştir. Bölge cezaevlerinde yaşanan ve tespit edebildiğimiz ihlal sayısı 353 olmuştur' dedi. Perinçek ayrıca son 6 ayda bin 285 kişi hakkında düşüncelerini ifade ettiği için soruşturma ve dava açıldığını, cezalar verildiğini belirtti.
'227 şiddet olayında 5 kadın öldü
Son altı ay içinde, 26 kadının intihar ettiğini ve 9 kadının intihara teşebbüste bulunduğunu ifade eden Perinçek, ev içinde yaşanan 22 şiddet olayı sonucunda 16 kadının, toplumsal alanda yaşanan 227 şiddet, taciz ve tecavüz olayında 5 kadının yaşamını yitirdiğine dikkat çekti. Ayrıca güvenlik güçleri tarafından yapıldığı iddia edilen 2 taciz olayının da bulunduğunu vurgulayan Perinçek, son yıllarda kadın lehine yapılan yasal değişiklerin kadına yönelik ihlalleri önleyemediğine dikkat çekti.
'22 ormanlık nokta ateşe verildi'
Sadece 2008 yılının haziran ayında bölgede 22 alanda orman yangının meydana geldiğine dikkat çeken Perinçek, 'Bu orman yangınlarına yönelik iddialar, ya operasyonlar gerekçe gösterilerek, ya da operasyon ve çatışma sonrası güvenlik güçleri tarafından yapıldığı biçiminde olmuştur. Türkiye'nin bir tarafında meydana gelen yangınlara karşı seferber edilen olanakları, diğer taraftan iddia edilenlerle bağdaştırmakta zorlanıyoruz' dedi.
Bingöl'de 31 kişi yaşamını yitirdi
İHD Bingöl Şubesi'nin, 2008 yılının ilk 6 ayında yaşanan hak ihlallerine ilişkin hazırladığı raporda, 25'i çatışmalarda olmak üzere 31 kişinin yaşamını yitirdiği tespit edildi. Rapora göre, yaşanan çatışmalarda 25, faili meçhul cinayet/saldırılar sonucu 1, mayın ve sahipsiz patlayıcı sonucunda 2, intihar sonucunda 2, terk edilmiş halde bulunan okul binasının çökmesi sonucunda 1 kişi olmak üzere, toplam 31 kişi yaşamını yitirdi. Ayrıca, 5 kişi çatışmalar sonucu, 2 kişi de okul binası çökmesi sonucu olmak üzere toplam 7 kişi yaralandı. Kişi özgürlüğü ve güvenliğine yönelik hak ihlallerinde ise, 35 kişinin gözaltına alındığı bunlardan 18'inin tutuklandı. Kayıp iddiasıyla 1, cezaevindeki kötü muamele ile ilgili ise 3 kişi İHD'ye başvuruda bulundu. Mülkiyet hakkinin ihlaline yönelik ise 1 başvuru yapıldı. 'Diğer' başlıklı hak ihlallerinde ise şunlar tespit edildi: 'Sağlık hakkının engellendiği iddiasıyla 1, orman kesimi ve çevre tahribatı yapıldığı iddiasıyla 2, engelli hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 2 başvuru yapıldı.' Raporda, insan hakkına yönelik ihlallerin artarak devam ettiğinin görüldüğüne vurgu yapıldı.
DİYARBAKIR / DİHA

‘Çözülemeyecek mesele yok …’ Tabii ki Kürt sorunu hariç!

kurt_meselesi_kurt_sorunu

Dünkü AKP Grup Toplantısı'nda konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan, 'Türkiye ne çektiyse halının altına süpürme siyasetinden çekmiştir. Türkiye sorunlarla yüzleşmezse büyüyemez. Türkiye'nin çözümsüz hiçbir meselesi yoktur, bunu böyle bilin' dedi. Ancak Erdoğan en esaslı sorun olan Kürt sorununa karşı ise klasik şiddet yöntemini önerdi ve 'terörle mücadelenin kararlılıkla süreceğini' vurgulamayı unutmadı.

Erdoğan'a göre Türkiye'nin çözülemeyecek meselesi yok!erdogan_meclis_kursude

Partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin sorunlarıyla yüzleşmediği sürece büyüyemeyeceğini söylerken, ülkenin temel sorunu olan Kürt sorununu unutarak, çözülemeyecek sorun olmadığını söyledi. 22 Temmuz seçimlerinde halkın politikalarına onay verdiğini iddia eden Erdoğan, yine herkesin hükümeti olduklarını iddia etti. Bazı meseleleri 'halının altına süpüren' eski siyaset tarzını benimsemediklerini iddia ederek, 'Türkiye ne çektiyse halının altına süpürme siyasetinden çekmiştir' ifadelerine kullanan Erdoğan, hükümetleri döneminde Kürt sorunu başta olmak üzere ağırlaşan sorunları görmezden gelerek iktidara geldiklerinde Türkiye'nin çözülemeyecek meselesi olmadığını söylediklerini hatırlattı. AKP'nin yürüttüğü siyasetin, ülke bütünlüğünün muhtaç olduğu siyaset olduğu iddiasında bulunan Erdoğan, 'Türkiye sorunlarla yüzleşmezse büyüyemez. Biz iktidara geldiğimizde halının altına süpürülecek meselenin olmadığını söyledik. Türkiye ağırlıklarından kurtulamasa gelişemez. Türkiye'nin çözümsüz hiçbir meselesi yoktur, bunu böyle bilin, yeter ki birbirimize güvenelim. Yeter ki şeffaf demokrasiye inanalım' diye konuştu. Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkında açılan kapatma davasını görüşeceği günü belirleyeceği toplantıdan birkaç saat önce konuşan Erdoğan, uzlaşma sinyalleri verdi. 'Halkta uzlaşma varsa mesele bitmiştir, biz buna bakarız' diyen Erdoğan, 'Yerleşik alışkanlıkları değiştirdik. Millet siyaseti tayin edecek iradeyi gösteriyor. Uzlaşma yüzde yüz olmaz. Kahır ekseriyetle uzlaşma olur. Geri vitese takacak halimiz yok' dedi. Muhalefet partilerine de mesaj gönderen Erdoğan, dünyanın hiçbir ülkesinde iktidarla muhalefetin bu kadar kavgalı olmadığını savunarak, taraflarda eksiklikler olduğunu söyledi. Konuşmasında Kıbrıs ziyaretine de değinen Erdoğan, son dönemlerde yaşanan çatışmaları hatırlatarak 'terörle mücadelenin' kararlılıkla süreceğini ifade etti. ANKARA / DİHA

 

Meclis'e hangi çözümü getirdiniz?


ahmet_turk9 AKP'nin 'Çözüm yeri Meclis'tir' açıklamasını değerlendiren Türk, 'Çözümün adresini başka yerlerde arayanlar onların kendisidir' dedi. Türk, Ergenekon'un Bölge'de aranması gerektiğini de söyledi
'Ergenekon operasyonu sulandırılıyor'
DTP Meclis Grubu, onbinlerce kişinin katıldığı coşkulu kongreden sonra dün toplandı. DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Ergenekon operasyonunun önemli olduğunu, ancak bazı kesimlerin operasyonu sulandırdığını söyledi. Türk, 'Bu çetenin başta Kürt coğrafyasında işlediği akıl almaz insanlık suçları açığa çıkarılmadıkça tam anlamıyla bir demokratikleşme olmayacaktır' dedi.
'Birlikte yaşam birlikte çözüm'
Parti kapatmalarına da değinen Türk, '1994'te bir Zana'mız vardı, bugün sekiz Zana'mız var. Demek ki kapatmalar çözüm değil' dedi. Halkın 'Birlikte yaşam birlikte çözüm' mesajını verdiğini söyleyen Türk, Meclis'i çözüm adresi olarak gördüklerini belirtti. Cemil Çiçek'in 'Çözüm yeri Meclis'tir' açıklamasına ise, 'Meclis'e hangi çözümü getirdiniz?' karşılığını verdi.
Parti kapatmak çözüm değil
DTP'nin hafta sonu yaptığı 2'inci Olağan Kongresi'nde yeniden Eşbaşkanlığa seçilen Ahmet Türk, yoğun bir katılım ve ilginin olduğu haftalık grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. DTP'nin yaptığı 2. Olağan Genel Kurulu'nda halkın istek ve düşüncelerinin çok net bir şekilde ortaya koyulduğunu ifade eden Türk, sorunların çözümü için halkın tek mesaj verdiğini söyledi. Sorunların çözüm adresinin Meclis olduğunu kaydeden Türk, Cemil Çiçek'in de 'çözüm yeri Meclis'tir' şeklindeki açıklamalarını hayretle karşıladıklarını belirterek şunları söyledi: 'Meclis'e hangi çözümü getirdiniz? Biz aylardır, yıllardır çözüm yeri Meclis'tir diyoruz. Kendilerini seçen halka karşı sorumlulukları vardır ve bu sorumluluklarını yerine getirmek durumundalar. Ama çözümün adresini başka yerlerde arayanlar kendileridir' dedi.
DTP'nin parlamentoda bulunuşunun üzerinden bir yıl geçtiğini kaydeden Türk, DTP'nin engellemelere rağmen 22 kişilik bir grupla Meclis'te olduğuna işaret etti. Türk 'Diyalogla sorunların çözülmesi gerektiği yönünde bir mantığa sahibiz. Demokratik ve çoğulcu siyasete yoğunlaşalım. Türkiye'ye kazandıracak olan demokratik siyaset kültürüdür. Birlik içinde tartışma-diyalog ve uzlaşı zihniyetidir. Ortak akıl yaklaşımıdır' şeklinde konuştu.
'Bugün sekiz Leyla Zana'mız var'
DTP hakkındaki kapatma davasına dikkat çeken Türk, 'Hukuk birlikte yaşamı kolaylaştıran bir anlayıştır. Farklılıkları çoğunluğun etkisinden kurtaran bir anlayıştır. Buna herkesin uyum göstermesi gerekir. Bugün bize karşı açılan dava DEP davasıyla çok benzerlik taşıyor. O dönem bir tane Leyla Zana vardı. Bugün sekiz tane Leyla Zana var. Bugün on dört Hatip Dicle ve Selim Sadak var. Demek ki kapatmalar sorunu çözmüyor' dedi. Silahı bir çözüm olarak görmediklerini dile getiren Türk, 'Silahı bir hak arama yöntemi olarak görmüyoruz. Ama biz bunları dile getirirken ellerinde sopa ve taşlarla güç kullananlara karşı neden sessiz kalınıyor? Biz mi şiddeti istiyoruz yoksa bu gücü kullananlar mı, operasyon yapanlar mı?' diye konuştu.
'Kürt halkının ıstırabı görülmeli'
Ergenekon'un tüm boyutları ile ortaya çıkarılmasının önemine değinen Türk, 'Ergenekon, Türkiye'nin tam demokratikleşmesi yolunda geçmişiyle hesaplaşması için çok büyük bir fırsattır. Bu konuda epey bir yol alınmıştır. Bu çetenin ve türevlerinin, başta Kürt coğrafyasında ve Türkiye'nin dört bir yanında işlediği akıl almaz insanlık suçları açığa çıkarılmadığı müddetçe, bu tam anlamıyla bir şeffaflaşma ve demokratikleşme girişimi olmayacaktır. Bizim için Ergenekoncuların ne ceza alıp almayacağı önemli değil. Önemli olan yıllardır Kürt halkına çektirilen bu ıstırabın Türk halkı tarafından da görülmesidir' şeklinde konuştu. CHP'nin ve Deniz Baykal'ın Ergenekon'un kuyrukçuluğunu yaptığını kaydeden Türk, Türkiye'nin büyük bir değişim ve dönüşümün arifesinde olduğunu belirtti. 'Şimdi Ergenekon'un faaliyetleri demokratik sistemi ortadan kaldırmak olarak açıklanıyor. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyen Meclis'te yemin etmedik mi? Şimdi Sayın Baykal'a bakıyorsunuz, Ergenekon'u savunuyor. CHP Ergenekon'un kuyrukçuluğunu yapıyor. Acaba CHP'nin de mi bağı var?' diyen Türk, Hrant Dink davasından tutuklu bulunan Yasin Hayal'in 'Muhsin Yacızıoğlu'nu çok seviyoruz' sözlerine göndermede bulunarak, 'Bu bir sevgi midir yoksa bir mesaj mıdır? Bunların açığa çıkartılması gerekir' dedi.
'Devlet netleşmeli'
Bir taraftan TRT'nin Kürtçe yayın yapması için Meclis'ten yasa geçirilirken diğer taraftan Kürtçe'nin yasaklanmaya devam ettiğine dikkat çeken Türk, 'Hayatın tüm renkleri sloganıyla yola çıkan ve farklı kültürleri, farklı renk ve sesleri yansıtan Hayat TV kapatıldı. Gerekçesi Newroz'da canlı yayına geçmesi. 21'inci yüzyılda muhalif bir televizyon kanalının kapatılması demokrasi adına bir ayıptır. Şimdi hem serbest bırakacaksın hem yasaklayacaksın. Böyle olmaz. Devlet netleşmek, kararını vermek zorunda' dedi. 22 Temmuz seçimlerinin birinci yılını geride bıraktıklarını belirten Türk, DTP'nin parlamento sürecini anlatarak, 'Biz barış ve diyalog zeminini yaratmaya çalışırken, bize karşı ayrımcı, ötekileştirici politikaları uygulamaya devam ettiler. Ama biz asla yılmadık ve geri adım atmadık. Çünkü halkımıza sözümüz var. Bizi halkımızın karşısında hiç kimse hiçleştiremez. Biz her şeye rağmen diyalog ve uzlaşı aramaya, parlamentoyu çözüme zorlamaya devam edeceğiz' dedi. ALTERNATİF

Artık Lozan Kürtleri yok

  • Lozan görüşmelerinde Kürtler bulunmadılar. Türkiye'ye Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar dendiği halde, bunlar ne resmi yazıya geçti ne de Kürtleri temsil eden herhangi bir heyet Lozan görüşmelerinde bulundu. Kürtler katılmadılar, yok sayıldılar. Ancak Kürtler, artık Lozan Anlaşması sırasındaki Kürtler değil.lozan_anlasmasi_ve_kurtler

Lozan Anlaşması ve Kürtler
1. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın öncülük ettiği kamp yenilgiye uğrayınca Osmanlı İmparatorluğu dağıldı ve teslim olmak zorunda kaldı. Bu sonuca dayalı olarak savaşın galibi olan İngiltere ve Fransa oturup yeni bir Ortadoğu siyasal coğrafyası hazırladılar. Bir tek Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde olan topraklarda yirmi-yirmi beş tane devlet icat ettiler. Adeta harita üzerinde cetvelle sınırlar çizerek devlet yarattılar. Ve başlarına da bir aşiret şefini atadılar. Buna Sevr Anlaşması dendi.
Sevr Anlaşması 1. Dünya Savaşı'nın galipleri olan İngiltere ve Fransa tarafından Ortadoğu coğrafyasının cetvelle devletlere bölünmesi anlaşmasıdır. Ülkeleri, toplumları, aşiretleri, kabileleri hatta köy ve şehirleri bile ortasından bölmüştür. Sınırın iki yakasında kalan çok sayıda aile ortaya çıkmıştır. Sadece Ortadoğu toplumlarının çıkarlarına aykırı, onların iradesi dışında tamamen İngiltere ve Fransa'nın çıkarları doğrultusu çizilmiş sınırlar değil. Aynı zamanda toplumsal gerçekliğe çok ters bir sınır çizmeydi bu. Aileleri bölmüştü. Bir ailenin bir bölümü sınırın bir tarafında bir bölümü diğer tarafında kalmışlardı. Köyleri bölmüştü, şehirleri bölmüştü, ulusal toplulukları bölmüştü. Dolayısıyla günümüzdeki Ortadoğu toplumunun çok önemli ve temel sorunlarından birisi işte bu biçimde sınır çizme olayıdır. Hâlâ toplumlar içinde, uluslararası sistem içinde sorun olmaya devam ettirmektedir. Bu sonuca Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayan Türkler ve Kürtler itiraz ettiler ve birlikte isyan ettiler. Bu tarzda bir bölünmeyi ve devletleşmeyi doğru ve kendi çıkarlarına uygun görmediler.
Sonuçta bu itiraz ve isyanı Kemalist Hareket kendi etkinliğinde birleştirdi. Bazen önemli projeler geliştirerek, bazen isyancıların zayıflığından yararlanarak, bazen de zor ve hile yoluna başvurarak tüm isyan hareketlerini kendi siyasi hakimiyetinde toplamayı sağladı. Böylece Kemalist Hareket adı altında ortak bir ulusal hareket oluştu. Buna Kuva-i Milliye Hareketi denildi. Ve hedeflenen toprak parçasının önemli bir bölümünde etkinlik sağladı bu hareket. Yola çıkarken kendisine misak-ı milli adı altında bir sınır çizmişti. Yani milli sınırlarını belirlemişti. Bunu da Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı topraklar olarak tanımlıyordu. Dolayısıyla 23 Nisan 1920'de Ankara'da açtığı millet meclisine Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisi ve hükümeti adını verdi. Sonuçta önemli bir güç ve etkinlik kazanınca uluslararası siyaset gündemine Ortadoğu'nun siyasi haritası sorunu yeniden oturdu. Savaşın galibi olan İngiltere ve Fransa'nın çizmiş olduğu sınırların bir bölümü geçerlilik kazanmamış, bozulmuş, yeniden sınırların görüşülmesi gerekli hale gelmiş durumdaydı.
Bu temelde 1. Dünya Savaşı'nın galibi olan İngiltere ve Fransa'yla bu Ortadoğu'da çizilen sınırlara itiraz eden ve isyan eden güçleri kendi bünyesinde birleştiren Kemalist Hareket arasında siyasi sınırları belirlemek üzere yeniden bir görüşme ve anlaşma süreci yani Lozan Anlaşması süreci başladı. Lozan Anlaşması'nın esası Sevr Anlaşması'yla çizilen sınırlara Türkiye'de geliştirilen itiraz temelinde siyasi sınırların yeniden belirlenmesiydi. Yani Lozan Anlaşması'nın anlamı Ortadoğu devlet sınırlarında netlik sağlama, onu sonuca götürme ve esas olarak ta Türkiye'nin sınırlarının belirlenmesiydi. İngiltere ve Fransa öncülüğünde oluşmuş olan uluslar arası sisteme Türkiye'nin bir devlet olarak katılmasının gerçekleşmesiydi. Bunun üzerinde yoğun tartışmalar oldu. Türkiye İngiltere ve Fransa'yla anlaşmayı kabul ediyordu. Kemalist hareket onlarla bir tür savaş halindeydi. Ve onu sona erdiriyor, barış yapıyordu. İngiltere ve Fransa da Türkiye devletini tanımayı, kabul etmeyi planlıyordu. Bu anlamda da Türkiye Devleti var oluyor ve Türkiye devletinin sınırları belirleniyordu. Sonuçta sorun, yeni kabul gören devletin sınırlarının nereler olacağıydı. Burada en çok sorun olan, bir İstanbul statüsüydü; boğazların durumu önemliydi. İkincisi ise Kürdistan sınırıydı. Boğazlar konusunda yoğun tartışmalar sonucunda bir çözüme ulaşıldı. Diğer bütün sınır konularında, Türkiye devletinin tanınması hususunda yine sonuçlara Lozan Anlaşması'nda ulaşıldı. Ancak Türkiye-Irak sınırının çizilmesinde sonuca ulaşılamadı. Anlaşma sağlanamadı.
Lozan Anlaşması'nda barizce İngiltere ve Fransa'yla Türkiye heyeti arasında bir Kürdistan mücadelesinin yürütüldüğü aşikardır. Sonuçta taraflar Türkiye-Irak sınırını çizmede anlaşamadılar. Lozan anlaşması böyle bir sınır çizemedi. Diğer alanlardaki sınırların çizilmesi ve Türkiye devletinin tanınması ile sonuçlandı. Türkiye-Irak sınırı Cemiyeti Akvam'a havale edildi. Yani Kürdistan üzerindeki mücadelenin bir süre daha devam etmesi yaşandı. Cemiyeti Akvam yani bugünkü Birleşmiş Milletler çerçevesinde bir süre çeşitli araştırmalar, mücadeleler yaşandı. Kürdistan'da çeşitli isyanlar oldu. Sonunda 5 Haziran 1926'da yapılan Ankara Anlaşması'yla Türkiye ve İngiltere bugünkü Türkiye-Irak sınırını çizebildiler. Kürdistan üzerindeki mücadeleyi 1926 Haziranı'nda bu biçimde bir sonuca bağlamış, kendi aralarında anlaşmış oldular. Dikkat edilirse Lozan Anlaşması Türkiye'nin sınırlarını çizen ve Türkiye devletinin varlığını ortaya çıkartan bir anlaşmaydı. Türkiye'yi temsil eden heyet ve Ankara'da oluşan yönetim kendisini Türklerin ve Kürtlerin ortak yönetimi olarak ifade ediyordu. Ancak Lozan Anlaşması'nda Kürtlerin adı olmadı, yeri olmadı. Lozan görüşmelerinde Kürt temsilciler bulunmadılar. Türkiye'nin sınırları çizildiği halde, Türkiye'ye Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar dendiği halde, iki toplumun ortak devletinin oluşturulduğu söylendiği halde bunlar ne resmi yazıya geçti ne de somut olarak Kürtleri temsil eden herhangi bir heyet Lozan Anlaşması görüşmelerinde bulundu. Kürtler katılmadılar, yok sayıldılar.
Aslında Kürtler katılmadılar ama bu Lozan görüşmelerinde Kürt sorununun, Kürdistan'ın görüşülmediği anlamına gelmiyor. Hayır; çok sert tartışmalara, hatta en sert tartışmalara Kürt sorunu üzerinde rastlandı. En sert tartışmalar Kürt sorunu üzerinde, Kürdistan üzerinde yaşandı. Bunlar belgelerle sabittir. İsmet İnönü önderliğindeki Kemalist heyet sıkıştığı anda kendisini Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisi olarak sundu. Buna karşı İngiltere ve Fransa da zaman zaman, çeşitli Kürt temsilcilerden aldıkları imzalı dilekçeleri görüşme gündemine getirdiler. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nun İsveç Ateşelerinden olan Kürt Şerif Paşa var. Ondan işte 'şu hakları istiyoruz' biçiminde aldıkları dilekçeyi kullanmak istediler. Şerif Paşa'yı zaman zaman Lozan'a getirdiler. Ve onunla İsmet İnönü öncülüğündeki heyeti tehdit etmeye, dengelemeye çalıştılar. Sonuçta Türkiye Irak sınırı çizilemediği gibi Kürtler de yok sayıldılar. Türkiye'nin diğer alanlarda sınırları çizildi. Boğazlar sorunu çözüldü. Türkiye toplumu tanımlandı. Özellikle azınlıklar ve onların hakları belirlendi. Kürtlerin adı çok genel bir-iki şeyde geçti. Oluşan devletin üçte birini oluşturan bir toplum olmasına rağmen yer almadı. Yok sayıldı aslında. Hasır altı edildi. Birbiriyle Kürdistan üzerinde sert mücadele yürüten, anlaşamayan taraflar sonuçta Kürdü yok sayarak Kürt toplumuna dair herhangi bir şeyi anlaşma metnine koymayarak anlaştılar. Kürt inkarı işte böyle oluştu ve başladı. Daha sonra Kürt aşiret ve dini önderlikleri, ileri gelenleri ortaya çıkan sonuçtan memnun olmadılar. Buna itiraz ve isyan ettiler. Kuzey Kürdistan'da ettiler. Güney Kürdistan'da itiraz ettiler. Doğu Kürdistan'da itiraz ve isyan ettiler. Fakat bu isyanlar feodeal aşiretçi düzeyi aşamadı. Örgütlü ve bilinçli bir ulusal Kurtuluş hareketi düzeyine gelemedi. Sonuçta, oluşan sistem tarafından ezildiler. Bastırıldılar. Katliamlarla Kürt toplumu susturuldu. Bu neden böyle oldu. Birkaç neden sıralanabilir kuşkusuz. Birincisi Kürt toplumunun siyasal bakımdan parçalı, geri, zayıf bir konumda olması. Bir ulusal örgütlülük temelinde bilinç ve irade gösterememesidir. Bu hem Lozan öncesi süreçte ve Lozan görüşmeleri sırasında böyleydi, hem de Lozan'dan sonraki isyanlar döneminde böyle olmuştur. İkincisi Kürdistan üzerindeki hakimiyet mücadelesi çok sert bir mücadele olarak geçti hep. Mezopotamya'yı, uygarlığın doğduğu bu beşiği hatta uygarlık öncesinin neolitik devrimin yaşandığı bu alanı herkes ele geçirmek, buraya sahip olmak istiyordu. Kutsal kitapların ve tarihin cennet olarak tanımladığı bu toprakları herkes ele geçirmek istiyordu. O nedenle de büyük bir mücadele vardı. Kürtler bu kadar kapsamlı bir mücadele içerisinde bir politik tutum, irade geliştirme gücü gösteremediler. Üçüncüsü ise çeşitli oyunlar oynandı, tabii hileler yapıldı. Bunu hem emperyalist Avrupa devletleri yaptılar, hem de Türkiye ve İran devletleri yaptılar. Çoğu kez Kürtler aldatıldılar, oyuna getirildiler. Modern kapitalist dünyanın oyunlarını anlayacak düzeyde değillerdi. Dolayısıyla da oyunları aşamadılar ve hep boğuldular. Kürtler etkinlik sağlayacak bir irade gösteremediler. Ama mevcut statüye itiraz ve isyanlarını sürdürmekten de vazgeçmediler.
Aradan geçen zaman içinde Lozan Anlaşması'nın yapıldığı süreçteki durumdan çok farklıolarak Kürt özgürlük mücadelesi ile Kürtler önemli bir bilinç, örgütlülük ve irade gösterir hale geldiler. Şimdi 21. yüzyılın başında dikkate alınması ve değerlendirilmesi gereken en önemli gelişme ve değişiklik budur. Kürdistan artık eski Kürdistan, Lozan Anlaşması sırasındaki Kürdistan değildir. Kürtler artık Lozan Anlaşması sırasındaki Kürtler değil. O bilinçsiz, örgütsüz, geleneksel toplum değerlerini aşamayan, gelişmelerden habersiz Kürtler yok artık. Önemli ölçüde bilinçlenmişler. Ulusal demokratik bilinç kazanmışlar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın geliştirdiği ideolojik, teorik değerlendirmelerle güçlü bir bakış açısı, düşünce düzeyi ve program edinmiş durumdalar. Siyaset yapmayı, siyasal gelişmeleri değerlendirmeyi biliyorlar. Çok parçalanmış, aileler düzeyinde birbirine karşıt hale gelmiş durumu büyük ölçüde aşarak önemli bir ulusal örgütlülük yaratmış durumdalar. Gerilla temelinde direniş de sürdürüyorlar. Eskinin geleneksel aşiretçi isyancılığını aşarak uzun vadeli yarı profesyonel askeri hareket diyebileceğimiz gerilla türü bir direnişi örgütleme ve sürdürme gücü kazanmış durumdalar. Bu en önemli gelişmedir. Artık Lozan Anlaşması'nın geçerliliğini eskisi gibi koruyamamasını yaratan esas gelişme budur. Kürdün kendini ifade etme gücü yokken, Kürdistan üzerinde hakimiyet sağlamak isteyen güçler de onu yok sayınca adeta olgu yok olmuştu.
Şimdi Kürdistan üzerinde egemenlik sağlayan güçler Kürdistan'ı ve Kürt toplumunu yok saysalar bile Kürtler artık biz varız diyorlar. Varlıklarını her türlü yöntemle ortaya koyuyorlar. Önemli bir örgütlü güç olarak iradelerini her yerde, her platformda gösteriyorlar. Bu bakımdan Lozan'ı bozan, işlemez kılan, aşan bir gelişme bu biçimde yaratılmıştır. Bu gelişmenin, Kürdistan'daki değişen durumun; yarattığı siyasi etkiler var, sonuçlar var. Çevresini etkiliyor. Kürdistan'daki bu gelişme özellikle Kuzey ve Batı Kürdistan ile yurtdışındaki Kürtlerin PKK öncülüğündeki ulusal demokratik örgütlülüğü ve eylemi, yine Güney Kürdistan'daki devletleşme süreci Ortadoğu'daki siyasi dengeleri ciddi biçimde değiştirmiş, sarsmış durumda. Yeni bir siyasal güç ortaya çıkartmış bulunuyor. Bu da Kürt toplumunun siyasal gücü. Artık Ortadoğu'da siyaset yapmak isteyen herkes Kuzey'de, Güney'de, Doğu'da, Batı'da Kürt toplumunun gücünü görmezden, hesaba katmazdan gelemiyor. Önemli bir bölgede siyasi dengede değişikliğin yaratılması böyle ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan ise kapitalist devletçi sistemin küreselleşme çağı yaşanıyor. Daha doğrusu finans çağı yaşanıyor. Bu finansör ve kapitalizmin Ortadoğu'yu tümden ele geçirme, Ortadoğu hegemonyasını sağlama hedefi var. Mücadelesi var. 1. Dünya Savaşı'nın ortaya çıkardığı Ortadoğu siyasi statükosu bu finans çağının çıkarlarına uygun düşmüyor. Onun önünde engel oluşturuyor. Bu siyasi statükonun finans sermayenin küreselleşmesi doğrultusunda değiştirilemsi gerekiyor. Bu anlamda bir de küresel sermaye müdahalesi var Ortadoğu'ya, mevcut Ortadoğu statüsüyle çelişiyor ve çatışıyor. Adına 3. Dünya Savaşı denen bir savaş yaşanıyor. İşte ABD-Afganistan savaşıyla bu başladı. ABD-Irak savaşı biçiminde sürdü. ABD halen İran'la, Suriye ile savaş halinde. Silahlı çatışma açıktan olmuyor ama ciddi bir siyasi-askeri çatışma durumunun, gerginliğin olduğu tartışma götürmezdir. Bir de böyle bir realite var Ortadoğu siyasal durumunda.
Küresel sermaye müdahalesi bölgedeki 1. Dünya Savaşı'nın yarattığı siyasi statükoyu yıkmak, değiştirmek istiyor. Irak'ta, İran'da, Suriye'de hatta Türkiye'de değişiklik öngörüyor. Değiştirilmek istenen siyasi statüko Kürtler açısından ne ifade ediyor? Kürtleri yok sayan ve yok etmek isteyen statüko oluyor bu. Dolayısıyla Kürtleri ve Kürdistan'ı doğrudan ilgilendiriyor ve etkiliyor. Bir de mevcut siyasi statükoda değişiklik yapmak isteyen güç bunu başarabilmek için müttefiklere ihtiyaç duyuyor. Bu konuda da en dinamik güç Kürtler oluyor. Irak'ta, İran'da, Suriye'de, Türkiye'de değişiklik yapacaksa bu değişimin hepsinde ortak olarak var olan en dinamik güç kuşkusuz Kürtler olabilir. Kürtlersiz bu değişiklik yapılamaz. Dolayısıyla ABD müdahalesi Kürtleri öne çıkarıyor. Kürt toplumunun potansiyeli, gücü öne çıkıyor. Açığa çıkıyor. Yeni dünya sistemi, küresel finans sistem bu doğrultuda yeni bir Kürt politikası oluşturmak zorunda kalıyor.
Dikkat edilirse Körfez Savaşı'ndan bu yana ABD hep adım adım yeni Kürt politikaları oluşturmak durumunda kaldı. Önce Güney Kürdistan'a dönük bir politika oluşturdu. Çekiç güç sistemi adı altında. Ardından 11 Eylül 2001 olayları sonrasında Irak müdahalesine girişince o durum Güney'i de aşan, bütün Kürdistan parçaları içinde yeni politikalar oluşturmak zorunda bıraktı ABD'yi. Bütün parçalar için farklı farklı da olsa yeni politikalar oluşturmak zorunda kaldı ABD. Çünkü başka türlü yapamazdı. Kürt gerçeğini açığa çıkardı, öne çıkardı. Diğer yandan ABD müdahalesiyle önceden var olan, Kürdistan üzerinde egemenlik sürdüren siyasi statüko parçalanınca, zayıflayınca, darbe yiyince Kürt toplumu kendi ulusal örgütlülüğü ve direnişini geliştirmede daha önemli bir fırsat ve ortam yakalamış oldu. Kürt örgütlülüğü ve direnişi buna dayanarak bütün alanlarda daha çok gelişti. Gelişme gösteriyor. Bu da Kürt gerçeğini daha fazla öne çıkarıyor.
Sonuçta aslında Lozan'ın Kürtleri ve Kürdistan'ı yok sayan gerçeği fiilen tümüyle aşılmış, yok edilmiş oldu. Henüz bir resmiyet tam gerçekleşmiş denemez. Ancak şu düzeyde var. Örneğin ABD Irak sistemi içerisinde Güney Kürdistan'ı kabul ediyor. Hem bir siyasi yapılanma olarak hem de bir coğrafya olarak ismiyle de, yönetimiyle de kabul ediyor. Sistemin Önderliği böyle yaparsa tabii bu önemli bir resmileşme anlamına de geliyor. Birleşmiş Milletler düzeyinde bu gerçekleşmiş değil. Diğer parçalarda bu yönlü gelişmeler olmuş değil. Ama bunun önü açılmış durumda. Kürtler Ortadoğu'nun en etkin politik gücü haline gelmiş bulunuyorlar. Her parçada kendilerine göre örgütlüler ve direniş halindeler. Bu durum Kürdü yok saymış olan Lozan Anlaşması'nın artık fiilen hiçbir geçerliliğinin kalmadığının açık göstergesi oluyor.
SELAHATTİN ERDEM

Kürt Meselesine iliskin genis bir makale

image

Almanya'nin itibarli ve taninmis liberal gazetesi "Süddeutsche Zeitung" bugün "Günün Konusu" isimli ikinci sayfasi olan bölümünde Kürt sorununun cözümünü gündeme alan ve gazeteci Ahmet Dag tarafindan kaleme alinan genis bir makale yayinlanmistir. Makalenin iceriginde uluslararasi bir proje esasinda PKK'nin silah ve siddeti bir yöntem olarak terkedip demokrasi sürecine katiliminin saglanmasi ve muhatap ailinmasini icermektedir. Yazar bu sürecte uluslararasi gücler olan ABD, Avrupa Birligi ve Almanya Devleti ile Kürt liderleri Irak Devlet Baskani Celal Talabani ve Federal Kurdistan Baskani Mesud Barzani'nin Türkiye'de mevcut olan Kürt sorununun cözümü icin rol almalarini istemektedir.

Makalenin tamami asagidaki linkten okunabilir:

http://www.sueddeutsche.de/ausland/artikel/690/187097/

Not: Süddeutsche Gazetesi Almanya’nin en kaliteli yüksek tirajli ulusal gazetesi olarak image bilinmekte olup Almanyadaki siyasi, kültürel ve ekonomik yasaminda büyük etkisi olup elit kesim tarafindan takip edilen bir ciddi gazetedir.

Süddeutsche Gazetesi (liberal, günlük tiraji: 467000) ve Frankfurter Allgemeine Gazetesi (konservativ-muhafazakar, günlük tiraji: 390.000) Almanya siyasetinde en etkili gazeteler olarak bilinmektedirler.

Haberi gönderen: Gülistan

*www.kurdistan-post.org

‘ Diyarbakır kana bulanacaktı ’

image Rizgarî Online/ Amedli İşadamı Mehmet Ali Altındağ; “İstihbarat kaynaklarımdan bana ulaşan kesin bilgi” dedi ve ekledi: “Ergenekoncular Diyarbakır’ı kana bulayacaklardı! Ancak güvenlik güçlerimiz hassas davranarak eylemi önledi.” Vakit gazetesinin konuyla ilgili haberi: “Tarih 9 Haziran 2007. Cumhuriyet mitinglerinin hemen ardından ulusalcı dernekler bu kez liderleri Ergenekon’dan tutuklanan İP’lilerin çağrısı ile bir araya gelerek Diyarbakır’da ‘Birlik ve Kardeşlik’ mitingi düzenlemişlerdi. Düzenlenen mitingin ise asıl amacının kanlı bir provokasyon olduğu deşifre edildi.
ELLERİNDE TÜRK BAYRAKLI GENÇLERE SALDIRI PLANI
Ulusalcıların mitinginde istihbarat birimlerinin hummalı çalışması sonucunda ellerinde Türk Bayraklı eylemcilere yönelik saldırının son anda önlediği ortaya çıktı.
İŞTE İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN ULAŞTIĞI ŞOK BİLGİ
Diyarbakır Söz Gazetesi Sahibi İşadamı Mehmet Ali Altındağ, Vakit’e yaptığı açıklamada, güvenilir bir kaynağın kendisine çok özel bilgiler verdiğini belirterek, “Kaynağımı açıklayamam. Ancak net bilgiye göre, derin miting öncesi istihbarat birimlerine gelen bir ihbar söz konusu. İstihbarat birimlerinin ihbar sonrası yaptıkları araştırmalarda ihbarın doğru olduğu anlaşılmış. Söz konusu ihbar, ‘ulusalcı miting öncesi İstasyon meydanında özellikle ellerinde Türk Bayrağı olan eylemcilere saldırılacağı ve kan dökülmesinin sağlanacağıydı’ Üstelik daha önemli bilgi ise istihbarat birimlerinin soruşturmayı derinleştirmesi sonucu elde edildi. Çalışmalarda bu kanlı provokasyondan eylemi organize eden yöneticilerin haberdar olduğu bilgisine de ulaşıldı, Türkiye burada görev yapan hassas güvenlik güçlerine şükran duyguları içinde olmalı” diye konuştu.
SENARYO SON ANDA FARKEDİLDİ
Altındağ, bölgede gerilimi artırmaya yönelik bu derin senaryo karşısında istihbarat birimlerinin hummalı bir çalışma başlattığını ve muhtemel saldırının engellendiğini söyledi. Altındağ, “Çok açık Ergenekon tertibi bozuldu” dedi.
GÜVENLİK GÜÇLERİ KUŞ UÇURMAMIŞLARDI
Kanlı bir eyleme sahne olacağı söylenen mitingde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü 700 polis memuru görevlendirmişti. Polis miting alanına gelen insanların üstünü didik didik ararken, İstasyon Meydanı çevresinde de kuş uçurtmadığı dikkat çekmişti. imageMitinge gelenler 3 ayrı arama noktasından kontrollü bir şekilde alana alınmışlardı.

MİTİNGE EMEKLİ ASKERLER VE ADD DESTEK VERMİŞTİ
İP'nin düzenlediği ve Türkiye'nin birçok kentinden insanların da katılımının planlandığı mitinge yaklaşık bin kişilik katılım hayal kırıklığına neden olmuş ve Diyarbakırlıların ilgi göstermemesi nedeniyle 3 saat önce bitirilmişti. Yapılan mitinge İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli askerler, Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri ve diğer illerden getirilen bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri katılmıştı.
BENZER OLAYLAR YAŞANMIŞTI
İstihbarat birimlerinin son anda önlediği saldırı ise akıllara daha önce Ergenekonculara destek veren sivil toplum örgütlerinin düzenledikleri eylemlerde yaşanan bir dizi olayı getirdi.
İLK PROVOKASYON
28 Ekim 2007 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından düzenlenen "terörü protesto" mitingi öncesinde, miting alanına 50 metre mesafede yaşanan patlamada 3 kişi yaralanmıştı. Miting alanında bulunanlar patlamanın hemen ardından terör örgütü aleyhine sloganlar atmışlardı.
ANKARA’DA FACİA ÖNLENMİŞTİ
Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğin ikinci tur görüşmeleri öncesi Ankara Sıhhiye'de yer alan Osmanlı Camii'nde bir el bombası bulunmuştu. 8 Şubat 2008 tarihinde bombanın bulunduğu caminin hemen yanında ise bir gün sonra 'laiklik ve bağımsızlık mitingi' düzenlenmişti. Cami cemaatinin dikkati mitingde yapılması muhtemel bir kanlı eylemi engellerken, bombanın MKE yapımı olduğu tespit edilmiş ancak seri numaralarının kazındığı görülmüştü.”RO/Akt:Zilan Dersim

Sezgin Tanrıkulu: ‘Kürtler Ergenekon’a tarafsız kalamaz’

image

  • Röportaj*/Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu’ya göre, Kürt sorununun tartışılması ve çözüm yolunun açılması için önce Ergenekon çetesinin bitirilmesi gerekiyor. “Ergenekon bir demokrasi meselesidir. AKP dahil kim Ergenekon’la ilgilenirse, onunla bu soruna ortak olmalıyız biz. Kürtler, darbe isteyen silahlı bir örgüte DTP’nin tarafsız kalmasını tasvip etmez.” “Çetenin elinde, çok kolay adam öldüren hazır bir güç var. PKK itirafçıları bunlar. JİTEM’de yüzlerce itirafçı çalışıyor. Artık Türkiye ‘jandarma sistemini’ sorgulamalı. İtirafçıların güvenlik sisteminde ne iş yaptıklarını sormalı .” “Rusya’ya kaçan eski JİTEM Başkanı Levent Ersöz Kürtler için tanıdık bir Ergenekon ismi. Onun döneminde iki DEHAP’lı Jandarma’da kayboldu. Türk devleti onu mahkemeye çıkartamadı ve AİHM’de mahkûm oldu.”
    NEDEN? SEZGİN TANRIKULUimage
    Ergenekon soruşturması hem sol kesimde hem de Kürtler arasında ciddi bir yırtılmaya ve ayrışmaya yol açtı. Kürtlerin bir kısmı, devletin içindeki darbeci bir çetenin temizlenmesiyle demokrasi yolunda önemli bir adım atılacağını savunurken, bir kısmı da bu soruşturmanın “AKP’nin işine yarayacağı” görüşüyle konuya uzak durmayı tercih etti. Dün kongresi başlayan DTP, Ergenekon soruşturmasına mesafeli bir politika izleyerek, “Ergenekon çetesinin temizlenmesi Kürtlerin lehine değil mi,” sorusunu gündeme getirdi. Kürt aydınlarının önde gelen isimlerinden biri olan ve insan hakları ihlallerine karşı yıllardır verdiği mücadelelerle tanınan Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu’yla yaptığımız konuşmada, Ergenekon’un önemini, Kürtler için tehdit oluşturup oluşturmadığını, DTP’nin politikasını Kürtlerin tasvip edip etmediğini, AKP’nin bir Kürt politikasının olup olmadığını sorduk. Bunları cevaplayan Tanrıkulu, Washington’da Amerikalı yetkililerle Kürt meselesi hakkında yaptıkları son toplantıyı ve sonuçlarını da anlattı.

NEŞE DÜZEL: Türkiye büyük bir değişimden geçiyor. Bu son yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
SEZGİN TANRIKULU: Türkiye, bugüne dek pek çok darbe girişimi yaşadı ve hiç hesap soramadı. Bütün hukuksuzluklar yapanın yanına kâr kaldı. Şimdi Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye büyük bir fırsat yakaladı. On yıl önce Susurluk’ta, üç yıl önce de Şemdinli’de kaçırdığı fırsatı bu kez heba etmemeli ve Ergenekon davası sayesinde yakın geçmişiyle, anti demokratik sistemiyle yüzleşmeli Türkiye.
Darbeci paşaların gözaltına alınması sizce Türkiye için ne anlama geliyor?
Ergenekon soruşturmasıyla bir darbe süreci yarıda kesildi. İddianame mahkemece kabul edilirse, bu insanlar şüpheli sıfatından çıkıp darbe girişiminden ötürü sanık olacaklar. Darbe yapanlar eskiden cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyorlardı, şimdi sanık sandalyesinde oturacaklar. Hukuk karşısında kimsenin dokunulmaz olmadığının görülmesi bakımından ve demokrasi açısından çok önemli bu dava. Davanın sonucu ne olursa olsun, bundan böyle askerler, sadece emekli olduktan sonra değil, görevdeyken de kendilerine dokunulabileceğini, soruşturulabileceklerini, gözaltına alınabileceklerini düşünecekler. Darbe fikri artık ordunun kademelerinde çok yaygın, aleni ve cüretkâr bir biçimde konuşulamayacak.
Ergenekon çetesi birer birer toplanıyor. Eğer bu çete yakalanmasaydı Türkiye ve Kürtler neler yaşacaktı sizce?
Bunlar ülkede kaos ortamı yaratacaklardı. Siyasilere, aydınlara karşı eylemler yapacaklardı. Kaos ortamını da en kolay Kürtler üzerinden gerçekleştireceklerdi. Şemdinli bunun somut örneğiydi. Bunların elinde provokatör olarak kullanabilecekleri, çok kolay adam öldüren hazır bir güç var. Hatırlayın, Şemdinli’de bombayı bir itirafçı attı. JİTEM’de böyle yüzlerce PKK itirafçısı aktif olarak çalışıyor. Ergenekon sürecinde Türkiye jandarma sistemini sorgulamalı ve itirafçıların güvenlik sisteminde ne iş yaptıklarını artık sormalı.
Ergenekon çetesinin bitirilmesi Kürtlerin hayatına nasıl yansıyacak?
Ergenekon çetesinin üyeleri, savaştan, çatışmadan yana olan bir sistemin unsurları. Bu çetenin tasfiye edilmesi, Kürt sorununun demokratik yoldan çözümünün önünü açabilir. 30 Ağustos çok önemli.
Niye?
Ergenekon çetesi sadece emeklilerden oluşmuyor. Devletin içinde asker, sivil her düzeyde örgütlenmiş bir yapı bu. Darbe yaparak Türkiye’ye otoriter sistem getirmeyi hedefliyorlar. Belki 30 Ağustos’ta Ergenekon’un uzantıları emekli edilir. Zira tutuklanan Şener Eruygur’un 2004’te Jandarma Genel Komutanlığı’ndan emekli olmasından sonra Ergenekon soruşturması nedeniyle Interpol tarafından aranan Jandarma İstihbarat Başkanı Levent Ersöz ve gözaltına alınan yardımcısı Atilla Uğur da emekli edildiler. Belki 2008 ağustosunda da başkaları emekli edilir.
Kürt aydınlar ve politikacılar Ergenekon çetesinin yakalanması konusunda çok fazla görüş açıklamadı. Konuşanlar da daha ziyade mırıldanır gibi konuştu. Neden sesiniz gür çıkmadı?
Sokaktaki Kürt tepkisini koydu. Kürtlerin büyük çoğunluğu Ergenekon’u devletin bir iç hesaplaşması olarak görmüyor. Kürtler, devletin demokrasi karşıtı bu unsurlardan arınması halinde, Kürt sorununun çözüm sürecine gireceğini biliyorlar.
Darbelere, çetelere karşı muhafazakârların, Kürtlerin, solcuların kısacası demokrasi isteyen herkesin bir araya gelebileceğini düşünüyor musunuz?
2005 yılında Şemdinli davasının savcısı görevden alındığında Adalet Bakanlığı’nın önünde 50 bin, 100 bin kişi toplansaydı, belki Ergenekon soruşturması o zaman başlardı. Zira Şemdinli iddianamesi tam da bugün ortaya çıkarılan çeteye işaret eden bir üslupla yazılmıştı. Devletin içinde örgütlenmiş bir çetenin darbe için kaos ortamı yaratmaya çalıştığına dikkat çekmişti. Şemdinli’de yapamadığımızı bugün yapabiliriz. Ergenekon davasına, farklı kesimler olarak birlikte sahip çıkabiliriz.
Darbe karşıtları ortak bir platformda buluşabilir mi artık?
Buluşabilir. Türkiye’deki siyasal iklim, farklı kesimlerin ortak bir zeminde buluşmasının yolunu açtı bugün. Bu kesimler birbirlerine karşı önyargılarından kurtulurlarsa darbelere, çetelere karşı bir ‘demokrasi bloğu’ kurulabilir. Bu bloğu oluşturmanın tam zamanı şimdi. Devletle sorun yaşamak istemeyen, ‘bizim devletin zihniyetiyle bir sorunumuz yok’ diyen muhafazakârlar da solcular ve Kürtler kadar demokrasiye sahip çıkmaya başladılar artık.
Sizin AKP’nin politikalarından şikâyetçi olduğunuzu biliyorum. Bunun için de çok haklı nedenleriniz var. Üstelik Başbakan Kürt sorunu konusunda sizinle konuşurken bu sorunu çok küçümseyen bir ton tutturdu. AKP’nin bu tavrı, sizin Ergenekon konusundaki tutumunuzu etkiliyor mu?
Hayır. Çünkü Ergenekon demokrasi meselesidir. Kürt sorunu da demokrasiyle çözülebileceğine göre, AK Parti dahil kim Ergenekon’la ilgilenirse biz onunla bu soruna ortak olmak zorundayız.
Ergenekon tutuklamaları başladığından beri ülke değilse de medya ikiye bölündü. Bir kısmı Ergenekon davasını AKP muhaliflerini susturmak olarak görüyor, diğer yan ise bunun Cumhuriyet tarihinin en büyük temizlik hareketlerinden biri olduğunu savunuyor. Siz nasıl görüyorsunuz?
Ergenekon soruşturmasını AKP’ye karşı açılan kapatma davası nedeniyle başlatılan bir soruşturma olarak görme ve küçümseme eğilimi var. ‘AK Parti’yle devlet hesaplaşıyor’ diyorlar. Eğer Ergenekon böyle bir hesaplaşma olsaydı sadece, soruşturma bu noktaya gelemezdi. Bu dava, Cumhuriyet tarihinin en büyük temizlik hareketlerinden birine giden yolu açıyor. Güç ve iktidar sahibi olanlar bir gün evlerinden alınıp gözaltına götürüleceklerini hiç tahayyül etmemişlerdi. Bu soruşturmanın en can alıcı yönü de bu zaten. Rejimi hukuk dışı yollardan değiştirmeye kalkan herkes dokunulur hale geldi artık. Emekli olanların gözaltına alınması, görevde olanlara da bu konuda mesaj verdi. ‘AK Parti istedi ve Ergenekon bu noktaya geldi’ demek, AK Parti’de büyük bir güç vehmetmek olur.
Ergenekon türü örgütlerin özellikle Kürtlere karşı vahşice davrandığını biliyoruz. Kürtlerin Ergenekon konusundaki duyguları ne?
Hem toplum hem de avukatlar tarafından dikkatle izleniyor. Çünkü Ergenekon soruşturmasıyla Veli Küçük’ün gözaltına alınması, Kürt işadamlarının öldürülmeleriyle ilgili olayların da soruşturulması ihtimalini gündeme getiriyor. O dönemde Kürt işadamları, aydınlar, avukatlar İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’da hep Ergenekon çetesi mensuplarının görevde oldukları sırada kaçırılıp öldürüldüler. Çiller’in 1993 kasımında meşhur bir açıklaması var.
Nedir o?
Çiller, “Biz örgüte yardım eden Kürt işadamlarının listesini biliyoruz. Gereken yapılacak” dedi. Şu anda gözaltında bulunan Osman Gürbüz işte bu konseptin yürütücülerindendir. Savaş Buldan, Behçet Cantürk, avukat Medet Serhat, avukat Yusuf Ekinci Kocaeli-Bolu civarında öldürüldüler. O sırada Veli Küçük Kocaeli Jandarma Bölge Komutanı’ydı. Diyarbakır’da Vedat Aydın, Musa Anter dahil yüzlerce aydın öldürüldü. Hiçbirinin faili bulunmadı. Ama bugün Ergenekon soruşturmasında adı geçenlerle emir komuta zinciri içinde çalışmış pek çok görevli var o dönemde. En önemlisi de hakkında Interpol aracılığıyla yakalama müzekkeresi çıkarılan Levent Ersöz.
Rusya’ya kaçan Levent Ersöz niye Ergenekon’un en önemli kişilerinden biri?
Türkiye’deki faili meçhul pek çok olayın odaklandığı yer olan Jandarma İstihbarat’ta başkanlık yapmış biri o. Daha önce de Şırnak’ta, Diyarbakır’da ve Bursa’da alay ve bölge komutanlıkları yaptı. Pek çok olay şimdi onunla aydınlatılabilir. Mesela 2001’de Şırnak’ta Jandarma Alay Komutanı’ydı. Şırnak’ın tümüyle yakıldığı, tarandığı 1990’ların başında da gene Şırnak’ta kurmay başkanıymış. Bu kişi Silopi, Diyarbakır, Bursa’da da çalıştı. Sonra Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanı oldu. Yani JİTEM’in başkanı oldu. Bu kişi Ergenekon gözaltılarından bir gün önce yurtdışına gitmiş. Demek ki...
Evet...
Demek ki hâlâ istihbarat ağı çok güçlü. Bakın... Bölgedeki binlerce faili meçhul cinayetin JİTEM tarafından işlendiği bütün Kürtler tarafından biliniyor. Mesela DEHAP’ın Silopi İl Başkanı ve iki yöneticisi bir gün Silopi Jandarma İl Alay Komutanlığı’na girdiler ve bir daha çıkmadılar. Bu dava AİHM’de görüldü. AİHM; Ankara Adliyesi’nin kütüphanesini duruşma salonu yaptı ve tanıkları çağırıp dinlemek istedi. Ama Türk devleti Levent Ersöz’ü mahkeme önüne çıkartamadı. Ve Türkiye tanık sakladığı için mahkûm oldu. Devlet Levent Ersöz’e söz geçiremedi o zaman.
Ergenekon örgütünün Kürt meselesiyle bir ilişkisi var mı?
Ergenekon örgütünün kuruluşu ya da varlığının temel nedenlerinden biri Kürt meselesidir. Bu örgüt Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden beslendi. Bölgede faili meçhul cinayetlere, köy yakmalara, silah, uyuşturucu kaçakçılığına, her türlü yasa dışı işe bulaştılar. Kendi ifadelerine göre gayri nizami bir çatışma ortamı içinde bulundular. Dolayısıyla hukuk dışılık onların yaşam biçimi haline geldi ve devletle olan bağlarını daha sonra kendi adlarına kullanmaya başladılar. Ergenekon’la anlaşılıyor ki, darbeyle rejimi değiştirmeyi, AB sürecini kesip Türkiye’de otoriter bir sistem kurmayı hedeflemişler.
Ergenekon türü bir örgüt varlığını sürdürürse bu Kürtlerin hayatını nasıl etkiler?
Yeniden faili meçhul cinayetler, kayıplar yaşanır ki... Bu sorunu, Kürtlerin ve Türklerin çatışmasına dönüştürebilir. Çünkü artık çok basit meseleler, Türk-Kürt meselesi olabiliyor. Daha geçenlerde Ankara’nın bir ilçesinde Kürt işçilere karşı bir linç girişimi yaşandı. Üniversitelerde de benzer olaylar yaşanıyor. Muğla’da, Kocaeli’de, Balıkesir’de etnik çatışma izlenimi veren örnekler yaşandı. Kürtler, İzmir’in bir beldesinde evlerini terk etmek zorunda kaldılar. Bizi bekleyen asıl tehlike bu işte. Türkiye bir an önce bu çetelerden temizlenmeli. Eğer Ergenekon’la irtibatlı olarak bu şahısların geçmişlerinin üzerine gidilirse Türkiye kendi geçmişiyle hesaplaşmaya başlayabilir ve Kürt meselesinde çözüm yolu açılır. Çünkü bu insanlar Türkiye’de demokrasiyi engelleyen bir kliğin unsurları. Bunlar Kürt meselesinde silahlı çatışmadan yanaydılar. Mesela Şemdinli’deki olay kesinlikle Ergenekon’du.
DTP, Ergenekon soruşturmasında tarafsız duruyor. DTP, neden böyle tarafsız?
Kürtlerin yaşadığı bunca olaydan sonra, DTP’nin bu tutumu doğru değil. DTP, Ergenekon soruşturmasını rejim içindeki güçlerin bir iç hesaplaşması olarak görüyor ama, Türkiye’nin bu süreci ülkedeki demokrasi dışı güçlerle hesaplaşmaya dönüştürme imkânı var. DTP, soruşturmanın, Ergenekon’la geçmişte bölgede yaşanan olaylar arasında bir bağ kurmadığını ve kurmak istemediğini düşünüyor. Bir bağ kurulup kurulmadığını iddianameden anlayacağız. Eğer kurulmamışsa, bir siyasi partiye düşen görev bu bağı kurdurmaktır. Eğer Kürt sorununun demokrasiyle çözülmesini istiyorsak, başlayan Ergenekon sürecinin arkasında durmalıyız, destek vermeliyiz. DTP, Meclis’te olmanın gücünü de kullanarak Ergenekon’un üzerine gitmeli.
DTP’nin, darbe isteyen silahlı bir örgüt konusunda tarafsız kalmasını Kürtler olumlu mu karşılıyor?
Sanmıyorum. Bu tutumun DTP tabanı tarafından da olumlu karşılandığını tahmin etmiyorum. Ergenekon tarafsız kalınabilecek bir şey değil. Demokrasi, özgürlük ve barış isteyen herkes bu örgütün tümüyle ortaya çıkması için ortak bir tutum içinde olmalı. AKP Ergenekon’un üzerine gidiyor diye soruşturmanın karşısında durmak ya da tarafsız kalmak, solun demokrasi gündemini AK Parti’ye kaptırmaktır. Ayrıca bugüne dek insan hakları konusunda mücadele vermiş insanlara ve gruplara yapılan büyük bir haksızlıktır. Ergenekon her şeyden önce demokrasi için büyük bedeller ödemiş olan insanların sorunudur ve gündemidir.
Türkiye’de demokrasi ve özgürlük için ortak bir hareket olsa, bu, herkesin sorununu çözer mi yoksa Kürtlerin demokrasinin çözemeyeceği sorunları da var mı?
Kürtlerin demokrasiyle çözülemeyecek bir sorunları yok. Kürt meselesi bir demokrasi meselesidir. Kürtler Türkiye’de demokrasi istiyorlar. Kendilerini kendi kimlikleriyle ifade edebilecekleri, kendi kimlikleriyle örgütlenebilecekleri bir demokratik ortam istiyorlar. Bu ortamda federasyon talebi de dile getirilebilir. Kürtlerin neyi isteyip neyi istemedikleri ancak böyle bir ortamda açıkça ortaya çıkar. Ama yakın gelecekte Kürt meselesini demokrasiyle çözme yolunun açılmayacağı görülüyor.
Niye?
AK Parti Kürt sorunuyla ilgili valiliklere daha yeni 62 maddelik eylem planı gönderdi. Askerin politikasına uygun olan bu genelge, AK Parti’nin Kürt meselesini bir demokrasi ve kimlik meselesi değil de bir ekonomi ve asayiş sorunu olarak görme zihniyetinin değişmediğini gösteriyor. Talimatlar yağdıran bu Kürt paketi, asimilasyon politikalarının hayatın her alanında sürmesini öngörüyor. Okullarda Kürtçenin öğretilmesine karşı çıkılıyor. Oysa sorunun kimlik yönü çözülmeden şiddet ve çatışma Türkiye’nin gündeminden çıkmaz. Çünkü Kürt meselesi ağırlıklı olarak bir kimlik sorunudur. Siyasal bir sorundur.
Türkiye kendi demokrasi sorununu çözmeden Kürt sorununu çözebilir mi?
Çözemez. Kürt meselesi Türkiye’de bir demokrasi meselesidir. Türkiye demokrasi sorununu çözmelidir. Şimdi Ergenekon ortada dururken, biz nasıl kendi meselemizi konuşuruz ki? Önce hep beraber bu Ergenekon belasından kurtulmalıyız. Ergenekon gibi yapılar olmasın ki, Kürt sorunu tartışılabilsin ve demokratik çözümün yolu açılsın.
AKP ve DTP kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Ama iki parti de partilerin kapatılması konusunda ortak bir tavır alamıyor. İkisi de birbirinden uzak durmaya çalışıyor. Bu iki partinin böyle davranması, birbirlerine bu kadar benzemesi şaşırtıcı değil mi?
22 Temmuz seçimleri, sorunların Meclis’te çözülmesi için bir zemin yarattı ama bu umut kısa sürede yitirildi. Bu imkânı tek başına DTP yok etmedi. Bu insanların ellerini sıkmayarak, onları muhatap almayarak AK Parti de uzlaşmadı. Sonuçta bu durum, Kürtlerde, ‘Meclis gibi, demokrasi gibi yollarla Kürt sorunu çözülemeyecek’ inancını yaygınlaştırdı. Artık AK Parti de, DTP de kendilerini dönüştürmek zorunda. Çünkü Kürt sorununu sadece DTP çözemez. DTP, Türkiye’deki başka sorunların çözümüne ortak olarak Kürt meselesinin çözülebileceğini görmek zorunda. Mesela Kürtler, DTP’nin ‘Biz AK Parti’ye karşı laikliğin güvencesiyiz’ türünden yaklaşımlarını hiç demokratça bulmadılar.
Niye?
Bakın... Kürt meselesi ülkenin birinci partisi AKP’nin de içinde olduğu bir süreçle çözülebilir ancak. AKP’nin de bu gerçeği görmesi lazım. Ama AKP 22 Temmuz seçimlerinden sonra büyük bir yanılgı içine girdi. ‘Ben bu oyları mevcut politikalarımla aldım. Demek ki Kürt meselesi yok. Bu sadece ekonomik bir mesele. Ekonomi paketleriyle ve asayiş önlemleriyle bu iş biter’ diye düşündü. Kara ve hava harekâtları AKP’nin Kürt meselesinde ordunun güvenlik politikalarının dışında bir politikası olmadığını ortaya koydu. Zaten AKP’nin Kürt meselesinin çözümü için çıkarttığı bir yasal düzenleme yok. Yayın ve Kürtçe kursla ilgili düzenlemeler ondan önceki koalisyon hükümeti döneminde çıkarıldı.
2. BÖLÜM YARIN
- Demokrat Kürt aydınlarla demokrat Türk aydınlar ayrıldı mı?
- ABD Kürt sorununa nasıl bakıyor?
- Yeni Başkan’ın Kürt planı hazır mı?
- Kürt aydınlar silaha karşı çıkıyorlar mı?
- Nasıl bir çözüm istiyorlar?
*Neşe Düzel – Taraf/21.07.2008

GÜNEY KÜRDİSTAN’DA İŞSİZLİK ÜZERİNE

  • TEMBELÎ û GENDELÎ û MENDELÎ
  • Bu genel başlık altında elimizden geldiğince Güney Kürdistan’ın ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarını değerli okurlarımızla paylaşmaya çalışacağız. Tabi ki bilimsel verilere, yetkili ağızlardan yapılan açıklamalara ve uzmanların görüşlerine dayanarak…
  • Güney Kürdistan’da tüm problemlere kaynaklık teşkil eden üç mesele; Tembelî (tembellik), Gendelî (yolsuzluk), Mendelî (Kürdistan’da koparılmış bölgelerin tümü: Sincar, Kerkük, Mendelî, Xaneqîn, Maxmûr ve d.) Kürtlerin gündemini çok meşgul edecek türden meselelerdir. Hewlêr ve Bağdat arasında yaşanan “diplomasi” trafiğine, Irak parlamentosunda yaşanan tartışmaların içeriğine, Kürdistan yöneticilerinin açıklamalarına ve uzmanların analizlerine göz atmak bu tespiti kanıtlamaktadır. Güney Kürdistan Başbakanı sayın Nêçîrvan Barzani de bölgenin sorunlarını bu üç ana çerçevede dile getiriyor: “…Mesele ne tenê ya Kerkûkê ye, mesele ya Sincar û Mexmûr û Xaniqînê ye jî.”(…) “Li Kurdistanê behs dikin ko BÊKARÎ zêde ye, lê niha kesek ne amade ye ko kar bike. Em karkerên ji bo paqijkirina kolanên Hewlêr, Silêmanî û Dihokê ji Bengladeşê tînin. Gelo ev meequl e?Eger xelk bikaribin bi TEMBELIYEKE wiha bijîn, tu dê çi bikî? Ev kultureke ko ji serdema Beesiyan bi me re maye”. N. Barzani ile söyleşi. Sîrwan Hecî Berko – nefel.com / 08.05.08)ekonomi Kurdistan
  • Görüldüğü gibi sorunu doğru olarak Başbakan bu başlıklar altında ifade etmiş, biz sadece kısa olsun diye Kerkûk, Sincar, Mexmûr , Mendeli ve Xaniqîn meselesini “Mendeli” olarak yazdık.
  • Önceki yazılarda kısmen “Mendelî” (Kerkük ve diğer bölgeler) sorununun temellerinin nasıl atıldığını, 1971 Mart anlaşmasının hangi koşullarda ve hangi niyetle yapıldığına ışık tutan verileri sunmuştuk değerli okurlara. Bu sefer de sözü fazla uzatmadan diğer bir soruna, “Tembelî” sorununa neden olan, kaynaklık eden meselelerden bahsedeceğiz. Sayın Başbakan N. Barzani bu soruna yaklaşımını tek cümleyle dile getirmişti. Bakalım uzmanlar, iktisatçılar ne diyor…
  • Kamiz Şeddadidohukbuilding

Nodar Moski (Rusya Bilimler Akademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü baş öğretim görevlisi. Ekonomist)

Son zamanlar Güney Kürdistan ekonomisinin gelişmesinden çok bahsedilse de Kürdistan hükümetinin ekonomik programını bilimsel temelleree dayanarak uygulamadığı görülmektedir. Bölge yönetiminin “ekonomi programı”nın temel maddesi yabancı yatırımcıları “Kürdistan’da vergisiz çalışmaya” yönlendirmekten ibarettir. Fakat Kürdistan ekonomisinin yararına olabilecek yabancı sermayenin bölgeye gelmesi için gereken daha önemli koşullar oluşturulmamıştır.

Bölge yönetiminin temel problem teşkil eden faaliyet alanlarından bir diğeri de emek piyasasının durumdur. Ve bu problem siyasi nedenlere dayanmaktadır. Nedense Kürdistan hükümeti aracı banka operasyonlarına dayalı off-shore ekonomi oluşturmayı kendisine temel hedef olarak seçmektede ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ekonomisini (bazen İsviçre ve Singapur’dan da bahs edilmekte) örnek almaktadır. Fakat BAE örneği enderdir ve bölgenin her ülkesinin bu tip ekonomi kurmasının olanaksız olduğu açıktır. Kürdistan’nın benzer ekonomi modeli oluşturamayacağının bir sürü nedenleri vardır.

Kürdistan hükümeti, İsviçre (BAE, Singapur) olabilmek için sadece liberal vergi ve yatırım yasasının kabul edilmesinin yeterli olacağıı, ardından hemen yabancı yatırımcıların Kürdistan’a akın ederek bölgeyi dünyanın en gelişmiş bölgelelerinden birine çevireceğini düşünmektedir. Hükümete göre bu durumda yerli halk ise, yabancılara Kürdistan’ın refahı için çalışabilsinler diye güvenli ortam sağlamayı üstlenecektir.

Fakat şimdiye kadar yabancı şirketlerin yaptığı Kürdistan’da ihaleler alarak, içeriye kalitesiz mal sokarak seramyeyi dişarıya çekmekten ileriye gitmemektedir.

Bu durumun başlıca nedenlerinden biri Güney Kürdistan halkında kendi ekonomisini oluşturmak için sıkı çalışma anlayışının olmamasıdır. Şöyle ki bağımsızlık mücadelesi (günümüzde artık oturmuş bir yarı bağımsızlıktan sözedebiliriz) nerdeyse bir anda halkın tümünü zengin decek Kürdistan’ın doğal zenginlikleri sloganıyla yürütülmüştür. İşte bu anlayış Kürdistan halkının Kerkük sorununu da salt bu çerçevede ele almasına kaynak teşkil etmektedir. Fiili olarak bölge hükümeti halkta; Kerkük petrolü ve yahut Kürdistan bölgesinde Irak petrol bakanlığının serbest kullanılmasına karşı çıktığı petrol rezervleri olmadan Kürdistan’ın her hangi bir ekonomik geleceğinin olmadığı izlenimi oluşturmuştur.erbilminimall

Irak Kürdistan’ında, Türkiye Kürdistan’ındakine benzer bir girişimcilik ruhu bulunmamaktadır. Bölgede Doğu Asya halklarında var olan iş etiğinden de bahs etmek mümkün değildir. Sürekli iş yerlerinin kapandığı ve yeni istihdam alanlarının açıldığı küreselleşme sürecine katılmayı sağlayan bu temel faktörler, ülkeler için yeni istihdam alanları ve kendi ekonomik kimliğini oluşturma olanağı sunman temel etkenlerdir.

Kürdistan yönetiminin, her ne kadar açık dile getirmese de, ekonomik gelişme modeli olarak Orta Doğu modelini esas aldığı görülmektedir. Bu, kapsamlı mineral hammal ihracına, tüm tüketim mallarının ithalına ve paternalist paylaşıma (Paternalizm- bir ataerkil üretim ve tüketim sistemi olup, babanın tüm klan üyelerinin, üretimdeki katkısına bağlı olmayarak geçimini sağlamasıdır - çeviri), düşük seviyeli devlet yönetimine ve kurumlarına ve işgücü ithalına dayalı bir modeldir.(Bazı Kürdistan’lı yorumcular bunu “cüce Şeyhlikler” modeli olarak da adlandırmaktalar.) Kısacası, bölge yönetimi açısından Kürdistan ekonomisinin geleceği sadece mineral hammal rezervlerine bağlıdır.

Güney Kürdistan’da diğer dikkat çeken bir faktör ücret düzeyinin yüksek, buna karşı emek verimliliğinin ve üretimdeki rekabet düzeyinin ise düşük olmasıdır. Görünürde Kürdistan’da, özellikle de gelişmiş ekonomilerdekine kıyasla iş ücreti düzeyi fazla yüksek değildir, ama emek verimliliği ve eğitim düzeyi açısından ele alındığında oldukça yüksektir. Kürdistan’da yüksek ücret nedeniyle son yıllarda yutr dışından düşük vasıflı ucuz yabancı işgücü çekme süreci hızla gelişmektedir. Bu, özellikle de yerli halkın çalışmadan sosyal yardım aldığından dolayı çalışmak istemediği sektörlerde yaygındır.

Kürdistan emek piyasasını değerlendiren kimi Kürt iktisatçıları “kitlesel tembellikten”, “yüksek beklentiden”, “düşük emek moralinden” ve “çoğunluk vatandaşın ülke ekonomisinin gelişimine katkı sunmamasından” bahsetmekteler.

Yüksek iş ücretine neden olan diğer bir faktör de resmi olmayan istihdam prosedürleridir, yani işe alınmalar emek piyasasındaki rekabete esasen değil, genel olarak üst düzey memurların kayırmacılığına dayanmaktadır.kurd-Kirkuk-oil

Bu iki faktör; düşük üretim ve yüksek ücret sadece yabancı sermayenin Kürdistan’a gelmesi önünde engel olmakla kalmayıp, aynı zamanda sermayenin dışa akmasına da yol açmaktadır. Yabancı yatırım, mineral hammal üretimi dışında sadece sermayenin kolay döndüğü sektörlere; ticaret, otelcilik, ve lokantacılık gibi sektörlere yapılmaktadır.

Kürdistan yönetimi, verdiği bir sürü vaatlere rağmen fiilen işsizlik sorununu çözmek için her hangi bir program uygulamamaktadır. Eğer kararlı tedbirler alınmazsa zaten yüksek olan işsizlik oranının yakın gelecekte katlanarak daha da artacağı kesindir.

Kürdistan’da nominal işsizliğin yanında belli bir düzeyde gizli işsizlik de mevcuttur. Bölge hükümet yetkililerinin açıklamalarına göre nüfusu 4 milyon olan Kürdistan’da devlet bütçesinden maaş alan devlet memuru ve kamu çalışanlarının sayısı 1,1 milyondur. Yani nüfusun çalışan kesiminin nerdeyse tümü kamu çalışanı ve devlet memurudur. Kürdistan’da 2007 ortalarına olan verilere göre kamu çalışanlarının aylık ücreti 75 $’dan (en düşük ücret) başlamak üzere ortalama 170-500 $ civarındadır.Bu, Kürdistan bütçesinin %70-80’inin kamu çalışanlarının aylık maaşlarının ödenmesine harcanması demektir.

Buna bir de Kürdistan’da işçi sınıfının tümden olmayışını, çifçi sayısının da minimuma düştüğü eklenirse ortaya çıkan tablo Kürdistan ekonomisinin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.

Güney Kürdistan’da yerli işgücünün rekabet kabiliyetinden yoksunluğu ve işçi sınıfının olmayışı dışarıdan sürekli işgücü ithalını zorunlu kılmaktadır. Her ne kadar yabancı işçi çekme geleneği 90’lı yıllarda başlamış olsa da , bu süreç çok yaygın olarak son yıllarda hız kazandı.

İlk etapta yabancı işgücü sadece Türkiye’den getirilen vasıflı işçilerle sınırlıyken, 2000’li yılların başından itibaren Güney Kürdistan’a: Güney, Doğu ve Güneydoğu Asya ve Kuzeydoğu Afrika ülkelri vatandaşları aktif bir şekilde girmeğe başladı. Esas itibariyle bunlar Pakistan, Çin, Filippinler, Bangladeş, Endonezya, Somali ve Etyopya vatandaşlarıdır.

Her ne kadar Asya ve Afrika ülkelerinden gelen işçiler Kürtlerin yapmak istemedikleri vasıfsız ve düşük ücretli işleri yapsa da (mesela, Bangladeş’liler sokakları temizlemekteler) ve Kürtleri Araplara mühtaç kılmaktan kurtarsa da, yine Kürdistan’a önemli sayıda gastarbayterin (yabancı işçi) gelmesi toplumsal gerginlik belirtilerine kaynak teşkil etmektedir. Şöyle ki işsizlik oranının çok yüksekte seyrettiği Kürdistan’da var olan iş yerlerinin yabancılarca tutulması yerli halk tarafından olumsuz karşılanmaktadır. Halk, düşük ücretle her işi yapan yapancıların işsizliği derinleştirdiğine inanmaktadır.

Elde olan veriler ve uygulanan ekonomi politikaları Kürdistan’da yabancı işgücü ithalının daha da artacağını göstermektedir. Kürdistan yönetimi yabancı yatırımlara ilişkin bölge yasasında (böyle bir yasa Irak yasalarında da mevcuttur) yabancı yatırımcılara yurt dışından işgücü de getirmeği ve kârı engelsiz bir şekilde yurt dışına çıkarmayı sağlayan şıklar eklemiştir. Söz kunusu yasa her yatırımcıyı, hiç bir rekabet kabiliyeti olmayan Kürt işçileri yerine yüksek verimlilik karşısında düşük ücrete çalışan yabancı işçi getirmeye sevketmektedir. Bu, özellikle son yıllarda hızla Kürdistan’a giren Çin şirketleri örneğinde bariz bir şekilde gözlemlenmektedir.KUR05018_16595 copy

Günümüzde Kürdistan’da iş yapan yabancı inşaat ve ticaret firmaları, hatta kamu sektörü işçi alırken düşük ücretle daha sıkı ve verimli çalışan yabancı işçi almayı tercih etmekteler.

Güney Kürdistan halkının çalışmak istememesi tarım alanında açık gözlemleniyor. Bölge yönetiminin, geçmiş Irak rejimi tarafından yıkılan köylerin çoğunun imar olunduğunu iddia etmesine rağmen nüfusun büyük çoğunluğu büyük kentlere yerleşerek bürokrat, kamu çalışanı, polis, koruma ve ithal mal ve ürün satıcısı olarak çalışmayı tercih etmektedir.

Şimdiye kadar her yönüyle Irak’ı besleyen Kürdistan günümüzde yeşillikten et ürünlerine kadar hemen tüm tarım ürünlerini ithal eden bölge durumuna, yabncı tarım ve gıda ürünlerinin tüketim pazarına dönüşmüş durumdadır. Esas itibariyle Kürdistana ihracat yapan ülkeler Türkiye, İran, Suriye (Kürdistan bağımsızlığının esas karşıtları) ve diğer Arap devletleridir. Konserve ürünler ve meyve suları ise tarım için uygun koşulları bulunmayan Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan gelmektedir. Irak’ın diğer bölgelerinden de belli oranda tarım ürünü Kürdistan bölgesine getirilmektedir.

Bazı yerli ve yabancı gazetelerin “Kürdistan’ın ekonomi mücizesi” diye bahsettiği Kürdistan ekonomisi aslında yerli şirketlerin bol ve kaliteli ürün ihraç ederek dış piayasaları işgal etmesinden (Doğu Asya ülkeleri ve Türkiye başta olmak üzere “tüm ekonomi mücizeleri”nde olduğu gibi) ibaret olmayıp, tümüyle yerel imalattan yoksun, sadece ve sadec petrol fiyatlarının artması nedeniyle Irak bütçesinden yapılan transfer hesabına ithal mallarının hummalı bir şekilde tüketiminden ibarettir.

Sabancı suikastı hakkında 'ezber bozan' iddialar

abdullah catli Kanada'da yaşayan ve Ergenekon örgütüne ilişkin anlattıklarıyla dikkat çeken Tuncay Güney'in 3 Şubat 2001'de gözaltına alındığında polise özellikle Sabancı suikastıyla ilgili Türkiye'yi sarsacak bilgiler verdiği ortaya çıktı. Gözaltındayken kamera karşısına geçerek Ergenekon örgütü hakkında açıklamalar yapan Güney'in ifadelerini Yeni Şafak ele geçirdi.

Tuncay Güney'in, “Dolandırıcılık ve sahtecilik” iddiasıyla gözaltına alındığı İstanbul Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği Ergenekon ifadesinin, uzun süre Fatih Savcılığı deposunda bekledikten sonra raftan indirilen DVD'sinden Türkiye'nin en önemli cinayeti olan Sabancı suikastıyla ilgili sarsıcı bilgiler çıktı.

ÜNLÜ BİR SİYASETÇİ ORGANİZE ETTİ

Tuncay Güney'in, “Doğu Perinçek Veli Küçük'e getirip sundu, ben de kopyasını aldım” dediği belgeler ve Güney'in anlatımlarına göre Sabancı suikastını, dönemin ünlü bir siyasetçisiyle Abdullah Çatlı birlikte organize etti. Hedef, kesinlikle olayda yaşamını yitiren Özdemir Sabancı'ydı.

SADECE KAMERAYA POZ VERDİLER

Mustafa Duyar ve İsmail Akkol, DHKPC'deyken polise çalışıyorlardı. Fehriye Erdal'ın örgütle ilgisi hiç yoktu. Erdal'ı Sabancı Center'da işe Susurluk kazasında ölen Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ yerleştirmişti. Önce bir senaryo hazırlandı. Çocuklar (Duyar ve Akkol) James Bond çantalarla cicili bicili giydirilip Sabancı Center'a gönderildi. Duyar ve Akkol, cinayetlerin işlendiği kata asla çıkmadılar. Sadece kameralara yakalanmak için binaya giriyorlarmış gibi yapıp geri döndüler. Cinayetler işlenirken aşağıda kırtasiyenin yanında bekliyorlardı. Fehriye Erdal da bu sırada aşağı inerken kamerada görülüyordu.

RESMİ GÖREVLİ ÖLDÜRDÜ

Oysa daha önceden resmi bir görevli hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek şekilde, susturuculu tabancayla binaya yerleştirildi ve Özdemir Sabancı ile Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe'yi öldürüp, sessizce ayrıldı. Operasyon yapılırken Çatlı, Sabancı Center'in tam karşısında bulunan İETT garajında, bir minibüsün içinde, 'yanındaki bir kişiyle birlikte' bekliyor ve operasyonu oradan yönetiyordu. Cinayetler işlendikten sonra, hem suikastı gerçekleştiren resmi görevli hem Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol, hem de Abdullah Çatlı, olay bölgesinden ayrıldı. Mustafa ve İsmail, örgüt tarafından yurtdışına çıkarıldı. Fehriye örgütten olmadığı için yurtdışına çıkışı cinayeti organize edenler tarafından sağlandı.

İhaleyi DHPKC'nin lideri Dursun Karataş aldı

Suikastın ihalesi, DHKPC'nin polisle ilişkileri iyi olan lideri Dursun Karataş'a verilmişti. Suikast, DHKPC tarafından üstlenildi. Böylece bütün dikkatler örgüte yöneldi. Karataş'ı, polisin içinde bir grup destekliyordu. Özellikle DHKPC'nin MKYK üyeleri, Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ tarafından belirleniyordu. Dev Sol'dan DHKP/C'ye geçişte, örgüt tamamen polis kontrolünde bir örgüt haline gelmişti.

Veli Küçük Sabancı'ya anlattı

Tuncay Güney'in iddialarına göre, Sabancı Ailesi, suikasttan sonra bir dedektif ekibi kurdu. Eski Amerikan istihbaratından ve eski MİT'çilerden bazı kişilerle istihbarat grubu kuruldu. Cinayetle ilgili dokümanlar toplanıyordu. Aynı günlerde, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in sahibi olduğu Aydınlık dergisi ve Tuncay Güney'in yönetici olduğu Strateji dergisinde Veli Küçük'ün talimatıyla manipülatif haberler yapılıyordu. Veli Küçük'ün 10 yıllık arkadaşı ve muhbiri Yalçın Tanfer de Sabancı suikastıyla ilgili bilgi topluyordu. Veli Küçük suikastın nasıl gerçekleştirildiğini Sabancı Center'a gidip Sakıp ve Şevket Sabancı'ya anlatmıştı.

Duyar öldürüldü Erdal Belçika'da Akkol kayıp

Sabancı Center'ın 25. katında 9 Ocak 1996 günü Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe susturucu takılmış tabancayla öldürüldü. Suikastı DHKPC üstlendi. Cinayetleri işlediği ileri sürülen Mustafa Duyar, İsmail Akkol ve Fehriye Erdal'ın, Sabancı Center'a giriş ve çıkış görüntüleri ortaya çıktı. İdamla yargılanan Mustafa Duyar, 1999'da, Afyon Cezaevi'nde Karagümrük çetesinin adamları tarafından öldürüldü. Erdal, Belçika'da yakalandı ancak şu an dışarıda. Akkol'un nerede yaşadığı ise hala bilinmiyor.

yeni şafak

Eşref Bitlisi'i Veli Küçük öldürttü

image Tuncay Güney'den ifadeler

Kanada'da yaşayan Tuncay Güney'in, Ergenekon iddianamesine zemin hazırlayan 2001'deki ifadelerinin yer aldığı DVD'den çıkan şok iddialardan bir bölümü de Ergenekon'un işlediğini öne sürdüğü iki önemli cinayet ve Kırıkkale Silah Fabrikası'ndaki patlamayla ilgili.

Akşam gazetesindeyken “CIA Kuzey Irak'a silah sevkıyatı yapıyor” başlıklı bir haber hazırlayan Tuncay Güney, 2001'de gözaltına alındığında sevkıyatı aslında Ergenekon'un yaptığını ileri sürüyor. Tuncay Güney'in iki önemli cinayete ilişkin iddiaları şöyle:

“Cırtlak koyu yeşil BMV bir gece vakti Habur Sınır Kapısı'na geldi. Arabada Tuncay Güney ile gazeteciler A., B., ve D. de vardı. Veli Küçük'ün ekibiyle dönemin Bölge Valisi Ünal Erkan'ın arası iyi değildi. Gazeteci A. ekibe bu yüzden dahil edilmişti. A.'nın Erkan'la arası iyiydi. Sınır geçiş izinleri bu ilişki sayesinde kolayca alındı.”

SİLAHLAR SINIRDA

Ekibi Silopi Hac Konaklama Tesisi'nde resmi ve sivil üniformalı askerler karşıladı. Kapıda işlemleri JİTEM'ci Ali Balkan Mete'nin adamı olan, Küçük'ün oraya atanmasını sağladığı Gümrük Baş Muhafıza Müdürü C. Bey yaptırdı. Habur'u geçtikten sonra konteynırlı iki araba ekibi bekliyordu. Sınırı geçince önüne telle Irak plakası takılan BMW öndeydi, içinde 24 bin silah bulunan konteynırlı iki araç da arkadan geliyordu. Silahları, JİTEM'e çalışan gümrük müdürü biliyordu. Gazeteci A., konteynırların içinde silah olduğunu anlamış ve rahatsız olmuştu. B. bunu bilmiyordu, ancak şüphelenmişti. Gerçeği İstanbul'a gelince öğrendi. Ekip silahlarla Zaho'ya ulaştı. Gün ışıyana kadar Irak Milli Türkmen Partisi'nde kaldılar.”

DOĞU PERİNÇEK REFERANS OLDU

“Burası Barzani bölgesiydi. Ziyaret görünüşte gazetecilerin Irak liderleriyle röportaj gezisiydi, Doğu Perinçek'in referansını kullanıyorlardı. Sonra Talabani bölgesine geçildi. Bir hafta sonra Erbil'e geçen ekipte bulunan gazeteci A., Tuncay Güney'le tartışarak Türkiye'ye geri döndü. JİTEM subayları, Tuncay Güney'e, konteynırlarda 24 bin silah olduğunu söylemişti. Silahların 12 bini Barzani'ye, 12 bini de Talabani'ye verildi. Kosret Resul, 'Silahların 6 binini biz aldık. Binbaşı T. 'yine' bizimle oynuyor' dedi. Kosret Resul, geri kalan altı bin silahın PKK'nın liderlerinden Cemil Bayık'a teslim edileceğini söyledi.”

KARŞI ÇIKAN ÖLDÜRÜLDÜ

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve JİTEM'in Doğu'yu kapsayan 4. bölgesinin komutanı Binbaşı Cem Ersever, Veli Küçük ile Ergenekon ekibinin kirli işlerini, Irak'a yapılan silah sevkıyatların çok iyi biliyorlar ve karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle örgüt, Bitlis ve Ersever'i sevmiyordu. Daha sonra art arda ikisi de öldürüldü.

SAHTE RAPOR VERİLDİ

Güney'e göre senaryo şu şekilde işledi: Eşref Bitlis Paşa'nın öldüğü haberi ilk duyulduğunda Veli Küçük, Perinçek'e konu üzerinde çalışmasını söyledi. Bitlis'in uçağının 'buzlanma' sonucu düştüğü rapor edildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'de bu yönde açıklama yaptırıldı. Veli Paşa'ya bunu sordum, 'Buzlanma oldu. Bunun altında bir şey aramaya gerek yok. Komutan'dan daha iyi kim bilir' cevabını verdi. Aslında Küçük, Doğan Güreş ve Hasan Kundakçı'yı sevmezdi. Olay böylece örtbas edildi.

Suikastı ABD'li kadına yıktılar

Veli Paşa daha sonra beni çağırdı. 'Bazı haberleri sızdıralım' dedi. Bir de 'Hemen bir kitap hazırlayın' talimatı verdi. Ben bu arada Akşam'da Elizabeth Shalgen aleyhine yayın yapıyordum. DEP'li il başkanları o dönem, ABD'ye gitmiş. Onları Cumhuriyet Senatosu'yla bu kadın görüştürmüştü.. Bu kadına saldırıyorduk. Sonra Veli Küçük bize Adana'daki Amerikan Konsolosluğu'nda ikinci konsolos olan Penikto'nun fotoğraflarını verdi. ABD'li subayların kamplardaki fotoğraflarını yayınladık. Aydınlık ısrarla, “Elizabeth Shalgen parmağı” diye haber yapıyordu. Küçük, beni çağırıyor, “Bak bir şey öğrendik. Bu Amerikalılar bizim Eşref Bitlis Paşa'yı öldürmüş” diyor ben de bunları Adnan Akfırat'a yazdırıyordum. Kadın hakkında Genelkurmay tahkikat başlattı. Ankara Shalgen'in geri çekilmesini istedi. Sonra ABD onu çekti.

Veli Küçük istemezse 'Yeşil' öldürülemez

Polis sorguda Güney'den “Yeşil, Veli Küçük'ten habersiz öldürülebilir mi, Ersever öldürülebilir mi” sözlerini açmasını istiyor. Güney şu cevabı veriyor: “Öldürülemez. Kimse yapamaz böyle bir şeyi. İşaret etmesi lazım. Veli Paşa'dan herkes korkar. Emekli olması hiç önemli değil. Perinçek'in gözünüzde anarşist olması önemli değil. Onun dava arkadaşı. Bir diğer arkadaşının başçavuş veya teğmen olabilir. Kurmay başkanıyla iş yapmaz ama teğmenle, işlerini yapardı. Onlar her zaman 'emret komutanım' derlerdi. Çünkü bir yüzbaşı, bir üsteğmen için Küçük ütopyadır.

Bayık'a 6 bin silah verildi

JİTEM subaylarının konteynırlarında 24 bin silah olduğunu söylediklerini anlatan Güney, “12 bini Barzani'ye, 12 bini Talabani'ye verildi. Kuzey Irak yönetiminin başbakanı Kosret Resul, 'Silahların 6 binini biz aldık' dedi. Resul, geri kalan altı bin silahın PKK liderlerinden Cemil Bayık'a teslim edileceğini söyledi. Bayık silahları almaya, İran'dan geldi. Dağıtımı Binbaşı Tamer yapıyordu. Bayık silahların TSK'dan geldiğini, işi Perinçek'in organize ettiğini çok iyi biliyordu.

Ersever'in ipi de çekildi

Güney, üç hafta gibi kısa sürede Adnan Akfırat imzasıyla yayınlanan Eşref Bitlis kitabında benzer detaylar olduğunu söylüyor. Güney'e göre önemli detaylardan biri de Ersever'in suikastta kullanıldığı idi. Küçük, Ersever'i hiç sevmiyordu. Sorun çıkaran adamların hesapları bir bir görülüyordu. Ersever'in öldürülmesi de bir dosya kapatmaydı. Hiçbir soruşturma olmadı. Ersever, ölmeden önce Veli Paşa'yla kavgalıydı. Veli Paşa İzmit'e gelmesini söyledi. Gelmedi. İki Irak subayı Türkiye'ye sığınmış. Ersever, 'Gönderme' talimatına uymayıp subayları iade ediyor. Örgüte, dolayısıyla Veli Paşa'ya dikleniyor. Başbakanlık Poligonu'nda öldürüldü. Kendisi hatalıydı, Veli Paşa söyledi, “Hatalıydı” dedi. Ersever, Bitlis Paşa'nın en has adamıydı. Kapıyı vurmadan giriyordu. Manipülasyonlar yapılmasaydı, Ersever konusunda Küçük suçlanacak tahkikat açılacaktı.

Fabrika patladı deliller yok oldu

Tuncay Güney'in polise verdiği ifadelere göre Kırıkkale Silah Fabrikası'nda meydana gelen patlamayla Veli Küçük ve ekibinin silah sevkıyatıyla ilgili deliller de yok edildi.

Güney şu bilgileri verdi: “Bence Irak'a, PKK'ya giden silahlar o kadar önemli değil. Veli Paşa, Karadeniz'den Elçibey'e (Azerbaycan) ve Çeçenistan'a giden silahlardan korkuyordu. TİKA olayı patlamıştı. Bu darbe olayı (Azerbaycan'da) patlamıştı. Veli Paşa'nın üzerine geleceklerdi. Ondan korkuyordu. Irak'takinden korkmaz çünkü Irak'ta ortalık çok karma karışık her şey birbirine girmiş. Ama Azerbaycan'da bu olmaz. Çünkü Elçibey'den sonra gelen Aliyev'le anlaşamıyorlar.” Güney, patlamayı Küçük'ün talimatıyla “Çevik Paşa yaptırdı” diye haberleştirdiklerini öne sürdü. Polisin “Diyelim ki Veli Küçük senden böyle bir talepte bulundu. Sen ne yapıyorsun” sorusunu Güney, “Aydınlık'a gidiyorum Doğu Bey ve Adnan Akfırat'a söylüyorum. Adnan hemen redakte edip kullanıyor. Sonra da basına servis yapıyoruz.” Polis bunun üzerine, “Peki patlama senaryosu nasıldı. Nasıl gerçekleştirildiğini yazdınız” diye soruyor. Güney'in cevabı şöyle oluyor: “Çevik Bir Albay, Lübnan'da PKK'lılarla Taşnak aracılığıyla masaya oturdu. Silahları sattı. Depodaki kaybın anlaşılmasını önlemek için de silah fabrikasına sabotaj yaptırdı.” (Yeni Şafak)