PNA-Federal Kürdistan Bölge Başkanlığı (FKB) dün Bağdat’ta Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ve ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice arasında yapılan görüşme ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Dün yapılan yazılı açıklamada, ‘’Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Devlet Başkan Yardımcıları Tarık el-Haşimi ve Adil Abdulmehdi’nin de hazır bulunduğu bir toplantıyla ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile Irak’taki siyasi süreç ve George W.Bush’un ziyareti gibi konuları ele aldığı ’’ belirtildi. Açıklamada, ‘’Irak hükümetine katılımın keyfiyeti, karar alma şekli ve Irak hükümetini yönetme gibi konular üzerinde durulduğu, bunun herkesin temsilinin içinde olması ve onların gerçek rollerini kapsamasının gereği üzerinde durulduğu’’ belirtildi. Açıklamada, ‘’Görüşmede, Federal Irak hükümeti ile Federal Kürdistan Bölge hükümeti arasındaki sorunlar ve bu sorunların çözüm şekli üzerinde durulduğu’’ belirtildi. Başkan Barzani ve beraberindeki heyet ayrıca, Bağdat ziyareti sırasında Irak İslam Yüksek Konseyi Başkanı Abdulaziz el-Hekim ile görüştü. Görüşmede Irak ve Bölge ile ilgili meselelerin görüşüldüğü belirtildi.

Yüce hain değil, bir Kürd

Sedat Söylemez Bugünlerde gündemde olan er Ramazan Yüce’nin durumu, Türkiye’nin, öteden beri, Kürd sorununa nasıl yaklaştığını gösteriyor. Ve maalesef çok iyide başarıyor. Kendi becerikliğinden değil, ama bizim acemi yetersizliklerimizden. Bu askerin durumu, ücra bir durum değil. Bu bir gerçeğin güzel ve net bir göstergesi. Devlet’in, Kürd sorununu basit bir asayış hadiseye indirgeme çabasına güzel bir tokat. Bu tokat’in ses getirmesi için, tokadı atan elin iyice kaldırılması gerekiyor. Bunu kaldıranda biz, Kürdler olmalıyız. Ama ne yazık bu fırsat’ta elden gidiyor. Ve Kürd er, Ramazan Yüce’nin durumu „basit bir vatan haini“ vakası gibi tutanaklara geçecek. Aslında, „basit bir vatan haini“ değil, bu asker. Ramazan Yüce bir Kürd. Kimliğini savunan hangi Kürd, Türk devleti açısından, bir hain değil? Yüz yıldır, Türk devleti, aynı taktikle Kürd gerçeğini ört bas etmeye çalışıyor. Ve başarıyor da. Hangi Kürd serhıldanı, bir Kürd ayaklaması gibi gösterildi? Devlet hangisini böyle algıladı? Kim askerde, Türk – Kürd, ayrıcalığına şahit olmamış? Kendim, çok şükür askerlik yapmadım ve inşallah böyle bir nasibimde olmaz. Daha geçenlerde, bir iddia dolaşıyordu. Bir çatışma esnasında, Kürd askerler havaya ateş ediyorlarmış. Bunun farkına varan, orada bulunan, bir rütbeli, arkadan o askerlerden bir tanesini vuruyor. Başka bir olay. Üç Kürd asker, grup dışına çıkarılıyor ve önde gitmelerini söyleniyor. İkisi, niyeti anlıyor ve ilk fırsata kaçmaya hazarlanıyor. Ve kendilerini, ola bildikçe, koruyorlar. Buna inanmıyan, üçüncü asker, birden açılan ateş sonucu vuruluyor. Hazır olan diğer erler, hemen kaçıyorlar. Bu hadisede belki asker sayısını karıştıra bilirim, ama bu olaydan sonra, hala firarda olan, bir asker çevremizce tanınıyor. Ramazan Yüce’nin iddia edildiği, durumu, ve yukarıda söz ettiğim her iki hadise, orduda yaşanan Türk – Kürd çatlağının sadece bir kaç örneği. Bu olaylar, bizlerce sembolik durum haline getirilip ve Türk – Kürd „ kardeşliğinin“ gerçeğini ortaya çıkarmak için kulanılmalı. Geçen yazılarımda, böyle bir kardeşliğin olmadığını ve olması içinde bir sebep olmadığını söylemeye çalıştıştık. Ve yinede hatırlatmak isterim, kısaca, görüşümü. Bizleri kardeş kılan hiç bir bağlantı yok. Ne günümüzde nede geçmişte. Bir arada yaşıyan iki halkız. Aslında, buna zorlanıyoruz. İkinci dünya savaşında, Almanlar ile işgal ettikler ülkelerin halkları, ne kadar kardeş ise, bizler ise o kadar. Geçen bir yazıda, tarihlerimizin bile bir olmadığını söylemeye çalışmıştık. Bunun bilincinde olarak ve dünyada yaşanan halkların yakınlaşmasını veya ittifaklarını göz önünde bulundururak, bir kaynaşmayı, yeniden eşitliğe dayanan bir ülke düşüne biliriz. Ama „üç benim, bir senin“ paylaşmasıyla, bir kardeşliği kimse yutturmaya kalkışmasın, çünkü sonucunu seksen yıldır yaşıyoruz. „Hain“ Kürd askere dönelim. Bu iddia ile ordu çok büyük bir açık verdi. Duyarlı bir halkın, yada inisiyatifli bir halkın eline geçse, böylesi bir fırsat, çok iyice değerlendiriyordu. Ama, geçen bir yazısında, M.Salih Erol’un, çok güzel anlatığı gibi, „iki çeşit“ Kürd var. Ve bunlar olayları, Kürd halkı açısından değil sadece kendi çıkarları doğrultusunda, değerlendiriyor. Ve halkın öncü rollerine girdikleri içinde, halkta inisiyatif kalmadı. „Hani Kürdün“ olayı, Kürd sorununa başka bir boyut kazandırmalı. Bunun devletçede görülmeli yada ona gösterilmeli. Bir örgüt’tün, bir yabancı güçler hesabı, bir asayış sorunu değil ama bir tutsak halkın sorunudur. Öyle tutsak, özgürlüğüne ve kimliğini bağlı ki, her firsatı değerlendire biliyor ve her birey kendi başına buna yapa bilir hale geldi. Bizim bunu çok iyi anlatmamız gerekiyor. Bunun gibi etkili olaylar sayesinde ve örgütlü bir halk ile statüko bozulurdu. Bu olay ortaya çıktığından beri Kürd basınını takıp edıyorum. Kimse bu olaya, hak ettiği önemi vermiyor ve değerlendirilmesi gerektiği gibi degerlendirmeye çalışmıyor. Devlet’in eksiklerimiz sayesinde başarılı olduğu, „Kürd sorununu asayış olayına indirgemesi“ kavgasına karşi bizimde doğru silahlar savaşmamız gerekiyor. Bu eksiklik sadece Kuzey Kürdlerde değil, bütün Kürdlerde var. Türk ırk devletinin bezderdiği, Kürd gençeleri dağda rahat bulmaya çalışıyor. Ve bu dağlardan bir tanesi ise Kandildir. Bu durumda Güney Kürdistan bir başka ülkeden gelen silahli örgütle karşı karşıya ve Türkiyeden bunun engelemesini istemeli idi. Ama tam tersi bir olay ortaya çıktı. Türk devleti olayi tersine çevirip Güney’e yöneldi. Elimize geçen fırsatları kaçırmıyalım.“Hain Kürd asker“ gibi hadiseleri değerlendirmeliyiz. Sedat Söylemez

Irak’ta Kürtler’e karşı Arap ittifakı

  Irak’ta Sünni ve Şii parlamenterler bir araya gelerek, Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine karşı tavır aldı. 145 Arap milletvekilinin imzaladığı ortak bildiride, Kürtler’in merkezi yönetim onay vermediği halde petrol anlaşmaları yapmaları eleştirildi, bu davranışlardan vazgeçmeleri öğütlendi.

Kürt bölgesinin bağımsızlığının ilk sırada milliyet-ABD'de Demokratlara yakınlığıyla tanınan aylık "The Atlantic Monthly" dergisi, Ocak-Şubat sayısında, parçalanmış Ortadoğu'nun nasıl bir hal alacağını kapak konusu yaparak tartışmaya açtı. "Irak'tan Sonra" başlığını atan derginin kapağındaki Kürdistan haritası Türkiye'nin Doğu Karadeniz sınırına kadar uzanıyor. Jeffrey Goldberg'in kaleme aldığı kapak yazısında ABD'nin Irak'ı işgalinin 5. yılında "hesapta olmayan" sonuçlar ortaya çıktığı ve bunlardan Kürt bölgesinin bağımsızlığının ilk sırada bulunduğu dile getirildi. Goldberg, Akdeniz'den İndus Nehri'ne kadar uzanan bölgedeki bütün ülkelerin sınırlarının tartışmalı olduğuna dikkat çekti. Yazıda 2006'da ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde Türkiye'nin bir bölümünü içine alacak şekilde Kürdistan haritası yayımlayan emekli asker Ralph Peters'in görüşleri de aktarıldı. Kürtlere bağımsızlık sözü Haritanın Türkiye'de "paranoya yarattığını" söyleyen Peters, "Haritayı kalemle ras gele çizdim. Ama Türklerin çok kızdığını biliyorum. Herkes o haritayı ciddiye aldı, 50 mil ileriye 20 mil geriye tartışmaya başladı" dedi. Peters, Avrupalı devlet adamlarınca geçen yüzyılda çizilen sınırlara ABD yönetiminin hâlâ sadık kalmasını "garip bulduğunu" da sözlerine ekledi. Goldberg, "Wilson Beyannamesi"nin 12. maddesinde Kürtlere bağımsızlık sözü verildiğini hatırlatarak, "Türkiye, en fazla desteğe muhtaç olduğu bir sırada ABD'ye yardım etmedi. ABD, Türkiye'ye pek çok kişinin iddia ettiği kadar borçlu sayılmaz. Oysa Kürt liderler, sorumluluk içinde davranarak ülkelerini bir arada tutmaya çalışıyorlar" diye yazdı. Kerkük Valisi Abdülrahman Mustafa'ya "Halkınız bağımsızlık istemiyor mu?" diye sorduğunu belirten Goldberg, Mustafa'nın "Dikkatli konuşacağım, istediğimizi yakında alacağımızı düşünüyorum. Bana neyi istediğimizi daha fazla sorma" yanıtını verdiğini aktardı. Goldberg'in yazısı www.theatlantic.com adresinde yer alıyor.