DTP Heyeti Federal Kürdistan Parlamentosu'nu ziyaret etti

Kürt sorununun çözümüne ilişkin görüşmelerde bulunmak üzere Federal Kürdistan Bölgesi'ne giden DTP heyeti, Federal Kürdistan Parlamentosu'nu ziyaret etti. Ziyaretten sonra açıklama yapan DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, 'Kürt sorununun iç dinamiklerle çözümü esas alıyoruz, ancak sadece ülke içinde değil, herkes katkı sunabilir' dedi. DTP Grup Başkanı ve Mardin Milletvekili Ahmet Türk, Dışilişkilerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Sebahat Tuncel, DTP Eşbaşkan Yardımcısı Kamuran Yüksek, DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve DTP Muş Milletvekili Nuri Yaman'dan oluşan heyet, Süleymaniye kentindeki temaslarından sonra Hewler'e geçti. Fedaral Kürdistan Parlamentosu'nu ziyaret eden heyet, aralarında Parlamento Başkanı Adnan Müftü, Parlamento Dışilişkiler Sorumlusu Aris Abdullah'ın da bulunduğu parlamenterler tarafından karşılandı. Parlamento Başkanı Müftü'nün makam odasında basına kapalı yapılan görüşmenin ardından, DTP Grup Başkanı Ahmet Türk basına açıklamalarda bulundu. Arap ve Türkiye basınının da yoğun ilgi gösterdiği açıklamada Türk, Kürt sorununun siyasi çözümü ve siyasetle ilgili düşünceleri paylaşmak için parlamento üyeleri ile görüştüklerini belirtti. Önemli sorunlarla karşı karşıya olan bir coğrafyada yaşadıklarını vurgulayan Türk, aynı zamanda farklı kültürlerin bulunmasından kaynaklı belirli sorunların da yaşandığını ifade etti. Barış süreci için çaba sarf ettiklerini ifade eden Türk, 'Halkların kardeşliğinin ve duyarlılığın esas alınması için çaba göstereceğiz. Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü konusunda neler yapmamız gerektiği konusunda uzun uzun görüştük. Düşüncelerimizi paylaştık' dedi. Kürt sorununun iç dinamiklerle çözümü esas aldıklarının altını çizen Türk, 'Ancak sadece ülke içinde değil, herkes katkı sunabilir' dedi. 'Herkes üzerine düşeni yapmalı' Gazetecilerin PKK ile ilgili sorularına da cevap veren Türk, 'Kürt sorununun çözümü konusunda Kürt Parlamentosu ile bir çok noktada anlaşıyoruz. Ortak akılla çözülmesi inancındayız. Silahlı çözüm mümkün değil. Silahlar konusunda çağrımız açık, bunu açık şekilde yapıyoruz. Demokratik ve barışçıl süreç ile ilgili herkes üzerine düşeni yapmalı. Sorunun demokratik sürece evrileceğine inanıyoruz' şeklinde konuştu. 'Diyalog açık olmalı' Türkiye yetkileri ile Federal Kürdistan Bölgesi'nin temasları ile ilgili sorulan sorulara ise Türk, şöyle cevap verdi: 'Görüşmeler yararlı olacaktır. Dostluk temelinde görüşmeler faydalı olur. Diyalogla birbirimizi anlarız. Ancak diyalog çok açık oluşturulmalı. Açık olmak gerekir. Barışçıl demokratik sürece katkısı olacak bir mantıkla olmalı görüşmeler. Soruna katkı sunan bir söylem olmalı. Eğer bu düzeyde olmayacaksa özlediğimiz kardeşleşme ve Demokratik Türkiye'ye yararı olmaz. Halkların kardeşliğini esas alan bir yaklaşım istiyoruz' dedi. 'Fikir alışverişinde bulunduk' Operasyonlara ilişkin de açıklama yapan Türk, meseleye basit bir güvenlik meselesi olarak bakılmasının sorunları çözmeyeceğini belirterek, meselenin sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerinin görülmesi gerektiğini ifade etti. Türk, Türkiye'deki Kürtlerin kültürel yaşam hakkı tanınmadan kardeşlik olamayacağını da söyledi. Kürt Parlamentosu'nun hükümet kadar yetkili bir organ olmadığını ve sorunların çözümünde ancak fikir alışverişi yapabildiklerini ifade eden Türk, 'Parlamentolararası dostluk olur. Parlamentolar çözüm için formül koyar, ama yürütmeyi hükümetler yapar. Sorunun çözümü konusunda Sayın Talabani'den destek istedik ama parlamento ile fikir alışverişinde bulunduk. DTP'nin siyaset mantığını ve politikasını anlattık' diye konuştu. Parlamento ziyareti ardından DTP Heyeti KDP yetkilileri ile görüştü. Selahattin Kenti'nde KDP'nin Merkez Polit Bürosu'nda görüşen DTP Heyetini, KDP Polit Büro Sekreteri Fazıl Mirani, KDP Dış İlişkiler Sorumlusu Sefin Dizayi ve KDP Siyasi Komite üyeleri karşıladı. KDP'li yetkililerle öğle yemeği yiyecek olan heyetin görüşmeleri devam ediyor.AYŞE OYMAN / ADNAN MUSTAFA - HEWLER

Şabak Kürtleri tehdit altında Irak'ta Şii Kürtlerin oluşturduğu Şabak topluluğu aşırı dinci örgütlerin tehdidi altında. Güney Kürdistan'da Kürtçenin Zazaki lehçesini konuşan topluluk azınlık olarak daha iyi koruma istiyor. Geleneksel olarak Musul ve çevresinde yaşayan Şabak Kürtleri, Sünni militanların etkili olduğu bölgede çifte tehdit altındalar. Kürtleri düşman olarak gören Arap aşiretlerinin saldırılarına maruz kalan Şabaklar, ayrıca Şii oldukları için Sünniler tarafından dışlanıyor. Son olarak El Kaide örgütüyle ilişkili Irak İslam Devleti adlı örgüt Musul'da dağıttığı bildirilerde Şabakların bir an önce bölgeyi terk etmelerini istedi aksi halde sonlarının geleceği tehdidinde bulundu. Kürt kaynakları 2004 yılından bu yana Derviş, Bazavya, Kukjli, Gazne ve Fathliya köylerinden 1000 kadar Şabak'ın şiddet olayları ve tehditler nedeniyle göç ettiğini bildirdi. Şabaklar üzerinde artan tehditlerin Şii ve Kürt basınında büyük yer bulmasının ardından Irak Meclisindeki azınlıklar komitesi başkanı Hanin Qado, hükümetten Şabakların etkin bir şekilde korunmasını istedi. Şabak Kürtleri uzun bir süreden bu yana Musul bölgesinden ayrılık Güney Kürdistan idaresine bağlanmak istiyor. Ancak henüz bu konuda bir adım atılmış değil. Musul ve çevresinde bugün 15 bin Şabak yaşıyor. Dersim'de konuşulan Dimiliki lehçesini konuşan Şabaklar, kendi konuştukları dili Şabaki olarak adlandırılıyor. 35 ayrı köyü bulunan Şabak toplumunun dünya genelinde 40 bin kadar nüfusu olduğu tahmin ediliyor. ERBİL - ANF

Katliamda hayatını yitiren yetmişbin Dersim Kürdü’nü saygıyla anıyoruz...

  • ’’Ero bıko bıko! no zulumo kı ni kowe Dersim’i di; vere i zulumidı kemer quçe yaboni ama juan. Dilege mı Heq’ira esto kı, mekane Mıste Kor’i a dinadı cehennem kero!’’
  • ’’Oğul oğul! Dersim öyle bir zulüm gördü ki; bu zulümün karşısında dağlar, taşlar dile geldi.Tanrıdan dileğim odur ki Mısto Kor’un mekanını cehennem eylesin!’’
’MISTO KOR’’ VE HALAM Bu sözleri, katliamdan şöyle yada böyle kurtulmuş olan bir çok yaşlı Dersimli’den duyduğum gibi; her acılı haberde ağıtlar yakarak ağlayan halamdan da sık sık duyardım.Ve hiç bir zaman halamın ağıtlı ağlamalarla Kemalistler’in zülmüne duyduğu nefreti unutmadım ve hiç unutmayacağım.Dolayısıyla ben, Kemalizm’i, ne solculuktan; ne de ona muhalif olan bir başka güçten öğrendim.Bu konuda tek öğretmenim zulüm görmüş akraba, tanıdıklarım ve özellikle de halam oldu. Komşu bir köyde evli olan halam, bizleri her ziyaret edişinde hüzünlere boğardı.Özellikle küçük yaştaki çocuklara ilişince gözleri; tutamaz kendini ağıtlar yakardı. Tabii ki diğer kadınlar da katılırdı böylesi ağlama seanslarına.Çünkü, zulmün en korkuncunu yaşamıştı halam. Onun yüreğini yakan: evlatları ve genç yaştaki eşinin katledilişinin acısı olmuştu. Katliam anını Kürtçe olarak anlatırdı. Aklımda kaldığı kadarıyla, Türkçe tercümesini burada sizlere aktarmak istiyorum: ’’Yaz aylarıydı. Çaresiz oturup akibetimizi beklerken, köye bir tabur asker yığılı vermişti.  Evimizin önündeki harmanın kıyısında, üç çocuğum ve eşimle birlikte otururken, evleri karşı yamaçta olan komşumuz yanımıza geldi ve yüzbaşının, muhtarın evinde toplanmamızı emrettiğini söyledi.Bunun üzerine eşim, en küçük çocuğumuz olan kızımızı bana bırakıp; yanına iki küçük oğlumuzu alarak karşıdaki muhtarın evine gitti. Ben de merak ve korkular içinde onların tekrar dönmesini beklerken; aniden kopan insan çığlıklarıyla birlikte, yükselen dumanları görünce; kucağıma kızımı alarak oraya doğru şuursuzca koşuverdim.O esnada seri şekilde çıkan makineli tüfek seslerini duyunca da, dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Kurşunlardan biri alnımı sıyırıp geçince, olduğum yerde yıkılmıştım ve halen makineli sesleri kesilmemişti. Kucağımdaki kızımı koruma istemiyle, ona sarılıp, çaresizce büzülmüştüm.İnilti ve seslerin çokca geldiği bir yerde oduğumu hissedince, daha da korkuya kapılmıştım.Tam makineli sesleri kesildiğinde, Türkçe konuşarak yaklaşanların asker olduğunu anlamış ve kendimi tamamıyla ölmüş vaziyette göstererek şansımı denedim. Kızdan ses çıkmaması için gövdemin altına sakladım. Askerler, halen ölmeyip, inlemekte olanların kafasına sıkarak yada süngüleyerek işlerini bitirmelerinden sonra ordan ayrıldılar. Ben de bir ara kendime gelip başımı kaldırdığımda, baktım ki ne göreyim: her taraf ateşler içindeydi; ben de bir ölüm tarlasındaydım.Samanlıkta benzin serpilerek yakılan köylülerimin çığlıkları kesilmiş; kaçanlar da arkadan eteş edilerek öldürülmüşlerdi. Korkuyla çevremi yokladıktan sonra, kocam ve çocuklarımdan umudumu keserek yollara düştüm. Gecenin karanlığında köyümüze ulaştığımda (bizim köyü kastediyor) dağın yamacındaki mağarada saklandım.Üç gün boyunca aç susuz burda beklerken, yarama kurtlar mussalat oldu ve acılar içinde kıvrandım. Neticede çocuğun ağlamasını duyan kardeşim bizi farkedip köye getirdiğinde, kabus ve acı dolu günlerim artarak devam etti…’’ diyerek anlatırdı. İşte böylesi acıların yaşandığı coğrafyanın çocuğuyum ben.Ve böylesi anlatımlarla büyüdüm. Şimdi bunları anlatanların çoğu hayatta değil; ama acıların izleri hep hayatta kalmaya devam edecek. Tıpkı film şeridi gibi her defasında gözlerimizin önünden akacak. Bu yıl katliamın yetmişinci yılı ve yine acılar bir bir akacak yüreklerimizden. Halam, nasıl küçük cocukları gördüğünde acılarını, ağıtlar yakarak tazelemişse; ben de her gözüyaşlı, yaşlı kadınlar gördüğümde halamı hatırlayacağım. Ve her halamı hatırladığımda da ‚’’Mısto Kor’’un zulmüne karşı kin bağlayacağım. Öyleyse Kemalistler bir insanlık suçu işlemişlerdir. Burada neden ve niçinleri sorgulamak tabii ki önemlidir. Ve önemli bir şey daha var, o da: bu acıları yaratanların kimler olduğudur. Kemalist ideoloji ve onun yürütücülerinden başkaları olabilir mi? Elbette değil. Öyleyse Kemalistler bir insanlık suçu işlemişlerdir.Bu şuçu işleyen bir ideolojinin yaratıcısını affetmek Kürtlerin, özellikle de Dersimli Kürtlerin akıllarının ucundan bile geçmemelidir. Benzer acıları yaşamış olan mazlum yahudilerin, nasıl Hitler’i afedeceklerini hayal bile edemiyorsak; Hitlerin hocası olarak rivayet edilen‚’Mısto Kor’u, Kürtler’ de affetmeyecektir. Dersim katliamının yetmişinci yılında, acılarımızın tazelendiği bu aylarda, Kemalist zülümkarlara lanetler okurken, katliamda hayatını yitiren yetmişbin Dersim Kürdü’nü saygıyla anıyorum. Nuri Aslan-Kurdistan-Post

1937-38 DERSİM JENOSİDİSİNİN KRONOLOJİSİ

Jenosid Sürecinde Gelişen Olaylar

25 Aralık 1935 Tunceli Kanunu çıkarıldı ve Dersim adı Tunceli olarak değiştirildi. 6 Ocak 1936 Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu ve başına sömürge valisi yetkileriyle General Abdullah Alpdoğan atandı. Dersim'de stratejik merkezlerde kışla ve karakol inşaasına başlandı. Ardından gelen karakol baskınlarının nedeni işgal ve soykırım hazırlıklarını önlemekti.

1937 YILI OLAYLARI (İSMET İNÖNÜ'NÜN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ ) 20/22 Mart 1937 (Kahmut Olayı) 1936'da başlatılıp kış nedeniyle ara verilen kışla-karakol inşaası 1937 Mart'ında devam ettirilince, kesintiye uğrayan direniş de Karakol baskınları tarzında yeniden başladı. S. Rıza'nın köyü ve çevresi bombalandı. Türk askeri kaynakları ve Dersim'in hafızasının kaydettiği 1937 yılının ilk olayı 20-21 veya 21-22 Mart 1937 gecesi saat 11'de Pah-Kahmut bucaklarını bağlayan Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün Demenanlılar ve Haydaranlılar tarafından yakılması ve civardaki karakola baskındır. Naşit Uluğ'a göre Dersimli büyük eylemleri genellikle 22 Mart sabahı başlatır, çünkü bu tarih güneşe tapılan devirlerden kalma bir inanç gereği kutsaldır, ilkbaharın da başlangıcıdır. Onun sözünü ettiği Dersim takvimindeki Newe Marti olmalıdır.

26-27 Mart veya 26 Nisan 1937 Seyit Rıza'nın oğlu Bıra İbrahim (Bava), babası adına askeri harekatın durdurulmasını talep etmek üzere gittiği Hozat dönüşünde Kırğan köyü Deşt'te misafir olduğu evde uyurken öldürülür. M. Nuri, bu siyasi cinayeti Alpdoğan'ın adamı Binbaşı Şevket'in adamlarının örgütlediğini yazar. S. Rıza, misilleme olarak Kırğan aşiretinin merkezi Sin bucağını ve karakolunu basar. Ordu, Kırğan aşireti eşliğinde saldırıya geçer. Böylece S. Rıza ve aşireti ile Bahtiyar aşireti de başlamış bulunan çatışmalara katılırlar. Çatışmalar fiilen toplu bir direnişe dönüşür. Aşiretler arasında genel bir birlik kurulamaz. Sadece Yukarı Abbas, Bahtiyar, Ferhad, Karabal, Yusufan, Demenan ve Haydaranlar'dan oluşan toplam 7 kadar aşiret kendi aralarında direniş için ittifak kurup Halvori-Vank civarında yemin ederler ve topluca direnişe geçerler. Alpdoğan, aşiretler arasında birleşmeleri engellemek, direniş kararı alan S. Rıza liderliğindeki yedi aşireti tecrit etmek için çabalar. Bu amaçla söylentisi dolaşan boşaltma ve sürgün kararını yalanlamaya, saklı tutmaya özen gösterir. Ajanları dolayımıyla aşiretlerarası kavgaları körükler, direnişin önderlerini ortadan kaldırmak için çalışır. S. Rıza ile bir toprak meselesi yüzünden anşlaşmazlığı bulunan yeğeni Rehberi ve çetesini kendisiyle işbirliğine ikna edip kullanır. Rehber, verilen görevleri yerine getirdikten sonra onu da öldürtür.

Nisan 1937 Askeri birliklere baskınlar. Direniş sürüyor. 1-3 Mayıs Mazgirt'e ve Mazgirt Köprüsü'ndeki birliklere saldırı. Sabiha Gökçe'nin de katıldığı 15 uçaklık bir filo Zel, Kırmızı Dağ, Yukarı Bor (Keçizeken) çevrelerini bombalar. 8 Mayıs Genelkurmay, Dördüncü Genel Valiliğe 8 Mayıs'ta genel tenkili (Bor/Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşacak hücüm harekatını) başlatması emrini iletir. 19 Mayıs Yukardaki emir üzerine 25. Alay Kırmızı Dağ zirvesini bir saldırıyla işgal eder, tespit edilen Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Bu saldırı için 19 Mayıs gününün seçilmiş olması dikkat çekmektedir. Bu saldırının başarısı Yusufanlılar'ın ittifak yeminini bozup direnmeyişlerine, dahası orduya destek olmalarına bağlanmaktadır. Bu ani ilerleme savaş alanındaki sivil halkın Kalan ve Kutu derelerindeki sığınaklara yerleştirilmesine neden olur. Aşiretlerin çoğu tarafsız, bir bölümü devletten yanadır. Direnenler küçük bir azınlıktır. Üstelik ittifakçıların bir bölümü saf değişmiştir.


26 Mayıs Bahtiyar köylerine ordu baskını ve bu bölgede önceden boşaltıldığı görülen Resikan, Gözerek, Varuşlar, Çökerek ve Çat köylerinin yakılması. Mayıs Sonu ve Haziran Başı Haydaran, Demenan ve Yusufanlılar'dan bazıları teslim olur. 18 Haziran Başbakan İnönü Elazığ'a gelerek sürmekte olan harekatı görüşür. 22 Haziran Ordu birlikleri Zel, Bokir, Sıncık, Aziz Abdal dağlarını işgal ederler. Dersimli her dağ zirvesi, her bir vadi için, kısacası ülkesinin her karış toprağı için çetin bir direniş sergilerse de işgal ordusunun 19 Mayıs'ta ulaştığı hattı daha da içerilere (kuzeye) taşımasını engelleyemez. Direnişçi köyler yakılır, sürülere elkonulur. Haziran veya Temmuz Asker Tujik Dağı'nı işgal eder. Bu dağın eteğindeki İksor Vadisi'nde sığınaklarda bulunan çoğu kadın ve çocuk sivil halktan binlerce kişiyi imhaeder. Mağaraların girişi betonla kapatılarak veya ağzında ateş yakıp içine boğucu duman verilerek binlerce sivil yokedilir. Bu sırada can havliyle dışarı fırlayanlar vurulur. Kısacası İksor vadisinde tam bir katliam olur.

9 Temmuz 1937 Dersim ulusal hareketinin S. Rıza'dan sonraki en önemli önderi Alişer, eşi Zarife'yle birlikte Rehber ve çetesi tarafından öldürülür. Sekiz-dokuz kişilik bu çeteye Hıde Pırço (Pırço'nun oğlu Hıdır) da katılır. Alişer ve eşinin kesik başları Elazığ'daki "Dersim Fatihi" Abdullah Alpdoğan'a yollanır. 17-18 Ağustos Bahtiyar mıntıkasında (Tokmakbaba-Titenik-Sarıoğlan üçgeninde) çetin çarpışmalar. S. Rıza'nın ikinci eşi, büyük oğlu Şeyh Hasan, üç torunu ve bin kişilik kuvveti bu çarpışmada katledilirler. Bazı kaynaklar bu çatışmaların Koçan mıntıkasında yaşandığını söylerse de bu doğru görünmüyor. 28 Ağustos Bu sıralarda direnişe S. Rıza ve Sahan önderlik etmekteydiler. S. Rıza Bahtiyarlılar arasında bulunuyordu. Direnişçi 6 aşiret reisinden yakalanmamış olan sadece bu ikiliydi ve Alpdoğan onların peşindeydi. 28 Ağustos günü direnişin önemli bir önderi olan Bahtiyarlı Sahan, General Alpdoğan tarafından satın alınan üvey kardeşi Pırço oğlu Hıdır tarafından uyurken öldürülür. Gövdesinden ayrılan başı Hozat'taki Türk kumandanına teslim edilir. Rehber'in çetesinden olan hain Hıdır, Hozat dönüşünde Sahan'ın kardeşi veya amcasıoğlu tarafından öldürülür. Bahtiyar direnişinin kırılması (ardından Bahtiyar kırımı yapılır) anlamına gelen Sahan'ın öldürülüşü, gerçekten de Dersim direnişinin sonu olur. Sağ kalan Bahtiyar direnişçileri S. Rıza'nın aşireti Yukarı Abbas kuvvetlerine katılırlar. Fakat Sahan öldürülünce yalnız kalan Seyit Rıza, direnişe çağırdığı tarafsız aşiretlerden bir şey çıkmayınca çok geçmeden yakalanır ya da bir versiyona göre teslim olur.

5-13/15 Eylül S. Rıza Erzincan'a giderken veya gittiğinde yakalanır. Bir söylentiye göre yakalandığında komşu illere kaçmaya çalışıyordu. Bir diğerine göre kaçma girişimi yoktur. Kendi kararıyla Erzincan jandarmasına teslim olmuştur. Bir başka yoruma göre Erzincan valisi aracılığıyla görüşmeye çağrıldığı Erzincan'da beraberindekilerle birlikte tutuklanır. Bazı yaşlılara göre gittiği Pülümür yöresinde ihbar edilip yakalatılmış ya da bu ihbar üzerine gidip teslim olmuştur. Kaynaklarda Eylül'ün 5'inde veya 10'unda yakalandığı yazılıdır. Seyit Rıza'nın yakalandığı haberini 13-14-15 Eylül tarihli Tan, Kurun, Ulus gibi gazeteler vermektedir. Yakalanışına ilişkin ilk haber 13 Eylül tarihli gazetelerde çıkar. Türk basını ve yetkilileri ondan "Dersim'in en ileri ve son sergerdesi" diye sözederler. Seyit Rıza'nın yakalanması üzerine Mustafa Kemal, İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay Abdullah Alpdoğan'a bu başarısı nedeniyle kutlama mesajları gönderir, bunu Alpdoğan'ın tarihi bir başarısı olarak tanımlarlar.

Ekim ayı ortaları S. Rıza Erzincan'dan Elazığ'a götürülüp orda toplanmış bulunan diğer Dersimli esirlerle birlikte (toplam 58 kişi oldukları anlaşılıyor) askeri mahkemede Dersim'i isyana teşvikten ve bu isyana katılmaktan dolayı yargılanır. 15 Kasım Ekim ayı ortasında başlayan sözde yargılama 15 Kasım'da biter. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza da dahil 7 kişi idama, 37 kişi ağır hapis cezalarına mahkum edilir.

15 Kasım'da Seyit Rıza (1860/62-1937) ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı'nda şafakla birlikte infaz edilirler. Bu altı kişi, S. Rıza'nın oğlu Resik Hüseyin, Kamer Ağa'nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Usê Seydi, Demenan reisi Cebrail veya oğlu, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa'dırlar.

Seyit Rıza'yı bizzat götüren ve infazları izleyen İhsan Sabri Çağlayangil'in aktardığına göre Seyit Rıza'nın son sözleri şunlardı: Ewladê Kerbelayme [Kerbela evladı] Bêxetayme [Boyun eyme] Aybo, zulmo, cinayeto. [Bu zulüm ve Cinayete] Kente girmeye cesaret edemeyen Mustafa Kemal, bu sırada Elazığ garında infazların bitmesini beklemektedir.

Bu idamlarala birlikte 1937 yılı direnişi sona erer. Zamanın Başbakanı İsmet İnönü (İso Ker), Seyit Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, "Dersim meselesini ortadan kaldırdık...Dersim müşkilesinden kurtulduk" derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, "Tarihe Gömülen Dersim'e Dair" başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, "Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebeddiyen ölmüştür" demektedir.

1938 YILI OLAYLARI (CELAL BAYAR'IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ) 2 Ocak Dördüncü Genel Valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan Deresi havzasını boşaltma kararı ve bu kararı uygulama girişimi. Bunun üzerine Ovacık'tan gelen yedi jandarma devletin o tarihe kadar gizli tutulan asıl amacını ve 1937 direnişine katılmamış olmakla yaptıkları vahim yanlışı yeni farkeden Kör Abbas, Keçel ve Bal aşiretlerinden direnişçiler tarafından Mansul Uşağı Köyü'nde öldürülürler. Ardından Mercan Karakolu basılır. Bu sırada iki asker daha öldürülür. 1938 Ocağının başında sıranın kendilerine geldiğini anlayan adı geçen bölge aşiretleri ittifak halinde direnme kararı alırlar. "Askeri içimize sokmayalım, silahlanalım, ittifak yapmazsak hepimizi tek tek kıracaklar" diyerek direnişe geçerler.

1937'deki Kahmut Köprüsü baskını nasıl kasıtlı olarak birinci askeri harekatın sebebi gibi gösterildiyse, Mansul Uşağı Olayı da bazı kaynaklar tarafından 1938'deki İkinci harekatın nedeni gibi sunulmaya çalışıldı. Her iki olay da TC ordusu tarafından birer bahane gibi kullanıldılar. 1938'deki ikinci harekat çevre illerden orduların aktarılması ve diğer hazırlıklar nedeniyle, daha da önemlisi dış dünyanın tepkisini çekmeyecek daha uygun bir fırsatın kollanması sebebiyle ancak 11-12 Haziran'da başlar. 11-12 Haziran İkinci harekatın (1938 harekatı) başlangıcı. Her taraftan Dersim'e giren TC orduları Kalan-Merho-Mercan vadilerindeki halkı boşaltmayı amaçlar. Burası, Buyer Bava-Mahmunut Gediği-Birman Gediği-Keller Komu-Katır Tepe-Koçgölbaşı-Badikan-Karasakal noktaları arasındaki bölgedir. Yani Munzur-Mercan dağlarının hemen dibindeki İç Dersim'in en kuzey bölgesidir. Zel ve Kırmızı dağlar hattının kuzeyi de harekatın kapsamına alınır. Kısacası 38 harekatının asıl hedefi Asıl/Eski Dersim'dir, Kalman Ocağı'dır. Böylece yerinden yurdundan edilmek istenen İç Dersimli bir ölüm dirim savaşına girişir.

19-22 Haziran Boşaltılmak istenen diğer bölge Ali Boğazı ve çevresidir. 19-22 haziran günlerinde bu bölgede oturan Koçan grubu aşiretleri (Koç, Şam, Resik) de direnişe geçerler. 19 Haziran'da Amutka Karakolu kuşatılır ve çevredeki Türk birliklerine saldırılır. Çarpışmalar 22 Haziran'a dek sürer. 22 Haziran'da Koçan aşiretleri Ali Boğazı'na sığınmak zorunda kalırlar. Uçak filoları Ali Boğazı'na bomba yağdırır. Ali Boğazı'ndaki çarpışmalarla ilişkili bir Dersim deyişinde şöyle denir: Bu deyişte Dersim hududu Kızılbaşlığın hududu olarak tarif edilir. Sivas ve Erzurum da Dersim'e dahil gösterilir. Dersim'in devletle kavgası kuşaktan kuşağa süren bir kavga olarak, Kerbala'nın devamı ve Yezit'le kavga gibi tarif edilmektedir. Kureyşanlılar'ın Şeyhan kabilesi ile Yukarı Abbas aşireti Koçanlılar'ı desteklemek için direnişe geçerler. Böylece direniş doğusu ve batısıyla tüm Dersim'e yayılır.

24-30 Haziran 24 Haziran günü İç Dersim'deki Dolu Baba (Tujik) işgal edilir. Ordunun köylerini ateşe verip halkını boşaltmaya çalıştığı Kırgat, Boduk, Midrik, Mitgel, Hotar, Ariki, Tenkali, Meraş, Keçeler köyleri ve Hikü mezrasının silahsız sivil halkı balta ve küreğe sarılır. Baltalı kürekli bu muharebe 28 Haziran'da kanla bastırılır. 29 Haziran'da Karasakal zirvesi işgal edilir. Reşat Hallı'nın verdiği rakkama göre 11-12 Haziran'dan 29 Haziran'a kadar tam 60 köy boşaltılır ve yakılır. Köyler ve ormanlar ateşe verilir, hayvanları dahil halkın nesi varsa "ganimet" (ganimet, düşmandan ele geçirilen mala denir) olarak gaspedilir, sivil halk ve direnişçiler kurşuna dizilmek veya batıya sürülmek üzere "esir" (düşmanın ele geçirdiği insanlar) edilip belirli noktalarda toplanır.

Başbakan Celal Bayar, 29-30 Haziran 38'de TBMM'de yaptığı konuşmada "ordularımız pek yakın zamanda...Dersim mıntıkasının sakinlerini tamamen kaldıracak ve bu meseleyi esasından kesecektir" der. Temmuz 2 Temmuz'da asker Ahpanos, İksor ve Tujik dağına hücum eder. Çetin bir muharebenin sonucunda Tujik zirvesi işgal edilir. Kaçış yolları kapatılıp bir uçak filosu eşliğinde tek çıkış yolu olarak kasıtlı şekilde açık bırakılan Kalan Deresi'nde kırım yapılır. Devletin "haydut" diye sözettiği 3 direnişçi kendilerini uçurumdan atarlar. 14-16 Temmuz'da Kalan ve Demenan direnişçilerinin imhasına çalışılır. Mağaralar ayrı ayrı abluka edilir. Kalan Deresi ve Demenan mıntıkası kasıp kavrulur. Ardından İç Dersim'de 1938'deki zorlu muharebelerin ağıtlara konu olan en ünlüsü, Laç Deresi (Dere Laçinu) muharebesi olur.

Laç Vadisi'ndeki çarpışmaların en şiddetlisi 19-24 Temmuz günleri arasında yeralır. Dersim'in en namlı silahşörleri Laç'ta birlikte dövüşür ve yarım asırdan çoktur dilden dile dolaşan bir destan yaratırlar. TC ordusunun hedefi direnişin son sığınağı olan Laç Deresi'ni ele geçirmekti. Üç dört koldan kuşatılan Laç Deresi inatla direnir. Sonunda direniş kırılırsa da sade halk arasında direnişçilerin intikamlarını fazlasıyla aldıkları inancı yaygındır: "Ma hefe xo quret, hefe tayine ki serra quret". Halk, direnişçilerin tüfeklerinin arkasında yiğitçe düştükleri için onur duymaktadır: Mordem uyo ke pe tıfonge hode bımıro! Direniş kırıldıktan sonra vadinin tabanındaki mağaralar ve kayalıklar kuşatılır. Top ve makinalı ateşi ve tahrip kalıpları atılarak bu mağaralar içindekilerle birlikte imha edilir. Dışarı fırlayanlar vahşice öldürülür. Kimisi kendisini Munzur Suyu'na atarak intihar eder. 19-24 Temmuz arasındaki çarpışmalarda Laç'ta 216 direnişçi katledilir. Kırık Mağara'da dinamitle imha edilmekten korkan ve R. Hallı'ya göre aralarında Demenan'ın en önemli kolbaşılarından Hese Gewe ile Demenan reisi Cebrail Ağa'nın oğlu Hüseyin'in de bulunduğu 42 direnişçi teslim olur.

Ardından 27-30 Temmuz günleri arasında Mameki ve Erzincan tugayları ile Haydaran bölgesine yönelinir. Vartinik, Göldağı, Zel Dağı, Hengırvan, Zağge, Aşağı Rabat, Kutu Deresi girişi, Kerenko, Karasakal ve Buyer Bava'yı kapsayan tüm bölge kuşatılır. 1-10 Ağustos Kuşatılan Haydaran bölgesindeki tüm direnişçiler mağaralarda sıkıştırılır. 100'den çok direnişçi öldürülür. 2-3 Ağustos'ta mağara ve kaya kovukları aranır. Çok sayıda direnişçi ve hayvan imha edilir. Hayvanlar ve eşyalar müsadere edilir. Direnişçi köyler yakılır. Ardından sıra genel bir taramaya gelir. 10-31 Ağustos ("Üçüncü Askeri Harekat") Bu harekat toplama, toplu halde kurşuna dizme ve 1931'de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın raporunda planlanan Batıya toplu sürgünün hayata geçiriliş safhasıdır. Bu tarihler arasında Dersim'in her tarafında aynı anda başlatılan ve amacı "girilmemiş hiç bir yer bırakmamak" olan genel bir operasyon yapılarak 'yasak bölgeler'in içinden ve dışından en az 5-7 bin kişinin (aşiret reisleri, kolbaşılar, seyitler ve aileleri) batı illerine nakli ve iskanı başlatılır.

Dördüncü Genel Müfettişliğin önerisi ve içişleri Bakanı'nın onayı ile yerleşime yasaklanan, sürgün ve iskanı kararlaştırılan bölgeler iki adettir: 1-Kutudere-Kırmızıdağ-Haçılıdere hattından Mercan dağları eteğindeki Karacakale'ye kadarki bölge, 2-Ali Boğazı ve çevresi, yani Koçan bölgesi. Bu sırada her yanda terör estirilir. 12 Ağustos'ta bir uçak filosu Ali Boğazı'nı bombalar. 13 Ağustos'ta Kırmızı Dağ çevresindeki çatışmalarda 300 direnişçi öldürülür. Aynı gün Ali Boğazı ve Tağar Deresi tabanındaki harekatta komlar yakılır, hayvan sürüleri gaspedilir. 14 Ağustos'ta 83 Demenanlı ve Haydaranlı direnişçi öldürülür. 15 Ağustos'ta Laç Deresi tabanında yeni bir tarama yapılarak 281 Demenanlı ve Haydaranlı öldürülür. Batıya nakledilmek üzere toplanan Yusufanlılar'ın 149'u imha edilir. 15 Ağustos'ta Zımeq ve çevresinde çok sayıda direnişçi ("asi") imha edilip köyleri yakılır.

Batıya sürülmek üzere insan avına çıkan 41. Tümen Deşt yöresindeki köylerde direnişle karşılaşır. Direndikleri ve direnişçilere yataklık ettikleri gerekçesiyle Zımek/Zımbık, Xeç, Kirnik ve Bornak köylerinden 395 kişi öldürülür. Şıxmamed aşiretinin merkezi Hiç (Xeçe) köyüne bir gece baskını yapılarak top-mitralyöz ateşi ve süngüyle toplu kırım yapılır. Hiç ve Zımek toplu kırımı işte bu sırada, 15 Ağustos günü yapılmıştır. Yine 15 Ağustos günü Çukur ve Pah civarındaki taramada çok sayıda Haydaranlı imha edilir. 31 Ağustos'ta yeni bir tarama hareketiyle esir edilmiş olan binlerce kişi kafileler halinde Batıda saptanan yerlere sevkedilirler. Hozat'a getirilen Karaca seyitleri ve halkı makinalı tüfeklerle katledilir. Sanırım Sarı Saltıklı Seyit Seyfi Dede de bu olayda öldürülür. Böylece 31 Ağustos'ta askeri harekat tamamlanır.

Dersim isyan önderi Seyit Rıza yakalanmış, Elazığ'a götürülmüştü. Jandarma karakolu yanındaki meydana getirildiğinde sonradan Dışişleri Bakanı olan Sabri Çağlayangil'e döndü. Sehpaları görünce durumu anlamıştı.

Çağlayangil'e 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' diye sordu. Sorusu yanıtsız kaldı. Son sözü soruldu. 'Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz' dedi. Sonra meydana çıkarıldı. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama O, meydan insanla doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evladı Kerbela'yız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.' Sözleri meydanda yankılandı. Söyleyeceklerini bitirdikten sonra dimdik yürüdü, kendisini asacak celladı itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu...

Yalnız mağdurlar konuşmuştu

Dersim Katliamı'nı yazan tüm tarih kitapları yukardaki bu anekdota apayrı bir yer ayırır. Bu öyle bir anekdottur ki, okuyan herkesi etkilemiş ve düşündürmüştür. Çünkü Dersim'de 1937-1938 yılları arasında yaşananlar, hala okuyanı etkilemeye, hala dinleyeni gözyaşlarına boğmaya devam etmektedir. Ancak bu hikaye ve anlatımlarda eksik bir bölüm vardı. Ne yazık ki bugüne kadar sadece hep mağdurlar konuştu. Sadece mağdurlar hikayelerini anlattı. Soykırımın yürek burkan hikayeleri hep onların ağzından dinlenildi. Peki ya soykırımda yer alanlar? Soykırımı gerçekleştirenler? Onlara ya ulaşılamadı, ya da konuşmak istemediler. Böyle olunca da hikayenin bir tarafı hep muğlak ve belirsiz kaldı. Konuştu ve öldü Ancak bu muğlaklığa ve belirsizliğe 112 yaşındaki Urfa Birecik'li Abdullah Çiftçi son verdi. Çiftçi, 1938-1939 yılları arasında Dersim Hozat Piyade Birliği 2. Tabur'da erdi. İsyanın en acımasız bastırıldığı dönemde, isyana kaynaklık eden en stratejik bölgede emir kulu olarak görev yaptı. İsyanda yaşadıklarını ölümünden sadece bir hafta önce 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde anlattı ve anlatımlarının kameraya kaydedilmesini istedi. Çiftçi katliamda yaşadıklarını anlattıktan bir hafta sonra, 3 Ocak 2007 tarihinde yaşamını yitirdi. Çiftçi, kamera kaydında Hozat'taki ilk günlerini şöyle anlatıyor: 'Dersim'e gittiğimizde Hozat'ta cepheye verdiler. Görev yaptığım birimin ismi Hozat Piyade Birliği'ydi. Bölüğümüzün çoğunluğu Urfalı'ydı. Askerler hep Kürttü. Sarp bir coğrafyası vardı. Dağlar çok yüksekti, tıpkı Ağrı Dağı gibi. Erkekleri hayvan derisinden çarık giyerlerdi. Ne kar bilirlerdi, ne soğuğu. Çok dayanıklı ve güçlülerdi.'

'Üzerimize taş atarlardı'

Abdullah Çiftçi'yi en çok etkileyen şey operasyonlarda yaşadıkları olmuş. Çiftçi, operasyonlar sırasında köylülerin silahla değil, taşlarla kendilerine karşı savaştıklarını anlatıyor: 'Kış mevsimiydi. Köylere operasyona çıkıyorduk. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atıyorlardı. Atılan taşlar çığa sebep oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiatlar oluşurdu. Bazen 100 askerin öldüğü olurdu çığ yüzünden. Operasyonlar sırasında çatışmalar da olurdu. Bazı günler 10 isyancıyı ölü olarak ele geçirirdik.'

'Hayvanları kesip yerdik'

Abdullah Çiftçi, dağ başlarına operasyona çıkan askerlerin yiyecek ihtiyacının nasıl karşılandığına da açıklık getiriyor ve şunları söylüyor: 'Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan binlerce inek çıkardı. İnekler küçük memeliydi. Onların hayvanlarını kesip yiyorduk. Onların köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, sonra da evlerini ateşe veriyorduk. 2 yıl böyle sürdü.' Abdullah Çiftçi, köy baskınları sırasında yaşanan katliamları ise ayrıntılı şekilde anlatıyor. İşte Çiftçi'nin anlattıkları:'Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makinalı silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.'

'Çocuklar birbirine sarılırdı'

Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: 'Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman'ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. Hala o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.' Çiftçi'nin anlatımları katliam sırasında yaşanan çifte standardı da gözler önüne seriyor: 'Hozat'ın karşısında bir köy vardı. Ona dokunmazlardı. Türk köyü olduğu söyleniyordu. Operasyona gittiğimizde komutanlarımız sadece köyün içine girerlerdi. Bizim girmemize izin vermezlerdi. Kendileri bizzat sağ olanları çıkartırlardı.'

'İnönü vurun dedi'

Çiftçi, katliam emrini kimin verdiğini de açıklıyor. Çiftçi, katliam emrini Atatürk'ün değil İnönü'nün verdiğini söylüyor: 'Niçin katlettiğimiz bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38'de isyan tamamen bastırıldı.' Peki, İbrahim Çiftçi olaylardan sonra vicdan azabı duymuş muydu? İşte Çiftçi'nin soruya verdiği yanıt: 'Gördüklerim söylenmez... Söyleyemem. Ama ben gördüm, yaşadım. Geçen yıllarda hocaya gittim. Hocaya olayları anlattım. Yalnız dedim ki namlumu kimseye çevirmedim. Onları vururken zorlanıyorduk. Ama elimizden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdik ki? Ben rahatsız olsam ne yapabilirdim ki? Askerim ben. Köyleri hep yaktık yıktık. Bir kişi dahi sağ bırakmadık. Yaktığımız köy sayısı 10 kadardı. Hatırladığım köy isimleri Karaoğlan, Ayvacık, Qazi köyleriydi. Hala Dersim'e giden askerlere soruyorum oraları. Hala o köyler yıkıkmış...'

Çığlık çığlığa uyanırdı,

Abdullah Çiftçi'yi tanıyan herkes, Çiftçi'nin Dersim'de askerlikten döndükten sonra uzun süre içine kapandığını, kimseyle konuşmadığını belirtiyor. Oğlu Yusuf Çiftçi, babasının bazı geceler uykusunda konuştuğunu, bazen de çığlık çığlığa uyandığını söylüyor. Çiftçi, babasına ilişkin şunları anlatıyor: 'Öleceğine yakın herkese Dersim'de yaşadıklarını anlatmaya başladı. Sık sık Allah kimseye göstermesin, gördüklerimi, yaşadıklarımı derdi. Dersim insanına çok yakınlık duyardı. Dersim'e askerliğe giden köy gençleri ile konuşur, oraları sorar, bilgi almak isterdi. Son olarak konuşacağım, kameraya alın dedi. Zaten konuştuktan bir hafta sonra da merdivenden düştü ayağını kırdı. Doktorlar ayağı düzelmiş dediler, ama kısa süre sonra yaşamını yitirdi.' Çiftçi'yi tanıyanlardan biri de Aşağı Karkutlu Köyü Muhtarı Ethem Polat'tı. Polat, Çiftçi'yi şöyle anlatıyor: 'Anlatınca dalar giderdi. 'Komutanlarımız Türktü ama asker ağırlık olarak Kürttü'derdi. Anlatırken sürekli duygulanıp ağlardı. 'Nasıl böyle bir şey oldu'deyip duruyordu. Sürekli 'anlatılmaz' diyordu. 'Allah kimsenin başına vermesin'derdi.

Dersim İsyanı, 21 Mart 1937 gecesi başladı. İsyan kısa sürede genişledi. İsyanın genişlemesi üzerine devlet isyanı bir dizi harekat ile denetim altına almaya ve bastırmaya çalıştı. Özellikle Laç Vadisi ve Kutu Deresi bölgesinde binlerce kadın ve çocuk öldürüldü. İsyan sırasında 9 adet savaş uçağı kullanıldı. Köyleri bombalayan, sivil katliamlar gerçekleştiren uçakları kullananlardan biri de Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'di. İsyan sürerken 1937'de isyan lideri Seyit Rıza idam edildi. 1938'de bastırılan isyanda 90 bin Kürt katledildi. İsyandan sonra da Dersim ismi Tunceli olarak değiştirildi. Binlerce Dersimli de yerinden yurdundan edilerek sürgüne gönderildi. Dersim'de yaşananlar çok çevre tarafından katliam olarak değil soykırım olarak tanımlanmaktadır. (dersimhaber.com'dan alıntıdır)