SADDAM YASIYOR MU?

Eskiden evlerimizi Saddam (Hüseyin) yıkıyordu, şimdiyse Türkler Gönderen: rizgarionline Tarih: 29.12.2007 Saat: 08:29 Shwan Muhammed/Qendil*/Asileri hedef alması düşünülen Türk saldırılarıyla uyanan Kürtler, çıplak ayakla ve gecelikle, karda, Irak'ın kuzeyinde yer alan Kandil Dağlarındaki evlerini ve köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını bugün kızgınlıkla anlattılar.75 yaşındaki bir çiftçi Hasan İbrahim, acısını ve öfkesini yutarak, Türk sınırına yakın ağaçlıklı ve sarp bir bölgede bulunan ve Ankara'ya karşı mücadele eden Kürdistan İşçi Partisi (PKK) savaşçılarına sığınak görevi gören Kalatuga şehrini terk etti. Hasan İbrahim, tan ağarmadan önce "Türk uçakları köyümüzü bombaladığında hepimiz uykudaydık. Evden dışarı çıkmak zorunda kaldık, çünkü toz yüzünden boğuluyorduk" dedi. İbrahim'e göre Türk bombardıman uçakları bir aydır bölgenin üstünde uçuyor. Eşyalarını toplamak üzere evine dönen bu adam, "Eskiden evlerimizi Saddam (Hüseyin) yıkıyordu, şimdiyse Türkler. Hatamızın ne olduğunu bilmeden gitmek zorunda kalıyoruz" dedi. Mahmut Şeyh Muhammed ise, Türk uçaklarının, saldırıların "tamamen yıktığı" okulunu hedef alabilmesini anlamıyor. Öfkesini gizlemeksizin, "Okulu görünce şok oldum" dedi. PKK yanlısı Fırat haber ajansına göre, Irak Hükümeti beşi savaşçı, ikisi sivil, yedi kişinin ölümüne yol açan saldırıları kınadı. *AFP/17.12.2007 Hazırlayan: Kaya Vural

ZAHO ASKERİ AKADEMİSİ 12.DÖNEM MEZUNLARINI VERDİ

  30-Dec-07 [14:36] PNA-Meki Hivi/Zaho: Zaho Askeri Akademisi 12.Dönem mezunlarını verdi. Mezuniyet törenine Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani’nin temsilcisi Azad Mirani de katıldı. Zaho Askeri Akademisi’nin 12.Dönem subay yetiştirme eğitimine 243 Kürt ve Arap öğrenci katıldı. Mezuniyet töreni il ilgili bir açıklama yapan Albay Şahap Ahmet, ‘’Eğitime 139 Kürt subayının ve 104 Arap subayının katıldığını ve subayların uzman eğitimciler denetiminde askeri, teorik ve partik eğitiminin yanında politika, toplum bilimi ve bilim alanlarında eğitim aldıklarını’’ söyledi. Mezuniyet töreninde Başkan Barzani’nin temsilcisi Azad Mirani de yaptığı konuşmada, subaylardan aldıkları eğitimi askeri işlerde ve ülke topraklarının savunmasında kullanmalarını istedi. Şahap Ahmet yaptığı açıklamada, ‘’NATO güçlerinin bu sene Bağdat, Zaho, Süleymaniye ve Nasıriye Akademilerinde okuyan 50 subay ve eğitimciye Zaho akademisinde bir eğitim kursu açtığını’’ sözlerine ekledi. 06.27.2007’deki 11.Eğitim döneminde de 250 subay mezun olmuştu. Amerikan ordusu geçen yıl Zaho Akademisi’ni en iyi askeri Akademisyenlerden biri olarak tanıtmıştı.

İNGİLTERE PARLAMENTOSU GENÇLİK İŞLERİ SORUMLUSU: ‘’TÜRKİYE SORUNU ASKERİ YOLLA ÇÖZEMEZ’’

  29-Dec-07 [18:38]-PNA-Türk ordusunun Kürdistan Bölgesi’ne yönelik bombardımanlarla ilgili Kürdistan Demokratik Gençlik Birliği organizasyonundan bir heyetin İngiltere parlamentosunu ziyaret ettiği bildirildi. Kürdistan Demokratik Gençlik Birliği organizasyonunun İngiltere sorumlusu Felah Hasan İngiltere parlamentosunda gençlik işleri sorumlusu parlamenter Peter Solbri tarafından karşılandı. Hasan, görüşmede, Türk ordusunun Federal Kürdistan Bölgesi sınırları içerisinde düzenlediği bombardıman ve tehditleri değerlendirerek ‘’Türkiye’nin bombardımanlarından dolayı yüzlerce öğrencinin okullarını okumadıklarını’’ belirtti. Hasan, görüşme sırasında bombardımanları protesto eden bir mektubu da Peter Solbri’ye verdi. Mektupta İngiltere hükümeti ve parlamentosunun bombardımanlar konusunda bir tutum sergilemesi çağrısında bulunulduğu belirtildi. Görüşmede, parlamenter Solbri de, Türk askerlerinin tutumunu sert bir şekilde kınayarak, ‘’Biz bir grup parlamenter olarak bu olaydan çok endişeliyiz ve bize göre Türkiye sorunları hiçbir zaman askeri yolla çözemez’’ dedi.

Sol gruba linç girişimi

  Vatan-Hamamyolu Caddesi'nde bugün saat 15.00 sıralarında F tipi cezaevilerini protesto için bildiri dağıtan 10 kişiye polis müdahale etti. Ekip otolarına bindirilmek istenen 10 kişiye çevrede bulunanlar saldırdı. Polisler, bildiri dağıtanlardan 7'sini ekip otosuna bindirip hızla uzaklaştırırken, çevredekilerin saldırısına uğrayan 3 kişiyi ise korumak için bir giyim mağazasına kaçırdı. Mağaza önünde toplanan yaklaşık 300 kişi `Kahrolsun PKK' sloganı attı, bazıları polise "Onları bize verin, şehitlerimizin kanları yerde kalmasın" dedi. Olay yerine gelen takviye polisler, mağazadaki 3 genci dışarı çıkarıp, ekip otosuna bindirdi. Bu sırada gençlere saldıran kalabalığı polisler biber gazı sıkarak dağıtmaya çalıştı. 3 genç daha sonra ekip otosuyla Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Olayda, 3-4 polis hafif yaralanırken, bazı polisler ise sıkılan biber gazından etkilendi. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

Türk: Butto’nun ölümü uluslar arası bir oyun

ANF-ANKARA (28.12.2007) - DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, Pakistan eski Başbakanı Benazir Butto cinayetini şiddetle kınayarak, Butto'nun öldürülmesini uluslararası bir oyun olarak niteledi. Türk, "Ortadoğu'yu at oynatılan alana çevirirseniz sonuç olarak çok büyük acılar yaşanır" dedi. DTP Grubu, bugün olağanüstü toplandı. DTP Eş Başkanı Nurettin Demirtaş'ın tutuklanması üzerine yapılan olağanüstü toplantıya 53 belediye başkanı, il başkanları ve MYK üyeleri katıldı. Van Milletvekili Fatma Kurtulan'ın başkanlığında gerçekleşen grup toplantısında Kurtulan, Pakistan Devlet Başbakanı Benazir Butto'nun ölümü nedeniyle Pakistan halkına baş sağlığı diledi. ‘BUTTO’NUN ÖLÜMÜ ULUSLAR ARASI BİR OYUNDUR’ Toplantıda ilk sözü DTP Grubu adına Mardin Milletvekili Ahmet Türk aldı. Sınır ötesi ve içeride geliştirilen operasyonlara değinen Türk, "Bu sürecin bizi daha gergin süreçlere götüreceği ortadır. Operasyonların çözüm olmadığı görülecektir" dedi. Kürt sorunun herkesin sorunu olduğunu ifade eden Türk, "Kardeşlik adımını atan bir halk için ortak adımlar atalım. Bu sorun sorumluluk yüklenmekte çözülür. Başka yerlerde çözüm ararsak, farklı sonuçlar çıkar" diye konuştu. Benazir Butto'nun öldürülmesini uluslararası bir oyun olarak niteleyen Türk, "Ortadoğu'yu at oynatılan alana çevirirseniz sonuç olarak çok büyük acılar yaşanır" dedi. Türkiye'nin Kürt sorununda çözümü dışarıda aradığına dikkat çeken Türk, "Niye bunu ABD'ye dış ülkelere havale ediyorsunuz" diye sordu. Pakistan'da oynanan oyunun Türkiye'de de oynandığına dikkat çeken Türk, şunları söyledi: "Pakistan'daki sorunla, Türkiye'deki sorun farklı bir sorun değil. Bu bir domino oyunudur. Bu ülkeyi bu oyunun bir parçası haline getirmemeye çalışmalıyız. Bütün içtenliğimle söylüyorum bu süreç hepimizi içten yaralamıştır." ‘ÖZGÜRLÜĞÜN PARTİSİYİZ’ Hükümetin bölgede siyasal İslam'ın örgütlenmesine göz yumduğunu kaydeden Türk, Kürt sorunuyla ilgili bir gelişmede çalışmaların tümüyle engellenerek terörize edildiğini ifade etti. Kürtlerin 2007'de AKP'ye sığındığına dikkat çeken Türk, şunları kaydetti: "AKP'ye büyük umutlar besleyen halkımız 2007'de, bu partiyi liman olarak görerek oyları ile ona sığındı. AKP, 'Kürt sorunun çözmek istiyorum' dedi. 'Birileri beni engelliyor' dedi. Bu halk söylemlerin etkisinde kaldı. Ama şimdi oy verenler bölgede yaptığımız gezide bin pişman olduklarını belirtiyorlar. DTP barışın partisidir. Şimdi bize DTP, Kürtlerin mi, Türklerin mi partisi diye soruyorlar. Biz diyoruz ki partimiz etnik kimlik üzerinden politika yapmıyor. Biz barışın ve özgürlüğün partisiyiz. Tüm Türkiye'nin partisiyiz. Bu halk bu kadar yönelime karşı sesiz kalmayacaktır. Halkımız sesini duyurmalı, çok açık bir şekilde ortaya tavrını ortaya koymalıdır." ‘DEMİRTAŞ SERBEST BIRAKILSIN DTP Eşbaşkanı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna da Nurettin Demirtaş'ın tutuklamasına değindi. Askerin vesayetin, siyasetten yargıya tüm idari ve siyasi yapının gündemine belirlediğine dikkat çeken Ayna, "Tutuklu yürütülen soruşturma, adil yargılama hakkının ihlali olarak devam etmektedir. AB ilerleme raporuna göre askeri mahkemelerin sivil kişileri yargılaması önlenmiştir. Ancak eşbaşkanımız bir hukuksuzluk örneği olarak, hem serbest bırakılmamakta hem de askeri mahkemede yargılanmaktadır. Bu karmaşaya son verilerek Sayın Nurettin Demirtaş'ın serbest bırakılması gerekir" diye konuştu. ‘KÜRTLERİN SABRI ZORLANIYOR’ Meclis'te olmayı Türkiye'nin sorunlarını çözme açısından fırsat olarak gördüklerine dikkat çeken Ayna, "Türkiye'de Kürt sorunu vardır ve çözümü kesinlikle operasyonlar değildir" dedi. Operasyonun ölüm anlamına geldiğine dikkat çeken Ayna, şunları ifade etti: "Sorunu sadece kaç Kürdün Meclis'e girdiği, vekil olduğu üzerinden basite alırsak çözemeyiz. İlk kez bu Meclis'e Kürt vekiller girmiyor. Sorun bu kadar basit değildir. Ancak DTP ile Meclis'e ilk kez Kürt sorunu ve çözümü konusunda farklı ve doğru tespitler öne süren bir parti giriyor. Doğaldır ki söylediklerimiz, savunduklarımız 85 yıllık resmi söylemlerin dışındadır. Bu nedenle de kolay sindirilemiyor. Ama artık şu da bilinmeli ki sürekli olarak resmi kurumların hassasiyetlerini düşünerek her şeye katlanan Kürtler ve demokrasi kurumlarının sabır sınırları zorlanmaya başlanıyor." Ayna bu söyleminin tehdit gibi algılanıp, "Ne yaparsınız yani?" şeklinde algılanmasının despotluğun göstergesi olacağını kaydetti. ‘HERŞEYİ GÖZE ALIYORUZ Çok kültürlülük, dillilik, dinlilik ve mezhepliliğin Türkiye'nin gerçeği olduğuna işaret eden Ayna, "Siz yok sayınca yok olmuyor. Bu toprakların yönetim ve idari yapıları buna göre şekillenmelidir. Üniter yapı içerisinde Cumhuriyet'in felsefesini demokratikleştirmeli ve idari yapılanmasını demokratik özerk bir yapıya kavuşturmalıyız. Operasyon yaparak, 'Sessiz ol yoksa seni Meclis'ten atarım, partini kapatırım, tutuklarım' tehditleri ile sadece ve sadece Türkiye'ye ve geleceğimize zarar veriliyor. Yoksa biz demokrasi mücadelesi yürütücüleri her şeyi göze alarak doğruları söylüyoruz. Yapılması gerekenleri yapıyoruz. Ve söylemeye ve yapmaya devam edeceğiz" diye konuştu. Ayna, yeni yılın barış ve kardeşliğe vesile olmasını diledi. Toplantı basına kapalı devam etti.

Kürd olmak güzel bir şey

Tahir Süleyman ismini çıkaramazsanız bile ‘Diplomat’ ismini çıkaracaksınız. Hejaré Şamil’in önceki yazılarından birinde, aldığı ölüm tehditleri nedeniyle gündemimize taşıdığı Azerbaycanlı Kürd entellektüel – gazeteci Tahir Süleyman ve onun yayımladığı Kürdlüğü müdafaa eden saygın gazete ‘Diplomat’. Brez Tahir, ‘Bizim Yol’ isimli bir Azeri gazetenin muhabirinin kendisiyle yaptığı röportajı ‘Diplomat’ta yayınlamış. Ama ne röportaj! Sanırsınız ki özel eleman tutulmuş Tahir Süleyman sorgulansın diye. İnanmayacaksınız belki ama, röportaj yapan muhabir, röportaj boyunca ‘Kürdlerin neden hak istediklerini’ değil, ‘Hak talep etmeye neden haklarının olduğunu’ sorguluyor. Azericesini becerebildiğim oranda İstanbul Türkçesine çevirecek olursam, röportajın bir kısmı şöyle geçiyor: Eğer Irak’ta Kürdistan federatif devleti varsa, Türkiye ve İran’da yeni federasyonların kurulmasında amaç nedir? İran anayasası kendi vatandaşları içindir. Azerbaycan devleti var diye İran’da yaşayan 35 milyon Azeri haklarından mahrum yaşamaya devam mı etmelidir? Biz, Güney’deki kardeşlerimizin (Güney Azerbaycan – MAK) özgürlüğünü istiyorsak, niye Türkiye’deki, Suriye’deki, İran’daki Kürdlerin federatif haklardan yararlanmasını istemeyelim? İşte Irak’ta Kürdistan devleti var... O halde Azerbaycan devleti var diye, Türkiye dahil sayıları onbeşi bulan Türkçe konuşan devletler olmasın mı? Veya, neden Güneydekilerin haklarını talep ediyorsunuz? Güney Azerbaycan hadisesi 35 milyon insanın hak arayışı içindir... Türkiye’deki 25 milyon Kürd vardır, ve Türkiye devletinin bu hale gelmesinde bu insanların nice katkıları vardır. Nedir bu insanların sahip oldukları haklar? Hadi bunu geçtik; biz (Azerbaycan – MAK) sekiz milyonluk bir devletiz. İran’da, Türkiye’de Kürd federatif kurumlarının olmasına neden karşısınız? İşte bu ülkelerde de toplam 45 – 50 milyon Kürd yaşamakta. Röportajın buraya almadığım pasajlarından öğreniyoruz ki Azerbaycan’ın nüfusu sekiz milyon ama Azerilerin nüfusu 43 milyon. 43 milyonun 35 milyonu ‘İran’da yaşıyor, yani Güney Azerbaycan’da. Yine anlaşılıyor ki, genel bir konsensus olarak Azerbaycan’da bu Azerilerin özgürlüğü isteniyor. Röportajda değinilmemiş olsa bile, Azerbaycan devleti ile Güney Azerbaycan’ın birleşmesinin bir fikir birliği, konsensus olduğunu hissedebiliyorsunuz. Kürd entellektüel Tahir Süleyman buna karşıdır: Siz Türkiye’nin federatif olmasını mı istiyorsunuz? Evet. Türkiye, kanunlarında üniter devlet olarak tanımlanmıştır. Kanunu kim yapar? İnsanlar! Anlamak mümkün değil sizi. Üniter devlette 25 milyonluk bir insan grubunun hakları nasıl tanınabilir? Buna ne diyeceksiniz? Bir dakika. Türkiye federatif olsun ve böylelikle Kürdlerin özyönetim hakları, hukukları tanınsın mı diyorsunuz? Hayır, federasyon sadece Kürd halkı için değil, Arap, Çerkez, Azeri ve diğerleri için de tanınsın... Kısacası, Kürd entellektüelin bakış açısı globaldir ve Kürd meselesini de bu global bakış açısıyla tanımlamaktadır. Buna göre yeni devletlerin kurulmasına karşı bir entellektüeldir. Federasyon talebi, dünyanın bugününü algılayışıyla birebir ilintilidir: Niye karşısınız? Bundan sonra devletlerin parçalanması doğru değil. Eğer öyle olursa, 3. Dünya Savaşı başlar. Benim bahsettiğim, federatif modelle özyönetimin geliştirilmesidir. Bunun (Irak’taki federatif yapının -MAK) Türkiye ve İran’da da olmasından bahsediyorum. Onlarca Türk, onlarca Arap devleti olduğu halde, neden birden fazla Kürd federasyonu olmasın? Brez Tahir’in bir bağımsız Kürdistan devletine karşı olduğunu sanmayın. Bugünkü halde bir karşıtlıktır onunki. Zamanı geldiğinde bağımsız Kürd devleti de olacaktır. Röportajın geri kalan kısmı Kuzey Kürdistanlı okuyucuya bayat gelecektir. Çok fazla Türk televizyonu izlemiş ve Türkleri kendine olması gerekenden fazla örnek almış olan ‘Bizim Yol’ muhabiri, Tahir Süleyman’a ‘PKK teröristtir’ dedirtmeye çalışıyor, dedirtemeyince de ‘Neden devletin resmi görüşüne karşı olup da şimdiye kadar tutuklanmadığını’ soruyor. Muhabire göre Azeri resmi görüşü ‘PKK’nin terörist olduğu’ yönündedir ve bunu böyle kabul etmeyen tutuklanmalıdır! Tahir Süleyman sadece okumuş, sadece dünyadan haberdar bir Kürd insanı değil. Röportajdan çıkarıyoruz ki aynı zamanda usta bir gazeteci ve iyi bir iletişimci. İçine çekilmek istendiği anlamsız ve bir yere varmayan polemiklere girmektense, genelin iyi bildiği konuları manivela olarak kullanarak Kürd meselesini, okurun kolayca algılayacağı basit mesajlara dnüştürüyor. Kendisini sıkıştırmak veya sorgulamak için düzenlenmiş bir röportajı, derdini -hem de derli toplu- anlatabildiği bir röportaja dönüştürüyor. Bunları sizinle neden paylaştım? Kürdlüğün, Kürdistan sınırlarını aşan global bir kimlik olduğunu örneklemek için. Mehmet Ali Küçük - Kurdistan-Post.org malikucuk@hotmail.com

BAŞKAN BARZANİ’DEN BUTTO’NUN AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI…

 28-Dec-07 [9:37]PNA- Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Pakistan’ın eski başbakanlarından muhalif parti Pakistan Halk Partisi’nin (PPP) lideri Benazir Butto’nun ailesine başsağlığı dileğinde bulunarak, saldırıyı kınadıklarını söyledi. Başkan Mesut Barzani, dün bombalı bir saldırıya kurban giden Pakistan’ın eski başbakanlarından muhalif parti Pakistan Halk Partisi’nin (PPP) lideri Benazir Butto’nun ailesine başsağlığı dileğinde bulunmakla beraber saldırıyı kınayan bir mesaj yayınladı. Başkan Barzani, mesajında, Butto’nun ailesine başsağlığı dileğinde bulunurken saldırıyı kınadığını belirtti. Butto, dün ülkenin Revalpindi kentinde düzenlediği bir seçim kampanyası sırasında uğradığı terrorist saldırı sonucu hayatını kaybetmişti.

Benazir Butto öldürüldü Görgü tanıkları, Butto'nun konuşma yaptığı Rawalpindi'deki alanda meydana gelen şiddetli patlama sonucu yerde yatan 20 kişiyi gördüklerini, Benazir Butto'nun patlamadan önce alandan ayrılmış olduğunu aktardı. Ancak son gelen haberlere göre ağır yaralanan Butto, bilinci kapalı olarak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Saldırganın intihar saldırısını gerçekleştirmeden hemen önce etrafa ateş açtığı, ardından bombayı patlattığı bildirildi. Pakistan eski başbakanlarından Benazir Butto, 8 yıllık sürgün hayatının ardından döndüğü ülkesi Pakistan'da saldırıya uğramıştı. Ülkesindeki daha ilk gününde intihar saldırısıyla öldürülmeye çalışılan Pakistan eski başbakanı Benazir Butto’nun, birkaç dakikalık fark sayesinde hayatta kalmıştı. Saldırıda 139 kişi hayatını kaybetmiş, 200'ün üzerinde kişi da yaralanmıştı.

Ya yeni çare, ya yeni kötülük!

 Uzakdoğu'da, denizlerin ortasında küçük bir ada. Tarih de yorgun düşer mi?.. Güneş bulutların arasından sıyrılıyor, rutubet ve sıcak demek bu. İyice gevşiyorum. Deniz birden turkuazlaşıyor. Kum şimdi daha beyaz. Ağaçların kocaman yaprakları yemyeşil oluyor. Upuzun Hindistan Cevizi ağaçları hafif rüzgarın altında bir o yana, bir bu yana salınıyor, tıpkı Bağdat'ta, Dicle kıyısındaki hurma ağaçları gibi... Ne güzel. Hülyalara dalıyorum. Demiş ki Doris Lessing: "Zaman sendeki yanlışların çoğunu düzeltecek." İyi demiş ama o kadar zamanı kalıyor mu ki insanların?.. Doğa muhteşem, yumuşuyorum. İç dünyamda köşeler hafiften törpülenip düzleşiyor. Bir iyimserlik dalgasının üstünde yükselirken insanlığın aptallıklarını değil, güzelliklerini düşünmeye çalışıyorum. Demiş ki Bacon: "Yeni çareler bulmayanlar, yeni kötülükler beklesin." Amerikalı meslektaşım Aliza Marcus'un yeni çıkan PKK ile ilgili güzel kitabını okurken(*) Bacon'ın bu sözü aklıma takılıyor. Yeni çareler bulamayanlar... Yeni kötülükler beklesin! İki taraf için de geçerli bu. Dağa çıkanlar için de... 'Kürt sorunu'nu yalnızca şiddet ve yoksulluğa indirgeyenler için de... Bunca yıldır bunca kan ve göz yaşına rağmen daha hâlâ eski çözümlerde inat eden, 'silah ve ölüm'den başka birşey bilmeyenler için de geçerli Bacon'ın bu sözü... Bayram tatilinde Marcus'un kitabını okurken, PKK ile bu kadar yıldır savaşan, devletin yaptığı hataların bedelini canıyla, kanıyla ödeyen askeri de düşündüm. Bir komutan bu yakınlarda şöyle demişti: "Dağa çıkışları durduramıyoruz." Kitapta dağa çıkışlar da var. Dağa çıkışların birçok nedeni dağa çıkanların ağzından sergileniyor. Genç insanların neden dağa çıktıklarını tam olarak anlamadan, yalnız anlamakla yetinmeyip hissetmeye de çalışmadan ve tabii silah yerine siyasetin kapılarını açmadan dağa çıkışları engellemek olanaksızdır. Şu da var elbette: PKK'nın, Kandil'le birlikte İmralı'nın da silah ve şiddetten vazgeçip yeni çareler üretmeleri gerekir. Yoksa tarih de yorulur! Yeni çare bulamayanlar, 'yeni kötülükler'e hazır olsun. 1990'lardaki gibi bir kez daha kan boşalması mı istediğimiz, söyler misiniz?.. İhtimal vermek istemiyorum. Düşünmek bile istemiyorum. O zaman iktidarıyla muhalefetiyle, siviliyle askeriyle, Türk'üyle Kürd'üyle bir an önce 'yeni çareler' üzerinde buluşabilmeliyiz. Evet, yoksa tarih yorulabilir! Umberto Eco, dünkü yazımda bahsettiğim yeni kitabında(**) savaşla barış üzerine yazarken bu konuya ilişkin de fikir imalatı yapmış. Tarihin yorulduğu zaman dilimlerinde saatin tersine çevrildiğine ve insanlığın aptallıklara, çirkinliklere daha çok izin verdiğine şöyle bir değinmiş... Son çeyrek yüzyıldır Güneydoğu'da yeterince acı çekilmedi mi? Kafaların artık berraklaşması lazım, bunca kan ve gözyaşına malolan saçmalık ve yanlışlardan sonra. Zamanı tersine akıtmaya çalışmayalım. Aliza Marcus'un kitabında PKK'lı Hüseyin Topgider'in ilginç öyküsü de var. 1970'lerde Öcalan'la birlikte dağa çıkan, 1978'de PKK'yı onunla birlikte kuran, 1999'da İmralı duruşmalarından sonra hayal kırıklığı içinde dağdan inip Almanya'ya yerleşen Topgider... 2005'de, Hamburg'daki bir büyük mağazanın kafeteryasında gazeteciye şöyle diyor: "PKK artık ne istediğini bilmiyor."(S. 299) Geçerli bir tespit. Artık doğru olan silah bırakmak PKK için... Şiddetten vazgeçmek... Ve dağdan inmek... Devlet ve hükümet açısından doğru olan da dağdakilere bu yolları açmak... Unutmayın, ne demiş Bacon: "Yeni çareler bulamayanlar, yeni kötülükler beklesin!" Çok acılar yaşandı. Bu acılar bir de insanların içine işlemeye başlarsa, hiç aklından çıkarma, işler daha da derin çıkmaza saplanabilir. Doris Lessing'in dün bahsettiğim kitabında şöyle bir bölüm var: "Hayat diyordu Kurt, acılı olmak zorunda. Bizi gerçek insanlığa hazırlayan doğum sancılarıdır."(***) Sanmıyorum. Yaşamak için ille de acı çekmek gerekmiyor. Hele bunca acıdan sonra... Artık çözüm zamanı Kürt meselesinde... Yine o küçük maymun. Ya da sempatik şempaze. Küçücük kafası kocaman gözleriyle bana bakıyor, kolları upuzun. Ama otelin uyarısı var, sakın yiyecek bir şeyler vermeyin, şımarır, başa bela olabilir diye... Bir günbatımı daha. Gökyüzü şahane bir pembelikle doluyor, birazdan kızıla boyanacak. Tıpkı Mavi Yolculuk'ta ya da Santorini'deki gibi batıyor güneş, harikulade... Tarih yorulmasın! Zaman, insanoğlunun hatalarının birçoğunu düzeltebilir de, merak etmeyin. * Aliza Marcus, Blood and Blief, the PKK and the Kurdish Fight for Independence; New York University Press, 2007. ** Umberto Eco, Turning Back The Clock, Harvill Secker, 2007. *** Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu yılki sahibi, 87 yaşındaki Doris Lessing'in, 'Tenimin Altında' isimli kitabından, s.389. h.cemal@milliyet.com.tr

Adalet, özgürlük ve huzur sadece Türklerin hakkı değil...

Araba yakmak Hasan Bildirici-Tarih: 25 Aralık 2007 Salı Son günlerde İstanbul’da araçlar kundaklanıyor, yakılıyor veya lastikleri bıçaklanıyor. Bu tür olayları Türk inkar sisteminin bir şekilde mağdur hale getirdiği Kürt gençlerinin yapma ihtimali çok yüksek. Şimdiye kadar yakılan araç sayısı 44. Fransa’da, özellikle de Paris’te yakın zamanda ve önceki yıl Arap ve Afrikalı gençler tarafından yakılan araç sayısı binlerin üstündeydi. Ama Fransa’da hiçbir devlet görevlisi bu göçmen çocuklardan birini öldürelim demedi. Binlerce araç... Sokaklar alev alev... Biri sönmeden diğeri yanıyor... Yüzü örtülü gençler o araçtan o araca koşuyor... Fakat kanlar içinde yerde yatan tek siyah çocuk yok... Bir de Türkiye’ye bakın... Türkiye’de 10 yılda 4000 bin köy boşaltıldı. En az 30 bin Kürt öldürüldü. Birkaç milyonu bulan göçertilmiş Kürde yerleşmesi için tek ev gösterilmedi. Tarlasını, bağını, bahçesini, hayvan sürülerini bırakıp gelen Botan köylüleri İstanbul yalnızlıklarında bir zeytin tanesine, bir barakaya, en berbatından bir işe muhtaç halde yaşıyorlar... İstanbul sokakları tinerci, hırsız, cepçi, kimsesiz Kürt çocuklardan geçilmiyor... Renk, dil, kültür, insanca yaşam yasak... Üstelik Kürt toprakları Türk savaş uçakları tarafından gece gündüz vuruluyor. Hayvan sürüleri telef oluyor, evler yıkılıyor, insanlar ölüyor... Bu zulüm altında çıldırmış Kürt gençleri bir araba lastiği şişlediğinde bakın neler oluyor: Türk gazetelerinde araba yakmalarla ilgili bir haber var. Haber şöyle: Başbakan Erdoğan'ın "Benim vatandaşımın yaşama hakkına, huzuruna kastedenlere, kusura bakmayın biz 'güle güle' diyemeyiz, gereken neyse bunu yapmak durumundayız" sözleri üzerine bazı vekillerden "Asalım" sesleri yükseldi. Erdoğan konuşmasında, "Son günlerde yakılan araç sayısı 39'u buldu. Bu araçların sahiplerinin ne günahı var? Bunları yakanları, bir vatandaş olarak bağışlamak hakkımız olabilir mi" diye sordu. Milletvekilleri “asalım” diye bağırdı. Türban mağduriyetiyle iktidara gelmiş Türk-İslam sentezinin milletvekili seçilmiş tosuncuklarının araba lastiği bıçaklayan bir Kürt gencine uygun gördüğü ceza biçimi bu: “Asalım!” Yasaklıyorlar, köy boşaltıyorlar, çıldırtıp dağ ve sokaklara salıyorlar, bombalıyorlar, ele geçirdiklerini öldürüyorlar, bu zülüm kasırgasına araba yakmakla karşılık veren Kürt gencine cezayı peşin kesiyorlar: “Asalım!” Asın! Kürt gençleri, Türk ırk sistemi altında Kürt olarak yaşamanın karşılığının sürekli asılmak, bombalanmak ve bir biçimde öldürülmek olduğunu bilerek yaşayacaklar... Ama Kürt gençlerinin bir şeyi daha iyi bilmesi gerekiyor: Kürt kimlik ve onur sorununun çözümüne bugünden bir katkıda bulunmazlarsa yarın kendi çocukları dağlara çıkacak... Kürt yurdu; Türk, Fars ve Arap ırkçılığının milliyetçi streslerini attığı bir alan olmaktan çıkarılmalı. Kürt hayatı yaşanmaya değmez bir tekrar olarak kalacaksa Kürtler değişik mücadele yollarıyla tepkilerini mutlaka dile getireceklerdir. Adalet, özgürlük ve huzur sadece Türklerin hakkı değil... Hasan Bildirici bildiricihasan@hotmail.com

26-Dec-07 [17:42] PNA-Tarık Namık/Selahaddin: Selahaddin kasabasında gerçekleşmekte olan PDK ile YNK toplantısı sürüyor…konu ile ilgili gazetecilerin sorularını yanıtlayan YNK politburo üyesi Mela Bahtiyar ,toplantıda başta Kürdistan olmak üzere bölgedeki son gelişmeleri ilgilendiren bir çok önemli konunun masaya yatırıldığını belirterek toplantıya katılan ABD ‘nin Irak Büyükelçisi Ryan Corece ‘den operasyonların son bulması için Türkiye ile temasa geçmesinin istenildiğini söyledi. Toplantının sona ermesinin ardından geniş bir basın toplantısının gerçekleştirileceğini hatırlatan Bahtiyar , toplantıda özellikle Türkiye’nin Kürdistan bölgesine yönelik operasyonların yanısıra Irak anayasında yer alan 140.maddenin tartışıldığını söyledi. Bir gazetecinin, Irak ile İran arasında imzalanan Cezair Anlaşmasi ile ilgili soru üzerine Bahtiyar , sözkonusu anlaşmanın 1975 tarihinde Kürdistan halkına karşı imzalandığını hatırlatarak ‘’ böylesi anlaşmanın yeniden uygulamaya konulmasının tarafımızca kabul edilemez birşey’’dedi.

'Sadece Kalatuka köyünde 250 baş hayvan telef oldu, köy camisi ve hastane imha oldu'

Erdoğan ile Büyükanıt yalan söylüyor PKK'nin Kürt sorununun demokratik çözümü için 1 Aralık'ta yayınladığı deklarasyona rağmen, bir kez daha Kürtlerin inkarı ve imhası üzerine şekillenen gerçek yüzünü ortaya koyan Türkiye, sınırötesi saldırılarını sürdürüyor. Ancak uçak ve teknolojik destekle gerçekleştirilen saldırılarda Türkiye tam anlamıyla fiyasko üstüne fiyasko yaşıyor. 1980-2001 yılları arasında gerçekleştirdiği 24 sınırötesi operasyonda başarısızlık yaşamasına rağmen, öyle bir tarih yokmuş gibi davranmaya devam eden Türkiye hükümeti ve ordusu, sanki yeni bir yol ve yöntem deniyorlarmış gibi sınırötesi operasyonlarını ballandıra ballandıra kamuoyuna sunmayı sürdürüyorlar. Saldırılarda PKK'ye hiçbir darbe vurulmamasına rağmen, ısrarla ağır darbeler indirdiklerini ileri süren Türk devlet yetkilileri, bu iddialarını güçlendirecek hiçbir kanıt ve veri sunamıyorlar. Vurulan köyleri PKK kampı, köy enkazları üzerindeki sivil halkı ise PKK'li diye göstermeye devam eden Genelkurmay ve hükümet yetkilileri ile özel savaş aracı rolüne soyunan medya, gerçekleri gizlemeye devam ediyor. Okulları ve camilleri hedef aldılar Genelkurmay Başkanlığı ile Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamalarda hiçbir sivil yerleşim yerlerinin hedef alınmadığı, sadece PKK kamplarının bombalandığı iddia edildi, sivillerin vurulduğunu açıklayanlar ise 'terörist' ilan edildi. Ancak fotoğraflar ve belgeler Türk devletinin yalanını ortaya koyduğu gibi Güney Kürdistan yetkilileri de bu yalanları gözler önüne seriyor. Güney Kürdistan'ın Süleymani'ye kentine bağlı Pişder ilçesi kaymakamına göre, saldırı dolayısıyla yaklaşık 400 aile göç etmek zorunda kaldı. Kaymakam onlarca köyün boşaltıldığını ve 20 okulun kapatıldığını bildirdi. Kaymakam Hasan Abdullah, yerinden yurdundan göçertilen insanların hayvanlarını, evlerini ve bahçelerini bırakarak Ranya, Sengeser, Keladize, Soran ve diğer ilçelere yerleştiğini söyledi. Bir heyetin bombalanan alanlarda inceleme yaptığına dikkat çeken Abdullah, buralarda hiçbir yabancı güce rastlamadıklarını vurguladı. Pişder Kaymakamı can kaybı yanı sıra ağır maddi zarar yaşandığını da belirterek, 'Sadece Kalatuka köyünde 250 baş hayvan telef oldu, köy camisi ve hastane imha oldu' dedi. Barzani: Çok sayıda sivil öldürüldü Türk devletinin ileri sürdüğü iddialar Güney Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani tarafından da yalanlandı. Barzani 24 Aralık'ta Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ve Talabani'nin Yardımcısı Tarık Haşimi ile birlikte basın toplantısı düzenledi. Üç lider de Türkiye'nin saldırılarını kınadıklarını açıkladı. Barzani, bombalanan yerlerde incelemelerde bulunduğunu ve 'Bombardımanda çok vatandaşımız öldü' dedi.

Bizler, Kürtlükle ilgili fikirlerimizden dolayı yargılandık...

Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti Konferansı için 1 yıl 3 ay ceza Değerli Basın Mensupları, Uluslararası İnsan Hakları Örgütleri, Siyasi Parti ve Sivil Toplum Örgütleri Sorumluları, Diyarbakır Kürd Derneği’nin (KURD-KOM), 03. 04. 2005’te gerçekleştirdiği Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti Konferansı’nda, birçok Kürt aydını, siyasetçisi ve sivil toplum örgütü temsilcisi konuşma yapmasına rağmen, savcının konferans hakkında yürüttüğü soruşturma sonucunda bizler (İbrahim GÜÇLÜ, Halis Nezan, Şeyhmus Aykol) hakkında dava açıldı. Davanın ilk duruşması, 1. 2. 2006 Tarihinde yapıldı. Mahkeme, iki yıllık yargılama sonucunda, 24. 12. 2007 tarihli son duruşmasında Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti Konferansı hakkındaki yargılamaya son verdi. Bizleri, 1 yıl 3 ay cezaya çarptırdı. Mahkeme, Şeyhmus Aykol cezasını erteledi, fakat hakkında 3 yıl denetim kararı verdi. Mahkeme, İbrahim GÜÇLÜ ve Halis Nezan hakkında hapis cezası ile birlikte, kamu haklarından; seçme ve seçilme hakkından, velayet hakkından, vakıfların, derneklerin, sendikaların, partilerin ve siyasi partilerin kuruculuk ve yöneticilik hakkından da mahrum etti. Bizim yargılanmamız, hukuki bir yargılama değil, siyasi bir yargılanmadır. Bu nedenle, yargılama boyunca, adım başı, saniye ve dakika başı hukuksuzluklar yapıldı. Bizim yargılanmamız, tecrübelere dayalı olarak Sıkıyönetim mahkemeleri ve DGM’lerdeki yargılanmalarla mukayese edildiği zaman, diyebiliriz ki daha büyük hukuksuzluklar yapıldı. Bizler ve avukatlarımız yargılama boyunca da, bu hukuksuzlukları dile getirdik ve bu görüşlerimizin tutanaklara geçmesini istedik. Ne yazık ki, mahkemenin hukuk dışılığı son duruşmada da devam etti. İbrahim GÜÇLÜ, mahkemede, savunmalarını Kürtçe yapma talebinde bulunmuştu. Mahkeme, ilk duruşmada Kürtçe tercüman için karar verdi ve daha sonraki bir duruşmada bilinmeyen bir nedenden dolayı bu karardan vazgeçti, ama Kürtçe yazılı savunma sunabileceği karar altına aldı. Bu karar gereği, Kürtçe yazılı savunma sunuldu. Yazılı savunmanın tercümesi, ehli olmayan, bize ismi de açıklanmayan bir kişi tarafından yapılmasına rağmen, tecrübe edilen metni inceleme hakkı ve yanlışlarını düzeltme hakkı da bize ve avukatımıza tanınmadı. Avukatımız Sabahattin KORKMAZ’ın ısrarına rağmen, mahkeme dediğini yapmakta ısrarlı oldu. Bizler de, başından beri hukuk dışı devam etmekte olan davanın, bu aşamasında hukuka uygun davranmasının bir şey ifade etmeyeceğini ve sonucu değiştirmeyeceğini belirttik. Bizler, Kürtlükle ilgili fikirlerimizden dolayı yargılandık. Savcı, düşünce ve kendini ifade etme özgürlüğüne, demokratik ilkelere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Kopenhag Kriterlerine karşı “fikir suçu” yarattı ve mahkeme de bunu ceza ile onaylandı. Bu durumun yüz karası olduğu ortada. Mahkeme kararı, tarafımızdan, Yargıtay’a ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürülecektir. Bizler, AİHM’nin Türkiye ile ilgili kararlarını göz önüne aldığımız zaman, bu davanın da Türkiye’nin cezalandırılmasına yol açacağını biliyoruz. İbrahim GÜÇLÜ Halis Nezan Şeyhmus Aykol

Gerilla Kazanlardan 1 ton TNT elde etti ANF-BEHDİNAN (25.12.2007)-Türk ordusunun Kandil’e yağdırdığı 100 ton bombadan gerilla şu ana kadar en az 1 ton TNT elde etti. Bu arada Amerikan keşif uçuşlarının bölgede sürdüğü öğrenildi. Türk savaş uçakları 16 Aralık günü 50 savaş uçağı ile Kandil bölgesine saldırıda bulundu ve 100 ton bomba yağdırdı. 22 Aralık günü de yine düzenlenen hava saldırısında özellikle Zap alanı aralıksız bombalandı. Alınan bilgilere göre F16 savaş uçaklarından atılan füzelerin yanı sıra çok sayıda kazan bombası Kandil’e atıldı. Bu bombalar 2 sivilin ölümüne ve 15 köyün yıkılmasına yol açmıştı. ZAP VE AVAŞİN’DEKİ KAZANLARDAN TNT ÇIKARILDI HPG kaynaklarından alınan bilgilere göre gerilla güçler patlamamış kazan bombalarından çok miktarda TNT elde etti. Avaşin bölgesinde patlamamış 500 kilogramlık bomba ile aynı ağırlıkta Zap’ta bulunan bombadan gerillanın 1 ton TNT çıkarmayı başardığı öğrenildi. HPG’lilerden Rubar Andok da bir değerlendirme yazısında Türk devletinin operasyonlarının fiyasko ile sonuçlandığının altını çizerek, “Taşları un eden, kazanların dışında, patlamamış birçok kazanda, gerillanın bir kaç yıllık TNT ihtiyacını karşılayacak kadar var” ifadelerini kullanmıştı. GARE’DE KEŞİF UÇUŞLARI Öte yandan ABD’nin bölgedeki keşif uçuşlarının sürdüğü bildirildi. HPG kaynakları, son olarak uçuşların Gare alanında yapıldığına dikkat çekti. Daha önceki Türk saldırılarının keşif uçuşlarından sonra yapıldığı göz önüne alındığında Gare alanına yönelik de bir saldırı ihtimali bulunuyor. İlk olarak 16 Aralık’ta yapılan kapsamlı hava saldırısından sonra 18 Aralık günü karadan bir operasyon yapıldı, 22 Ekim günü de yine havadan bir operasyon düzenlendi. Ayrıca peşmerge kaynaklarına göre 23 Aralık öğleden sonra Türk savaş uçakları Güney Kürdistan topraklarını bir kez daha vurdu. Bu durumda 16 Aralık’tan bu yana toplam dört sınırötesi saldırı gerçekleşmiş oldu. KEŞİF UÇAKLARI DOÇKA MENZİLİ DIŞINDA UÇUYOR Hava saldırılarından sonra genellikle aynı bölge bu kez katyuşa ve obüslerle bombalanıyor. Keşif uçuşlarının ise çok yüksekten yapıldığı edinilen bilgiler arasında. Keşif uçuşları Doçkaların menzili dışında yapılıyor. Operasyonların tümü HPG’ye göre fiyasko ile sonuçlandı. HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal, bu operasyonları “sanal zaferler” olarak değerlendirdi. HPG sitesinde Bahoz Erdal’la yapılan bir röportajda Türk hava saldırıları değerlendirildi. “Bir taraftan bu saldırı iyi oldu” diyen Erdal, Bu bahane de artık ellerinden çıktı. Sanki ABD ellerini serbest bıraksa, gelecekler hepimizi yutup kalanları da götürecekler. İşte geldin, ne yaptın? Fiyasko.” dedi. “FAKİR” BÜYÜKANIT Bunların beyhude çabalar olduğunu söyleyen Erdal, Türk Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt için de “fakir” ifadesini kullandı. Saldırıların ABD’nin desteğiyle gerçekleştiğinin altını çizen Erdal şöyle konuştu: “ABD, Türkiye’ye yeni yardım etmemektedir. Yaşar Büyükanıt, ‘en mutlu günüm, rahat uyuyabildim’ diyor. Bu senin zayıflığındır, fakir. Bu, ne kadar zayıf olduğunu, biçare olduğunu gösterir. ABD, istihbarat verdi, yolunu açtı, sen ne yaptın? Saldırdın da ne oldu? Eline ne geçti? ABD, sana yeni yardım etmiyor ki, 24 yıldır sana yardım ediyor.” ‘KÜRDİSTAN COĞRAFYASINDA UYDULARLA HAKİMİYET OLMAZ’ Erdal, Kürdistan coğrafyasında uydularla hakimiyet sağlanamayacağını vurgulayarak şöyle konuştu: “Bu son saldırı gibi hayali zaferlerle, kandırmak istemektedir. Yoksa ABD, daha size ne yapacaktır. ABD’nin keşif uçakları, uyduları, Irak ovalarındaki sorunları halletti mi ki, Afganistan’da her gün verdiği kayıpları engelleyebildi mi ki, sana istihbarat vererek sen PKK gerillasını yok edeceksin. Şunu da diyelim, Kürdistan coğrafyasına, ülkemizin dağlarına hiçbir uydu hakimiyet sağlayamaz. Bu yüzden ne kadar keşfederlerse etsinler, ki şehir ve köylerimiz yoktur ki, keşfetsinler. Biz gerillayız, bir yılan gibi, ne yeri ne evi vardır. Kürdistan dağları sarptır ve ne kadar keşif uçakları ve uyduları da olsa, gerilla hareketi üzerinde hakimiyet kuramazlar. Bu yüzden biz diyoruz ki, bu yaratılan büyük boş umutlar, ya da bu hayali zaferler, zayıflık psikolojisini, yenilgi psikolojisini geçirmek istemelerinin dışında bir şey değildir.”

`ERDOĞAN VE BÜYÜKANIT YARGILANSIN'

`Kürtlere soykırım uygulanıyor, BM aracı olsun' Vatan-KARS eski DEP Milletvekili DTP'li Mahmut Alınak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterliği'ne şikayet etti. Dilekçesinde Kürtlere soykırım uygulandığını iddia eden Alınak, "Dünya barışından başka hiçbir isteği olmayan bu halk, en ufak bir hak ileri sürdüğünde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde soykırım uygulanarak yok edilmektedir. Asimilasyon tüm acımasızlığıyla sürüyor. Birleşmiş Milletler'in bu trajediye müdahale etmesi için acaba bir iç savaşın çıkması mı gerekiyor" dedi. Kars Halk Meclisi Sözcüsü sıfatıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı, BM Genel Sekreterliği'ne şikayet eden Kars DTP eski il başkanlarından Mahmut Alınak, İngilizce hazırladığı iki sayfalık dilekçesinde sert eleştirilerde bulundu. Binlerce yıllık tarihlerinde Kürtlerin sürekli zulme uğradığını öne süren Alınak, bugün de Türkiye'de dil ve etnik kimliklerinin yok sayıldığını ileri sürdü. `İÇ SAVAŞ ÇIKMASI MI BEKLENİYOR' Bugün de Kürt dramının, uygar olduklarını söyleyen devletlerin onayı ile sürdürüldüğünü savunan Mahmut Alınak dilekçesinde şu iddialara yer verdi: "Ama ne gariptir ki, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşlar bu insanlık dramına seyirci kalmaktadırlar. Çünkü tüm bu kuruluşlar bu Kürt dramının mimarı olan devletlerin ağır baskısı altındadırlar. Dünya artık savaş ve barbarlık çağına son vermelidir. Mutlu bir dünya için bu şarttır. Yeni bir çağa, Özgürlükler ve Sevgi Çağı'na adım atmalıyız. Dünya insanlığının bu çağa geçebilmesi için, yeryüzünden her türlü esaretin sökülüp atılması gerekmektedir. Bugün sürmekte olan Kürt trajedisi dünyada eşine hiç rastlanmayan bir esarettir. Yukarıda da belirtildiği gibi eski çağlarda bile her halkın dili ve etnik adı vardı. Ama modern olduğu söylenen bu çağda Kürtlerin dilleri ve etnik kimlikleri yok sayılmaktadır. Dünya barışından başka hiçbir isteği olmayan bu halk en ufak bir hak ileri sürdüğünde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde soykırım uygulanarak yok edilmektedir. Asimilasyon tüm acımasızlığıyla sürüyor. Bu soykırım ve asimilasyon suçunu ise şimdi iktidarda olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt birlikte işlemektedirler. Birleşmiş Milletler' in bu trajediye müdahale etmesi için acaba bir iç savaşın çıkması mı gerekiyor?" Kürt halkının böyle bir savaşın tarafı olmak istemediğini vurgulayan Alınak, "Çünkü kendisini ezenlerin kardeş Türk halkını ve öteki azınlıkları da ezdiklerini biliyor ve görüyor. Kürt halkının Türk halkı ile hiçbir sorunu yoktur, olamaz da. Kürtlere bu acıyı yaşatanlar devlet yönetimini elde tutan güçlerdir. Sonuç olarak Kürt milleti kabul edilemez bir zulüm altında yaşamaktadır. Uluslararası kuruluşların bu zulme seyirci olmaları çağımız için kara bir lekedir." dedi. `ERDOĞAN VE BÜYÜKANIT YARGILANSIN' Alınak, şikayet dilekçesini cezaya çarptırılacağını göze alarak BM'ye gönderdiğini belirterek, BM'den şu iki talepte bulundu: 1- Soykırım suçunu birlikte işleyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın Birleşmiş Milletlerce oluşturulacak uluslararası bir mahkemede yargılanıp cezalandırılmalarını; 2- Kürtlerin gasp edilen ulusal ve insani haklarının iade edilmesi için aracılık yapmanızı talep ederiz." DİL YASAĞINDAN ŞİKAYET Kürtçe üzerindeki yasağın da devam ettiğini savunan Alınak, iddialarını şöyle sürdürdü: "Sömürge bile olsalar tarihte hiçbir halkın dili ve kimliği yasaklanmamıştır. Bugün de yeryüzünde adı yasaklı olan tek bir millet, tek bir ülke yoktur. Ama Kürt milleti ve onun ülkesi Kürdistan'ın adı yasaklıdır. Bu akıl almaz yasak, Lozan Antlaşması'nı yapan devletlerin dünya insanlığına bıraktıkları bir utanç belgesidir. Türk devlet makamlarına tek bir harfle bile olsa Kürtçe bir yazı gönderilemez, suçtur. W, Q, X gibi harflerin olduğu Türkçe bir yazı bile suç olarak kabul edilmektedir. Kars, Diyarbakır, Ankara ve daha başka pek çok il ve ilçelerde yüzlerce ceza davası açılmıştır. Bunun gibi tamamen insani bir talep olan kimlik talebini ileri süren herkes Türkiye'de ya öldürülmekte, ya da hapislere atılmaktadır."

NOEL KUTLAMALARI

BAŞKAN BARZANİ’DEN HZ. İSA’NIN (as) DOĞUM GÜNÜ BAYRAMI VE YENİ YIL MESAJI... 25-Dec-07 [11:2] PNA- Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani Hz. İsa’nın doğum yıl dönümü ve yeni yılın gelişi münasebetiyle bir kutlama mesajı yayınladı. Mesajda şöyle denildi: ‘’Hz. İsa’nın doğum yıl dönümü bayramı münasebetiyle Kürdistan Bölgesi ve dünyadaki bütün Hristiyan kardeşlerin bayramını yürekten kutluyorum ve mutluluk dolu bir bayram geçirmelerini diliyorum. Bu kutlama münasebetiyle federal Irak’ta kardeşlik duyguları ve dini hoşgörünün içinde olduğu beraber bir yaşamı vurguluyorum ve yine Kürdistan halkı arasındaki yaşanan beraberlikten kıvanç duyduğumu vurguluyorum. Hristiyan kardeşler, bu halkın önemli bir parçasıdırlar ve özgürlükleri sayesinde Kürdistan’ın yeniden inşasında yer alıyorlar.’’ Mesut Barzani Federal Kürdistan Bölge Başkanı 24/25.12.2007 TALABANİ’DEN HZ. İSA’NIN (as) DOĞUM GÜNÜ BAYRAMI VE YENİ YIL MESAJI... 25-Dec-07 [12:9] PNA-Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, yayınladığı bir mesajla dünya ve Irak Hristiyanlarının Hz. İsa’nın doğum günü bayramını ve yeni yılını kutladı. Mesajda şöyle denildi: ‘’Hz. İsa’nın doğum günü bayramı ve yeni yıl münasebetiyle dünya ve Irak Hristiyanlarının bayramını en güzel şekilde kutlamayla bahtiyarım. Yüce Allah’tan hepsine hayr ve bereket yağmasını temenni ediyorum. Hristiyanlar Irak’taki asıl vatandaşlarındandır. Onlar demokrat, federal ve birliği olan bir Irak’ın oluşturulması ve ülkede istikrarın yerleşmesi sürecine katıldılar. Yurttaki halkların ortak çalışması ülkede ülerlemenin garantisini ve Irak’taki halkların hayır ve bereketini arttırır. Bir defa daha bayramınız kutlu olsun nice mutlu yıllara’’ Celal Talabani Irak Devlet Başkanı

HOLLANDA HÜKÜMETİNDEN KÜRDİSTAN BÖLGESİ’NDE KONSOLOSLUK AÇMA KARARI...

25-Dec-07 [12:44] PNA-Hollanda Dışişleri Bakanlığı, ‘Hollanda Ticaret Teşvik Konseyi'nin düzenlediği toplantıya katılan işadamlarının, Federal Kürdistan Bölgesi (FKB)’nde yatırıma yoğun ilgi göstermesi nedeniyle', Kürdistan Bölgesi’nde konsolosluk açılması yönünde karar aldı. Ülkenin önde gelen ekonomi gazetelerinden Financieele Dagblad'ta yer alan habere göre, Hollanda Ticaret Teşvik Konseyi'nin Irak ile ilişkileri geliştirmek için düzenlediği konferansa katılan 40 firmanın, özellikle bölgeye yatırıma sıcak bakmaları nedeniyle, hükümetin Kürdistan Bölgesi’ne konsolosluk açılması yönünde girişimler başlattı. Hollanda Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, hükümetinin FKB’de konsolosluk açmak istediği yönündeki haberleri doğruladı. Sözcü, bölgede kurulması plananan konsolosluğun, Hollanda- Kürt bölgesi ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde faaliyet yürüteceğini ekledi. Konsolosluğun hangi şehirde açılacağı konusunda hükümet yetkililerinin henüz kesin karar almadığı belirtildi. Hollanda Ekonomi Bakanlığı da Kürdistan Bölgesi’ndeki ekonomik faaliyetleri desteklemek için 3 milyon Euro ayırdı. Konsolosluğun faaliyete başlaması ardından kullanılabilecek olan bu paranın, Irak'ın Tesisi Fonu'ndan sağlanacağı belirtildi. Kürdistan Bölgesi’nde tarım, kimya endistrüsü, eğitim, sağlık, yiyecek gibi sektörlerde yatırım yapmayı planlayan Hollandalı işadamları, bölgede acilen hastane, köprü, baraj, yol ve üniversitelerin yapımına başlanması gerektiğini düşünüyor. Irak petrolünün Türkiye'ye gönderildiğini ve burada rafine edildikten sonra tekrar Irak'a gönderildiğini söyleyen Hollandalı yetkililer, ‘’FKB’de bir petrol rafinerisi kurmak istediklerini’’ belirtti.

Siyasal İslam ve Kürtler

II. Abdülhamit'ten AKP'ye  Siyasal İslam ve Kürdler Son yıllarda çok tartışılan ve Kemalistlerce rejime tehdit olarak yorumlanan 'Siyasal İslam'ın Türkiye geçmişi uzun yıllara dayanır. AKP'nin kimi Kürt önde gelenlerinin katkılarıyla gerçekleştirmeye çalıştığı 'Ilımlı İslam' projesi bugünlerde pratik kimi sonuçlar doğursa da mevcut gelişmeleri bugünle sınırlamak yaşananları sağlıklı değerlendirmemenin de yolunu açar. Çünkü Osmanlı'dan bu yana farklı olanı sisteme bağlamanın başat yollarından biri olan İslam, uzun yüzyıllardır devlet iktidarlarının öncelikli etkileyeni durumunda. Bugün Türkiye rejiminde yaşanan 'Ilımlı İslam' dönüşümü de belirgin bir tarihi zemine ve arka plana sahip. Geçmişten bu yanı ne zaman iktidar organlarında İslami bir dönüşüm söz konusu olsa orada Kürtlerin varlığına rastlanması da benzer biçimde akıllara 'İslam ve Kürtler' sorusunu getirmektedir. Özellikle 'İslam ve Kürtler' ilişkisinin belirgin biçimde kullanıldığı II. Abdulhamit'ten bu yana yaşananlar birbirinin devamı gibi. Dönüm noktası: Nakşî/Halidiye doğuyor Zerdüşt inancına sahip Kürtler ve Farsların İslam inancına uzun kanlı yıllardan sonra, onlarca ayaklanmanın ardından tabi olduğu biliniyor. Ayaklanmaların ardından kabul edilen İslam süreci ise Kürtler için Müslümanlıklarının beğenilmediği yıllar olur. Netice itibariyle zaman içerisinde Müslüman olan Kürtlerin büyük çoğunluğu Sünniliğin Şafii mezhebine girer. Bu yönüyle çoğunlukla Hanefi mezhebinden olan Türk ve Araplardan ayrışırlar. Az bir kesim Kürt ise Şiilik mezhebini seçer. Zerdüştlük ise yoğun baskılar sonucu farklı görünümler altında (æzdilîk, Kızılbaşlık, Alevilik ve diğer Batini diye adlandırılan inançlar) ve yoğun baskıdan dolayı içe kapalı ve gizlilik koşullarında kendisini sürdürür. Arap ordularının 7. ve Türklerin 11. yüzyılda Bölge'ye girişleri, Kürtlerin bugüne dek süren 'kader'lerinin temel taşlarını döşer. İslamiyet'ten sonra Kürt orijinli Mervani (985-1085) ve Selahaddin Eyyübi önderliğindeki Eyyübi devletleri (1174-1524) dışında Kürtler, daha çok devlet ve imparatorluk çatıları altında mirlik ve beylikler halinde kalır. Mirlikler siyasi erkin yanı sıra dini, kültürel, ekonomik ve askeri tüm yapı, unsur ve kişilikleri de bünyesine alır. Bu durum, çoğunlukla Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Kürt mirlikleri açısından 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürdü. Bu yüzyılda Osmanlı devleti iyice zayıflayıp daha fazla asker ve vergiye ihtiyaç duyunca yönünü, elinde kalan temel 'rezerv' alanlarından özerk durumdaki ve varlıklı sayılabilecek Bölge'ye ve buradaki mirliklere döndü. Onlardan daha fazla asker ve vergi talep etmenin yanı sıra özerklik ve yetki durumlarını da sınırlandırma faaliyetine girişti. Bu durum doğal olarak direniş ve ayaklanmalarla karşılık buldu. Ancak yaşanan savaşlardan Kürt mirleri yenilgiyle çıktılar. Bundan sonra Bölge'de siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve dini alanda önemli değişim ve dönüşüm süreçlerinin başladığına tanıklık edildi. Siyasi otorite olan mirlikler zayıflayıp geri plana düşünce gizil güç ve derinden iktidar hevesinde olan dini alimler hemen önplana çıktılar. Bölge'deki bu dönüşüm tarikat yapılanmasını da değiştirdi. Adını kurucusu Abdülkadir Geylani'den (1077-1166) alan ve önceleri mirliklerin koruyuculuğu altındaki Kadirilik geri plana düştü, Nakşibendilik ise hızla hakim duruma geldi. Bu tarikatın Bölge'de yaygınlaşması 1300'lü yıllara tekabül eder. Sonradan Nakşi tarikatına geçen Şemdinan'ın ünlü Nehri şeyhleri Geylani'nin soyundan geldiğini ileri sürerler. Öte taraftan Kürtler arasında nam salmış ünlü evliyalardan Veysel Karani, klasik dönem şairlerinden Melayê Cizîrî ile Güney Kürdistan'daki Talabani ve Berzenci aileleri Kadiri tarikatına mensupturlar. Nakşibendi tarikatı ise Orta Asya'nın merkezi şehirlerinden Buhara'da Bahaeddin Nakşibend (1318- 1389) tarafından kurulur. Bu tarikatın Halidiye kolu 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Diyaeddin Xalid El Bağdadi adlı bir Kürt tarafından oluşturulmuştur. Caf Aşireti'nden olan ve Mevlana Xalid olarak da bilinen bu kişi, 1778'de Süleymaniye merkezli Baban beyliğine bağlı Karadağ'da doğdu. Kadirilik tarikatına girdi ve dönemin önde gelen hocalarından dersler aldı. 1808'de Hindistan'a gitti. Burada gerek Nakşibendi tarikatını, gerekse bölgenin diğer inanç ve dinlerini daha iyi tanıdı. 1811 yılında Kürdistan'a dönüşünde hızla Nakşiliğin örgütlemesine başladı. Birçok yeri dolaştıktan sonra o dönemin stratejik merkezlerinden Şam'da açtığı medrese ile halifelerini eğitmeye başladı. Irak, Suriye, Mısır ve Kürtlerin yaşadığı coğrafyada etkili oldu. Bu süreçte Nakşibendi tarikatının kendi adını alan Halidiye kolu iyice şekillenmeye başladı ve günümüze dek sürecek bir dalga halini aldı. Elbette bu başarı ve yayılım dönemin siyasi denge ve hesaplarıyla birebir ilintilidir. Nakşilik ve Kadirilik arasındaki farklar Nakşibendilik tasavvuf kurallarını esas alan ama kendine özgü yanları da olan bir tarikattır. Temel yaklaşımı 'her insan mutlaka bir mürşide bağlanmalıdır' biçimindedir. Bu mürşid ise tarikat şeyhidir. Bu öylesine temel ve zorunlu hale getirilmiştir ki, tarikatta 'Şeyhi olmayanın kılavuzu şeytandır' denilmiştir. Şeyhe bağlanmanın pratik tedbirleri de geliştirilmiştir. 'Rabıta' denen yoğunlaşma ve konsantrasyon seanslarıyla müritler, şeyhlerine yakınlaşmaya çalışırlar. Sözü edilen iki tarikat arasında önemli farklar vardır. Kadirilikte sadece 'tekke' denen tarikat mekanları vardır. Müritler genelde okumamış, gezgin ve geçimlerini halktan sağlayan dervişlerden oluşur. Tarikat daha çok şehirlerde siyasi otoritenin gölgesinde kalmıştır. Nakşibendilik ise tam tersine aristokrat ve varlıklı ailelere dayandı. Tekke ve medreseleri birleştirerek öz kaynaklarını yarattı ve nispeten bağımsız bir duruş sahibi oldu. Dervişvari duruşun yerini seçkin mürit ve halife duruşu aldı. Kadiriler sadece din işleriyle meşgul olurken Nakşiler dinin yanında siyasi bir otorite de oldular. Özellikle 19. yüzyılda Bölge'de kurumsal otoriteleri yıkılan mir ve beylerden boşalan yeri manevi otoritelerine dayanarak dolduran Nakşi/Halidi şeyhler, dini-manevi fonksiyonlarının yanında aşiretler arası anlaşmazlık ve çatışmaları çözmek, sosyal ve ekonomik yaşamı düzenlemek ve egemen devletlerle olan ilişkiler gibi önceki süreçte mirlerin gördüğü fonksiyonları da üstlendiler. Dolayısıyla şeyhler dinsel bir kişilikten daha çok politik-askeri kişilikler olarak sivrilmeye başladılar. 1820'lerden itibaren Halidiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbi İstanbul'da da hızla gelişme kaydeder. Zamanın devlet adamları bundan endişeye düşer ve bir gece tarikatın tüm taraftarlarını toplatarak Sivas ve Bağdat'a sürgüne gönderirler. Fakat bir gün Bağdat'tan gelen bir rapor Osmanlı - Halidiye çatışmasının rotasını değiştirir. Daha doğrusu sıkı bir ittifakın önünü açar. Bağdat Valisi Said Paşa, kendinden önceki vali Mahmut Paşa tarafından tarikata ilişkin hazırlanan raporu İstanbul'daki saraya ulaştırmıştır. Raporda Osmanlı'yı tehdit etmeye başlayan Arabistan çıkışlı Vehhabi Hareketi'ne karşı Nakşi /Halidiye tarikatının kullanılması önerilmektedir Bu öneri, zor durumda olan Osmanlı yönetimine bir ilaç gibi gelmiştir. Bundan sonra tarikata her türlü destek sunulmuştur. Bunun sonucu olarak da Vehhabilik yaklaşık 50 yıl Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinde gelişme sağlayamamış ve on yıllarca sürecek bir Nakşi-Vehhabi çatışması ortaya çıkmıştır. Bu çatışma günümüzde de sürmektedir. Abdülhamit'in Kürt politikasının ilham kaynağı Nakşi tarikatını en etkili ve çok amaçlı kullanan kişi ise Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'tir. Abdülhamit bu tarikatı tam bir silah gibi hem gelişen özgürlükçü Kürt hareketlerine karşı, hem de Osmanlı'yı tehdit eden iç ve dış etkenlere karşı kullanmıştır. 1876 yılında tahta geldikten hemen sonra Kürt milislerden oluşturduğu ve kendi adını verdiği 'Hamidiye Alayları'nın temel ideolojik zemini Nakşibendiliktir (tarihçiler Hamidiye Alayları'nın ünlü ve acımasız Kürt paşalarının, Nakşi şeyhlerinden çok korktuklarını ve onlara biat ettiklerini aktarmaktadırlar. Örneğin Şeyh Ziyaeddin'in müritleri arasında Hamidiye Alayları'nın Kürt paşaları da mevcuttur). Nakşi ideolojisiyle birer katile dönüştürülen bu milisler hem gelişen Kürt ayaklanmalarına, hem de ayaklanan Süryani ve Ermenilere saldırtılmıştır. Bu milis ordusu Rus savaşlarında da kullanılmıştır. Abdülhamit'in Kürt politikası son derece vurucudur. Devşirme, içe çekme, içselleştirme, eritme ve din politikasıyla özünden uzaklaştırma gibi tüm yöntemleri uygulayan bu padişah, kendisinden sonraki birçok Türk devlet adamına da ilham kaynağı olmuştur. (Abdülhamit, Nakşi şeyhi Ubeydullah'ı -ki ilk milliyetçi Kürt ayaklanmasının önderidir - İran'a yönlendirmiştir. Kendisine yöneldiğinde ise tutuklayıp sürgüne göndermiş, sonradan torunu Seyit Abdülkadir'e ise Ayan Meclisi üyeliği vermiştir.) Öyle ki uyguladığı politikalarla gerçekten de içselleştirdiği ve devşirdiği Kürtlerden tam bir gönüllü köle alayları oluşturmuş ve aynı alaylar ona 'Bavê Kurdan (Kürtlerin babası)' demiştir. Burada ilginç bir nokta da şudur: Arap Vehhabi Hareketi, İslamiyet'in tasavvufa alet edilmesine karşı çıkarak Arap ulusçuluğunun temelini attı. Oysa aynı dönemde Kürtler, Nakşilik ile uyuşturularak doğal toplum özellikleri ile uluslaşma çabalarından uzaklaştırıldılar. Bu dönemde direnen sadece Kürt dili olmuştur. Medreselerde varlığını sürdürse de Kürtlerin varlığının temeli olan Kürtçe'ye de Cumhuriyet döneminde yasak getirilmiştir. Bölge'de Nakşi haritası Bölge'de en üst hiyerarşide ise şu Nakşi aristokrat aileleri bulunmaktaydı: Arvasiler, Saadetê Nehriler, Norşinler, Şeyh Fethullah El Warkanisi, Zokaydlar, Hazneliler, Karaköylü Şeyh Mahmud, Taşkesenliler... Öte yandan Güney Kürdistan'da Barzaniler ilk kez Abdurrahman Barzani (Tacettin) ile Nakşi tarikatına geçerler. Bunlar icazetlerini Nehri şeyhlerinden alırlar. Bunun yanı sıra dini amaçların yanında ilk kez bağımsız Kürdistan hedefiyle ayaklanan Şeyh Ubeydullah ve 1925 yılında TC'ye karşı isyan başlatan Şeyh Sait de Nakşidirler. Günümüzün inkarcı Kürt düşmanı ANAP eski milletvekillerinden Kamran İnan'ın dedesi Seyyid Ali de (Arvasi aristokrasisinden Nakşibendi Sebgetullah'ın torunu) 1913 yılında Bitlis'te, İttihat ve Terakki yönetimine karşı Kürt ayaklanması başlatmıştır. 1880-1925 yılları arasında ortaya çıkan Kürt isyanlarından biri hariç (Kadiri olan Şeyh Mahmut Berzenci) diğerleri Nakşibendi tarikatı şeyhlerinin liderliğinde pratikleşmiştir. Madalyonun bir yüzü böyle olsa da öteki yüzünde işbirlikçilik vardır. Cizira Botan'da Şeyh Xalid Ciziri ünlü bir Nakşi şeyhidir. Mevlana Xalid'in ilk halifelerindendir. Öğrencilerinden Şeyh Seyda devlet işbirlikçisidir. æzidî ve Süryanilere saldırıları örgütleyip yağmacılık yaptırmıştır. Şeyh Ziyaeddin (1913 yılındaki Bitlis Kürt ayaklanmasına katılmadığı için devlete sadakatinden dolayı kendisine 5. rütbeden Mecidiye Nişanı verilmiştir), Şeyh Bahaeddin (Güney Kürdistan), Şeyh Celaleddin (Bayazıt), Şeyh Selahaddin (İsyanlara karşı Kemalistlerin yanında yer aldı, Demokrat Parti saflarında aktifti, oğulları Adalet Parti saflarında da yer aldı) ve Şeyh Muhammed Selim işbirlikçidirler. (1) Mistisizmin puslu havasında dolar farkı: Fethullah Gülen Fethullah Gülen ve cemaati kendisine fikir babası olarak Said-i Kurdi'yi seçti. Önceleri Said-i Kurdi olarak da bilinen Nursi, 1873 yılında Bitlis'in Hizan ilçesi Nurs köyünde doğmuştur. Said-i Nursi adı, Türk müritleri tarafından verilmiştir. Norşin Medresesinde okumuştur. 19. yüzyılın sonlarında Kürtçe gazetelerde yazı yazmış ve Sultan Abdülhamit'e Bölge'de bir İslam Üniversitesi kurulması konusunda dilekçe vermiştir. Bu dönemlerde İttihat ve Terakki liderliğiyle de ilişkilenmiştir. 31 Mart vakası denen 'dinci' ayaklanmaya katılmış, padişahın emriyle kurulan istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa kadrosunda yer almıştır. Said-i Nursi bu süreçten sonra ve özellikle 1920'li yıllarda Kürtlük davasına mesafeli durur ve Kemalistlerle ilişki kurar. Şeyh Sait ayaklanmasına katılmaz. Sonradan Kemalist yönetimle de arası açılır ve 25 yıl süren bir sürgün hayatı yaşar. 'Nur risaleleri' adıyla bilinen dini eserlerini de esas olarak bu sürgün hayatı boyunca yazar. Kore savaşına müritlerini gönderir ve 1957 yılında Demokrat Parti'yi destekler. Said-i Nursi'nin ardıllarından Fethullah Gülen 1942 Erzurum doğumludur. Aslen Bitlis / Ahlat doğumlu olduğu da belirtilir. Erzurum'da faşist 'Komünizmle Mücadele Derneği'ni kurmuştur. Daha sonra dinci faaliyetlerden ötürü zaman zaman yargılanmışsa da affedilmiştir. Özellikle 1980'lerden sonra şirket, dernek, vakıf, yurt, özel okul, dershane, gençlik kampları, dergi, tv, gazete vb araçlar yoluyla devletin tüm kurumlarında ve her kademesinde hızla örgütlenmiştir. Çalışma tarzı Masonlarınkine benzer ve istihbaridir. Görünürde dini bütün, masum ve namazında niyazında olan, camilerde verdiği vaazlarda yoğun bir mistik atmosfer ve duygu yoğunluğu oluşturabilen Fethullah Gülen gerçekliği, derinlerde bambaşkadır. Din ve ticareti 'harika' denebilecek bir tarzda sentezleyebilen, bunu aynı derecede örgütlenme ağlarına kavuşturabilen Gülen, zamanla Kemalist oligarşinin kabusu haline gelmiştir. Devletin tüm kurumlarında ve başta da ordu ve emniyet içerisinde örgütlüdür. Ordu her sene gerçekleştirdiği Yüksek Askeri Şura'larında onlarca Fethullahçı'yı ihraç etmektedir. Zaman Gazetesi, Aksiyon ve Sızıntı dergileri, İngilizce çıkan Today's Zaman, Samanyolu TV, Burç FM ve daha pek çok yayın organlarıyla medyayı çok etkili bir biçimde kullanmaktadır. 'Kimse Var mı Yardım Derneği' ve dini duyguların sömürüsü yoluyla yoksul kesimleri kendi cemaatine bağlamaktadır. Bu derneğin en son Latin Amerika'nın Peru ülkesinde, bu ülkenin cumhurbaşkanının da katıldığı bir etkinlikte, depremzedelere yardım ettiği düşünüldüğünde oluşturduğu ağın ne derece etkili ve kapsamlı olduğu görülür. 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı' aracılığıyla da aydın ve yazar kesimlerine uzanmaktadır. İŞHAD işverenler derneği ve Asya Finans, iş alanındaki örgütlülükleridir. Türkiye, Bölge ve dünyanın birçok yerinde yüzlerce özel okul, yurt ve dershane aracılığıyla örgütlenmiştir. Türkiye'de her sene yapılan 'Abant Toplantıları'nda, siyasi ve ideolojik durum değerlendirmeleri yapılmaktadır. Dünyada da düzenli yapılan Masonların Bilderberg toplantılarına bu cemaatten katılım gerçekleşmektedir. Fethullah Gülen ve cemaatinin bu faaliyetlerle bağlantılı olarak kullandığı ana kavramlar 'hoşgörü' ve 'dinler arası diyalog', aynı zamanda ilişkili olduğu Mason, Siyonist ve Evangelist çevrelerin geliştirdiği yeni küresel politikaların ya da 'Ilımlı İslam' projesinin ana kodları olmaktadır. Son süreçte TC içerisindeki çatlama ve çeteleşmelerde Fethullahçı kanat ile ordu güdümlü 'vatanseverler' ve 'kuvayi milliyeciler' tam bir meydan savaşına girişmişlerdir. Hemen hemen her gün karşılıklı olarak birbirlerinin çetelerini deşifre edip, ne anlama geldiği pek anlaşılmayan 'Türk adaletine' teslim etmektedirler. Bu savaş internet ortamında da son derece çarpıcıdır. Gülen cemaatinin Kürtlere ve değerlerine yaklaşımı inkarcı ve pervasızdır. Onlar sadece Kürt Özgürlük Hareketi'ni hedeflememektedirler. Bizzat Kürdün temel değerlerine saldırmaktadırlar. 'Din kardeşliği' kisvesine büründürülen bu saldırı özünde faşist ve yok edicidir. MHP bile 'Kürtçe konuşan vatandaşlarımız' ifadesiyle Kürt kimliğini tanırken bu cemaat cümle aralarına gizlediği niyetleriyle Kürt halkını inkar etmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi'ne saldırılar ise başta istihbari olmak üzere birçok cepheden yürütülmektedir. Bunu rant kavgası yaptıkları ordu ile yarış halinde yapmaktadırlar. Bu cemaatin söz konusu yayın organlarına bakıldığında bu saldırıların stratejik anlamda ve günlük olarak yürütüldüğü rahatlıkla görülebilir. Üstelik bu din ve ümmet kılıfına gizlenen derin bir ideolojik saldırı eşliğinde yapılmaktadır. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi'nin yaptığı Kürt halkını bunların onlarca yıldır kurduğu dini sömürü sistematik çarkından ve pençesinden kurtarmaktır. Dolayısıyla temel rezerv alanlarını kurutmaktır. Bu kadar saldırgan olmalarının nedeni bu yönüyle anlaşılırdır. Cemaatin başı Fethullah Gülen, ordunun yönelimleri nedeniyle şu sıralar ABD'de Siyonist ve Evangelist (Evangelizm, Hıristiyanlığın Protestan mezhebinin bir koludur. Bu mezhep için, 'Yahudiliğin Hıristiyanlık içindeki örgütlemesi nitelemesi' yapılır. Nakşilik için de 'Yahudiliğin İslamiyet içindeki örgütlemesi tanımlaması' yapılmaktadır. Evangelistler ABD'de Bush ve Cumhuriyetçilerin esas destekçi kitlesidir) dostlarının yanında bulunmaktadır. AKP'yi kumanda edenlerin de başında gelmektedir. ABD Ortadoğu'ya fiili müdahalenin yol haritasını çizmeye başladığı zaman Türkiye konusunda da önemli kararlar almıştı. Bu kararlardan biri de Türkiye'deki kendi aleyhine olan statükoya müdahaleydi. Süreç çok daha önceden düşünülmüşse de müdahale esas itibariyle 1998-1999 yıllarında başlatıldı. Bu yıllar aynı zamanda bilindiği üzere Kürt Özgürlük Hareketi'nin Önderliğine de müdahale yıllarıdır. Bunlar ve başka faaliyetler tek bir stratejinin farklı cephelerden yürütülen kolları olmaktadır. Türkiye'de yeni yapı ve örgütlülükler ihtiyacı duyan ABD öncelikle yeni bir imaj ve yeni söyleme sahip bir partiye ihtiyaç duyuyordu. Bu arada Refah Partisi'nin devamı olan Fazilet Partisi'nde 'gelenekçi-yenilikçi' tartışmaları başlamıştı. (Bu ayrım daha çok ABD patentliydi. Nitekim aynı parçalama taktiğini çatıştığı birçok güce karşı kullandığı görülmüştü). Alttan da 'yenilikçi' kanatla görüşmeler ve strateji çizmeye başladı. Bu arada 26 Ekim 1999'da Tayyip Erdoğan, danışmanı Cüneyd Zapsu (Kürt Teali Cemiyeti'nin kurucu üyesi ve Kürt Hêvî Cemiyeti'nin kurucusu, 'Kürdistan'da Kürt'ten başka hiçbir millet yoktur' diyen Kürt Abdurrahim Zapsu'nun torunu. Aynı zamanda TÜSİAD ve Türk Amerikan İş Konseyi gibi kuruluşların da üyesidir) aracılığıyla büyük sermayedarların derneği TÜSİAD üyeleriyle görüşmeler aldı. Bülent Eczacıbaşı'nın evinde yapılan toplantıya Feyyaz Berker, Tuncay Özilhan, Korkmaz İlkorur, Erdoğan Gönül, Can Paker ve Cüneyd Zapsu katıldı. Bu toplantılar sonraki günlerde de devam etti. 18 Temmuz 2001 tarihinde de Erdoğan ile İsrail'in Türkiye Büyükelçisi görüştü. Nihayetinde 14 Ağustos 2001 günü AKP'nin kuruluşu ilan edildi. Hemen sonra ABD'de 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kule saldırısının yaşanması AKP'nin konjonktürel karakterini ortaya koydu. 2002 Ocak'ında ise Erdoğan'ın ABD'yi ziyaret ettiği, burada yine Cüneyd Zapsu'nun aracılığıyla Savunma Bakan Yardımcılarından, 'Karanlıklar Prensi' olarak bilinen Richard Perle ile görüştüğü ve başta Irak olmak üzere birçok konuda görüş alışverişinde bulundukları basına yansıdı. 3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen öncesinde TÜSİAD, AKP'ye net desteğini basın önünde ilan etti. AKP'yi destekleyen bir diğer sermaye örgütü de Müstakil (Müslüman diyenler de var) Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) olup, bunlar daha çok 'Anadolu Kaplanları' olarak bilinen 'Yeşil Sermaye' sahibi çevrelerdi. AKP'nin başarı elde etmesinin hikmeti, yelkenine rüzgar veren ve adı geçen yerel ve küresel güçlerle ifade edilebilir. Ancak ABD ve AKP ilişkisi, birbirine güvenmeyen fakat birbirine mecbur iki tüccarın ilişkisine de benzemektedir. Ilımlı İslam rolü AKP'nin Her şeyden önce AKP'nin ABD açısından konjonktürel değerde olduğu kuşku götürmezdir. ABD bu partiye, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) bağlamında geliştirdiği 'Ilımlı İslam' rolünü vermiştir. ABD İslam'ı 'ılımlılaştırmak' için çok farklı ve zengin taktik biçimlerini deniyor. Günü geldiğinde İslam'ın temel değerlerine bir saldırı hamlesi başlatıyor. Fakat peşinden ortamı yumuşatarak bu değerleri kendi istediği biçimde işlemeye başlıyor. Yani bir tür 'vur-kaç' taktiğini işletiyor. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın tüm İslami ülkelerinde 'Ilımlı İslam'cı parti, liderlik ve sivil toplum kuruluşları oluşturarak, bunlara güç ve finans desteği veriyor. Tüm bunların ötesinde AKP denince akla ilk gelen kavram elbette Nakşibendiliktir. AKP, başından beri işlediğimiz Mevlana Xalit, II. Abdülhamit, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Fethullah Gülen, Adalet Partisi, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi zincirinin son halkasıdır. Fakat bu gelişim çizgisi düz ve kesintisiz değildir. Her halka kendi döneminin karakteristiğini taşıdığı gibi AKP de bu zincirle bağlantılı fakat belirtildiği gibi içerisinden geçtiğimiz dönemin partisidir. AKP'nin pratiksel lideri (ideolojik ve politik anlamda derinlerdeki lider Fethullah Gülen ve tayfasıdır) R.T. Erdoğan, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Derg‰hı'nın çekirdekten yetişme mensubudur ve bu derg‰hın manevi lideri Şeyh Mehmet Zait Kotku'nun hayranlarındandır. Daha sonra Kotku'nun yerini damadı Esad Coşan aldı. Derg‰h, Esad Coşan'ın ölümünden sonra da yerine geçen oğlu Nurettin Coşan tarafından yönetiliyor. Babasının Erbakan'la arasının açık ölmesi de Nurettin Coşan'ı AKP'ye yakınlaştıran bir başka nedendir. AKP'nin kurucuları Hilmi Güler, Nazif Gürdoğan ve Raşit Küçük, İskenderpaşa Derg‰hı'na yakın diğer isimlerdir. ANAP kökenli Ali Coşkun ve Abdülkadir Aksu gibi AKP milletvekilleri de cemaatin önde gelen isimlerindendir. Bunların dışında AKP'li birçok milletvekili ve üye bu derg‰h ya da diğer Nakşi derg‰hlarına bağlıdırlar. Türkiye'nin ünlü sosyologlarından Şerif Mardin AKP ile Nakşilik ilişkisi hakkında şunları belirtiyor: 'AKP, özünde, bir siyasal parti değildir, 'Nakşibendi Cemaati Örgütü'dür... Tayyip Erdoğan bir sonuçtur... Siyasallaşan bir Nakşibendilik söz konusu. Devlet teşkilatında hakim olmak gibi o kadar geniş alan açıldı ki İslamcılıklarını unutuyorlar demeyelim ama biraz yana koyuyorlar. İslam bir diskur (tartışma) olarak orada duruyor ama gerçekte politika yapılıyor... AKP hareketini 80 yıllık bir gelişim içinde görmek gerekir. Nakşibendiler yavaş yavaş değiştiler. Türkiye Cumhuriyeti'nde iş yapabilmek, para kazanabilmek ve statü bakımından yükselebilmek için, Cumhuriyet'in ortaya koyduğu prensiplerden yararlandılar. Anadolu Kaplanları aslında bu şekilde gelişti.' (2) AKP ve Kürtler Hatırlanacağı üzere AKP iktidara geldikten sonra Erdoğan, Rusya'ya yaptığı bir gezi esnasında bir Kürt yurtseverinin Kürt sorunu ile ilgili sorusu üzerine 'Düşünmezsen yoktur' gibi pervasız ve düşüncesizce bir cevap vermişti. 2003-2004 sürecinde PKK'nin yaşadığı bazı sorunları fırsat bilen AKP iktidarı meseleye görünürde lakayt ama derinden sinsice yaklaştı. PKK, 1 Haziran 2004 tarihinde hamle başlatıp da 2005 yılında savaş yoğunlaşınca AKP ve Erdoğan durumun ciddiyetini kavramaya başladı. 2005 sonbaharında Diyarbakır'ı ziyaret eden Erdoğan, Kürt sorununun varlığını kabul ettiği gibi devlet adına özeleştiri de verdi. Fakat çok geçmeden bunun daha önceki Erdal İnönü, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerin benzer söylemlerinden farkı olmadığı anlaşıldı. AKP, PKK'nin o süreçten sonra geliştirdiği eylemsizlik ve ateşkes kararına orduyla beraber hep savaşla karşılık verdi. AKP'nin işbirlikçisi Kürtler AKP kendi devşirme Kürtleri aracılığıyla sinsi bir politika daha yürüterek bazı söylem ve dedikodular yaymaktadır. Burada AKP'nin Kürt dostu olduğu, bu sorunu çözeceği, fakat generaller ve statükocular karşısında zorlandığı, zamana ihtiyaç duyduğu, bu yüzden de Kürtlerin kendi işini kolaylaştırması gerektiği tarzında düşünceler işlenmektedir. Bununla Kürt halkı ile özgürlük hareketi de karşı karşıya getirilmek istenmektedir. Nitekim gerek Kuzey, gerekse Güney Kürdistan'da bir kısım işbirlikçiler sorunun PKK'den kaynaklandığını, PKK şiddetinin generallerin elini güçlendirdiğini, dolayısıyla sorunu çözmek isteyen AKP'nin elinin kolunun bağlandığını boyuna beyinlere işlemektedirler. AKP ile Güney Kürdistan yönetimi arasındaki ilişkiler de bilinmektedir. Son seçimlerde DTP'nin başarısından ziyade AKP'nin başarısı KDP ve YNK'yi sevindirmiştir. Öyle ki Celal Talabani sadece AKP'yi kutlamıştır. İki taraf arasında Nakşilik ideolojisi bağı da mevcuttur. Altan Tan, Mehmet Metiner, Ümit Fırat, Şerafettin Elçi vb. kişiler arada gidip gelmektedirler. İki tarafın Türkiye'de ve Türkiye - Güney Kürdistan hattında ortak yoğun ekonomik faaliyeti de devam etmektedir. Yine Fethullah Gülen cemaati okul, dernek ve şirketlerinin Güney Kürdistan'da son derece etkin faaliyet yürüttükleri bilinmektedir. Şirketler ve açılan lüks hastaneler önemli maddi kazançlar sağlarken, özel okul ve kolejlerde Türk öğretmenler görev yapmaktadır. Bu okullarda bazı üst düzey KDP'li yetkililerin çocukları da 'eğitim' görmektedir. Mustafa Kemal'in Nakşi korkusu Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla beraber Nakşilik ve Siyasal İslam devletten uzak tutuldu. Mustafa Kemal'in 'inkılap' adı altında gerçekleştirdiği birçok müdahale bu yönlüydü. Aslında M. Kemal Nakşi şeyhlerin gücünü biliyordu. Zaten Anadolu ve Bölge'yi işgal eden devletlerle savaşı başlatmadan önce ilkin Bölge'ye gelmiş ve Nakşi şeyhlerin elini öpmüştür. Ancak sonradan Şeyh Sait İsyanı'nı gerekçe göstererek hepsini sindirmiştir. Bu durum İkinci Paylaşım Savaşı sonuna kadar sürmüştür. İkinci Paylaşım Savaşı'ndan hemen sonra 'çok partili yaşama geçiş' bağlamında CHP'den ayrılan bir kesim Demokrat Parti'yi (DP) kurmuştur. Bu çevreler bundan sonra çeşitli biçimlerde başta siyasi partiler olmak üzere medya, dernek, vakıf ve diğer oluşumlar aracılığıyla örgütlenip kadrolaştılar. Ucuz kredi ve ihale gibi olanaklarla ekonomik anlamda bir gelişim kaydettiler. Bu 1950-70 arası küçük ve orta ölçekli işletmecilik şeklinde seyrederken; 1970-80 arasında orta ölçekli ve yer yer de büyük ölçekli işletmelere dönüşmüş, 1980 sonrası ise her bakımdan tekelleşmenin yaşandığı, İslamcı sermayenin ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Bu sermaye sahipleri 'Anadolu Kaplanları' olarak nitelendirildi. DP'den sonra aynı geleneğin temsilcisi Adalet Partisi'ni destekleyen bu kesimin 1970'lere kadar siyasete katılımları sağ partileri destekleme biçiminde olurken, 70'lerden sonra Nakşibendi tarikatının İskender Paşa Derg‰hı Şeyhi Esat Coşan'ın teşvikiyle önce Milli Nizam Partisi (MNP), sonra Milli Selamet Partisi (MSP) ve ardılı olan siyasi partilerle kendi siyasal kurum ve geleneklerini yaratmaya yöneldiler. 1960 yılında gerçekleşen askeri darbe ve ardından gerçekleştirilen Başbakan Adnan Menderes'inde içinde bulunduğu idamlar, Kemalist oligarşinin DP şahsında bu çevrelere vurduğu bir darbe oldu. Bununla Siyasal İslam'a ve Nakşiliğe ayağını denk alması mesajı veriliyordu. Fakat onlar daha sinsice takkiyeciliğin tüm hünerlerini sergileyerek rantla ilgili hedeflerini sürdürdüler. Bu sefer daha fazla milliyetçi, devletçi ve hatta cumhuriyetçi bir literatür ve yaranmacı bir tarzla devlete yaklaştılar. Devrimci-sosyalist hareket ve örgütlere karşı başta ajanlık ve tetikçilik olmak üzere her türlü faaliyette bulundular. Aynı faaliyeti 1970'lerde gelişmeye başlayan Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı da yaptılar. Amaçları ordu ve bürokrasiye yaranarak ranttan pay kapmaktı. 1980 darbesi sonrası hükümete gelen ANAP ve onun genel başkanı Nakşici Turgut Özal'ın liberal açılımları bu çevreler için holdingleşmelere giden yolu açtı. 1990'lı yılların ortalarında Refah Partisi'yle iktidara gelen bu kesim bir kez daha orduyu harekete geçirdi. Bu seferki darbe daha incelikliydi. 28 Şubat 1997 yılındaki asker muhtırasıyla Refahçılar arkalarına dahi bakmadan hükümetten ayrıldılar. Fakat 11 Eylül 2001 tarihinde iki binaya uçaklar çarptı ve eski deyimle gün oldu, devran döndü. Aynı yıl AKP adıyla bir parti kuruldu. Ama buna geçmeden önce derinlerde olan bir gerçekliğe değinmeden geçmek gerçekliği es geçmek olacaktır. Bu Fethullah Gülen ve Nurculuktur. AKP'nin Bölge'deki faaliyet tarzı ve sonuçları 1. AKP dayandığı geleneksel çizgiden devraldığı mirasa dayanarak dini ve elbette Nakşiliği Kürtlere karşı bir silah gibi kullanmaktadır. Camileri ve sayıları her geçen gün daha da artan TC Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı resmi Kuran kurslarını tam bir örgütlenme merkezi ve karargah gibi kullanmaktadır. Hemen hemen her mahallede bunlardan kurulmuş bulunmaktadır. Buralarda Kuran'ın öğretilmesinin yanı sıra AKP propagandası da yapılmaktadır. Kuran kurslarında özgürlük hareketindeki belirleyici rolleri nedeniyle kadın ve kızlara dönük özel bir örgütlenme politikası güdülmektedir. Bütün bu faaliyetler devletin gözetimi altında yapılmaktadır. Esas itibariyle Kürtler konusunda devletin ve ordunun AKP'ye şiddetle ihtiyacı vardır. Çünkü gelinen süreç itibariyle Kürtleri denetleyecek veya onlar üzerinden oyunlarını sürdürmelerini sağlayacak başka bir güç ve silah kalmamıştır. Yegane seçenek AKP ve Nakşiliktir. 2. AKP çevreleri başta Diyarbakır olmak üzere dinci siyaset üzerinden Kürtleri kıskaca alırken, buna paralel olarak devlet de uyuşturucu, fuhuş ve her türden yozlaştırma ve düşürme faaliyetini geliştirmektedir. İlginç olan şu ki dinci geçinen AKP'lilerin bu faaliyetlere karşı en ufak bir ses çıkarıp tepki göstermemeleridir. Burada da devlet ile AKP makası Kürtleri kesmektedir. 3. Haftanın belli günlerinde ya sabit evlerde ya da dönüşümlü olarak her seferinde bir evde sohbet ve zikir toplantıları yapılmaktadır. Bu yöntem Nakşi /Nurcuların en fazla başvurduğu örgütlenme yöntemidir. Buralarda da AKP propagandası yapılmaktadır. Fakat özgürlük hareketine yönelik tutumda eskiye göre tam bir U dönüşü vardır. Eskinin kafir, dinsiz, komünist, Ermeni gibi söylemleri terk edilmiştir. Kürtçe yapılan dua ve okunan ilahilerde özgürlük hareketi ve hatta Künt Halk Önderi Abdullah Öcalan da anılmaktadır. Kürt sorununun barışçıl çözümüyle Öcalan'ın serbest kalması dilenmekte, bol bol kardeşlik teması işlenmektedir. Böylece kapsayıcı ve içselleştirici politikalar geliştirilmektedir. Adeta kurda kuzu postu giydirilmektedir. 4. Bölge'ye devlet tarafından aktarılan ödenekleri AKP denetlemektedir. Sonra da bunlar AKP'nin kendisi tarafından aktarılıyormuş gibi kısıtlanarak dağıtılmaktadır. Bunlar ya mikro kredi ya da yardımlar tarzında yapılmaktadır. Aynı biçimde Dünya Bankası'nın okula giden öğrencilere yardım projesine ait paralar da AKP tarafından alınıp kendi hesabına ve istediği gibi dağıtılmaktadır. Yeşil kart uygulaması da aynı tarzda halka karşı bir silah gibi kullanılmaktadır. 5. DTP'li belediyelere verilmesi gereken ödeneklerle oynanıp kısıtlanmakta, böylece hizmetlerinin önü alınarak halkın gözünde itibarlarının ve sonraki seçimlerde bizzat kendilerinin düşürülmesi hedeflenmektedir. 6. AKP tarafından finanse edilen Deniz Feneri, Gönül Bağı, Mustazaflar ve daha pek çok adla faaliyet gösteren sözde yardım dernekleri aracılığıyla halkı örgütlemektedir. Ramazan benzeri aylarda iftar çadırları açılmakta ve buralar propaganda merkezlerine dönüştürülmektedir. 7. AKP Bölge'nin farklı yerlerine göre politika değişikliklerine gitmektedir. Örneğin Zazaki lehçesiyle konuşan Kürtlerin bulunduğu yerlerde 'Kürt-Zaza' ayrımını körüklemektedir. Bilindiği üzere 1990'lı yıllarda MİT tarafından örgütlenen bazı çevreler aracılığıyla aynı oyun oynanmış fakat sonuç almamıştı. Dipnot 1-(Faik Bulut, İslamcı Örgütler-2, 1997) 2-(Milliyet Gazetesi, 28 Şubat 2005) Bu yazı 15-22 Aralık 2007 tarihli Yaşamda Demokrasi gazetesinde yayınlanmıştır YUSUF ZİYAD

BAŞKAN BARZANİ VE TALABANİ DUKAN’DA TOPLANTISI BAŞLADI: KÜRDİSTAN BÖLGESİ’NDE SON GELİŞMELER VE 140.MADDE ELE ALINIYOR’’ 24-Dec-07 [12:4]-PNA-Tarık Namıq /Dukan: Federal Kürdistan Bölge (FKB)başkanı Mesut Barzani ve Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kürdistan Bölgesi’ndeki son gelişmeleri değerlendirecekleri toplantı başladı. Barzani ve Talabani arasında yapılmakta olan toplantıda son gelişmeler ele alınıyor. Süleymaniye’ye bağlı Dukan kasabasında gerçekleşmekte olan toplantıda, Irak Devlet Başkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, Irak başbakan Yardımcısı Dr. Berhem Salih ve Kürdistan İttifakı Başkanı Fuad Mahsum hazır bulunuyor. Barzani ve Talabani bu toplantıda Kürdistan Bölgesi’ndeki son gelişmeler, Türkiye’nin bombardımanları, 140.madde ve Kürdistan Bölgesi sınırları ile Irak sınırlarının korunması gibi konuları ele alıyorlar. Toplantının ardından ortak bir basın toplantısının düzenlenmesi bekleniyor

AIHM’DEN YÜKSEKOVA ÇETESİ DAVASINDA TÜRKİYE’YE AĞIR CEZA... 24-Dec-07 [9:13]-PNA-Yüksekova Çetesi davası sanıklarının, eski CHP milletvekili Esat Canan'ın yeğeni Abdullah Canan'ı (43) kaçırarak öldürdükleri iddiasıyla yargılandıkları davada cezasız kalmaları ne deniyle Türkiye'nin mahkûm edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AIHM) Türkiye’yi 103 bin euro ödemeye mahkum etti. Abdullah Canan, 27 Ekim 1995'te köyünden üç kişinin kaybolmasından Yüksekova Çetesi davası sanığı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul'u sorumlu tuttu. Canan, Yurdakul tarafından "Yatağın soğuk olacak" diye tehdit edildi. Canan'ın aracı 17 Ocak 1996'da karayolunun 20 metre aşağısında bulundu. Savcılık, hasarsız olan aracın ancak vinçle buraya indirilebileceğine hükmetti. Dört gün sonra da Canan'ın yakın mesafeden 7 kurşun sıkılmış cesedi bulundu. Canan ailesi, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç'in "rehini" teslim için 50 bin mark istediğini, kendisine 12 bin mark ödediklerini savcılığa bildirdi. Bunu doğrulayan Bilgiç, Yurdakul'un emriyle Canan'ın Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından öldürüldüğünü anlattı. Yurdakul, Yiğiter ve Bilgiç hakkında dava açıldı. Dava, 1999'da beraatle sonuçlandı. Yargıtay da kararı 2001'de onadı. AİHM, Türkiye'yi 103 bin euro ödemeye mahkûm etti. Savcılığın, Yüksekova'da kimin vinç sahibi olduğunu bile araştırmadığını vurgulayan AİHM, ulusal hukuk mercilerinin yaşama yönelik saldırıların cezasız kalmayacağını göstermesi gerektiğini, bunun halkın güvenini muhafaza etmek için vazgeçilmez olduğunu vurguladı.

Dünya basını operasyonu konuşuyor

AMERİKANIN SESİ TELEVİZYONU:  "YENİ OPERASYON" ABD'den yayın yapan Amerika'nın Sesi Televizyonunun haberinde, Bölgesel Kürt Yönetimi'nin bir yetkilisinin, Türk savaş uçaklarının Irak'ın kuzeyini ikinci gün de bombaladığını, ancak bombardımanın can kaybına yol açmadığını bildirdiğini duyurdu. Televizyondaki haberde, "Bu açıklama Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından henüz doğrulanmadı. Cumartesi günkü operasyon Türkiye'nin bir hafta içinde bölgeye düzenlediği üçüncü operasyon oldu" denildi. NEWYORK TİMES: "TÜRK JETLERİ BOMBALADI" Newyork Times gazetesi Türkiye'nin Kandil'e hava operasyonunu, "Türk jetleri Kuzey Irak'taki ayrılıkçı Kürt asileri bombaladı. Irak güvenlik yetkilileri bombalama olduğunu belirtirken, Türk ordusundan operasyona dair herhangi bir açıklama gelmedi" diye kaydetti. WASHİNGTON POST: "TÜRK UÇAKLARI ARDI ARDINA İKİNCİ GÜNÜNDE KUZEY IRAK'TA" Amerikan Washington Post gazetesi haberinde şöyle dedi: "Kürt yetkililere göre Türk savaş uçakları PKK'lıların yaşadığı Kuzey Irak'taki dağlık sınır bölgesini bombaladı. ABD ordusu hedefler ve istihbarat paylaşımı konusunda yardımcı oldu" BBC: "TÜRKİYE'DEN YENİ HAVA OPERASYONU" İngiliz BBC Televizyonu, haberinde,"Kürt yetkililer Türk savaş uçaklarının Kuzey Irak sınırındaki Kürt asileri yeniden bombaladığını kaydetti. Türkiye geçen hafta iki kez operasyon düzenledi. Türk ordusundan son operasyona teyid gelmedi" şeklinde yayın yaptı. WASHİNGTON TİMES:"SAVAŞ UÇAKLARI KÜRT ASİLERİ HEDEF ALDI" Amerikan Washington Times gazetesi, haberinde "Türk savaş uçakları Kuzey Irak'taki Kürt asilerin bulunduğu bölgeyi üçüncü kez bombaladı. ABD'nin Ankara büyükelçiliği taarruz başlamadan önce bilgi verildiğini belirtti. ABD ve Irak Türkiye'nin istikrarı bozabilecek büyük bir operasyondan kaçınması konusunda ısrarlılar" dedi. LOS ANGELES TİMES: " TÜRKİYE'DEN KÜRT ASİLERE HAVA OPERASYONU" Amerikan gazetesi, Türkiye'nin, 16 Aralık'tan beri ardı ardına iki gün ve üçüncü kez hava operasyonu düzenlediğini, Operasyonda PKK'nın hedef alındığını yazdı. Gazete, "1984'ten beri bağımsız Kürt devleti isteyen PKK'yı ABD ve Türkiye terörist bir grup olarak görüyor" dedi. DEUTSCHE WELLE: "GENEL KURMAY HAREKATLA İLGİLİ AYRINTILI AÇIKLAMAYI BEKLETİYOR" Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle, haberinde, "Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı savaş uçaklarının Cumartesi günü yerel saatle 13.30 ile 14.00 arasında Irak'ın kuzeyindeki PKK mevzilerini bombaladığına dair Genelkurmay Başkanlığı açıklaması Kuzey Irak Kürt özerk yönetimi tarafından doğrulandı" dedi. Yayın kuruluşu Genel Kurmay'ın harekatla ilgili ayrıntılı açıklamayı beklettiğini kaydetti. EL CEZİRE: TÜRKİYE IRAK SINIRINDAKİ OPERASYONLARINA DEVAM EDİYOR Katar'dan yayın yapan El Cezire Televizyonu Türkiye'nin Irak sınırındaki operasyonlarına devam ettiğini belirtti. Televizyon, Kürt yetkililerin operasyonu doğruladığını belirtirken, Genelkurmay Başkanlığı'nın durumu teyid edecek herhangi bir açıklama yapmadığını ifade etti. ABD'nin de PKK'yı terörist grup olarak gördüğünü belirten televizyon ancak ABD'nin Irak'taki tansiyonun yükselmesinden de endişe duyduğunu ifade etti. ANKA

ADNAN MÜFTÜ: ‘’KÜRDİSTAN PARLAMENTOSU BM’NİN ÖNERİSİ İLE 140. MADDE İÇİN ÖZEL OLARAK TOPLANACAK’’ 21-Dec-07 [16:58] PNA-Kürdistan Bölgesi Parlamentosu Başkanı Adnan Müftü, ‘’Kürdistan Parlamentosunun, BM’nin Irak temsilciliğinin önerisiyle 140. Maddenin uygulanması ile ilgili özel olarak toplanacağını’’ söyledi. Müftü, ‘’140.maddenin uygulanmasının ertelenmesinin bir defaya mahsus olduğunu’’ söyledi. Müftü, ‘’ 140. Madde Kürt halkının en az isteklerini içine alıyor. Bu maddenin içeriği hiçbir şekilde değiştirilemez ve içeriği ile oynanmaz’’ dedi. Müftü, ‘’140. Maddeye göre Kerkük meselesi ve sorunlu bölgeler 3 aşamada çözüme kavuşturulacak. Bunların ilki: Kentten çıkarılanların kente tekrar dönmesi ve kente zorla yerlerştirilenlerin eski yerlerine geri gitmesi, ikincisi: Kentte bir nüfus sayımının yapılmas ve üçüncüsü de: Kentte referandum yapılması. Bütün bunların uygulanması için son tarih 31 Aralık 2007’dir. Fakat, madde ile ilgili komisyon iki hafta önce yapılan toplantıda maddenin uygulanması için daha fazla zamana ihtiyaç olduğunu bildirdi.’’ Dedi. Müftü, ‘’140. Maddenin uygulanması süresinin uzatılması maddenin değiştirilmesi anlamına gelmiyor. İşlerin aşamaları ile ilgili ayrıntılar ve maddenin ugulanması ile ilgili garanti ortaya konmalı’’ dedi. Irak’taki oluşumların Kerkük’ün kaderi konusunda daha açık bir diyalog içinde olmaları gerektiğini söyleyren Müftü, ‘’ Şayet, Kerkük halkı Kerkük’ün bağımsız bir kent olması noktasında oy kullanırsa buna saygı göstereceklerini ‘’ söyledi.

UNHCR: ‘’TÜRK BOMBARDIMANI NEDENİYLE 2000 KİŞİ YERLERİNİ TERK ETMEK ZORUNDA KALDI’’ 21-Dec-07 [15:55] PNA-Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği(UNHCR) Türkiye'nin geçen hafta sonu Kürdistan Bölgesi’nde düzenlediği bombardıman nedeniyle yaklaşık 2 bin kişinin evlerini terk ettiğini bildirdi. Kurum yetkilileri, sert kış koşulları nedeniyle bu kişilerin durumundan kaygı duyulduğunu bildirirken, Kürt yöneticilerin gıda ve giyecek yardımı yaptığı kaydedildi. BBC, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne dayanarak, bölgeden kaçanların çoğunun Süleymaniye'ye bağlı Sangasar ilçesi ve Hevler' e bağlı Doli Şahidan kasabasından olduğunu bildirdi. Cenevre'de açıklama yapan BM Komiserliği sözcüsü Astrid van Genderen Stort, top ateşinin ve bölgeden kaçışın pazartesi günü de sürdüğünü söyledi. Kaçanların çoğunun yakınlarına sığındığını kaydeden Van Genderen Stort, kış koşullarının bu kişilerin durumunu güçleştirdiğini söyledi. Van Genderen Stort, Komiserliğin Süleymaniye ve Hevler'deki ihtiyaç sahiplerine battaniye, yatak, ocak, fener ve yardım malzemeleri sağladığını kaydetti. Birleşmiş Milletler, Irak'ta şiddet nedeniyle iç göçe maruz kalan 2 milyonu aşkın kişinin yanı sıra komşu ülkelere kaçan mültecilere yardım sağlayan bir organizasyon.

''AK Parti ve MHP nasıl halkın iradesi ise DTP de halkın iradesi''

Sakık: ’’DTP de halkın iradesi’’ 16/12/2007 - 16:56MERSİN (LNA) Demokratik Toplum Partisi (DTP) Muş Milletvekili Sırrı Sakık, ''AK Parti ve MHP nasıl halkın iradesi ise DTP de halkın iradesi'' dedi. Sakık, Mersin Şevket Sümer Mahallesi'ndeki partisinin kadın kolları teşkilatı binası önünde basın açıklaması yaptı. Sakık, konuşmasında MHP'ye miting için izin verilirken, kendilerine izin verilmediğini söyledi. ''AK Parti ve MHP nasıl halkın iradesi ise DTP de halkın iradesi'' diyen Sakık, ''Bizi yok sayarak, Kürt sorununun üzerini kapatmaya çalışırlarsa yanılırlar'' diye konuştu. Sınır ötesi operasyonları da eleştiren Sakık, konuşmasının sonunda havaya güvercin bıraktı. Sakık'ın konuşması sırasında ve sonrasında çevresinde toplanan gruptakiler PKK lehine sloganlar attı. Bu arada, kenar mahallelerde olası izinsiz gösterilere karşı önlem alan güvenlik güçleri, zaman zaman gösteri yapmak isteyen gruplara müdahale etti.

Brüksel’de bugün saat 11.00’de Federal Parlamanto’da basın toplantısı yapıldı.

Belçika parlamentosu’nda Kürtler basın toplantısı düzenledi 19/12/2007 - 13:58   BRÜKSEL (LNA) Belçika’nın başkenti Brüksel’de Kürt organizasyonları Kürt sorunun çözümü konusunda önerilerini içeren bir basın toplantısı düzenledi. Brüksel’de bugün saat 11.00’de Federal Parlamanto’da basın toplantısı yapıldı. Konferansa Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) adına Ahmet Gülabi Dere, Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyonu (KON-KURD) adına Nizamettin Toğuç, Demokratik Birlik Partisi (PYD-Suriye) adına Hessen Muhammed Ali, Belçika Kürt Dernekleri Federasyonu ( FEK-BEL) adına Nimettulah Kiliç Aslan ve Brüksel Kürt Kültür Derneği, Milletvekili Fouad Lahssaini, Milletvekili Céline Delforge, Senatör Elke Tindemans, Senatör M. Josy Dubié, Milletvekili Zoé GENOT, Milletvekili Sven Gatz, Milletvekili Patrik Vankrunkelsven, Milletvekili Hervé Doyen ve İnfo-Türk adına Doğan Özgüden katıldılar. Belçika’daki Kürt organizasyonları adına açıklamada bulunan Ahmet Gülabi Dere’ye konferans sırasında Belçikalı seçilmişler Kürdistan’daki duruma ilişkin görüşlerini dile getirdi. Toplantıya Konuşmacı olarak katılan Belçikalı Milletvekili Céline Delforge ve Senatör Elke Tindemans Kürt organizasyonlarla birlikte Türkiye ve Kürtler arasında siyasal diyalog sürecinin açılması ve barış yönlü çağrıda bulundular. Yaklaşık 2 saat süren toplantının sonunda konuşmacılar, gazeteclerin sorularını cevapladılar.

PKK'nin Kürtlerin yaşadığı dört devlette etkisinin giderek büyüdüğünün altını çizdi.

Chatham House: Türkiye PKK'yi asla yenemez Düşünce Merkezi Chatham House yayınladığı raporda PKK'ye karşı Irak'ta tüm Türk askeri operasyonlarının sonuçsuz kalacağını ve Ankara'nın PKK'yi asla yenemeyeceğini kaydetti. Chatham House bugün yayınladığı raporda 1984 yılından beri Ankara'ya karşı silahlı mücadele veren PKK'nin 'yerel bir destek ve sınır bölgelerinde girilmez toprakların sunduğu korumaya sahip olduğunu' ifade etti. Operasyonlar sonuçsuz kalıyor Londra merkezli düşünce kuruluşu 'Türkiye büyük ihtimalle PKK'yi asla yenemeyecek ve tüm yeni sınırötesi baskınlar büyük ihtimalle sonuçsuz kalacak' dedi. Chatham House Irak hükümetinin PKK ile mücadeledeki 'çekincesini' ortaya çıkaracağı 'askeri risklere' bağlıyor. Düşünce kuruluşu, 'PKK'yi dağlardan çıkarmayı başarsalar da, bu bölgeyi Tora Bora (Afganistan'da Talibanların eski merkezi) stilinde bir kaleye dönüştürmeleri için radikal islamcılara kapı aralayabilecek' diye kaydetti. Kürtler siyasi bir yeniden doğuş yaşıyor 'Kürtler bugün siyasi bir yeniden doğuş yaşıyor' diyen Chatham House, PKK'nin Kürtlerin yaşadığı dört devlette etkisinin giderek büyüdüğünün altını çizdi.

üzerinde 'Kürdistan' yazan malları Mersin Limanı'nda durduruldu.

'Kürdistan' etiketine vize yok YENISAFAK-Mısır'dan Kuzey Irak'a götürülmek üzere deniz yolu ile Uluslararası Mersin Limanı'na (MIP) gelen ve Mesut Barzani'ye ait olduğu iddia edilen petrol rafinerisi parçalarından oluşan malların, üzerinde 'Kürdistan' yazdığı için Mersin Limanı'ndan Kuzey Irak'a çıkışına izin verilmedi. Edinilen bilgiye göre, Mersin Gümrük Müdürlüğü elemanları, Mısır'dan deniz yolu ile Mersin Limanı'na gelen ve Mersin'den de Kuzey Irak'a gönderilecek olan içinde akaryakıt rafinerisi parçalarının bulunduğu 35 parça kargo yükünün üzerinde 'Kürdistan' yazılarının olduğu tespit edildi. 'Kürdistan' isminde bir ülke olmadığı için gümrük yetkilileri, bu kargoların Kuzey Irak'a çıkışına izin vermedi. Ankara ile temas kuran Mersin Gümrük Müdürlüğü yetkilileri, gelen malların Mısır'a geri gönderilmesini istedi. Üzerinde 'Kürdistan' yazılı yükler, Uluslararası Mersin Limanı 3 nolu rıhtımından boş bir alana indirilerek bekletilirken, 'Kürdistan' yazılarının çoğunluğunun üzeri de siyah boya ile kapatıldı. Daha önce de Çin'den gelen 2 konteynır malın, belgelerinde 'Kürdistan' yazdığı için tekrar Çin'e geri iade edildiği öğrenildi.

TURK SALDIRILARI VE SINIR IHLALLERI DUNYA BASININDA...

Dünya operasyonları ve Rice'ı konuşuyor ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'nin Irak'a 'sürpriz' bir ziyaret yaptığı gün Türk askerinin sınırı geçmesi, tüm dünyada büyük ilgi çekti. -NYT: "TÜRK SINIRINDA GERİLİM ARTARKEN RICE IRAK'TA"- New York Times, "Rice, Irak'ın Türkiye ile dağlık sınırında gerilimlerin artarken ülkeyi önceden açıklanmamış bir ziyaret yaptı" derken, Türkiye'nin Kuzey Irak'a yönelik operasyonların ABD'yi "hassas" bir durumda bıraktığını yorumunu da yaptı. -W.POST: "RİCE IRAKLI KÜRTLERİN HAYALKIRIKLIĞIYLA KARŞI KARŞIYA KALDI"- Washington Post, Rice'nin Irak'ı ziyaret ederken yüzlerce Türk askerinin sınırı geçtiğine işaret ederken Rice'nin bazı Iraklı Kürt liderlerinin "hayal kırıklığı" ile karşı karşıya kaldığını belirtti. Gazete, üst düzey bir Pentagon yetkilisine dayanarak Türkiye'nin ABD'ye ancak ilk grup uçağın havalanmasından sonra askeri kanallardan haber verdiğini de öne sürdü. FT: "RİCE OPERASYONLARIN ETKİLERİNİ AZALTMA ÇABASINDA TERSLİK YAŞADI"- Financial Times de, Condoleezza Rice'nin Mesut Barzani'nin kendisi ile buluşmayı reddettiğini belirterek Rice'nin "Türkiye'nin operasyonunun etkilerini azaltma çabalarında bir terslik yaşadığını" savundu. Gazete, Rice, Kürtlere operasyonların "kontrol dışına çıkmayacağı" yolunda güvence vermeyi amaçladığını yazdı. -FİGARO: "ABD TÜRKİYE'Yİ KINAMAYACAK"- Fransız Le Figaro da, Rice'nin, açık bir biçimde söylemeden Türkiye'nin operasyonuna destek verdiğini belirterek, "Türkiye'nin Kuzey Irak'a operasyonlar konusunda ABD'den bir kınama gelmeyecek" yorumunu yaptı. -EL PAİS: "ABD TÜRKİYE'DEN SÜKUNET İSTEDİ"- İspanya'nın en büyük gazetesi El Pais de, "ABD'nin, 2003 yılındaki işgalden bu yana Irak'ın göreli olarak sakin olan tek bölgesi ateşe vermeye katkıda bulunmaması için Türkiye'den sükunet istedi" diye yazdı. -TİMES: "YÜZLERCE TÜRK ASKERİNDEN KIŞKIRTICI OPERASYON"- İngiliz The Times ise, Rice'nin Irak'ı ziyaret ettiği gün yüzlerce Türk askerinin "kışkırtıcı bir sınır ötesi operasyon"u gerçekleştiğini savunarak, "Türkiye'nin sınır ötesi operasyonu, Condoleezza Rice'nin Irak ziyaretini bozdu" görüşünü dile getirdi. -İNDEPENDENT: "SADDAM'IN DEVRİLMESİNDEN SONRA EN BÜYÜK OPERASYON"- Geniş bir hava operasyonun ardından 300 kadar Türk askerinin sınırı geçtiğine dikkat çeken İngiliz The İndependent de, "Türk operasyonları önemli, çünkü Saddam Hüseyin'in devredilmesinden bu yana en büyük operasyonlardır. Ayrıca Türkiye'nin iç politikasını ve Türkiye'nin ABD ve Irak ile ilişkileri üzerinde ciddi bir etkisi var" ifadesini kullandı. ANKA

Turk Medyasindan Cengiz candar ve M. Ali Birand'in son olaylara yaklasimlari...

Haydi şimdi tam zamanı, haydi… M. Ali Birand-Posta Harekatların sıklaşmaya başladığı şu sıralarda, Türkiye’nin bir karar vermesi ve yeni bir politika benimseyip uygulamaya başlaması gerekiyor. Mart ayına kadar da zamanımız var. Mart’ta kar kalkacak ve kollar sıvanacak. PKK terörü kanlı mı durdurulacak, yoksa kansız mı olacak, Mart’tan itibaren anlaşılacak. Ancak bakıyoruz, şu ana kadar tam bir kargaşa var. Her kafadan farklı ses çıkıyor. Türkiye harekatla son derece önemli bir moral üstünlük kazandı. Şimdi, bu süreci devam ettirmek gerekiyor. Önümüzde 2,5 ay var. Mart ayından itibaren, Güneydoğu ve Kuzey Irak’ta karlar erimeye başlayacak. Biz ne kadar bombalarsak bombalayalım dağlar yine geçit vermeye başlayacak. PKK yeniden, saklandığı yerlerden çıkacak ve Türkiye ile Irak arasındaki trafik daha kısıtlansa dahi yeniden başlayacak. Yeni bir döneme girilecek. Bu dönem kanlı mı olacak, kansız mı olacak, önümüzdeki 2,5 ay içinde atılacak adımlara, verilecek kararlara bağlı. Zira PKK askeri harekatlarla zayıflatılsa dahi, tümünden susturulamayacak. Dağdakileri indirmek için gereken yasalar şu sıralarda çıkarılmalı ki bir işe yarasın. Adına ne derseniz deyin -ister pişmanlık yasası, ister eve dönüş- ne çıkacaksa çıkmalı, bir şeyler yapılmalı ki, ilkbahar-yaz aylarında sonuç alınabilsin. İşte böylesine önemli ve duyarlı bir süreçteyiz. Peki, buna karşılık bizdeki durum ne? Doğrusu, pek parlak durumda değiliz. Bu değerlendirmeyi, İngiltere’nin IRA örgütüne karşı mücadele ettiği yıllarda sergilediği genel tutumla karşılaştırarak yapıyorum. İngiliz hükümetlerinin de muhalefeti vardı. Ancak, sırf muhalefet olsun diye hükümete karşı tutum almaz, yanlış gördüğü noktalara dikkat çekmekle yetinirdi. Bizdeki muhalefet ise sadece kendini düşünüyor. Bu ülkenin geleceğini etkileyecek olan bir yasa hazırlığına katkıda bulunmak yerine, yasanın çıkmaması için uğraşıyor. Oysa çok iyi biliyorlar ki, onlar iktidara gelince, aynı yasayı hem de daha esnekleştirerek uygulamak isteyecekler. Şimdi, kıyameti koparıyorlar. Sanki Kürt sorununun devam etmesi için çaba harcıyor gibiler. İngiltere’nin IRA terörünü yenmesi, ülke içindeki dayanışma, güvenlik güçleri ve iktidar arasında güven ve uluslararası destek sayesinde gerçekleşti. Bizdeki duruma bakın... Zaman zaman, siyasi iktidar ile TSK farklı bir tutum sergiliyorlar. Medya, sanki savaş devam etsin de ne olursa olsun gibi bir tutumda. Sahte bir milliyetçilik havası pompalıyor, buna karşı her türlü çözüm vatan hainliği gibi gösteriliyor. Söyleyin bana, terörü bu yaklaşımla çözebilir miyiz? * * * BAŞARI İÇİN EZBERİ BOZMALIYIZ “Bu karmaşadan kurtulmamız için neler yapmak gerekir?” diye sorarsanız, hem içerde, hem de dışarıdaki örnekleri ve deneyimleri birleştirip, konuyla iç içe yaşayan ve yaşamış güvendiğim yetkililerle konuşup çıkardığım ortak görüşleri şöyle özetleyebilirim MUHALEFET BAZI KONULARDA DESTEK VERMELİ MUHALEFET, sırf iktidara gol atmak, sırf iktidarın her söylediğine karşı çıkmak adına politika yürütmemelidir. Atılan her adımı vatana ihanet gibi bir tepkiyle karşılamamalıdır. İktidara yönelik eleştiriler kesilmemeli, ancak temel bazı konularda belirli bir anlayış aranmalıdır. Böyle bir tutum kamuoyunu etkileyeceği gibi, özellikle PKK ve uluslararası kamuoyuna “Türkiye iktidarı ve muhalefetiyle el ele hareket ediyor” mesajını verecektir. Dolayısıyla “son derece önemli bir kararlılık gösterisine” dönüşmesine yol açacaktır. Hem PKK, hem de PKK’yı destekleyenler, adımlarını daha dikkatli atacaklardır. ERDOĞAN İLE BÜYÜKANIT KAVGA İZLENİMİNİ SİLMELİLER ASKER ile iktidar arasındaki çekişme ve görüş ayrılıkları görüntüsü mutlaka giderilmeli ve tam bir ortak politika yürütüldüğü izlenimini verecek tutumlar benimsenmelidir. MHP lideri Bahçeli haklıdır. Bugünkü görüntü, askerin başka sivil iktidarın başka düşündükleri, birbirleriyle didiştikleri izlenimi vermektedir. Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, bu izlenimi mutlaka silmelidir. MEDYA, ŞOVENLİĞİ BIRAKMALIDIR MEDYA’ya da bu geldiğimiz noktada büyük pay düşmektedir. Sorumsuz bir yayıncılık anlayışı ve sahte bir milliyetçilik gösterisi altında, savaş çığırtkanlığı yapılmaktadır. Kimi yalan, kimi abartılı haber ve yorumlarla, dökülen timsah gözyaşlarıyla, medya Türkiye’deki kafa karışıklığına ve genel kargaşaya büyük katkıda bulunmaktadır. Bu yaklaşımın bitmesi gerekmektedir. EZBERİMİZİ ARTIK BOZMALIYIZ İKTİDAR hem muhalefet, hem asker ile yeni diyalog kanalları kurmalı hem de tabuları bir kenara bırakıp bugüne kadar hiçbir işe yaramamış politika ve yaklaşımlardan vazgeçmelidir. Eğer bir çıkış aranıyorsa, Türkiye’yi yönetenler ezberi bozmalı, askeri-muhalefeti ve medyası da buna destek olmalıdır. A. PİŞMANLIK YASASI mutlaka genişletilmeli, PKK’nın cinayet işlememiş kadrolarına yaygın bir af getirilmeli ve Öcalan-Karayılan-Bayık üçlüsü hariç, lider kadronun ister Amerika, isterse Avrupa’ya göç etmelerine yani burnumuzun dibindeki Kuzey Irak’tan çekip gitmelerine izin verilmelidir. Buna karşılık, PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarının tümüyle kapatılması sağlanmalıdır. Bu şekilde belki PKK yok edilemeyecektir, ancak bir daha belini doğrultamayacak bir noktaya getirilecektir. B. KÜRT SORUNUNUN çözümüne katkıda bulunmak ve Kürt kökenli vatandaşlarımızı yanımıza çekip, PKK’dan uzaklaştırmak için de cesur davranmamız gerekmektedir. Özellikle Kürtçe dili öğrenimi başta olmak üzere, Kürt vatandaşlarımızın kültürel, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları mutlaka karşılanmalıdır. Güneydoğu halkı işsizlikten ve umutsuzluktan kurtarılmalıdır. C. GÜVENLİK GÜÇLERİ bölgede yaşayanların tümünü PKK’lı gibi görmekten ve kötü muamele etmekten vazgeçmelidir. D. DTP kesinlikle kapatılmamalı ve konu mümkün olduğu kadar Meclis’e çekilmelidir. Siyaset içine alındıkça, Kürt sorunu dağlardan inecek ve PKK’nın varlığı gereksizleşecektir. SONUÇ Tekrar edeyim; Türkiye’nin önünde Mart’a kadar bir süre vardır. Kendi içinde kavga etmek yerine, yeni bir politika, yeni bir yaklaşım ve ortak görüş oluşturulamaz ise, elde edilmiş bir avantaj boşa gidecek ve bunca aydır sürdürülen birikim hiçbir işe yaramayacak, sonucu PKK’nın güçlenmesi olacaktır. PKK’dan Kerkük’e: Washington-Ankara-Erbil “siyasi-askeri” dansı... Cengiz ÇANDAR-Referans Kandil dağındaki PKK hedeflerine karşı girişilen Türk hava harekâtının yankıları devam ederken, iddiaya göre 700 kişilik bir Türk birliği, sınırın öte tarafında Hakurk’ta da şiddetli bir çatışmanın içinde. Bunu “sınırlı bir kara harekâtı” olarak görmek mümkün. Kandil bombardımanı, 2003 yılındaki savaştan bu yana, “Irak dışı” bir “aktör”ün en kapsamlı askeri harekâtı olarak değerlendirilme özelliğini koruyor. Biz, bu konuda, harekâtın “siyasi anlamı”nın, “askerî” yönünden daha önemli ve çarpıcı olduğunu anlatmaya çalıştık. Hakurk’taki “sınırlı kara harekâtı” bu konudaki görüşümüzü değiştirmedi. Nitekim, İngiliz The Guardian gazetesinin bu konulardaki tanınmış yorumcusu Simon Tisdall, dün, “Hafta sonunda Kürt PKK ayrılıkçılarını hedef alan hava baskınları, ABD’nin Bağdat’ı 2003’te ele geçirmesinden bu yana, en büyük Türk müdahelesini ifade ediyor. Ama, onların önemi askerî olmaktan ziyade siyasî. Onlar (hava baskınları) Washington ile Ankara’nın öpüştükleri ve aralarındaki ilişkiyi toparladıkları anlamına geliyor” diye yazdı. Amerika’nın “Türkiye yanlısı” somut pozisyon alışı, Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin “rahatsızlığı”nda da kanıtlanıyor ve kendisini gösteriyor. Barzani, kendisini ziyaret eden İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband’ın yanıbaşında, onunla düzenlediği ortak basın toplantısında, bombardımana şu sözlerle tepki göstermekten kaçınmadı: “Vatandaşlarımıza karşı cinayet işlenmiştir. ABD yeşil ışık yakmasaydı. Türkiye bunu yapamazdı.” Barzani, “dilinin kemiği olmaması”yla bilinen bir şahsiyet. Ancak, buradaki tepki, biraz dikkat edilirse, Türkiye’nin bombardımanından ziyade ABD’ye yönelmiş vaziyette. Nitekim, Barzani’nin tepkisinin asıl hedefinin ABD olduğu, Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile görüşmemesiyle de belli oluyor. Bunu da, yeğeni ve damadı, Kürt Yönetimi’nin Başbakanı Neçirvan Barzani, gayet net biçimde açıkladı. Yani, Mesut Barzani, Amerika’ya “küs” bir havada. *** *** *** ABD’nin PKK’ya karşı Türkiye ile işbirliği, önceki gün “Kandil bombardımanı” konusunda “ikircikli” bir dille haber veren Washington Post’a da nihayet yansımış durumda. Washington Post, bir Pentagon sözcüsüne dayanarak kaleme aldığı dünkü haberinde “Amerika, Irak’ta saklanan Kürt savaşçılarını izlemek için Türkiye’ye istihbarat sağladı” diye yazıyordu. Habere göre, Amerikan Savunma Bakanlığı sözcüsü Bryan Whitman, “Amerika, oradaki (Kuzey Irak’taki) isyancılarla ilgili durumla baş edebilmesi için Türk hükümetine istihbarat yardımı yapmaya devam ediyor” diye konuşuyor. Pentagon, daha önce de, PKK militanlarına vurabilmesi için “eyleme dönük (actionable) istihbarat” yardımında bulunduğunu açıklamıştı. Washington Post, “actionable istihbarat”ı, “bir askeri vuruş için hedefin yerini net biçimde belirleyen veri sunmak” ve “bu veri üzerine harekete geçmek” olarak tanımlıyor. Pentagon Sözcüsü Whitman’a, “Pentagon’un Türkiye’ye bu tür ‘actionable istihbarat’ı son hava baskınlarında verip vermediği” Amerikalı gazeteciler tarafından sorulduğunda, “Muhtemelen öyle” cevabıyla onaylamış oluyor. Amerikan Dışişleri Bakanlığı ise, açıkça “yeşil ışık” deyimini kullanmasa da, Dışişleri Sözcüsü Tom Casey, “Türkiye, Amerika ve Irak, PKK adında ortak bir düşmanla yüzyüzeyiz. O bir terörist örgüt ve biz kesinlikle bunu devre dışı bırakacak eylemlerin gerçekleştirildiğini görmek istiyoruz” diye konuşuyor. 5 Kasım’daki Erdoğan-Bush görüşmesinin “en çarpıcı yönü”nün Amerikan Başkanı’nın “PKK, Amerika’nın düşmanıdır” deklarasyonu olduğunu yazıp söylediğimizde, abarttığımızı düşünenler ve söyleyenler oldu. Son günlerin gelişmeleri, o “saptama”nın isabetini ortaya koyuyor. PKK ile mücadele uzun, sabır isteyen ve “çok yönlü” bir mücadele ama, bir Amerikan Başkanı’nın –kim olursa olsun- öyle bir “deklarasyon” yapmasından sonra, PKK’nın “ömrünün çok uzun olmayacağı”, dolayısıyla Kürtlerin PKK’nın “uluslararası sistem” tarafından gözden çıkarıldığını hesaba katarak davranmaları gerektiği “gerçekçi” bir beklenti olmalıdır. *** *** *** Mesut Barzani’nin “sıkıntısı” başka yerde. Amerika’yı “kendi yanınızda” tavra zorlamak için “anti-Amerikan” çıkışlar pekalâ iş yapıyor. Onun yaptığı da o. “Washington ibresi” somut biçimde Ankara yönüne dönmesi üzerine, kendisiyle Washington arasında bir “pazarlık” ve “kesişme noktası” arıyor. Onun nezdinde PKK değil, Kerkük önemli ve Kerkük konusunda da, ABD’nin Iraklı Kürt pozisyonundan ayrıldığının farkında. Nitekim, Condoleezza Rice, Kerkük’e gidip görüşmeler yaptı ve Kerkük’ün “Demokratik Irak için ve Irak’ın tümü için önemi”nden söz etti. Bu, Iraklı Kürtlerin Kerkük için kullandığı “dil” değil. Mesut Barzani’nin Condoleezza Rice ile görüşmeyecek ölçüde “küsmesi”, muhtemelen “Kandil bombardamanı”ndan ziyade “Kerkük referandumunun ertelenmesi” ve ertelenmesinden de önemlisi, istediği sonucu elde edemeyeği kuşkusuna kapılmasıyla ilgilidir. Neçirvan Barzani ise, dün Necef’te Şii dini lider Büyük Ayetullah Sistani ile görüşmesinden sonra “Kürt Bölgesel Yönetimi’nin altı aylık ertelemeden yana olduğunu” açıkladı ama bu açıklama, Kürtlerin “Şiî-Kürt ittifakı”ndan şu anda vazgeçemeyecek olması ve vazgeçebileceği ölçüde elinde “kart” bulunmaması gibi anlaşılmalı ve algılanmalıdır. Neçirvan Barzani, “erteleme”yi “teknik nedenler”e bağlasa da, o “teknik nedenler” altı ay sonra da yerli yerinde durabilir. Irak Anayasası’nın 140. maddesine göre, Kerkük’ün statüsü referandumunun, 2007 sonuna dek yapılması gerekiyordu. Yapılmadığına göre, söz konusu anayasa maddesinin düştüğü ve hukuk diliyle “keenlemyekûn” sayılacağını da söyleyenler var. Bu arada, Kerkük konusunda devreye BM de giriyor ve BM’nin Irak Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın, hem “erteleme”den yana olduğu ve hem de Kerkük’ün Kuzey’deki Kürt yönetimine verilmesine pek de teşne olmadığı biliniyor. Önümüzdeki altı aylık süre, Türkiye-ABD-Irak Kürtleri-Bağdat arasında yoğun diplomatik manevralara tanık olacağa benziyor. Irak Kürtleri, ABD ile “makul”da uzlaşabilirlerse, Ankara-Erbil hattının yeniden oluşmasının da önü açılacak. Sınır ötesindeki askeri faaliyet kadar, çeşitli başkentlerdeki “diplomatik hareketlilik”e de dikkat gerekecek....