Washington Post: Kürt savaşçıları, Batı Medyasını ağırlıyor

Batılı medyanın Kandil Dağı turları sürüyor    Batılı medya, Kandil Dağı’na gezilerini hızlandırdı. Son olarak da Washington Post muhabiri de, Kandil Dağı’na girerek PKK liderlerinden Murat Karayılan ile görüştü.   Washington Post, sınır bölgesindeki otoritenin fiilen “Kürt gerilla grupları"nın elinde olduğuna dikkat çekerken “PKK’nin lideri" olarak nitelendirdiği Murat Karayılan’a atfen “PKK’nin uzun vadeli hedefinin Türkiye, İran ve Suriye’de Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimine benzer yarı özerk bölgesel oluşumları kurmak olduğunu" yazdı.   Geçen hafta, The Daily Telegraph gazetesi muhabiri Damien McElroy, Kandil dağı mahreçli bir haberinde PKK’nın önde gelenlerinden Murat Karayılan ile yaptığı görüşmeler ve izlenimlerine yer vermişti. ABD’li subayların Kandil dağındaki “Kürt savaşçıları'' ile düzenli toplantılar yaptıkları belirtildiğini kaydeden McElroy ayrıca, Kandil dağında bir ABD’li müteahhide ait araçlarının göründüğünü de yazmıştı.   Washington Post muhabirini Joshua Partlow, Türk-Irak sınırındaki duruma ilişkin izlenimlerine yer verdiği haberinde İran’ın bölgeyi hedef alan bombalamaları ile PKK ve PJAK gibi yan örgütleri üzerinde durdu. Sınır bölgesinde otoritenin fiilen “Kürt gerilla grupları"nın elinde olduğuna dikkat çeken Partlow, bu grupların Türk ve İran hükümetlerince terör örgütleri olarak nitelendirildiğini kaydetti.        -"PKK’NIN BAŞI KARAYILAN"-   Sınır bölgesindeki “genç erkek ve kadınların İran, Irak, Türkiye ve Suriye’de daha büyük bir Kürt etkinliği için savaştıklarını" ifade etti.   "Bu gerilla grupları arasında en öne çıkan, çabalarını Türkiye’ye karşı yoğunlaştıran Kürdistan İşçi Partisi veya PKK’dır. Yan kuruluşu ise, ismi Kürdistan’da Özgür Yaşam veya PJAK olan İranlı Kürtlerin örgütü" diyen gazete, Karayılan için "PKK’nın lideri" dedi, "Karayılan, en büyük lideri Abdullah Öcalan, Türkiye’deki ada cezaevinde çürürken Irak’taki asi grubun kontrolünü eline aldı" ifadesini kullandı.   Washington Post’a konuşan ve ismini açıklanmayan bir PKK yetkilisi de, İran’ın bölgeyi PKK ve PJAK’ın orada bulundukları gerekçesiyle hedef aldığını ancak mevzilerini vurmadığını belirterek “İran’ın gerçek hedefi ki bunu açıklayamazlar - ABD’yi vurmak ve Irak’ı istikrarsızlaştırmak" dedi.        -"ÖZERK BÖLGE HAYALİ-   Bu arada, Washington Post’un “PKK’ın lideri" olarak nitelendirdiği Murat Karayılan da gazeteye yaptığı açıklamalarda sınır bölgesinin bombalanmasının, “İran, Türkiye ve Suriye’nin, Kürt özgürlük harekatına karşın birleştikleri" için yürütüldüğüne inandığını söyledi. Washington Post, Karayılan ile ilgili olarak şunları yazdı:   “Karayılan Ortadoğu boyunca Kürtlere daha çok hak sağlanması için çaba gösterirken örgütünün uzun vadeli hedefinin, bu ülkelerde Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimine benzer yarı özerk bölgesel oluşumları kurmak olduğunu söyledi. Ancak Irak’ın Kürt bölgesindeki birçok siyasetçi, PKK’ya karşı olduklarını ve asi grubu kovmak istediklerini ancak bunun için yeterli askerlerin olmadığını söylediler." Washington Post, Türkiye’nin bu yıl 10 binlerce asker Irak sınırına kaydırdığını, bunun da “büyük bir işgal korkusu"nu yarattıklarını belirterek Türk yetkililerinin, bunun PKK’nın Güneydoğu’daki saldırılarına yanıtı oluşturduğunu söylediklerini kaydetti. Gazete şöyle devam etti:   “Karayılan, İran kuvvetlerince gerçekleştirilen bombalamanın, asilere ve genel olarak Kürt toplumuna karşı yürütülen kampanyada Türkiye ile dayanışma göstergesi olarak kullanıldığını söyledi. Ancak zamanlanmasının, Irak’ta bu yılın sonu için Irak’ta planlanan, petrol zengini Kerkük kentinin Kürt bölgesine dahil edilip edilmemesine ilişkin önemli bir referandumu erteleme girişimini de yansıttığına işaret etti."        -PENTAGON SÖZCÜSÜNÜN AÇIKLAMASI- Bu arada, ABD’nin PJAK’ya destek verdiği yolundaki İran hükümetinin açıklamalarına da yer veren Washington Post haberinde ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü yarbay Jonathan Withington’un bir e-mail aracılığıyla gazeteye yaptığı “PJAK’a herhangi bir destek verildiği yolunda bilgim yok" sözlerine de dikkat çekti.

Hasankeyf sular altında yok olup gidecek

Baraj, Dünya kültür mirasını tehdit ediyor  Gönderen: rizgarionline Tarih: 13.09.2007 Saat: 10:43 Katkıda Bulundu rizgarionline Sabine Küper Büsch*/ Türkiye'deki Ilısu barajı projesi, dünya kültür mirası Hasankeyf için bir son anlamına geliyor. Kent, bu proje nedeniyle tamamen sular altında yok olup gidecek. Antik döneme kadar uzanan yerleşim yerinin bazı bölümlerinin bir kültür parkına taşınması düşünülüyor. Ankara'dan bir heyet kısa süre içerisinde taşınma projesi hakkında karar verecek. Hasankeyf, Türkiye'nin güneydoğusunda, Türkiye-Suriye sınır bölgesi yakınında bulunuyor. Çoğunlukla Kürdlerin yaşadığı bölge, bin yıllık bir göç tarihinin izlerini taşıyor.  Hasankeyf'te yaşayan Kürd halkı geçimini turizmden sağlıyor ve yıllardır da planlanan bu baraj projesinden ürküyor. Hasankeyf Belediye Başkanı Vahap Kusen, Hasankeyf'in korunması için girişimde bulunan 20 Türk derneğinden oluşan bir inisiyatifin üyesi. Kusen, "Hasankeyf bin yılı aşkın bir süredir Dicle nehri kıyısında, yani eski Mezopotamya'nın düğüm noktasında yer almaktadır. Burada, aslında çok daha eski olan yaklaşık 30 ila 40 medeniyetin izleri bulunuyor. Romalılar, Asurlular, Babilliler, Sümerler, Hititler ve Selçuklular burada yaşamış. Mezopotamya insanlığın beşiğidir. Bu nedenle de yaşanacak kültür tarihi kaybı korkunçtur" diyor. Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetlerinin vereceği kredi teminatları olmadan bu baraj projesinin hayata geçirilmesi mümkün değil. Bu üç ülke, eleştirmenlerin önünü kesebilmek için projeye sağlayacakları mali destek için bir dizi koşullar getirdi. Başlıca koşullardan birini de kültürel eserlerin korunması oluşturuyor. Türkiye ise bunu sağlayacağı sözünü veriyor. Antik kentin bazı bölümleri başka bir yere taşınacak ve bir kültür parkında yeniden inşa edilecek. Hasankeyf Belediye Başkanı Vahap Kusen, oldukça endişeli: "Antik Hasankeyf'in büyük bir kısmı halen ortaya çıkarılmamıştır. Henüz ortaya çıkarılmamış bir kenti, onu görmeden, onu araştırmadan nasıl taşımayı düşünüyorlar? Bunun için 100 yıl gerekir." Gerçekten de bilim adamlarının çoğu Hasankeyf'in başka bir yere taşınmasının mümkün olmadığı görüşünde. Türk arkeolog Abdülselam Uluçam, antik kültür hazinelerinin daha şimdiden turizm nedeniyle zarar gördüğü uyarısında bulunuyor. Ancak Ankara, baraj projesinde diretiyor. Vahap Kusen, "Antik bir köprünün kalıntılarını Dicle olmadan bir kültür parkında düşünsenize" eleştirisinde bulunuyor. Resmi olarak sürekli, Türkiye'nin bu dev baraj projesine, enerji temini için ihtiyacı olduğu söyleniyor. Ancak gayri resmi olarak, Ankara'nın su konusunu politika malzemesi yaptığı da biliniyor. Çevredeki komşuları petrole sahip, Türkiye de buna karşılık su kaynaklarını depoluyor. Hasankeyf'in yanı sıra 73 köy de bu barajın sularında yok olacak. Yaklaşık 40 bin insan da bundan nasibini alacak. 90'lı yıllarda bölge oldukça fakirdi, ordu ve PKK arasında yaşanan çatışmalar nedeniyle de gergindi. Şimdi ise bu baraj her yeri sular altında bırakacak. Belediye Başkanı Kusen'in projenin beraberinde getireceği sosyal sonuçları için bir çözümü var; Kusen ve bölgede yaşayan halk, projeye kredi sağlayan ülkelere, yani Avusturya, İsviçre ve Almanya'ya iltica talebinde bulunacaklar. Kusen, "Bu baraj, söz konusu ülkelerin Türkiye'ye sağladığı mali kaynakla inşa ediliyor. Bu nedenle, bu ülkelerin de Hasankeyf'in yok olmasında payları var. Bölgede yaşayan ve mağdur olan insanlar AİHM'de dava açacak ve bu ülkelerden iltica talebinde bulunacaklar" diye konuşuyor. Ilısu barajının yapımına başlandı bile. Eğer Hasankeyf gerçekten de sular altında kalacak olursa, gelecekte Alp dağlarının civarında, yani Almanya, İsviçre ve Avusturya üçgeninde küçük bir Kürd kolonisi oluşması da muhtemel. *Lausitzer Rundschau gazetesi/ 12.09.2007 Hazırlayan: Kaya Vural

Diyarbakır 5 Nolu

Can Dündar-Milliyet Dün Diyarbakır Cezaevi'nin önünde bir heyet "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu"nun kurulduğunu ilan etti. 78'liler Girişimi öncülüğünde oluşturulan heyette odalar, dernekler, partiler, enstitüler var. 12 Eylül'de Diyarbakır cezaevinde neler yaşandığını araştıracaklar. New York için "11 Eylül Komisyonu" ne ise, Diyarbakır için "12 Eylül Komisyonu" odur. Hem yaşanan vahşeti sergileyebilir; hem bir daha yaşanmasını önleyebilir. * * * 2 Nisan 1984'te Genelkurmay Başkanlığı, Diyarbakır Cezaevi'nde 12 Eylül'den o güne kadar 53 kişinin öldüğünü açıkladı. 14'ü kendini asmıştı. 23'ü çeşitli hastalıklardan ölmüştü. 7'si ölüm orucunda can vermişti. 7'si ise işkencede öldürülmüştü. Peki, devletin kontrolü altındaki bir cezaevinde, 3 yıl içinde 53 kişinin ölmesiyle ilgili bir soruşturma yapıldı mı? Görevliler sorgulandı mı? Sorumlular hakkında kamu davası açıldı mı? Sonucu ne oldu? 78'liler Vakfı, "Bilgi Edinme Yasası"na dayanarak bu sorulara cevap istiyor. * * * Ortada belge, bilgi, açıklama yok; iddianame de bulunmuyor. Ama ölenler adına yazılmış, iddianame sayılabilecek bir kitabı geçen gece okudum ben... Bayram Bozyel'in "Diyarbakır 5 Nolu" kitabı (Deng, 2007) bir vahşet romanı adeta... Nazi kamplarını andıran sahnelerle dolu bir roman... Yazılanların binde biri bile doğruysa, sadece dönemin sorumlularının yargılanmasını değil, konuya bunca yıl duyarsız kalmış herkesin utançla başını eğmesini gerektirecek bir roman... * * * Yazılanları nakletmem zor: Bozyel, "Disko" denilen işkencehanede çırılçıplak Filistin askısına asılışını, cinsel organından ve serçeparmağından elektrik verilişini, kalaslarla öldürülesiye dövülüşünü, tabanları yarılıncaya dek falakada yatırılışını ayrıntılarıyla anlatıyor. Kış soğuğunda üzerlerine hortumla basınçlı soğuk su fışkırtılan mahkûmların neden zatürre olup öldüğünü kestirmek zor değil. Lağım çukurlarında yüzdürülüp başları postallarla suya batırılanların, makatına cop sokulanların, Co adlı köpeğe esas duruşta tekmil verdirilenlerin, eğlence için canlı kurbağa, fare dışkısı ya da kusmuk yedirilen, sidik içirilenlerin, niye intihar ettiklerini tahmin etmek de zor değil. Falakadan sonra arkadaşını sırtına alıp durmaksızın koşması istenirken dövülenlerin, niye ölüm orucuna yattığını, sonra niye dağa çıktığını düşünebilmek de zor değil. Hele İstiklal Marşı'nın bütün kıtalarını ezberleyemediği veya koğuş sorumlusunun cümle cümle okuduğu Atatürk'ün hayatını yeterince yüksek sesle tekrarlamadığı ya da koşarken "Her Türk asker doğar" diye haykırmaya mecali kalmadığı için öldüresiye dövülenleri öğrenince, bu toplumun cumhuriyetten, Atatürk'ten neden, nasıl soğutulduğunu anlamak da zor değil. * * * Dedim ya, bu belge kitapta anlatılanların binde biri bile doğruysa bugüne gelebildiğimize şükretmemiz gerekir. PKK nasıl oldu da bu kadar insafsızlaşabildi, o kadar vahşi yöntemlerle nasıl oldu da bu kadar büyüyebildi, bunca halk desteğini nasıl sağlayabildi; merak ediyorsanız, onun "Diyarbakır 5 Nolu"da nasıl doğurtulduğunu okuyun. Ve hem insan vicdanı hem toplumsal adalet adına, devletin bu katliamı soruşturması talebine destek olun.