YORUM - KÜRTLER SOL VE ERGENEKON

Veysel_Camlibel[1] Veysel Çamlıbel-Osmanlıda darbe, darbecilik, başlı başına bir konu. Yakın tarih, cumhuriyet dönemi bakımından da, darbecilik malum olduğu üzere yeni bir olay değil. Kökleri İttihat Terakkiye dayanır. Darbecilik nereden bakarsak, bir ince sanattır, uzmanlık işidir. İttihat Terakki geçen yy. başlarındaki performansı ile ortalığı bulandırmanın, kargaşadan yararlanmanın, duruma el koymanın, kısacası darbecilik sanatının piri sayılır. Teşkilatı Mahsusa deneyiminden geçen İttihatçı darbe kültürü bir önemli miras olarak kalır cumhuriyete.

Gerilerde olup biteni bırakıp son 60 yıla dönersek bu günü geçmişte yakalamak mümkün..1950 başlarından itibaren çoğulculuktan yoksun çok particilik ortamında, sandıktan çıkan iradeye karşı sivil - askeri bürokrasi cenahından darbe eğilim ve girişimlerinin hep var olduğu görülür. Oluşan bu darbe nüvelerinin, devletle birlikte doğup büyümüş parti ve onun bilinen geleneksel komitacılık zihniyeti ile sarmaş dolaş, şaşılası bir uyum içinde olduğu gözlerden saklı tutulur gibi değildir...

1950 seçimlerinden bu yana asker, siyasal yaşamın içinde açık yada örtülü şekillerde önemli roller aldı, yönlendirmeler üstlendi. Üç önemli açık darbe ile ve on yılı aşkın bir süredir kimi müdahale ve yönlendirmelerle siyasal yaşamın dizginlerini hep elinde tuttu. İlk olarak 1961 darbesiyle birlikte sandığın hükmünü / iradesini sınırlamak adına siyasal yaşam üzerinde askeri vesayet oluşturuldu, askeri darbe girişimleri nerdeyse yasal gerekçelere, haklılıklara kavuşturuldu. O tarihlerden bu yana bizim kuşak askeri darbelerin, siyasal – toplumsal yaşam üzerinde askeri etki ve yönlendirmelerin canlı tanıklığını yaptı.

Türkiye’ de toplumun bütünü üzerindeki vesayet rejimi ile Kürt sorunu arasında dolaysız bir ilişkinin olduğu saklanamaz...27 yıl sürmüş tek parti rejiminde, kesintisiz süren Kürt isyanları sonucunda bu dolaysız ilişki gittikçe kalıcı hale getirildi. Bilindiği gibi 27 yıllık tek parti rejiminin Kürt sorunu algılaması dünyada, Avrupa’ da faşizan yükselişle eş zamanlı, eş mantıklıydı. Her çözüm devlet ve onun bekası içindi, kaba zora dayanıyordu. Var olan milyonları yok saymak, zorbalıkla icabına bakmak, sürmek / süründürmek, asimilasyonu yoğunlaştırmak tek çıkış yoluydu. Pozitivizm şaha kalkmıştı, tek tip toplum, tek tip insan yaratmak ilericilik, buna karşı durmak gericilikti. Söz konusu algılamaya göre; bütün kötülüklerin Kürt feodal ve egemenlerinden kaynaklı olduğu, onlar sürülür, batıya iskan edilir oraya buraya dağıtılırsa halkın başsız kalacağı ve var olan otoriteye buyun eğeceği şeklindeydi.

İsyancı ailelerin, Kürt aristrokrasisinin kıyam ve sürgünlerle gözü korkutulmuş, dişleri çekilmiş, işe yaramaz sirk aslanlarına dönmüşlerdi. Kürt dilinin, sözlü kültürünün yaşadığı, yazıya dökülebildiği medreseler kapatılmıştı. Kürt modernleşmesinin, aydınlanmasının önü kesilmişti. Genç Kürt kuşakların anadilleri, sözlü kültürleri, yakın tarihi yaşanmışlıkları ile bağlarının koparılması yolunda bir sıkı rejimin temelleri atılmıştı. 1950 sonrası, çoğulculuk içermeyen, çok particilik adı altında Kürt isyancı aile ve çevrelerine de mecliste millet vekili olma yolları da açılmıştı. Bu durumu bir anlamda itibar iadesi gibi de algılayabilenler bile vardı. Akıllı rejim için onları daha da ehlileştirmenin , yeniden kazanabilmenin yolu açılıyordu.

Kendi dil, kültürlerine ve tarihlerine, özetle köklerine yabancılaşarak eğitim görmek, kendini inkardan gelerek, ondan ötesi kendilerinden utanarak okumak, ‘’ adam olmak ‘’ gibi zorunlu bir yola giren Kürt genç kuşaklar, zorlu bir süreç yaşamakta olduklarını ve ciddi bir değişim tercihi karşısında olduklarını yaşayarak fark edeceklerdi. Umutları bastırılmak, alt kimlik olmak, ikinci sınıf insan ve vatandaş olmak mümkün müydü ? Faşizmin yenildiği dünyada demokratik değerler yükselirken, özgürlük, eşitlik vazgeçilir bir değer olabilir miydi ? Peki ama özgürlük, eşitlik, hak hukuk nasıl kazanılacaktı, topluma kimler, hangi toplumsal kesimler kılavuzluk yapabilirdi, yapabilecekti ? Kürt aristokrasisi ezilmiş, gücünü kaybetmiş, kabuğuna çekilmişti. Kendisini, pazarını düşünen bir Kürt burjuvazisi de yoktu. Toplumun doğal iç dinamikleri parçalanmış, yaşam güçsüz ve iddiasız bırakılmıştı. Halkın kendisine güveni de der demez yetersizdi.

Devletle özdeş CHP mi, ondan doğma, farklılığı güven vermeyen DP mi ? Dayatılan tercih, ortaya konulan tezgah buydu.. Kavga ilericilik – gericilik üzerine bina edilmişti. Yerel çekişmelerini de içinde taşıyan Kürt sosyal dokusu, çatışan yerel husumetler, bu iki partiyle nasıl bir zeminde buluşabilecekti...Kürt köylülüğü zorunlu ihtiyaçları için şehre inebilmek, orada itilip kakılmamak arzu ve ümidiyle DP ‘ yi kendisine yakın görmekteydi. Sürgünden dönmüş aileler, jandarma ve tahsildar baskısından imanı gevremiş aşiret köylüsü ile birlikte DP’ ye kapağı atmıştı. Bu onlar bakımından mecburi ve doğal bir istikametti. Kasaba esnaf ve eşrafı ise; asker – sivil bürokrasiyle az çok alışverişleri oluyor, yerine göre yanı başındaki askeri birliğin ihale ihtiyacını karşılıyor diye CHP’ ye yatkınlardı. Diğer yandan bajari takımı ( şehirli ) resmi dili az çok sökebildiklerinden ve kendilerini köylüden farklı gördüklerinden, görmek istediklerinden der demez CHP’ ye kapılanmışlardı.

Kimi geleneksel Kürt aydınlara bakılırsa Kürt geleneksel isyancılığının hala mücadele enerjisi mevcuttu. Bunların bir bölümü muhafazakarlıktan öte, ümmet kimliğini önde tutan insanlardı. Bu iddiadaki bir çoklarının siyasal eğilimi ise açıkça CHP karşıtlığıydı. Yeni kuşak okuyan Kürt gençlerinin isteği ise gelecekti, değişimdi, bu çerçevede önemli yeni düşünceler, arayışlar, iddialardı. Büyük Berzani’ nin Sovyetlerden Irak’a dönüşü, Kürt aydın ve gençleri açısından bir ilgi merkeziydi. Batı illerinde iyi bir esindi vardı. 1961 anayasasının imkanlarıyla üniversiteler hareketliydi, sendikacılık, işçi ve emekçiler topluluklar, kimi yerde köylüler bir hareketlilik içindeydi. Metrepollerde okuyan Kürt gençlerinin değişimle, gelecek umuduyla sol kavramı ile buluşması, etkileşmesi bir kaçınılmaz durumdu. Bu iletişim zor olmayacaktı.

Soldan öteye esas sosyalizm kavramı çekiciydi. Kitaplar, dergiler, yayınlar yoluyla vitrinlere çıkmaya başlamıştı. Sosyalizm, özgürlük - eşitlik arayan tüm ezilenlerin, sömürülenlerin umuduydu. Kürtlerin sorunları her hangi bir sorun gibi değildi elbette. Ama bu ateşten gömlek olan sorunu sosyalizm tabu olmaktan çıkarabilir miydi, ondan da öteye sosyalizm elini ateşin içine sokabilir miydi ? Sınırlı sayıda da olsa Kürt aydın ve gençleri bir ucundan TİP olayı ile tanışmada gecikmedi...Halkların gönüllü tanışması, etkileşmesi önemliydi, yepyeni bir olaydı, gönüllü bir birliğe doğru önemli bir adımdı. Ardından oluşan DDKO ihtiyaçlardan doğan bir ilkti, yolları Dev Genç’ ten ayrılan Kürt gençliğinin örgütlenmesiydi. Kimi aydın ve gençlik kesimlerinin soldan farklı bir kulvarda milliyetçi örgütlenme ihtiyacına yönelmeleri de eş zamanlı bu süreçte gerçekleşiyordu.

Şu tespiti yapmak gerek. Halka rağmen muasır medeniyet seviyesine çıkma iddiasının temsilcisi CHP, 1960’ a gelirken, Türkiye’ yi askeri darbeye sürükleyen başlıca siyasal aktör, darbenin açık tahrikçisi, teşvikçisi olmuştu. Medeniyetçilik, ilericilik iddiasından sonra sol kavramı, Kemalizm’ in sol yorumu CHP’ nin de artık kendisine yakın gördüğü bir siyasal eğilim haline gelmişti, gelmekteydi. Sol halkçı filan gözükse de netice olarak devletçiydi, öyle de olacaktı. İsmet Paşa 1965 seçimleri öncesinde kendi iradesi dışında gelişebilecek solu sınırlamak, asker içine nüfus etme istidadı da gösteren solu kontrol altında tutmayı, kendisine bağlamayı keşif etmişti. Orta solcuyum demede, solu sınırlamayı öngören hamlesinde gecikmedi.

Sol, sosyalizm adına MDD almış başını yürümüştü. Ulusalcılık, yabancı düşmanlığı dozu oldukça yoğun anti emperyalistlik yükselişteydi.Önemli ideologları, yayın organları, askeriyede, bürokraside ilgi bulan, genişleyen taraftarları vardı. Ulusalcı / milli solculuğu özlü bir şekilde ifade eden MDD ideologları, değişim ve devrim için sözde öncü güç arar görünüyorlardı. İddialı sınıf tahlilleri ihmal etmeyen usta kişilerdi bunlar ( ! ) Halbuki; kararını çoktan belirlemişlerdi, öncü belliydi. Ordu oldum olası ulusalcıydı / milliciydi ve öncüydü. Öncülük asker sivil bürokrasiden, silahlı güçlerden çıkacaktı. İşçiler, emekçiler, gençler onları destekleyecekti. Kürtlerin doğal olarak böylesi sol anlayışlara, bu duaya amin demesi mümkün gözükmüyordu. MDD’ nin karşısında TİP, gittikçe daralan, yalnızlaşan, güç yitirir durumdaydı. Onlara bakılırsa işçi sınıfı ve emekçiler devrime öncülük yapacak, yapabilecekti. Kürtler açısından MDD, açık, gizli cuntacılıktı demekti, bir felaket habercisiydi. Sosyalizm ise Kaf Dağı’ nın ardındaki bir umut da olsa, güvenilirdi, tercih nedeniydi. Moskova merkezli sosyalist sistem, dünyadaki enternasyonal güçler, her ülkedeki devrimci mücadelelerin, halkların özgürleşmesinin teminatıydı.

Durum özetle böyleydi...Bu hesaba göre Kürtler de mazlum bir halk olarak, bu büyük mücadelenin bir demokratik birleşeni olmayı sürdürmeliydi. Kürtler solda ulusalcılığı aşan / aşabilecek adil, enternasyonal bir kardeşliği, dayanışmayı boşuna bekler oldular. Sol, Türk ulusalcı gençlik dalgası, sosyalizme umut bağlayan kadroların, düşünce ve eylemliliklerini gölgesinde tuttu. Kürtler birlikte örgütlenmenin çıkmaz bir sokağa gelip dayandığını, bu yumurtadan civciv çıkamayacağını yaşayıp gördüler. Yollar 1970’ lere gelirken ayrılmaya yüz tutmuştu. Ama nasıl ? Kürtler, kendileri de ikinci bir nüsha olan Türk sol kültürün nüshasının nüshası düzeyini aşama konusunda birikimden uzaklardı. Büyük ölçülerde ideolojik / siyasal / örgütsel kopyacılıklarını, halktan kopuk elitist duruşlarını, pratikteki yetersizliklerini, çarpıklıklarını üstlerinden atamadan yine sol / sosyalizm etiketli, ayrı siyasal örgütlenmelere yöneldiler.

Gelelim yakın döneme…Türkiye’ de 1984’ ten beri bir şiddet, savaş ortamı yaşanıyor. Şiddet bir başına bir çok büyük haksızlıkların / hukuksuzlukların kaynağıdır. Bu gün adına terör denilip geçilen, milyonların hakkını hukukunu gözden saklıyorum sanan zihniyet gerçekte kime hizmet ediyor ? Şiddeti yaratan şiddetin temelleri 12 Eylül askeri darbesiyle, Diyarbakır eksenli Kürt coğrafyasında, Diyarbakır zindanında atıldı. PKK’ yi esaslı şekilde biçimlendirip yaratan oradaki zülüm ve yıldırma yöntemleri oldu. Oradaki / oradan sürüp gelen hukuksuzluk ve ağır sonuçları bu gün bile her yaşamın her alanında sürdürülüyor.

1980 askeri darbesi, ABD’ li akıl hocalarının afferinini almış, kutuplu dünya koşularına uygun düşen, büyük yıkıntılar yaratan, geriye topluma dar gelen bir anayasa, ağır sorunlar bıraktı.. Darbe gerekçesi her ne kadar önce komünizmi işaret etse de balıca hedefi Kürt sorunu, Kürt halkıydı. Kürtler bu ağır askeri darbenin baş mağdur olma durumunu bu günde koruyorlar. 30 yıla yaklaşan şiddet ortamında, devlet içindeki kuralsızlığın, çeteleşmenin, cuntalaşmanın başlıca hedefi, başlıca mağdurudur Kürtler...Ne kadar insana kıyıldı, göz altında yok edildi, ne katliamlar, cinayetler işlendi...Kim işledi, nasıl işlendi, arkasında hangi terör örgütlenmesi vardı ? İnsanlar doğal ikliminden koparıldı. Koruculuk adı altında feodal – aşiretçi husumet canlandırıldı, her türden yerel kimlikler birbirine düşman hale getirildi. Doğa ana ateşe verildi, yaşanılır çevre yok edildi. Ne ocaklar söndü. Bunu Kürtler kadar dolaysız yaşayan var mı acaba ?

* *

Son yıllarda yoğunlaşan, bir ucundan açığa çıkması önlenemeyen devletin zirvesindeki farklı sesler / çekişmeler, laik / anti laik gerilimi üzerinden yürüyor gibi gözükse de, gerçek hedef gizlenemiyor. Hedef şeriatçılık filan gibi görünse / gösterilse de topun ağzında duran Kürt sorunudur, Kürtlerdir..Yukarıdaki bu iktidar kavgası kürsü, makam, yeniden kuvvet dengeleri şekillendirmek kavgasından başka bir şey değil. Ama her şeyden önce bu durum sonuçları itibariyle tüm toplumu, halkları, onların devlet karşısındaki hukukunu ilgilendiriyor. Neticede örülen çorabın gelip Kürt halkını bulacağını, onlarla birlikte bir çok halk kesiminin, ezilenlerin, ötelenenlerin mağdur olacağını anlaşılır bir durumdur. Susurlukmuş, Şemdinli, Danıştay, Hrant Dink, Trabzon, Malatya olaylarıymış, onca faili örtülmüş cinayetlermiş ve nihayet Ergenekon’ muş, bunlar işin saklanamayan tarafı. Ne sebep ve maksatla olursa olsun açığa çıkmış, çıkarılması olması başlı başına büyük önem taşıyor. Ne ölçülerde önü kesilen, üstü örtülen, sınırlandırılan bir dava olacak, bunu şimdiden söylemek zor. Ama şu kuşku götürmez ki, bu siyasal bir davadır, bunu devlet katındaki kuvvet dengeleri çözecek...

Ergenekon aşağı, Ergenekon yukarı!…Büyük bir dezenformasyon, bilgi çarpıtma mücadelesi. Davanın ne getirip ne götüreceği bu günden belli değil. Demokrasiye hizmet edebileceği iyimserliğini korumak gerek...Bilelim ki; kimi kişilerin böylesi bir davadan hüküm giymesi kirlilikleri örtmeye yetmeyecek. Toplumun bütünüyle kamulaştırılmasını, devletleştirilmesini kafasına koymuş, sözde sivil toplum örgütleri kurmuş, darbe siyasetlerine kafa yormuş, darbe hazırlıklarına lojistik destek vermiş bir takım generaller, medya, iş çevreleri, kapalı alanlarda yeniden keşfedilmiş ‘’ onuncu yıl’’ marşları, darbe hazırlıkları için emekli kimi paşaların öncülüğü ve desteğinde bayraklı cumhuriyet mitingleri...Bütün bunlar ne için, hangi iç düşmana karşı ? Gerekçe oldukça yapay. Laiklik, cumhuriyet tehlikedeymiş…Şeriat sinsice cumhuriyeti, devleti ele geçiriyormuş, laiklik elden gidiyormuş, ‘’ mesele vatan – millet olunca gerisi teferruatmış…’’ Darbeyi bir hak olarak görmenin bundan iyi, bundan açık ifadesi olabilir mi dersiniz ?

Asıl tehlike Ergenekon filan değil, geçmiş / gelecek Ergekonlar da değil. Tehlike Türkiye’ de yarım yüz yıldan fazladır darbe kültürünün öteden beri var ve güçlü bir eğilim olması…Tehlikeyi korkunç, sürekli kılan tehlikenin büyüğü bu…O kültürünün korunması, yeniden üretilmesi için ortamın da son derece iyi planlanmış. Türkiye’ de rejim demokrasi yerine ancak darbelerin çıkabileceği bir siyaset denklemi kurmuş. Böylesi bir karşıtlıktan demokrasi; hukukun üstün kılınması, sosyal devlet çıkmaz. Terazinin toplum kefesine bugünden yarına yakın tehlikeymiş gibi şeriat – bölücülük tehlikesini konulmuş. Laiklik, cumhuriyet elden gidiyor, ülke bölünüyor, toplum da bunu önlemede ehliyet sahibi değil diyorsanız, diğer kefeye de der demez silahı, silahlı gücü koymak kaçınılmaz..Gene, batı dünyası, ABD, AB Türkiye’ de İslam’ i bir rejimi destekliyor diyorsanız geriye bir şey kalmaz, her şey orada biter. Böylesi bir durumda ise; diğer çeteleşmeler; cuntalaşmalar gibi Ergenekon da, benzer olan / olacak olan başkaları da masundur...Bu derin devletleşme, toplumu yeniden fethetme çabaları, bu devirde bölesi bir zihniyet, böylesi bir patolojik kültürel iklim her zaman devlet kaynaklı terör örgütleri, yeni askeri darbeler, kuru sıkı baskıcı rejimler üretir….

Dünyada durum ne onu bilemem ama Türkiye’ de sol geçmişteki kimi milliyetçi sağ partilerin kulvarında, onların geçmişteki misyonuna oynuyor. Eski hesapla devrimci / sol / sosyalist geçinen bazı akıl hocaları direksiyonu toplumun / hakların geleceği üzerine doğrultmuş. Sol bu değişimle büyük kirlilik yaratıyor. Bu gidiş böyle gitmez. Türkiye’ de devletçi siyasal kadrolar yenilenmek, özellikle de sol köklü bir değişim yaşamak zorunda. Dünyayı, Ortadoğu’ yu bulunduğu yerde görüp değerlendirmesi gerekiyor. Kendilerini devletlerinin yerine, halkları üzerinden ifade etmeleri gerekiyor. Sol Devletin kudretinden yararlanmaktan, var olan kudretlinin hınk değiciliğinden kurtulup, yüzünü topluma dönmek, topluma inanmak, onunla hareket etmek, vesayet politikalarını reddetmek zorunda. Emperyalizmle mücadele ile, kaba bir yabancı düşmanlığını birbirlerinden ayırmak, emperyalizmden başka kötülüklerin de olduğunu bilmek zorunda. Bu dünya ortamında yalnızlaşmanın; yerelleşmenin, kaba bir bağımsızlık yanlılığının savunulamayacağını görmek zorunda. Sermaye evrenselse, emeğin asla yerel kalamayacağı, en azından sermaye kadar evrensel olması gerektiğini anlamak zorunda.

Sağ – sol düşünce ve siyasal tartışmalardan önce Türkiye’ de soğuk savaş ikliminin gerektirdiği, günümüzde sorun çözücü olamayan kaba saflaşmanın, saflaştırmaların gözden geçirilmesi gerek. Toplum dinamiklerinin yeniden tarifi, her şeyin yerli yerine, gerçek bir tartışma zeminine oturması gerek. Nedir gerçek bir tartışma zemini, yerli yerine oturması gereken ? Liberal değerler küçümsenerek, ciddi bir sol, özellikle sosyalist bir siyasal kültür oluşamaz. Yaşama sınıf gerçekliğinin ötesinde başka önemli bir açıdan da bakmak büyük önem taşıyor. Gelişen toplum devletin dar gelen kalıbına sığmıyor. Devletin nerdeyse yüz yıla yaklaşan kurumları, kurumsal işleyiş toplumun sorunlarını çözmek imkanlarından yoksun. Toplum ne zamandır ayakları üstünde yürüyecek durumda, vesayete ihtiyacı yok. Devlete sığınmış, toplumu küçümseyen sol yaşamı geliştirici, devrimci / dönüştürücü değilse ya ne halt yemeğe solum diyecek ?

Birey / insan – toplum ve devlet ilişkilerini masaya yatırmak, insanın hak ve hukukunu, toplumun, halkların özgürleştirilmesi için mücadele şart. Yapılacak şey, insan ve toplumun aydınlık geleceği için devletin konumunu yeniden gözden geçirmek ve devleti sorgulamaktır. Özgür yurttaş ve özgür halklar için devleti yeniden tarif etmek, yeniden yapılandırmaktır. Bu mücadele kültürel boyutuyla gerçek bir aydınlanma sürecine de tekabül eder. Devlet tartışılmaz kutsal makamından halkın katına inip onun hizmetine girmedikçe, toplum devletin vesayetinden kurtulmadıkça, yaşam sivilleşmedikçe sağ – sol tartışması yerli yerine, bulunması gereken zemine oturamaz. Bu ters durum en hafif deyimle sol adı altında emeğe, baskı altında yaşamını sürdüren her türden dışlanana, mazluma yapılabilecek en büyük saygısızlıktır.

YORUM - Belçika dağılırken Kürdistan ne olacak?

1195262883[1]Kurdistan-Post /Dr. İsmet Turanlı AB nin temel prensiplerinden biri de azınlıklara özgürlük haklarının tanınması.Türkiye'de bilhassa ulusalcılar, askerler ve bazı şovenist akademisyenler AB nin Türkiyeyi de bölmek istediği anlamını çıkartmaktadırlar. Haksız da sayılmazlar. Kürtlerin temsilcisi sayılan DTP de son zamanlarda ağzında gevelese de ,neticede Avrupada ki bu gelişmelere paralel Kürtler içinde bağımsızlık arayışına kalkışacaklardır. Ne derece haklıdırlar, ne derece realiteye uygundur,çok tartışma götürür.

Çekoslavakya bir gecede bir damla kan dökülmeden ,kavgasız,nizasız bölünüverdi ve iki yeni devlet ortaya çıktı. Avrupdan'da kimse bu duruma karşı çıkmadı.

Geçenlerde Kosova istiklalini ilan etti. Her nekadar Yunanistan, Rusya ve Sırplar itiraz ettilerse de USA nın,Türkiye'ninde desteği ile özgürlüğü tescil edilmiş durumda.

Şimdi de son zamanlarda akut bir durum arzeden Belçika'nın bölünmesi gerçekleşirse Kürtler de ayni istikamette hak arayışına gideceklerdir. Belçika milleti olmayan bir devletti. Kürtler ise devleti olmayan, dörde bölük yaşayan dünyada tek MİLLET. Belçika, 1830 da Fransa ile İngiltere ve Almanya arasında tampon bir devlet olarak kurulmuştur. Fransa'nın İngiltere karşısında yenilgisinden sonra başına da bir Kral ailesi getirilmişti. İspanya'da da olduğu gibi, bizdeki durumun tersine ayrılmak isteyen azınlık daha zengin.Bu zenginliklerini fakir ekseriyetle paylaşmak istemiyor. Zorunluk Brüks'elin yapısında. Orada Valonlar ekseriyette ve üstelik Avrupa'nın baş şehri konumunda.

Türkiye'de ise Kürdistan bölgesi fakir ve Türkler oralara kendi kazançlarından yatırım yapılmasına şimdiye kadar karşı idiler ve bundan sonra da Kürt sorununun halli için Erdoğan oralara massif yatırım yapılması fikrini gerçekleştirmek istiyor sada bürokrasi baltalıyor. Hatta Televizyonlarda Kürtçe yayına izin vermek istiyor. Fakat Türk elit bürokrasisi buna razı olmadığı için işi savsaklıyor. Neticede ne GAP, BOP projeleri ne de TV yayınları Kürtleri memnun edecek duruma girecek. Acaba Fıratın ötesinin bölünmesi Türkiye'nin lehine olacak mı? Elbette kişi başına gelir seviyesi yükselecek. Mehmetçiklerin şehadeti sona erecek. Versinlerde kurtulalım diyen Türkler çok. Her gün şehit cenazeleri 25 senedenberi anaların yüreğini helak etti. Ayrıca Türkler psikolojikman Kürtleri USA daki zenciler gibi ikinci sınıf insan olarak görmeğe devam ediyorlar. Kendi aralarında:

"Bu kürtlerde çok oluyorlar.Memlekete bir katkıları yok. Terröristlikten, kapkaççıklıktan başka , tacizci insan olmaktan, vahşi tutumlarından başka bize bir hayırları yoktur, 150 sene önce Alman yazarı Karl May bile ‚ Wilde Kurdistan’ yani vahşi Kürdistan demiş. Ne mutlu Türküm demekle iftihar edeceklerine hala bunu bir zül telakki ediyorlar nankörce.Hala her toplantıda Biji Kürdistan, biji Apo demekten çekinmiyorlar," diyorlar.

Özal devrinde Güney Kürdistandaki Talabani de, Barzani de Türkiye ile osmanlı devrinde olduğu gibi birleşmek istiyorlardı. Hatta son USA nın Irak seferinden önce de Kürtler için bir nevi kurtuluş çaresi olarak Türkiye'nin Irak'a girmesi mümkün görünüyordu.Evdeki Pazar her zaman çarşıya uymadığı için Irak Kürdistan'ı USA nında yardımıyle devletleşmeğe yüz tuttu.Türkiye ile ilişkilerini kuvvetlendirmek istiyorlar. Bütün Avrupa devletleri Erbil'de konsolosluk açıp Kürdistan Petrol yataklarından hisse koparmağa çalışırken Türk hükümetleri şovenistlerin ve askerin baskısından kurtulup realist bir politika takip edemiyor.

Cumhuriyet gazetesinde Ali Sirmen hiçte o gazeteden beklemediğim tarzda Belçika hakkında akıllıca kaleme aldığı makelesinde Kürt sorununda ekonomik tedbirlerle düzelemeyeceğini ima ediyor. Belçikalı bir meslektaşına Brüksel'in durumunu göstererek Kürtler içinde durumun ayni olacağını söylemek istiyor.

Türkiye'de işler daha karmakarışık. 4 bin köyün boşaltılmasından sonra batıya massif bir Kürt göçü oldu. Bugün İstanbul Kürtlerin en çok yaşadığı bir şehir oldu. Milyonlarca Kürt iş güç sahibi, çocukları tahsil gördü. Almanya'daki Türkler ve Kürtler gibi. Sanatkarları kendilerini kabul ettirdiler. Erdoğan kardeşler gibi, ibo gibi... Yaşar Kemal gibi yazarlar Türkiyenin yüz akı oldu. Nobel mükafatı alan Orhan Pamuk bile 30 bin Kürt gencinin ölümüne isyan etti.Televizyonlarda devamalı Kürt bölgelerinde çekilmiş diziler gösterilmekte.Türk-Kürt gençleri arasındaki evlenmelerden doğan melez bir gençlik yetişmekte ve onlar Kürt olduklarının bilincindeler. Fıratın ötesine yaptığım gezide gördüm ki artık Kürtler kimliklerinin bilinci içinde ,artık çekinmeden kürtçe konuşuyorlar, türkülerini söylüyorlar, halaylarını çekiyorlar. Orada yaşayan azınlık Türkler o yoğun Kürt ortamında adeta yabancılık çekmektedirler. Öyle eskiden olduğu gibi Kürtlere yüksekten bakmıyorlar. Sanki bir eşitlenme başlangıcı var. Son USA ziyaretimdede gördüğüm gibi zencilerin artık beyazlarla kavgaları yok, hatta başkan seçimlerinde artık bir müslüman, zenci başkan olmak üzere.

Elbette geneleleştirme yapmak istemem ama benim durumumda milyonlarca insan Türkiye'de yaşamakta.

Annem Türk, Babam Kürt asıllı. Babam ben iki yaşında iken vefat ettiği için ve çocukluğumda Türkiye'de Kürtler pek insan sayılmadığı için ben sadece Türkçe eğitim gördüm. 27 yaşında Avrupa'ya gelipte Alman eşimle evlenince ve 50 sene burada yaşayınca çocuklarım Almanca eğitim gördü ve 4 çocuğum ve 5 torunum da Alman kimliğini kabullenmiş görünüyorlar.. Birinci oturum yerim Köln. Tarlam, bahçem bütün akrabalarım Türkiye Kürdistanı'nda. Eserlerim, kurduğum dernekler,f aaliyetlerim hep Türkçe. Ben ne Türküm, ne Kürdüm ne de Almanım. Ben Avrupalıyım. Hem Türküm, hem Kürdüm hemde Almanım. Senenin 3 te birini de Fransa ve İsviçre'de geçiririm. Yüzbinlerce Türk,Kürt ve Avrupalı tedavi ettim. Humanist, Mevlanacı ve Altruistik bir karakterim var. İstiyorum ki Türkiye'de AB ile birleşsin. Kurulacak Kürdistanı da içine alsın. Osmanlıda olduğu gibi İnsanlar birlikte yaşasın. Ayrımcılık olmasın. Silah sesi gelmesin. Gençler ölüme mahkum olmasın. Benim nazarımda çakıl taşı değil, insan kanı kanı kıymetlidir. Ümidim, istikbal bu temennim istikametinde gelişir. Dr.İsmet Turanlı Köln,17.07.08 dr_ismetturanli@mynet.com

19 Ezidi kurumundan Almanya’ya çağrı

ezidi-jpg BERLİN-Avrupa, Ortadoğu, Rusya ve Ermenistan’daki Ezidi kurumları, Almanya devletini Kürtlere karşı haksız politikalarında vazgeçmeye ve Kürt medyası önündeki engelleri kaldırmaya çağırırken, HPG’den de rehin aldıkları Alman dağcıları bağımsız kurumlar gözetiminde serbest bırakmasını istedi.


19 Ezidi kurumu yaptıkları ortak çağrıda HPG tarafından 9 Temmuz günü Ağrı Dağı’nda rehin alından üç Alman dağcıya dikkat çekerek, bu dağcıların Almanya devletinin Kürt politikasına karşı bir reaksiyon olarak gözaltına alındığını belirten HPG açıklamasını hatırlattı.
“Almanya kamuoyu, kendi devletinin bu son zamanlarda Kürt örgüt ve kurumlarına karşı çok şiddetli ve haksız bir politika yürüttüğünü biliyor” diyen Ezidi kurumları Alman polisinin son dönemlerde Kürt derneklerine baskın düzenlediği, Kürt siyasetçileri cezaevine attığı, Türkiye’ye sınırdışı etmekle tehdit ettiği ve en son da  “Kürtlerin gözü ve kulağı” olan ROJ TV’yi yasakladığını kaydetti.roj tv1
Alman dağcıların gözaltına alınması ile Alman devletinin Kürtlere yönelik baskılarının basında da geniş yer bulduğunu ifade eden Ezidi Kürtler,  “Kürtlerin davası ve maruz kaldıkları zulüm üzerine yazılar yazıldı ve tanıtıldı. Dağcı turistlerin gözaltına alınması uzun vadede mevcut olumlu atmosferi olumsuz yönde etkileyebilir” diye belirtti.
“Bu nedenle Ezidi kurumları ve dernekleri olarak Alman turistlerin serbest bırakılmasını istiyoruz” diyen Ezidi Kürtler, Alman dağcıların tarafsız kurumların gözetiminde serbest bırakılması için HPG’ye çağrıda bulundu.
Almanya devletine de seslenen Ezidi kurumları, Kürtler üzerindeki “çok şiddetli ve haksız” politikalara son verilmesini istedi. Ezidiler, “Bu yanlış politikalarından dolayı dünyanın her yanındaki milyonlarca Almanya devletine karşı öfkeli. Bu Almanya politikalar her ne kadar Türk devletini memnun etmek için olsa da, 40 milyon Kürdün yüreğini acıtıyor, öfkelerini kendisine çekiyor ve Almanya’nın dünyadaki imajını zedeliyor” dedi.
Şili ve Çin gibi devletlerden basına özgürlük isteyen Almanya’nın öncelikle kendi ülkesinde basın özgürlüğüne engel koymaması gerektiğini belirterek Roj TV yasağına dikkat çeken Ezidi kurumlar, Almanya kendi içerisinde basın özgürlüğünü sağlamadıkça başka ülkelerden demokrasi ve özgürlük bekleyemeyeceğini ifade etti. Ezidiler, “Bu nedenle bir kez daha Almanya devletinden özellikle Roj TV’ye kendi ülkesinde getirdiği yasağı kaldırmasını istiyoruz” çağrısını yaptı.
Çağrıda imzası olan Ezidi kurumları şöyle: Ezidi Dernekleri Federasyonu, Celle Ezidiler Evi, Emmerich Ezidiler Evi, Wesel Ezidiler Evi, Bingiha Ezidiya Emmerich, Rees Ezidi Birliği, Doğu Westpalya Lippe Ezidiler Birliği,  Bielefeld Ezidiler Birliği, Şerfedin Gençleri Ezidiler Birliği, Ezidi Özgürlük ve Demokratik Hareketi, Ezidi Kültür ve Sanat Merkezi, Wildeshausen Ezidi Evi, Sehnde Ezidi Temsilciliği, Gronau Ezidi Temsilciliği, Moskova Ezidiler Bürosu, Gürcistan Ezidiler Birliği, Suriye Ezidiler Birliği, Şengal Şerfedin Gençleri Merkezi.

Türk adaletinden (!) Türklere “Kürde ölüm tehdidi” özgürlüğü!

Kürtlere yönelik linç saldırılarının ve inkar politikasının sürdüğü Türkiye'de bir skandal yaşandı. Bolu Cumhuriyet Savcısı, 42'li DTP'linin isimleri verilerek hedef gösterildiği, Işın Erşen imzasını taşıyan yerel bir gazetedeki şu yazının ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu ileri sürdü: 'Şehit edilen her güvenlik görevlisine karşın, bunlardan birinin aynı kaderi paylaşması toplumun çoğunluğunun isteği haline gelmiştir.'bolu express dtpliler katledilmeli

Kürdü öldürme özgürlüğü
Bolu Cumhuriyet Savcısı, Işın Erşen'in 42'li DTP'linin ismini sıralayarak, 'Türk işte karşında düşmanın' başlığı ile yazdığı, 'Bundan böyle şehit edilen her güvenlik görevlisine karşın, bunlardan birinin aynı kaderi paylaşması toplumun çoğunluğunun isteği haline gelmiştir' ifadeleri konusunda takipsizlik kararı verdi. Savcıya göre Kürtlerin öldürülmesi gerektiği yönünde topluma çağrıda bulunmak ifade özgürlüğü!
DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, DTP'li milletvekilleri, il başkanları ve belediye başkanlarını hedef alan ve 25 Aralık 2007 tarihinde Bolu Express adlı yerel gazetede Işın Erşen imzasıyla çıkan yazı üzerine Bolu Cumhuriyet Savcılığı'na şikayette bulunmuştu. Bolu Cumhuriyet Savcılığı, Işın Ersen ve Gazete Genel Yayın Yönetmeni'ni suçsuz bularak takipsizlik kararı verdi. Işın Erşen'in 'Türk işte karşında düşmanın' adlı yazısında DTP'li genel başkanların, MYK üyelerinin, milletvekillerinin ve belediye başkanlarının ad ve soyadlarını tek tek sayarak şu ifadeleri kullanmıştı: 'PKK 'bölücü terör örgütüdür', onun mensupları da 'haindir' demedikten sonra, bunların topu Türk düşmanı olarak, bundan sonra 'sivil yurtsever' unsurların hedefi olacaktır. Dağdaki teröristin peşinde koşmaktansa, üç beş mikrobu temizleyip bundan sonra bir bizden beş sizden tamam mı, devam mı? Demek gerekir. Bunu yapacak ve diyebilecek 'yurtsever' unsurlar da çıkar elbet. Toplumun arzusu, yoğun olarak bu yöndedir. Bundan böyle şehit edilen her güvenlik görevlisine karşın, bunlardan birinin aynı kaderi paylaşması toplumun çoğunluğunun isteği haline gelmiştir. Artık, kangren olmuş uzuv ve uzuvların kesilip atılma zamanı gelip geçmiştir.' Işın Erşen, savcılıkta yaptığı savunmada ise, Türkiye'de yaşayan herkesi Türk olarak gördüğünü ve din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin kardeş bildiğini belirtti. İfadesinde kendisinden şikayetçi olanlarla kavgasının devam edeceğini söyleyen Erşen, 'Şikayetçi, 'Ne mutlu Türküm diyene' demeyene kadar da bu kavga devam edecektir' ifadelerini kullandı. İfadesinde, Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın, 'Ne mutlu Türküm diyene demeyenin Türklüğünden şüphe ederim' sözünü yineleyen Erşen, DTP'lileri kastederek, 'Acaba şikayetçi, hayatında bir kez 'Ne mutlu Türküm diyene' demiş midir?' diye sordu.
Savcılığın yanında tehdide devam Erşen, yazısında toplumun hislerini dile getirdiğini öne sürerek, 'Her türlü pis işleri yapan, vatanı ve milleti bölmeye kalkan Mehmetçiğe kurşun sıkan bu vatan hainlerine karşı ne yazmamız beklenirdi acaba?' diyerek DTP'lilere yönelik hakaretlerine savcılıkta da devam etti. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı, Erşen'in DTP hakkında ölüm çağrısı yaptığı yazısını 'ifade özgürlüğü' çerçevesinde değerlendirerek takipsizlik kararı verdi. DTP tarafından yapılan açıklamada ise, 'Binlerce muhalif aydın, yazar, akademisyen, milletvekili ve gazeteci hakkında düşüncelerinden dolayı davalar açılıp cezalandırılırken, açık bir tehdit, şiddeti öven ve çağrı yapan, hedef gösteren, hakaret eden bu yazı hakkında takipsizlik kararı verilmesini manidar bulmaktayız' denildi. DTP'nin karara Ağır Ceza Mahkemesi'ne itiraz edeceği bildirildi.dtp amblemy
DTP'ye tehdit maili gönderildi
DTP Ankara İl Örgütü'ne 'En iyi Kürt ölü Kürt'ür' yazılı, Kürtlere yönelik tehdit ve hakaret içerikli mail gönderildi. DTP Ankara İl Örgütü'nün 'dtp_ankara@hotmail.com' adlı mail adresine 'monline@mynet.com' adresten tehdit içerikli mail gönderildi. Kürtlere yönelik hakaret ve tehdit içeren mailde, 'Ayağınla bastığın toprak Türk topraklarıdır. Az kaldı kökünüzü kazımamıza, Allah sizin soyunuzu tüketsin. Ben ne mutlu Türk'üm diye ölecek bir insanım. En iyi Kürt ölü Kürt'tür' ifadeleri yer aldı. DTP Ankara İl Başkanı İsmail Ancı, 'Son süreçte özellikle İç Anadolu'da yaşayan Kürtlere yönelik genel anlamda bir baskı oluşturuldu. Özellikle son iki üç gün içinde Çamlıdere'de Kürt işçilere yönelik saldırılar oldu. Bize yönelik halkımızı tehdit eden, ağza alınmayacak küfürler gönderiliyor. Biz yolumuza devam edeceğiz' dedi. Ancı, daha önce de Sincan DTP İlçe Örgütü'ne bir tehdit mektubunun bırakıldığını söyledi.
ANKARA / DİHA

Bir 'iyi çocuğun' itirafları : infaz, bombalama, tecavüz, işkence, suikast!

idris_ozer_jitem_ajan

'İyi çocuğun' itirafları
jitem ali kaya Ergenekon operasyonuyla ilgili her gün yeni gelişmeler ortaya çıkarken, Ergenekon'un 'öncü paşaları' tarafından organize edilen JİTEM'in Bölge'deki faaliyetleri de deşifre oluyor. Şemdinli'de Umut Kitabevi'ne bomba atarken suç üstü yakalanan 'iyi çocuk' JİTEM elemanı Özcan İldeniz'le birlikte Hakkari'de faaliyet yürüten JİTEM ajanı İdris Özer, çarpıcı itiraflarda bulundu.

Bir 'iyi çocuğun' itirafları
AKP hükümeti ve yandaş medyası tarafından tam bir iktidar kavgasına semdinli_de_de_adalet_postal_altinda_20070517_jitemdönüştürülen Ergenekon operasyonuyla ilgili her gün yeni gelişmeler ortaya çıkarken, Ergenekon'un 'öncü paşaları' tarafından oluşturulan Bölge'de 'suç makinesi' olarak bilinen JİTEM'in faaliyetleri, bir bir deşifre oluyor. Şemdinli'de Umut Kitabevi'ne bomba atarken suç üstü yakalanan 'iyi çocuk' JİTEM elemanı Özcan İldeniz'le birlikte Hakkari'de faaliyet yürüten JİTEM ajanı İdris Özer, çarpıcı itiraflarda bulundu. Özer, Hakkari'de valiliğin 'yola mayın döşerken öldürüldüğü'nü belirttiği Yusuf Yaşar'ı nasıl infaz ettiklerini ve Yüksekova'da Zagros İş Merkezi'nin neden bombalandığını anlattı.derya1   
Fırat Haber Ajansı (ANF) JİTEM itirafçısı İdris Özer'in itiraflarını yayınladı. Hakkari'de genç kızları JİTEM'in tuzağına düşererek PKK saflarına 'ajan' olarak gönderen Özer, Hakkari merkezde ve Yüksekova ilçesinde birçok bombalama, infaz eylemlerinin perde arkasını anlattı. 1 Ekim 2007'de ANF'de yayınlanan Derya Ege'nin itiraflarında Özer'in sık sık adı geçiyordu. Ege, İdris Özer tarafından kandırıldığını, işkence gördüğünü, tecavüze uğradığını ve 'PKK'nin öncü kadrolarını zehirlemek için PKK saflarına gönderildiğini' anlatmıştı. Ege'nin söylediklerini doğrulayan Özer, Hakkari'de Damla -1 ve Damla-2 pastanelerinde çalışmaya başlamasıyla birlikte JİTEM, Emniyet ve MİT elemanlarıyla tanıştığını söyledi. Şemdinli'de suç üstü yakalanan JİTEM elemanı astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile birlikte çalıştığını itiraf eden Özer, Şemdinli olaylarıyla ilgili 'Bu eylem JİTEM birimine görev olarak verilmeseydi benim içinde bulunduğum Emniyet İstihbarat Birimi tarafından yapılacaktı' dedi. Hakkari Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekiplerde yer alan O. ve İ. adlı polisler tarafından ajanlaştırılan İdris Özer, Emniyet Müdürlüğü'nde R. adlı müdürlü tanıştırıldıktan sonra 'ajan faaliyetleri'ne başladığını söyledi.gulen
Özer, Hakkari bölgesinde patlayan bombaların kimler tarafından yapıldığını da itiraf etti. Şemdinli bombalarının peş peşe patladığı dönemlerde Yüksekova'da bulunan Zagros İş Merkezi'nin bombalanma olayını anlatan Özer, iş merkezinin, isminden ve Fethullah Gülen Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen Çağlayan Dersanesi'ne yer vermediği için Yüksekova istihbaratında çalışan A. adlı kişi tarafından roketle vurulduğunu söyledi. Özer, istihbarat çalışmalarının yanısıra infazlara da katıldığını ifade etti. Özer, emniyet istihbarat ile jandarma istihbaratın ortak gerçekleştirdiği infazla ilgili çarpıcı itiraflarda bulundu. Hakkari Valiliği tarafından '12 Ağustos 2005'te yola mayın döşerken öldürülmüştür' dediği Yusuf Yaşar'ın Özer'in de yer aldığı ekip tarafından infaz edildiği ortaya çıktı. Özer, vücuduna 20 kurşun isabet eden Yusuf Yaşar'ı kendi ekibinde yer alan O. ve İ. adlı polisler ile Şemdinli'de suç üstü yakalanan Astsubay Özcan İldeniz'in başını çektiği ekiple birlikte Şine Köprüsü'nden birAjanlar_JiTEM_ve_MiT_in_ic_yuzunu_anlatiyor_20070929_175221 kilometre sonra infaz ettiklerini vurguladı. 
Yaşar'ın infazıyla ilgili Hakkari Cumhuriyet Savcısı Fahri Turan tarafından yaptırılan otopsi raporunda Yaşar'ın, kafa ve göğüs kısmına isabet eden 20 kurşunla öldüğü yer almıştı. Hakkari Valiliği de infazla ilgili yaptığı açıklamada, Yaşar'ın HPG'li olduğunu ve 12 Ağustos akşamı yola mayın döşemek isterken çıkan çatışmada öldüğünü iddia etmişti. Yakınları, Yaşar'ın bir hafta boyunca polis tarafından takip edildiğini belirtmişti.

 

jitem iskence bombalama tecavuz suikast

Bombanın talimatı komutandan!

Ergenekon oluşumu sadece AKP hükümetine karşı ortaya çıkmış 'darbe' örgütü olarak lanse edilmeye çalışırken, Ergenekon'un Bölge'deki 'tetikçisi' JİTEM'in 2005-2006 yılında 'boş' durmadığı ortaya çıktı. Hakkari, Şemdinli ve Yüksekova'da 2005-2006 yılında peş peşe bombalar patlatan JİTEM tetikçisi İdris Özer, itiraflarını sürdürdü. Özer, Şemdinli Umut Kitabevi'ne atılan bombanın talimatının dönemin Hakkari İl Jandarma Komutanı E.K. tarafından verildiğini söyledi. Özer, pastanelerin nasıl fuhuş yerlerine dönüştürüldüğünü ve JİTEM'in işkence evini anlattı.
Fırat Haber Ajansı (ANF) JİTEM tarafından ajanlaştırılan ve daha sonra HPG'liler tarafından yakalanan İdris Özer'in itiraflarını yayınlamayı sürdürüyor. Şemdinli'de suç üstü yakalanan 'iyi çocuk' astsubay Özcan İldeniz ile aynı ekipte birçok bombalı saldırıya katılan JİTEM itirafçısı Özer, Şemdinli'de patlayan bombalarla ilgili çarpıcı itiraflarda bulundu. Özer, Şemdinli'de Umut Kitabevi'nin bombalanması talimatını 'Hakkari Dağ Komando Tugay Komutanı tarafından dönemin Hakkari İl Jandarma Alay Komutanı E.K.'nin verdiği'ni vurguladı. E.K'nin görevi JİTEM elemanlarına ilettiğini belirten Özer, şunları anlattı: 'Bu eylem İl Jandarma Alay Komutanlığı'na verilmeseydi bize yani O.'nun grubuna verilecekti. Ben, O. ve İ. gidecektik Şemdinli'ye. Albay E.K. görevi kendi elemanları olan Ali Kaya, Özcan İldeniz ve onlarla birlikte çalışan Faysal Ateş'e verdi. Olay olduğunda ben Yüksekova'daydım. Bütün ekip bombanın patlayacağı zaman Yüksekova ve Şemdinli'de toplanmıştı. Bir aksilik çıktığında herkes orada olacaktı. İçlerine doğmuştu sanki bir aksilik çıkacak diye. Öyle de oldu zaten. İş yüzlerine bulaştı.'
Pastaneler fuhuş yuvası Özer, JİTEM ve emniyet istihbaratının genç kız ve erkekleri tuzaklarına düşürmek için pastaneleri kullandığını söyledi. Özer, başta kendisinin çalıştığı Damla Pastanesi olmak üzere birçok pastanenin fuhuş yeri gibi kullanıldığını ve buralardan gençlerin JİTEM'in ağına çekildiğini belirtti. Hakkari başta olmak üzere Bölge'nin birçok kentine JİTEM tarafından hayat kadınlarının getirildiğini söyleyen Özer, getirilen kişilerin yalnız fuhuş için çalışmadıklarını, aynı zamanda bir JİTEM ajanı rolü oynadığını ve JİTEM'e eleman kazanmada kullanıldıklarına dikkat çekti.
Önce işkence sonra tecavüz Daha önce itirafları basına yansıyan Derya Ege'yi JİTEM'in ağına düşürdüğünü ve işkencelerden geçirdiğini itiraf eden Özer, O. adlı istihbaratçıdan aldığı talimatla Ege'yi 'Dağa göndereceğim' diye kandırıp onu JİTEM eğtimlerine çektiğini söyledi. Özer, JİTEM'in 'PKK yöneticilerine zehir vermek için PKK saflarına gönderme' talebini reddeden Derya Ege'yi işkenceden geçirdiklerini dile getirdi. Ege'ye Yüksekova'da bir evde elektrikli işkence yaptığını ve vücudunda sigara söndürdüğünü belirtten Özer, aynı ektipte çalıştığı O. ile İ.'nin de Ege'ye tecavüz ettiğini ifade etti. İşkence ve tecavüzden sonra PKK saflarına gitmeyi kabul eden Ege, kendisine verilen görevi şöyle anlatmıştı: 'Listeyi önüme getirdiler. Listenin başında Duran Kalkan, Murat Karayılan, Atakan, Alişer ve Çektar yazılmıştı. Ya sen suikast yapacaksın ya da zehri yanında götürüp zehirleyeceksin dediler. Biraz korkak olduğum için bana zehiri verdiler.'

BiR AJANIN İTİRAFLARI - 3

Şemdinli’de Seferi Yılmaz’ın işlettiği Umut Kitapevi’ne atılan bombadan sonra Şemdinli halkı Astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile Veysel Ateş’i yakalayarak güvenlik güçlerine teslim etmişti. Bu kişilere ait ele geçirilen otomobilde ise silah, bomba, öldürülecek kişilerin listesi, bombalanacak yerlerin krokisi bulunmuştu. Suç üstü yakalanan JİTEM timini korumak için “onları tanıyorum, iyi çocuklardır!” diyen şu anki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da bu sözleri de JİTEM eylemlerinin ordunun en üstün bile haberi dahilinde yapıldığını ortaya çıkartmıştı. JİTEM’ci İdris Özer, Şemdinli olaylarını ve eğer bu olay başarılı olsaydı sıranın kimlere geleceğini anlattı.

‘YÜZÜNE GÖZÜNE BULAŞTIRDILAR’
İdris Özer’in verdiği ifadelerden dikkat çekici biri diğer konusu ise Şemdinli olayları ile ilgili söyledikleri. Şemdinli olayını yapanların jandarmaya bağlı JİTİM timi olduğunu belirten Özer, bu time görev verilmeseydi eğer kendi timlerinin o saldırıyı yapacağını belirtiyor. Özer “bu saldırı başarılı olsaydı, DTP il başkanı Sabahattin Sıvacı ve DTP’li belediye başkanı Metin Tekçe’yi bizzat ben öldürecektim’ diyor. JİTEM’ci İdris Özer Şemdinli olayları konusunda şunları anlatıyor:

“Şemdinli’de aslında hedefte Seferi Yılmaz’ın yanı sıra Metin Tekçe, Sabahattin SIVACI da vardı. Sabahattin Sıvacı, DTP il başkanı olduğu için, Metin Tekçe ise Belediye başkanı olduğu için hedef alınacaktı. Amaçları Sabahattin Sıvacı’nın arabasına C-4 koyup patlatmaktı. O zaman Sabahattin Sıvacı’nın Toyota marka bir arabası vardı. Niyetleri C-4’ü arabasının arkasına yerleştirmekti. Arabası sürekli binanın önünde duruyordu geceleri. Arabaya orada bomba konacaktı. Tabii bana yaptıracaklardı. Metin Tekçe’ye ise silahlı suikast düşünülüyordu. Onu da bana yaptıracaklardı. Metin Tekçe eve giderken yolda silahlı suikastla öldürülecekti. Ondan önce Seferi Yılmaz olayı (Umut kitapevinin bombalanması) patlak verdi. Ama başaramadılar ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Bu yüzden diğer planlar da ertelendi.”

UMUT KİTAPEVİ’NİN BOMBALANMASI
Şemdinli’de Umut Kitapevi’nin bombalanması talimatının ismini bilmediği tugay komutanı tarafından Hakkari İl Jandarma Alay komutanı Erhan Kobat’a verilir. Erhan Kobat görevi yapmaları için JİTEM elemanlarına havale eder. Bu görev askeriye verilmemiş olsa eğer İdris Özer’in de içinde bulunduğu ekip tarafından gerçekleşecektir. “Bu saldırının emrini veren Tugay komutanıydı. Ondan sonra o da emri Hakkari il jandarma alay komutanı Erhan KOBAT’a vermişti. Bu olay il Jandarma alay komutanlığına verilmeseydi biz yapacaktık. Oktay’ın grubuna bu görev verilecekti. Ben Oktay ve İsmail gidecektik Şemdinli’ye. Sonradan Jandarmadan Erhan Kobat görevi kendi elemanlarına JİTEM’e verdi. Ali Kaya, Özcan İldeniz onlarla birlikte çalışan itirafçı Veysel Ateş’e verdi. Bunlar da Şemdinli olayı olarak bilinen Seferi Yılmaz’ın sahibi olduğu Umut Kitabevine bombalı saldırıyı gerçekleştirdiler. Olay olduğunda ben Yüksekova’daydım. Bütün ekip bombanın patlayacağı zaman Yüksekova ve Şemdinli’de toplanmıştı. Bir aksilik çıktığında herkes orada olacaktı. İçlerine doğmuştu sanki. Öyle oldu zaten. İş yüzlerine bulaştı.”

KORUCULARI İMHA OPERASYONU
Ajan İdris Özer, içerisinde bulunduğu ekibin korucularla ilgili bazı planlar içerisinde olduğunu da belirtiyor. Kimi korucu başlarıyla konuşan Oktay adlı grup sorumlusu İdris Özer ile yaptığı konuşmalarda korucuların birçoğunun PKK ile çalıştığını ve ölümü hak ettiğini sık sık vurguluyor. “Devletin korucular üzerinde başlatmaya çalıştıkları bir imha operasyonu da vardı. Korucuların artık PKK ile işbirliği içerisinde çalıştıklarının ortaya çıktığını ve operasyona çıkmak istemediklerini belirtiyorlardı. Korucu başlarından Tahir Adıyaman, Hasan Çulan’ın da bu operasyondan haberi vardı. Onlarla da konuşmuşlardı. Hatta hedefteki korucuların isimlerini bunlar verecekti. Bunları öldürüp PKK’nin üzerine atacaklardı.”

PASTANELER FUHUŞ YUVASI
Başta kendisinin çalıştığı pastane olmak üzere birçok pastane ve işyerinin fuhuş yeri gibi kullanıldığını ve buralardan gençlerin JİTEM’in ağına çekildiğini itiraf eden İdris Özer, bu pastaneler için şunları belirtiyor: “Genellikle bu postanelere bölge dışından gelen insanlar takılırdı. İşte polisidir, JİTEM’idir, istihbaratçısıdır. Benim çalıştığım Damla pastanesinin sahipleri Artvin’lidir. Yaklaşık 35-40 senedir Hakkari’de kalıyorlar. Oğulları Serdar Yaşasın bunlarla içli dışlıdır. Bizim ekibimizdekiler sürekli pastaneye gelirlerdi. Pastaneye gidiş gelişlerinin amaçları kimi gençleri düşürmek, zayıf insanları açığa çıkarmaktı. Damla pastanesinin aile salonu şu an kapanmış durumda, ama daha önce bu pastanenin birinci katı tam bir fuhuş yuvasıydı. Her türlü pislik yapılıyordu. Yerlisi yabancısı herkes gelip istediğini yapıyordu. Bu son zamanlarda damla pastanesinin aile salonu kapanınca fuhuş çetesi Nazlı pastanesine kaydı. Çünkü onun aile salonu daha uygun! İnsanlar artık orada buluşuyorlar.”

JİTEM’E ÇALIŞAN HAYAT KADINLARI
Hakkari’ye ve Kürdistan’ın birçok şehrine bu örgütler tarafından hayat kadınlarının getirildiğini belirten Özer, bunların yalnız fuhuş için çalışmadıkları, bu şebekenin aynı zamanda JİTEM’e ajanlık yaptığını, istihbarat topladığını ve eleman kazandığını ekliyor. “Yüksekova ve Hakkari’ye bazı bayanlar da getirmişler. Örneğin bunlardan biri Azeridir, diğeri de Türk. Birinin ismi Azize diğerinin ismi Leyla’dır. Bunlar şimdi Yüksekova’da fuhuş yapıyorlar. Bunların amaçları yalnız fuhuş yapmak değil, milleti örgütleyip devletle ilişkilendirmektir. Elif diye biri de var. Elif’e ev ayarlanmamış hala. Ayda bir Hakkari’ye gelir bir iki hafta kalır. Ümit ve Şenler Otellerinde kalıp gider. Elif şu anda Van’da, ama Azize ile Leyla Yüksekova’da. Çarşının sonunda bir fırın var fırının ismini iyi hatırlamıyorum, fırının karşısında bir lojmanda kaldıklarını biliyorum. Oktay ise şimdi Antalya Alanya’da görev yapıyor. Arabası da 34 VE 9144 Peugeot 307 kırmızı bir taksidir. İsmail ise Ankara’da Bakanlıkta görev yapıyor. Hasan Başçavuş o da Antalya merkez de kalıyor. Seferi Binbaşı ise şu an Ankara’da kalıyor.”

DERYA’NIN AJANLAŞTIRILMASI
Ajan İdris Özer daha öncesinden basına yansıyan ve Roj TV’de yayınlanan Zehir Oyunu adlı programda da konuşan Derya EGE adlı bayanı JİTEM ağına düşürüp işkencelerden geçiren kişiydi. Derya Ege’nin başından geçen olayları bir de kendisi anlatan Ajan İdris Özer’in söyledikleri Derya Ege’ninkileri tamamen teyit eder nitelikte. Derya Ege’yi dağa göndereceğim diye kandırıp onu yine dağa gitmeden önce eğitime alıyormuş gibi hareket ederek JİTEM eğitimlerine çeken Özer, bu süreçte başından sonuna kadar talimatları an ve an Oktay adlı şahıstan almaktadır. “Suzan da, Derya da o ara ben de dağa gitmek istiyorum diyordu. Derya çok baskı yapınca Derya’ya ‘ben partinin milisiyim’ dedim. Tabii bunları bana Oktay söylüyordu. Bu durumu Oktay’a aktarmıştım. Oktay bana ‘Şivan’ kod ismini kullandığını söyle dedi. Sonra ben onları Oktaygille tanıştıracaktım. ‘Dağdan iki kişinin geleceğini söyleyerek bizimle tanıştır’ demişti Oktay. Ben de öyle yaptım.

Aradan bir hafta geçtikten sonra Derya’yı arayıp konuştum, gitmeden önce biraz eğitim alması gerektiğini söyledim. O da tamam dedi. Ben de Oktay’a ‘tamamdır, gelecek’ dedim. Oktay bana yarın sabah pastanenin önüne bir araba getireceğini o araba ile Derya’yı alıp eğitime getirebileceğimi söyledi. Derya’yı alıp Tugay’a götürdüm. Derya’ya silah eğitimini M-16’yla vermemi istediler. Bu silahların eğitimini verdim. Ondan sonra karate boks gibi eğitimler verdim. Bir iki hafta böyle sürekli gidip gelmeye başladık. Derya’ya Nalan denilen o bayan polis de sağlık dersini veriyordu. Hem silah hem de spor eğitimini ben ve Oktay verdik.”

İŞKENCE EVİNE GİDİŞ
Tıpkı Derya’nın anlattığı gibi eğitim seanslarından birinde Derya Ege’ye hedefi vuramadığı için silahının dipçiği ile darbe indiren İdris Özer, bu kez Derya ile çok sert konuşmaktadır. Bu durumun ardından Derya Ege de bazı şeylerin ters gittiğini anlar ve İdris Özer ve şebekesi ile ilişkisini bir süreliğine keser. Ama kısa bir süre sonra Derya’ya tekrar ulaşan İdris Özer, Derya’yı zorla kaçırarak Yüksekova’daki o işkence hane olarak kullandıkları eve götürür. “Derya bir şeylerin ters döndüğünü biliyordu. Eve geldim. Derya’ya hiçbir şekilde ulaşamadım artık. Cevap vermiyordu telefonlara. Evlenmişti. Bir gün Oktay aradı beni Hakkari’ye çağırdı. Derya’nın boşandığını tekrar eve döndüğünü söyledi. Derya’yı bulmamı istedi. Ajanlaştırıp onu göndermeyi düşünüyorlardı. Ben de Derya’yı arayıp ‘yarın görüşebilir miyiz?’ dedim. Sürekli baskı yaptım en son ‘tamam’ dedi. Ben de Oktay’ı aradım tamam dediğini buluşacağımızı belirttim. JİTEM’in kullandığı kendi arabasını verdi. Doblo marka siyah camlı içi perdeliydi. Ondan sonra ben onu arabaya aldım aşağı indik. Derya ‘nereye gidiyoruz’ dedi. Dedim ‘aşağıya kadar inip geleceğiz’ dedim. Derya ‘dur ben inmek istiyorum’ dedi. Arabanın kapısını açıp elini kolunu bağladım, gözünü bağladım ağzını bağladım. Onu Yüksekova’ya götürdüm. Noktaya vardığımda bizi bekleyen bir Doblo daha vardı bize selektör yaptı. Top sahasının arkasında tek katlı bir evin bahçesine götürdüler beni. Evden içeri girdiğimde içeride bir başörtülü kadın ve birkaç çocuk vardı. Kızdım onlara çıkın dışarı dedim. Çıktılar Derya’yı içeri aldım Çekyat’a yatırdım. Ev böyle tek katlı toprak, ama beyaz badanalıydı. Ev dayalı döşeliydi. Arka odası işkence odasıydı. Orada bir çekyat ve elektrik vermek için iki kablo vardı.”

‘VÜCUDUNDA SİGARA SÖNDÜRDÜM’
Derya Ege’ye yaptığı işkencelerle ilgili de konuşan İdris Özer bunları Oktay’ın talimatı üzerine yaptığını iddia ediyor. Daha sonra Oktay ve İsmail adlı polisin gelerek Derya’ya tecavüz ettiğini iddia eden Özer, kendisinin bu süre içerisinde evin dışında olduğunu söylüyor. “Bir ara Oktay’a beni telefon ile aradıklarında Derya’nın su istediğini söyledim. Bana dedi ki ‘ne suyu işe işediğini ver” dedi. Ben de öyle yaptım. Ben Derya’yı ajan olması ve Medya Savunma Alanları’na gitmesi için ikna etmeye çalıştım. Derya sürekli ‘ben gitmek istemiyorum’ diyordu. Oktay bana ‘elektrik ver’ diyordu. Ben de elektriği belinden aşağı verdim affedersiniz bilinen bölgenin biraz yukarısına elektrik verdim. Oktay’a ‘gitmek istemiyor’ dedim. Oktay tamam dedi biz konuşuruz. Ertesi gün Oktaygil geldi. Beni dışarı çıkardılar. İçeri girdiler ondan sonra Derya’nın sürekli sesi gelmeye başladı. Derya bağırıyordu. İçeride ona tecavüz ettiler. Bunu Oktay’ın kendisi söyledi bana. Dedi ki ‘artık gidecek. Mecburdur, istiyorsa gitmesin ona tecavüz ettik.’ Derya ilerleyen günlerde yine vazgeçmeye başlamıştı. Oktay’ı aradım ‘yine vazgeçiyor’ dedim. Ona ‘tekrar elektrik ver, sigara bas vücuduna’ dedi. İşkence yapmamı söyledi. Ben de tekrardan ona işkence yaptım. Vücudunda üç tane sigara söndürdüm. Elini böyle arkasından çevirmiştim kolu kırılmıştı. Ondan sonra tekrar ‘tamam ben gideceğim’ dedi.”

EGE İÇİN SON HAZIRLIKLAR
Derya Ege’yi Medya Savunma Alanları’na göndermeden önce son hazırlıkları da bizzat İdris Özer yapar. Hedeflerini, neler yapacağını sıkı sıkıya tembihlediği Derya’ya zehirleri de bizzat kendisi teslim eder. “Ertesi gün beş tane fotoğraf getirdi Oktay. Biri Murat Karayılan’a aitti. İkincisi ise Duran Kalkan’a ait, üçüncüsü Alişer’e ait, dördüncüsü Atakan’a ait beşincisi ise Çektar isimli gerilla komutanlarına ait resimlerdi. Murat Karayılan ve Duran Kalkan zaten örgütün üst düzey yöneticileri oldukları için, Çektar ve Alişer de dergilerde, yayınlarda sürekli yazıları, boy boy fotoları çıktığı, Türkiye’yi tehdit ettikleri için hedef alınacaktı. Öyle diyorlardı. Bunlara suikast düzenlenecekti. Ben bunların hepsini Derya’ya anlattım. Derya da artık zaten kabul etmişti. Mecbur kalmıştı. Gitmeden birkaç gün önce Oktay elinde bir poşet ile geldi. İçinde şişe vardı bir de kağıt parçası. Bu kağıtta nasıl kullanıldığı yazıyordu. Dozajı nasıl verileceği falan yazılıyordu. İki çeşit zehirdi. Bunları Derya’ya vermemi istedi. Vücuduna dinleme cihazı falan takmak çok zaman alacağı için o yapılmamıştı. Sonra dedim Derya artık buraya kadar artık nasıl gidiyorsan git. Hedefini unutma!”

DERYA’NIN YAŞADIĞI ŞOK
Zehir oyunu programının ardından Derya EGE’ye ve Kürt gençlerine yaptığı işkence, tecavüz ve baskıyla hem halkta hem de gerilla güçleri içerisinde öfkeleri üzerine çeken İdris Özer, HPG gerillalarınca Derya EGE ile de yüzleştirildi. Derya Ege İdrisi karşısında görünce büyük bir şok yaşadı. Ardından da Özer’e sözlü tepki gösterdi. İdris Özer’in ise Derya Ege’nin yüzüne bakmakta zorlandığı, çekindiği ve tepkisiz kaldığı gözlemlendi.
BİTTİ ALTERNATİF

İşgal gibi!

Bu yoldan geçen fişlenir!

Yüksek Güvenlikli Askeri Bölgeler'de uygulanan yol kontrollerinde askerlerin bütün araçları fişlediği ortaya çıktı. Yüksek Güvenlikli Askeri Bölge ilan edilen Siirt, Şırnak ve Hakkari'de olağan hale gelen uygulamalar Diyarbakır'ın ilçelerinde de uygulamaya konuldu.

yuksek_guvenlik_bolge_fisleme

Diyarbakır'ın Lice, Hani, Dicle ve Kulp ilçe yollarında devreye konulan yeni uygulamada, tüm araçlar durduruluyor, kimlik kontrolü yapılıyor, araçlar didik didik aranıyor. Kontrollerin en sık yapıldığı Kulp yolunda yolculuğu eziyete dönüştüren uygulamaya güvenlik gerekçe gösterilirken, alınan kayıtlar ise bu geretçeyi yalanlıyor. ANF'nin ele geçirdiği belgede, Kulp'tan geçen her aracın nasıl fişlediğini ortaya koyuyor. Kulp'da devam eden bir dava nedeniyle Kulp Cumhuriyet Savcısı Kaya Burak Dumlu'ya iletilen belgede, araçlarla ilgili ayrıntılı bilgiler yer alıyor. Jandarma Üstçavuş Bülent Yılmaz'ın imzasını taşıyan belgenin, Merkez Jandarma Komutanlığı adına tutulduğu da imzadan anlaşılıyor.

jandarma fisleme

A-4 kağıdına hazırlanan şablonlarda, durdurulan her aracın plakası, araç şoförünün adı-soyadı, baba adı, memleketi ve doğum tarihi sütunları yer alıyor. Aynı şablonda, ayrıca aracın geldiği yerle gittiği yerin neresi olduğu, kaç yolcu taşıdığı, aracın tipi, geçiş saati ve tarihine kadar ayrıntılı bilgiler de bulunuyor. Belgeden anlaşıldığı kadarıyla jandarma, yoldan geçen her türlü aracı durdurarak fişlemiş. Kamyonundan taksisine, yolcu minibüsünden petrol taşıyan tankerine kadar her türlü araca ait bilgiler yer alıyor. Bu bilgilerin hangi amaçla tutulduğu ise merak konusu.

KERKÜK’TE SEÇİM, YASA HARİCİNDE İSE PARLAMENTODAN ÇEKİLİRİZ!

180708105417

PNA- Irak Parlamentosunda Kürdistan İttifakı Listesinden üye olan Ala Talabani, Irak parlamentosunun önümüzdeki oturumda Kerkük’ün 4 ayrı seçim bölgeye ayırılmasına yönelik oy kullanması durumunda Kürdistan İttifak Listesi’nin parlamentodan çekileceğini söyledi.

Parlamenter Ala Talabani, konuyla ilgili Newsmatique haber sitesine yaptığı açıklamada, Kerkük’te böyle bir bölünmeye yönelik uygulamanın seçim yasasından uzak ve ülkenin Anayasasına aykırı olduğunu söyleyerek, uygulamanın kentte önceki istikrarsızlığı geri getireceğini kaydetti.

Bu tür bölünmenin uygulanması halinde diğer kentlerde de aynı taifi ve mezhebi talebin bulunulacağını vurgulayan Ala Talabani, örnek olarak da Bağdat, Diyala ve Musul’u gösterdi.

Ala Talabani, sorunun gerçekçi çözümünün 140.maddenin uygulanması olduğunu söyleyerek, çünkü maddenin her aşamalarıyla Kerkük’teki bütün oluşumlara özgürce oy verme yolu verdiğini belirtti.

BAŞBAKAN BAZRANİ : ‘’YABANCI YATIRIMLAR , IRAK’TAKİ SİYASİ VE YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNE EN İYİ DESTEKTİR…’’

170708083105

PNA- Kürdistan Bölge başbakanı Neçirvan Barzani , Lübnan ve Arap ülkelerineçağrıda bulunarak Kürdistan Bölgesi ve Irak’ta daha fazla yatırım yapmalarını istedi.Başbakan Barzani , yabancı şirketlerin Irak’ta yatırım yapmalarıyla ülkede siyasi ve yeniden yapılanma sürecine en iyi destek verdiğini söyledi.

Başkent Hewler’de Lübnanlı  turistik ‘’Hewler Rotana’’ hotelinin temelinin atılması törenine katılan başbakan Barzani , burada yaptığı  konuşmada özellikle Kürdistan Bölgesinde yabancı yatırım için gerekli uygun zeminin mevcut olduğunu dikkat çekerek yabancı şirketlerin Kürdistan Bölge yatırım yasasından yararlanarak burada büyük yatırımlar yapabileceklerini vurguladı.

Kürdistan bölgesinde yeniden yapılanma sürecinden hızla ilerlediklerini dile getiren başbakan Barzani , uluslararası desteğin verilmesi durumunda bu sürecin daha da  işlev kazanacağını belirtti.

Yabancı  yatırımcıların önünde  büyük bir fırsat olan  Kürdistan bölgesindeki istikrara dikkat çeken başbakan , bu istikrarın Irak’ın genelinde sağlama çabaları içinde oldukalarını belirtti.

FLASH! : ABD’DEN İRAN SINIRINDA KURULACAK ÜSSE YALANLAMA…

HALAPJA KURDISTAN WORLD MAP

PNA-ABD Ordusu, İran sınırındaki kurulması planlanan havaalanını askeri üs olarak kullanacakları iddiasını yalanladı.

Ordunun basın danışmanı Abdüllatif Rayan, havaalanı projesinden önceden haberdar olmadıklarını savundu.

Söz konusu havaalanı için arazi tahsis edildiğini duyuran Irak'ın Sesi ajansı, Amerikalılar tarafından finanse edilecek projenin İran sınırında askerî bir üs için ilk adım olduğu iddialarına yer vermişti.

»ILGILI HABER

»ABD İran’a karşı Güney ve Doğu Kurdistan sınırına üs kuruyor

Tuncay Güney : PKK’ya Barzani’nin silah sattığı ifadelerini vermedim

Tuncay Güney'e belgeler bir binbaşıdan gelmiş

ergenekonda neler oluyor

Kurdistan-post/İSTANBUL - Evinde bulunan belgeler ve ifadeleriyle Ergenekon Operasyonu’nu başlatan Tuncay Güney, tanıklık etmek için Türkiye’ye gelmeyeceğini ancak, Kanada’ya gelmek isteyenlere de kapısının her zaman açık olduğunu söyledi. Örgütün adını 600 yıllık bir geçmişe dayanan Agarta efsanesinden aldığı iddiasına karşın Güney’e göre, ‘Ergenekon’ bir paşanın  hocasından alınmış bir isim. 
Tuncay Güney dün gece Kanal D’de yayımlanan 32. Gün programına katıldı. Kanada Toronto’dan canlı olarak programa bağlanan Güney, Mehmet Ali Birad, Can Ataklı, Şamil Tayyar, Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Faraç, Yeni Şafak gazetesi yazarı Fikri Akyüz, Rıdvan Akar’ın sorularını yanıtladı. Güney özetle şunları söyledi:

Dokuz gün işkence gördüm: PKK’ya Barzani’nin silah sattığı ifadelerini vermedim. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Adil Serdar Saçan, bu kimse dokuz gün bana işkence yaptı. Dokuz yıl gibi geldi bana. Ben kendisine artık önüme ne getirirsen imzalayacağım dedim. Roma’yı da ben yaktım dedim. O zamanki polislerin ergenekon hakkında bilgi ve birikimleri yoktu. Otomobil kaçakçılığı yaptığım meselesi ise Adil Serdar Saçan’ın bana kurmuş olduğu komplodur.

Aydın Doğan’ı yıpratma operasyonu: Aydın Doğan dosyası benim arşivimde yoktur. Bugün Aydın Doğan’ın benim üzerimden yıpratma operasyonu yapılıyor. Altı çuval Ergenekon dosyaları benim evimden çıktı bunu kabul ediyorum. Ben Ergenekoncu değilim. Gazetecilik yaptım fakat Ergenekon’daki insanlara tanıtşıtm. Bu da şans eseri oldu.

Belgeleri yayınlamadılar: Ben Akşam Gazetesi’nde çalışırken, Genel Yayın Yönetmenim’le bu belgeleri görüştüm. Kendisi bunları yayınlayamayacağını söyledi, ‘Gazetecilik demek her şeyi yayınlamak değil’ dedi. Gazeteci ağabeylerime belgeleri getirdiğimde, bu ülkede bir örgütlenme var, Susurluk ne ki, bunlar babası dediğimde gazetecilerin hepsi bana, sakın bu işlere girme, Uğur Mumcu’yu görmüyor musun dediler.

Bana belgeleri binbaşı verdi: Bir Binbaşı, Ergenekoncularla arası açıkmış. Kendisiyle tanışıyoruz. Bana bunlardan bahsetti. Ben inanmadım, hayal ürünü zannettim. Daha sonra belgeler elime geçince, bir gazeteci hanım efendiyle beraber, kendisi içerde olan emekli paşa, o zaman albaydı ona gittik. ‘Belgeleri yayınlamayın’ dedi. Bana belgeleri getiren binbaşı tutuklu değil, sorgulanmadı, sanık, zanlı değil. 

‘Her şeyi imzalarım’
Savcılık benden tanıklık istemedi: Bana savcılıktan tanıklık başvurusu yapılmadı. Biz Kanada’ya gelelim, bizimle konuş denmedi. Savcıyı ciddi bulmuyorum. Ben Türkiye’de işkence gördüm. Hakkımda yalan dolan yüzünden dava açıldı. Ben Türkiye’ye gelemem. Ama benim buraya gazeteci arkadaşlarım da gelebilir. Kapım, evim her zzaman açık. Beni zorlat getirteceklerse, o zaman, 7 yıl önce de olmuştu, ‘Getirin bütün kağıtları imzalarım’ derim.

Paşaya şantaj: Altı çuval belge nerede bahsetmek isterdim ama Türk basınında kişilik haklarıma saldırı oluyor. Altı çuval da üç çuvala inmiştir. Emekli emniyet müdür yardımcısı emekli payaşa karşı şantaj olarak kullandığı için... Belgeler çok eski Ortadoğu ilgili Türkiye’nin iç dinamikleriyle ilgili, Avrupayla ilgili.

Ergenekon: 1978-1979’da İstanbul Jandarma Komutanı şu anki paşanın hocasıdır. Bu kişinin soyadı için verilmiş isim. Paşanın hocasına verdiği isim.

Yeni Şafak’la röportaj yapmadım: Bugün Yenişafak gazetesinin atmış olduğu manşet... Ben böyle bir röportaj yapmadım. Fakat ergenekon dosyalarında Yeni Şafak’ın yazmış olduğunun daha fazlaları var. Şaban Bey’e geçmişte röportaj yaptım fakat bugünkü manşette bunları söylemedim. Ergenekon dosyasında PKK dosyası varsa, diğer dosyalar varsa, ki vardır... (Radikal)

Yeni Şafak Gazetesi İstihbarat Müdürü Şaban Arslan'ın açıklaması şöyle:

Tuncay Güney'in, Kanal D'deki 32. Gün programında da yayınlanan Yeni şafak'ın 'Ergenekon PKK'yı bir ayda bitirir', başlıklı haberdeki ifadeleri için 'Bana ait değil' ve şahsıma ait,'Şaban Arslan İstihbarat'a bağlı çalışır. Patronlarından emir alır' gibi son derece anlamsız ifadelerini, üzülerek okuyorum.yenisafak pkk

1988 yılından bu yana, tam 20 yıldır, (13 yılı Hürriyet'te olmak üzere), tek geçim kaynağım gazeteciliktir. Hiç kimsenin, Şaban Arslan'ın, gazetecilik dışında bir geliri olduğunu iddia etmeye hakkı yoktur. Ederse de bunu belgelemek zorundadır.

Tuncay Güney'in ayrıca, elindeki belgeleri, 'Bunları bana Şaban Arslan gönderdi' dediği belgeler, kendisinin 2001 yılında Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği ifadelerdir. Bu ifadelerin verilmesinin üzerinden 7 yıl geçmiştir. Bu işlere ilgi duyan herkesin kolaylıkla elde edebileceği belgelerdir. Daha bugün bu ifadeleri, benden isteyen bir arkadaşıma gönderdim. Benden bu ifadeleri istediğini hatırlıyorum, Tuncay Güney'e de göndermiş olabilirim.

Hem ayrıca, Sn. Mehmet Ali Birand da program sırasında yaptığı son derece mantıklı açıklamayla Ergenekon soruşturması kapsamında polis, savcılık ve mahkemede alınan ifadelerin aylardır mail ortamında dolaştığını beyan ettiler. Kendilerine teşekkürü borç biliyorum. Çünkü şu ana kadar alınan ifadelerin büyük bölümü bende var ve bunların çoğu bana mail ortamından geldi.

Ayrıca, ifadeler gizli diyorlar ama nasıl oluyorsa daha dava açılmadan, Ergenekon operasyonunda alınan ifadeler ışığında kitaplar yazılıyor.

Şunu da söylemek istiyorum. Tuncay Güney'le ilk röportaj yapan gazeteci benim. Sanıyorum yılbaşından bu yana çok sayıda görüşmemiz oldu. Öncesinde hiç tanışıklığımız olmadığını belirtmek istediğim Güney'e herkesin aradığı bir dönemde ulaşmam, tamamen gazetecilik başarısıdır. Ayrıca bugün gazete ve televizyonlarda, 'Şimdi sayın seyirciler, Kanada'dan Tuncay Güney'e bağlanıyoruz' diyen ve gazetelerine bu kişiyle ilgili haber yapan arkadaşlarımızın çoğuna Tuncay Güney'in telefonunu ben vermişimdir.

Son 5-6 aydır msn'den ve telefondan, Tuncay Güney'le yoğun bir görüşme trafiği yaptım. Ama bu görüşmelerin tamamen gazetecilik amaçlı olduğunun bilinmesini isterim. Ki bu görüşmelerden aldığım notlardan haber değeri olanları gazetemde daha önce üç kez haber yapmıştım.

Güney'le yaptığım görüşmelerde, Ergenekon soruşturmasının gizliliğine zarar verecek diyaloglara girmemem gerektiğini herkesten iyi bilenlerdenim.

Tuncay Güney'in, güvenlik kaygısı nedeniyle aşırı tepki verdiğini ve konuyu abarttığını düşünüyorum. Ancak şahsıma yönelik, 'Ben böyle bir şey demedim' şeklindeki ağır suçlaması nedeniyle msn'den yaptığımız görüşmeyle ilgili kaydın ilgili bölümlerini dikkatinize sunuyorum.

Saygılarımla. Şaban Arslan
Yeni Şafak Gazetesi İstihbarat Müdürü

Gülen ABD vatandaşı oluyor

Fetullah Gülen ile turkes turk kurt

Bu davayla Gülen'in 1999'dan beri yaşadığı ABD'deki vize sorunlarına son vermesi beklenen sürekli oturum (yeşilkart) başvurusunun önündeki çok önemli bir teknik engel ortadan kalkmış oldu. Fethullah Gülen, kanundaki ilgili şartları yerine getirdiği halde 'olağanüstü yetenekli yabancı' statüsünden kendisini mahrum eden ABD hükümetini temsilen Göçmenlik Bürosu ve İdari Temyizler Dairesi'nin bağlı bulunduğu İç Güvenlik Bakanlığı'nı geçen yıl mahkemeye vermişti.

Pensilvanya eyaleti doğu bölgesi federal hakimlerinden Stewart Dalzell'in baktığı dava resmi kayıtlara, 'Fethullah Gülen'e karşı İç Güvenlik Bakanı Michael Chertoff' olarak geçti.

Hakim Gülen'e hak verdi
Davalılar Gülen'in 'eğitim' alanında olağanüstü yeteneği olduğunu kanunda belirtilen tarzda ispatlayamadığını iddia etmişti. Davacılar ise 'eğitim' alanı tanımının daraltıldığını belirterek, Gülen'in ilahiyat, siyasal bilim ve İslami araştırmalar gibi alanlardaki başarılarının da nazar-ı itibara alınabileceğini savunmuştu. Hakim, davacı Gülen'e hak verdi.

ABD İç Güvenlik Bakanlığı'nın avukatlığını yapanlar, Gülen'in delil olarak gösterdiği makalelerin bilim adamlarına değil genel halka sunulmasından dolayı kanunda işaret edilen 'ilmi' niteliğini taşımadığını öne sürüyordu. Hakim Dalzell ise bu yorumun 'ilmi' kelimesinin sözlük anlamına ve Göçmenlik Bürosu'nun kendi el kitabındaki tasvire dahi ters düştüğüne işaret etti.

"Gülen, ABD'ye faydalı"
Hakime göre, Gülen'in ABD'de kalması halinde 'dinlerarası diyaloğu ve farklı inanç ve dinler arasında uyumu teşvik ve yaymaya devam edeceğini' bildirmesi, bu vize statüsünü almak için gereken şartlardan biri olan ABD'ye faydalı olmayı da karşılıyor.

Hakim Dalzell, Gülen'in uzun süre önce reddettiği başvurusunun ücreti olan 1000 dolar tutarındaki başvuru ücretini hâlâ iade etmeyen ABD Göçmenlik Bürosu'na en geç 1 Ağustos'a kadar bu parayı ödeme emri de verdi. Bu karar, davacı Gülen tarafının mahkemeden böyle bir talepte bulunmadığı halde çıktı.

Hakim, çözülmesi gereken, kalan konuları ve davanın bundan sonraki istikametini belirlemek üzere tarafları 4 Ağustos'ta 'statü toplantısı'na çağırdı. Kurdistan-post/ajanslar

İşte Ergenekon'un şok PKK operasyonu

perincekvelikucuk[1] Bugün/ Ergenekon'un kilit isimlerinden Veli Küçük'ün evinde bulunan "Etnik/Bölücü Operasyonların Tasfiyesi/Kürt Hareketi" başlıklı belge şok yarattı. "Panzehir" adlı planda örgütün, Öcalan'ın İmralı'da tutulmasından bile yararlanmaya kalktığı ortaya çıktı. Apo'nun mesajlarının "güvenilir kuryeler eliyle iletilmesinin sağlanması" üzerinde duruldu.

Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklanan emekli Tuğg.Veli Küçük' ün evrakları arasında ele geçirilen bir belge PKK ile Ergenekon terör örgütü arasındaki ilişkiyi bütün boyutlarıyla ortaya koydu.

Kürt hareketi analizi

'Panzehir' isimli plana göre 'Ayrılıkçı Kürt Hareketini' kontrol altında tutmak isteyen Ergenekoncular, PKK'nın lider kadrosunu tasfiye ederek yerlerine "iyi yetişmiş genç subayları monte etmeyi" planlamışlar. Veli Küçük'ün evinde bulunan 1 Mayıs 2000 tarihli "Etnik/bölücü Operasyonların Tasfiyesi / Kürt Hareketi" başlıklı belgede yer alan eylem planında örgütün yönetiminin nasıl ele geçirileceği anlatılıyor. Kürt hareketinin bütün boyutlarıyla analiz edildiği belgeye göre eylem planının satır başları şöyle: veli kucuk

Öcalan’ın mesajları kuryeyle iletilsin

Öcalan'ın İmralı'da tutulmasının mutlaka değerlendirilmesi gerektiğinin anlatıldığı planda; "Öcalan'ın PKK ve HADEP'e yönelik talimatlarının medya aracılığı ile kamuoyuna sıkça yansıyor oluşu, kamu vicdanında yaralar açması yanı sıra , dış dünya kamuoyunda da hala önemli bir gücün lideri konumunun korunmasına da olanak sağlamaktadır. Bu yüzden Öcalan'ın medya aracılığı ile mesaj iletmesine imkan verilmesi yerine, bu anlamdaki çalışmalarda Öcalan'ın yazılı mesajlarının güvenilir kuryeler aracılığı ile iletilmesinin sağlanması çok daha akılcı bir yöntem olacaktır" denildi.

Apo daha emekli olmadı

Veli Küçük'ün yakın çevresine 'Öcalan henüz emekli olmadı, daha yapacağı çok iş var dediği' öğrenilirken Panzehir belgesinde bu konuyla ilgili şu bilgilere yer verildi: "Öcalan'ın tutukluluk sürecinden yararlanılması ve PKK Başkanlık Konseyi kadroları süratle tasfiye edilerek yerleri elde edilmelidir. Öcalan beyanlarında HADEP'in çalışmalarını yeterli bulmadığını ifade etmiştir.

Buradan yola çıkarak PKK Başkanlık Konseyi tasfiye edilerek yerlerine önereceği isimlerin görev alması sağlanabilir. Bu HADEP kadroları için de geçerlidir. Çünkü kendisini halen PKK'nın vazgeçilmez tek lideri olarak görmekte ve bu psikolojik duygu ve düşünceden kendisini kurtaramamaktadır. Özetle Öcalan henüz emekli olmamıştır, olmayı da düşünmemektedir."

PKK yönetimine genç subayları sokalım

"Abdullah Öcalan'ın yargı sürecinde gerçekleştirilecek olan bu operasyonun temel noktası; PKK yönetim kadrolarının başarısızlık nedeniyle tasfiye edilerek, yerlerine TSK mensuplarından seçilecek olan genç, donanımlı ve uygun subaylardan atanmasından ibarettir. Kontrol altına alınmış PKK örgütünün yanı sıra aynı uygulama HADEP kadroları içinde gerçekleştirilmelidir.

TBMM'ne Pentagon emrinde ve AB güç odaklarının desteğinde girecek olan PKK uzantısı HADEP'in yerine TSK eliyle girmiş bir HADEP' in milli egemenlik ve ulusal çıkarlar adına yarar vardır."

Finans ve medya organlarına denetim

'Panzehir' isimli belgenin eylem planı içerisinde yer alan yol haritasına göre PKK'nın finans ve medya kaynaklarının yönetimine de el konulacak. İşte belgedeki o bölüm: "Kürt hareketi, 15 yılı aşkın süredir çeşitli alanlarda desteklenerek finansal güç elde etmesi sağlanmıştır. PKK yönetimine yapılacak operasyonla hem örgüt hem de siyasi uzantısı HADEP ekonomik gücünü yitirecektir.

Çünkü ekonomik varlıkların hareketi ve finans kaynaklarının denetimi elde edilmiş olacaktır. Operasyon sonucu yayın organlarının denetim ve kontrolü ele geçirilmiş olacağından etnik ayrılıkçı Kürt hareketi, dünya kamuoyunda sesini duyurmaya çalışırken Pentagon talimatlarına uygun yayın politikası yürütemeyecektir"

‘ERGENEKONCULARLA GORÜŞTÜM’ DEMiŞTi

Abdullah Öcalan, Ergenekon operasyonuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, Ergenekon örgütlenmesi içindeki isimlerle defalarca görüştüğünü iddia etmişti. Öcalan, görüştüğü isimlerden birisinin de tutuklandığını ileri sürerken, "Aslında bana bir şeyler söylemek istiyordu, biraz farklıydı. 2002'den sonra buraya gelmediler. Bunların arasında hegemonik bir savaş var" demişti.

Öcalan, "Bu Ergenekoncular, 30 yıldır ABD karşıtlığı yaptıklarını belirtiyorlar. Hayır, aslında ABD'ye hizmet ediyor. İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Veli Küçük Amerikancıdırlar" diye konuşmuştu. Öcalan, emekli orgeneraller Tolon ve Eruygur'un tutuklanmalarının ve emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün de Rusya'ya kaçmasının manidar olduğunu ifade etmişti.

6 BiN SiLAH CEMiL BAYIK’A TESLiM EDiLDi

  Ergenekon adına PKK ve Kürt yöneticilerle görüşme işini halen Kanada'da yaşayan Tuncay Güney, yine operasyon kapsamında tutuklu bulunan İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek, Ferit İlsever ve Yalçın Küçük'ün yaptığı tespit edildi. Küçük'ün evinden çıkan belge ve bilgiler arasında bu görüşmelere ait fotoğraflar da elde edildi.

Öte yandan Güney 2001 yılında dönemin organize müdürü Adil Serdar Saçan'a verdiği ifadede Ergenekon adına Kuzey Irak'a 12 bin silah götürdüklerini, bu silahlardan 6 binini PKK Başkanlık Konseyi üyesi Cemil Bayık'a teslim ettiklerini iddia etmişti.

KRiTiK KOMUTANLAR TUTUKLU

Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklu bulunan Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, Öcalan'ı sorgulayan komutandı. Halen firarda olan Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ise dönemin Bursa Jandarma Garnizon Komutanı olarak İmralı'nın güvenliğinden sorumluydu.

Yine Ergenekon terör örgütü yöneticisi olmakla suçlanan Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, o dönemde İmralı'dan da sorumlu olan 15. Kolordu Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Ergenekon tutuklusu Emekli Orgeneral Şener Eruygur ise, o dönemde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı'ydı. Adem Yavuz ARSLAN

Ergenekon Raporu: DIŞ GÜÇLERLE BAĞLANTILI ve İKTİDAR YANLISI MEDYA

gizli Kurdistan-Post/Taraf-Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanıp cezaevine konan eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un ofisinde ele geçirilen belgeler arasında 1998 yılından 2004 yılına kadar medya dünyası hakkında tutulan ayrıntılı raporlar da ele geçirildi.TURK MEDYASI
AYRINTILI PATRON ANALİZİ • Eruygur’un ofisindeki belgeler arasında, başta Aydın Doğan, Dinç Bilgin ve Mehmet Emin Karamehmet olmak üzere birçok medya patronu hakkında ayrıntılı analizler yer aldı. Medya patronlarının bütün ticari faaliyetleri ve şirketlerinin yanı sıra, yatırımları, borçları, özelleştirme sonucu elde ettikleri şirketler ve bunlarla ilgili bilgiler de raporlarda ayrıntılı olarak yer aldı.
KORKUTMA AMAÇLI MEKTUPLAR • Eruygur’un ofisinde medya patronlarının yanı sıra TSK’yı eleştiren birçok gazeteci ve köşe yazarına Jandarma tarafından yazılmış, içinde “aşağılama” ve “korkutma” içerikli bilgilerin yer aldığı mektuplar da ele geçirildi. Sert bir dille kaleme alınan mektuplarda, “Sizi jandarmayı daha yakından tanımaya davet ediyoruz” ibareleri de yer aldı. Bu bağlamda gazetecilerden çizgi değiştirmeleri de istendi.
GAZETECİLER SINIFLANDIRILDI • Ofiste ele geçirilen bir başka belgede ise Türkiye’deki gazetecilerin önemli bir bölümünün “1’inci ve 2’inci Derecede Önemli” başlıklarıyla sınıflandırıldıkları ortaya çıktı. 1’inci Derecede Önemli gazeteciler üzerinde çalışma yapılması önerilirken, 2’inci Derece gazetecilerle ilgili herhangi bir çalışma yapılmasına gerek duyulmadığı vurgulandı.
GAZETECİLERİN DIŞ BAĞLANTLARI • Eruygur’un ofisinde ele geçirilen belgeler bunlarla da sınırlı kalmadı. Gazetecilerin “Dış ilişkiler” bağlantılarıyla fişlendiği, bazı ülkeler tarafından “enforme” edildikleri iddia edilen raporlara da Eruygur’un ofisinde el kondu. Ergenekon dosyasında yer alan bu belgede en fazla fişlenen kurum ise Doğan Grubu ve gazetecileri oldu. Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 2004 yılında hazırlandığı anlaşılan bu listeler arasında Hükümet tarafından tasfiye edildiği söylenen gazetecilere de yer verildi. İşte 2004 yılında Eruygur’un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde hazırlattığı ve ofisinde ele geçirilen “Gizli” ibareli medya fişleme belgesinde ismi geçen gazeteciler ve haklarında yapılan açıklamalar.

“DIŞ GÜÇLERLE BAĞLANTILI OLARAK İKTİDAR YANLISI YAYIN YAPAN MEDYA MENSUPLARI” BAŞLIKLI ‘GİZLİ’ RAPORDAKİ FİŞLENEN GAZETECİLER LİSTESİ •

Ertuğrul Özkök: Hürriyet Gazetesi. Her zaman iktidarın merkezine yakın olma stratejisi izler. AKP iktidarı ile birlikte medya dengeleri ile oynayabilecek bir konuma gelmiştir. Daha önce ABD-İngiltere ekseninde iken, Aydın Doğan’ın etkisiyle Almanya etkisine girmiştir. Doğan Medya Grubu’nda Ankara bürokrasisini en iyi bilen isimlerden biridir. Amerikan Büyükelçisi Eric Edelman’ın toplantılarına da katılmıştır.
Hadi Uluengin: Hürriyet Gazetesi. Eski Maocu, yeni liberallerdendir. İngiltere ve İsrail tarafından enforme edilmektedir. Yetişme tarzı ve geleneği ile Fransız etkisi ile de hareket eder. Neo-liberal politikaların destekçisidir.
Mehmet Altan: Sabah Gazetesi. ABD ve İngiltere tarafından enforme edilmektedir.  
Gülay Göktürk: Sabah Grubu, Vatan Gazetesi. Eski solculardaki liberalleşme eğilimlerinin önde gelenlerindendir. İngiltere tarafından enforme edilmektedir.
Leyla Umar: Sabah Gazetesi. İngiltere ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Sedat Sertoğlu: Sabah Grubu. ABD ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Mehmet Barlas: Sabah Gazetesi. ABD ve İngiltere tarafından enforme edilmektedir. Fetullah Gülen’in güdümündedir. NTV’de Mustafa Balbay ve Emin Çölaşan’ın yerine getirilerek konumu daha da güçlendirilmiştir.
Fehmi Koru: Yeni Şafak. ABD ve İngiltere tarafından enforme edilmektedir. Fetullah Gülen’in güdümündedir. NTV’de Mustafa Balbay ve Emin Çölaşan’ın yerine getirilerek konumu daha da güçlendirilmiştir.
Ahmet Hakan Coşkun: Sabah Grubu, Kanal 7. ABD tarafından enforme edilmektedir. Fetullah Gülen’in güdümündedir. Zaman Gazetesi’nden transfer edilmiştir.
Cüneyt Ülsever: Hürriyet Gazetesi. ABD, İngiltere ve Yunanistan tarafından enforme edilmektedir. Bir nevi zemin hazırlayıcısıdır. Sahaya konacak oyunun emareleri ÜLSEVER üzerinden takip edilebir. TRT’de Ümit Zileli’nin yerine getirilerek konumu daha da güçlendirilmiştir.
Güntay Şimşek: Sabah Gazetesi. ABD tarafından enforme edilmektedir. Fetullah Gülen’in güdümündedir. Zaman Gazetesinden transfer edilmiştir.
Fatih Altaylı: Hürriyet Gazetesi. Medya çevrelerinde MİT yazarı olarak bilinir. ABD ve İngiltere tarafından enforme edilmektedir. Doğan Grubunda öne çıkarılmış olup, Ertuğrul Özkök’ün yerine getirilebileceği değerlendirilmektedir.
Güneri Cıvaoğlu: Milliyet. ABD, İngiltere ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Ali Kırca: Sabah, ATV. AB tarafından enforme edilmektedir.
Nazlı Ilıcak: Tercüman Gazetesi. İngiltere tarafından enforme edilmektedir.
Cengiz Çandar: Tercüman Gazetesi. ABD ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Metin Münir: Vatan Gazetesi. İngiltere ve Yunanistan tarafından enforme edilmekte olup, Cüneyt Ülsever’le irtibatlı olarak çalışmaktadır.
Mehmet Ali Birand: Posta Gazetesi. ABD, İngiltere ve AB tarafından enforme edilmektedir. Türkiye’deki mason çevrelerle de sıkı ilişkilere sahiptir. Medyanın, sahibine en sadık kalemlerindendir.
Taha Akyol: Milliyet Gazetesi. İngiltere ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Hasan Cemal: Milliyet Gazetesi: ABD, İngiltere ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Meral Tamer: Milliyet Gazetesi. İsrail tarafından enforme edilmektedir.
• Zülfü Livaneli: Vatan Gazetesi. ABD, İngiltere ve İsrail tarafından enforme edilmektedir.
Sedat Ergin: Hürriyet Gazetesi. ABD ve İsrail tarafından enforme edilmekte olup, MOSSAD’ın Ankara’daki en güçlü kontaklarından biri olduğu medya çevrelerinde bilinmektedir.

‘TASFİYE EDİLEN’ GAZETECİLER

• Eruygur’un ofisinde ele geçirilen belgeler arasında “Tasfiye edilen medya mensupları” başlıklı bölümde ismi geçen gazeteciler ve haklarında yapılan açıklamalar şöyle:
• Tuncay Özkan: Çukurova Grubu, Akşam Gazetesi, Show TV. Program yapımcısı. Hükümetin baskısıyla görevinden ayrıldığı...
• Hulki Cevizoğlu: Sabah, ATV. Ceviz Kabuğu programı yapımcısı. Hükümetin baskısıyla programının yayından kaldırıldığı...
• Emin Çölaşan: Hürriyet Gazetesi. Hükümetin baskısıyla NTV’de Mustafa Balbay ile birlikte programının yayından kaldırıldığı...
• Mustafa Balbay: Cumhuriyet Gazetesi. “Panorama” programının yapımcısı. Hükümetin baskısıyla TRT’deki programının yayından kaldırıldığı...
• Ümit Zileli: Cumhuriyet Gazetesi. Hükümetin baskısıyla TRT’deki programının yayından kaldırıldığı...
• Mümtaz Soysal: Hürriyet Gazetesi. Hükümetin baskısıyla tasfiye edildiği...
• Necati Doğru: Sabah. Hükümetin baskısıyla tasfiye edildiği...
• Erol Manisalı: Cumhuriyet Gazetesi. Hükümetin baskısıyla tasfiye edildiği değerlendirilmektedir.    

'Bayraklar, Peçeler ve şeriat'

ERDOGAN ATO Türkiye’nin AKP’ye açılan kapatma davasından bu yana “kargaşa” içinde olduğu öne sürüldü. The Economist dergisi, “Dar Kemalist gömlek artık bu modern ülkeye uymuyor” iddiasına da yer verdiği geniş yazısında, üst düzey bir AKP yetkilisine atfen “Sayın Erdoğan, laik Türklere elini uzatmak için çaba gösterseydi bugün bulunduğumuz yerde olmayabilirdik” diye yazdı. Dergi, “bir AKP milletvekili de, ‘Erdoğan hiçbir tavsiye ve eleştiriyi kabul etmiyor. Bir tirana dönüştü, diye fısıldadı” cümlesine yerverdi.

İngiliz haftalık dergisi The Economist, AKP hakkındaki kapatma davası başta olmak üzere, Türkiye’deki durumu “Bayraklar, Peçeler ve Şeriat” başlıklı çok geniş bir yazıda değerlendirirken, “Türkiye’deki iktidar partisi hakkındaki davanın arkasında varoluşsal bir soru var: ülke ne kadar İslamcılaştı sorusu” ifadesini kullandı.

Ankara, Kars ve Tokat mahreçli yazısında prestijli dergi, Yargıtay Başsavcısının AKP’nin kapatılmasını talep etmesinden bu yana Türkiye’nin “kargaşa” içinde olduğunu savunurken, kararın yakında çıkmasının beklendiğini, çoğu gözlemcilerin partinin kapatılacağına inandığını da kaydetti.

İddianamede “yeterli kanıt” olmadığını da öne süren dergi, “AKP, İslami değerleri teşvik etti, ancak Kuran’dan esinlenen yasaları geçirmek için hiç bir zaman girişimde bulunmadı” diye yazdı.

Ancak “Bu, yargı darbesinin arkasında olduklarına inanılan Türkiye’nin müdahaleci generalleri pek etkilemedi” iddiasına da yer veren dergi, 1997 yılında Erbakan hükümetinin uzaklaştırılmasını ve “e-muhtıra”yı anımsattıktan sonra bazı generallerin Ergenekon olayına karıştıklarını da öne sürdü.

-“HER MÜDAHALE İSLAMCILARI GÜÇLENDİRDİ”

The Economist, “Her müdahaleden sonra İslamcılar daha güçlü olarak dönüş yaptı” değerlendirmesini de yaptıktan sonra, AKP döneminde ekonomi ve reform yolunda atılan adımlara dikkat çekti. “Dar Kemalist gömlek artık bu modern ülkeye uymuyor” iddiasına da yer veren dergi, buna karşın anketlerin, Türklerin çoğunun artık kendilerini her şeyden önce Türk değil, Müslüman olarak nitelendirdiklerini anımsattı.

Anadolu’nun eskiden “daha az İslamcı” gibi görünmesini büyük ölçüde “büyük ve canlı Hıristiyan topluluğunu”nun varlığına bağlayan dergi, laiklerin türbana ilişkin itirazlarına dikkat çekerken anketlerin “Küçük bir grup militan laiklik yanlılarının dışında Türklerin çoğunun, başta üniversitelerde olmak üzere İslami başörtüsüne karşı olmadıklarını gösterdiği”ni yazdı.

EN BÜYÜK FAY HATLARI

The Economist, “laiklerin korkularının arkasında bilgisizliğin bulunduğu” iddiasını aktardıktan sonra, “Türkiye’deki giderek sivrileşen laik-dindar ayrışmadaki en büyük çatlak hatlar, içki, kadınlar ve eğitim ile ilgilidir” diye yazdı.

Bazı AKP belediye başkanlarının kentlerin dışında “kırmızı bölgeler” oluşturma isteğine de dikkat çekildiği dergide, kadın ve erkekler için ayrı plajlar düzenleyen ve içki servisi yapmayan otellerin sayısındaki artışa dikkat çekildi. Dergi de, türban kullanan kadınların sayısının dört misli artığı görüşlerine de işaret edildi. “Bütün bunlar, tırmanan İslam’a ilişkin paranoyayı besliyor” diyen dergi, “Bu korkular haklı mı?” sorusunu da sordu.

İngiliz dergisi, muhafazakar Anadolu’nun alanının genişleşmiş ise de kentli laiklerin yaşamının eskiden gibi devam ettiğini de belirtti. “Türkiye’nin ruhu için en sert mücadele okullarda veriliyor” değerlendirmesini de yapan dergi, Hizbullah eylemlerine de dikkat çektikten sonra, “AKP’nin yasaklanması aşırı unsurların elini güçlendirebilir” görüşünü de dile getirdi. Dergi, AKP milletvekillerinin çocuklarının Kuran’dan çok İngilizce’yi okudukları iddiasına da yer verdi.

ERDOĞAN’A AKP İÇİNDEN ELEŞTİRİLER

Uzun yazısının son bölümünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a eleştiriler yönelten The Economist, üst düzey bir AKP yetkilisine atfen “Sayın Erdoğan, laik Türklere elini uzatmak için çaba gösterseydi ‘bugün bulunduğumuz yerde olmayabilirdik” diye yazdı. Dergi, Erdoğan için şu yorumu yaptı:
“Birkaç şansı kaçırdı. Geçen son baharda AKP’nin generaller tarafından 1980 yıllarında yapılan anayasa yerine geçecek yeni bir anayasa hazırlanmaya çalışılırken Sayın Erdoğan, hiçbir zaman laik muhaliflerine danışma zahmetine girmedi. Kızlarda üniversitelerde türban kullanmalarına olanak veren yasayı geçirirken de onları görmezlikten geldi. Eleştirenler, büyük seçim zaferinin başını döndürdüğünü söylüyorlar. Bir AKP milletvekili de ‘Erdoğan hiçbir tavsiye ve eleştiriyi kabul etmiyor. Bir tirana dönüştü’ diye fısıldadı.”

The Economist de, Erdoğan’a yönelik bu eleştiriler için “Belki öyle ancak bu, siyasetten men edilmesi ve partisinin yasaklanmasını hak ettiği anlamına gelmez” ifadesini kullandı.(ANKA)

YORUM - Amerikan mesajları…

 

Mehmet Altan-Gazetem net

Kim?

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Parris....

Nerede?

Washington'da, Stratejik ve Uluslararası Etütler Merkezi- CSIS tarafından düzenlenen bir toplantıda...

Ne yapıyor?

Yeni döndüğü Türkiye’deki yaşanan siyasi gelişmelere ilişkin değerlendirmeler yapıyor.tayyip

* * *

Önce, Ak Parti'nin genel seçimler sonrasında yaptığı "hataları" sıralıyor:

1) AB sürecinde ilerleyememek

2) Anayasa’yı iyileştirememek ya da değiştirememek

3) İslami gündem korkularını giderecek bir şekilde köşeleri törpüleyememek

4)Başbakan Erdoğan’ın söz verdiği gibi tüm Türkiye’nin hükümeti olamamak.

Parris şunu da ekliyor:

"Tanıdığım bazı Türkler, AKP’yi kendi yanlışlarından kurtardığı için mahkemeye kızıyor".

* * *

ABD eski Ankara Büyükelçisi ardından bir Türkiye analiz yapıyor:

Türkiye’deki aktörleri…

1)AKP

2) Liberal elit

3) Kemalist derin devlet

4) Asker-devlet adamı

5) Ve 3. güçler olarak tanımlıyor.

Ardından yukarda sıralanan aktörlerle ilgili yorumlarını anlatıyor.

Parris, yolsuzluğun AKP’ye bulaştığının ortaya çıktığını ve bu anlamda da, AKP hükümetinin selefleri ile "aynı kültürü paylaştığının görüldüğünü" kaydediyoır.. Ardından da , AKP’nin liberal demokrasiye bağlı olup olmadığının da soru işaretlerine yol açtığını söylüyor.

Liberal ve Batı yanlısı kesimin, son bir ayda aksi yönde eğilimleri göstermesine rağmen, "Parti kapatılmasına karşıyız ama bu kez olabilir" yönünde fikirleri olduğunu vurguluyor.

Reformlarla, bazıları şiddete eğilimli olan Kemalistler’in marjinalize edileceğini kaydediyor...

Askerlerin içinde farklı renkler olduğunun görüldüğünü ve Hilmi Özkök örneği ile emekli askerlerin daha fazla siyasi rol oynamaya başlayabileceğini belirtiyor.

Parris, "3. güçler" dediği kesimin polis içinde güçlü olduğunu ve savcıları etkileyebildiklerine dikkat çekiyor...Ve şöyle devam ediyor, "Erdoğan adına mı hareket ediyorlar bilmiyorum. Ama, Erdoğan’ı devirmek isteyenlerin kazanmasını istemiyorlar".

* * *

Amerikalı Büyükelçi, "genel tabloyu" da şöyle resmediyor:

"Bu işleri başlatanlar AKP ve Erdoğan’ın dengesini bozdular. Ama, bu işlerin nasıl biteceği ve sonuçları konusunda akıllı bir öngörüleri yoktu."

Mark Parris bu durumu, Sovyet döneminde, "MAD" diye tanımlanan "Karşılıklı yok etme güvencesi" haline benzetiyor. Büyükelçi, "Evet, Erdoğan’ı devirip partiyi kapatabilirler. Ama, birçok kişi de beraberinde devrilir. Çok can yanabilir" hatırlatmasını yapıyor..

Anayasa Mahkemesi’nin kendini içine soktuğu durumdan çekinmeye başladığını da kaydeden Parris, "Herhalde, ağustos ortasında bir cuma akşamı karar verilir. Bahse girsem AKP kapatılır derdim. Ama, bir süredir bu işin içinden zararsız çıkılması için fırsatlar arttı gibi" diyor.

Çünkü Parris'e göre farklı bir çözüm bulunmazsa herkes uçurumdan kayabilecek ve sözünü ettiği "MAD" durumunda birileri hapse girecek, birileri siyasetten yasaklanacak, ekonomi başaşağı gidecek.

Parris, "Rasyonel biri, daha iyi bir yol bulunmalı diye düşünür" mesajını da veriyor.

Bahara kadar Türkiye’de bir genel seçim yapılması şansının yüksek olduğunu da hatırlatıyor…

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün Başbakanlık’ta kabul edip bir saat görüştüğü ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley'in dediklerine gelince…

Hadley, 21. yüzyılın zorlukları ile mücadele ederken Türkiye'nin de yakın bir dost, müttefik ve güçlü bir stratejik ortak olarak katkıları için müteşekkir olduklarını belirterek, "Tabi ki bu zorlukların en önemlisi terörizmle olan mücadeledir. Terörizmle mücadele konusunda iki ülke birleşmiştir ve birlikte çalışmaktadır. ABD, ortak düşmanımız olan PKK ile mücadele konusunda da, Irak meselesi konusunda da Türkiye ile çalışmaya kararlıdır "dedikten sonra...

Türkiye’nin son yıllarda demokratik politika reformlarını yürüttüğünün...

Ve son derece önemli reformlar yaptığının altını çizip konuşmasına şöyle devam ediyor:

"Aynı zamanda serbest piyasa ekonomisi konusunda birtakım reformlar yapmaktadır.

Tüm bu reformlar Türkiye için çok önemlidir.

ABD de bu reformların devamına inanmaktadır.

Bu reform çabaları Türk halkı tarafından da desteklenmektedir. Zira bu çabalar sayesinde Türkiye daha güçlü ve refaha sahip bir ülke haline gelecektir.

Aynı zamanda AB'ye üyelik sürecine daha yakın bir adım atmış olacaktır. ABD Türkiye'nin AB adaylık sürecini desteklemektedir. "

* * *

ABD'den gelen eleştiriler…

Destekler…

Öneriler...

Berrak ve açık.

Aynen AB'den gelenler gibi.

* * *

Ama "Ankaralılaşmak" nasıl bir şey ise, doğru yolda gideni bile rahatlıkla yoldan çıkarabiliyor.

İnsan odaklı bir hayatın kaçınılmaz reçetesi olan "dünyalaşmanın" yolunu şaşırtabiliyor.

En umutsuz anda bile "umudun" çıkageldiği bu garip ülkemizde, yeryüzü sinyallerini daha ihtimamlı değerlendirmekte çok fayda var gibi gözüküyor.