Tarihin çöplüğünde bir Nazist: Mahmut Esat Bozkurt

Başbakan Fethi Bey her iki bakanı Meclis kürsüsünde suçlamaktan çekinmez: 'Yazık ki, idaresizliği ile Kürdistan meselesini çıkaran bir insan burada beni tenkit ediyor. Aldığımız tedbirler kafidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamam' der
Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Hitler Mustafa Kemal için şöyle demişti: 'Mustafa Kemal'in ilk öğrencisi Musolini, ikincisi benim.' Mahmut Esat Bozkurt, daha ileri giderek Naziliğin ve faşizmin ilham kaynağının Kemalizm olduğunu söyler mahmut_esat_bozkurt
Mahmut Esat Bozkurt'u sahiplenen ve onun adına ödül yarışması düzenleyen İstanbul Barosu'nun çıkardığı dergide Genel Sekreter Hüseyin Özbek imzasıyla yayınlanan yazıda bu faşist unsura övgüler dizilmekte, evrensel hukuk ölçüleri bir tarafa itilmekten rahatsızlık duyulmamaktadır

Son günlerde yakın geçmiş tarihi kirleten unsurlar yeniden gazete sayfalarında görülür oldular. Bu unsurlardan birisi gerek icraatları, gerek demeçleri ve gerekse zihniyeti ile yakın geçmiş tarihin kirli sayfalarında boy gösteren Mahmut Esat Bozkurt. Bu kirli unsuru yakından tanımak, yakın geçmiş tarihi kavramak için oldukça önemli. Ancak ne var ki, ırkçı ve faşist Mahmut Esat Bozkurt'u sahiplenen ve onun adına ödül yarışması düzenleyen İstanbul Barosu'nun çıkardığı dergide Genel Sekreter Hüseyin Özbek imzasıyla yayınlanan yazıda bu faşist unsura övgüler dizilmekte, evrensel hukuk ölçüleri bir tarafa itilmekten rahatsızlık duyulmamaktadır.
Yargıtay Başkanvekili ve Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin'in yeni Ceza Kanunu'nun tartışıldığı bir panelde bu yasanın 10 Şubat 2005'te yürürlüğe girmesiyle Mahmut Esat Bozkurt döneminin kapanacağını söylemesi bir dizi tartışmayı beraberinde getirmişti. Bozkurt'un laik hukuk sisteminin mimarı olduğu, bu dönemin kapandığının söylenilmesinin laik hukuk sistemine karşı olduğu yönündeki eleştirilerde Sayın Şirin'in hedef alındığı unutulmadı. Hitler'in ırkçı faşist Nazi partisi (National Sosyalism) gibi kendilerini ulusalcı sol olarak tanıtan ırkçı ve faşist çevrelerin övgüyle söz ettikleri, lanetli bir ideolojinin, resmi ideolojinin önemli bir kuramcısı olarak gördükleri ancak ne var ki özelikle Kürtlerin nefretle andıkları, ismi etrafında bu kadar gürültü kopartılan Mahmut Esat Bozkurt kimdir?
Türkiye'de Takrir-i Sükun yasasıyla beraber Tek Parti Yönetimi her türlü düşünceyi yasaklayıp muhalefet yapmayı vatan hainliği olarak değerlendirince, demokrasi düşmanı bir yığın yazar gazetelerin köşe başlarını tutup faşizmin erdemliliğinden bahseder olmuşlardı. Başta Yunus Nadi olmak üzere birçok yazar ve Hamdullah Suphi gibi yöneticiler Musolini ve Hitler hayranlığını gizlemeden açıkça bu faşist liderleri övmekte adeta birbirleriyle yarışırlar. Bunların dışında hükümette görev alanlarında bu yarıştan geri kalmadıkları görülür. Irkçılığın ve faşizmin övgüsünü yapanların başında Mustafa Kemal'in Adalet ve İktisat Bakanlığını yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt gelir. Yahudi düşmanlığı yanında, Kürt düşmanlığını da her fırsatta söylemekten geri kalmayan Mahmut Esat Bozkurt, Mustafa Kemal'in nedense en çok sevdiği bakanlarından birisidir.
'Ben elimi kana bulayamam'
Bir dönemin uygulamalarında önemli rol oynayan, Kemalizmin ideolojik kuramcılığına soyunan Mahmut Esat Bozkut'a ilk önemli tepki Şeyh Sait İsyanı sırasında rejimin terör uygulamasını ret eden dönemin Başbakanı Fethi Beyden gelir. İçişleri Bakanı Recep Peker ile Adalet Bakanı Mahmut E. Bozkurt, Başbakan'ın şiddet uygulamaktan kaçındığını öne sürüp istifa ettiklerinde, Başbakan Fethi Bey her iki bakanı Meclis kürsüsünde suçlamaktan çekinmez: 'Yazık ki, idaresizliği ile Kürdistan meselesini çıkaran bir insan burada beni tenkit ediyor. Aldığımız tedbirler kafidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamam.' (1) der. Başbakan Fethi Bey'in, kabinesinde yer alan faşist ve ırkçı bakanların şiddet ve terör yanlısı politikalarına alet olmayacağı anlaşılınca, her zaman Kürtlere düşmanca yaklaşan, ne var ki, kendisi de Kürt olan İsmet İnönü'ye gün doğar.
Kürt İsmet'in Takrir-i Sükun Yasası
Irkçı ve faşist bakanların desteği ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in de onayladığı sıradan ve çok basit bir mizansenle Fethi Bey istifa etmek zorunda bırakılır. Bu mizansende Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün de bulunduğu bir ortamda görevli isyan haberini veren telgrafı önce Fethi Bey'e verir. Fethi Bey sanki umursamaz bir şekilde telgrafı okur ve görevliye geri verir. Bunun üzerine Mustafa Kemal görevliye telgrafı İsmet İnönü'ye vermesini işaret eder. İsmet İnönü telgrafı okuduktan sonra sözde derin bir düşünceye dalar görünür. Bu durumu İnönü'nün derin hassasiyeti olarak algılayan Mustafa Kemal başbakanlık görevini İsmet İnönü'ye verir. Falih Rıfkı Atay'ın müfrit diye nitelendirdiği, acımasızlığı ve şiddet yanlılığıyla Kürtlerce çok yakından tanınan Kürt kökenli İsmet İnönü başbakan olur olmaz bütün ülkeyi zindana çeviren Takrir-i Sükun Yasası'nı çıkartır. Bu yasayla yönetime eleştirel yaklaşan yayın organları yasaklanır, ünlü gazeteciler tutuklanıp İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanırlar. Yeni kurulan İnönü hükümetinde Mahmut Esat Bozkurt ve Recep Peker görev alacak ve özellikle şiddet yanlısı ve faşist kişiliğiyle Recep Peker, Tek Parti yönetiminde önemli görevler üstlenecektir.
Teorisyen Bozkurt'un Hitler hayranlığı
Mahmut Esat Bozkurt, Şey Sait İsyanı'nın şiddet ve terörle bastırılmasını savunup, binlerce masum insanın öldürülmesinde önemli rol oynar. Kemalizmin teorisyenliğini de yapan Mahmut Esat Bozkurt, Hitler'e ve Musolini'ye övgüler dizdiği Atatürk İhtilali adlı kitabında Kemalizmin, faşizm ve Nazizmle olan benzerliğini ortaya koyar. Bunun yanısıra, söz konusu kitapta Hitler gibi ari ırkını yücelterek Yahudileri aşağılamaktan da geri kalmaz.
'Ariler medeniyet kurucularıdır. İdealistlik, o kuvvettir ki, Arilerin üstünlüğünü gösterir. Yahudi Ariliğin en belirli bir zıddıdır. Yahudiler göçebe değil asalaktır.' (2)
Kemalizmin kuramcısı olarak öne çıkan Mahmut Esat Bozkurt, Kemalist Tarih Tezi'nin o denli etkisinde kalmış olmalı ki, Nazilerin üstün ırk olarak gördükleri Arilere sahip çıkmakta, Türkleri de bu ırkın bir kolu olarak benimsemektedir. Oysa Arilerin Türklerle hiçbir ilişkisi yok ama Kürtlerle ilişkili olduğu da o denli gerçek. Yahudilere olan düşmanlığı ise, kendisini Nazilerle özdeşleştirdiğinden olsa gerek; çünkü tarihte Yahudilerle Türkler arasında ciddi hiçbir sorun yaşanmamış; aksine Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki Türkleştirme politikasında Yahudilerin önemli katkıları olmuştur. Dolayısıyla düşman olunacak hiçbir neden olmamasına karşın Yahudileri düşman olarak nitelendirmesi totaliter rejimlerde iktidarın düşmana olan gereksinimden kaynaklandığındandır. Halkı hayali düşmanlarla oyalayıp içteki azgın sömürüyü gizlemek despotik rejimlerin çok sık uyguladıkları yöntemlerden biridir. Resmi ideolojinin de bundan beslendiği 80 yıllık cumhuriyet tarihine bakıldığında net bir şekilde görülmektedir.
'Türkün en kötüsü, olmayanın en iyisinden iyidir'
Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Hitler Mustafa Kemal için şöyle demişti: 'Mustafa Kemal'in ilk öğrencisi Musolini, ikincisi benim.' (3) Mahmut Esat Bozkurt daha ileri giderek Naziliğin ve faşizmin ilham kaynağının Kemalizm olduğunu söyler. 'Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söyler. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür.' (4)
Kemalizmi faşizm ve Nazizmle eşdeğer gören ve her seferinde Atatürk'ü sözleriyle fetişleştirip ululaştıran Mahmut Esat Bozkurt, patavatsızlığı ve densizliği nedeniyle günün birinde bakanlıktan istifa etmek zorunda kalır. İstifasına neden olan hızlı Türkçülüğü, ırkçılığı ya da faşizme olan hayranlığı değil. 'Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir' (5) diyen Bozkurt, 21 Eylül 1930 tarihli Son Posta Gazetesi'ne verdiği demeçte, 'Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk'tür. Öztürk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır. Köle olmaktır' demişti.
O yıllarda rejimin yeni bir ulus yaratmak için başta Kürtler olmak üzere diğer etnik unsurları zorla asimilasyona tabi tutmaları nedeniyle iktidar güçlerinden karşı bir ses yükselmez. Faşist ve ırkçı bakan Mahmut Esat Bozkurt'un bu demecine o günlerde başlarına her gün bomba yağan Kürtlerden de bir tepki gelmez. Ama Rum ve Ermeniler bu demeçten son derece rahatsız olarak kendi gazetelerinde tepkilerini dile getirirler. Bu tepkileri sütunlarına alan Cumhuriyet Gazetesi, 25 Eylül 1930 tarihinde şunları yazar: '...Rumca gazeteler, sabık Adliye Vekili'nin Öztürk tabirle ecnebileri değil, fakat Türk olmayan düğer unsurları kastettiği yolundaki beyanatını şiddetle tenkit ederek mumaileyhin böyle bir söz sarf ettiğine inanmak istemediklerini, yirminci asırda esaret mevcut olmadığını, böyle bir tasnifin Türkiye Cumhuriyeti'nin bariz bir vasfı mümeyyizi olan müsavat ve liberalizm prensipleriyle ve teşkilatı esasiye kanunu ile kabili telif olmadığını ve Rumların esaretten muhacereti tercih edeceklerini yazıyorlar.'
Mahmut Esat Bozkurt'un hiç ummadığı bu tepkileri yumuşatmak için istifa etmesine karşın Rumlar rahatsızlıklarını her seferinde dile getirirler. Rumların gazetelerinde bu konuyu sürekli gündemde tutmaları üzerine Bozkurt yeni bir açıklamada bulunur. Bu kez yabancıları değil de Türk olmayan diğer unsurları kastettiğini belirtir. Türk olmayan diğer unsurlar dediği, hani birçok anlı şanlı devlet büyüklerimizin 'bu memleketin asli unsurları' dedikleri ancak daha sonra Mersin'deki Ergenekon çetesinin tezgahladığı bayrak provokasyonu nedeniyle yaşanan olaylarda Genelkurmay Başkanı'nın 'sözde vatandaş' diye tabir ettiği, yine bir başka Genelkurmay Başkanının AKP hükümetine verdiği sözde e-muhtırada 'Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır' dediği Kürtlerin ta kendisidir. Cumhuriyet öncesi sözde Kurtuluş Savaşı'nda canını vermekten çekinmeyen, ama cumhuriyet sonrası bir dizi ink‰rla yok edilmeye çalışılan Kürtler...
Gereksiz safra gibi bir tarafa atılan Bozkurt
19 Eylül 1930 tarihli Milliyet Gazetesi'nde de '...saf Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur; onlar sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma hakkına sahiptirler. Bu gerçeği dost, düşman, herkes dağlar bile bilmek zorundadır' der.
Patavatsızlığı ile milletvekillerinin alay konusu olan Mahmut Esat Bozkurt'un istifası İsmet İnönü'yü rahatlatır. 22 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 'Elhamdülillah' başlığıyla şöyle yazar: 'Adliye Vekili Mahmur Esat Bey'in İsmet Paşa kabinesinden çıkarılacağı haberleri nihayet tahakkuk etmiştir. Filhakika dün bir telgrafla vekaletten çekilmesi talep edilen Mahmut Esat Bey'in, istifanamesi bu sabah Başvekalete gelmiştir. Onun istifası, İsmet Paşa'yı bir kat daha kuvvetlendirdi. Her sözü, her hareketi, her işi ile (daha iki gün evvel Ödemiş'te irat ettiği nutukta ne çamlar devirmişti). İsmet Paşa kabinesine zaaf veren bu vekilin çekilmesi, Başvekili ağır bir yükten kurtardı. İsmet Paşa bunün dünden kuvvetlidir. Lüzumsuz bir safradan kurtulmuş bir balon nasıl havada yükselirse İsmet Paşa kabinesi de ondan kurtulunca efkarı umumiyede öyle yükselmiştir.' (6)
Kemalizmin ünlü kuramcısı, büyük Türkçü Mahmut Esat Bozkurt gereksiz bir safra gibi bir tarafa atılır. Sistem nasıl ki, işi biten tetikçisini ıssız bir yerde öldürdüğü gibi siyaset erbabını da suyu sıkılmış bir limon gibi bir köşeye atıverir. Bir köşeye itibarsız bir şekilde atılan Mahmut Esat Bozkurt, İsmet İnönü'den daha mı çok milliyetçiydi? Elbette hayır...
'Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz'
İsmet İnönü'nün de aynı kanıda olduğunu birçok demecinde görmek mümkün. Şovenlikte herkesin birbirleriyle yarıştığı o günlerde, Sivas demiryolunun açılışı nedeniyle şunları söyler İnönü: 'Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki bir takım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur.' (7)
Türklerin kendi devletlerinde, etnik veya ırki bir takım hak talebinde bulunma saçmalığını bir tarafa bırakarak, İsmet İnönü'nün Bitlisli bir Kürt olduğunu belirtmiştik. İsmet İnönü'nün 22 Nisan l925 günü Türk Ocakları'nda yaptığı konuşmada, 'Biz açıkça milliyetçiyiz. Milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir. Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiç bir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz. Vatana hizmet etmek isteyenler her şeyden önce Türk ve Tükçü olmalarını istiyoruz.' (8)
Kürt olduğu halde Türkçülüğü bu denli savunan İnönü hakkında Rıza Nur'un düşünceleri ise hayli ilginçtir. Lozan görüşmeleri sırasında Dışişleri Bakanı olarak Rauf Bey'in yerine İsmet İnönü'nün atanmasına önce sevindiğini yazan Rıza Nur, şöyle devam eder: 'Meğerse ben ne hata etmişim? Bir Abazanın atılmasına, fakat yerine bir Bitlisli Kürdün geçmesine neden olmuşum... Bunu Lozan'da öğrendiğim vakit bana inme iniyordu. Bir gün Lozan'da İsmet bizzat kendisi Bitlisli olduğunu, orada Türk olup olmadığını benden sordu. O vakit donup kaldım. Ne bileyim? Bu adam kendini halis bir Türk gibi gösteriyor. Sözleriyle Türkçülük yapıyor.' (9)
'ÖnceTürk, pek çok Türk sonra insan'
Atatürk milliyetçiliğini çağdaş bir ulusçuluk olarak görenlerin, Mahmut Esat Bozkurt'tan milliyetçilik üzerine öğrenecekleri çok şey var. İşte Mahmut E. Bozkurt'un kuramcılığını yaptığı Kemalist ideolojinin milliyetçilik yönü:
'Türk ve Türkçülük her şeyden üstündür. İnsanlığı çok severim. Lakin Türkçülüğü daha çok. İnsanlığı duyarım. Lakin Türklüğü daha çok fazla. Türk herşeyden üstündür. Her şey Türk içindir. Bana denmesin ki, Türk olmayanı düşünmez misin? Düşünürüm. Ama Türkü, daha çok, daha pek çok... Önce Türk, sonra insanlık, sonra başkaları..' (10)
Kendini bu denli milliyetçi gören Mahmut Esat Bozkurt aynı zamanda emperyalizmle de son derece uyumlu bir kişilik sergilemektedir. Ekonomiden sorumlu Bakan olduğu sırada, İzmir İktisat Kongresi nedeniyle Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'ne verdiği bir demeçte şunları söyler: 'Bazı ecnebi ve ezcümle Yunan gazeteleri ve ajansları Kongre aleyhine propaganda yapıyor ve bizim ecnebi sermayesine düşman olduğumuzu iddia ediyorlar. Bunlar külliyen yalan ve iftiradır.' (11)
Mahmut Esat Bozkurt Kemalizmin önemli ideologlarından biridir. Milliyetçilik konusunda söyledikleri, katıksız Kemalizm söylemidir. Ne eksik, ne fazla... Kemalist milliyetçilik en net ifadesini Mahmut Esat Bozkurt'un yazdıklarında bulur. Ancak ne var ki, Van'da bir kışlaya adı verilen Kürt düşmanı katil Orgeneral Mustafa Muğlalı örneğinde olduğu gibi bu kirli unsurlardan toplumsal bir mutabakat sağlanılmaya çalışılması, öne çıkartılması bir tehdit unsuru olarak kullanılmıyorsa eğer bunların birer aymazlık örneği olduğu çok açıktır. Mahmut Esat Bozkurt'a tarihin çöplüğünden saygı kazandırma çabası boşuna bir uğraştır. İstanbul Barosu'nun Mahmut Esat Bozkurt adına ödül vermesi ve onun ırkçı ve faşist yönünü unutturma çabası beyhudedir. Halkların belleğinde o iflah olmaz bir Nazidir çünkü. www.gundemonline.com
MUSTAFA YELKENLİ *
*Barış ve Demokrasi Partisi Ankara İl Başkanı (myelkenli@hotmail.com)
DİPNOTLAR:
1 - Ş.S.Aydemir, Tek Adam, c.3 s.232, Remzi K. 5.Baskı 1975
2 - M.E.Bozkurt, Atatürk İhtilali, s.65 Altın K. 1967
3 - F.R.Atay, Çankaya, c.1 s.205 1937
4 - M.E.Bozkurt, Ataürk İhtilali, s.137, Altın K. 1967
5 - Cihan Yamakoğlu, M.Esat Bozkurt sayfa 49, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları, 1987
6 - Arıca bakınız: Cihan Yamakoğlu, M.Esat Bozkurt, s.39 Kültür ve Turizm Bak. Y. 1987
7 - Milliyet Gazetesi, 31 Ağustos 1930
8 - Yakın Tarihimiz, s.447 Milliyet'in Tarih ve Kültür Eki
9 - Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c.3 s.181-182 İşaret Y. 1992
10-Yeni Sabah Gazetesi, 23 Birincikanun 1943
11-Prof. Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, s.48, İmge Y. 3.Baskı 1994

Ama 'Kürt büyüğü'dür

orhan_dogan_park_izinyok Bulanık'ta Orhan Doğan'ın adı belediye parkına verilmek istendi, Kaymakamlık 'Türk büyüğü olmadığı' gerekçesiyle izin vermedi
Kürt siyasetçilerine yönelik tahamülsüzlük sınır tanımıyor. Yıllarca cezaevlerinde tutulan, hakkında çok sayıda dava açılan Kürt siyasetçi Orhan Doğan'a yönelik uygulamalar, ölümünden sonra da sürüyor. Cizre Belediyesi'nin yaptırdığı Doğan'ın kabartma heykeli konusunda mahkeme, ikinci kez ihtiyati tedbir kararı aldı. Muş Bulanık'ta ise belediye parkına Doğan'ın adı verilmek istendi, ancak Kaymakamlık Doğan'ın 'Türk büyüğü olmadığı' gerekçesiyle izin vermedi.
Anısına da ihtiyati tedbir!
Mahkemeler sağlığında yıllarca cezaevlerinde tuttukları Kürt siyasetçi Orhan Doğan anısına da aynı muameleyi gösteriyor. Cizre Belediyesi tarafından Belediye Parkı'nda yaptırılan kabartma heykeli konusunda mahkeme, ikinci bir ihtiyati tedbir kararı aldı. Muş'un Bulanık ilçesinde ise belediye parkına Orhan Doğan'ın isminin verilmek istenmesi, Bulanık Kaymakamlığı tarafından Doğan'ın 'Türk büyüğü olmadığı' gerekçesiyle reddedildi. Belediyeler, kararların siyasi olduğunu belirterek, Doğan'ın siyasi hayatına ihtiyati tedbir koyanların şimdi de heykel ve park isimlerine ihtiyati tedbir koyduğuna dikkat çekti.orhan-dogan-topraga-verildi2_b
Cizre Belediyesi tarafından Kürt siyasetçi Orhan Doğan anısına Belediye Parkı'nda yapılan ve üzerinde Doğan'ın Meclis'te yaptığı konuşmadan alınan 'Nasıl ki tek çiçekle bahçe, tek sazla orkestra olmazsa, Türkiye insanının da tek tip düşünmesi beklenmemelidir' sözlerinin yer aldığı kabartma heykeline ilişkin Cizre Mal Müdürlüğü, 2006 yılında Cizre Belediyesi hakkında Cizre Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açmıştı. Heykelin Kıyı Kanunu'na göre Dicle Nehri'ne 100 metre mesafe olan kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı öne sürülerek, hazineye devredilmesi istenmişti. Mahkeme, 4 Haziran 2007'de parkın hazineye devredilmesine ve ihtiyati tedbir alınmasına karar vermişti. İhtiyati tedbir 10 Eylül'de bir haftalığına mahkeme tarafından kaldırılmıştı. Mahkeme, heykelin kaldırılmasına ilişkin belediyeye verdiği bir haftalık sürenin dolması üzerine park için 17 Eylül'de ikinci bir ihtiyati tedbir kararı verdi. Mahkeme, 4 Haziran'da Şırnak Barosu'na ait lokal inşaatı hakkında verilen ihtiyati tedbir kararını ise kaldırdı. Duruşma 5 Kasım'a ertelendi.
'Tahammülsüzlük var!'
Karara tepki gösteren Cizre Belediye Başkanvekili Ahmet Dalmış, alınan kararın siyasi olduğunu söyledi. Park içerisinde yapılan birçok inşaata göz yumulduğunu dile getiren Dalmış, ancak Doğan heykeli konusunda hukukun alelacele işlediğini belirtti. Doğan'a karşı bir tahammülsüzlük olduğunu ifade eden Dalmış, şunları kaydetti: 'Orhan Doğan yaşarken devlet tarafından siyasi hayatına konulan ihtiyati tedbir kararı maalesef bugün tahammülsüzlükten ötürü anısı için yapılan heykele yönelik de alınıyor. Barış ve kardeşliği savunmanın yegane gayesi içerisinde olan Orhan Doğan maalesef hala bu ülkede bazı savcılarca bölücü olarak görülüyor. Ama gün gelecek barış ve kardeşliğin mücadelesini onurluca yürütenlerin Cizre'de değil ülkenin birçok yerine Doğan'ın heykelinin dikileceğine inanıyoruz.' ŞIRNAK / DİHAorhan-dogan-cizre-cenaze4
VEDAT YILDIZ/ İBRAHİM BUDAK
Orhan Doğan 'Türk büyüğü' değilmiş!
Muş'un Bulanık ilçesinde Muş Belediyesi tarafından yapılan parka Orhan Doğan'ın isminin verilmek istenmesi Kaymakamlık engeline takıldı. Belediye meclisinin yeni yapılan park ve caddelere verilmesi için hazırladığı isim listesi, onaylanması için İlçe Kaymakamı Fatih Aksoy'a gönderildi. DTP, MHP ve AKP'li meclis üyelerinin oybirliğiyle hazırladığı isim listesinde bulunan cadde isimleri onaylanırken, belediye binası yanında bulunan boş arazide yapılan parka Orhan Doğan isminin verilmesi reddedildi. Kaymakam Aksoy karara ilişkin, 'Yaptığımız araştırmada Orhan Doğan sadece DEP Milletvekili olduğu ve Türk büyüğü olmadığı tespit edilmiştir. Park ve benzeri yerlere verilen isimler Türk büyüklerine ait olması gerekiyor. Bunun için alınan karar kaymakamlığımız tarafından reddedilmiştir' gerekçesini öne sürdü. Kaymakamın gerekçesinin kabul edilemez olduğunu söyleyen Bulanık Belediye Başkanı Nasır Aras, karara karşı hukuki yola başvuracaklarını belirtti. Doğan'ın Türkiye'de barış ve demokrasi açısından önemli hizmetleri olan değerli aydınlardan olduğunu belirten Aras, 'Bize göre Kaymakam'ın aldığı karar hukuki değil, tamamen siyasi bir karardır. Yasalarda verilen isimlerin genel ahlaka, genel adaba uygun olduğu zaman onaylanması gerekiyor. Ancak burada böyle yapılmadığı görülmektedir. Burada kararın reddedilmesi halkın iradesinin reddedilmesi anlamına gelmektedir' şeklinde konuştu. Halen yaşayan sanatçı, belediye başkanları ve aydınların isimlerinin Türkiye'de birçok parka verildiğini hatırlatan Araz, 'Verilen isim ilçe halkı tarafından büyük bir sevinç yaratmıştı. Kaymakamlık kararı inandırıcı değildir. Ancak biz bu parka Sayın Orhan Doğan'ın isminin asılması için her türlü yasal yola başvurarak ismi parka vereceğiz. Meclis'i toplayarak aynı ismi kararlaştırarak göndereceğiz' dedi. MUŞ / DİHA REMZİ COŞKUN

Kürt medyasına 30 kez kapatma cezası verildi

Kürt medyasına 30 kez kapatma cezası verildi Türkiye'de Alternatif gazetesine verilen bir aylık kapatma cezasının ardından, 'Kızıllaşan Özgür Halk' dergisi de bir aylık süreyle kapatıldı. 2 çalışanının tutuklu olduğu dergi, geçtiğimiz ay yayın hayatına başlamıştı. 2007 yılının başından bu yana Kürt medyasına yönelik 30 kez kapatma cezası verildi.

Aylık olarak yayın yapan Kızıllaşan Özgür Halk dergisi 'Örgüt propagandası' iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kapatıldı. Eylül ayının başında yayın hayatına başlayan derginin, ilk sayısını dağıtan 4 çalışanı da gözaltına alındı ve bunlardan ikisi tutuklanarak cezaevine gönderildi.
İlk olarak 1992 yılında Özgür Halk adı altında yayın hayatına başlayan bu gelenekteki dergilerin ilk yıllarında hemen hemen her sayısı toplatıldı veya kapatıldı. Son bir yılda ise bu gelenekteki dergilerin 27 çalışanı tutuklandı. Tutuklanan dergi çalışanlarından 12'si hâlâ cezaevinde bulunuyor.
Yola devam
Kızıllaşan Özgür Halk dergisi çalışanları bu uygulamalara tepki göstererek, bu kapatmaların hükümet ve askerin Kürt sorunundaki inkâr ve imha politikasının bir parçası olduğunu söyledi. Kapatmaların hukuki yönünden çok siyasi ve ideolojik yönünün olduğunu kaydeden dergi çalışanları, her şeye rağmen çalışmalarını devam ettireceklerini ifade etti.
Günlük yayın yapan Alternatif Gazetesine de, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından 1 ay süreyle kapatma cezası verildi. Savcılık, Alternatif gazetesini 1 aylık kapatmaya gerekçe olarak, gazetenin 20 Eylül'de sayısında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığıyla yaptığı açıklama ile KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan'ın ANF'de yer alan röportajlarına yer vermesini gösterdi. 19 Mayıs 2008 tarihinde yayın hayatına başlayan gazete 26 Mayıs tarihinde de bir ay süreyle kapatılmıştı.

Gelecek gazetesi çıkıyor
Alternatif Gazetesi'nin bir ay süreyle yayınının durdurulmasına tepki gösteren gazete çalışanları, kararı demokrasiden uzaklaşmanın bir anlamı olarak değerlendirdiler. Alternatif ve gelecek_gazeteleriGelecek gazeteleri İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cevat Düşün, gazetenin yayınının durdurulmasına karşın 23 Eylül'de Gelecek Gazetesi'yle devam edeceklerini belirterek, 'Okurlarımızın en büyük desteği Gelecek Gazetesi'ne sahip çıkmak olacaktır' dedi.

2007 yılının başından beri Kürt medyasına yönelik 30 kez kapatma cezası verildi. Ceza alan Kürt basın-yayın organları şöyle: 17 Ocak 2007'de yayın hayatına başlayan Gündem gazetesi 6 kez, Güncel gazetesi 3 kez, Gerçek Demokrasi gazeteleri 2 kez, YedinciGün gazetesi 6 kez, Haftaya Bakış gazetesi 3 kez, Yaşamda Demokrasi gazetesi 1 kez, Toplumsal Demokrasi gazetesi 2 kez, Öteki Bakış gazetesi 1 kez, Yeni Bakış gazetesi 1 kez kapatılırken, 28 Mayıs 2008'de yayın hayatına başlayan Gelecek gazetesi bir kez, 19 Mayıs 2008'de yayın hayatına başlayan Alternatif gazetesi iki kez bir aylık süreyle kapatıldı.
11 gazete ve 1 dergiye 30 kapatma
Hayat TV ve yine 15 Ağustos 2006'da yayın hayatına başlayan ve Türkiye'de Kürtçe yayın yapan tek günlük gazete olan Azadiya Welat'ın yayını ise 20 gün süreyle durdurulması Türkiye'deki sözde 'basın özgürlüğü' tablosunun sadece bir bölümü.
İşte 2007 başından beri 30 kez kapatılan 11 gazete ve bir dergi: Alternatif, Yaşamda Demokrasi, YedinciGün, Yaşamda Gündem, Güncel, Azadiya Welat, Gündem, Gerçek Demokrasi, Haftaya Bakış, Toplumsal Demokrasi, Öteki Bakış ve Özgür Halk.
Kızıllaşan Özgür Halk, 22 Eylül 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Alternatif, 20 Eylül 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Alternatif, 26 Mayıs 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
YedinciGün, 15 Mayıs 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
YedinciGün, 8 Nisan 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Öteki Bakış, 4 Nisan 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Yaşamda Demokrasi, 4 Nisan 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Haftaya Bakış, 19 Mart 2008'de 1 ay sürekle kapatıldı
YedinciGün, 4 Şubat 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Yaşamda Demokrasi, 17 Ocak 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Haftaya Bakış, 2 Şubat 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
YedinciGün, 12 Ocak 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Toplumsal Demokrasi, 5 Ocak 2008'de 1 ay süreyle kapatıldı
Yaşamda Demokrasi, 16 Aralık 2007'de 1 ay süreyle kapatıldı
Haftaya Bakış, 8 Aralık 2007'de 1 ay süreyle kapatıldı
YedinciGün, 27 Kasım 2007 tarihinde 1 ay süreyle kapatıldı
Gerçek Demokrasi, 21 Kasım 2007 tarihinde 1 ay süreyle kapatıldı
Gündem, 14 Kasım 2007'de 1 ay süreyle kapatıldı
YedinciGün, 12 Kasım 2007 tarihinde 15 gün süreyle kapatıldı
Güncel, 17 Ekim 2007 tarihinde 1 ay süreyle kapatıldı
Gerçek Demokrasi, 16 Ekim 2007 tarihinde 1 ay süreyle kapatıldı
Gündem, 9 Ekim 2007'de 1 ay süreyle kapatıldı
Gündem, 8 Eylül 2007'de 1 ay süreyle kapatıldı
Güncel, 17 Temmuz 2007'de 12 gün süreyle kapatıldı
Gündem, 12 Temmuz 2007'de 15 gün süreyle kapatıldı
Gündem, 9 Nisan 2007'de 15 gün süreyle kapatıldı
Güncel, 30 Mart 2007'de yayın durdurma cezası aldı
Azadiya Welat, 23 Mart 2007'de 20 gün süreyle kapatıldı
Yaşamda Gündem, 10 Mart 2007'de yayın durdurma cezası aldı
Gündem, 6 Mart 2007'de 1 ay süreyle kapatıldı
İSTANBUL / ANF

Bu utanç hepinize yeter

Ergenekon sanığı General Şener Eruygur'u tahliye eden mahkeme, Alternatif Gazetesi'ni kapattı. Erdoğan'ın Doğan Grubu'na saldırısını 'faşizm' olarak değerlendirenler ise, sessizliği tercih ettiler

gazete_turk_medya_basin Bir gazete daha
Kürtlere yönelik tasfiye konseptlerinin yürürlükte olduğu, sınırötesi operasyon hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde Kürt basınına yönelik baskılar da kesintisiz bir şekilde sürüyor. Alternatif Gazetesi 20 Eylül'de, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1 ay süreyle kapatıldı.
Sessiz kaldılar
Erdoğan'ın Doğan Grubu'na yönelik 'boykot' çağrısını 'faşizm' olarak değerlendiren basın-yayın organları ve basın örgütleri, Alternatif Gazetesi'nin kapatılmasına karşı sessizliğini korudu. Öte yandan Özgür Halk Dergisi de dün kapatıldı. Dergiye yönelik baskılar sürüyor.
Doğan Grubu olunca olağanüstü toplantı
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Basın Senatosu, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Çağdaş Gazeteciler Derneği, Doğan Grubu için bugün olağanüstü bir toplantı düzenliyor. Ancak bu örgütlerden sadece Çağdaş Gazeteciler Derneği Alternatif'in kapatılmasını kınadı. Dernek, Alternatif'in durumunu toplantıya taşıyacağını duyurdu.alternatif_gazeteleri
Sansür kesintisiz sürüyor
Kürt sorununda tasfiye konsepti kapsamında çözümsüzlüğün derinleştirildiği, sınırötesi operasyon hazırlıklarının yapıldığı, Kürtlere yönelik baskıların arttığı, Bölge'de hak ihlallerinin ve işkencenin sistematikleştiği bir dönemde Alternatif Gazetesi kapatıldı. Gazetenin yayını, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20 Eylül'de, 3713 sayılı kanunun 6/son maddesi gereğince bir ay süreyle durduruldu.
Ağustos 2006'dan Eylül 2008'e kadar aynı gerekçelerle, Ülkede Özgür Gündem, YedinciGün, Öteki Bakış, Yaşamda Demokrasi, Haftaya Bakış, Toplumsal Demokrasi, Gerçek Demokrasi, Gündem, Güncel, Azadiya Welat, Yaşamda Gündem, Yeni Bakış gazeteleri toplam 34 kez kapatılmıştı. Bu arada Alternatif Gazetesi hakkında kapatma kararı veren İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, bir gün sonra Ergenekon sanığı Orgeneral Şener Eruygur için tahliye kararı veren mahkemedir.
Gazetelerin kapatıldığı Türkiye'de basın kuruluşlarının ve yayın organlarının tavrı ise oldukça düşündürücü. Başbakan Tayyip Erdoğan ile Doğan Medya Grubu arasındaki rant kavgasında 'basın özgürlüğü ve demokrasiden' dem vuran basın-yayın organları ve meslek kuruluşları, Alternatif Gazetesi'nin kapatılması karşısında sessizliği tercih etti. DİHA'nın gazetenin kapatılması karşısında görüşlerini almak istediği kuruluşların verdiği yanıtlar, şöyle:
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti : Sekreter, Başkanımız burada değiller cep numarasını veremiyoruz. Notunuzu iletiriz. Yanıt verilmedi.
Türkiye Gazeteciler Sendikası : Sekreter; Yetkili kimse yok. Cep numaralarını veremiyoruz. Numaranızı ve notunuzu bırakın sizi arayalım. Aramadılar.
Basın Konseyi Oktay Ekşi: Telefonlarımıza cevap verilmedi.
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin: Sekreter; 'Sedat bey toplantıda. Pazartesi günleri yoğun oluyor. İsterseniz biz size mail adresi verelim ona mail atın.' Verilen adrese mail atıldı yanıt h‰l‰ gelmedi.
Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf Ziya Cömert: Sekreteri; 'Kendisi şuan telefonla görüşüyor. Her iki hattı da meşgul, Numaranızı alalım, notunuzu iletiriz.' Yanıt verilmedi.
Birgün Gazetesi Yazıişleri Müdürü İlker Yaşar: 'Alternatif gazetesi ile ile aynı kulvardayız. Ama görüş istiyorsanız ben veremem. Siz İbrahim Aydın beyden görüş alın.' İbrahim Aydın ile görüşmek istedik fakat sekreteri, 'İbrahim Bey, şuan müsait değil , biz notunuzu iletiriz' dedi. Yanıt alamadık.
Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan : Sekreteri; 'İsmet bey Avrupa'da. Cebini veremiyoruz. Biz size döneriz.' Dönmediler.
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan: Alternatif Kapatıldı ne düşünüyorsunuz? diye sorunca 'Öyle mi? Hımm. Ben hiç bir konuda görüş vermem, ben kendim yazarım, haberle de ilgileneceğiz' diyerek görüş vermedi.
Vatan Gazetesi Genel Yayın Müdürü Tayfun Devecioğlu: Sekreteri : Kendileri prensip gereği görüş bildirmeyeceklerini söyledi.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yöntmeni İbrahim Yıldız: Sekreteri; 'Yerinde yok. Sonrası da yemeğe gidecek. Biz notunuzu kendisine iletiriz' dedi. Yanıt verilmedi.
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök: Sekreter; 'Ertuğrul bey toplantıda. Yok yok, dışarıda. Ayyy, yayın kurulu toplantısında. Cebinizi verin size geri dönelim.' Yanıt verilmedi.
'Alternatif'in özgürlüğü tüm basının özgürlüğüdür'
Evrensel Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Fatih Polat: Kürtlerin talebini dile getiren gazetelerin kapatıldığı bir süreçten geçiyoruz. Basın özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına tamamen aykırı gelişen bu sürecin, hukukun, siyasetin baskısı altında gerçekleştiğini görmek için araştırmaya gerek yok. Basın meslek örgütlerinin, gazetelerin tepkileri ortaya koyması gereken bir sorumluluk söz konusu. Bu konuda bir tepki göremiyorum. Diğer taraftan Türkiye'de Kürt sorunu bir Türk sorunu ise Alternatif'in özgürlüğünü de Türkiye'deki tüm basın kendi özgürlüğü olarak görmeli. Aydın Doğan ile Başbakan arasındaki kapışmaya baktığımız da Başbakanın boykot çağrısına karşı çıktılar. Doğan Grubu da kendi konusunu basın özgürlüğü konusuna getirdi. Bu gazetenin kapatılmasına ilişkin tek satır görmüyoruz.
Ahmet Türk: Sessiz kalmayacağız
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk: Türkiye'de bir toplumsal realite var, bu da Kürt realitesidir. Bu gerçeklik, gerçekten can alıcı ve önemli bir noktada olmasına rağmen resmi ideoloji, Kürtleri susturmaya yönelik bir bakıştır. Bugün Kürt haklının demokratik talebini topluma yansıttığı için adeta gazetemiz Alternatif hedef haline getirilmiştir. Aslında bir süreden beridir güdülen siyasetin, statükocu anlayışın bir ürünü olarak önümüze çıkıyor. Çağdaş demokratik değerlerden söz ederken gerçekten şoven, milliyetçi bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız. Kürtlerin özgür geleceğinden söz ettiğimiz için adeta hedef halindeyiz. Ama halkımız ile bizler çok kararlıyız, tüm bu anlayışlara rağmen, Kürtlerin susturulmak istenmek istendiği bu dönemde biz de Kürtlerin seslerini daha özgür bir şekilde yansıtmaları için sesimizi duyuracağız. Halkımızın gazetemize ilişkin yürütülen politikayı deşifre edeceğine inanıyorum. Burada gazetemize bu yaklaşımın çok ciddi bir şekilde eleştireceğine, seslerini tüm dünyaya ve kamuoyuna yansıtacağı inancındayım. Gazetemize yönelik antidemokratik durumu olabildiğince gündeme getireceğiz ve seslendireceğiz.
Emine Ayna: Gazetemizi sahiplenelim
DTP Eşbaşkanı Emine Ayna: Türkiye'de dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş basın kirliliği yaşanıyor. Şu anda Alternatif ve Evrensel gibi birkaç gazete dışında, diğer gazeteler kirliliğe ve ekonomik ranta bulaşmış durumda. Hem de dünyada örneği görülmemiş bir şekilde savaşa alet olmuş durumundalar. Tamamen savaş konseptine göre hareket eden, emir komuta zinciri içinde hareket eden bir basın zinciri var. Böyle bir basının hakim olduğu bir ülkede özgür basın yıllardır mücadele veriyor, birçok şehit verdi. Özgür basını yaşatamaya çalışanlar, bir çok kez kapatılma durumunu yaşadılar, neredeyse çıktığı gün kapatılan bir gazete haline geldi. Alternatif de özgür basın olmanın bedelini ödüyor. Özgür basının savunan tüm kesimlerin ve özellikle Kürt halkının buna vereceği en güzel cevap Alternatif ve benzeri gazetelerin tirajını yükseltmek olacaktır. Özellikle Diyarbakır'da veya Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı ve savaşı birebir hissetiğ yerlerde Alternatif ve benzeri gazetelerin üzerine hiçbir şey olmalı ve en güzel cevap sahiplenme olacaktır. Ben arkadaşları kutluyorum ve daha iyisini daha güzelini yapacaklarına eminim.

Dünyada herkes için iyi olan sadece Kürtler için kötü

ismailbesikci

Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi ve Abant Platformu

Yazar: İsmail Beşikçi –KURDISTAN-POST.ORG

Kürt sorununun, temel niteliği

 

  • Dünyada, Ortadoğu’da 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olacaksın, ama, uluslar arası ilişkilerde küçücük bir siyasal statün olmayacak…
  •  
  • Acaba, yıllar yıllar süren sömürge bile olamamak Kürtlerin DNA’larının mı bozmuş?
  •  
  • 180 bin civarında olan Kıbrıs Türkü için bağımsız bir devlet isterken, Kürtlerin hakları-hukukları söz konusu olduğu zaman hemen terör kavramını gündeme getiriyor…
  •  
  • Nüfusu 70 bin olan Güney Osetya bağımsızlık istiyor, nüfusu 40 milyonu aşkın Kürtler bunu düşünemiyor!
  •  
  • Kürtler, “barış istiyoruz” diyorlar. Halbuki, Arap, Fars ve Türk uluslarıyla eşitlik istemeliler…
  •  
  • 2004 seçimlerinde kaybedilen Van, Siirt, Bingöl gibi belediyeler tekrar kazanılmalıdır. 56 belediyenin yüze, yüzyirmiye çıkarılması hedef olmalıdır…

Abant Platformu, 4-8 Temmuz 2008 günlerinde, Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak konulu bir seminer düzenledi. Seminer Abant’ta yapıldı. 13 Eylül 2008 de, seminerin sonuç bildirisi üzerinde, Diyarbakır’da açıklamalar ve tartışmalar yapılacaktı. Diyarbakır’daki bazı sivil toplum kuruluşları Abant Platformu’yla bu konuda anlaşmaya varmışlardı. Diyarbakır Ticaret Odası Başkanı Mehmet Kaya, Diyarbakır Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıl, Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Alican Ebadinoğlu, Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Raif Türk, Güneydoğu Sanayicileri ve İşadamları Derneği Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, bu toplantı için çağırı da yapmışlardı. Abant Platformu’ndan ilgili kişiler, akademisyenler Diyarbakır’a gelecek, Kürt Sorunu: Barış ve Geleceği Birlikte Aramak seminerinin sonuç bildirgesini açıklayacak, toplantıya çağrılanlar da, bildiri üzerindeki düşüncelerini açıklayacak, tartışmalar yapılacaktı.

 

Toplantıyı düzenleyen beş sivil toplum örgütü, 12 Eylül günü yaptığı bir açıklamayla toplantının iptal edildiğini duyurdu. Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi’nden gelen tehditlerin toplantının iptal edilmesine neden olduğu anlaşılıyor. Abant Platformu tarafından düzenlenen, Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak konulu seminerin, bu yılın İlkbahar aylarında Diyarbakır’da yapılması planlanmıştı. O zaman da, Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi’nin tehditleri sonucu, seminer Diyarbakır’da yapılamamıştı. Seminer daha sonra Abant’da yapıldı. Son olay ile ilgili olarak, Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Abant Platformu, daha önce de, Diyarbakır’da yapacağı, ‘Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak’ başlıklı toplantısı, gerçek yüzü teşhir olmasından dolayı, Abant’a taşımış ve orada yapmıştı. O zaman da bu girişimin bir günah çıkarma olduğu vurgulanmıştı.

 

Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi toplantıyı tertip edenleri ve katılımcıları şu ifadelerle tehdit ediyor. “İnisiyatif, Fetullah Gülen cemaatinin ve AKP’nin nerede ‘düşkün’ ve ‘kaçkın’ bir Kürt varsa, yanına almaya ve sahte bir Kürt oluşumu yaratmaya çalışıyor. Dünyanın hiçbir yerinde bir sorun, muhataplarına rağmen çözülememiştir. Kürt halkı ve onun temsilcisi olan siyaset kendi yol haritasını çizmiştir ve demokratik özerklik ilkesini benimsemiştir. AKP’nin temel anlayışı, ‘Kürtler şöyle dursun, biz onların sorunlarını çözeriz’ diyor. Bu nedenle, başta AKP olmak üzere, onların işbirlikçi yan kuruluşlarını uyarıyoruz. Ve hiçbir onurlu Kürt’ün, Abant Platformu benzeri tartışmalara katılmaması gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz. Bunu organize eden kesimleri de uyarıyoruz ve Diyarbakır’a gelmemeleri gerektiğini hatırlatıyoruz. Tersi bir durumda her türlü meşru eylem hakkını Kürtler geliştirecektir.”

 

Bu açıklamada “uyarı” sözcüğü kullanılıyorsa da, bunun bir tehdit içerdiği açıktır. Buysa ifade özgürlüğüne karşı bir konumlanmayı ifade eder. Halbuki Kürtler, her yerde, her koşulda, ifade özgürlüğünü savunmak durumundadır. Toplumsal, politik bir sorunun muhataplarına rağmen çözülememesi ifadesi de, kanımca çok doğrudur. Amma, bu, başkalarının da, örneğin Abant Platformu’nun da, Kürtlere, Kürt sorununa ilişkin bilgi üretmesine, bu bilgileri açıklamasına engel değildir. Bu tür toplantılara katılıp görüşlerini açıklamak daha doğrudur.

 

Geniş halk kitleleri arasında, gelişen, yaygınlaşan Kürtlük bilincine karşı sahte Kürt oluşumları yaratmak da, devletin temel politikalarındandır. Sahte Kürt politikalarına karşı mücadele etmek, bunları deşifre etmek, elbette gerekir. Buysa tehditle değil, bilgiyle, bu bilgileri, özellikle ilgili kurumların önünde kararlılıkla savunmakla, bunların gereklerini yerine getirmekle olur.

 

Bu tür konferansların, seminerlerin dikkate değer bir özelliği var. O da sorunun temel niteliğine, Kürt sorununu neden, bugüne kadar sorun olarak kaldığına dokunmamaktır. İran’da Kürdistan, Irak’ta Kürdistan, Suriye’de Kürdistan, Türkiye’de Kürdistan, Kafkasya’da, Ermenistan’da, Azerbaycan’da Kürdistan… Ama, Kürtlerin değil, İran’ın Kürdistan’ı, Irak’ın Kürdistan’ı, Suriye’nin Kürdistan’ı, Türkiye’nin Kürdistan’ı, Azerbaycan’ın, Ermenistan’ın Kürdistan’ı… Kürtler ve Kürdistan nasıl bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır? Kürtlerin Kürt toplumu olmaktan doğan hakları nasıl gasp edilmiştir? Kürt sorununun, temel niteliği budur. Bu konferanslarda, bu seminerlerde sorunun bu niteliğini gündeme getirmemek esastır. Bu görüşte, bu düşüncede olan araştırmacıların bu tür toplantılara davet edilmemeleri sık sık rastlanan bir olaydır. Ama, Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi de bu konuda kendini sorgulamalıdır. “Biz acaba Abant Platformu’ndan farklı bir şey mi yapıyoruz?” Abant Platformu veya benzeri kurumlar, bu konuyu gündeme getirmez, bu konuyu tartışmaz. Bilakis bu temel konuyu gizlemeye örtmeye çalışır ama, Kürtlerin bu konuyu gündeme getirmemeleri, bu döneme, bu ilişkilere açıklık getirmemeleri büyük bir eksikliktir, tarih bilincine ulaşmamak demektir. Abant’ta, Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak seminerinde yaptığı konuşmada, Cengiz Çandar, Kürt sorununun devlet sorunu olduğunu söylemiştir. Kürtçe eğitimin Kürtlerin doğal hakkı olduğunu vurgulamıştır. Kürtleri psikolojik olarak tatmin etmeden Kürt-Türk birlikteliğinin oluşamayacağını ifade etmiştir. Bunu da olumlu bir not kaydetmek gerekir. Gerçeğe ulaşmak, hakikati aramak şüphesiz vazgeçilmez bir tutum olmalıdır. Bunun yolu ise, eleştirmektir, tartışmaktır. Bunlar bilim yönteminin temel ilkeleridir. Tehdit ise anti-demokratik bir tutumdur, bilimsel gelişmeyi sekteye uğratır, boğar.

Burada, Diyarbakır’da, bu toplantıları organize eden sivil toplum kuruluşlarına da bir eleştiri yöneltmek gereği vardır. Bu kurumlar iki seferdir, tehditler üzerine ilan ettikleri toplantıyı iptal ediyor. Halbuki, toplantılar buna rağmen yapılabilmeliydi.

 

Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi’nin bildirisinde, “hiçbir onurlu Kürt bu tür toplantılara katılmamalıdır…” deniyor. Kanımca Kürtler, onur kavramını yerinde ve zamanında kullanmıyor. Onurlu olmak, onuru korumak, ulusal onuru savunmak elbette gereklidir. O zaman temel soru şu olmalıdır. Dünyada, Ortadoğu’da 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olacaksın, ama, uluslar arası ilişkilerde küçücük bir siyasal statün olmayacak. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, İslam Konferansı, İslam Kalkınma Örgütü gibi kurumlarda, hak-hukuk söz konusu edildiği zaman adın geçmeyecek, sadece “terör” denildiği zaman, “uluslar arası terör” denildiği zaman adın anılacak, o da şüphesiz, “terörün kökü kazınacaktır” anlayışı çerçevesinde. İşte, onur, ulusal onur bu çerçevede aranmalıdır, savunulmalıdır. Halbuki, Kürtlerin çok büyük bir kısmı, “biz kardeşiz” diyerek, “bin yıldır beraber yaşıyoruz” diyerek, “biz milliyetçi değiliz, devrimciyiz, enternasyonalistiz” diyerek bu tür konuları gündeme getirmekten uzak duruyor. Kürtler, Ortadoğu’da böylesine perişan bir görüntü sergilerken hangi onurdan söz ediliyor acaba?

 

29.8.2008 tarihinde, rizgarionline sitesinde bir haber yorum yayınlandı. Yazının başlığı, “Kürtlere dışkı yediren, Kürtleri katleden Türk subayları ceza yerine terfi aldılar” şeklindeydi. 1989’da, Cizre’nin bir köyünde cereyan eden, bir olaydan söz ediliyor. Bu olayla ilgili mahkeme gelişmeleri yakından biliniyor. Avrupa İnsan Hakları mahkemesi’nde açılan dava ve Türkiye’nin mahkumiyeti de biliniyor. Bunlar ayrı konu.

Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi, “kardeşlik”ten çok söz eden kesimlerden biridir. Böylesine süreçlerden, nasıl, “kardeşlik” gibi bir kavram üretiliyor acaba? Düşüncenin temeli maddi olgulardır. Maddi olgularla düşünce arasında yoğun bir bağ vardır. Maddi olgular köylerin yakılmasıdır, yıkılmasıdır, köylülere, ceza olsun diye bok yedirilmesidir. Batı bölgelerinde, örneğin Antalya’da, ormanlar yanarken, “yüreğimiz yanıyor” deyip yangının söndürülmesi için canla başla çalışılırken Kürt bölgelerinden ormanların bizzat devlet güçleri tarafından yakılmasıdır ve köylülerin yangınları söndürmek için yaptıkları girişimlerin engellenmesidir. Kürt bölgelerinden Karadeniz’e giden mevsimlik fındık işçilerinin çok ağır hakaretlerle, aşağılamalarla karşılaşmasıdır. Maddi olgular bunlardır. Bunlar gibi onlarcası daha sayılabilir. Bu maddi olgulardan, ilişkilerden “kardeşlik” gibi bir kavram nasıl üretilebiliyor acaba? Bu tutumda, bu düşünce biçiminde, bir sakatlık yok mu? Acaba, yıllar yıllar süren sömürge bile olamamak Kürtlerin DNA’larının mı bozmuş? Bütün bunların dışında, bu süreçleri bilimin ve siyasetsin kavramlarıyla açıklamak gerekir. Onur ve ahlak gibi etik kavramlar, bu ilişkileri açıklamakta yeterli ve uygun kavramlar değildir.

 

2004 Atina Olimpiyatlarına 204 devlet katıldı. 2008 Pekin Olimpiyatlarına 206 devlet katıldı. 2012 Londra Olimpiyatlarına katılacak devlet sayısı 210’u aşacak gibi görünmektedir. Kürtler ise, “devlet olmak iyi değildir”, “Devlet olmak başta Kürtlere zarar verir” deyip duruyor. Gürcistan-Oset savaşı, Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesi, Kafkasya’da cereyan eden fakat bütün dünyayı da ilgilendiren bir olay oluyor. Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi sonucu olarak Güney Osetya’nın ve Abazya’nın bağımsızlığından söz ediliyor. Nüfusu 70 bin olan Güney Osetya bağımsızlık istiyor, nüfusu 40 milyonu aşkın Kürtler bunu düşünemiyor. Bunda bir sakatlık yok mu? Gürcistan’ın sınırlarını, Gürcistan’nın toprak bütünlüğünü kişi olarak dert etmiyorum. Gürcistan tarafından baskı altında tutulan ulusların özgürlüklerine kavuşmaları beni daha çok ilgilendiriyor.

 

Dünyada herkes için iyi olan sadece Kürtler için kötü. Kürtlerin bütün söylemi hasımlarını rahatlatmaya yönelik. Kürtler kendileri için bir şey istemiyor, temel amaç hasımlarını rahatlatmak oluyor. Kürtler, hasımlarını rahatlatacak söylemi o kadar çok tekrarlıyorlar ki, giderek, düşüncelerini ve tutumlarını belirleyen de bu sahte söylem oluyor. Türkiye örneğin,

180 bin civarında olan Kıbrıs Türkü için bağımsız bir devlet isterken, Kürtlerin hakları-hukukları söz konusu olduğu zaman hemen terör kavramını gündeme getiriyor. Kaldı ki Kıbrıs Türklerinin nüfusu 1974’den önce 80 bin civarındaydı. Nüfus, müdahaleden sonra, Türkiye’den gönderilenlerle bu kadar büyüdü. Kürtlerse, Ortadoğu’nun ortasında, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış halleriyle bir yaşam sürdürüyor. Kürtler, “barış istiyoruz” diyorlar. Halbuki, Arap, Fars ve Türk uluslarıyla eşitlik istemeliler. Eşitlik olunca barış da olur. Ama her barış eşitliği getirmeyebilir. O zaman sorun yine devam eder.

 

29 Mart 2009 tarihinde yerel yönetim seçimleri yapılacak. Hükümetin, başta Diyarbakır olmak üzere belediyeleri Demokratik Toplum Partisi’nden almak için yoğun bir çaba içinde oluğu açık bir gerçektir. AKP’nin bu politikasını devletin teşvik ettiği de çok açık. Devletin AKP ile Batı illerinde laiklik konusunda bazı temel çelişkileri olabilir. Buralarda devlet AKP karşıtı bir politika izleyebilir. Ama, Kürt illerinde, AKP’nin desteklendiği, teşvik edildiği gün gibi ortadadır. Çünkü, Kürt sorununu dinsel akımlar içinde eritmek, geriletmek, devletin temel politikalarındandır. AKP bu konuda en elverişli bir partidir. Hükümetin bu konuda iki büyük olanağı da vardır. Birisi, merkezden belediyelere nüfusları oranında gönderilecek paralardır. Hükümet musluğu kapattığı zaman, DTP li belediyeleri zor durumlarda bırakabilir. Halka hizmet için maddi bir güç gerekir. Maddi güç temini sürekli olmayınca hizmetin aksaması doğaldır. Yeteri kadar hizmet olmadığındaysa, halk, DTP’den uzaklaşabilir. İkincisi ise, hükümetin, AKP’nin halkın iaşe-ibate sorunlarıyla ilgilenmesidir. Buna sadaka ekonomisi de deniyor. Kömür, un, bulgur, çay-şeker, zeytin vs. halkın aklını çelmede ciddi bir rol oynayabilir. Hükümetin, AKP’nin bu politikalarına, uygulamalarına karşı DTP ne yapabilir? DTP her şeyden önce seçmen tabanını genişletici bir yol izlemek durumundadır. Hükümetin iaşe-ibate uygulamaları, sadaka uygulamaları deşifre edilip halka gerçekleri anlatmak önemlidir. Köylerin yakılması yıkılmasıyla, temel geçim kaynaklarının tahrip edilmesiyle, koruculuk uygulamasıyla halk muhtaç duruma düşürülmekte, sonra da sadaka uygulamalarına girişerek halkın desteği sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu sürecin ahlaki bir yıkım olduğu deşifre edilmelidir.

 

Yerel yönetimlerde güç olmak, Kürtler için önemli olmalıdır. Başta Diyarbakır olmak üzere yerel yönetimler elbette korunmalıdır. 2004 seçimlerinde kaybedilen Van, Siirt, Bingöl gibi belediyeler tekrar kazanılmalıdır. 56 belediyenin yüze, yüzyirmiye çıkarılması hedef olmalıdır. Bunun için de seçmen tabanını genişletmek önemlidir. DTP bu konuda ittifaklarını yeniden gözden geçirmek durumundadır. Türk soluyla kurulan ittifakta bir + bir iki etmemektedir. Halbuki, DTP’nin kendi dışındaki Kürtlerle kuracağı bir ittifak sürecinde bir + bir ikiyi de geçebilir. Bu sürecin bir sinerji, moral güç yaratacağı besbellidir. Bütün bunlar, tehditlerle yaşama geçirilecek durumlar değildir. Dışlayıcı, yasaklayıcı değil, özgürlükçü bir tutum sahibi olmak vazgeçilmez bir tutum olmalıdır. Kardeşlik anlayışının Kürtlerin kendi içinde, Kürtler arasında sağlanması yaşamsaldır.İsmail BeşikçiKURDISTAN-POST.ORG

AKP hezimete kolları sıvadı

AKP, CHP ve MHP’nin ittifakı ile tezkerenin geçmesi bekleniyor. Savaşa karşı çıkan DTP ise geçen bir yılı soruyor. Bir yılık sınır ötesi savaş yetkisini bozgunlarla ve sivil alanları bombalamakla geçiren Türk ordusu, bir yıl daha Türkiye Meclisi’nden suç ortaklığı istedi. Türk egemenlik sisteminin yeni özel savaş aygıtı olarak nitelenen AKP hemen kolları sıvadı. Başbakanlık tezkeresi Meclis’e sunuldu.

Türk ordusu, son üç yılda ‘sınır ötesinde saldıramıyoruz onun için PKK’ye karşı etkili olamıyoruz’ propagandası yapıyordu. Bütün Türk stratejistler, Türk ordusunun sınır ötesi operasyonla PKK’yi bitireceğini iddia ediyorlardı. Seçimleri arkasında bırakan AKP Hükümeti de Türk ordusunun saldırganlığını sınır dışına taşırması için kolları sıvadı. Önce ABD’nin onayı ve desteği ardından AB’nin ‘yanınızdayız’ mesajı alındı. Bölge devletleri aktif destek taahhüt etti ve ABD’nin de katkısıyla Federal Kürdistan Bölgesi yönetimi etkisizleştirildi. Bunun üzerine hazırlanan Başbakanlık tezkeresi Meclis’e sunuldu. DTP Grubu, İstanbul Milletvekili Ufak Uras ve daha sonra CHP’den ayrılacak olan Ankara Milletvekili Eşref Erdem’in dışındaki milletvekilleri, savaş tezkeresine ‘evet’ dedi. Tezkere, 19’a karşı 507 oyla Türkiye Meclisi’nde kabul edildi. erdogan_akp_asker_chp_devlet_cenaze
Tezkerinin süresi 17 Ekim 2008 tarihinde bitiyor. Bu sürenin bitmek üzere olması asker ve hükümeti de harekete geçirdi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un geçtiğimiz günlerde ‘seçilmiş’ medya temsilcileriyle yaptığı görüşmelerde, hükümetle mutabık olduklarını dile getirmesinin ardından, hükümet de tezkereyi uzatacağını açıklamıştı. Sınır ötesi savaş izninin bir yıl daha uzatılmasını öngören Başbakanlık Tezkeresi, dün itibariyle Türkiye Meclisi’ne sunuldu. Tezkerede şöyle denildi: “...hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde, TSK unsurlarının, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Anayasa’nın 92. maddesi uyarınca Genel Kurul’un 17 Ekim 2007 tarihli kararıyla Hükümete verilen 1 yıllık izin süresinin, 17 Ekim 2008 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle uzatılmasını Anayasa’nın 92. maddesi uyarınca arz ederim.’’


KCK uyarmıştı


Birinci tezkerenin kabulü öncesi Koma Cîvakên Kurdistan(KCK) yetkilileri, Türk ordusunun Güney Kürdistan’a girmesi halinde bataklığa saplanacağı uyarılarında bulundu. Gerillanın her boyutuyla hazır olduğunu ve ordunun Güney’de ezici bir darbe alacağını dile getiren KCK yetkilileri ‘hodri meydan’ dedi. Uyarılara rağmen, Türkiye Meclisi kulaklarını Kürtlerin tüm talep ve seslerine karşı kapatmıştı.
Tezkere kararının ardından insan hakları kuruluşları, sivil toplum örgütleri, aydınlar, DTP, ÖDP, EMEP, SDP ve Türkiye Barış Meclisi sert tepki göstererek, tezkereyi yaptıkları eylemlere protesto etmesinin de hiçbir hükmü olmamıştı.
İlk bozgun Oramar’da
Karar ardından yetkinin ne zaman orduya verileceğinin tartışıldığı 21 Ekim günü Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ne bağlı Oramar(Dağlıca) bölgesinden Güney Kürdistan’a geçmek isteyen Türk ordu güçleri pusuya düşürüldü. Yaşanan çatışmalar sonucunda 8 asker esir alınırken, 35 asker öldü çok sayıda asker de yaralandı. ‘Köklerini kazıyacağız’ diyen Türk Hükümeti, ordusu ve medyası Oramar eylemi sonrası ilk bozgununu yaşamış oldu. Neye uğradığını şaşıran Türk devleti, Kürtlerin yaşadığı metropollerde linç kampanyası başlattı. Türkiye Başbakanı Erdoğan, 28 Kasım’dan itibariyle sınır ötesi yetkisinin TSK’de olduğunu açıkladı.zap_donusu_turk_asker
‘Zap zaptedilemedi’
Dağlıca eylemi ile kamuoyundaki güveni zedelenen Türk ordusu, 22 Şubat’ta 8 günlük günlük karadan işgal operasyonu başlattı. “Güneş harekâtı” adını verdikleri işgal operasyonunda ancak 4. günde Zap sınırlarına gelinebildi. Orada adeta çakılıp kalan Türk ordusu, işgal operasyonunu 8 gün sürdürebildi. “Zapı zaptettik” manşetleri ile zafer naraları atan Türk medyası askerlerin sınır hattından Türkiye’ye giriş yaptıkları görüntüler karşısında şok oldu. 125 askerin öldüğü ve yüzün üzerinde askerin de yaralandığı işgal operasyonu boyunca 9 HPG gerillası da yaşamını yitirdi. Daha önce 24 sınır ötesi kara saldırısı yapan Türkiye, 25’inci de büyük bir hezimet yaşamıştı. Hezimetin yarattığı şaşkınlık, Türk ittifakında gerilim yarattı. CHP ve MHP’nin şaşkınlığı Türk ordusunun fırçasıyla dindirildi.
Bezele baskını
Oramar baskını ve işgal operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanmasının etkileri henüz geçmeden HPG gerillaları 11 Mayıs’ta Bezelê Karakolu’na baskın düzenledi. 100’ü komando toplam 250 askerin bulunduğu Bezelê Karakolu’na yönelik gerçekleşen baskında karakolun büyük bir kısmı imha edilirken, karakolun 4 binası, cephanelik ve çevresinde bulunan 7 askeri çadır alev alarak yanmıştı. HPG kaynakları, baskın sonrası 29 askerin öldüğünü, 11 askerin yaralandığını bildirirken, baskın sonrası 2 HPG’linin de yaşamını yitirdiğini duyurdu. İşgal operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından hava saldırılarına hız veren Türk ordusu uzun süre savaş uçakları ile özellikle Zap bölgesini bombalarken; bu saldırılar da büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. Saldırılardan umduğunu bulamayan Türk ordusu Kuzey Kürdistan’daki operasyonlarına hız verdi. Tezkerenin kabul edildiği Ekim ayından bu yana Kürdistan genelinde yoğunlaştırılan operasyonlarda HPG kaynaklarına göre; bin 107 asker öldü, 142 HPG’li yaşamını yitirdi.
HABER MERKEZİ



Yine ‘evet’ diyecekler
MHP Grup Başkan vekili Oktay Vural: Geçen sınır ötesi operasyona ilişkin eleştirilerimiz var. Bütün bunları Genel Kurul’da tezkere görüşmeleri sırasında bir kez daha dile getireceğiz. Ancak tezkere konusundaki tutumuzu, geçen tezkeredeki gibi sürdüreceğiz.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen: Türkiye’nin elinde gerektiğinde sınır ötesi operasyon için tezkere bulunmalı. Ancak yeter ki bunu uygulasınlar. Yetkiyi almak kadar kullanmak da önemli.

AKP’nin 75’leri: Geçen oylamada merak konusu olan AKP’nin 75 ‘Kürt kökenli’ milletvekili, ‘savaşa evet’ demişti. Bu oylamada da farklı bir tutum almaları beklenmiyor.
DTP Grup Başkanvekili Fatma Kurtulan: Defalarca denenmiş, sonuç alınmamış, çok insanımızın canını yitirmesine sebep olmuş bir durumu yeniden ülkemizin gündemine getirmek, daha çok insanımızın kanının akmasına sebep olmuş bu yöntemi yeniden tartışıyor olmaktan üzüntü duyuyoruz. Bu yöntem çok denendi. Her Genelkurmay Başkanı kendisinden mi başlatmak istiyor, bunu sınamak mı istiyor doğrusu insan bunu merak ediyor ama ortada olan bunun çok denenmiş bir yöntem olduğu. 25 kez denendi, 26’ncısı düşünülüyor. Son operasyonda yaşananların acısını unutmuş değiliz. Yeni bir operasyonun kimseye faydası yok. Herkesin daha çok acı çekmesinden başka işe yaramaz.
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA