Baydemir: “Muhatabım Bağış değil, Erdoğan”

baydemir008 Egemen Bağış, Osman Baydemir için ‘şovmen’ benzetmesi sözlerine karşın Baydemir'den cevap geldi.
Diyarbakır'da düzenlenen bir toplantıda konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış, DTP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir için 'şovmen' benzetmesi sözlerine karşın Baydemir, muhatabım Başbakan Erdoğan'dır cevabı geldi.

AKP tarafından Diyarbakır Ticaret Borsası'nda düzenlenen "Türkiye'nin Dış Politikası" toplantısında konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış, “DTP'li Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e "şovmenlikten başka bir şey yapmıyor" sözlerini kullanmıştı. Bu sözler üzerine bugün bir açılışta konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “Benim muhatabım Egemen Bağış değildir. Muhatabım Başbakan Recep Tayip Erdoğan'dır. Ne söylediği beni ilgilendirmez. Kaale bile almıyorum” dedi.

Genelkurmay'dan üç harfe yasak

kurtce harfler yasak xqwKurdistan-Post -“Q,W,X” harflerinin üzeri çizilen afişte, “Tabelalarda, ilanlarda, reklamlarda önce Türkçe” yazısı yer aldı. Askeri kurumlara gönderilen yazılarda da yabancı isim ve harflerin kullanılmamasının istendiği öğrenildi. Genelkurmay Başkanlığı'ndaki tesislerde kullanılan yabancı isimler için uzmanlar Türkçe karşılıklar buldu.

Ayrıca askeri tesislerde yabancı kelimelerin yazılı olduğu tabelalarınÖnce Türkçe kaldırıldığı, yerine Türkçe karşılıklarının bulunduğu yeni tabelaların asıldığı bilgisi verildi. Buna göre, bundan böyle hiçbir askeri tesiste mönü, fast food, brunch, lostra gibi yabancı kelimeye rastlanmayacak.

Tesislerde, Genelkurmay Başkanlığı’ndan uzmanların yabancı kelimelere buldukları Türkçe karşılıklar kullanılacak. Bazı yabancı kelimeler ve bulunan karşılıklar şöyle: Brunch “Kuşluk”, Lostra “Ayakkabı bakım yeri”, Fast food “Hızlı yiyecek satış noktası”, Mönü “Yemek listesi”, Restaurant “Lokanta”.

Rubin:“Türkiye'nin Putin'i Erdoğan” gitmeyi hak ediyor

michaelrubin Washington'daki American Enterprise Enstitüsü (AEI) uzmanlarından Michael Rubin tarafından yazılan "Türkiye'nin Putin'i gitmeyi hak ediyor" başlıklı köşe yazısında, Anayasa Mahkemesi'nin türban kararının ardından, AK Parti'ye açılan kapatma davasında daha da ileri gidilebileceği ve partinin mali kaynaklarının askıya alınmasından liderlerinin yasaklanmasına kadar farklı cezalar getirebileceği belirtti. Rubin yazısında yazısında "Bu gelişmeler ABD'de memnuniyetle karşılanmalı" dedi.

Yazıda, "Erdoğan'ın hukukun üstünlüğü konusundaki sabırsızlığı ve diktatör eğilimleri onu kederli bir demokrat gibi değil, Batılı yetkililerin diktatör olarak tanımladığı Vladimir Putin'in koruması altında gibi gösteriyor. Moskova'da çok geç olabilir ama Ankara'da bunun daha önce yaşandığı duygusu var" denildi. Otokratik bir Türkiye'nin ABD ve AB çıkarlarına uymayacağını kaydeden Rubin, "Erdoğan Avrupa'ya sözde bağlı, kendi kurumlarını hor görüyor, örneğin Türkiye'de insan hakları konusunda ulemanın yetkili olduğunu savunuyor" dedi.erdogan-buyukanit

Rubin ayrıca, Erdoğan'ın ülkede ABD karşıtı ve Musevi karşıtı komplo teorilerini teşvik ederek İslam ve Batı arasındaki uçurumun artmasına neden olduğunu ve anketlere göre Türkiye'nin şu anda dünyada en ABD karşıtı ülkesi haline geldiğini kaydetti. yeni şafak

Polisten seyir halinde ki araca “park cezası!..”

Polis hızını alamadı!polis Diyarbakır'dan 4 Nisan'da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın doğum günü nedeniyle Urfa'nın Halfeti ilçesine bağlı Amara (Ömerli) köyüne giden araç sahiplerine 2 ay sonra para ceza yağdı. 'Kural ihlali', 'kırmızı ışıkta geçme' ve 'hatalı sollama' gerekçesiyle para cezası kesilirken, hızını alamayan trafik polisi bir araca kestiği 5 cezadan birini de 'park ihlaline' dayandırdı.
Araç sahipleri, İHD Diyarbakır Şubesi aracılığıyla yürütmenin durdurulması için Urfa Sulh Ceza Mahkemesi'ne başvururken, konu Başbakanlık İnsan Hakları İnceleme Merkezi'ne bildirildi. Cezaların keyfi ve masa başında kesildiğinin açık olduğunu söyleyen araç şoförleri, özellikle bir kilometre içerisinde 530 kişiye ceza kesilmesinin mümkün olmadığını, ancak bunu bile yaptıklarına vurgu yaptı. Araç sahiplerinden Enver Temiz, kendisine farklı farklı maddelerden 5 ceza kesildiğini belirterek, 'Toplamda 700 YTL'yi aşkın bir ceza kesmişler. Bizi hiçbir yerde bekletmediler. Yolda plakayı görmüşler. Cezalar o kadar komik ki, her bir cezayı 2 kilometrede bir keserek yapmışlar. Yani Urfa-Diyarbakır karayolunda on kilometre içerisinde 5 ayrı ceza almışım. polis dtplilerle Bu mümkün değil. Cezalardan biri ise 'park ihlali' olarak gösterilmiş. Seyir halinde iken nasıl park yapıyoruz' dedi. Temiz, 'Urfa Sulh Ceza Mahkemesi'ne yürütmenin durdurulması talebiyle başvurdum. İfade verdiğim Savcı, 'Nasıl sana böyle bir ceza kesmişler' diye şaşkınlığını dile getirdi' diye konuştu.
'Seyahat hakkım engellendi'
Diyarbakır İl Genel Meclis üyesi olan Ekrem Demir ise, verilen cezalara ilişkin olarak İHD'ye ve yine Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu'na başvurdu. Demir, 'Ben buradan Urfa'ya kadar hiçbir şekilde durdurulmadım. 3 Nisan'da Diyarbakır'dan Urfa'ya geçtik. Ancak bana verilen cezalar da aynı gün sanki Urfa'dan Diyarbakır'a geliyormuş gibi kesmişler' dedi. Kendisine 340 YTL'lik iki ceza kesildiğini aktaran Demir, 'Bir ceza Urfa'dan Diyarbakır'a doğru 15'inci kilometrede, diğeri ise yine Urfa'dan Diyarbakır'a gelirken 16'ıncı kilometrede kesilmiş. Bir ceza makbuzunun seri numarası 917 bin 543, diğerinin ise 917 013 seri numarası var. Bu da demektir ki, iki ceza arasında bir kilometre var ve bu bir kilometrelik mesafede 530 araca daha ceza kesilmiş olmasıpic  gerekiyor. Bir kilometrelik alan içersinde 530 tane aracın geçmesi mümkün değil. Olağanüstü yeteneklere sahip memur varsa bunu dünya kamuoyuna tanıtalım ona ödül versinler. Keza bir kilometrede yani bir dakika demek. Bu bir dakikada 500 kişiye ceza kesmiş oluyor' şeklinde konuştu. Salih Şık adlı araç sahibi de, kendilerine cezanın yürüyüşten iki ay sonra iletildiğini belirterek, 'Ayrı ayrı olmak üzere toplum 520 YTL'lik üç ceza vermişler. Sulh Ceza Mahkemesi'ne başvurduk. Aracın plakasına ceza kesmişler. Kaçıncı maddeden belli değil. Keyfi cezalar kesilmiş. Yolda hiçbir şekilde durdurulmadık. Oturmuşlar masa başında kesmişler' dedi. DİYARBAKIR - DİHAHikmet Erden

Osmanlı'dan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR...

elazizalacakaya Hesap hep aynı: Kontrolde tutmak
Başbakan Tayyip Erdoğan, 27 Mayıs'ta Diyarbakır'da 10 bakan ve 75 milletvekiliyle bir çıkartma yaparak GAP paketi kapsamında planını açıkladı. Açıklanan bu paket geçmişten günümüze ulaşan 16'ıncı paketti. 1989'dan bu yana Bölge için hazırlanan 15 paket havada kaldı. AKP hükümeti de diğer hükümetler gibi sözler vererek 5 yılda GAP'a 12 milyar dolar aktarılarak GAP'ın tamamlanacağını savunuyor. 1963 yılında startı verilen ve 45 yıldır bir türlü tamamlanamayan GAP'ın Türkiye ekonomisindeki yerini irdelemekte yarar var. Osmanlı'dan günümüze her dönem Bölge'ye ayrı bir rol ve misyon biçildiği, Bölge'yi kontrol arzusunun depreştiği görülmektedir. Osmanlı döneminde Bölge illeri tahıl ambarı rolünü oynamaktaydı. Bir de Bölge'de Süryani ve Ermeni ustalarının çabasıyla kurulan dokuma tezgahları önemli bir yer tutmaktaydı. Bölge kentleşme açısından birçok bölgeden daha iyi konumdaydı.free kurdistan azadi
19. yüzyılda Osmanlı toprakları Fransa, İngiltere ve Almanya'nın yatırım ve manevra sahasına dönüşmüştü adeta. ABD firmaları ise Bölge'ye girme çabası içerisindeydi. Ege ve Çukurova'nın Fransızlar tarafından ele geçirildiğini düşünen Almanlar, Mezopotamya'nın bakir topraklarında yatırım kararı aldılar. Almanlar İzmit'ten Basra'ya uzanan bir demiryolu inşasına başlanması için Osmanlı devletinden imtiyaz hakkı aldıktan sonra çalışmalarına başladı. Bağdat Demiryolu'nun İzmit, Eskişehir, Konya, Adana üzerinden  Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Diyarbakır'ın kuzeyinden geçerek Bağdat'a ulaştırılması planlandı. Almanlar diğer yandan tarımsal kapasitenin artırılması için çalışma başlattı. Almanya, Mezopotamya topraklarından Rusya'ya kadar tahıl üretebileceği hesapları içerisindeydi. Yine Mezopotamya pamuk tarımı ve madenler yönünden ise bakir bir alandı. 1890-1896 yılları arasında İzmit'ten Ankara ve Konya'ya uzanan demiryolu, 20. yüzyılı belirleyen petrol yatakları nedeniyle başarıya ulaşamadı. Kerkük petrolünün Diyarbakır ve çevresindeki bölgeden daha verimli olduğu tespit edilince demiryolunu Diyarbakır'ın kuzeyinden geçirme olasılığı zayıfladı.
1912 yılında Konya'dan Karapınar'a 290 kilometre tren yolu yapıldı. Daha sonra Toprakkale, İskenderun Demiryolu yapıldı. Bu demiryolu 453 km'lik Islahiye, Ruseyeyn ve 119 km'lik Bağdat-Samara hatlarıyla devam ettirildi. Birbirinden kopuk bu hatlarla Bağdat projesi sona erdi. Cumhuriyet döneminde Nusaybin-Kilis arası tamamlanarak bu bölgede demiryolu yapımına son verildi. demiryollari tren kurdistanKısacası Bağdat Demiryolu Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerin dışından Bağdat'a bağlandı. 1914'te gizli anlaşmayla Kuzey Anadolu ve Suriye Fransızlara bırakıldı. İngilizlerle yapılan anlaşma sonucu hattın Basra'ya götürülmeyerek, Basra bölgesi İngilizlere bırakıldı. 1910'lu yıllarda ABD firmaları Doğu Anadolu Bölgesi'nde demiryolu imtiyazı için girişimlerde bulundu. Almanya, Fransa ve İngiltere kendi imtiyaz bölgeleriyle çakışacağı gerekçesiyle bunu reddetti.
1922 yılında Artur Chester, Ankara hükümetiyle masaya oturdu. Herhangi bir kur garantisi istemeden Bölge'de ve Musul-Kerkük bölgesinde 4 bin 400 km'lik demiryolu hattı döşeyecek bir proje hazırladı. Bu hat, demiryoluyla Karadeniz ve Akdeniz'e bağlanacak, iki bölgede toplam üç kıyı limanı yapılacaktı. Şirket bunun karşılığında demiryolunun her iki yanında 20'şer kilometrelik alanda maden ve petrol arama imtiyazına sahip olacaktı. 9 Nisan 1923'te anlaşma imzalandı. Bunun dışında ABD firması Standar Oil Company, Temmuz 1922'de Musul üzerinde egemenlik kurmak isteyen İngiliz ve Fransız sermayesiyle anlaştı. ABD'liler belirsizliğini koruyan Osmanlı topraklarında hem Ankara hükümetiyle hem de İngiliz ve Fransızlarla sözleşme yaparak kendilerini garantiye almanın hesabı içindeydi. Her koşulda ABD firmaları pastadan pay kapacaktı.
seyh_said 1923 öncesinde Bölge'de yapılması planlanan demiryolları, anlaşmalara rağmen yaşama geçmedi. 1919'da Samsun'da başlayan Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Anlaşması'yla Türkiye'nin sınırları belirlendi. Suriye ve Irak bölgesi bu sınırların dışında kaldı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında demiryollarında imtiyaz tamamen yabancılardaydı. 1925'te Palu-Dicle-Genç bölgesinde meydana gelen Şeyh Sait İsyanı, Fransızların egemenliğinde olan demiryollarının kullanımına izin verilmesi nedeniyle yapılan asker ve mühimmat sevkiyatı sonucu bastırılmıştı. 1930'lu yıllarda Bölge'nin demiryolu ağıyla örülmesi kararında bunun da etkisi oldu.
Cumhuriyetin ilk yılları
Cumhuriyet döneminde ilk sanayi sayımı 1927 yılında yapıldı. Bölge'de, cumhuriyetin ilk yıllarında dokuma önemli bir yer tutuyordu. Bu sayımda İstanbul ve Bursa'nın yanısıra sanayide gelişmiş iller arasında Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Erzurum kent merkezleri de bulunmaktaydı. 1927 sayımına göre, 12 Bölge ilinde 4 kişiden fazla kişinin çalıştığı işletmelerin yüzde 10.2'si, 4 kişiden az kişinin çalıştığı işletmelerin yüzde 9'u, genel işletmelerin ise yüzde 10.6'sı Bölge illerinde bulunmaktaydı.
1927 yılında yapılan sayımda tıpkı bugün olduğu gibi Bölge illeri yine teşviklerde en son sırayı almıştı. Yapılan sayım, Sanayiyi Teşvik Kanunu'ndan faydalanan 1417 firmanın 13'ünün Bölge firması olduğunu ortaya koymuştu. Düzenlenen İzmir İktisat Kongresi sonrasında 'devletçilik' ilkesiyle sanayi yatırımlarının startı verildi. Özel sektörün bulunmadığı Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi tesisleri devlet eliyle yapılmaya başlandı. Bugün özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerin temelleri bu dönem atılmaya başlandı. Sınırlı olmakla birlikte 1930 ve 1940'lı yıllarda Elazığ'da içki fabrikası Malatya, Elazığ ve Diyarbakır illerinde devlet fabrikaları kuruldu. Tarım potansiyeli yüksek olan Urfa ile hayvancılık potansiyeli yüksek olan Erzurum'da bazı girişimler yapıldı.
Diyarbakır ve Elazığ'da içki fabrikası, Bitlis ile Malatya'da sigara fabrikası kuruldu. Elazığ'da Guleman Krom yatakları işletmeye açıldı. Ceylanpınar'da Devlet Üretme Çiftliği açıldı. Bu yatırımlar fazla istihdam yaratmadı. Fakat Bölge illerinde nüfusun önemli bir kesimi tarım ve geleneksel el sanatlarıyla geçimini sağlamaktaydı. Türkiye'nin devletçi kalkınma modelini uyguladığı 1923-1940 yılları arasında Bölge kentleri gereken yatırımı almadı. Yatırım almamasının bir gerekçesi olarak Bölge'de meydana gelen Kürt isyanları gösteriliyordu. Bir diğer etmen ise Ortadoğu coğrafyasında sınırların sürekli olarak değişkenlik göstermesiydi. Bu dönem sınır kentlerine yapılması planlanan birçok yatırım ise Mareşal Fevzi Çakmak'ın karşı çıkması nedeniyle hayata geçirilemedi. Çakmak, bu yatırımların korunamayacağı kaygısını taşımaktaydı.
bor Bölge madenleri revaçta
1930'lu yıllarda Bölge'de demiryolu inşası başladı. Bölge'ye ilk demiryolu 1931'de girdi. Mersin'den Diyarbakır Ergani'ye Gölbaşı üzerinden ulaştırılan hattın hedefi ise, Diyarbakır'daki zengin maden yataklarının Mersin Limanı'na taşınmasıydı. 1836'da Keban'da Simli Kurşun, Ergani-Maden'de bakır işletmeleri işletilmekteydi. Osmanlılar döneminde 3 bin aile maden üretimi için bu bölgeye getirilmişti. Osmanlı'nın son dönemlerinde ağırlaşan vergiler nedeniyle maden üretimi ise durmuştu. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bu madenlerin yeniden işletilmesi planlandı.
1930'larda devlet yeniden madenlere yöneldi. Bölge'nin en önemli sanayi yatırımı, Almanlarla ortak kurulan Ergani Bakır A.Ş'dir. 1924'te 3 milyon sermayeyle kuruldu. 1931 yılında demiryolu yapımı başladı, 1935 yılında tamamlandı ve maden sevkiyatı 1939'da başladı. 1951'e gelindiğinde yılda 150 bin ton ham cevher, 14 bin ton da blister bakır üreten bir tesis haline geldi. Ergani uzun yıllar Artvin Murgul Bakır işletmesiyle birlikte Türkiye'nin ihtiyacını karşıladı. Yine Elazığ Guleman Krom yatakları 1915'te kuruldu. 1930'lardan itibaren yeniden çıkarılmaya başlanan krom madenleri demiryoluyla bölgeden taşınmaya başlandı. 1936'da 23 bin ton olan krom üretimi 1940'ta 92 bin tona ulaştı. Üretilen krom madeni Almanya, Fransa ve İngiltere'ye satıldı. 1943'te Almanya'dan alınan 100 milyon Alman Markı değerindeki silahların ücreti, bu madenden elde edilen kromla ödendi.
Bölge'de tarımsal üretim
1935 nüfus sayımına göre, Bölge nüfusu 2 milyon 435 bin iken Türkiye nüfusu 16 milyon 158 bin idi. Bölge nüfusu Türkiye nüfusunun yüzde 15'ine tekabül etmektedir. 1945 nüfus sayımına göre, kentlerde yaşayanların oranı Türkiye genelinde yüzde 18 iken, Bölge'de yüzde 9.5 civarındaydı. 1934 verilerine göre, buğday üretiminin yüzde 17'si, Arpa üretiminin ise yüzde 13.3'ü Bölge'den sağlanmaktadır. 1950'li yıllarda Bölge'de tarım önemli tarim dönüşümlere uğramamasına karşın ticarileşmeye başladı. Fakat Batı'yla entegrasyon, ulaşım sorunu nedeniyle sağlanamıyordu. Türkiye'deki ekili alanlar içerisinde Bölge'nin payı yüzde 14.42 idi. Bölge'de ekili alanın yüzde 91'inde yapılan tahıl üretimi, Türkiye tahıl üretiminin ise yüzde 14.9'unu oluşturmaktaydı. Bu dönem, Urfa, Kars, Diyarbakır, Malatya ve Mardin Bölge'deki tarımsal üretimde ilk sırayı almaktaydılar. Fakat verim Türkiye ortalamasının altındaydı. Bu dönem tıpkı sanayide olduğu gibi tarım sektöründe de kredi kullananların oranı yüzde 2 civarındaydı. Bu dönem Adana'da tarımsal krediler için 1019 başvuru yapılırken, Bölge illerinin toplamında ise başvuru sayısı 4 idi.
Demiryollarının Erzurum-Kars'a kadar gitmesi Erzurum-Kars bölgesinde hayvancılığın gelişmesine ciddi katkı sundu. 1947 istatistiklerine göre, Türkiye'deki 52 milyon hayvan varlığının yüzde 24'ü bölgeye aitti. Bu dönem Bölge arazilerinin yüzde 67'si çayır ve mera olmakla birlikte Türkiye'de 100 hektar çayır ve meraya düşen hayvan sayısı 134 iken, bu sayı Bölge illeri için 125 idi. 1950'li yıllara girerken sanayi Bölge illerinde gelişmeyen bir sektördü. Devletin gıda, dokuma dallarında kurduğu işletmelerin yanısıra akır ve krom maden işletmeleri Bölge'nin önemli sanayi yatırımlarıydı.
1941 yılında modern tesis sayısı Türkiye genelinde 1052, bu firmaların yüzde 30'u istanbuldaydı. Bölge'deki firma sayısı ise 35 idi. 1950'li yıllara doğru Bölge'deki dokuma tezgahları da ortadan kalkmaya başladı. Tekstil fabrikalarının kurulmasıyla birlikte dokuma tezgahları bu rekabete dayanamadı. Bölge'de yeni sanayi tesisleri kurulamadığı için de dokumacılık sektörü de tarihe karıştı.
Çok partili dönem
Demokrat Parti 1950 Çok partili döneme girişle birlikte CHP 1950'de iktidardan ayrılmak zorunda kaldı. Demokrat Parti (DP) dönemi başladı. Türkiye 1948-1954 yılları arasında dağıtılan 13 milyar dolar Marshal Yardımı'ndan 354 bin dolar pay aldı. Alınan yardımlar tarımın makinalaşması, madencilik, enerji ulaşımı gibi altyapı yatırımlarında kullanıldı. Liberal dış ticaret politikasının izlendiği 1948-1953 yılları arasında tarımda ortalama büyüme hızı yüzde 13 civarında gerçekleşti. Bu dönem tarımın Milli Gelir'deki payı yüzde 43'ten yüzde 45'e yükseldi. 1953-1960 yılları arasında ise sanayi yatırımları ağırlık kazandı. Bu 12 yılda Bölge'de yapılan devlet yatırımları ağırlıklı olarak tarıma kaydı. Yine bu dönem Batı sanayisinin ihtiyacı olan petrol, maden ve hidroelektrik enerjisine ağırlık verildi. Ulaşım ağının geliştirilmesi ve haberleşme olanaklarının artması Bölge'deki hammaddenin Batı'ya doğru pazarlanması sürecini de hızlandırdı.
1950 yılı öncesinde ise Bölge'de tek bir hidroelektrik santrali vardı. O da Malatya Derme Hidrolektrik Santrali'ydi.
Bölge'de 1950-1960 arasında 4 adet hidroelektrik santrali kuruldu. 1958 yılında Elazığ Hazar Hidroelektrik Santrali batıdaki Tunçbilek Santrali'yla birleştirildi. Böylece Bölge'den batıya yönelik olarak enerji aktarımı da başlatılmış oldu. 1990'lı yıllara kadar Bölge'nin kırsal kesiminin yüzde 40'ına yakını elektrik enerjisinden mahrum iken, Bölge'de üretilen enerji nakil hatlarıyla sanayi bölgelerine taşınıyordu. 1970'te Keban ve daha sonraki süreçlerde Bölge'deki Karakaya, Atatürk, Birecik barajlarının tamamlanmasıyla birlikte Bölge, Türkiye'nin hidroelektrik üretiminde önemli bir paya sahip olacaktı.
Tahıl üretimi
1950'de Türkiye'de tahıl üretiminin yüzde 14.9'u Bölge illerinde üretilirken, tarımda yaşanan gelişmelere paralel olarak 1960-1962 döneminde bu oran yüzde 15.79'a kadar yükseldi. Bu dönem Türkiye'de ekili alanlar 8.4 milyon hektardan 14 milyon hektara ulaştı. Bölge'de ekili alanlar yüzde 127 artış gösterdi. Bu dönem Bölge'nin Türkiye genelinde ekili alanların içindeki payı yüzde 12'den 15.8'e yükseldi.
Petrol faktörü
batman petrol kurdistan 1950'li yıllarda Bölge'de başlayan petrol arama çalışmaları Diyarbakır ve Siirt bölgesinde yoğunlaştı. 1961 ve 1962 yıllarında Siirt ve Batman'da bulunan zengin petrol yatakları Bölge'nin önemini artırdı. Daha sonra ise buna Adıyaman ve Diyarbakır petrol sahaları eklendi. Hidroelektrik enerjisiyle birlikte petrolde Türkiye ekonomisinin can damarıydı. Batman Rafinerisi 1955 yılında faaliyete geçti. 15 Bölge ilinin ihtiyacını karşılayacak şekilde planlanan rafineri zamanla üretimini artırdı. Petrolle birlikte İluh (Batman) ilçesi de büyümeye başladı. Batman kent merkezinde bugün 300 bin civarında bir nüfus bulunmaktadır. 1972'ye gelindiğinde rafineri yılda 1.1 milyon ton hampetrol işleyecek kapasitedeydi. 1950-1960 döneminde devlet tarafından 40 sanayi tesisi yapıldı. İstanbul'da 1, Ankara'da ise 3 adet tesis yapılırken, geriye kalan 36 tesis il ve ilçeler arasında pay edildi. Ağırlık olarak bu dönem çimento ve şeker fabrikaları kuruldu. Hatta bazı yerlerde hammadde olmamasına rağmen siyasal nedenlerle fabrikalar kuruldu.
Bu dönem Malatya, Erzincan, Erzurum ve Elazığ'da şeker fabrikaları kuruldu. Erzurum'da yem ve et balık bombinası, Diyarbakır'da yün yapağı fabrikası kuruldu. Bu yatırımlar 1954 seçimlerinde CHP'den DP'ye kayışı da beraberinde getirdi. Bu dönem tarımsal üretimde birçok bölgede pancar ekim alanları oluşturulmaya başlandı. 1954 seçimlerinde DP'ye destek veren Bölge illeri, sanayileşme anlamında umduğunu bulamadığı için 1957'te yeniden CHP'ye yöneldi. 1950'de Bölge'de CHP 36 milletvekili çıkarırken, DP 44, 1954 seçimlerinde DP 60 milletvekili, 1957 seçimlerinde ise CHP 60 milletvekili çıkarırken, DP ise 29 milletvekili çıkarabildi. Bu düşüşün temelinde yatan neden ise Bölge illerinin ekonomideki pastadan yeterli payı alamamasıydı. Çünkü bu dönem Bölge'de yapılan fabrikalar siyasal kaygılarla yapıldığı için istihdam artışı sağlamamıştı.
YARIN: Kentleşme profili, Yap-boz dönemi, Erbakan'ın hayal fabrikaları, Toprak dağılımında adaletsizlik, Bölgesel uçurumun derinleşmesi Hazırlayan: Aydın Bolkan

1960 sonrası Türkiye'de planlı ekonominin uygulandığı dönem oldu. Bu planın amacı Türkiye genelinde fırsat eşitliğinin yaratılması olarak belirlendi. Birinci plan bu esas sorumluluğun devlette olduğunu öngörüyordu.
Yap-boz dönemi
1950-1960 arasında kentleşme yüzde 55.6, Bölge'de bu oran yüzde 49.2 idi. Kentleşmenin Türkiye ortalamasının altında olmasının temel nedeni ise kırdan kente gelecek olan nüfusu Bölge kentlerinin kaldıramamasıydı. Bu nedenle Bölge'den Batı'ya ekonomik göç dalgası da bu dönemle birlikte başladı. Bölge'de yaşanan gelir dağılımındaki adaletsizlik sadece 1990'lı yıllarda değil, 1960'lı yıllarda kurulan hükümetlerin programlarında da yeraldı.
1963-1965 döneminde 2. İnönü hükümeti programında şunlara dikkat çekiliyordu: 'Kalkınma Planı'nda yer alan sosyal politikamız gelir dağılımındaki ve bölgelerarası kalkınmadaki aşırı ve adaletsiz farkların giderilmesine dayanır. Bu amaçla milli gelirin hızla artırılması ve artan milli gelirin vergi politikası, kamu harcamaları, yatırımların teşviki suretiyle dar gelirli vatandaşlarımıza, azgelişmiş bölgelerimizde ve Doğu bölgelerimize öncelikle yöneltilmesine, böylelikle bölgeler arasındaki dengesizliğin giderilmesine çalışacağız.' 1965 yılında kurulan Demirel hükümetinin programında ise, 'Yurdun birçok bölgelerinde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayat ve yaşayış şartları bakımından büyük farklar mevcuttur. Fakir bölgelerde yaşayan halkımızın daha müreffeh hale getirilmesi, iş imkanlarına kavuşturulması, bu bölgelerde yapılacak altyapı tesisleri ve sanayi yatırımlarının hızlandırılmasıyla mümkün olacaktır' denildi.
Demirel hükümetinin 1969-1970 programında, 'Bölge'de gıda ve istihlak maddeleri sanayi geliştirilecektir. Esasen satın alma gücü çok sınırlı olan bölge halkının istihlak ettiği bazı mamüllerin uzak mesafelerden taşınması önlenecek, böylelikle hem yeni iş imkanları açılmış hem de istihlak malları makul fiyatlarla da bölgeden sağlanmış olacaktır' şeklinde yer aldı.
Programda böyle ifade edilmekle birlikte, sanayi yatırımları et-balık kombinaları, çimento ve yem fabrikaları ile sınırlı kaldı. 1960'lı yıllarda Bölge'de elle tutulur devlet sanayi yatırımları bunlardı. Özel sektör ise yabancı sermaye ortaklığıyla yatırım yaparken kuruluş yeri olarak Doğu'yu hiç düşünmedi. Çünkü özel sektör azami kar hedefi nedeniyle yatırımlarını İstanbul, İzmir, Adana, Bursa gibi kentlere yapmayı tercih ediyordu.
İllerin ekonomik yapısı
1960'ların ortasında Bölge Türkiye Milli Geliri'nde yüzde 10.39'luk bir paya sahipti. Fakat buna karşın Bölge'nin bazı illerinin gelişmişlik düzeyi batı illerinden daha iyi olduğu verilerden görülmektedir. 1965 yılında Bölge illerinin kalkınma indeksine göre bazı illerin sıralaması: Antep 20, Diyarbakır 43, Malatya 36, Siirt 45, Mardin 47, Erzincan 49, Van 52, Adıyaman 51, Urfa 21, Erzurum 22, Elazığ 30, Kars 18, Muş 63, Bitlis 64, Dersim 65, Bingöl 66, Hakkari 67.
1965 sayımlarına göre Çorum 28, Denizli 29, Muğla 39, Çankırı 53, Afyon 24 sırada yer almaktaydı. Bu tablolar incelendiğinde birçok Bölge ilinin batı illerinden ekonomik olarak daha iyi oldukları görülmektedir. 1960'lı yıllarda batı ile doğu arasında başlayan dengesizlik 1970'li yıllarda uçuruma dönüşmeye başladı.
Planlı dönem
1960 sonrası Türkiye'de planlı ekonominin uygulandığı dönem oldu. Bu planın amacı Türkiye genelinde fırsat eşitliğinin yaratılması olarak belirlendi. Birinci plan bu esas sorumluluğun devlette olduğunu öngörüyordu. Bu dönemde geri kalmış yöreler için gelir vergisinden indirim uygulanması önerilmişti. Ama bu plan Doğu Marmara'yı sanayi, Çukurova'yı tarıma dayalı sanayi, Antalya bölgesini tarım ve turizm bölgesi olarak belirledi. 1963-1967 döneminde uygulanan birinci beş yıllık kalkınma döneminde, büyüme hızı yüzde 10 civarında gerçekleşti.
İkinci beş yıllık Kalkınma Planı'nda bölgesel kalkınmanın sağlanması için her bölgede pilot iller seçilmesi, bu illerin cazibe merkezi olarak dizaynının öngörülmesi ve diğer illerin gelişmesinin bu iller üzerinden sağlanacağı tesbiti yapıldı. 1968 yılında uygulanmaya başlanan Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY) uygulamasına Bölge'nin tüm ileri alınmasına karşın Bölge'nin aldığı teşvik payı yüzde 5.8 oldu. Bu dönem KÖY'lere toplam 5.918 teşvik belgesi verilirken, Bölge illerinin aldığı teşvik belgesi sayısı ise 342'de kaldı. En fazla teşvik belgesini sırayla Malatya 54, Erzurum 49, Elazığ 42, Mardin 40, Muş 40, Diyarbakır 30 alırken, Adıyaman, Ağrı, Bitlis gibi iller 4'er, Hakkari ise hiç teşvik belgesi almadı.
Üçüncü beş yıllık plan 1973-1977 yılları arasında uygulamaya konuldu. Bu dönem, önceki dönem belirlenen 'Geri kalmış bölgeler' tesbitinden vazgeçilerek, Bölge kavramı yerine yöre kavramı ortaya atıldı. Geri kalmış bölgeler adlandırılırken, 'Yurdun bazı yöreleri ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan geri kalmış durumdadır. Bu yöreleri kesin coğrafi sınırlarla belirlemek olanak dışıdır' tesbiti yapılmıştır. Bu amaçla Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi de kuruldu.
Dördüncü beş yıllık plan 1979-1983 yıllarında uygulandı. Bu plan bölgeler arası gelişmişlik sorunu yerine yerleşme sorununu öne çıkarmıştır. Sanayinin, hizmetlerin ve altyapının ülke sathına dengeli yayılması hedefi konuldu.
Beşinci Beş Yıllık Plan'da (1985-1989) ise 1973 yılında terk edilen Bölge planlamasına geri dönüş yapılarak, bu planda KÖY anlayışının sürdürülmesi ve bölgesel farklılıkların bu yöntemle çözüleceği tesbiti yapıldı. Bu plan çerçevesinde aralarında Bölge'den Malatya, Antep, Elazığ, Diyarbakır ve Erzurum'un olduğu 16 il tesbit edildi. Tıpkı AKP hükümetinin bugün uygulamak istediği cazibe merkezleri gibi. Fakat Altıncı Plan döneminde cazibe merkezlerinden vazgeçilerek, yeniden Kalkınmada Öncelikli Yöreler'e (KÖY) geçiş yapıldı. 1996-2000 yıllarında uygulanan 7 plan döneminde ise, Bölge öncelikli olmak üzere geri kalmış bölgelerin geliştirilmesi hedeflenmiştir.
Gelir dağılımında makas büyüdü
1970'li yıllarda Marmara bölgesi bir sanayi bölgesine dönüştü. Bölge illerinde ise hala tarıma dayalı bir ekonomi hakimdi. Batıda sanayi yatırımlarının yoğunlaştığı bir dönem olurken, Bölge yine tarım bölgesi olarak kaldı. Bölge illerinde tarımın milli gelire oranı bazı illerde yüzde 60'a kadar çıkıyordu. 1978 yılında tarımın GSYİH içindeki payı Adıyaman'da yüzde 61.2, Muş'ta yüzde 65, Ağrı'da yüzde 59.5, Kars'ta yüzde 59.5, Urfa'da yüzde 54.8'i buluyordu.
Planlı dönemde kamu yatırımları
Birinci plan döneminde cari fiyatlarla kamu yatırımlarına 36.6 milyar dolar pay ayrılırken, Bölge yüzde 11.8 pay aldı. Aynı dönemde Marmara Bölgesi'nin kamu yatırımlarından aldığı pay ise yüzde 11.7 idi. İkinci plan döneminde 1968-1972 yıllarında 70.5 milyarlık kamu yatırımlarından Bölge 11.92 pay aldı. Marmara yüzde 12. Tek başına İstanbul'un payı yüzde 8.3 oldu. 3 planda kamu yatırımları yüzde 7.11'e, 4 plan döneminde ise 7.20'ye kadar geriledi. Tıpkı bugün olduğu gibi planlı dönemde de Bölge'ye ayrılan kamu kaynakları ağırlıklı olarak enerji ve madenciliğe ayrıldı.
Bu 4 plan incelendiğinde ise sanayi yatırımlarına Bölge'de 3 ve 4 plan döneminde yüzde 20'inin üzerinde pay ayrıldığı görülmektedir.
1973-1977 yılları Türkiye'de yüksek büyümenin hızının sürdürüldüğü yıllardı. Bu dönemde sanayi yüzde 9'luk büyümeyle lokomotif bir sektördü. Petrol krizinin patlak verdiği 1974 koşullarında gerçekleşen bu büyüme krize de davetiye çıkardı. Büyüme 1978 yılında kesildi. Birçok ürün piyasalarda bulunmaz oldu. Tüp, yağ, şeker kuyrukları başladı. Ekonomi 1979 yılında tıkandı. Ve Ocak 1980 tarihinde IMF ile yapılan anlaşmayı 12 Eylül askeri darbesi izledi.
Banker vurgunlarının, hızla kamu kaynaklarının kapitalizmin girdabına sürüklendiği, emeğin örgütlülüğünün yasaklandığı, sendikacıların işkenceden geçirildiği bir dönem yaşandı.
Erbakan'ın hayali fabrikaları
Üçüncü plan döneminde Bölge'deki yatırımlardan sanayinin yüzde 25'lere varan paylar almasının altında yatan neden Bölge illerinde ciddi oy alan MSP'den kaynakmaktadır. MSP'nin etkin siyasi gücüyle Bölge'de başlatılan ağır sanayi hamlesi çimento, şeker fabrikaları ile Temsan yatırımları oluşturuyordu. 1976-1981 tarihleri arasında Bölge'de 20 fabrikanın temeli atıldı. Van Ayakkabı Üretim Tesisleri yüzde 81.8, Kars Ayakkabı Üretim Tesisleri yüzde 86.7, Erzincan Tercan Ayakkabı Üretim Fabrikası yüzde 90.3 oranında tamamlanırken, diğer yatırımların tamamlanma oranı ise yüzde 0.3 ile yüzde 38 arasında değişti. Politik hesaplara dayanan bu tesisler, 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanmasıyla birlikte yeniden revize edildi. Erbakan döneminde temeli atılan Temsan kapsamındaki Diyarbakır Jeneratör Fabrikası, Erçiş Şeker Fabrikası ve Elazığ'daki Ferrokrom Tesisleri, 1980 yılından sonra tamamlanabildi. Diğer yatırımlar ise rantabl olmadığı için tamamlanamadı.
Kaynaklar enerji yatırımlarına
1950'lerden 1970 yılına kadar geçen 20 yıllık süreçte Bölge'nin en önemli yatırımı Keban oldu. Barajın yapımıyla birlikte verimli topraklar sular altında kaldı. Ovalık alanlarda toplam 94 dağ ve yamaçlardaki 118 köy olmak üzere 212 köy sular altında kaldı. Sular altında kalan bölgede yaşayan 30 bin kişiden 23'ü bini Elazığ dışındaki kentlere göçetti.
Keban Barajı faaliyete geçtikten sonra 380 KW'lık enerji nakil hatlarıyla Sarıyar Santrali'ne bağlandı. Burada yaratılan katmadeğerin büyük kısmı batıya aktarıldı. Bölge hala tarımda elektrik ve su sıkıntısı çekerken, batıda her geçen gün biraz daha büyüyen sanayinin enerji ihtiyacının karşılanmasında Keban önemli bir yer tuttu. Birçok bölgede enerji santralleri kurulmaya başlandı. Enerjinin dışında batıda bulunan sanayi tesisleri için maden üretimine ağırlık verildi. Elazığ'da bulunan bakır ve krom madenleri genişletilirken, Bölge'de iç pazara dönük olarak kömür üretimine başlandı. Cizre ve Şırnak'ta asfaltit, Erzurum Aşkale'de linyit üretimi, Hekimhan'da ise maden cevheri üretimi başlatıldı.
Siirt, Diyarbakır ve Adıyaman'da 1960'lı yıllarda başlayan petrol arama ve tarama faaliyetleri artırıldı. Shell ve Mobil gibi birçok firma Bölge'de arama ve üretim çalışmalarını 1970'li yıllarda sürdürdü.
Planlı dönemde tarım
1962 yılında tarımın GSYİH'daki payı yüzde 38 iken 1979 yılında bu pay yüzde 23'e düştü. Batıda sanayi önplana çıkarken, tarım ise 1970'li yıllarda Bölge illeri için yaşamsal bir öneme sahipti. Bölge illeri için yaşamsal bir öneme sahip olan tarıma yapılan yatırımlar ise Bölge'ye yapılan yatırımların ancak yüzde 10'uydu. Yeni ekim alanlarının artmasıyla Bölge'nin ekim alanları Türkiye toplamı içindeki payı arttı. 1950 yılında yüzde 12.4 olan ekili alanlar 1980 yılı başlarında yüzde 20'ye çıktı. Bu artışa rağmen tahıl üretiminde artış sağlanmadı. 1960 yılında toplam tahıl üretiminin yüzde 17.1'i Bölge'de üretilirken, 1980 yıllarda ekili alanların oranı yüzde 40 artmasına karşılık yüzde 14.6'ya geriledi. 1980'ne gelindiğinde Bölge'de yaşayanların yüzde 35.9 kentlerde, yüzde 64'ü ise kırsalda yaşamaktaydı. Bu oran Türkiye'de ise yüzde 44.3 yüzde 55.7 idi.
Toprak dağılımında adaletsizlik
1977 yılında DPT tarafından yapılan araştırmada, bölgede ağalara ait yada ailelere ait köy sayısı olarak 360 tesbit edildi. 1970 yılında Türkiye'de 2.500-5 bin dekarlık işletmeler yüzde 44'ü Urfa'da bulunmaktaydı. Diyarbakır, Urfa'da araziler ise birkaç büyük ailenin elinde toplanmaktaydı. Milli Gelir açısından bölge ele alındığında ise 1965 yılında yüzde 10.39 olan Milli Gelir 1975'de 9.56'ya, 1979 yılında ise yüzde 8.17'ye 2000'li yıllarda ise yüzde 7'lere kadar geriledi.
Bölgesel uçurumun derinleştiği yıllar
1980'li yıllarda ekonominin nimetlerinden Özal'ın memleketi olan Malatya ciddi anlamda yararlandı. Yine bu dönem GAP yatırımları nedeniyle Urfa ve Diyarbakır'da önemli yatırımlar oldu. 1986 yılına gelindiğinde GAP kapsamında yapılan yatırımlar nedeniyle Diyarbakıar 34. sıradan 28. sıraya, Urfa 47. sıradan 33. sıraya yükselirken, Malatya 41. sıradan 1986 yılında 23. sıraya kadar yükseldi. ANAP'ın tek başına iktidarda olduğu 1984-1989 yılları arasında Bölge'de kamu yatırımları üç kentte yoğunlaştı. Urfa yüzde 35 pay alırken, Diyarbakır yüzde 18 pay aldı. Malatya ise yüzde 5.4 pay alan üçüncü kent konumundaydı. Bölge'deki yatırımlar 1970'li yıllara göre yüzde 7.2'den 13'lere yükseldi. Fakat bu yükseliş göreceli bir yükselişti. Batının enerji ihtiyaçları için Bölge'ye ayrılan kaynaklar artırılmış ve bu kaynaklar GAP kapsamında barajların yapımında kullanılarak batının enerji ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştı.
1988 yılında Bölge'de devletin yatırımları toplamı 8 trilyon 436 milyar olarak gözükmekteydi. Bu proje stoğunun yüzde 70.7'si ise enerji dalındaydı. Atatürk Barajı, Urfa Hidroelektirk Santralı, Derik ve Dumluca santrallerinı içeren projenin tek başına bedeli 3.5 trilyondu. Yine Karakaya Barajı ve santrali 1.8 trilyonluk bir yatırımdı. Bölge'de enerjiden sonra yatırımlar 21 ilde tarım sektöründe yoğunlaştı. Enerji ve sulama yatırımları ANAP döneminde Bölge'de yüzde 92.4'ü oluşturuyor, geriye kalan yüzde 7.6'lık yatırım stoğu ise sağlık, eğitim, sanayi gibi alanları kapsıyordu. Sanayi yatırımları ise yüzde 3 civarında gerçekleşti. ANAP iktidarı döneminde 1984-1989 yılları arasında Bölge illeri teşvikli yatırımlardan yüzde 5.9 pay aldı. Bölge'nin 17 iline verilen 790 teşvik belgesi Türkiye toplamında yüzde 7.2'lik paya sahipti. Teşvik belgeleriyle 46 bin kişiye istihdam sağlanması hedeflenmişti. Fakat o dönem teşvik alan yatırımların büyük bir kısmı bitirilemedi. Tarım reformu cumhuriyetin başından beri gündemde olmasına rağmen gerçekleştirilemezken, hayvancılıkla geçinen halka yayla yasakları nedeniyle büyük darbe vuruldu.
Bölge illeri uçurumun eşiğinde
1965, 1996 ve 2003 yılı verileri incelendiğinde Bölge illerinin nasıl yoksullaştığı ve ekonomik açıdan nasıl gerilediği çok açık bir şekilde görülecektir. Bu tablo, yoruma gerek bırakmıyor. 1996 ile 2003 yılları arasında Bölge'de basamak atlayan iki il bulunmaktadır. Biri Antep, diğeri ise Dersim. Antep son dönemde sanayi yatırımlarının Bölge'de yoğunlaştığı bir il olarak biliniyor. Fakat Dersim'in 8 basamak birden atlaması ayrı bir inceleme konusu.

Osmanlı'dan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR... 3

Başbakan Erdoğan'ın açtığı son ekonomik paket ile birlikte 19 yılda açılan paket sayısı 16'yı buldu. Açılan paketler bugüne kadar Bölge halkına ekonomik bir refah sağlayamadı. Bölge harcamaların büyük bir kısmı da 'asker-polis hacamaları' oluşturuyor
GAP'a bağlanan umutlar
1960'lı yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde uygulanan bölgesel kalkınma modellerinden esinlenilerek Güney Doğu Anadolu Projesi etütleri yapılmaya başlandı. DSİ tarafından başlatılan etütler doğrultusunda 1977 yılında proje ana taslaklarıyla birlikte ortaya çıktı. GAP'tan önce hizmete açılan Keban Barajı ise GAP'ın ilk ayağı olarak tanımlandı. GAP, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 13 proje demetinin toplamı olarak planlanmış ve bu kapsamda 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralinin inşası öngörülmüş bir entegre proje olarak öngörüldü. Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Antep, Kilis, Mardin, Siirt, Urfa ve Şırnak illeri projenin kapsama alanı olarak belirlendi. Fakat enerji yatırımlarının bir kısmı Malatya ve Elazığ'ı da doğallığında bünyesine kattı. Bölge'nin topyekün sosyo-ekonomik kalkınmasını hedefleyen projenin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırması amaçlanarak, 2005 yılına kadar tamamlanması hedeflendi. Projenin maliyeti ise 32 milyar dolar olarak öngörüldü.
1977 yılında uygulamaya başlanan proje, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle yürütülemedi. 12 Eylül Darbesi sonrasında iktidara gelen ANAP, projenin yeniden aktif hale getirilmesinin startını verdi. Bu yıllar Bölge'de silahlı Kürt muhalefetinin de ortaya çıktığı yıllardı. GAP'ın hızlandırılması amacıyla Kanun Hükmünde Kararname çıkarılarak GAP İdaresi kuruldu. GAP İdaresi'ne ömür olarak 15 yıl biçilirken, bu süre zarfında tüm projelerin yaşama geçirilmesi için de GAP Master Planı yapıldı. Ve GAP yeniden revize edildi. Bu kararname kapsamında kurulan GAP İdaresi'nin merkezi Ankara, Bölge Müdürlüğü ise Urfa'da kuruldu. (2004 yılında Kalkınma Ajansları Yasası geçerken AKP hükümeti, önce GAP İdaresi'nin kaldırılmasını savundu. Fakat daha sonra eklenen bir maddeyle GAP İdaresi'nin Kalkınma Ajansları bünyesinde faaliyet yürütmesi yasayla yeniden düzenlendi.)
ANAP iktidarı döneminde Bölge ekonomisinin geliştirilmesi için münferit projeler ve sektörel yaklaşım yerine entegre, çok sektörlü bir bölgesel kalkınma yaklaşımı benimsendi. Bu yeni projeksiyonla birlikte bölgesel ölçekte su ve toprak kaynaklarının gelistirilmesi ile başlatılacak bir kalkınma modelinin sektörel tercihlerle birlikte ele alınıp planlanması da GAP Master Planı'nda yerini buldu. Bölge'nin sosyal ve kültürel dokusunun dönüşümü bu plan kapsamına alınmıştı. 2005 yılına kadar gerçekleşmesi planlanan bu Master Plan; ülkenin ve Bölge'nin kaynaklarını, ihtiyaçlarını, beşeri, mali ve teknik sınırlarını irdeleyerek, alternatif senaryolarla gelişmenin nasıl sağlanacağına ilişkin de bir çerçeveye oturtuldu.
Turgut Özal'ın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirel'in Çankaya Köşkü'ne çıkması ve Tansu Çiller'in Başbakan olmasıyla birlikte GAP için yeni bir eylem planı hazırlandı. 1993-1997 yılları arası için hazırlanan bu eylem planına GAP Hareket Planı adı da verildi. GAP Hareket Planı kapsamında GAP Sosyal Eylem Planı da hazırlanarak uygulamaya sokuldu. YİBO ve daha sonraki yıllarda açılan PİYO'larla sürdürülen eylem planıyla, Bölge'deki asimilasyon sürecinin hızlanması hedeflendi. Koruculuk sistemi getirilip, yayla yasakları da devreye sokulunca Bölge ekonomisinin kan kaybı dayanılmaz boyutlara ulaştı.
GAP'a ilişkin veriler
GAP, Türkiye yüzölçümünün yüzde 9.7'sini, ülke nüfusunun da 9.77'sini kapsarken, Belçika'dan 2.4 kat, Hollanda'dan 2.2, İsviçre'den ise 1.8 kat daha büyük. GAP ile sulamaya açılması hedeflenen arazi 1.8 milyon hektar. Bu miktar Türkiye'de ekonomik olarak sulanabilecek arazilerin yüzde 20'sini oluşturmaktadır. Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye'nin su potansiyelinin yüzde 28'ini oluşturmaktadır. GAP kapsamında hazırlanan 13 büyük projenin 7'si Fırat, 6'sı ise Dicle Nehri üzerinde planlandı. Projeler tamamlandığında 22 baraj ile 19 hidroelektrik santrali inşa edilmiş olacak. Proje sonunda 2.426 MW kurul güç ile yılda 27 milyar kilowatt saat enerji üretilecek ve 1.8 milyon hektar arazi sulamaya açılacaktı.
Kendini finanse eden enerji projeleri
GAP'a 1997 yılı sabit fiyatlarıyla 12.6 milyar dolar harcama yapıldı. Gerçekleşme oranı yüzde 40.6. Atatürk ve Karakaya barajlarının Eylül 1997 tarihleri itibariyle ürettiği enerjinin yaklaşık maliyeti 8 milyar dolara eşdeğerdir. Yine Keban Barajı düşünüldüğünde Türkiye'nin GAP'a yatırmış olduğu 12.6 milyar doların geri dönüşümünü sağladığı görülmektedi. 1997 yılı Eylül ayı itibariyle Türkiye hidroelektrik enerjisi üretiminde Karakaya ve Atatürk Barajı'nın payı yüzde 51. Ekim 1997 itibariyle Bölge'de sulamaya açılan alan 1 milyon 540 bin 800 dönümdür. GAP sulama projelerinin sulama alanından yüzde 9'u tamamlanırken, yüzde 11'lik kısmı ise inşaat halindedir. Faaliyete geçen sulama yatırımlarıyla 1996 yılında Türkiye'de üretilen pamuğun üçte biri GAP bölgesinden elde edildi. GAP'a 1997 yılına kadar aktarılan 12.6 milyar doların 2.5 milyar doları dış kaynak, diğer kısmı ise yatırım bütçesinden karşılandı.
2001 yılında GAP
2001 yılı verilerine göre toplam 17.2 milyar dolar harcandı. Bölge'de hidroelektrik enerji potansiyelinin yüzde 70.3'ü işletmeye açıldı. 2001 yılı verilerine göre Türkiye'de kullanılan hidroelektrik enerjisinin yüzde 45.5'i Bölge'den sağlanmaktadır. 2000 yılı itibariyle 348 bin 381 hektar arazi sulamaya açıldı. Bunun yüzde 79.67'si kamu, yüzde 20.47'si ise halk tarafından yapıldı. DSİ tarafından sulamaya açılan alan, hedeflenen sulanabilir arazinin yüzde 13'ünü teşkil etmektedir.
GAP'ın enerjideki payı yüzde 51
Devlet Bakanı Nazım Ekren 2007 ve 2008 yıllarında Bölge illerinde çeşitli toplantılar düzenledi. Düzenlenen bu toplantılarda GAP'ın yeniden revize edilmesi gündeme geldi. 2007 yılı verilerine göre GAP'a toplam 25.6 milyar kaynak aktarıldı. Karakaya, Atatürk, Batman ve Kral Kızı Dicle, Birecik, Karkamış barajlarında 2007 yılı sonuna kadar 292.5 milyon KWH enerji üretildi. Bunun toplam getirisi 17.6 milyar doları bulmaktadır. 2007 yılı sonu itibariyle GAP'ın Türkiye enerji üretimindeki payı yüzde 51.
2007 yılında yapılan revizyonla GAP'ın 41 milyar 271 milyon YTL ile tamamlanacağı öngörüsü yapıldı. Bu çerçevede GAP'ın toplam finans ihtiyacı 16 milyar YTL. Fiziki gerçekleşme oranı yüzde 74. Tarımda ihtiyaç duyulan 12 milyar 491. 3 milyon YTL iken, 2007 yılı sonu itibariyle 3 milyar 382 YTL harcandı. Tarımda nakdi gerçekleşme oranı yüzde 27. 2008 yılı verileriyle 272 bin 972 hektar arazi sulamaya açıldı. 99 bin hektarlık arazide ise inşaat çalışmaları devam ediyor. Sulama projelerinde fiziki gerçekleşme yüzde 15 iken, yüzde 5'lik bölümde ise çalışmalar devam etmektedir.
Yıllardır GAP'a aktarılan kaynaklar, ağırlıklı olarak enerji yatırımlarında kullanıldı. Bu nedenle GAP projesi, Bölge'nin kalkınmasından öte Türkiye'nin enerji deposu olarak algılanarak planlandı. GAP Bölgesi, hidroelektrik enerjisinin yüzde 51'ini, Türkiye petrol üretiminin yüzde 75'ini sağlamasına rağmen kamu yatırımlarından ve milli gelirden en az payı alan bölgedir. Bölge'de 2006 yılında üretilen elektriğin yüzde 75'i Marmara ve gelişmiş illerde sanayide kullanıldı. İstanbul yüzde 18, İzmir yüzde 9.5, Kocaeli yüzde 6, Bursa yüzde 5.4, Ankara yüzde 5.1 pay almıştır.
AKP, sınırlar, orman yakmalar
1997 yılı, 2001 ve 2007 yılı verileri incelendiğinde AKP hükümeti döneminde GAP'a önem verilmediği açıkça görülmektedir. Yıllardan beri sınır kapılarını açmak yerine kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle çok sayıda kişi yük hayvanlarıyla öldürülüyor. Yük hayvanları mazot dökülerek vahşice yakılıyor. Ormanlık araziler yakılarak Bölge ikliminin dengesi bozuluyor, erozyona davetiye çıkarılıyor.
İşletmelerin dağılımı dengesiz
Bölge'de tarıma dayalı işletmelerin yüzde 57.1'i Antep, yüzde 19.8 Urfa, yüzde 9.1 Diyarbakır, yüzde 6.8'i Adıyaman, yüzde 2.6 Mardin, yüzde 2.3 Batman, yüzde 1.3 Kilis, yüzde 0.6 Siirt, yüzde 0.4 Şırnak. İstihdamda en büyük payı Antep yüzde 73.2 ile alırken, Urfa yüzde 8.2, Diyarbakır yüzde 6.8, Adıyaman yüzde 6.2 pay alırken, geriye kalan 5 ilin payı ise toplam yüzde 5.7. Sanayi işletmelerinin yüzde 65'i 1991 yılından sonra kurulmuş. Yüzde 71.2'si bu tarihten sonra üretime başlamış.
GAP ve yoksulluk
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın açtığı son ekonomik paket ile birlikte 19 yılda açılan paket sayısı 16'yı buldu. Açılan paketler ise bugüne kadar Bölge halkına ekonomik bir refah ise sağlayamadı. İktisatçı Mustafa Sönmez'in 2008 yılında hazırladığı 'Doğu-Güneydoğu'da Yoksullaşma ve Çözüm: Barış' raporuna göre, 2006 bütçesinden Bölge illerine yapılan harcamaların yüzde 18'ini 'kamu düzeni ve güvenlik', yüzde 11'ini 'savunma' olmak üzere toplam yüzde 29'unu 'asker-polis harcaması' oluştururken, bu oranın Türkiye ortalamasında yüzde 13 düzeyinde olduğu kaydedildi.
Raporda yer alan verilere göre merkezi bütçeden bu bölgeler ekonomik işler ve hizmetler için yüzde 11 pay alırken, genel kamu hizmetlerine de yüzde 11 pay ayrıldı. Bölge'ye yapılan harcamalarda eğitim hizmetleri yüzde 30, sağlık ise yüzde 17 pay aldı. Türkiye genelinde 2006 yılı bütçe harcamaları payına bakıldığında ise savunmanın yüzde 7, güvenlik hizmetlerinin ise yüzde 6 pay aldığı, dolayısıyla Bölge illerinde yüzde 29'u bulan bu harcamaların Türkiye ortalamasından 16 puan daha yüksek olduğu belirlendi. Rapora göre, 'asker-polis harcamaları' diye adlandırılan savunma ve güvenlik harcamaları bazı illerde daha da yüksektir. Bu oran Dersim'de yüzde 64 seviyesine çıkıyor. Diyarbakır'a 2006'da yapılan bütçe harcamalarında asker-polis harcamalarının payı yüzde 30'u bulurken, Hakkari'de bu oran yüzde 43.
Yerel yönetimlerde ayrımcılık
Bölge'ye yapılan kamu yatırımlarının 2006 sonu itibariyle toplamı, Türkiye toplam kamu yatırımlarının yüzde 15.2'sine ulaşıyor. Yatırımdaki payın yüksek görünmesi ise GAP yatırımlarından kaynaklanıyor. Bölge illeri yerel yönetim harcamalarından aldıkları paylar itibariyle de 81 il sıralamasının en alt kısımlarında yer aldı. Kişi başına yerel yönetim harcamasının Türkiye genelinde 429 YTL olduğu 2006'da, Bölge illerinden sadece Dersim bu ortalamanın üstünde kalırken, geri kalan 20 ilin kişi başına yerel yönetim harcaması 250 YTL'nin altında gerçekleşti. Mustafa Sönmez'in raporuna göre, 21 ilin toplam teşvikli yatırımları, aynı dönemde Bursa'nın tek başına aldığı yatırım tutarının altında kaldı. Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in verdiği soru önergesine verilen yanıtlar Bölge ekonomisinin içler açısı olduğunu ortaya koymaktadır. Bölge'nin en büyük göç kenti olan Diyarbakır'ın 10 yılda aldığı teşvik belgesi 361. Şırnak 105, Bingöl 56, Batman 48, Siirt 43, Muş 37, Bitlis 30 ve Dersim ise 18 teşvik belgesi alabildi.
Hakkari trilyona ulaşamadı
1995-2005 arası 10 yıllık dönemde verilen Küçük ve Orta Boy İşletme (KOBİ) yatırım teşvik kredisinde de Bölge'nin payı gerilerde kaldı. Türkiye genelinde 1995-2005 yılları arasında toplam 473 milyon 876 bin 797 YTL'lik (473.8 trilyon) özel sektör yatırımı yapıldı. Bunun 261 milyon 772 bin 302 YTL'sini (261. 7 trilyon) yatırım ve işletme kredisi oluşturuyor. Yapılan yatırımlarla Türkiye genelinde sağlanan yeni istihdam oranı ise 50 bin 210. İller bazında değerlendirildiğinde Bölge'nin verilen yatırım ve işletme kredisi içindeki payı yüzde 13.2'de kaldı. Yatırım ve işletme kredilerinde en büyük pay İstanbul (19,4 trilyon), Ankara (18.8 trilyon), Antep (12,8 trilyon), İzmir (9,1 trilyon) ve Bursa'nın (8,4 trilyon). Buna karşın Diyarbakır 7.4, Urfa 4.8, Van 3.7, Adıyaman 2.6, Karslı yatırımcılar da 1.8 trilyonluk yatırım ve işletme kredisi alabildi. Hakkari'nin 10 yılda alabildiği yatırım ve işletme kredisi 310.2 milyar. Erdoğan'a Başbakanlık yolunu açan Siirt'in payı ise 1.5 trilyon. Şırnak, Dersim, Bingöl, Bitlis, Ağrı'nın payı ise yüzde 0.1'lerde.
Bölge paket çöplüğüne dönüştü
1985 sonrasından günümüze Bölge'ye yönelik olarak onlarca ekonomik paket açıldı. Açılan bu paketler toplandığında bugünkü rakamlarla milyarlarca doları ihtiva etmesine karşın, Bölge'de ekonomik anlamda ciddi bir atılım gerçekleşmedi. Son 15 yılda Konya, Kayseri, Bursa, Çorum, Samsun gibi kentlerde ciddi ekonomik yatırımlar gerçekleşirken, Diyarbakır, Mardin, Van, Erzurum, Ağrı gibi Bölge kentleri ise duraklama dönemine girdi. 15 yıllık çatışmalı dönemde köylerin boşaltılması nedeniyle üretimden koparılan köylüler, kentlerin varoşlarına eklemlenen gecekondular ve bunların oluşturduğu ekonomik yük kentleri ciddi anlamda sarstı.
Açılan paketlerin bazıları şöyle:

  • Nisan 1993- Devlet Bakanı Ekrem Ceyhun, Güneydoğu'ya 234 trilyonluk yatırım yapılacağını söyledi. 191 trilyonu kamu, 93 trilyonu ise özel sektör yatırımı.
  • Mayıs 1993- Başbakan Süleyman Demirel, Hakkari ve Şırnak için 15 günde 2,7 trilyon ödeme yapılacağını 'müjde'ledi.
  • Ağustos 1993- Başbakan Tansu Çiller, Van, Bitlis, Siirt ve Muş'a 5,5 trilyonluk yatırım yapılacağını kaydetti.
  • Devlet Bakanı Ali Şevki Erek, 1994 yılı içinde Bölge'ye 16 trilyon dolayında yatırım yapacağını söyledi.
  • Temmuz 1994- Bölge için 403,5 milyar lira acil gönderilmesi istendi. Eylül 1994- Acil Destek Programı ve köy kentler kurulması için Bölge'ye 7 ile 4,5 trilyon lira yatırım yapılacak vaat edildi.
  • Eylül 1994- Devlet Planlama Teşkilatı, Güneydoğu'daki 7 ilde 127 projenin desteklenmesi amacıyla 1,2 trilyon ödeme yapılacağını bildirdi.
  • Temmuz 1995- Başbakan Tansu Çiller ve Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, Bölge'ye 25 trilyonluk yatırım yapılacağını söyledi. Bölge'ye 4 bin yeni konut yapılacak.
  • Mart 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu Kalkındırma Hamlesi Projesi' çerçevesinde Milli Güvenlik Kurulu'na sunduğu raporda, 293 kamu yatırımına 119 trilyon lira kaynak aktarılmasını planlandı. Refahyol Hükümeti'nin Başbakanı Necmettin Erbakan, danışmanı Aziz Akgül'e hazırlattığı 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kalkınma Programı'nı açıklıyordu. Bölge'nin temel sorununun ekonomik değil, siyasal olduğunun altı çizilen bu rapor ve bu rapor doğrultusunda oluşturulan paketin temel dayanağı BASK ve Kuzey İrlanda modeli sosyal ve ekonomik kalkınma reddedilmiş, ABD'nin Tennese Valley Authority, Brezilya'nın Kuzey bölümlerini kalkındırmayı hedefleyen Sudene Project ve İngilizlerin İskoçya Kalkınma Programı 'Scottish Enterprise' projeleri örnek alınmış. 119 trilyon liralık yatırım ve destek amaçlı kaynak sağlanan pakette, aslan payını yüzde 32.8'le enerji yatırımları alıyor.
  • 2000 yılında Başbakan Bülent Ecevit Bölge için 107 maddelik bir ekonomik paket açıkladı. Ekonomik paket 107 maddelik eylem planından oluşuyordu. Bunların 47 tanesi ekonomik kalkınma, 30 tanesi idarenin yeniden yapılanması, 17 tanesi eğitim, 13 tanesi de sağlık sahalarında alınması gereken önlemleri kapsıyor. BİTTİ
    Yararlanılan Kaynaklar:
    Doğu Anadolu'nun Hikayesi Mustafa Sönmez
    Geleceğin Projesi: GAP Ekodialog.com
    GAP İllerinde Sosyal ve Ekonomik Dönüşüm: (ege akademik Bakış)
    Türk Rüyası: GAP Raporu Ankara Ticaret Odası
    Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nda Sosyal ve Ekonomik Öncelikler Raporu TESEV
    Güneydoğu Anadolu Projesi: Prof. Dr. Bahri Karlı Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi
    Kentlerin Sosyal ve ekonomik göstergeleri K. Göçer-H. Çıracı
    Türkiye Kalkınma Bankası-Türkiye ekonomisinde bölgesel dengesizlikler B. Ali Eşiyok.
    'Doğu ve Güneydoğu'nun Yoksullaşması ve Çözüm: Barış' Mustafa Sönmez
    GAP Kalkınma İdaresi GAP Uygulama Programı

    Hazırlayan: Aydın Bolkan
    Osmanlı'dan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR... 2
    Osmanlı'dan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR... 1
  • Welat için mücadeleye

    7 yaşındaki Welat’ın isminden dolayı İstanbul Havaalanı’ndanwelat04 Almanya’ya geri gönderilmesine tepki yağdı. Ancak, ‘Welat neden Türkiye’ye giremedi?’ sorusunun bulunmayan resmi yanıtı dün ortaya çıktı. Annesiyle birlikte dört gün önce Düsseldorf kentinden uçakla İstanbul’a giden Dağ ailesinden 7 yaşındaki Welat’ın isminin Kürtçe olması Türkiye’ye girmelerine engel olarak gösterilmişti. 7 yaşındaki Welat, annesinin bütün yakarmalarına rağmen tekrar uçağa bindirilerek Almanya’ya geri gönderilmişti. Welat’ın isminden dolayı yaşadıkları gazetemizin dünkü sayısında ‘Welat Türkiye’ye giremedi’ şeklinde yer aldı. Haberimiz üzerine, uygulamaya tepki gösterilerek, Türk devlet zihniyeti sorgulandı. Ancak, dün Türk medyasına yansıyan şu gelişme, bu zihniyetin kaynağını net olarak gösterdi. “Genelkurmay’dan ‘önce Türkçe’ Önce Türkçe afişi” başlıklı haberlerle birlikte Genelkurmay’ca hazırlanan afişler de yer aldı. Afişlerde, ‘Kürtçe serbesttir’ yalanıyla birlikte sürdürülen “Q,W,X” harflerinin yasaklanması, bu harflerin üzeri çizilerek, teyid edildi. Yazdığı bildirilerde bile Türkçe dil kurallarını altüst eden Türk Genelkurmay Başkanlığı, Türkçe konusunda gösterdiği ‘hassasiyetini’ askeri kurum ve kuruluşlara astırdığı afişlerle duyurdu. Tüm askeri kurum ve kuruluşlara asılan afişlerde “Önce Türkçe” denildi. “Q,W,X” harflerinin üzeri çizilen afişte, “Tabelalarda, ilanlarda, reklamlarda önce Türkçe” yazısı yer aldı.
    Welat’ın annesi anlatıyor
    kurtce harfler yasak xqw
    Dünkü haberimizde 7 yaşındaki Welat’ı Düsseldorf Havaalanı’nda geri alan babası Sadrettin Dağ’ın tepkisini yansıtmıştı. Haberin yayınlanmasının ardından ulaşttığımız anne Yadigar Dağ, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Almanya’da çocuğumuzu kaydederken Alman polisi ‘çocuk her ülkeye gidebilir ancak Türkiye’ye gidemez’ dedi. Daha sonra ‘çocuktur bir şey olmaz’ dediler. Biz Almanya’da Türkiye Konsolosluğu’na kaydetmek için gittik. Ancak Konsolosluk hakaret ederek ‘W harfini kabul etmeyiz’ dedi. 3 çocuğumla birlikte İstanbul Havalimanı’na geldiğimizde ‘Welat yabancıdır. O’nu almayacağız’ dediler. Çocuğumu zorla aldılar benden. Çocuk ağlıyordu. Dayanamadım ben de ağladım. Welat ağlıyordu. Bana ‘Anne ne oluyor neden ismimi kabul etmiyorlar’ diyordu. İçim yandı. Onu almaya çalıştım ama vermediler. Almanya’ya geri gönderdiler. Bu insafsızlıktır.”
    ‘İnsan onuruna saygısızlık’
    Türkiye’deki tek Kürtçe günlük gazete Azadiya Welat’ın Genelwelatkimlik3 Yayın Yönetmeni Tayyip Temel, 7 yaşında bir çocuğun isminden ötürü Türkiye’ye sokulmamasını her şeyden önce bir insan hakları ihlali ve insan onuruna karşı saygısızlık olarak değerlendirdi. Temel, şunları söyledi: “Başbakan başta olmak üzere devlet yetkilileri özelikle Avrupalılar ile yaptıkları görüşmelerde Kürtler ve Kürt dili ve kültürü üzerinde baskının olmadığı ve yasakların kaldırıldığını iddia ediyorlar. Atatürk Havaalanı’nda yaşananlar skandaldan da öte bir uygulama niteliğinde. 7 yaşında bir çocuğun psikolojisi ve ailesinin üzerinde bırakacağı etkiye bakılmaksızın, adeta bir suçlu muamelesine tabi tutularak Almanya’ya iade edilmesini kınıyoruz. Herkesin bu bölücü uygulamaya tepki göstermesini bekliyoruz. “
    ‘Kürt dili inkar ediliyor’sami_tan_kurt_enstitusu_baskan
    İstanbul Kürt Enstitüsü Başkanı Sami Tan ise şunları belirtti: “Kürtçe yayın tartışmasının yapıldığı bir dönemde, bu somut olay bir kez daha Türk devletinin Kürt halk gerçekliği ve Kürt dilini inkar ettiğini gösteriyor. Bir halkın dilini kabul etmek için, ilkin o halkın dilinde bulunan sesleri ve o sesleri gösteren harfleri kabul etmek gerekiyor. Türk yetkilileri bugüne kadar, William, Waly adında birini sınırdan geri çevirmediklerine göre, düşmanlık Kürt dilinedir. Türk devleti artık dünyayı ve Kürtleri kandırmaya çalışmaktan vazgeçmeli. Bu zihniyetle hiçbir yere varmayacakları açıktır.”


    KCK: Avrupa ders çıkarmalı 7 yaşındaki Welat Dağ’ın isminden dolayı Türkiye’ye girişine izin verilmeyerek tek başına uçağa bindirilip Düsseldorf’a gönderilmesi haberi Avrupa’da da yankı yarattı. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Remzi Kartal, “Bu olay Türkiye’nin Kürtremzi_kartal KCK halkına, kültürüne ve kimliğine yaklaşımını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İsmi Welat olan çocuğun Türkiye’ye girişi yasak, Türkiye’de yaşaması yasak. İsmi Welat olan çocukların Türkiye yasaları ve siyasetiyle sürekli baskı altında olması, hapis kalması gerçeği ortada” dedi. Kartal sözlerine şöyle devam etti: “Bu, özellikle Avrupa bilhassa da Almanya açısından, Kürt halkına karşı uyguladıkları politikaların yanlışlığını görmeleri açısından öğretici bir olay. Welat olayı aslında Almanya’nın Türkiye gerçeğini görme ve bu noktada Almanya’da yaşayan Kürtlere yönelik politikalarını değiştirme konusunda bir dönüm noktası olmalıdır” dedi.
    Almanya’nın Kürtlere yönelik politikalarının Türkiye’yle birebir örtüştüğüne dikkat çeken Kartal, “Almanya, yer yer Türk devletini de aşan haksız ve yanlış politikalarından vazgeçmelidir. Türk devleti kendi Kürdünü yaratma politikalarını sürdürürken, Almanya da Türkiye’nin istediği Kürdü yaratma politikasından vazgeçmelidir” diye konuştu. Kürtlerin de evrensel hukuk çerçevesinde herkes gibi kendisini ifade edebilmesi gerektiğini dile getiren Remzi Kartal, Almanya’dan beklentilerini şöyle sıraladı: “Umarız Almanya şuanda Türkiye’ye iade etmek için cezaevinde tuttuğu Kürtleri ve Kürt siyasetçileri serbest bırakır. Türkiye’nin geri gönderdiği Welat isimli çocuğun gerçeğinden yola çıkarak, Kürtlerle daha doğru bir ilişki geliştirir. Kürtleri daha doğru anlar ve Kürtlere yönelik demokratik ve insani bir hukukla yaklaşır.”
    ‘Hukuk mücadelesi yürütülmeli’ Bu olayın Kürt kurumları ve Kürt halkı açısından da çok ciddi mesajlar içerdiğinin altını çizen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Remzi Kartal, bu konuda şunları ifade etti: “Avrupa’da Kürtler bugüne kadar kurumlarıyla birlikte insan hakları ve demokrasi çerçevesinde çok ciddi bir siyasal mücadele yürüttüler. Kimlik ve demokratik haklarını talep ettiler. Fakat bu mücadelenin bir ayağı eksik kaldı. Bu da hukuk mücadelesiydi. Avrupa’daki Kürtler birebir, tek tek vatandaşlar olarak ve kurumlar olarak ciddi bir hukuk mücadelesi içerisinde olmalıdırlar. Ancak böyle haksızlıklara karşı önemli sonuçlar elde edebilirler.”
    YEK-KOM: Demokrasiyi yeniden tanımlasınlar Almanya KürtYEK-KOM Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM) Yönetim Kurulu Üyesi Ayten Kaplan ise “7 yaşındaki Welat isimli Kürt çocuğa Türk devletinin yaklaşımı, demokratik kriterler konusunda adım atmadığının göstergesidir” dedi. Kaplan sözlerine şöyle devam etti: “Alman devleti Türkiye’nin demokratikleştiğini iddia ederek birçok Kürdün oturum hakkını elinden almak için girişimde bulunsa da, bu olay demokrasinin Türk devletinin ne mantığında ne pratiğinde ne de isteminde yer almadığını göstermiştir. Hem Türk devleti hem de Alman devleti demokrasi kriterlerini yeniden tanımlamalıdır.”
    “7 yaşındaki bir çocuğa dahi böyle bir uygulamayı reva gören Türk devletinin daha neler yapabileceği ortadadır” diyen Kaplan, “Kürt kimliği sözde değil özde kabul edilmelidir. Özellikle Alman devleti, Türkiye’nin demokratik gelişimini Türkiye’deki şoven bayrak eylemleri ile değil, Kürt halkına yönelik baskı ve yasakları mercek altına alarak izlemelidir”
    çağrısında bulundu. MELEK AMED/


    Prof. Buro: Ağır hak ihlali Alman siyasal bilimcisi Prof. Dr. Andreas Buro, Welat Dağ olayını “ağır insan hakkı ihlali” olarak nitelendirdi. Geçtiğimiz haftalarda Aachen Barış Ödülü’ne layık görülen Prof. Buro, konunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu döneminde “Kürt dilinin reddi ve Kürt halkının zoraki asimilasyonunu gerçekleştirmeye dönük alınan kararlar” ile bağlantılı olduğunu ifade etti. Konuyla ilgili gazetemize açıklama yapan Prof. Buro, şunları dile getirdi: “Bu olay, Türkiye’nin Kürtlerin kültürel kimliğini tanımaya hazır olmadığını gösteriyor. Yani, kendine ait bir yazımı, bir dili, bir kültürü olan büyük bir nüfus parçasının kültürel kimliği tanınmıyor. Bu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmayı hedeflediği gerçeği kapsamında daha da anlaşılmaz bir durumdur. Türkiye kendi sınırları içerisinde bütün halk gruplarının barışçıl birarada yaşamasının koşullarını yaratmadan, AB’ye katılacak düzeye ulaşamayacaktır. Çünkü bu tutum, ağır bir insan hakkı ihlalidir.”
    Mendis: Skandal! Merkezi Almanya’nın Bremen kentinde bulunan Uluslararası İnsan Hakları Derneği (Internationaler Menschenrechtsverein) de 7 yaşındaki Welat’ın sırf isminden dolayı ‘sınırdışı’ edilmiş olmasını “skandal” olarak değerlendirdi. Dernek Temsilcisi Viraj Mendis, olayın Türkiye’deki Kürtlerin karşı karşıya olduğu devlet baskısının keskinliğini gözler önüne serdiğini kaydetti. Viraj Mendis, şu değerlendirmeyi yaptı: “7 yaşındaki Welat’ın sırf isminin Kürtçe olması nedeniyle Türkiye’den Almanya’ya sınırdışı edilmiş olması bir skandaldır. Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Erdogan_universty turkish german Almanya’ya yaptığı son ziyaretinde ‘Almanya’da eğitim dilinin Türkçe olduğu yüksekokulların kurulması mümkün olmalı’ demiş olması ironiktir. Hatta Almanya’da Türk üniversitelerin kurulması yönündeki fikirlerini beyan etmişti. Alman ve Avrupalı politikacılar için Kürtlerin kendi ülkelerindeki demokratik ve siyasal haklarını alenen sormanın tam fırsatıydı. Ama kimse Erdoğan’a bunu sormadı. Welat’ın sınırdışı edilmiş olması değerlendirilmesi gereken ikinci bir fırsattır.”
    MERAL ÇİÇEK/ HABER MERKEZİ-YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

    "TÜRKİYE İLE MÜZAKERELER DONDURULSUN"

    Peyamner PNA-Alman Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) Partisi Başkanı Erwin Huber, Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakerelerinin durdurulmasını talep etti.

    Huber, yaptığı açıklamada, Lizbon Antlaşması’nın geleceği netleşene kadar Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasını istedi.

    Alman Deutche Welle'nin geçtiği haberde, Erwin Huber, Avrupa Birliği hareket yeteneğinin sınırlarına gelmişken nasıl olup da Türkiye ile yeni fasılların açılabildiğini anlayamadığını söyledi.

    BAKAN ZEBARİ, RİCE İLE BİRARAYA GELDİ

    PNA-Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile biraraya geldi. Zebari, ABD'nin Irak’taki askeri varlığı konusunda süren müzakerelerde, Washington’un daha yapıcı bir tutum sergilemeye başladığını söyledi.ZEBARİ, RİCE  Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile Washington'da görüşen Hoşyar Zebari, ABD ile imzalanması beklenen güvenlik anlaşmasının taraflar arasında anlaşmaya varılabileceğini söyledi.

    Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, ABD ile Irak arasında müzakerelerin çıkmaza girdiğini söylemişti. Ancak Dışişleri Bakanı Zebari, son görüşmelerden sonra, Temmuz ayı içinde bir anlaşmaya varılacağı konusunda iyimser olduğunu söyledi.

    Dışişleri Bakanı Zebari, hangi taleplerden söz edildiğini belirtmedi, ancak Amerikalıların daha yapıcı bir tutum sergilediğini söyleyerek, Irak Parlamentosu’nun anlaşmayı onaylayabileceğini söyledi. Zebari, anlaşmanın gizli maddeler içermeyeceğini belirterek, taraflar arasında uzlaşma sağlanınca, parlamentonun onayına sunulacağını söyledi.

    ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tom Casey de, Zebari - Rice görüşmesinin olumlu geçtiğini ve Ameirka’nın da yakında uzlaşmaya varılmasını beklediğini bildirdi. Kesin tarih vermek istemeyen Casey, Amerika’nın taleplerinin Irak’ın egemenliğini ihlal etme gibi bir amaç taşımadığını vurguladı.

    Amerika'nın Irak'ta kalıcı üs kurmak veya Irak hava saha kontrol etmek istemediğini söyleyen Casey, tek amaçlarının Amerikan askerlerinin Irak'ta kalabilmesi için hukuki zeminin oluşturulması olduğunu kaydetti. Sözcü Casey, uzun vadede, hedeflerinin, Irak'ın yabancı güçlere muhtaç kalmaması ve güvenliğini sağlayabilmesi olduğunu belirtti.

    Amerika’ya Irak’ta asker bulundurma yetkisi veren Güvenlik Konseyi kararının süresi bu yılın sonunda doluyor. Washington ve Bağdat, bu sürenin uzatılması konusunda müzakerelerde bulunuyor.

    BAŞKAN BARZANİ , İTALYA PARLAMENTO BAŞKANI FİNİ TARAFINDAN KARŞILANDI...

    baskan serok barzani PNA-Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, ''Demokratik İttifak'' kongresine katılmak üzere gittiği İtalya'nın başkenti Roma'da ülkenin parlamento başkanı Gianfranco Fini tarafından karşılandı.

    İtalyan haber ajansı AKİ'nin  haberine göre Başkan Barzani ile Fini arasında gerçekleşen görüşmede, Kürdistan Bölgesi ile İtalya arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine vurgu yapıldı.

    İtalyan Demokrat Parti tarafından organize edilen ''Demokratik İttifak'' kongresinde Başkan Barzani'nin demokrasi ve terörizm ile ilgili bir konuşma yapması bekleniyor.

    BAŞBAKAN BARZANİ : ''ABD İLE GÜVENLİK ANLAŞMASI IRAK'IN ÇIKARINADIR''

    Peyamner PNA-Kürdistan Bölge başbakanı Neçirvan Barzani , federal Irak ile ABD arasında imzalanması beklenen güvenlik anlaşmasının birinci dereceden Irak'ın çıkarına olduğunu söyledi.

    Şark El-Ewsat gazetesine konuşan başbakan ABD ile Irak arasında imzalanması beklenen güvenlik anlaşmasının başta Irak olmak üzere iki tarafın da çıkarına olduğunu inandıklarını belirterek anlaşma sayesinde ABD'nin Irak'taki askeri varlığının yasal bir çerçeveye gireceğini söyledi.Kürdistan Bölge hükümeti olarak anlaşmaya sıcak baktıklarını söyleyen başbakan '' konu gereği anlaşmanın bazı madde ve noktalarında değişiklik istenilebileceği ve bu da normal bir şey'' dedi.Başbakan , her halükarda iki tarafın da ortak bir sonuca varabileceğini söyledi.

    Diğer yandan başbakan Neçirvan Barzani, kendisinin ve Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Bağdat' a ziyaretlerinin deng gelmesi ihtimali üzerine “Bizim Bağdat’a ziyaretimiz bazı olağan işlerin yerine getirilmesi çerçevesindedir.Biz federal Irak hükümetinin bir parçasıyız. Şu anda, programımızda Erdoğan ile bir görüşme yer almıyor. Ama eğer böyle bir şey olur ve görüşme gerçekleşirse, şüphesiz buna seviniriz” şeklinde konuştu.

    BAŞBAKAN NEÇİRVAN BARZANİ, HAMANEY'DEN OPERASYONLARIN DURDURULMASINI İSTEDİ...

    UNITED NATIONS KURDISH REGIONAL KURDISTAN BM KURT PNA-Kürdistan Bölge Başbakanı Neçirvan Barzani, İran'ın dini lideri Ayatullah Ali Hamaney'den Kürdistan bölgesine yönelik gerçekleşen İran bombardımanının durdurulmasını istedi.

    Şark El-Ewsat gazetesine açıklamada bulunan Başbakan , İran'ın Kürdistan bölgesine yönelik gerçekleşen bombardımanından rahatsızlık duyduklarını dile getirdi. Başbakan, merkezi Bağdat hükümetinden bu sorunun çözümünde yer almasını istediklerini fakat operasyonların hala sürdüğünü belirtti.

    'Kürdistan bölge sınırında konuşlanan İran topçu birliklerinin, PJAK'ı bahane ederek bölgeyi bombaladığını ancak bombalanan yerlerde hiçbir şekilde bu örgütün üyelerinin bulunmadığını' kaydeden Başbakan, Kürdistan bölge yönetimi olarak, komşu ülkelerle iyi ilişkiler içerisinde olunmasını esas aldıklarını ve bu konuda kararlı olduklarını söyledi.

    Başbakan Neçirvan Barzani, "İran'dan bölgeye yönelik gerçekleşen ve köylülere zarar veren bombardımana son verilmesini istiyoruz" dedi.İran ordu güçlerinin bombardımanına maruz kalan Kürdistan Bölge sınırındaki halkın tarih boyunca sitemle karşı karşıya bırakıldığını hatırlatan başbakan ''İranlı dostlaramız bu gerçeği çok iyi biliyor'' dedi.

    Başbakan, '' bu çerçevede İran İslam cumhuriyetinin en üst yönetimine başta Ayetullah Ali Hamaney' den operasyonların son bulması için bizzat kendisinin müdahalade bulunmasını istiyoruz'' dedi.

    İran’da çatışmalar şiddetlendi: Üç günde 51 pasdar öldürüldü

    700pjak-logo SALMAS (18.06.2008)- Doğu Kürdistan'da HRK gerillaları ile İran ordusu arasında çatışmalar şiddetlendi. Son üç günde 50'ye yakın İran Devrim Muhafızı öldürüldüğü açıkladı.

    Çatışmalara ilişkin PJAK Basın ve İrtibat Merkezi yaptığı açıklamada, son üç günde İran askerleri ile HRK gerillaları arasında yaşanan çatışmalar şiddetlenirken, İran sivil köyleri top atışına tutu. PJAK, gerillaların dün Hewraman bölgesinin Nızare ve Newsud köyleri arasında bir askeri aracı pusuya düşürdü. Buradaki eylemde aralarında subayların da bulunduğu 18 pasdar ölürken 4’ü de yaralandı. Aynı bölgede yaşanan başka bir çatışmada da 4 pasdar öldü.

    kuzey irak kurdistan bombalamalar Bir diğer kapsamlı çatışma da aynı gün Salmast kırsalında yaşandı. Açıklamaya göre Şpiran bölgesinde operasyona çıkan askerlerle gerillalar arasında akşama kadar çatışma yaşandı. PJAK, bu çatışmada 19 pasdar ve 5 korucunun öldüğünü duyurdu. Aynı çatışmada Şoreş Amed kod adlı bir gerilla da yaşamını yitirdi. Bu çatışma ardından İran topçularının, bölgeyi top atışına tutması üzerine Storeş ve Şerwani köyleri önemli oranda zarar gördü.

    15 Haziran akşamı Meriwan kentine bağlı Gagil köyü yakınlarında çıkan çatışmada 2, Serdeşt yakınlarında çıkan başka bir çatışmada da 3 pasdar öldü.

    iran bomb kurdistan pjak PJAK Basın ve İrtibat Merkezi, çok sayıda kayıp veren İran ordusunun bazı bölgelere ağır silah ve asker yığınağı yaptığını da duyurdu. Buna göre Kirmanşah ve Sine kırsalına 3 gündür sevkiyat yapılıyor. Bunun yanısıra Şaho kenti civarına da top ve katyuşa atışları yapılıyor. Bölgedeki Reşmelekani, Pirxıdır, Şımşer, Cımlixan, Sinekon, Celawe, Gozeban, Heware Berze, Heware Hecice, Şeliban köyleri, İran topçularının hedefi durumunda olduğu bildirildi. ANF

    YORUM : Linç

    linc2 Kurdistan-Post Kürt öğrenciler ve işçiler Türk şehir, kasaba ve köylerinde dövülüyor. Bunun adı tabii ki, Türk usulü linç oluyor. Türk usulü linçte olaylar şöyle gelişiyor: Türk-İslam faşistlerinden bir temsilci, milliyetçi emniyet amiri veya milliyetçi vali ile şehir veya kasabadaki Kürt grubunun durumunu görüşüyor. Bu grup işçi veya öğrencidir. Ya da yerleşmeye gelmiş birkaç Kürt ailedir.

    Milliyetçi Emniyet amiri veya milliyetçi vali, milliyetçi Türk gencinin kaygılarına fazlasıyla anlıyor. İşlem tamamdır. Kürt grubun ağzı gözü dağıtıldıktan sonra olay yerine gelen milliyetçi Türk polisi kavga halindeki iki gurubu linç altındaki Kürtlerin kemiklerini kırarak ayırmış oluyor; bu nasıl iki gurup arasında bir kavga ise hastaneye sadece Kürtler götürülüyor.

    Aaaaa.... Bir bakmışsınız bizim Kürtler hastane koridorunda toplu halde hatıra fotoğrafı çektirmişler... Kimin gözü şiş. Kiminin kafasında külah gibi kanlı bir sarık. Terlikli olanın ayağı dizine kadar sargı içinde... Birinin, Allah burnunu esirgemiş, sallanan satırla serçe parmağı uçup gitmiş. Karnından şişlenmiş olan Kürt ise serum şişesine bağlı komada yatıyor...

    Şu anda Türkiye’nin en az 55 iline gidemeyecek olan Kürt iyimserlik siyaseti linç olayı üzerine basına açıklamalarda bulunuyor:

    “Kardeşliğe vurulmuş darbe!”

    Kürt işçilere linc trabzon Ne kardeşlik ama! Yüzük kardeşliğinden linç kardeşliğine geçiş yapmışız ya!

    Türk şehir, köy ve kasabalarının sokaklarını tutmuş sivil Türk-İslam faşistlerinin asker ağabeyleri de Kürdistan’ı linç ediyor. Askerin hışmından kaçan Kürt, sokak faşizminin satır ve bıçak sallayışları altında hastane pozları veriyor.

    Dil yasağını, vatan yasağını, Kültür yasağını, yedi sülalesinin isim yasağını yutan Kürde bu kez hayat yasağı yutturuluyor.

    Neyse ki öğrendiğimize göre Kürdistan’dan Türk şehirlerine olan göç büyük ölçüde durmuş. Bu, Kürtlerle Türkün bıçaklı-sopalı kaynaşmasının durmuş olması anlamına geliyor.

    Adamların elinde satır, şiş, bıçak ve kalas varken nasıl kucaklaşacaksın? Neresiyle kucaklaşacaksınız? Tam kucaklaşmak üzereyken milliyetçi Türk bıçağı hart diye Kürt tenine giriveriyor.

    Ben desem ki, inkara dayalı seksen yıllık ucube yaşamın kaynaştırdığı Kürt ve Türk hızla ayrışıyor. Diyecekler sen ayrıştırıcısın. Bıçak, şiş, satır, uçak ve tankla öldürmeye gelen birleştirici oluyor da, buna itiraz edenler ayrıştırıcı oluyor demek...

    linc Dirliğini, birliğini ve vatanını kaybetmiş Kürtlerin devletleşmesi ve kendi kendini yönetmesi çok zor. Zaman, ısrar ve kararlılık istiyor.

    Siz bakmayın Türk ulusal böbürlenmelerine. Türkler devletleşmeyi Araplardan ve Farslılardan öğrendiler. Uzun yıllar Arap ve Farsların dinsel ideolojisinin silahşörlüğünü ve kapı kulluğunu yaptılar.

    Bin yıldan beridir Kürtlerin bir devlet deneyimi yok. Kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı çoğu zaman kendi yönetim işlerini başkalarına devretmişler. Bu nedenle hala bir çok Kürd kendi Kürdünün ufacık bir dokunmasına kıyametler koparır ama, sömürgeciliğin ciğer söken uygulamalarını adetten bulur. Linçi anlatıyordum. Kürde yönelik linç olaylarını kimse durduramaz. Durmaz. Bu topraklarda seksen yıldır Türk ırkçılığıyla Kürt düşmanlığı tohumları ekilir. Tohumlar filizlendi, ayrık otu gibi her tarafa kök saldı. Devletin kendisi, partisi, askeri, polisi ve kurumları halini aldı. Milliyetçilik ve ırkçılık tohumları ekmek kolaydır. Eteğini doldurur ve önüne çıkan araziye serpersin... Fakat kök saldıktan sonra da dünya bir araya gelir o tohumların kökünü kazıyamaz. Aksine tatminsiz yaşam içinde önüne çıkanı boğazlayan bir güruh haline gelir.

    Türkiye hassas dengeler üzerinde duruyor, denen şey bu. İçindeki canlılarla birlikte bir Kürt evini veya otobüsünü kundaklamanın varacağı sonuçları kestiremediklerini söylüyorlar...

    mersinpoliscocuklaraiskence Yalancılar. Irkçılık ve aşırı milliyetçilik iyi ve geleceği olan bir şey olsaydı Avrupa ona İspanya, İtalya, Balkanlar ve Almanya’da diz çöktürmezdi.

    Ötekini linç eden Türk ırkçılığının burnu sürtülene kadar linç kültürü sürecek. Burun sürtme sürecinde büyük olaylar ve kırımlar yaşanacak. Bu arada Kürtler bir arada yaşamanın, kendi kendini yönetmenin can güvenliği için kaçınılmaz olduğunu öğrenecek. Biriktireceği ulusal enerjiyle ve yönetim tecrübesiyle devlet kurmayı öğrenecek...

    Linç altında yaşamanın şerefli bir yaşam olmadığını öğretene kadar, İyimser Kürtlere biz bunları anlatmayı sürdüreceğiz. Faşizm ve ırkçılık iyimserlikten anlamaz diyeceğiz...

    Faşizm ve ırkçılığı asılsız iyimserliklerin körüklediğini belirteceğiz. Bakalım, linç kurbanı yeni bir grup Kürdün hastanedeki hatıra fotoğrafları bir daha ne zaman basına yansıyacak.

    polis 1 2008 Uzun sürmez...  Türk linç kültürüdür bu.... Yerinde duramaz... Türkün ulusal stresini attığı tek alan, gasp edilmiş Kürdistan topraklarıdır. Bunu unutmayın;

    Özgürlük yoksa linç vardır...

    Hasan Bildirici
    bildiricihasan@hotmail.com