Karayılan: Gabar'da İsrail parmağı var!

16:11 Başta Gabar ve Bestler çatışmaları olmak üzere birçok gerillanın yaşamını yitirmesinde İsrail'in belirleyici rol oynadığını belirten Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan İsrail'i sert bir dille uyardı ve 'Bu konudaki sözlerim tehdit gibi, boş laf gibi anlaşılmasın. Hayır, biz çok ciddiyiz' dedi. Murat Karayılan, Türkiye'de yapılan Ergenekon operasyonu, İsrail'in gerillaya karşı Türkiye'ye verdiği teknik destek, AKPM'nin terör listesini illegal olarak kabul etmesi ve CPT'nin neden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın sağlığına ilişkin raporu açıklamadığını ANF'ye değerlendirdi. Ergenekon Operasyonuna derin devlet karar verdi Türkiye'de son olarak Ergenekon operasyon yapıldı, onlarca kişi gözaltına alındı ve bunların birçok saldırıyı düzenleyerek PKK'ye mal ettikleri ortaya çıktı. Bu derin devletin ve çetelerin ortaya çıkarılmasına yönelik bir operasyonu olarak ele alınabilir mi? Öncelikle şunu belirteyim, Ergenekon çetesinin tüm yapısına yönelik olmasa da en azından yönetim kademesine dönük bir operasyonun başlatılması olumlu bir adımdır. En azından yapacakları bir sürü cinayetler vardı, onların önüne geçilmiştir. Bu açıdan olumlu bir şeydir. Fakat bu öyle çok fazla ileriye gidecek, devlet içerisindeki çeteci yapılanmayı ortadan kaldıracak bir yönelim de değildir. Türk basınında çokça işlendiği gibi derin devlete karşı bir operasyon değil, tersine derin devletin kontrolü dışına çıkmış bazı birimlerin üzerine gitme operasyonudur. Bu tür bir operasyona AKP hükümetinin ve başbakanın karar alacağı bir gücü ve yetkisi yoktur. Bu operasyona derin devlet karar vermiştir. Muhtemelen bunlar kontrol dışına çıktı. Artık yapacaklarını yaptılar, devre dışı edilmesi gerekiyordu. Veli Küçük vb. isimler derin devletin sırtında birer kambur gibi duruyordu. Kürdistan'da işlediği binlerce cinayet vardır. Faili meçhul adı altında öldürülmüş yüzlerce Kürt iş adamı, esnafı, memuru ve aydını vardır. Bunların hepsi açığa çıkarılacak mı? Hayır. Çünkü Veli Küçük de sonuçta bir emir eridir. Açığa çıkarmak için daha yukarılara uzanmak geriyor. Bunun için de Türkiye'nin daha derinlikli bir tutuma ve kendi kendisiyle yüzleşmesine ihtiyacı vardır. Şimdiki operasyonla daha çok bunların etki gücünü kıracaklar. Belki de bazılarını hizaya çekecekler. Yani eğer öyle olmasaydı bu Ergenekon çetesi denilen çete öyle on üç kişiden ibaret değildir. Bunun yüzlerce kadrosu var, silahlı eğitim görmüş, militanları vardır. Bu operasyonla bir nevi yönetimi görevden alınmış oluyor, el konmuş oluyor. Yönetim kontrol dışına çıkmıştır, dinlemezlik pozisyonuna düşmüştür. Bu yönetimin cezalandırılmasıdır. Yoksa devletin bünyesinde bu çeteci yapılanmaların temizlenmesine dönüşmüş olsaydı bu elbette ki bu Türkiye'de çok önemli bir olay olurdu, devrimsel bir özelliği olurdu. Çünkü Türkiye'de ta Osmanlı'dan İttihat Terakki döneminden bu yana Teşkilat-ı Mahsusa'dan itibaren devlet içinde gizli örgütlenmelerin olduğu bir gerçektir. NATO'da kontrgerilla ve gladyo diye adlandırıldı. Bir NATO ülkesi olarak Türkiye'de de Teşkilat-i Mahsusa'dan başlayarak, kontrgerilla, gladyo biçiminde örgütlenmeler vardır ve bu Ergenekon çetesi de bu örgütlenmelerin bir koludur. Kürt sorunu çözülmediği sürece bu çeteler varlığını sürdürecek Herkes şunu bilmelidir ki, Kürt sorunu çözülmediği sürece bu tür çeteler de varlığını sürdürecektir. Çünkü öteden beri Türk devleti Kürt özgürlük hareketine karşı rutin dışı dedikleri gayri resmi savaş yöntemleriyle savaşmayı meşru görmüştür. Eğer gerçekten çetelerin tasfiyesi olursa bu Türkiye'de çok önemli bir şeffaflaşma anlamına gelecektir. Ama bunun böyle olmadığı bellidir. Çünkü daha dün Şemdinli'de halkımız bu tür faaliyetlerin başka kolu olan mensuplarını yakaladı ve devlet onları bıraktı. Bu hükümetin ve genelkurmayın denetiminde bu tür çetelerin korunduğu açıktır. Bugün gladyo tipi örgütlenmenin deşifre olmuş ve kontrol dışına çıkmış bir birimi olarak gelen bu çeteci yapılanmanın tasfiyesi, derin devletin ortadan kaldırılması anlamına gelmiyor. Öyle bir operasyon değildir. Tersine derin devlete biraz daha çeki-düzen verme operasyonudur. Bunu böyle anlamak gerekiyor ve yine derin devletin bir kararıdır. Fakat cinayetlerin önüne geçmiştir. Tabii şimdiye kadar birçok provokasyon yaptılar, eğer yakalanmasalardı daha fazla da yapacaklarmış. Bunun önüne geçilmesinden dolayı olumludur ama yönelimin nasıl gideceği daha belli olmamakla birlikte kanaat olarak belirtiyorum ki öyle daha fazla derinleştirilmez. Sistemin bünyesindeki çeteci yapılanmaların tasfiyesiyle sonuçlanacak bir operasyon değildir. Bunun için daha köklü demokratik devrimsel bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Böyle bir tutum da mevcut siyasal irade de gözükmemektedir. O daha çok uzlaşma yöntemini, orta yolu bulma tarzını esas alıyor. Dolayısıyla bu iktidar denetiminde tür yapılanmaların temizlenmesi gibi bir şey söz konusu olmayacaktır. Erdoğan ve Gül'ün El-Kaide ile düşünsel akrabalığı var El Kaide olduğu iddia edilen gruba yönelik operasyon gerçekleşti. Bush-Erdoğan görüşmesi sonrası bu operasyonları nasıl değerlendirmek gerekiyor? El-Kaide'ye yönelik bir takım operasyonların olduğu basına yansıtılıyor. Ama bunun gerçekten ne kadar bir yönelim olup, olmadığını bilmiyoruz. Türk devleti bilinçli biraz abartarak yansıtıyor. ABD ile bize karşı bir konseptte uzlaşmasına karşılık olarak, bu bir mesajdır. Ama aynı zamanda bu yapılanmalara göz yumduğu da açığa çıkmaktadır. Özrü kabahatinden büyük, derler ya böyle bir durum açığa çıkıyor. Aslında bu tür yapılanmalara şimdiye kadar belli bir yumuşak yaklaşımın olduğu açık görülmektedir. Zaten mevcut başbakan ve cumhurbaşkanının El-Kaide ile bir tür düşünsel akrabalıkları vardır. Geçmişte, daha önceki zamanlarda tanışmışlıkları da vardır, bunu biliyoruz. Dolayısıyla şimdiye kadar biraz sıcak bir yaklaşım vardı. Hamas'la resmi ilişki kuran, Hizbullahla resmi ilişkisi olan bir hükümetin El-Kaide ile de sıcak bir tutumu olması doğaldır. Bunu çok yadırgamıyorum ama burada çok aşırı pazarlamacı ve hesapçı bir politika söz konusudur. Sözüm ona Amerika'yı bize karşı daha fazla aktifleştirmek için kendi içindeki bazı El-Kaide birimlerine yönelik de operasyonlar geliştirmektedir. Ama bunlar ne kadar esasıdır, o ayrı bir konudur. Ben mevcut AKP hükümetinin El-Kaide'yi stratejik bir biçimde bitirme tarzında bir yönelim içerisine gireceğini sanmıyorum. Daha çok mesaj nitelikli bir takım yönelimleri yapabilir ve El-Kaide'ye 'bizim ülkemizi kullanmayın' diyebilirler. Zaten bu yönelim hem Amerika'ya 'ben seninleyim' hem de El-Kaide'ye 'ülkemi çok kullanmayın' anlamında bir mesajdır. Fakat içinde ciddi anlamda politik hesap vardır. Kuşkusuz bu hesapları ABD ile Kürt özgürlük hareketine karşı yaptıkları ittifakın bir karşılığı gibi gösterilmek istenmektedir. Ama ben bu konuda AKP'nin belirttiğim gibi samimi yaklaşacağını pek düşünmüyorum. İsrail'e yönelik bir uyarınız oldu. KCK açıklamasında teknik destek sunulduğu ifade ediliyor. Bunu biraz açabilir misiniz, İsrail Türkiye'ye nasıl destek veriyor? Bu İsrail'e karşı nasıl bir tavır almanıza yol açabilir? Bildiğiniz gibi İsrail'in Türkiye ile ilişkileri eskiye dayanmaktadır. İlk kez Erbakan'ın başbakan olduğu 96 yılının sonlarında Türkiye ile İsrail arasında askeri bir anlaşma imzalanmıştı. O temelde Türk pilotlarının eğitimi, kobra helikopterlerinin kullanım tarzı vb. konularda, yine Türkiye uçaklarının restorasyonu konularında anlaşmalar yaptılar. Yine Önderliğimizin esaretinde İsrail'in rolü vardı. Hatta Berlin'de üç yurtseverin İsrail konsolosluğunda öldürülmesi durumu da vardı. Biz o zaman bu konuda sert açıklamalar yaptık ve süreç değişmeseydi bir takım yönelimler de olabilirdi. Ancak Önderliğimizin yeni bir süreci başlatması çerçevesinde hareketimizin yaşadığı köklü değişim-dönüşüm temelinde ne Amerika'ya, ne İsrail'e yani Önderliğimizi esir alan o güçlere herhangi bir düşmanlık gütmedik. Yine bunlara karşı herhangi zarar verici davranışımız olmadı. Gabar ve Bestler'de İsrail parmağı Şimdi İsrail de Ortadoğu'da kabul görmeyen bir devlet. Çepeçevre kuşatılmış durumda olan bir devlettir. İsrail için zorlayıcı olan bu bölge sistemi Kürt halkını da yok sayan bir sistemdir. Kürt halkının inkarına dayanan bir sistemdir. Bu nedenden dolayı aslında İsrail Kürtlerle de ilgili olmuştur. Bu bir gerçektir. Güney Kürdistan'la da ilişkisi olduğu bilinmektedir. Ama buna rağmen Türkiye ile askeri ilişkisini bu yıl içerisinde tazelemiştir. Biz İsrail'in Türkiye ile çıkarları doğrultusunda ilişkiler geliştirmesine bir şey demeyiz, buna karşı da değiliz. Fakat İsrail'in Türkiye'nin kullandığı silahların daha öldürücü olmasını sağlayacak bir halkada rol oynaması, Kürt gençlerinin kanının dökülmesinde ortak olması konusu çok önemlidir. Mesela keşif yaptırıyor. Gabar'da bir çok arkadaşımız bu temelde şehit edilmiştir. Yine Bestlerde şehit edilmiştir. Batman'a uzman bir ekip yerleştirmiş. Bu uzman ekibin kullandığı Heron keşif uçakları var. Bu uçakların Türkiye tarafından İsrail'den kiralandığı belirtiliyor. Türkiye sipariş vermiş, yakın bir zamanda da on tanesi İsrail tarafından Türkiye'ye satacak. Bu durumda Kürdistan üzerinde hem kuzeyde hem de güneyde keşif yapan insansız uçakları kullanan İsrail'in uzman pilotlardır. Bu uzman pilotlar aynı zamanda Türkiye'deki pilotları da eğitmektedir. Söz konusu Heron uçaklarını da Türkiye'ye vereceklerdir. Yine birçok açıdan Türkiye'ye taktik ve teknik destek sunmaktadır. İsrail'e karşı çok ciddiyiz Bizim bu konudaki yaklaşımımız şudur, yani İsrail Kürt gerillalarının tasfiye ve imha edilmesi amacıyla hem Türkiye'nin savaş teknolojisinin geliştirilmesinde hem de keşiflerin yapılmasında rol sahibidir. Bu yıl içerisinde çok sayıda militanımızın şehit edilmesinde İsrail devletinin belirleyici rolü olmuştur. Önümüzdeki ay İsrail Savunma Bakanı Barak Türkiye'ye gelecek. Muhtemelen Türkiye ile daha ileri düzeyde askeri anlaşmalar yapmak isteyeceklerdir. Eğer İsrail Kürt halkına karşı Türkiye ile bu denli askeri ittifaklara girerse o zaman Kürtler de biz ne yapabiliriz, şeklinde oturup konuşur. Yeryüzünün her tarafında Yahudilerin olduğu gibi, Kürtler de vardır. Israrlı bir biçimde Kürt gençlerini öldürmek için özel çaba sergileyen, Türkiye'ye özel teknikler sunan bu devlet anlayışına karşı biz Kürtler ne yapmalıyız, diye tartışmak zorundayız. Bu konudaki sözlerim tehdit gibi, boş laf gibi anlaşılmasın. Hayır, biz çok ciddiyiz. Biz Ortadoğu bölgesinde İsrail'in de devlet olarak var olma hakkının olduğuna inanıyoruz, Yahudi halkının bölgedeki varlığı bir gerçekliktir. Ama aynı biçimde Kürtlerin de bir toplum olarak tüm ulusal haklarına kavuşması gerektiğine inanıyoruz. İsrail'in de buna inanması lazım. Dolayısıyla bölgedeki mevcut statükocu sistemin değişmesinden yanayız. Çok ilginç bir şeydir, bir taraftan İran ile Türk ordusu ittifak yaparak, bizim arkadaşlarımızı şehit etmekte, İran devleti arkadaşlarımızı idam etmekte, öbür taraftan İsrail uzman ekipleri aynı Türk ordusunun yanında konumlanmakta onlar da bizim arkadaşlarımızın şehit edilmesi için ha bire çaba sarf etmektedirler. Bu çok ciddi bir paradokstur. Buradaki pragmatizm, çıkarcılık bütün gerçekleri karmakarışık hale getirmiştir. Kim kimden yanadır, kim kime karşıdır, tamamen çıkara dayalı gelişmektedir. Bunun için de birbirine karışmıştır. Biz bunun için İsrail devletinin bu tür şeylerden vazgeçmesini istiyoruz. Kürt halkına düşmanlık yapmasını istemiyoruz. Eğer Kürt halkına karşı böyle düşmanlık yapmada ısrar ederse o zaman Kürt halkının da onlara karşı yapacağı şeyler vardır ve biz bunu tartışacağız. Ama evvela biz bunun politik-diplomatik yollarını arayacağız. İsrail devletinin bunu düşünmesi gerekiyor. İsrail böyle devam ederse zarar görür İsrail, Türkiye, İran ve Suriye tarafından yok edilmek istenen Kürt özgürlük gerillalarına karşı ne diye Türkiye ile aynı mevzide savaşmaktadır? Bunu kendi halkına da bize de açıklasınlar. Açıklayamaz, çünkü bunun bir mantığı yoktur. Dolayısıyla bu konuda artık sorunun ciddi bir noktaya geldiğinin görülmesi gerektiğini söylüyoruz. Kürt halkı tarafından bunun kabul edilmeyeceğini bilmeleri gerekiyor. Kürt halkı da bölgenin en eski halkıdır. Hz. İbrahim'in çıkış yeri neresidir, Kürdistan değil midir? Ben Urfalıyım. Hz. İbrahim Urfa'dan çıkmıştır. Bölgenin en eski halkı olan bir halkın bugün dili, kültürü yok edilmektedir ve İsrail de gelip bu yok edilme sürecine en aktif bir biçimde katılmaktadır. Biz bunun yapılmaması gerektiğini, bunda kendilerinin çıkarının olmadığını, bunda ısrar ederlerse kendilerinin de zarar edeceklerini onlar tarafından bilinmesini istiyoruz. Biz bunu resmi açıklamayla da ifade ettik. Bizim bu ifademiz öyle kuru, basit, tehdit değildir, ciddi bir konudur. Halklar arası sorunların çözümünde bir anlayış meselesidir. Biz İsrail devletinin bu politikasını gözden geçirmesini ve Kürt halkına düşmanlık anlamına gelen bu siyasetinden vazgeçmesini istiyoruz. Diyarbakır bu 'ukalalara' dersini vermeli Yerel seçimlerde Erdoğan'ın gözünün Diyarbakır'da olduğu artık bir sır değil. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Sizce böyle bir tehlike var mı? Bu Erdoğan'ın işi değildir. Erdoğan'ın sarf ettiği o sözler özel savaşın Kürt özgürlük hareketini bitirme projesinin temel maddelerinden birisidir. Erdoğan büyük ihtimalle oradan çalarak ifade etmektedir. Bugün Kürt özgürlük hareketine karşı geliştirilen yok etme konseptinin temel amacı Kürt silahlı güçlerini ezmek, siyasal planda da Kürt özgürlük hareketini daraltarak, marjinalleştirmektir. Bu çerçevede öncelikle başta Diyarbakır olmak üzere belli başlı il belediyelerini almak ve genel olarak yerel yönetimlerden Kürt özgürlük hareketini uzaklaştırmaktır. Bu özel savaşın bir planıdır. Şimdi AKP bu özel savaşın koordinatörlüğüne soyunmuş bir parti ve hükümettir. Bugün Kürdistan'da özel savaşın uygulama gücü AKP'dir. Eğer bu açıdan düşünülürse Erdoğan'ın söylediğine bir anlam vermek mümkündür. Yoksa öyle AKP olarak kendi gücüyle Diyarbakır'ı alacakmış, öyle bir şey yok. Devlet olarak 'biz o kaleyi düşüreceğiz, zapt edeceğiz, Kürt iradesini ezeceğiz' diyorlar. Bu bir ezme hareketidir. Biz Kürtler olarak buna karşı tabii ki direneceğiz. Direnmek ne demektir? Önce örgütlenmek gerekiyor. Önce bilgilenmek, bilinçlendirmek gerekiyor. Özellikle Kürt siyasetçilerin, tüm kadroların, tüm yurtseverlerin başbakanın bu sözünü doğru anlaması gerektiğini söylemek istiyorum. Bu bir hedef belirlemesidir. O zaman Kürt yurtsever demokratik siyaseti de buna karşı çok geniş bir yelpazede güçlü bir çalışma yürütmeli, bilinçlenme, örgütleme faaliyetlerini şimdiden geliştirmelidir. Halkımızın öyle üç-beş kuruşla, öyle birkaç makarna torbasıyla, birkaç kilo etle satın alınabilecek bir halk olmadığını bu ukalalara göstermesi gerekiyor. Burada bir halkın iradesi vardır. Kökeni tarihin derinliklerine dayanan bir halk gerçekliği var, bir halkın iradesi var. Bu iradeye karşı saygısızlık yapanlara haddini bildirmek gerekiyor. Bunu siyasal demokratik yollarla Kürt halkı bildirmelidir. O açıdan çok güçlü ve kapsamlı bir çalışma yapmak lazım. Çalışmanın amacı Diyarbakır'ı savunmak değil, Diyarbakır zaten bizimdir, diğer illeri de almaktır. Yani Kürt siyasal demokratik zeminin hedefi mevcut belediyeleri ikiye katlamaktır. AKP'nin sonu çiller gibi olur Savunma değil, o zaten bizimdir. Orada elbette ki güçlü örgütlenmek, daha fazla öze dönüşü sağlamak, sahte, aldatan, para-pulla sonuç almak isteyen, hele hele halkımızın dini duygularını sömürmek isteyen bu çıkarcı tüccarlara gereken cevabı halkımızın vermesini sağlatmak gerekiyor. Bunun için burada örgütlenmeyi sürdürmek lazım. Ama bizim hedefimiz buralarla sınırlı kalmak değil, artık Kürt sorunu uluslar arası bir sorun olarak daha fazla dünya gündemindedir, bugün daha fazla neyin-ne olduğu anlaşılmıştır. Tüm Kürtlerin kendisine gelmesi gerekmektedir. Buna dönük olarak Kürt siyasal hareketinin bütün kadrolarının hedefi doğru belirlemeleri gerekiyor. Belirttiğim gibi belediye hedeflerini en azından ikiye katlamayı, birçok ili almayı, böylece bu AKP saygısızlığına gereken cevabı vermeyi önüne hedef olarak koyması gerekmektedir. Görülüyor ki AKP kendi geleceğini aynı Tansu Çiller gibi Kürt özgürlük hareketini boğma ve yok etmeye bağlamıştır. Bunun için Kürt halkına karşı sonuna kadar savaşacak ve böylece devleti tümüyle ele geçirmeye çalışacaktır. Fakat halkımızın gereken cevabı vermesiyle birlikte akıbetinin DYP ve Tansu Çiller'inkine benzeyeceği kesindir. Amed gibi yurtseverliğin kalesi olan bir şehirde de hiçbir zaman sonuç alacağını düşünmüyoruz. Sorun o değil, sorun Kürt iradesini ezme hareketi karşısında Kürt özgürlük hareketinin de bir hamle yapması ve yerel yönetimler düzeyinde kendisini ikiye katlaması hedefine kilitlenmedir. Terör listesi çıkarlara dayalı Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi AB terör listesini siyasi mülahazalarla yapılmış illegal liste olarak ilan etti. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Kararın geniş çerçevesini bilmemekle birlikte çok yerinde ve doğru bir tespitin yapılmış olduğunu düşünüyorum. Listeye dâhil edilmiş olan diğer örgütleri çok bilemem ama bizim listeye dâhil edilmemiz gerçek anlamda bir skandaldır. Biz silahlı mücadeleyi meşru savunma anlamında geliştirmiş bir hareket idik. Bu 1984'ten 99'a kadar süren bir süreçtir. 2 Ağustos 99'dan itibaren biz silahlı mücadeleyi bıraktığımızı uluslar arası kamuoyuna deklare ettik. O tarihten 2004'e tarafımızdan kadar tek bir mermi sıkılmamıştır. Silahlı mücadelenin bırakıldığı ve bir biçimde silahların devre dışı edilme çabalarının gösterildiği bir aşamada Avrupa Birliğinin 2002'de PKK'yi, daha sonra da 2004'te Kongra Gel'i terör listesine dâhil etmiş olması tamamen politik, ekonomik çıkarlara dayalı olarak alınan bir karardır. ABD'nin baskısı temelinde gelişmiş bir durumdur. O zamanlar ABD, Irak'a müdahale planı çerçevesinde hazırlık yapmaktaydı. Türkiye'nin de kendisiyle birlikte hareket edeceğini düşünerek, Türkiye'nin istemi doğrultusunda hareketimizin terör listesine alınmasını büyük bir baskıyla Avrupa'ya dayattı, Avrupa da bunu kabul etti. Biz o zamanlar kabul edilmemesi için çeşitli politik çalışmalar da yürüttük ve bu dediğim süreci bizzat gözlemledik. Hatta bazı ülkeler 'biz yapmak zorundayız' dediler. Avrupa Birliğinin bu kararından cesaret alan Türk devleti Kürt sorununun çözümüne ilişkin daha önceden düşündüğü bir takım adımlardan vazgeçti. Eğer bugün tekrardan silahlı çatışma durumu söz konusuysa bunda Avrupa Birliği'nin 2002 yılında hareketimizi terör listesine almasının rolü çok büyüktür. Bir kez daha altını çiziyorum, eğer bugün sorun çözülmemiş ve tekrardan silahlı çatışma düzeyine varmışsa bunda Avrupa Birliği'nin PKK'yi terör listesine almasının çok belirgin bir rolü vardır. Çünkü öncesinde Türk devleti hayırhah biçimde yaklaşıyordu. Muhtemelen çözüm projeleri gündeme gelebilirdi. Ancak 2001'deki 11 Eylül olayları, ABD'nin dünya çapında 'ben terörizme karşı üçüncü dünya savaşı ilan ediyorum' çıkışı, ardından Avrupa'nın hareketimizi terör listesine almasıyla Türkiye de 'nasıl olsa Avrupa, Amerika PKK'yi tasfiye edecek, ben bu sorunu neden çözeyim ki, ben de daha fazla terörize edeyim' biçiminde bir yaklaşımı benimsedi. 2003 yılından itibaren güçlerimiz ateşkes pozisyonundayken Türk ordusunun saldırıları başladı ve saldırı üstüne saldırı gelişince biz de 2004'te zorunlu bir biçimde sadece ve sadece meşru savunma çizgisi temelinde kendimizi savunma kararı aldık. Yoksa daha 2002'de ya da 2003'te sorun çözülebilirdi. Türkiye ile aramızdaki sorunun çözülmesini engelleyen Avrupa Birliği'nin o kararıdır. Bunun için AB'nin Kürt sorununun bu düzeye varmasında sadece Lozan'daki anlaşma karşısındaki sorumluluğu ile değil, güncel politikası açısından da bir sorumluluğu vardır. O zaman kendi politik ve ekonomik çabalarına dayanarak, Kürt sorununu çözümsüzlüğe sevk etmiştir. Bugünkü kanın dökülmesinde bizzat Avrupa Birliğinin sorumlularının rolü fazladır. Vicdanları hiç sızlamıyorsa bu onlardaki derin duyarsızlığın bir sonucudur. Biz şuanda silahlı mücadeleye inanan bir hareket değiliz. Biz siyasal demokratik mücadele stratejisini benimseyen, onu karar altına almış bir hareketiz. Silahın sadece meşru savunma anlamında zorunlu koşullarda kullanılabileceğini, toplumsal sorunların ise şiddetle çözülemeyeceğine inanan bir hareketiz. Meşru savunma duruşu dışındaki bütün silah kullanma yöntemlerini biz terör olarak görüyor ve kınıyoruz. Şimdi arkasında milyonlarca kitlesi olan ve silahlı mücadeleyi bu biçimde terk etmiş, siyasal-demokratik mücadeleyi yürütmek isteyen, barış için çaba gösteren bir halk hareketinin terör listesine alınmasının anlamı nedir? Hiç vicdan yok mu? Hiç hukuk yok mu? Her şeye ekonomik çıkar mı hükmedecek? AB denilen oluşumun hiç mi bir hukuksal ve ahlaksal duruşu olmayacak? Avrupa Birliği'nin bunlarla alakası yoktur. Biz, bir Kürt sorunu vardır ve bunu barışçıl yollarla çözmek istiyoruz diyoruz. Ama AB bizi terör listesine alarak, Türk devletini sorunun barışçıl yollarla çözümüne değil, şiddetle ortadan kaldırmaya yönlendirmiştir. Bu açıdan biz davanın görüleceği adalet divanında doğru bir karar verileceğine inanmak istiyoruz. Doğru olan budur. Türk devleti de '29. isyandır' demiştir. PKK hareketi çağdaş bir Kürt halk isyanı olarak ortaya çıktı ve toplumsal bir harekettir. Bugün Avrupa'nın herhangi bir ülkesi işgal edilmiş olsa, o toplumun, o ülkenin bireyleri isyana kalkışmaz mı? Kendi dili, kültürü için ulus ve insan olmaktan kaynaklı doğal hakları için isyana kalkışmaz mı? BM'nin yasalarında meşru müdafaa diye bir hak yok mudur? Bütün bunlar vardır. Eğer hukuk işleyecekse ne PKK'nin ne de Kongra Gel'in öyle terörle bir alakasının olmadığı ve geçmişte alınan kararın hukuki değil, siyasi olduğu ortaya konulacaktır. PKK ya da Kongra Gel'e 'terör' demek, sorunu çözümsüzlüğe sevk etmek demektir. Eğer Avrupa sorunun çözümünü istiyorsa, bu konuda bir adım atabilir. Adımın atılması şiddet dozajını azaltacaktır. Fakat AB'nin henüz biz tek bir mermi atmıyorken ve silahlı mücadeleyi bırakmışken bizi terör listesine alması gerçekten bir skandaldır, haksızdır, hukuksuzdur, hiçbir dayanağı yoktur. Bu haksızlığı biz adalet divanının gidermesini bekliyoruz. Umarım beklentimiz boşa gitmeyecektir. CPT neden topu Türkiye'ye atıyor? Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan'ın sağlık durumuna ilişkin CPT raporu açıklanmadı. CPT ise raporu açıklaması gereken tarafın Türkiye olduğunu kaydediyor. Türkiye neden açıklamıyor sizce? Türkiye neden açıklama yapmıyor, sorusundan önce, CPT neden topu Türkiye'ye atıyor, sorusunu sormak gerekiyor. Biz AK'nin hukuksal işleyiş esaslarını tam olarak bilmiyoruz ama hukuksal olarak bütün komisyonlar, araştırma grupları, inceleme ve analiz ekipleri kendi yaptıkları çalışmaların sonuçlarını kendileri açıklarlar. Bu çerçeveden yaklaşıldığında aslında açıklama yapması gerekenin biz CPT olduğunu, bu işe el atmış bir kurum olarak AK olduğunu düşünmekteyiz. Kaldı ki İmralı'daki sistemle Avrupa Komisyonu baştan beri ilgilidir. Önderliğimiz oraya ilk götürüldüğü gün bile bir temsilcisi orada hazır bulunmuştur. İmralı sistemi denilen sistemle Avrupa'nın ve Avrupa Konseyinin de ilgili olduğu açık bir gerçektir. Bir kurum olarak CPT gidip inceleme yaptı, incelemenin sonuçlarını kendilerinin açıklaması gerektiğini düşünüyoruz. Şimdi eğer 'Türkiye açıklama yapmalıdır' şeklinde bir açıklama yapmışsa bu işin vahametini gösterir. Biz daha önce de söyledik, Önderliğimize karşı gayri insani, gayri hukuki, gayri ahlaki bir kimyasal saldırı durumu yaşanmıştır. Fakat bunu gizleme çabası olduğu gözlemlenmektedir. CPT'nin bu tutumu bu yöndeki kuşkumuzu daha da arttırmış bulunuyor. Şimdi bir heyet gitmiş, dokuz ay önce analiz yapmış ama bunun sonuçlarını hala açıklamıyor. Bunun nedeni nedir? Bu düşündürücü bir husustur. Bu gösteriyor ki bir şeyler gizlenmek istenmektedir. Eğer öyle olmasaydı CPT'nin herhangi bir memuru ortaya çıkıp açıklama yapabilirdi. Yani 'bir şey yoktur, raporları temizdir, raporları budur' diye sunabilirlerdi. Kendi internet siteleri var. Çeşitli konulara ilişkin sitelerinde istedikleri açıklamayı yayınlıyorlar. O zaman neden Önderliğimize yönelik yaptıkları incelemelere ilişkin yapmıyorlar? Demek ki bir şeyler vardır. Demek ki gizlenen bir durum söz konusudur. Bunun için Türkiye ile tartışmış, konuşmuş ve daha sonra da Türkiye'ye bırakmışlar. Biz zaten CPT'nin sadece açıklama yapması yetmez, diyoruz. CPT Türkiye ile yaptığı görüşmelerin tutanaklarını da bizim tarafımıza iletirse biz CPT'nin samimiyetine güveniriz. Yoksa CPT'nin mevcut duruşuyla tarafsız yaklaşmadığı kuşkusu bizde çok derinleştirmiştir. Bu açıdan bizce CPT sorumluluğu kendi üstünden atmaya çalışıyor. Kaldı ki daha önce çeşitli biçimlerde tarafımıza iletilen bilgiler vardır. Örneğin Önderliğimizin sağlığının ciddi olduğu ve kapsamlı bir ameliyata ihtiyaç hissettiğini belirtmişlerdi. Peki neden ameliyat konusu gündeme getirilmiyor, neden yapılmıyor? Uluslar arası bir kuruluş olarak Avrupa Komisyonunun işkenceyi önleme örgütü olarak neden tespit ettiği şeyin peşine düşmüyor? Bu CPT'yi Kürt halk gerçekliği karşısında sorumluluk altında bırakmıyor mu? Madem ki böyle bir şey tespit etmiş, o zaman neden gereğini yaptırmıyor, gündeme almıyor yada kamuoyuna duyurmuyor? Türkiye'yi böyle bir ameliyata olanak sunmak için zorlamıyor? Neden bu pozisyona düşüyor? Burada bize yansıyan şey, CPT'nin dürüst yaklaşmadığı, sorumluluğu üstünden atmaya çalıştığı, işi Türkiye'ye bırakma yöntemiyle aslında hasıraltı etmek istemesi olmaktadır. Biz bunu yutacak değiliz. Bu işin içinde aslında CPT'nin de ortaklığı olduğu böylece açığa çıkmaktadır. Orada Önder Apo'ya karşı insan haklarına, bütün ahlaki değer yargılarına aykırı bir biçimde bir saldırı yapılmıştır ve CPT de bu saldırıyı gizleyerek suç ortaklığı pozisyonuna düşmüştür. Şimdi anlaşılıyor ki kimyasal zehirleme sürecini muhtemelen durdurmuş ve verdiklerini bildiğimiz bazı ilaçlarla zehirleme etkilerini belirsiz hale getirmeye çalışıyor olabilirler. Ama daha kendilerinin verdiği bilgilere dayanarak biliyoruz ki ağırlaşan sağlık durumu artık ilaçla tedavi edilemeyecek duruma geldiğini bizzat CPT daha önce söylemiştir. İlaçla, damlayla tedavi olmaktan ziyade daha kapsamlı bir tedaviye ihtiyaç vardır. Bunun yapılmaması insanlığa karşı bir suçtur. Bütün dünyanın gözü önünde bir halkın Önderliğini -ki dört milyona yakın insan bütün rizikoları göze alarak 'benim siyasal irademdir' diye imza atmıştır- göz göre göre ölüme terk etme tarih karşısında bir suçtur. Biz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisini bu konuda göreve çağırıyoruz. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesini göreve çağırıyoruz. CPT'nin bu tutumuna el konulmasını, Kürt halkına karşı işlenen bu suça ortak olunmamasını istiyoruz ve derhal gerekenlerin yapılması gerektiğini belirtiyoruz. Türkiye'ye bırakılırsa Türkiye açıklamasını yapmaz. Türkiye o zehirlemenin izlerini belki ortadan kaldırmaya dönük çabalar sergileyebilir. Bu konuda zaman kazanmaya dönük politikalar geliştirebilir. Kaldı ki Türkiye Kürt halkına ve Kürt halk önderliğine karşı bir imha konseptinin kararını almış bir devlettir. Bu iş Türkiye'nin insafına bırakılamaz. Uluslar arası güçler ve Avrupa Konseyi Önderliğimiz uluslar arası bir tutuklu olduğu için, bu durumdan sorumludur. Bunun için de halkımızın 'Êdî Bes e' hamlesi çerçevesinde geliştirdiği siyasal eylemlerin çok büyük önemi vardır. Tüm yurtsever Kürt halkı bu eylemsellik sürecine daha aktif katılım göstermelidir. BEHDİNAN - ANF