Karayılan'dan Abant değerlendirmesi

  • 'Türkiye törpüleme harekatı yapıyor'
    KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Ergenekon operasyonunun boyutunun AKP'yi aştığını belirterek, operasyonun ordunun bilgisi dahilinde yapıldığını söyledi. Ergenekon operasyonunu değerlendiren Karayılan, 'Bu müdahale süreciyle birlikte Türkiye'de bazı yeniliklerin gelişmesi söz konusu olabilir. Müdahale genişleyebilir. Müdahale daha çok tarafların uç olan kesimlerini hedefleyerek bir uzlaşı noktasını geliştirmeyi öngörmektedir' dedi. Karayılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a işkence yapılmasının tesadüfi olmadığını belirterek, 'Bu sürecin temel sloganı sadece Sayın Öcalan olmamalı. 'İşkence altındaki Önder Apoya Sayın demek suç değil.' Bizim temel sloganımız budur' dedi.karayilan
    KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan'a Türkiye ve Kürdistan'da yakından izlenen Ergenekon operasyonunu, Öcalan'a dönük uygulamalar, 'Êdi Bes e' hamlesinin ikinci aşamasını ve Kürt sorununun çözümü adına son günlerde gerçekleştirilen Abant Platformu tartışmalarını sorduk.


Sayın Karayılan, Ergenekon operasyonu gündemin birinci konusu olmayı sürdürüyor. Yaşanan gelişmeler ışığında operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz. AKP 'temiz eller operasyonu'na benzetiyor. Operasyon size göre böyle bir özellik içeriyor mu?

Biz bu konuda daha öncede görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmıştık. Yine Önderliğimiz birçok kere konuyla ilgili değerlendirmeler yapmıştır. Bu sistem içi bir çatışmadır. Bir iktidar kavgasıdır. Başbakanın belirttiği gibi temiz eller operasyonuyla bir ilgisi yoktur. Ancak gelinen noktada bu iç çekişme ve çatışmaların çözümsüzlüğe doğru gitmesi süreci bir müdahale ile karşı karşıya getirmiştir, böyle olduğunu düşünüyoruz. Türkiye'nin ve sürecin bir müdahaleyle karşı karşıya olduğu gözüküyor. Özellikle bu Ergenekon operasyonu çerçevesinde son dalga operasyonunda yakalananların niteliği ve durumuna bakıldığında operasyonun boyutunun AKP'yi çok aştığını, bunun bir müdahale düzeyine çıkarıldığını tespit etmek zor değildir. Öyle ki bu müdahale süreciyle birlikte Türkiye'de bazı yeniliklerin, yeni bir sürecin gelişmesi söz konusu olabilir. Müdahale daha çok tarafların böyle uç olan kesimlerini hedefleyerek bir uzlaşı noktasını geliştirmeyi öngörmektedir. Yani orduda ulusalcı uç kesimleri, İslami siyasi çevrelerde yine uçlaşmış kesimleri törpüleyecekler. Şimdi aslında müdahalenin kapsamı daha geniştir. Sadece bu kesimleri kapsamıyor. Müdahalenin daha geniş olma olasılığı yüksektir.


Operasyon AKP'nin boyunu aşmıştır

Biliniyor Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üç kesim söz konusu olmuştur. Bunlardan biri devlet, biri siyasal İslam, birisi de Kürtlerdir. Şimdi bu müdahale bu üç kesimi de kapsıyor. Nedir törpüleme? Herkesi bir ölçüde törpüleyerek bir noktada Türkiye'yi yeniden dizayn etmedir. Buna doğru yol alma ihtimalini yüksek görüyorum. Bunun tabi iç-dış boyutu ne kadar kapsamlıdır, kapsamlı değildir bu ayrı bir konu. Bunu zaman gösterecektir. Ancak operasyon geldiği nokta itibariyle AKP'nin boyunu çok aşmıştır. İç çatışma, iktidar dalaşı işi çıkmaza sokunca artık gidişatın müdahale aşaması biçiminde somutlaşmak durumunda kaldığı anlaşılıyor.
Ordunun operasyondan bilgisi vardır. Demek ki bir sınırlama da var. Aslında ordu da böyle biraz bazı uçların törpülenmesiyle kendisini temize çıkarma hesabı içinde olabilir. Eğer bu kadar darbe senaryosu yazılıp çizilmiş, konuşulup tartışılmışsa, hatta bunun için örgütlenmeler geliştirilmişse hiç mi görev başında olan bir subay katılmamıştır. Olur mu? O kadar emekli subayın başrolde olduğu bir örgütlenmenin nasıl ordu içinde kolları olmaz, vardır. Ama anlaşılıyor ki İlker Başbuğ Erdoğan görüşmesinde sınırları çizilmiştir. Aslında her iki tarafa da dönüktür. Her iki tarafında bağlantıları vardır. Yine bize dönükte aynı noktada bir yönelim durumu söz konusudur.


Sivri uçlar törpüleniyor

Bu çerçeveden yaklaşılırsa muhtemelen AKP'ninkini de ortalayabilirler. Mesela kapatma olabilir ama biraz ortalamaca bir kapatma olabilir veya kapatma olmaz daha değişik bir biçimde sivri uçları törpüleme biçiminde bir şey olabilir. Bu şu demek değildir işte uzlaşı var çok sınırlı olur. Hayır bazen uzlaşılar onları da aşabilir. Öyle görülüyor ki Türkiye'yi böyle törpüleyerek belli bir rotaya çekme politikası çerçevesinde gelişen bir süreçtir. Bu anlamda bize karşı sürdürülen, Önderliğimizi giderek daha fazla hedefleme, yaşam koşullarını tamamen bir işkenceye dönüştürme yine hareketimizin yönetim kademelerinin isim belirlenerek hedeflenmesi ve genel olarak hareketimize karşı geliştirilen saldırı dalgası ve yine DTP üzerindeki tazyik, kapatma davası hep bununla bağlantılıdır. Bu bir törpüleme hareketidir. Bu Türkiye'yi dizayn etmeyi amaçlayan bir yönelimdir.


Önderliğimize intiharvari bir eyleme girmesine yol açacak işkence uygulanıyor
Öcalan üzerinde yine Kürt halkı ve PKK üzerinde gittikçe yoğunlaştırılan uygulamalar bu törpüleme ve yeniden dizayn etme müdahalesinin Kürtlere dönük ayağı mı oluyor?

Evet, Önderliğimizin dokuz buçuk yıldan beri İmralı'da bir işkence sistemine tabi tutulduğu bilinmektedir. Ama özellikle son dönemde örneğin elli gün boyunca hücre içinde hücre cezası verilmesi, saçlarının kazıtılması, uyutulmaması, ısrarlı bir biçimde mutlaka ya geri adım attırma yada böyle intiharvari bir eyleme girmesine yol açacak dayanılmaz bir işkence sistemi dayatılmaktadır. Şimdi İmralı'da Önderliğimize yapılan bir işkencedir ve bu işkenceye karşı Önderliğimiz büyük bir irade savaşını vermekte, büyük bir direniş geliştirmektedir. Bu anlamda Önderliğimizin bu politikalar karşısında sergilediği büyük irade gücü ve direnişi çok anlamlı ve tarihseldir. Nasıl ki biz Türk devletinin Önderliğe yönelik saldırıları Kürt halkına dönük saldırılarıdır diyorsak aynı şekilde Önderliğimizin bu uygulamalar karşısında hiçbir geri adım atmaksızın direnmesi de Kürt halkının onuru, Kürt halkının direnişidir. Bu çerçevede Önderliğimize dönük bir yönelim söz konusudur.
Bunun süreçle, Türkiye'de genelde yürütülen törpüleme hareketiyle yakından bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Aynı biçimde Kürt siyasal demokratik organlarına dönük baskılar. Yine özgürlük dinamiklerine karşı geliştirilen saldırı eylemleri aynı plan çerçevesinde geliştirilen yönelimlerdir. Bu nedenle halkımız Türk devleti eliyle geliştirilen bu yönelime karşı olmazsa olmaz kabilinden direnmek durumundadır. Neden, çünkü bizim için bir varlık yokluk sorunudur. Bizim herhangi bir geri adım atmamız birçok şeyi kaybetmeyi beraberinde getirecektir. O açıdan bizim hareket ve halk olarak bu yönelim karşısında Önderlik etrafında kenetlenerek büyük bir tarihsel direnişi her bakımdan geliştirmemiz gerekiyor. Bu toplumsal bir duruş, ilkeli bir duruş ve yaşam biçiminde olabilir. Bu daha değişik demokratik eylemler biçiminde olabilir. Yine Edi Bese hamlesinin ikinci aşaması gereğince geliştirilebilecek demokratik, meşru kitlesel eylemlilikler ve yetkin aktif savunma eylemlilikleri biçiminde olabilir.
Kısacası irademizden taviz vermeyeceğimizi herkese göstermemiz lazım. Çünkü bizim hareket ve halk olarak Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümü için zaten ölçüleri en asgari noktaya çekmiş bulunuyoruz. Bunun daha altında düşmek artık bu noktadan itibaren mümkün değildir. Neden çünkü daha altına düşmek bizim ulusal değerlerimizi, ulusal duruşumuzu iradi duruşumuzu artık zorlayacak noktaya çekmek anlamına gelecektir. O açıdan da bizim bu konuda kararlıca kendimizi savunmamız gerekiyor. Biz savunmadayız, biz kendi özgücümüzle kendi irademizle bir halk olarak özgürce yaşama mücadelesini doğru çizgide yürütmek durumundayız.


Sadece 'Sayın Öcalan' demek yeterli değil

Tabi bu mevcut yönelim konseptinin hedefi bizi bu noktada geriletmek ve tasfiye etmektir. Böylece sonuç almaktır. Önder Apo'ya dönük işkencenin dozajını bu kadar artırmanın amacı budur. Geri adım attırmaktır. Özellikle bu noktada Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de şu an yürütülmekte olan 'Ben de Sayın Öcalan diyorum' kampanyası var. Tabiî ki bu kampanya 'Êdi Bes e' hamlesinin bir eylem biçimidir. Fakat şöyle yapmak yanlıştır. Sanki bizim dönemin sloganı sadece 'Sayın Öcalan'mış gibi yansıtmak doğru değil. Bizim dönem sloganımız 'İmralı işkencesine son, acil tedavi ve özgürlüktür'. Bizim temel sloganımız budur. Herkes 'İşkence altındaki Önder Apoya Sayın demek suç değil' demelidir ve ayrıca bir de Kürdistan'ın diğer parçalarında, yine yurt dışında 'İmralı İşkencesine Son' şiarı etrafında mücadele, bu anlamda Önderlik etrafında kenetlenme, sahiplenme ve 'Êdi Bes e' Hamlesinin geliştirilmesi gerekmektedir. Yoksa sadece Sayın Öcalan sloganıyla yetinmek, süreci bir biçimde geriye çekmek anlamına da gelebilir. Kampanya kuşkusuz önemlidir. Sanıyorum daha da yaygınlaşacaktır. Bize göre daha fazla yaygınlaşmalıdır. En son Amed'de gerçekleşen çıkış anlamlıydı. Birçok il ve ilçede benzer çıkışlar yapılabilir. Fakat sürecin sloganı 'İmralı işkencesine son' sloganıdır. Nitekim zorla saç kestirme insan onuruna yapılmış bir hakarettir. Önderliğimiz şahsında halkımıza yapılmış bir hakarettir.
Biz buna tahammül edemeyiz. Bu konuda Türk devletinin ve onun arkasındaki güçlerin bu uygulamalarına derhal son vermeleri gerekir. Bizim için törpülenme aslında iradi duruşu baskı altına alma biçiminde pratikleşmektedir. Bu açıdan da tehlikeli bir durumdur. Üç buçuk milyon Kürdistanlının 'benim siyasi irademdir' dediği bir önderliğe karşı Türk devletinin bu tarz yaklaşımları da ne hukukidir, ne ahlakidir, ne vicdanidir. Hiçbir şeyle bağdaştırılamaz. Yani düşmanlar bile birbirine karşı mücadele verirken birbirlerine saygı da gösterirler. Türk devleti de Kürt halkına ve onun önderliğine karşı mücadele yürütürken saygı göstermek zorundadır. Bu konuda bir ahlak ve bir kültüre sahip olmak zorundadır. Bu biçimde çok basit küçük düşürücü yönelimlerle Türk devleti sadece halkımızı tahrik etmek, ortamı germekle kalmıyor aynı zamanda devlet olarak ahlaki olmayan bir konuma düşüyor. Bunda hiçbir başka sonuç yoktur. Onurlu, haysiyetli hiçbir güç kendi karşıtına veya muhalifine karşı bu tür uygulamalar yapmaz. Bu tür yaklaşımlarda yiğitlik esastır. Ama ne yazık ki biz İmralı sisteminde bunu görmüyoruz. Her gün yapılan uygulamalarla önderliğimiz şahsında halkımızın onuru zedelenmektedir. Bu Kürt halkı için çok önemli bir haysiyet meselesidir ve süreçte bu temelde tabi derinleşmek durumundadır.


'Êdi Bes e' hamlesinin ikinci aşamasını, temposu, açığa çıkardığı dinamikler, kazanımlar ve yürüttüğü eylemlilikler açısından nasıl buluyorsunuz?

Ulaşması gereken tempoya ulaşmış değildir. Tabiî ki yaz koşulları biraz farklıdır. Onun da etkileri var. Yazda hani toplumsal yaşamda değişmeler olur, farklı durumlar olur, hep yer değişmeleri yaşanır, onun yarattığı dezavantajlar vardır, ama henüz daha ulaşması gereken tempoya ulaşmış değildir. Bu anlamda daha da yoğunlaştırmak gerekmektedir.


İkinci aşamanın kamuoyu ve Kürt halkı tarafından amaçları ve hedefleri yine özgünlükleri temelinde kavrandığını düşünüyor musunuz?

'Êdi Bes e' hamlesinin birinci aşamasıyla ikincisini birbirinden ayırmak yanlıştır. Aslında tek bir hamledir. Bir hamle gibi bir planlamaydı bu. Eylülde başladı Mayısa kadar sürdü. Onun için ona birinci aşama denildi. Birinci hamle, ikinci hamle demek yanlış. Bir hamlenin ilk aşamasıydı. İkincisi de 18 Mayıs itibariyle başlatıldı. Yani ikisinin de fazla bir farkı yoktur bir süreçtir. Kavrayıp kavramama nedir? Mesela çok derin anlaşılmaz felsefi anlamlar yüklemek de doğru değildir. Durum şudur, Kürt sorununda çözüm kendini dayatmıştır. Devletin Önderliğimize, halkımıza, insanlarımıza yaptığı uygulamalara artık yeter diyoruz. Yeter demek, 'Êdi Bes e' demek nedir? Yani her şey son sınırında seyretmektedir. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Bunun için de herkesin bütün yurtsever kesimlerin bu dönem karşısında görevlerine sahip çıkması gerekmektedir. Bunun kavranması zor değildir. Eğer bu tarihi süreci biz Kürtler doğru değerlendirmezsek tarihi fırsatların kaçması da söz konusu olacak. Bir de mevcut uygulamalar artık tarihin bu döneminde kaldırılamaz bir noktaya gelmiştir.


Platformun amacı Kürt sorununu çözme değil, ticaretini yapmaktır
Kürt sorununa çözüm kapsamında çeşitli toplantılar ve çalışmalar yürütülüyor. Bu kapsamda düzenlenen Abant Platformu'nu, açığa çıkan sonuçları itibariyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Abant platformuna katılanlar dürüst ve gerçekten sorunu çözmek isteyen insanlar olabilir. Ona bir şey demiyorum. Ancak bu platformu düzenleyenlerin amacı sorunu çözme değil, sorun üzerinde siyaset ticaretini yapmak ve Kürt halkını aldatmaktır. Kürt sorununun konuluşu ve çözümü halkasında orada söylenen bir çok şey doğru ve yerinde tespitlerdir. Ama bunu yapmakla birlikte özünde birçok doğruya değinip ardından Kürt özgürlük dinamiklerini tasfiye etme ve toplumu iradesizleştirme politikasını ince bir biçimde hayata geçirme projesidir. Siyasi İslam çizgisinin aslında Kürt sorunu karşısında gayri ciddiyeti ve gayri samimiyeti söz konusudur. Bu çizgi Kürt sorununa ve Kürt halkına hep çıkar ve ticaret mantığıyla yaklaşmıştır. Şimdi sözüm ona böyle bir açılımla -zaten Kürtlere dönük genel bir konsept var, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye konsepti var- burada 'öyle olmaz ama böyle sonuç alınır' demeye getirmektedirler. Bunların tarzı Osmanlı tarzıyla Kürtleri egemenlik altında tutma projesidir. Biraz iradesini dikkate alalım, biraz belini sıvazlayalım, biraz karnını doyuralım, biraz ekonomik yatırım yapalım, fazla incitmeyelim ama üstüne binelim. Böyle bir politikadır. Çok ince bir biçimde bir çizgiyi yürüterek sözüm ona sorunu çözmek istemektedirler. Sanki bu sorunun bir sahibi yoktur. Sanki bu sorun iki yüz yıldır bölgede çeşitli serhildanlara vesile olmamıştır. Sanki son 35 yıldır bir mücadele yokmuş, bunun ortaya çıkardığı değerler yokmuş gibi yaklaşmaktadırlar.


Devlet şiddetine ve terörüne maruz kalan biziz

Kürtlere karşı sadece asimilasyon politikası değil askeri olarak imha etme planı ve uygulaması vardır. 'Biz asimilasyona karşısıyız' diyorlar, peki askeri olarak günlük imha politikası yürütülüyor ona ne diyorsunuz? 'Her türlü şiddeti reddediyoruz' demektedirler öte yandan devletin Kürt halkı üzerinde uyguladığı bu kadar uygulama var. Kürt Özgürlük Hareketinin defalarca yaptığı barış çağrıları var, sunduğu projeler var. Bunu kabul etmeyip elinin tersiyle iten ve şiddeti dayatan bir devlet anlayışı olmasına rağmen orada aynılaştırma söz konusudur. Hayır, biz barış ve diyalogla sorunun çözümü için on beş yıldır çaba sarfediyoruz ve biz şiddeti uygulayan taraf değiliz. Devlet terörüne ve şiddetine maruz kalan bir tarafız. Onurumuzu, haysiyetimizi ve kendimizi savunmak durumundayız. Kürdistan dağlarında gerilla hayatın bir gerçeğidir artık. 25 yıldır Kürdistan dağlarında gerilla vardır. Soruna bir çözüm bulmadan sen buralara orduyu sürersen tabi burada çatışma olacaktır.
Kısaca Abant platformu, böyle bazı inceltilmiş cümlelerle işin altını oyma, tekrar sömürgeciliğin öngördüğü Kürt halkını iradesizleştirme politikasını bunların eliyle projelendirme çabasıdır. Neymiş, 'bir toplum adına konuşmayı, temsil niteliği öne sürmeyi çözümü zorlaştıran bir faktör olarak görüyorlarmış' Bu ne demek, 'Kürt toplumu sahipsizdir, başsızdır, örgütsüzdür, iradesizdir, bir sürüdür, gelin aydınlar olarak çözelim' demektir. Böyle toplum adına konuşma da sorunun çözümünü zorlaştıran bir üslupmuş. Ardından işte yine AKP'nin her zaman dediği gibi ekonomik kalkınma, bilmem yöre halkının şeref ve haysiyetini zedelememe gibi şeylerle toplumu aldatmaya çalışıyorlar. Kısaca sorunun çözüm noktası orası değildir. Orada ifade edilen birçok şey deminde söylediğim gibi doğru olmakla birlikte, fakat esas alınan eksen sorunu çözme değil, aslında çarpıtmadır ve üzerinde siyaset yapmaktır. Dolayısıyla Kürt halkı bu uğurda bu kadar bedel ödemiş, kan dökmüş ve bu tür çevrelere de pabuç bırakmayacaktır. Ama bu platforma katılan birçok dürüst insan da var. Ben onların katılmasına, kendi görüşlerini beyan etmesine bir şey demiyorum ama platformu yönlendirenler kesinlikle belirttiğim eksende sorunu çözmek değil işin siyasetini, ticaretini yapmaktadırlar.
Bu konuda herkesin değerli aydınların, yurtsever demokrat insanların bu tür Kürt halkının kanı üzerinde politika yapmak isteyen çevrelere karşı daha duyarlı olmaları gerekiyor diye düşünüyorum.


Talabani Kürtlerin değil, Türk devletinin tarafını tutuyor
Irak cumhurbaşkanı Talabani Yunanistan'da bir gazeteye verdiği demecinde Güney Kürdistan'da olup bitenlerden PKK'yi sorumlu tutarak Türkiye'nin buraya saldırılarının PKK'nin eylemlerinden kaynaklandığını belirtiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi gerçekler gün gibi açıktır. Biz Kürt tarafı olarak Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz ama Türk devleti şiddetle Kürt halkını, onun Özgürlük Hareketini ve iradesini yok etmek istiyor. Şiddete tercih kılan Kürtler değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Aslında bunu herkes biliyor ve en çok bilenlerden biri de Sayın Talabani'dir. Ama bunu biliyor olmasına rağmen böyle konuşması düşündürücüdür. Gerçekler bu kadar açık ortadayken Sayın Talabani ne kadar konuşsa da bu gerçekleri değiştiremez, bu mücadelede haklı olan, barıştan yana olan Kürt halkıdır, PKK'dir. Haksız ve savaştan yana olan Türk devleti ve ordusudur. Sayın Talabani bu gerçeği değiştiremez, çarpıtamaz. Biz sadece Kandilde, şurada burada değil, kuzey Kürdistanın her zirvesinde varız. Kimse Güney'den gidip orada eylem yapmıyor, böyle bir iddia Türk devletinin yalanıdır. Sınır üzerinde öyle kimse gidip içeride vurup uçakla geri gelmiyor. Kim Dersim'e, Bingöl'e, Serhat'a, Tendürek'e gidip eylem yapıp da Güney'e geri gelebilir. Bir defa bunun için aylarca yol yürümek gerekir. Bu nedenle bu iddia Türk Devleti'nin iddiasıdır ve yalandır. Ama maalesef Sayın Talabani de aynı iddiayı dile getiriyor. Burada Kürtleri değil Türk devletinin tarafını tutması çok talihsiz bir şeydir. Oysa halkımızın bir Kürt liderinden beklentisi bu değildir.
Herkes biliyor ki Türk devleti, Kürdistan'ın bütün kazanımlarına karşıdır. Sadece PKK değil Kürt kazanımlarından rahatsızdır. PKK olmasaydı da Türk ordusu Irak Kürdistan'ında sorun yaratırdı. Bu konuda doğru konuşmak lazım. Ama şimdi Dersimde Kürtler teslim olmuyor o gelip Güney'de sorunu arıyor. Bu doğru değildir. Türk devletinin sorunu Güney'de değildir. Türk devletinin sorunu içtedir, kendi sınırları içindedir, fakat konuyu çarpıtarak sorun sanki Kuzey Irak'taymış gibi göstermeye çalışıyor. Çünkü bununla hedefi Kuzey Irak'taki kazanımları da bertaraf etmektir. Bu gerçekleri doğru konuşmak gerekiyor. Ayrıca biz öyle kimsenin ülkesinde değiliz. Kimsenin ülkesini gidip işgal etmiş değiliz. Biz kendi topraklarımızda atalarımızın ülkesindeyiz. Bu konuda Türk devletinin çarpıtmaları da herhangi bir şeyi değiştirmez. Kürt halkı kendi haklı davasını, mücadelesini kuzeyde de, güneyde de, doğuda da, batıda da sürdürecektir. Ortada bir Kürt halkı var, bir Kürdistan gerçeği var bunu bölgedeki tüm devletler görmelidir. Görmek zorundadır. Bunu görmez ve buna göre yeni politikalar oluşturmazlarsa Kürt Halkı hep direnecek ve bu ülkelerde herhangi bir istikrar gelişmeyecektir.
Sanki tek taraflı olarak durup dururken biz gidip silahlı eylem yapıyormuşuz gibi yansıtıyorlar. Bunu bilinçli bir biçimde sürekli yansıtıyorlar. Oysa ortada Türk Devleti'nin saldırıları vardır. Biz siyasal yöntemlerle mücadele yürütmek istiyoruz ancak Türk Devletinin güçlerimize saldırması sonucu çatışma ortamı oluşmaktadır. PKK esas olarak siyasal mücadele yürüten bir güçtür, ama askeri güçleri de vardır. Askeri güçlerini muhafaza etmekte ve savunma görevleri vardır. Çünkü Kürt sorunu çözülmemiştir ve askeri güçlerin savunmasına ihtiyaç vardır.
Bu gerçeği tüm anlatımlarımıza rağmen bazıları anlamak istemiyor. Şu anda PKK'nin yürüttüğü temel mücadele, başta Amed olmak üzere Kürdistan'ın tüm şehir sokaklarında yürütülen siyasal mücadeledir. Ama aynı zamanda Kürdistan zirvelerinde de özgürlük gerillası vardır. Kürt sorunu çözülmeden bu özgürlük gerillası herhangi bir biçimde devre dışı edilemez. Şimdi Türk devleti gelip buna karşı her türlü teknikle saldırılar geliştirmektedir. Aynı biçimde halkımıza ve Önderliğimize şiddet uygulamaktadır. Biz bu haklı mücadeleyi yürütürken herhangi bir Kürdün karşı tarafı desteklemesi doğru değildir çünkü bizim pozisyonumuz tüm Kürtleri de etkilemektedir. Bu durum karşısında tüm halkımız izlemek ve duyarlı davranarak haksızlık yapanları uyarmak durumundadır.
Umarım ki bu tür açıklamalar yeni bir takım durumların habercisi olmasın. Umarım ki bizim ulusal demokratik birliğe ilişkin çağrılarımız yerini bulsun. Bu anlamda Kürtler arası ilişki ve dayanışmada herhangi bir sorun yaratılmaksızın birlik daha da güçlendirilsin.


Ne Irak’ın ne de güneyli Kürtlerin Türk devletine ihtiyacı yok
Bu günlerde Başbakan Erdoğan'ın Irak ziyaret ediyor. Talabani'nin yaptığı açıklamaları buna bağlayanlar da var...

Bu konuda daha önce de bazı hususları ifade etmiştik. Güneyde doğru bir Kürt siyaseti, Kürdistan üzerindeki inkar imha politikasını kabul etmeyen bir siyaset olabilirdi. Şimdi bu olmazsa çoğu zaman kendi kendisiyle çelişen bir siyaset izleme durumuna düşülür. Bugün Kürtlerin içinde etkin olduğu Irak devletinin doğru politikası şu olabilirdi. 'Biz kendi Kürt sorunumuzu çözmüşüz, Kürt sorununu çözmeyen devletlerin inkar politikasını da kabul etmiyoruz.' Bu eksende bir politik doğrultu geliştirseydi daha net, anlaşılır bir rotası olurdu ve bu ulusal demokratik çerçevede de çözümleyici bir politika olurdu. Şimdi bu olmadığı için böyle mesajlarla durumlar idare edilmeye çalışılıyor. Erdoğan'ın Irak'a gelişi gündemde, belki de buna karşı bir mesaj olsun diye böylesine bir tarafı tutan bir tarafı karşıya alan bir demeç veriliyor, ama bu yanlıştır. Bir kere her şeyden önce ne Irak hükümetinin ve devletinin ne de Güneyli Kürtlerin Türk devletine o kadar ihtiyacı yoktur. Böyle bir politikayı biz çok anlamlı bulmuyoruz. İyi bir ilişki geliştirilsin diye insanın kendi halkının davasına zarar verecek beyanatlarda bulunması doğru değildir. Biz hep söylüyoruz, Kürt Özgürlük Mücadelesi tarihinin önemli bir aşamasına gelip dayanmış bulunuyor. Kürdistan üzerindeki sömürgecilik zordadır. Hiçbir Kürt, Kürdistan üzerindeki inkar ve imha siyasetine güç vermemelidir. Bu eksende ulusal birlik politikası güçlendirilerek tarihin bu önemli döneminde sonuç alınması hedeflenmelidir diyoruz ve bu vesileyle bu sözümüzü bir kez daha tekrar ediyoruz. BEHDİNAN –ANF ŞİYAR KOÇGİRİ

0 Yorum: