Azınlık bölgelerinde salt ekonomik kalkınma yeterli değil

Türkiye'nin Kürt bölgelerinde yaşadığı sorunla Çin-Tibet ilişkisi ışığında görünen o ki, ekonomik kalkınmayla siyasi açılımlar dengeli ve eşzamanlı bir biçimde sağlanmazsa, azınlık bölgelerindeki çıkmazlar çözülemez CİHAD EL ZEYN Acaba ekonomik yatırım ve kalkınma, bazı ülkelerde etnik ayrımcılığın yaşandığı bölgelerde istikrar etkeni mi, yoksa merkeze karşı gerginliğin ve karışıklığın etkeni mi? Görünen o ki, küreselleşme etnik azınlık sorunları nedeniyle dünyanın ilgi odağı olan iki ülkede iki zıt model sunuyor. Bu iki ülke Türkiye ve Çin. İlkinde Kürt bölgesi, ikincisinde Tibet gündemde. Türk çevrelerinde ve Türkiye şartlarını izleyen dış çevrelerde 'yarı kabul edilmiş' şöyle bir kriter var: Kürt bölgelerine yönelik kronik bir ihmal söz konusu ve bu bölgeler, ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınmayla modernleşmenin yaşandığı batısından geri kalmıştır. Bu ihmal, Kürt isyancı hareketlerin büyümesinin temelini oluşturur. O halde dünyada herkes, 'demokratik devlete siyasi entegrasyonlarına destek olmak için Kürt bölgelerini kalkındırmakta çok gecikildiğini' iktidarlarına ifade eden Türk liberal seçkinlere sesleniyor. Fakat görünen o ki, son haftalar hem küreselleşmiş hem de parçalanmış dünyamızda korkunç bir ironiyi kaydeden 'karşıt' modele ışık tuttu. ABD ve Avrupa gazetelerinin Tibet olaylarına ilişkin raporlarında, Tibet'teki Pekin nefretinin temel çıkış noktalarından birinin, bölgenin özel sektörün yatırımları ve altyapı iyileştirmeleriyle yaşadığı canlılıktan kaynaklanan yeni şartlarında saklı olduğuna dair neredeyse ortak bir görüş söz konusu. Bölge buna paralel olarak, Çin içinden ve dışından büyük bir turist akışına sahne oluyor. O halde Türkiye'nin Kürt bölgesinde yaşananlar, Tibet'te yaşananların tam tersi. Tibet'te ekonomik gelişme, altyapı iyileşmesi ve turistik hizmetler Pekin'e karşı öfkenin harekete geçmesine destek oluyor. Etnik ve kültürel bir öfke zaten mevcut. Batılı raporlara göre sebep, bölgedeki ekonomik kalkınmayı sağlama işini, Çin'in başka bölgelerinden, özellikle de tarihsel olarak fertleri bilimsel ve ekonomik ehliyette üst seviyede bulanan belirli bir milletten gelen iş adamları ve kadroların üstlenmesi. Buna karşın Tibetlilerin eğitim ve yapısal geri kalmışlığı, mevcut süreçte çoğunluğun yatırım dalgasından uzaklaştırılmasına yol açıyor ve birçoğunu da Çin yönetiminde süren kalkınma çalışmalarında alt seviyelere yerleştiriyor. Tibet modeli klasik değil. Zira burada kalkınma, ekonomik reformların siyasetle birlikte geldiği 'paket' kapsamında entegrasyona yol açtığına dair klasik teorinin aksine, isyancı etkenlerin harekete geçirilmesine neden oluyor. Azınlık-ilişkisine dair bu iki modeldeki çelişki, şu soruları yanıtlamayı gerektirir: Acaba siyasi reformlar yapılmadan gelen ekonomik kalkınma, sosyal-siyasi gerginliğin etkenine mi dönüşüyor? Yoksa, kalkınmanın istikrar değil de gerginlik kaynağı olmasıyla ortaya çıkan çatlak, kalkınma modelinden mi kaynaklanıyor? Ekonomik ve sosyal unsurlar arasında dengeye dayanan bir kalkınma modeli, merkezle çeperler arasında çalkalanma değil, entegrasyon unsuruna dönüşebilir. Örneğin, ilgili bölgenin ekonomik kalkınma planının, 'vahşi' yatırımlara dayanmayıp yerel halkın eğitilmesine ve bazı teşviklerle çalıştırılmasına yoğunlaşması gibi. Türkiye ve Çin'deki söz konusu bölgelerinin şartları şöyle bir derse ihtiyaç duyuyor: Burada kim başarısızlığa uğruyor? Özel sektöre yönelme yöntemiyle Tibet'te yaşanan ekonomik kalkınma mı, yoksa 20 yılda yükselen Türk sanayisine ucuz işçilik sağlamak için Ankara, İstanbul ve İzmir gibi Batı'daki metropollere Kürt göçünü teşvik alternatifini sunan Türkiye'nin güneydoğusundaki ekonomik geri kalmışlık mı? (Lübnan gazetesi Nehar, 4 Nisan 2008) radikal

ALMANYADAKI TURKLER MULTECI ANADOLUDAKI KURDLER ISE EV SAHIBI O ZAMAN KIM YALANCI?

Almanyadaki siginmaci Turklerle Anadoludaki ev sahibi Kurdleri esit bilen fakat siginmaci haklarini bile cok goren Başbakan: Yalancısın, Baro Başkanı: Bana hakaret edemezsin... 8 Nisan 2008 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'dan gelen heyeti kabulünde "ana dilde eğitim" gerilimi yaşandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır Ticaret Sanayi Odası, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Ticaret Odası, Diyarbakır Tabip Odası ve Diyarbakır İşadamları Derneği’nin de aralarında bulunduğu 17 sivil toplum kuruluşunu TBMM'deki makamında kabul etti. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ve AKP Diyarbakır milletvekillerinin de katıldığı görüşmede Başbakan Erdoğan’a Diyarbakır’ın ve bölgenin sorunlarını içeren bir rapor sunuldu. ANA DİLDE EĞİTİM SADECE AZINLIKLAR İÇİN Başbakan Erdoğan, heyette bulunan sivil toplum kuruluşları başkanlarının bölgeye ilişkin görüş ve önerilerini dinledi. Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, bölgeye ilişkin görüşlerini aktarırken bölgeye yönelik hazırlanan paketlerin sadece ekonomik içerikli olduğunu söyledi. Tanrıkulu, bölgedeki sorunun sadece ekonomik değil siyasal yönünün de bulunduğunu anlattı. Bu sırada Başbakan Erdoğan Tanrıkulu'dan örnek vermesini istedi. Tanrıkulu da ana dilde eğitim ve kamusal alanda ana dilde hizmet alma hakkının Türkiye’de bulunmadığını söyledi. Bunun üzerine kabulde ortam bir anda gerildi. Tanrıkulu'nun bu sözleri üzerine Başbakan Erdoğan, “Ana dilde eğitim sadece azınlıklar içindir. Onlara da kurs açılır” diye konuştu. Erdoğan, Tanrıkulu'na Almanya’da yaşayan Türklerin durumunu örnek gösterdi. TOPLANTIYI TERK ETTİ Erdoğan'ın bu örneği vermesi üzerine Tanrıkulu, oradaki Türklerle Türkiye’de yaşan Kürtlerin karıştırılmaması gerektiğini belirtti. Bu diyaloglar görüşmenin daha da sertleşmesine neden oldu. Erdoğan, Tanrıkulu'nun bu sözlerine sert yanıt verdi ve “Yalan konuşuyorsun, sen dürüst değilsin” dedi. Tanrıkulu da “Ben dürüstlüğümü kimseye ispatlayacak değilim. Bana hakaret edemezsin” diyerek toplantıyı terk etti. Tanrıkulu'nun toplantıyı terketmesi görüşmedeki gerilimin doruk noktasına çıkmasına neden oldu. Görüşme Tanrıkulu'nun ayrılmasının ardından yaklaşık 20 dakika sonra sona erdi. Görüşmenin bitiminden sonra heyette yeralan Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt, Baro Başkanı Tanrıkulu'nın koluna girerek bir süre konuştu. Yaklaşık 1 saat süren görüşmenin ardından heyette yeralan sivil toplum kuruluşları başkanları ile milletvekilleri gazetecilere bir açıklama yapmadı.

Kürdistan’daki devlet terörünü deşifre eden Dicle Haber Ajansı(DİHA), keyfi gerekçelerle tutuklanan 9 muhabirinin serbest bırakılmasını istedi. DİHA çalışanları, Amed ve İstanbul’da basın toplantısı yaparak, devlet baskılarına tepki gösterdi. DİHA Sorumlu Yazıişleri Müdürü Devrim Göktaş, “Newroz’da açığa çıkan görüntülerin sorumlusu muhabirlerimiz değildir. Gerçeklerden asla taviz vermeyeceğiz” dedi. DİHA’nın İstanbul büro çalışanları, dün İHD İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı düzenledi. Toplantıya, Gazeteci-Yazar Veysi Sarısözen, Özgür Gündem Gazetesi Haber Müdürü Nuri Fırat, Evrensel Gazetesi Yazıişleri Müdürü Fatih Polat, Atılım Gazetesi Editörü İlden Dirini,Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay, DİSK Genel İş 1. Bölge Başkanı ve Genel İş Şube Başkanları ile Sine Sen Genel Başkanı Yusuf Çetin de katıldı. Sorumlu Yazıişleri Müdürü Devrim Göktaş, bütün olanaksızlıklara ve engellemelere rağmen yaptıkları çalışmaların, bundan sonra yapılacak çalışmalar için büyük ve yeterli gerekçe olduğunu söyledi. Kamuoyuna mal olmuş, birçok basın kuruluşuna haber servis eden ve haber kaynaklığı yapan ajanslarının açıkça bilinen faaliyetlerine rağmen kurulduğu günden bu yana birçok kez baskıya, engellemeye maruz kaldığına dikkat çeken Göktaş, “İlk kez 2004 tarihinde İstanbul’daki NATO Zirvesi döneminde, merkezimiz adeta bir hücre evine baskın yapılır gibi basılmış, 30’a yakın arkadaşımız gözaltına alınmış ve bu baskından dolayı halen 6 çalışanımız yargılanmaktadır. Daha sonra değişik tarihlerde, muhabirlerimiz yaptıkları ve izledikleri haberlerden dolayı onlarca kez gözaltına alınmış, birçoğu tutuklanmış, birçoğu süren davaları nedeniyle çalışamaz hale getirilmiştir. Bütün bu baskılara rağmen, kurumsal olarak, yaptığımız işin gerekliliğine inanarak, çalışmalarımızı aksatmamaya ve sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalıştık” dedi. Gündemler arttıkça baskılar da arttı Ülke gündeminin ısınması ile çalışanlarına yönelik baskıların arttığına dikkat çeken Göktaş, şunları söyledi: “Toplumsal olayların artığı her dönem, kurumumuza yönelik baskılar da artmıştır. Özellikle Newroz olaylarını meslektaşları ile izleyen muhabirlerimiz, eylemcilerden sonra ikinci hedef haline gelmiştir. Baskılar bununla da sınırlı kalmamış, hemen her ilde arkadaşlarımız gözaltına alınmış, birçok muhabirimiz ise tutuklanmıştır. En az bütün basın kuruluşlarının çalışmaları kadar meşru, yasal ve açık olan faaliyetlerimize rağmen arkadaşlarımızın; bu derece saldırıya uğraması, baskıya maruz kalması ancak, ‘farklı olan hiçbir şeye tahammül edilmemesi’ ile açıklanabilir. Çünkü bütün basın kuruluşları için hak olan görüntüler, haber materyalleri, haber kaynakları bizler için suç oluyor. Yazdığımız haberler, mahkemelere delil olarak sunuluyor. Eğer bir suçtan bahsedilecekse, tutuklanan muhabirlerimiz, hepimizin işlediği ‘suçtan’ faklı bir suç işlemiyorlar.” ‘Muhabirlerimiz serbet bırakılmalıdır’ 22 Mart’ta Van, Hakkari, Yüksekova, Siirt ve İzmir’de Newroz kutlamaları sırasında meydana gelen olaylardan sonra muhabirlerinin darp edildiğini, 4’ünün gözaltına alındığını, 3’ünün tutuklandığını hatırlatan Göktaş, polislerle birlikte basın açıklamalarını izleyen muhabirlerinin de haberde taraf olma gerekçesiyle tutuklandığını söyledi. Muhabirlerinin Newroz olaylarını bütün çıplaklığı ile kamuoyuna yansıttığı için tutuklandığına vurgu yapan Göktaş, “Şunu sormak istiyoruz; O görüntülerin açığa çıkmasının sorumlusu biz miyiz?” dedi. Haydar Haykır, Sıddık Güler, Mehmet Ali Ertaş, Murat Kolca, Ersin Çelik, Ali Buluş, Mehmet Karaaslan ve Faysal Tunç adlı muhabirlerinin halen tutuklu olduğunu belirten Göktaş, arkadaşlarının serbest bırakılmasını istedi. Göktaş, sözlerini “Kurumumuzun kuruluş gerekçesi olan gerçekler ve haber etiğinden asla taviz vermeyeceğiz” diyerek tamamladı. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay da son dönemde muhalif çizgide yayın yapan gazete ve televizyonların baskılara, cezalara maruz bırakıldığını belirterek, Cumhurbaşkan olduğunu söyledi. Abay’ın ardından söz alan Evrensel Gazetesi Yazıişleri Müdürü Fatih Polat ise DİHA üzerinde son günlerde yaratılan baskının, Van ve Hakkari gibi Kürt illerinde yaşanan “intifada” görüntülerini dünya kamuoyuna yansıtan tek kuruluş olmasından kaynaklandığını söyledi. Polat’ın ardından söz alan Veysi Sarısözen ise Türkiye medyası ve aydınlarının bu duruma seyirci kalmasını eleştirdi. Amed’de de basın açıklaması yapıldı DİHA’ya yönelik baskılara ilişkin bir basın toplantısı da Amed’de yapıldı. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nde(GGC) düzenlenen basın toplantısına DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, GGC Başkanı Faruk Balıkçı, İHD Genel Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ ile Diyarbakır Demokrasi Platformu bileşenleri, Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi çalışanları, belediye başkanları, sendika temsilcileri, gazeteciler ve sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı. DİHA adına basın açıklamasını Kürtçe Servis Editörü Ertuş Bozkurt yaptı. Bozkurt, baskılara dikkat çekerek muhabirlerinin serbest bırakılmasını istedi. DTP: DİHA bedel ödemeye zorlanıyor Bozkurt’un ardından söz alan Selahattin Demirtaş, Newroz’da yaşanan saldırıları hatırlatarak, şunları söyledi: ”Bütün bu olanların siyasi sorumlusu hükümettir. Ve hükümet halen bunun hesabını bu halka ödemiş değil. Ancak DİHA muhabirleri bu görüntüleri Türkiye ve dünya kamuoyuna sundular diye bedel ödemeye zorlanıyorlar. Bu konuda da hükümet diğer konularda olduğu ikiyüzlü bir politika uygulamaktadır” dedi. İSTANBUL/AMED

Edirne'de 33 öğrenci gözaltına alındı

EDİRNE (08.04.2008)- Trakya Üniversitesi'nde okuyan 33 öğrenci sabah saatlerinde evlerine yapılan baskın sonucu gözaltına alındı. Trakya Üniversitesi'nde okuyan ve 33 Kürt öğrenci sabah saatlerinde evlerine yapılan baskın sonucu gözaltına alındı Gözaltına alınan öğrencilerin Edirne İl Emniyet Müdürlüğü'nde tutulduğu belirtilirken, gözaltı gerekçesi hakkında henüz bir açıklama yapılmadı. ANF NEWS AGENCY

"Cemşid Bender’in vefatı Kürtler için büyük kayıptır’’

BRÜKSEL: Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK), Kürt tarihçisi Cemşid Bender’in hayatını kaybetmesi nedeniyle başsağlı mesajı yayınlandı. Uzun süredir beyin tümörü teşhisiyle tedavi gören Kürt tarihçi Bender’in bugün yaşamını yitirmesi nedeniyle KNK yayınladığı mesajda, Bender’in Kürt tarihinin günyüzüne çıkmasında önemli çalışmalar yaptığı belirtildi. Bender’in büyük bir kayıp olduğunu bildiren KNK, ‘’Bender Hoca Kürtler içinde ayrı bir yeri bulunuyor. Yıllarca Kürt tarihi için çok önemli çalışmalar yürüttü. Çemşid Bender’in vefatı Kürtler için büyük kayıptır’’ dedi. KNK mesajında Bender’in ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileyerek, Kürtlere yapılacak cenaze merasimine kitlesel katılım çağrısında bulundu. Gerçek adı Mehdi Halıcı olan Cemşid Bender, 1927 yılında Konya'da doğdu. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren Bender, 1958 yılında Norveç'e giderek kooperatifçilik ihtisası yaptı. Adliyede mübaşirlerin 'çingenelerin avukatı' olarak tanıdığı Bender, 1988 yılında İzmir'e yerleşti. Yazın hayatına kardeşi Feyzi Halıcı ile birlikte İstanbul'da çıkardıkları Çağrı Dergisi ile başlayan Bender, bu tarihten itibaren özellikle Kürt tarihi, dili, kültürü ve mitolojisi ile Alevi kültürü üzerine bir çok kitaba imza attı. Bender, son olarak "Selçukludan Günümüze İz Bırakanlar" adlı kitabını yayınlamıştı .. ANF NEWS AGENCY

Halil Uysal Besta'da çıkan çatışmada hayatını kaybetti

 ANF-1995 yılından bu yana Kürt özgürlük mücadelesinin saflarında bulunan ve adından en çok 2006 yılında çekilen Beritan filmiyle söz ettiren yönetmen-yazar Halil Uysal, Besta bölgesinde Türk ordusuyla yaşanan bir çatışmada 3 gerilla arkadaşıyla birlikte hayatını kaybetti. Halk Savunma Güçleri tarafından bugün yayınlanan açıklamada Besta alanına yönelik 28 Mart-1 Nisan tarihleri arasında Türk ordusunun gerçekleştirdiği operasyonun son gününde aralarında Halil Dağ’ın bulunduğu 4 Kürt gerillasının hayatını kaybettiği duyuruldu. 29 ve 31 Mart günleri yaşanan çatışmalarda 20 askerin öldüğünün ifade edildiği açıklamada 1 kobra helikopterinin de gerilla güçleri tarafından darbelendiği belirtildi. Açıklamada Halil İbrahim Uysal (Halil Dağ); 1983 Amed/Lice doğumlu İrfan Akış (Masiro Gortun); 1978 Bitlis-Norşin doğumlu Evin Bingül (Ararat Adar) ve 1978 Beytüşşebap doğumlu Beyan Alim (Doza Welat) adlı gerillaların da 1 Nisan gününde Ayvan ile Hezil alanları arasında yaşanan çatışmalarda hayatını kaybettiği haber verildi. HPG açıklamasında “Faşist ordu güçleri aldıkları darbeden sonra, 2 Nisan günü alandan tümden çekilmiş ve bu darbenin üstünü örtmek amacıyla Türk basını ve Genelkurmayı çatışmalarda şehit düşen gerillalarımızın sayısını abartarak verip, asker kayıplarını saklamıştır” denildi. 1973 yılında Almanya’da doğan Halil Uysal, kısa bir süre kalmak için 1995’te ayak bastığı Kürdistan dağlarından çok etkilendi ve gerilla yaşamına başladı. İlk dönemlerinde dağlarda gerillaları, gerilla yaşamını fotoğraflayan Uysal, süreç içinde kısa film denemeleri yaptı. 2006 yılında Kürt kamuoyu tarafından çok beğenilen “Beritan” filmini çeken Uysal, Kürdistan’daki gerilla yaşamını anlatacak “Ağrı Dağı’na Yürüyenler” adlı projesi için bir süreden beri Kuzey Kürdistan’da bulunuyordu. Özgür Kürt basının temsilcilerinden biri olan Uysal, ayrıca Kürdistan’ı, Kürt gerillasını anlattığı çok sayıda makale kaleme aldı. Uysal’ın gerillada yaşadığı anılarını 1998 yılında yayınladığı “Halil’in Gözü” adlı kitabında toplamıştı.

BEDIUZZAMAN SAİD’İ KURDÎ: KÜRTLERİN GANDİSİ

Metin Aktaş “Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz” SAİD’İ KURDİ “Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz”SAİD’İ KURDİ GİRİŞ Said’i Kurdi gibi toplumun geniş kesimlerine mal olmuş insanların yaşamını anlatmak, onu anlamak için onların yaşadığı tarihsel dönemi anlamakla mümkündür. Çünkü Said’i Kurdi yaşadığı tarihsel dönemle bütünleşmiş bu tarihsel dönem üzerinde derin izler bırakmış önemli bir Kürt düşünürü, alimi ve siyasetçisidir. Burada karşılıklı bir etkileşim vardır. Nasıl Said’i Kurdi yaşadığı tarihsel dönem üzerinde derin izler bırakmışsa, yaşadığı tarihsel dönemde Said’i Kurdi’nin üzerinde aynı oranda etkide bulunmuş onun kişisel karakterini ve ruhi dünyasını şekillendirmiştir. Bu yüzden Saidi Kurdi’yi yaşadığı tarihsel dönemle birlikte yorumlarsak onu anlayabiliriz. 1873 yılında Bitlis’in Hizan kasabasının Nurs Köyünde doğup yılında 1960 Urfa’da ölen Said’i Kurdi’nin yaşamını üç ana döneme ayırabiliriz. Çünkü bu üç dönem, içerisinde bulunduğu toplumsal dönüşümlerin üzerinde derin izler bırakarak Said’i Kurdi’nin kişilik dönüşümünü sağladığı dönemlerdir. Büyük alt üst oluşumların yaşadı tarihsel dönemlerde yaşamış bu tarihsel dönemlerde toplumun üzerinde önemli etkilerde bulunmuş Said’i Kurdi’nin bu üç ayrı evrelerdeki siyasal duruşunu,davranışlarını analize etmek ayrı bir araştırma konusu olduğu için ben bu yazıda bu konuyu burada bırakarak yazıma devam edeceğim. Said’i Kurdi’yi ne kadar tanımış olsak da, onu anlatırken mutlaka eksik bırakacağımız bir yönü olacaktır. Uzun bir yaşam yaşamış, iki dünya savaşı ve büyük toplumsal altüstlerin yaşandığı bir tarihi dönemde toplumun en önde olan şahsiyetlerden biri olan Said’i Kurdi’yi anlatmak, yorumlamak, kişiliği hakkında kati bir sonuca varmak ve bu konuda toplumsal bir konsensüs sağlamak mümkün değildir. Çünkü toplumların üzerinde derin izler bırakmış,onlarla bütünleşmiş Said’i Kurdi gibi insanlarda toplumun bütün katmanları, kesimleri kendinden bir şeyler bulur,sahiplenir. Ve dolayısıyla toplumun her kesiminden insanlar onu kendinden biri olduğunu kendine benzediğini söyler. Onun kişiliğinde kendini, kendi düşüncesini, inancını,geleceğini arar. Nihayet bu gün ülkemizde farklı siyasal bulvarlarda koşan kesimler Said’i Kurdi’yi kendinden olduğunu,kendileri gibi düşündüğünü,inandığını,yaşadığını iddia etmektedirler. Burada üzerinde durmamız altını çizmemiz gereken çok önemli bir nokta var. Sistemin Said’i Kurdi’ye bakışı.Bu önemli noktayı anlamadan bu gün bize tanıtılan Said’i Kurdi’yi anlamamız mümkün değildir. Üzülerek görüyorum ki kapitalist sistem Said’i Kurdi gibi kişilerin,önemli şahsiyetlerin toplum,halkın üzerindeki etkilerini bizden daha iyi analiz ederek onları hizmetine sunmayı hatta onlardan para kazanmayı çok iyi biliyor. Kapitalist İktidar sahipleri yaşamını zindanlarda geçirdiği Said’i Kurdi’nin düşüncelerinin toplumun üzerindeki etkilerini zorla yok edemeyeceğini görünce Said’i Kurdi’yi kendilerine benzeştirmeyi onun iktidarlarının taraftarı olduğunu savunmaya başladılar. Kanımca bu konuda başarılı da oldular. Aslında bu kapitalist iktidar sahiplerinin başarılarından çok bizim başarısızlığımızdır; çünkü biz tarihimizi analiz ederek tarihsel dönüşümler üzerinde derin etkilerde bulunmuş Said’i Kurdi gibi düşünür ve siyaset adamlarını anlamayı başaramadık. Hatta tarihimizin üzerinde derin izler bırakmış Said’i Kurdi insanların reddi üzerinde yeni bir tarih inşa etmeye kalktık. Bu önemli şahsiyetleri kapitalistlere kaptırdık. Son yıllarda yeni yeni geçmişin reddi üzerinde tarih oluşturma düşüncesine alternatif hareketler gelişiyor ama bunlar da yeterli değil. Yinede bu çabaları desteklemek teşvik etmek gerekir. Kapitalist iktidar sahiplerinin altüst ettiği tarihimizi yerli yerine oturtmak için bu tür tarihçilere, araştırmacılara ihtiyacımız var. Çünkü biz bunu yapmazsak kapitalistler bizi köklerimizden kopararak ölüme mahkum ederler.Nasıl geçmişin inkarı üzerinde bir gelecek inşa etmeye kalkmak yanlışsa geleceği de geçmişe benzeştirmeye kalkmak o kadar yanlıştır. Aslında geçmişin inkarı üzerinde bir gelecek inşa etmeye kalkan kesimlerin korkusu geçmişi aynı olduğu gibi bu güne uyarlamaya çalışan kesimlere duyduğu korkuya tepkidir.Nasıl böyle bir tepkin sonucu geçmişin inkarı üzerinde gelecek kurmaya çalışan kesimleri haklı kılmazsa geçmişin inkarı üzerinde gelecek kurmaya çalışan kesimlere tepki olarak geleceği geçmişe benzeştirmeye kalkan kesimleri de haklı kılmaz. Bu her iki bakış tarzı da yanlıştır.Tarihimizi araştırırken geleceğimizi kurarken bu her iki saplantıdan kurtulmak zorundayız. Geçmişin redi üzerinde tarih oluşturmaya çalışan insanların en büyük yanılgıları geçmişi bugünün gözüyle analiz etmiş olmalarıdır. Bu doğru bir tarihsel bakış değildir. Geçmişi anlamak için olayları, kişileri yaşadığı tarihi dönemlerdeki iktisadi,siyasi,kültürel yapıyı incelemek lazım. Başka bir iktisadi,siyasi,kültürel koşullarda yaşamış şahsiyetleri bu günün iktisadi,siyasi,kültürel gelişme tarzına göre değerlendirmeye kalkarsak yanlış sonuçlara ulaşırız. Ancak bu şekilde davranırsak geçmişi anlayabiliriz. İster beğenelim ister beğenmeyelim bütün halkların olduğu gibi Kürt halkının da bir geçmişi var. Biz bu gün varsak, varlığımızı geçmişte yaşamış atalarımızın varlığına borçluyuz. Aslında ben bu küçük yazıda tarihi değil, Saidi Kurdi’yi anlatacağım ama Said’i Kurdi bu ülkenin, Kürtlerin, Türklerin son yüz yılıyla öyle bütünleşmiş ki o bir tarih olmuş. Onu son yüz yıllık tarihimizden koparmak, son yüz yıllık tarihimizi onsuz yorumlamak mümkün değil. İki şekilde Saidi Kurdi’yi anlatabiliriz. Birinci anlatım tarzı, Said’i Kurdi’nin yaşamından yola çıkarak toplumsal dönüşümleri, büyük altüst oluşları anlatabiliriz ki bu güne kadar da Said’i Kurdi bu anlatım tarzıyla anlatılmıştır. İkinci anlatım tarzıysa, yaşadığı tarihsel dönemi analiz ederek Sad’i Kurdi’yi anlamak. Bu yöntem çok az denendi. Bence Said’i Kurdi’yi bu yöntemle daha iyi anlatabilir daha iyi anlayabiliriz. Çünkü yaşadığı çağı yaratan Said’ i Kurdi değil, Said’i Kurdi’yi yaratan ona şekil veren yaşadığı çağdır. Said’i Kurdi’yi anlamak için onun yaşadığı çağın iktisadi,siyasi,kültürel yapısını,yaşam tarzını anlamak lazım.O halde biz buradan yola çıkalım. PEKİ SAİD’İ KURDİ’Yİ YARATAN İKTİSADİ, SİYASİ YAŞAM NEYDİ? İnsanın iki tür özelliği var. Doğuştan ona verilmiş özellikler, biz bunlara biyolojik özellikler diyoruz. Ve doğduktan sonra toplumsal yaşam içerisinde edindiği özellikler var ki buna da kültür diyoruz. Örneğin yemek yeme ihtiyacı doğuştan insanda bulunan biyolojik bir ihtiyaçtır ama yemek pişirme, yemek yeme tarzı bir kültürdür. Kültürü oluşturan en önemli etmen üretim tarzı, üretim ilişkileri, üretim araçları ve doğal yapıdır. Kişinin ve toplumun kültürünü bu etmenler oluşturur ve şekillendirir. İnsanın doğuştan varolan biyolojik özellikleri değişmezdir ama insanın sonradan toplumsal yaşam içerisinde edindiği özelliği olan kültürel özelliği değişir, yenilenir. Üretim ilişkilerinin değişmesiyle kültür de değişime uğrar, ama bu değişim çoğu zaman beraberinde olmaz. Ekonomik temeli yok olduğu halde kültürler uzun yıllar toplum hayatında yaşamını devam ettirir. Nihayet biz bu gün kapitalist bir üretim yaşam tarzı içerisinde yaşadığımız halde MÖ 5000 yıl önce Mısır uygarlığından kalmış kültür bu gün hayatımızda aktif bir şekilde yaşamaktadır. Bunun nedeni halkımızın kültürü biyolojik bir özelik gibi algılaması ve özümsemesidir. Biz kültürü biyolojik bir özelik olarak algıladığımız için bizde değişimler, yenilenmeler ağır ve sancılı olur. Konumuzla ilişkili olmamasına rağmen bu konuyu anlatmamdaki amaç şu: Bugün bir çok çevre Said’i Kurdi’ye insan üstü bir takım özellikler vererek onu doğduğu topluma yabancılaştırmışlardır. Toplumda şöyle bir yaygın kanı geliştirilmiştir; sanki Said’i Kurdi insanüstü özelliklere sahip olmasa önemini yetirir. Hayır bu bakış tarzı doğru değildir. Said’i Kurdi son yüz yılımızın üzerinde etkisi olmuş önemli bir Kürt düşünür, siyasetçidir. Onun insan olması önemini azaltmaz, değerini düşürmez. Said’i Kurdi’nin insanüstü bir şekle sokulmasının arkasındaki amaç halkın kendisine olan öz güvenini yetirmesidir;çünkü bu kesimlere göre halktan bir insan bu niteliklere sahip olamaz. Halk yönetilmeye mahkumdur. O üretemez, kendini yönetecek yaşam tarzını kuramaz. Bu sadece Said’i Kurdi’nin değil toplumun üstünde önemli izler, etkiler bırakmış halkın içerisinde çıkmış bütün önderlerin başına gelmiştir. Said’i Kurdi’nin yaşamını incelerken bu noktaya dikkat etmekte yarar var. Bu gün geleceği geçmişte arayan daha doğrusu bir daha asla aynı şekliyle yaşanması mümkün olmayan geçmişi geleceğimiz yapmaya kalkan kişilerin,kurumların en büyük yanılgılarının nedeni kültürü değişebilen,yenilenen bir sosyal olgu değil doğuştan insana verilmiş biyolojik bir olgu olarak görmüş olmalarıdır. Kültürü biyolojik bir olgu olarak gördüğümüzde kültürel ritüellerin değişmezliğini savunuruz ki bu gün Said’i Kurdi’nin yaşam ritiüelerinin değişmezliğini savunan bu kesimlerin yaptıkları da aynen bu. Bu kesimler bu düşüncede oldukları için Said’i Kurdi’yi onun ritüelleri olarak görme gibi bir yanılgının içerisine düşmektedirler. Oysa ne Said’i Kurdi’nin yaşadığı iktisadi,siyasi,kültürel yapı bir daha geriye gelir nede bu yapının ürünü olan ritüeller. Saidi’i Kurdi’yi anlamak onun düşüncelerinin özünü anlamakta geçer. Said’i Kurdi’yi anlamak onun yaşam tarzında uyguladığı ritüelleri tekrarlamakla olmaz. Bütün insanlarda olduğu gibi Said’i Kurdi’yi şekillendiren ona biçim veren içerisinde doğduğu yaşadığı aile ve toplum olmuştur. Said’i Kurdi’yi anlamak için onu şekillendiren toplumsal yaşamı anlamak gerekli. Sorunu böyle görür böyle analiz edersek Sadi’i Kurdi’in kişiliği üzerindeki toplumsal etkiyi anlayabiliriz.Said’i Kurdi 1873 yılında Bitlisin Hizan kasabasına bağlı Nurs köyünde doğdu. Doğduğu yıllarda feodal bir ekonomik yapı içerisinde yaşayan Osmanlı imparatorluğuna bağlı Kürdistan eyaleti feodal bir üretim tarzı içerisinde yaşıyordu. Kapitalizmin dünyayı bir salgın gibi sardığı dünyanın bütün bölgelerinde feodal yapıların çatırdamaya başladığı bu yıllarda, Said’i Kurdi’nin yaşadığı topraklarda feodal hayat devam ediyordu.Bir yandan devam eden feodal üretim tarzının yarattığı sorunlar bir yandan da merkezi Osmanlı İktidarın Yerel Kürt yönetimlerinin tasfiye etme çabaları yaşamı çekilmez kılmaktaydı.Osanlı iktidarının Yerel Kürt beyliklerini zorla tasfiye ederek merkezi iktidara bağlamasına karşı Kürtler isyan ediyor bu isyanlar çok kanlı bir şekilde bastırılıyordu.Bu mücadelede bir çok Kürt beyi, miri, din adamı merkezi Osmanlı iktidarının saflarında Kürtlere karşı mücadele etmeye başlamıştı.Bu durum Kürtlerin yaşadıkları topraklarda köklü alt üst oluşları yaratıyor toprak ve mülk sahipleri el değiştiriyor yeni toprak ağalarını yaratıyordu. Merkezi Osmanlı iktidarının desteğini arkalarına almış bu yeni zalim toprak ağalarının ve Osmanlı devletinin baskısı altında inim inim inleyen köylüler yoksullukla boğuşuyordu. Merkezikürtlerin özerk yapısını yok edeken tepkileri azaltmak için Osmanlı iktidar sahipleri bildik oyunları oynayarak Kürtleri biri birlerine kırdırtıyor iktidarın teşviki, organizasyonuyla farklı aşiretlerden, inançlardan, etnik kimliklerden insanlar biri birlerini vahşi bir şekilde boğazlıyordu. Bölge tam bir kan gölüne dönüşmüş insanlar gelecekle ilgili umutlarını yetirmişlerdi. Batı toplumlarında ulusal hareketlerin yaygın olduğu bu yıllarda ulusal duygular çeşitli etnik kimliklerden oluşmuş Osmanlı imparatorluğu’nu etkiliyor, sarsıyordu. Bu yıllarda Osmanlı imparatorluğu içerisinde doğan Türk milliyetçileri çeşitli etnik kimliklerden oluşmuş Osmanlı imparatorluğu içerisindeki farklı etnik kimlikleri zorla bir pota içerisinde eriterek yada zorla yok ederek Türkleştirme politikasını hayata geçirmek için kardeşi kardeşe kırdırıyor ve bölgeyi acımasız bir şekilde yakıp yıkıyorlardı. İşte Said’i Kurdi’nin çocukluğu ve gençliği Osmanlı İmparatorluğu içerisinde güçlenen Türk milliyetçilerinin bölgeyi ve ülkeyi kan gölüne dönüştürdüğü bu zor ve acılı yılarda geçti. Ve bu yıllar Said’i Kurdi’nin üzerinde derin izler bırakır,onun yaşamını,düşünsel yapısını şekillendirir. Said’i Kurdi daha çocukluk yıllarında bu kötü yapıyı yok etmenin yolarını arar, araştırır. Bu kişiliğinden dolayı hem sırtını merkezi Osmanlı iktidarına dayamış yerel güçler hem de despot yönetimle bütünleşmiş inançsal gurupların ve merkezi yönetimin dikkatlerin üzerinde toplar. Ve bu güçlerin hedefi olur. Genç Said bu zorluklar karşısında yılmaz, bir yandan sorunların çözümünü araştırırken bir yandan da yerel güç odakları ve merkezi yönetime karşı mücadelesini sürdürür. Bu konularda yoğunlaşmak bu sorunların çözümünü bulmak için daha genç yaşlarda Ahmet’i Xani ve Tilo’daki Kubbeyi Hasiye türbelerinde inzivaya çekilerek uzun uzun düşünür, yoğunlaşır.Çare arar. Çare nedir? Kürt halkı bu zulümden, adaletsizlikten, geri kalmışlıktan nasıl kurtulur? Nasıl özgür ve mutlu olur?yıllarca bu soruya cevap arar. Bu noktada Genç Said birçok Kürt önderinden ayrılır, kendine özgü bir yol izlemeye başlar. Birçok insana göre bütün bu olumsuzlukların nedeni sadece siyasal iktidarı ellerinde tutan egemen güçler ve yerel dere beyleridir. Bu güçler tasfiye edildiğinde sorunlara çözüm de bulunmuş olur.Said’i Kurdi bu konuda bu insanlardan ayrılır; çünkü ona göre bozulma, çürüme çok daha derin çok daha karmaşıktır.Egemenlerin yaşam tarzı ruhsal yapısı, kültürü bütün insanları kontrolüne almış, maddi olarak mal mülk sahibi, iktidar sahibi olmasalar da ruhsal olarak bütün insanlar egemenlerin ruh yapısıyla donatılmıştı. Yani kısacası her insan bir zorbaya, zalime sömürücüye dönüştürülmüştü. Bu insanla, egemenlerin ruh yapısıyla,hayat tarzıyla eğitilmiş,şekillendirilmiş insanla arzuladığı toplumsal sitemi, hayatı yaratamayacağını gören Said’i Kurdi, amacına ulaşmak arzuladığı toplumsal sistemi yaratmak için egemenlerin ruhsal yapısından,hayat tarzından arınmış, mal mülk edinme hırsı olmayan, hem insanlar arasındaki adaletsizliklere hem de yeryüzüne egemen olmuş insan ırkıyla diğer canlı türleri arasındaki adaletsizliklere karşı olan hümanist bir insan yaratmak gerektiğine inanır. Ona göre hem kürt halkının hem insanlığın kurtuluşu burada. İnsanı egemenlerin ruh ve yaşam tarzından koparmadıkça,uzaklaştırmadıkça asla kurtuluş sağlanamaz. Peki insanı egemenlerin ruh ve yaşam tarzından nasıl koparabiliriz? Ve böyle yeni bir insan tipinin nasıl yaratılabilineceği konusunda kafa yormaya başlar.uzun çileli bir araştırma,inceleme inziva sonucu vardığı sonuç şudur; yeni bir insan tipi yaratmak için en iyi araç eğitimdir. Cahilliği geri kalmışlığı, bağnazlığı, adaletsizliği, sömürüyü, zulmü ortadan kaldırmak bu kötü zararlı ahlakı insanların ruhundan yaşamından silmek için insanların pozitif bilim yapan okullarda eğitilmesi gerekiyor.İdealindeki yeni toplumun insanını ancak böyle bir eğitimle yetiştirebilirdi. Başlangıç olarak Van’da Medreseyi Zehra adını verdiği Kürtçe pozitif bilim ve dinsel eğitim veren bir üniversitenin kurulmasını sonra da bu eğitim kurumlarının bütün ülkeye yayılması için çalışmaya başlar. Halkın cehaletinden, geri kalmışlığından, yoksulluğundan nemalanan bölgedeki yerel feodal dere beyler(güç odakları) ve inanç gurupları, merkezi iktidar Said’i Kurdi’nin bu çalışmalarından rahatsız olarak engel olmaya başlarlar. Ve bir çok yerde Said’i Kurdi fiziksel saldırılara maruz kalır ama yılmaz çabaların sürdürür. Yukarda da belirtim, sanıldığı gibi yada belli çevrelerin bilinçli anlattıkları gibi Said’i Kurdi egemen sistemi, hayat tarzını savunan bir insan değil egemen sisteme, egemen hayat tarzına düşünceleriyle, yaşam tarzıyla karşı duran ve bu sistemin, hayat tarzının yerine yeni bir sitem yeni bir hayat tarzı getirmeye çalışan bir insandır.İşte yıllarca Said’i Kurdi’yi zindanlarda çürüten,ölüsünü bile ortadan kayıp eden egemenlerin korkulu rüyası olan Said’in bu düşünceleridir. Egemenler Said’i Kurdi’nin bu düşüncelerini değiştirerek onu kendi yaşam tarzlarını,ahlaki yapılarını savunan mistik bir varlığa dönüştürerek kendileri iktidarları için tehlike olmaktan çıkardılar. Üzülerek görüyorum ki bu gün toplumun geniş kesimlerin yüreğindeki Said’i Kurdi gerçek Said’i Kurdi değil egemenlerin yarattığı Said’i Kurdi’dir Bizim gibi Doğu toplumlarında değişimin tek aracı şiddet olarak görüldüğü için değişimde şiddeti bir araç olarak görmeyen hatta toplumsal dönüşümlerde şiddeti bir değişim aracı olarak görmeyi ret eden Said’i Kurdi halada anlaşılmış değildir. Said’i Kurdi bizim,doğu toplumlarında zorla gelenlerin zorla gidecek kadar zorbalaştığını gördü.Ve zorun sağlıklı bir değişim aracı olmadığını zorla gelenin yeni bir zalime dönüştüğünü anlayınca değişim yeni araçlarını aradı. Zorbalardan, sömürüden kurtulmak için gerçek geri dönülmez dönüşümün, egemenlerin toplumsal sistemini balyozla yıkmakta değil çekiçle ağır ağır incitilmeden yontulmakta olduğunu anladı ve mücadele tarzını bu felsefi düşüncesine göre şekillendirdi. Değişimlerin zorla, buna değişim demekten çok zorbaların zorla yer değiştirdiği bizim gibi toplumlarda Said’i Kurdi’nin bu mücadele yöntemi yeni bir tarz yeni bir bakıştı. Bir çok insan bu hümanist bakışı anlayamadı,bir çok insan egemenlerin iktidarını alaşağı etmeyi amaçlayan bu mücadele yöntemini teslimiyet olarak görüp ret etti. Çünkü bizim gibi doğu toplumlarında ölüm ve kan kutsanmıştır ve hala kutsanmaktadır. Düşüncelerimiz ne olursa olsun bu toplumun insanları ölü tapıcılarıdır. Ölüme ulvi kutsal bir paye kazandırılır.Savaş kutsanır. Herkes kendi savaşını ve bu savaşlarda verdiği ölüleriyle övündüğü için sonuçta kazanan hep ölüm olur.Said’i Kurdi toplumumuzun bu ruh halini bildiği için bu yeni mücadele yöntemini seçti. Bu yeni bir düşünce yeni bir yoldu. Başlangıçta geleksel yaşamın mücadele yöntemine ters olan bu yöntemi insanlar anlayamadı. Halada Kürtler bu mücadele tarzını anlamış değil. Yaşadığımız bir çok acı deney bize göstermiştir ki egemenlerin ruh yapısıyla yoğrulmuş bir insanla yeni bir toplumsal sistem ve yeni bir hayat kurmak mümkün değil. Böyle bir insanla gerçek değişim-dönüşüm sağlanamaz. Said’i Kurdi bir yaşam adadığı böyle bir insan yaratmak için açmak istediği üniversite için çalıştı. Önce halka dayanarak kendi öz kaynaklarıyla bunu gerçekleştirmeye çalıştı, başaramayınca iktidar kanalıyla bu amacını gerçekleştirmeye çalıştı. Bu amaç için ilkin1896 yılında İstanbul’a gitti. Padişaha dilekçe verdi. Bu gidişinde bir sonuç almayınca1907 yılında tekrar İstanbul’a giderek Sultan Abdülhamit’e çıktı. Said’i Kürdi’nin Van’da Kürtçe diliyle pozitif bilimle eğitim veren bir üniversite açma talebi Sultan Abdülhamit’i kızdırdı. Sultan Abdülhamit Said’i Kurdi’den bu talebinden vazgeçmesini istedi. Said’i Kurdi padişah Abdülhamit’in bu önerisini ret etti. Abdülhamit bu kez talebinden vazgeçmesi için Said’i Kurdi’ye yüklü bir para ve ömür boyu maaş teklif etti. Sadi’i Kurdi para teklifini red edince onun toplum üzerindeki itibarını yıkmak, küçük düşürmek için deli diye tımarhaneye attırdı. Ama o yılmadı yeni bir insan,yeni bir toplum yaratmak için inatla örgütlenme mücadelesini sürdürdü.’’Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir….Hükümet, hadim ve hizmetkardır. Öyleyse kendinizden teşekki ediniz; her kabahati hükümete atmakla çok aldanırsınız. Size bir misal söyleyeyim: Her tarafa şubeler salmış büyük bir çeşme başında bir bozulma olursa bu her tarafa sirayet eder. Fakat yüz pınarın ortasında Büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tabidir….Ey Kürdler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur” Said’i Kurdi’nin 87 yıllık yaşamı incelendiğinde açık veya gizli hep yeni bir insan ,yeni bir toplum yaratmak için mücadele ettiği bu mücadeleyi yaparken acımasız bir şekilde kendisini ve toplumu sorguladığı görülür. Said’i Kurdi’nin İlk İsyanı Said’i Kurdi’nin Mardin Cizre ilçesinde yaşayan Miran aşireti reisi 48. Hamidiye Alayları komutanı Mustafa paşaya karşı çıkışı onun yaşamının en önemli dönüm noktalarından biridir. Sırtını Abdülhamit’e dayayarak bölgede yaşayan Kürtlere, Yezidilere, Süryaniler, Ermenilere zulüm yapan Mustafa paşaya karşı çıkıp onu insanlara zülüm yapmaktan vazgeçirmeye çağırması Said’i Kurdi’nin sisteme isyanının miladı sayılabilir. Bir başına elinde bir asayla 48. Hamidiye Alayları komutanının karşısına çıkıp onu halka zulüm etmekle itham ederek halka zulüm etmekten vazgeçirmesi hatta vazgeçmediği taktirde onu ölümle tehdit etmesi, bize gösteriyor ki Said’i Kurd’i yaşamını halkına adamış egemenlere karşı olan cesur bir insandır. Said’i Kurdi’nin Cizre yolculuğu iki ana amaç taşır. Birincisi Said’i Kurdi merkezi Osmanlı iktidarının Kürtlerin yerel özerk yönetimlerini yıkmasına karşıdır. İkincisi Said’i Kurdi yeryüzünün nimetlerinin insanlar arasında eşitsiz bir şekilde dağılımına karşıdır. Bu gün Said’i Kurdi’nin yolunda gittiklerini söyleyen insanlar,kurumlar Said’i Kurdi’nin bu iki ana karakterini inkar ederek onu hiçbir amacı, ideali olmayan sadece ibadet eden egemenlerin iktidarı için tehdit olmayan bir insana dönüştürmüş durumdalar. Kürtlerin içerisinde hatırı sayılır bir kesim Said’i Kurdi’nin Kürt kimliğini kabul ediyor ama onlarda Said’i kurdi7nin egemen yaşam tarzına, ahlaki yapısına karşı duruşlarını kabul etmiyorlar. Bence said’i kurdi’yi önemli kılan asıl niteliği Kürt kimliği değil onun bu çürümüş, yozlaşmış adaletsiz sömürü düzenine karşı duruşudur. Sadi’ Nursi’nin bu niteliğini anlamamak onu anlamamaktır. Bir çok insan Saidi Kurdi’nin 1925 Kürt Hareketi’ne açık destek vermediğinden yola çıkarak onu korkaklıkla, iktidar yanlısı olmakla suçlamaktadır. Bana göre bu suçlamalar haksız ve yersizdir. Said’i Kurdi’nin 87 yıllık yaşamı incelendiğinde onun gerektiğinde canı pahasına iktidarla mücadele ettiği ve bir insanın katlanamayacağı ağır bedeller ödediği görülür. Tabi bir çok insan Said’i Kurdi’nin mücadele yöntemini mücadele değil teslimiyet olarak gördüğü için doğal olarak bu yanlış sonuca varıyor. Said’i Kürdi’nin 1925 Kürt Hareketine karşı çıktığı doğru değil. Evet Said’i Kurdi bu harekete açık destek vermemiştir ama karşı da çıkmamıştır. Benim araştırmalarıma göre Saidi’ Kurdi bu isyana iki sebepten dolayı açık destek vermemiştir. Birinci sebep olarak bu isyanın yeterince örgütlenmeden başladığını ve dolaysıyla yenilgiye mahkum olduğun görerek Kürt halkının daha fazla zayiat vermemesi için sessiz kalmıştır. İkinci en önemli sebep ise, Said’i Kurdi sorunların şiddetle, kan dökmekle çözümünden yana olmadığı için bu harekete açık destek vermemiştir.Said’i Kurdi’nin 1925 Kürt isyanına destek vermesinin nedeni onun iktidar yanlısı olmasından değildir. Sid’i Kurdi’nin yaşamı incelendiğinde bu davranışın onun yaşam tarzı ve felsefi görüşleriyle uyum içerisinde olduğu görülür. Ben bu makalede Said’i Kurdi’nin düşüncelerini yermek veya övmek amacında değilim. Ben Said’i Kurdi’nin düşüncelerini yaşam tarzını aktarıyorum size. Burada anlattıklarım şunu gösteriyor ki Sadi’i Kurdi söyledikleriyle, yaşam tarzı biri birini tamamlayan az sayıdaki insanlardan biridir. O hiçbir zaman çıkarları için hiçbir şey yapmamış,durup dinlenmek bilmeksizin hep inandığı ütopya için uğraşıp durmuştur. Sadi Kurdi’nin egemenlere karşı Cizre’ye yürüyüşüyle başlayan mücadelesi İtihat ve Terakiyle Selanik’te bağlarını koparmasıyla birinci evresi sona erer ve ikinci evreye geçer. Said’i Kurdi İtihat ve Tırakicileri tanıyıp onların Anadolu’da yaşayan bütün etnik kimlikleri zorla yok edip Türkleştirmek istediği gizli planını fark edince, sesizce onlardan kopar. Başlangıçta özgürlük, eşitlik adalet gibi ulvi kavramları kendisine şiar edinerek yola çıkan Türk milliyetçilerinin, ırkçılarının gizli amaçlarını öğrendikten sonra milliyetçi düşüncelerin toplum için tehlikesini görür ve alternatif bir çıkış aramaya başlar.Diyarbekir’de kendisine katılmalarını isteyen Türk milliyetçilerinin önemli ideologlarından olan Kürt Ziya Gökalp’e ”Bir kele soğanı bir kızıl elmaya değişmem” cevabı bize onun Türk milliyetçilerine karşı ruh halini anlatır. Said’i’ Kurdi’nin bu kaygılarının doğru olduğunu tarih bize ispatlamış. İktidarı eline geçiren İtaat ve Traki’ciler Anadolu’yu azınlık kimliklerinden, inançlardan yurttaşlar için bir mezbahaya çevirmişlerdir. Türk ırkçılığının, farklı dokuların bir arda yaşadığı toplumsal yapıyı parçalayıp yok ettiğini gören Said’i Kurdi, yaşamı boyunca bir daha düşünsel olarak onlarla bir arda olmaz. Türk milliyetçilerinin, ırkçılarının tehlikeli amaçlarını bertaraf etmek farklı etnik kimliklerden, inançlardan oluşmuş toplumsal dokunun devamını sağlamak için dini şemsiye altında bütün etnik kimliklerden ve inançlardan insanların farklılıklarıyla bir arada özgürce yaşadığı bir proje üretmeye başlar Said’i Kurdi. Bir yandan bu proje içerisinde yer alırken bir yandan da yaşamını adadığı Kürt halkının bu organizasyonda kendini ifade edecek kurumlara sahip olabilmesi için özgün Kürt kurumlarının oluşmasında yer alır, oluşan bu kurumları destekler. Örneğin 1918 yılında kurulan Kürdistan Tali Cemiyetin’in kurucu üyeleri arsındadır. Said’i Kurdi’ye göre yaşadığı şartlarda Kürtlerin özgürlüğü İslam dini şemsiyesi adı altında bir araya toplanmış halkların farklılıklarıyla barış içerisinde bir arada özgürce yaşadığı bir devletle mümkündür. Saidi Kurdi Ölünceye kadar bu projeyi savunmuş bu projenin hayata geçmesi Kürtleri zorla, asimilasyonla eritip yok etmeye çalışan Türk milliyetçileri, ırkçılarıyla mücadele etmiştir. Bir çok alanda olduğu gibi bu alanada Said’i Kurdi’nin hiç de yabana atılmayacak bu projesi değiştirilerek Türk Milliyetçilerinin, ırkçı yayılmacı politikalarının aracı haline dönüştürülerek gerçek amacından saptırılmıştır. Bu gün ülkemizde Said’i Kurdi’nin bu politikasının mirasçıları olduklarını söyleyen bazı örgütlü tarikatlar bırakın farklı etnik kimliklerden insanların İslam şemsiyesi adı altında farklılıklarıyla barış içerisinde bir arada özgürce yaşamalarını savunmak, Said’i Kürdi’nin Kürt kimliğini dahi inkar ederek Kürt halkının varlığını tanımayacak kadar amaçlarından uzaklaşmışlardır. Dolayısıyla bu tarikatların, inançsal gurupların, çevrelerin Said’i Kurdi’nin düşünceleriyle uzaktan yakından ilişkisi yok. Bunların Said’i Kurdi’nin adını kullanmaları toplumumuzun üzerinde derin izler bırakmış. Böylece düşünce ve inançlarını da sömürerek onun gerçek düşüncelerinin toplum tarafından öğrenilmesini engellemektir.. Nihayet son yıllarda Said’i Kurdi hakkında yapılan araştırmalarda görüldüğü gibi Saidi Kurdi’nin yolunun devamcıları olduğunu iddia eden bu çevrelerin nasıl Saidi Kurdi’nin yazılı eserlerinde tahribatlar yaparak değiştirdikleri ispatlanmıştır.Size küçük bir örnek göstereyim. Bu örnektede göreceksiniz ki sad’i Kurdi’nin eserlerindeki tahrifat çok derindir. Örnegin Said-i Kürdinin "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi yahut Divan-i Harb-i Örf-i ve Said-i Kürd-i" adlı kitabının "Hatime" bölümü Türkçe harflerle basımı sırasında şöyle değiştirilmiştir " Hatime'nin" esas metni şöyledir: " Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında piştar kahraman askerleri olan arslan kürtler, Beş yüz senedir yattığınız yeter . Artık uyanınız sabahtır.............................. Hemde milliyet denilen mazi derelerinde ve hal sahralarından ve istikbal dağlarında haymenişin olan Rüstem-i Zal Selahaddin-i Eyyubi gibi kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda oturan aile gibi.............................." Ama Türk harfleriyle basılan basımda Türk milletinin duygularını okşayacak bir şekilde" Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim............................ Selahaddin Eyyübi ve Celaleddin-i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barboros Hayreddin ve Rüstem-i Zal gibi ecdatlarımız..............." haline getirilmiştir. : Bu tahribatlar bize gösteriyor ki Saidi Kurdi’nin yolunu sürdürdüklerini söyleyen bu çevreler söylemlerinde samimi değil.Said’i Kurdi’yi olduğu gibi değil olmasını istedikleri şekle sokmuşlardır. Örnekler çoğaltıla bilinir. Bu çevreler Said’i Kurdi’yi yalnızca egemenlerin ırkçı yayılmacı politikalarının savunucusu yapmakla yetinmemişler Said’i Kurdi’nin düşüncelerinde yaptıkları en büyük tahribat Said’i Kurdi’nin düşüncelerindeki sosyal adalet, eşitlik politikalarını değiştirerek onu sistem için zararsız bir kişiliğe büründürmüşlerdir. Oysa gerek Said’i Kurdi’in yaşamı gerek düşünceleri araştırıldığında dinsel bir karakter, dinsel bir giysiye bürünmesine rağmen eşitçi, sosyal bir nitelik taşıdığı görülür. Şimdi bu konuyu açmanın sırası geldi. Said’i Kurdi’nin İnançsal Yapısı ve İnançsal Yapıya Büründürülmüş Siyasal ve Sosyal Amaçları Bugün sokakta önünüze çıkan hangi insana Said’i Kurdi’yi sorsanız size bağnaz, katı bir din adamı motifi çizer. Peki Said’i Kurdi böyle bir din adamımıydı? Kesinlikle hayır. Peki insanlar neden böyle düşünüyor? Yazımın birçok yerinde anlattığım gibi iktidar sahipleri zorla Said’i Kurdi’nin düşüncelerini yok etmeyi başarmayınca onu değiştirerek hizmetlerine sundular. Sistemin bu faaliyetlerinde Said’i Kurdi’nin devamcıları olduklarını söyleyen bazı çevrelerin rolü yadsınamaz. Bu çevreler Saidi’ Kurdi’nin yozlaştırılmasında iktidar sahipleri kadar suçludur.çünkü onun mirasçıları olduğunu söyleyerek iktidar sahiplerinin bu iftiralarına alet oldular. Dilerseniz bu konuyu biraz açalım. Çok önemli ve üzerinde derin araştırmalar yapılması gereken bir konudur. Bu yazıda bu konuyu detaylarıyla irdelemek mümkün değil ama bu konuyla ilgili düşüncelerimi özetleyebilirim. Umarım araştırmacılar bu konuyu daha geniş araştırır halktan saklanan gerçekleri ortaya çıkarır.Çünkü Said’i Kurdi’nin inançsal düşüncelerinde gerçektende büyük bir tahrifat yapılmış o olduğundan başka bir şekle dönüştürülmüştür. Siyasal iktidar yalnızca resmi tarih yaratmadı kendisine hizmet eden resmi bir din anlayışı da yarattı.Bu gün sanıldığı gibi Said-i Kurdi devletin resmi din anlayışının savunucusu değil muhalifiydi. İster kabul edelim ister etmeyelim bu gün bütün İslam toplumlarındaki devletlerin resim din anlayışı bir şekilde kendi halklarına kan kusturan zalim iktidarlarının devamına hizmet etmektedir. Said-i Kurdi iktidarların yaratığı bu dinsel anlayışı kabul etmemiş iktidar sahipleriyle halk arasında ki mücadelede halkından yana olmuştur. Zalim toprak ağaları ve Hamidiye milisi komutanlarıyla mücadelesi bunun en somut kanıtı. Gerek İslam dinin doğuş öncesi ve sonrası gerek çok daha önceleri toplumlar sanıldığı gibi yekpare bütün değil, farklı sosyal sınıflardan ve katmanlardan oluşuyordu. Farklı sosyal sınıflardan ve katmanlardan oluşmuş bu toplumlarda hiçbir zaman sınıf savaşı bitmedi. Gerek tek tanrılı dinler öncesi gerek tek tanrılı dinler döneminde sınıf savaşları dinsel bir karakter taşımasına rağmen sürüp gitti. Bu sınıf savaşları doğal olarak farklı din anlayışını farklı tanrı anlayışını doğurdu. Bir köle sahibine göre tanrı onu ayrıcalıklı bir insan olarak yaratmış insanları köle olarak kullanma hakkını ona vermiştir. Ve tanrın ona verdiği bu hakkı kullanarak insanları istediği şekilde yönetebilir, kullanabilirdi. İnsanlar onun bu isteğine karşı çıktıklarında tanrıya karşı çıkmış sayılırlardı. Köle sahibi böyle bir tanrıya inanıyordu. Peki köleler? Onların tanrısı nasıldı? Kölelerin tanrısı köle sahiplerinin tanrısının zıddı bir tanrıydı. Kölenin tanrısı bütün insanları eşit yaratmıştı hiçbir insanın başka bir insanın yaşamı üzerinde sınırsız hüküm etme hakkı olamaz, hiçbir insan başka bir insanı köle edinemezdi.. Tanrı yeryüzünde yarattığı her şey yeryüzünde yaşayan büktün canlılarındır. Hiç kimsenin yeryüzündeki bütün canlıların hakkı olan gereksinimlerin tek sahibi olamazdı. Herkesin bu gerek simler de tüketebileceği kadar yararlanma hakkı vardı. Kölelerin tanrısı dinsel bir karakter taşımasına rağmen adaletçi,eşitçi,sosyal bir tanrıdır.Bu anlamda yoksulun tanrısıyla zenginin tanrısı biri birine tezat gibi görünse de bana göre gerçek tanrı anlayışı yoksulun tanrı anlayışıdır. Çünkü yaşamın doğal yapısına baktığımızda bu gerçeği görürüz. Sanıldığı gibi İslam toplumları sorunsuz bu güne gelmemişlerdir. Kölelerin tanrısıyla efendilerin tanrısı yüzlerce yıl İslam’ın merkezi Bağdat’a savaşmıştır. Karmati hareketinden söz ediyorum. Köleler, köylüler tüccarlar toprak ağalarının, köle sahiplerinin iktidarlarını kabul etmedi, yüz elli yıl savaştı. Sonunda kayıp ettiler. Kazanan köle sahipleri, tüccarlar, toprak ağaları oldu. Dolayısıyla kazanan onların tanrısı oldu. Ve tarihi onlar yazdı. Köleler bu savaşı kayıp etmesine rağmen durmadılar farklı adlar altında farklı giysilerle İslam içerisinde köle sahipleriyle mücadelelerini sürdürdüler. Köle sahipleri iktidarlarını korumak için bu hareketlere korkunç baskılar uygulayıp olmadık iftiralarla suçladılar. Ancak bu mücadeleyi sonlandıramadılar. Özünde sosyal bir karakter taşımasına rağmen dinsel bir şekil adı altında süren bu savaş Batiniler, Zahiriler olarak adlandırıldı. Zahiriciler dini sosyal,eşitçi,adaletçi niteliğinden uzaklaştırarak onu değişmez katı bir ritüeller manzumesine çevirdiler. Batinililer ise dinin sosyal yönünü ön plana çıkararak kuralların önemini azalttılar kuralları değişir, yenilenir bir şekle sokmaya çalıştılar. Said’i Kurdi bir Batiniyidi. Yani ritüellerden çok tanrıyla kul ardasındaki gönül bağını önemseyen dinin sosyal,eşitçi muhtevasını öne çıkarıp insanlar arasındaki sosyal, iktisadi eşitsizliği, adaletsizliği düzeltmeyi amaçlayan bir inançsal düşünceye sahipti. Onun eserleri ve yaşamı incelendiğinde bu niteliği görünür. Bu gün Said’i Kurdi’nin yolunu takip ettiklerini söyleyen çevrelerin çizdiği Said’i Kurdi portresiyle gerçek Said’i Kurdi portresi biri birinden yüz seksen derece farklı. Saidi kurdi’nin Risale-i Nur adı altında düzenlediği eserlerini değiştirilmemiş,tahrip edilmemiş haliyle incelendiğinde bu gerçek görünür. Said’i Kurdi’nin Cefr adlı çalışması bile yalnız başına onun batini karekterini göstermek için yeterli kanıt. Bu uzun bir araştırma,inceleme konusu. Bu küçük yazıda bu konuya yeterli açıklama getirmek mümkün değil ama şu gerçeği korkusuzca açıklayabilirim. Said’i kurdi Siyasal iktidarın resmi din anlayışına muhalif bir insandı.O bir batiniydi. Bu gün anlatıldığı,gösterildiği gibi katı,softa bir rütüelci değil rütüellerin değişebileceğine,yenilenebileceğine inanan ve farklı inançların rütüelleri arasında inkarı ve kavgayı öneren bir insan değil diyalogu hoş görüyü öneren bir insandı. “Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır.” (Kastamonu Lahikası,s.45) diyecek kadar derin bir hoş görüye sahip bir insandı Said’idi Kurdi. Said’i Kurdi elinde bir asayla Miran aşireti reisi ve 48. Hamidiye alayları komutanı Mustafa Paşaya ve merkezi Osmanlı iktidarına karşı başlattığı mücadeleyle başlayan uzun acılı, çileli yolculuğu 1960 yılında Urfa’da bir otel odasında sona erdiğinde bıraktığı tüm maddi miras şunlardı; “bir kamış sepet içinde iki mendil kendisine mahsus bir entari bir bez içine bağlı yedi buçuk lira bir seccade ve bir ibrik” Saidi Kurdi ideallerine sadık olarak yaşadı ve öldü. Urfa’da Halilürahman Camii haziresine gömüldü.Onun ideallerinden korkan iktidar sahipleri bir gece onu mezarından çıkarıp bilinmeyen bir yere götürdüler.Şimdi katlarda yatlarda,villalarda zenginlik içerisinde yüzen ve Said’i Kurdi’nin mirasçısı olduğunu söyleyen insanlara Said’i Kurdi’nin ölmek için uzun yıllardır sürgün yaşadığı topraklardan Urfa’ya döndüğünde söylediği “Beni hiç anlamadılar!” sözünü anımsayınca onun ne kadar haklı olduğunu görüyorum. Gerçekten biz onu anlayamadık. Halada anlamış değiliz. Not;bu yazı kovara lagerin ü lekoline Bir dergisinde yayınlanmıştır metinmankirek@mynet.com

REKTÖR, POLİSİN FAŞİSTLERE MÜDAHALESİNİ EKSİK BULDU Polisle ülkücü işbirliği hep aynı

Akdeniz Üniversitesi’ndeki saldırı için dışarıdan gelen MHP’lilere girişte polisin müdahale etmediği açıklandı. Tabancalı saldırganın MHP ile yakın ilişkisi de kesinleşti... İLİŞKİYİ REKTÖR DOĞRULADI Önceki gün Akdeniz Üniversitesi’nde meydana gelen faşist saldırı için üniversitenin rektörü şunları söyledi: “Çevik Kuvvetler içerideyken, dışarıdan eli silahlı elemanların girmesini ciddi bir istihbarat ve müdahale eksikliği olarak değerlendiriyorum açıkçası.” MHP’nin sadece sempatizan olduğunu iddia ettiği silahlı saldırganın ise birçok ülkücü etkinliğinde bulunduğu ve uyuşturucudan da yargılandığı ortaya çıktı. İKİNCİ SİLAHLI SAPTANAMADI Saldırıda öğrencilere 9 mm’lik bir silahla ve hedef gözeterek ateş eden Ömer Ulusoy’un, Antalya Ülkü Ocakları 3’üncü Gençlik Şöleni’nde en ön sırada yer aldığı görüntüler yayınlandı. Ulusoy, olaydan iki gün önce de MHP İl Başkanlığı’nda Türkeş’i anma toplantısına katılmış. Bu arada yine silahla ateş ettiği fotoğraflarda görülen okul dışından geldiği anlaşılan ülkücünün kim olduğu henüz saptanmadı. POLİSE SÖYLEDİK AMA • Olaylarda hafif yaralanan öğrencilerden A.K, “Gelişmelerin bu noktaya geleceğini ve çatışma çıkacağını biliyorduk. Çünkü okulda ve okul dışında sürekli tehdit ediliyorduk. Bu nedenle biz de toplu gezmek durumunda kalıyorduk. Bu gelişmeleri ve tehditleri Fatih Polis Merkezi’ne giderek sözlü olarak bildirdik. Ve polise ‘sağ görüşlü öğrenciler ve dışardan gelen bazı kişiler bize saldıracak. Bu saldırıları kimlerin organize edeceğini dahi polise anlattık. Fakat polis hiçbir önlem almadı. Çünkü polis bunları koruyor. Sonuç ortada: Satırla, bıçakla, silahla saldırdılar” diye konuştu. Okula öğrenci olmayan bir takım kişilerin sürekli gelip gittiğini anlatan öğrencilerden N. D. ise bir aydan bu yana okulda sol görüşlü öğrencilere karşı sistematik olarak taciz olduğunu doğrulayarak şunları söyledi: “Özellikle bazı gruplar, ADD ve benzer derneklerin düzenlediği gösterilere öğrencileri zorla götürüyordu. Gitmeyenleri ise bir daha okula sokmamakla tehdit ediyorlardı.” POLİS SEYİRCİ KALDI • Aralarında KESK, EMEP, DTP, TKP, ÇHD, ÖDP 78’liler Girişimi, Eğtim-Sen, Eğitim Emekçileri Derneği ve üniversite öğrencilerinin bulunduğu kalabalık bir grup Akdeniz Üniversitesi önünde bir araya gelerek rektörü ve saldırıyı engellemediği iddia edilen Antalya Emniyet Müdürlüğü’nü kınayan basın açıklaması yaptı. Gözaltına alınanlardan 35’inin saldırıya uğrayan öğrenciler olduğu belirtilen açıklamada olayların 5 nisanda ülkücülerin erkek yurdunu basarak devrimci-demokrat öğrencilere saldırmasıyla başladığı da anlatıldı. KRİZ MASASI KURULDU • Antalya Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve Yurtkur Genel Müdürlüğü görevlileri ile Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın, Yardımcıları Prof. Dr. Sadık Çakmaçı ve Prof. Dr. Mehmet Aktekin’den oluşan kriz masası sekiz maddelik bir ‘tedbir paketi’ alındığını açıkladı. Rektör Mustafa Akaydın, “Her şey kontrolümüz altında. Öğrencilerimizi sükûnete davet ediyorum” dedi.