AP Türkiye raporunda sürpriz; Ergenekon'un üzerine sonuna kadar gidilsin
Zaman/Kurdistan-Post
Hollandalı Hıristiyan Demokrat milletvekili Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye Rapor taslağı hükümete çağrıda bulunarak yavaşlayan reform sürecini hızlandırmasını, ombudsmanlık kanununun da bir an evvel çıkarılmasını istiyor. Zaman'ın ulaştığı 9 sayfadan oluşan 44 maddelik taslağın nisan ayında Dış İlişkiler Komitesi'nde, mayısta da Genel Kurul'da ele alınarak kabul edilmesi bekleniyor.
301. maddede hükümetin sözünü tutmadığını ima eden rapor, asker-sivil ilişkilerinde de ordunun tamamen siviller tarafından kontrol edilmesinde ısrarlı. Henüz taslak halindeki rapora yine yüzlerce değişiklik önergesi verilmesi bekleniyor. 301. madde dışında sert eleştirilerden kaçınan taslak, Hıristiyan Demokratların bütün raporlarında olduğu gibi gayrimüslimlerin sorunlarına geniş yer ayırıyor.
Erdoğan'ın 2008'i reform yılı ilan etmesini memnunlukla karşılayan taslak, Vakıflar Kanunu'nun TBMM' den geçmesini de olumlu karşılıyor. PKK'nın terör örgütü olduğuna işaret eden rapor, örgüte bir an evvel, şartsız ateşkes çağrısı yapıyor. Raporun Kürtçe TV-radyo yayın isterken, Kürtçenin kamu hizmetlerinde de kullanılmasını istemesi dikkat çekiyor.
Türkiye'nin K.Irak'a orantısız güç kullanmaması gerektiğini kaydeden taslak, Irak ve Kürt bölgesel yönetimine de "topraklarını terör için kullandırtma" diyor. Taslak, Erdoğan'ın Almanya'da yaptığı ve büyük tartışmalara sebep olan "asimilasyona hayır, entegrasyona evet" konuşmasına atıf yaparak, Kürt meselesinde bu sözlerin unutulmaması gerektiğini ifade ediyor.
1915 olaylarını geçen yılki raporunda "soykırım" olarak nitelendirmediği için büyük baskı gören Oomen-Ruijten, taslakta da mezkur kelimeyi kullanmaktan kaçınıyor. Raportör, Türkiye ve Ermenistan'a bir barışma dönemi başlatmak için beraber çalışma teklifi yapıyor.
Taslağın altını çizdiği mühim konu başlıkları şöyle:
Ergenekon: Türk yetkililer Ergenekon hadisesinin üzerine kararlı bir şekilde gitmeli. Bu şebekenin devlet içindeki bağlantıları tam anlamıyla günyüzüne çıkarılmalı ve sorumluları adalete teslim edilmeli.
Asker-sivil ilişkileri: 2007'de askerî müdahale girişimlerine karşı demokrasinin galip gelmesi memnuniyet verici. Türk hükümeti demokratik yollarla seçilmiş iktidarların ülkenin iç, dış ve güvenlik siyasetlerini belirlemede tek yetkili olmasını temin etmeli ve askerin bu sivil mesuliyete saygı göstermesini sağlamalıdır.
301: Türk hükümeti ve Meclis'i sürekli söz verildiği üzere 301. maddeyi bir öncelik olarak ele almalıdır. Şimdiye kadar bir ilerleme sağlanamamasına teessüf ederiz. Vakıflar Kanunu: Vakıflar Kanunu'nun onaylanmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Komisyonun metni tetkik ederek gayrimüslim azınlıkların mülklerin idaresi ve 3. kişilere satılmış olanları dahil geri alınmasının mümkün olup olmayacağını araştırması gerekir. PKK: Türkiye'de faaliyet gösteren PKK ve bütün terör örgütlerini telin ediyoruz. Ocak 2008'de Diyarbakır'da patlayan bombanın 5 kişiyi öldürmesi, 60'tan fazla kişiyi yaralamasını lanetliyoruz. Türkiye ile dayanışmamızı ilan ederken, PKK'ya bir an evvel ve şartsız silah bırakma çağrısı yapıyoruz.
Kuzey Irak: Türk hükümeti Irak'ın toprak bütünlüğünü ihlal ederek orantısız güç kullanmamalıdır. Ankara, Irak'ın toprak bütünlüğüne, hukukun üstünlüğüne saygı gösterirken, sivil zayiat olmaması konusunda bütün tedbirleri almalıdır. Irak hükümeti ve Kürdistan bölgesel idaresi topraklarını Türkiye'ye karşı terör eylemlerine kullandırtmamalıdır.
Kürt meselesi: Türk hükümeti acil olarak Kürt meselesini çözecek siyasi bir girişim başlatmalıdır. Kürt meselesinin çözümü ancak kültürel, iktisadi ve sosyal alanlarda gelişme ile, Kürtçe öğrenme imkanlarının sağlanması ve bu dilin TV-radyo yayıncılığı ile kamu hizmetlerinde kullanılması ile mümkün olabilir. DTP milletvekilleri ve belediye başkanları, Kürt meselesine demokratik Türk devleti içerisinde siyasi bir çözüm bulunması için yapıcı bir şekilde çalışmalıdır.
Ermenistan: Türkiye, Ermenistan ile sınırını açmalı ve iktisadi ambargoyu sonlandırmalıdır. Geçmiş hadiselerin samimi ve açıklıkla bir barışma süreci içinde tartışılması için Türk ve Ermeni hükümetleri beraber çalışmalıdır.
Reformlar: Erdoğan'ın 2008'i reformlar yılı ilan etmesini memnuniyetle karşıladık. Türk hükümeti Meclis'teki güçlü çoğunluğunu kullanarak Türkiye'yi müreffeh ve istikrarlı bir demokrasiye dönüştürecek reformları azimli ve kararlı bir şekilde sürdürmelidir.
Dink: Türk yetkilileri Dink ve Malatya'da 3 Hıristiyan'ın öldürülmesi ile neticelenen hadiselerin ortaya çıkarılması için kapsamlı bir tahkikat yapmalıdır. Bazı memurların görevlerini ihmal ettikleri iddiaları ciddiyetle araştırılmalı ve sorumlular adalet önüne çıkarılmalıdır.
CNN Türk, Kanal D, Show TV, ATV, TGRT, Kanal 24, Haber Türk, Samanyolu TV, Kanal 7 gibi televizyon ve haber kanallarından, daha çok arşivlerinde bulunan yakalanmış ya da bezgin görünen gerilla görüntülerine yer verilmesi, toplu halde gerilla görüntülerinin yayınlanmaması ve bundan sonra bu tür yayınlara 'ulusal çıkar' nedeniyle özen gösterilmesi istendi.
Türkiye'den yayın yapan ulusal televizyon, haber kanalları ve görüntülü haber ajanslarına askerden ültimatom verildi. Uyarıdan sonra haberlerde toplu halde olmayan, bezgin ya da PKK'den kaçanların görüntüleri yayınlanmaya başlandı
Televizyon ve haber ajansların yönetimleri ile görüşen askeri yetkililer, 'ordu', 'silahlı kuvvet', 'düzenli birlik' görüntüsü yansıtmaması için, gerillaların ağır silahlar, düzenli yürüyüş, yemin töreni, içtima gibi görüntülerin yayınlanmamasını istedi. Karara uyan kanal ve ajanslar bu tür görüntüleri arşive kaldırırken, haber bültenlerinde daha çok toplu olmayacak şekilde gerilla görüntüleri ile itirafçıların görüntülerini vermeye başladılar.
Türk ordusunun HPG gerillalarına yönelik olarak geçen yıl yaptığı sınır ötesi hava harekatı ve 21 Şubat tarihinde yapmış olduğu sınır ötesi kara harekatı ardından, sınır içinde de psikolojik savaş harekatı ön plana alındı.
Askeri yetkililer, psikolojik savaş harekatı çerçevesinde Türkiye'den yayın yapan ulusal televizyonlar, haber kanalları ve görüntülü haber ajanslarına, PKK'nin 'düzenli ve disiplinli bir güç' olarak yansıtılmaması için ültimatomda bulundu.
Albay rütbeli bir subay tarafından uyarılan televizyon, haber kanal ve görüntülü ajans yönetimlerinden, gerillaların, 'düzenli yürüyüş', 'silahlı eğitim', 'yemin içme', 'çatışma', 'içtima', 'eğitim görme' gibi görüntülerinin yayınlanmamasını istedi.
Yaklaşık 10 gün önce yapılan bu görüşmenin ardından, tüm televizyon ve haber ajanslarında gerek Roj TV, gerek yabancı kanallardan kopya edilen ya da kendi muhabirlerinin çekip gönderdiği bu tür görüntüler arşive kaldırılırken, haberlerde toplu halde olmayan, bezgin ya da PKK'den kaçanların görüntüleri yayınlanmaya başlandı.
ANF
18:55
1995 yılında Alevilere ait 4 kıraathane ve bir pastanenin polis tarafından taranması sonucu 22 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Gazi Katliamı'nın 13. yıldönümü 5 bini aşkın kişinin katılımıyla protesto edildi.
DTP, Özgür Demokratik Alevi Hareketi, Ezilenlerin Sosyalist Platformu, DHP, Alınteri, Mücadele Birliği ve BDSP'nin oluşturduğu 'Gazi 12 Mart Platformu' tarafından Gazi olaylarının yıldönümü dolayısıyla anma etkinliği düzenlendi.
Sabahın erken saatlerinde Eski Karakol Mevkii'nde bir araya gelen 3 bin kişi, 'Yaşasın Devrimci Mücadelemiz' pankartının altında cemevine doğru yürüyüşe geçti.
Yolu trafiğe kapatarak yürüyen ve sık sık 'Gazi şehitleri ölümsüzdür', 'Gazi faşizme mezar olacak', 'Şehit namirin', 'Anaların öfkesi katilleri boğacak' ve 'Biji biratiyan gelen' sloganlarını atan kalabalık grup buradan cemevi önüne geldi.
Burada kitleye hitaben bir konuşma yapan DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, 'Malatya, Sivas ve Maraş'ta yaşanan Alevi katliamlarını yapanlar yargılanmadığı için Şemdili'de yeni Susurluklar yaşandı. Şemdinli açığa çıkarılmadığı için de Ergenekon gibi çeteler meydana geldi' dedi.
Türkiye'nin tek dil, tek ırk ve tek millet anlayışı ile yönetildiğine vurgu yapan Tuncel, 'Bu anlayış bize silah olarak geri dönüyor. Van'da ve Cizre'de öldürülen arkadaşlarımızın hepsi bu teklik anlayışının kurbanıdır. Bu ülkede özgürlükler ve demokrasi geliştikçe katliamlar durur. Biz DTP olarak bütün bu katliamlara karşı halkın yanında olacağımızı ve tüm demokratik çevrelerin sesine her yerde sahip çıkacağımızı ifade ediyoruz' diye konuştu.
Tuncel'in ardından, 1995 yılında yaşanan olaylarda hayatını kaybeden Hasan Ocak'ın kardeşi Maside Ocak ile Zeynep Poyraz'ın annesi Menevşe Poyraz da birer konuşma yaparak, Gazi olaylarında hayatını kaybedenlerin anısına bağlı kalınmasını ve tüm kesimlerin bu tür olaylara karşı birlikte hareket etmesi çağrısında bulundu.
Cemevi önünde toplanan kitlenin sayısı 5 bini buldu
Gazi Cemevi önündeki anma katılımcı gruplar adına Sevinç Sönmez'in okuduğu ortak basın metniyle devam etti. Açıklamanın ardından, 'Gazi kızıldır kızıl kalacak', 'Gazi faşizme mezar olacak', 'Burası Zap buradan çıkış yok', 'Kürdistan faşizme mezar olacak', 'Yaşasın devrimci dayanışma', 'TC'nin korkusu HPG Ordusu', 'Vur gerilla vur Kürdistan'ı kur' ve 'Polis Gazi'den defol' şeklinde sloganlar eşliğinde Gazi Mezarlığı'na doğru yürüyüşe geçen kitlenin sayısı 5 bini geçti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın posteri, DTP ve 'Demokratik Konfederalizm' bayraklarının elektrik direğine çekildiği anma eylem alkışlar ve zılgıtlarla devam etti. Gazi olaylarında hayatını kaybedenlerin mezarlarının bulunduğu Gazi Mahallesi Mezarlığı'nda kadar geniş güvenlik önlemleri altında yürüyen kalabalık, saygı duruşunda bulunarak, mezarlıklara karanfil bıraktı. Özellikle hayatını kaybedenlerin yakınlarının zor anlar yaşadığı göze çarpan anma etkinliği mezarlıkta okunan marşlar ve atılan sloganlar eşliğinde son buldu. Gazi Cemevi yetkilileri sabah saatlerinde Cemevi'ne gelen polis yetkililerinin kendilerinden DTP'lileri aralarına almamaları konusunda uyarıda bulunduğunu ve DTP'lilerin korteje alınması halinde müdahale edileceğini söylediklerini dile getirdi.
HÖC'lüler yalnız yürüdü
Öte yandan Gazi olaylarının yıldönümü nedeniyle Haklar ve Özgürlükler Cephesi (HÖC) ise ayrı bir yürüyüş düzenledi.
Yaklaşık bin 500 kişinin katıldığı yürüyüşte HÖC'lüler de Gazi Mezarlığı'na giderek olaylar sırasında hayatını kaybedenler için anma etkinliği düzenledi. DİHA
Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanlığı Güneybatı Kürdistan'da Qamışlo katliamının 4. yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada Baas rejimini kınadı.
Suriye Baas rejiminin Qamişlo'da Kürt halkına karşı gerçekleştirdiği katliamın üzerinden dört yıl geçti. 12 Mart katliamının yıldönümünde KCK yaptığı açıklamada, 'Halkımıza karşı bu katliamı gerçekleştirenleri bir kez daha lanetliyor, bu katliamda yaşamını yitiren Kürt yurtseverlerini saygıyla anıyor, anılarına Kürt halkının özgürlük mücadelesini daha da geliştireceğimiz sözünü yineliyoruz' dedi.
Bilindiği gibi Suriye rejiminin, inkar ve imha siyasetini izleyen Türk devletiyle anti-Kürt ittifakında buluşarak Kürt halkına karşı her türlü baskıyı geliştirmeye devam ettiğinin altını çizen KCK, şöyle devam etti: 'Bunun Irak'ta Kürt sorununun önemli oranda çözülmesiyle bölgede gelişen Arap-Kürt halklarının eşitliği ve kardeşliğini sabote eden bir uygulama olduğu görülmelidir. Arap-Kürt dostluğunun gelişmesini beraberinde getirecek olan bu imkanın doğru değerlendirilmemesi, Suriye rejimine de bir şey kazandırmayacaktır. Irkçı-milliyetçi politikasını sürdürmesi halinde, en büyük zararı rejimin kendisinin göreceği açıktır. Bu nedenle Suriye devleti Türkiye ile birlikte Kürt düşmanlığını bir yana bırakarak, tarihi temelleri güçlü olan Kürt-Arap dostluğunu geliştirecek olan demokratik bir politikayı geliştirmelidir. Halkımız Qamişlo katliamının 4. yıldönümünde, katliamcılardan hesap sormak için örgütlü mücadelesini, katliamlara 'Êdî bes e' diyerek serhıldanlarını yükselterek, eşitlik-özgürlük temelinde Arap-Kürt dostluğunu geliştirme göreviyle karşı karşıya bulunmaktadır. Suriye rejimi Kürt halkının yalnız olmadığını bilmeli, Kürtlerin bölge denkleminde önemli bir güç olduğunu görmeli ve halkımıza karşı saldırılarına son vermelidir.'
Kürdistan'daki sömürgecilerin tüm parçalarındaki saldırılarının neredeyse eş zamanlı olarak geliştiğine dikkat çeken KCK, bu saldırıların bir ifadesi olarak Süleymaniye'de yapılan katliam saldırısının, Güney Kürdistan'daki kazanımlara yönelik bir saldırı olduğunu kaydetti. KCK şöyle dedi: 'Bu saldırıyla halkımızın ulusal-demokratik kazanımlarını tasfiye etmek, sindirmek, yıldırmak ve iradesini kırmak için geliştirilen bu katliam saldırısını protesto ediyoruz. Hangi güçten gelirse gelsin, halkımızı korkutmaya, sindirmeye ve iradesizleştirmeye yönelik bu saldırılar karşısında Kürdistan'ın dört parçasında ve yurt dışında birlik ve örgütlülüğünü daha fazla geliştirerek, özgürlük mücadelesini yükseltmelidir. Kürdistan halkının tüm parçalarda karşı karşıya olduğu bu saldırılar karşısında ulusal demokratik birliğini ve beraberliğini geliştirmekten ve ortak bir ulusal strateji geliştirmekten başka bir yolun olmadığı da daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Başta Türk devleti olmak üzere Kürdistan üzerinde egemenliğini sürdüren güçlerin halkımız üzerinde geliştirdikleri ulusal baskının yanında birer erkek egemenlikli sistem olarak Kürt kadını üzerindeki yoğun baskı sistemi vardır. Bu devletler anadil eğitimini yasaklayarak en başta Kürt kadınını bilinçsizliğe ve dıştalanmaya uğratmasına rağmen 2008 Mart'ında Kadın gününe bu düzeyde sahip çıkması bir kadın devrimi anlamına gelmektedir. Özel savaş rejiminin Kürt halkına karşı yürüttüğü topyekün savaşa ve iradesizleştirme baskı ve saldırılarına rağmen, Kürt kadınının 8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü nedeniyle geliştirmiş olduğu ulusal renkleriyle kitlesel kutlama, Kürdistan'da Kadın özgürleşmesinin, iradeleşmesinin ve köklü bir kadın devriminin ulaştığı düzeyi ortaya koymaktadır. Bu aynı zamanda Kürdistan üzerinde inkar-imha siyasetini yürüten egemen güçlere verilen bir cevapta olmuştur. Önder Apo'nun geliştirmiş olduğu Kadın Kurtuluş ideolojisi ve felsefesi temelinde gelişen kadın devrimi, Kürt toplumunun özgürlük iddiasını ve Kürt halkının yenilmezliğini ve Kürt kadınının kazandığı devrimsel gelişmeden geri döndürülemeyeceğini de ortaya koymuştur. Bu Dünyadaki kadınlara özgürlüğün yolunu bir kez daha gösteren Kürt kadınının bu görkemli devrimsel gelişmesini selamlıyor, özgürlük mücadelelerini daha örgütlü ve iradeli bir biçimde yükseltmeye çağırıyoruz.'
BEHDİNAN - ANF
Kaldırımda yüzüstü yatan bedeni, Gazi Katliamı vahşetinin simgesi oldu. Ama herkes onu öldü bildi. Kaldırıldığı morgda ölüme terk edildi. Sonra ölmediği, yaşadığı anlaşıldı. 3 yıl süren tedaviden sonra hayata tutunmayı başardı. Evlendi, bir çocuğu oldu. Özlem Tunç, ölüm ile yaşam arasında geçen dehşet dolu anları 13 yıl sonra ANF'ye anlattı.
12 Mart 1995 günü akşam saatlerinde bir taksi, hışımla Gazi Mahallesi'ne girdi. Takside tam donanımlı JİTEM elemanları vardı. JİTEM mensuplarının neden mahalleye hışımla girdikleri bir süre sonra anlaşıldı. Taksiden Alevilere ait üç kahvehane ile bir işyerine aynı anda otomatik silahlarla ateş açıldı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir Alevi dedesi hayatını kaybetti, 5'i ağır 25 kişi yaralandı. Olay, İstanbul'da yaşayan Aleviler arasında büyük bir infial yarattı. Kentin pek çok semtinden Gazi Mahallesi'ne doğru akın başladı. Gelenler, Gazi Cemevi önünde toplandı. Babalar çocuklarıyla, anneler kundaktaki bebeleriyle, yaşlılar ise bastonlarıyla gelmişti. Herkes burnundan soluyor, 'Artık yeter' diye haykırıyordu. Cemevi önündeki grup, bir süre sonra emniyet kuvvetlerinin olaya geç müdahale ettiklerini vurgulayarak polis karakoluna yürüdü. Ancak polis, gösterici grubun üzerine kurşun yağdırmaya başladı. Mehmet Gündüz adlı bir yurttaş hayatını kaybetti, birçok kişi de yaralandı.
Onbinlerce Alevi karakola yürüyordu
Çatışmalar sabah saatlerine kadar sürerken, sabah saatlerinde İstanbul'un pek çok semtinden gelenlerle birlikte Gazi Mahallesi'ndeki Alevilerin sayısı on binleri bulmuştu. Kıbrıs Caddesi'ni dolduran büyük bir kitle, panzerden ateş açarak Mehmet Gündüz'ü katleden, onlarca kişiyi de yaralayan polisi protesto etmek için Gazi Karakolu'na doğru ilerliyordu. Karakola doğru ilerleyen kişilerden biri de henüz 17 yaşında olan Özlem Tunç'tu. Tunç anlatıyor:
'Olayların başladığı akşam diğer semtlerden akın akın insanlar gelmişti. Evimiz de tıka basa insan dolmuştu. Sabah saatlerinde evden çıktık. Kıbrıs Caddesi'nde insanlarla buluştuk. Karakola doğru ilerliyorduk. Amacımız polisi ve karakolda olduklarını bildiğimiz Mehmet Gündüz'ü öldüren polisleri protesto etmekti. Herkeste öfke ve kin vardı.'
Polisler hedef gözetmeksizin ateş açtı
Halk tüm polis barikatlarını aşıyor, adım adım karakola yaklaşıyordu. Ortalık tam bir mahşer gününe dönüşmüştü. Kitlenin karakola yaklaşmasını önlemek isteyen polisler, taş yağmuru altında daha fazla direnemiyor, geri çekilmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra polis hedef gözetmeksizin kitleye ateş açmaya başladı. Onlarca insan yaşamını yitiriyor, yüzlerce insan da yaralanıyordu. Ancak göstericiler, polisin açtığı ateşe rağmen geri çekilmiyor, büyük bir öfke ile polisle çatışmaya giriyordu. Özlem Tunç anlatıyor:
'Serpil Eczanesi'nin önünde Fadime Bingöl isimli bir kadın boynundan vuruldu. Kadıncağız yüz üstü düşmüştü. Çevirdik kan revan içindeydi. Kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi. İnsanlar çığlık çığlığaydı. Sağanak yağmuru gibi kitleye kurşun yağdırılıyordu. Dört Yol ana baba gününe dönüşmüştü. Burada Bayram Aslan karnından vuruldu, ağır yaralanmış kan kaybediyordu. Gazi PTT'sinin önüne geldim. Karakola artık 200 metre kalmıştı. En şiddetli çatışmalar burada yaşandı. En fazla ölümler de burada meydana geldi. Gecekondu önünde toplanıp kitleye ateş açan polisler, taş yağmuru ile aşağı püskürtüldü. Karakola ulaşmaya çok az kalmıştı. Tam bu sırada jandarma geldi. Jandarma polisin önünde konuşlandırıldı.'
Özlem karakolu teftif ediyor
Jandarmanın gelmesinden sonra olaylar daha da büyümüş, saatler süren çatışmalara rağmen polis ve jandarma kitleyi kontrol altına almayı başaramamıştı. Bunun üzerine 6. Tugay Komutanı ile kitle arasında pazarlıklar başladı. Komutan halkı sakinleştirmek için kitleyi temsilen bir heyetin karakola girmesine izin vermişti. Amacı karakolda gözaltında tutulan kimsenin olmadığını halka ispatlayarak kitlenin öfkesini yatıştırmaktı. Karakola giren heyette Özlem Tunç da vardı:
'Komutan kitle içinde heyette yer alacak kişilerden birinin de benim olmamı isttedi. Bunun üzerine heyetle karakola girdik. Her yerine baktık karakolun. Gözaltında gerçekten kimse yoktu. Ancak karakol içinde her türlü hakarete maruz kalmıştık. Polisler durmadan hakaret ediyordu. Tam üzerime saldırmak için harekete geçmişlerdi ki komutan devreye girdi ve bizi korudu. Teftişten sonra bir panzerin üzerine çıkarak kitleye seslendim.'
Ve işkence başladı
Aradan yarım saat geçmemişti. İki çevik kuvvet üyesi polis, Özlem Tunç'u panzerden iner inmez gözaltına alarak bir kahvehaneye soktu. Özlem Tunç anlatıyor:
'Çevik Kuvvet'e şeflik yapan bir polis -ki bu şahıs devamlı elinde telsiz sağa sola talimat veriyordu - beni göstererek 'bu bayanı kaçırmayın, alıp özel muamele yapın' dedi. İki TİM üyesi süratle beni aralarına alıp bir kahvehaneye soktu. Kahvenin ortasında biri çenemi tutup ağzıma tükürdü... Ve işkence başladı. Tacizle işe başladılar. Sonra coplarla ağzımı burnumu paramparça ettiler. Yoruluncaya kadar dövdüler. Yüzüstü yatırdılar. Bu kez de tekmelerle vurmaya başladılar. Bir halıyı çiğner gibi üzerimde tepiniyorlardı. Tırnaklarım düşmüştü, halsiz ve mecalsiz bir duruma düşmüştüm.'
Herkes öldüğünü düşündü
Özlem Tunç, işkence seansından sonra kahvehanenin önüne çıkarıldı. Burada bir TİM üyesi tabancasını çıkararak Tunç'un başına bir el ateş etti. Özlem Tunç anlatıyor:
'TİM üyesi başıma bir el kurşun sıktı. Öleyim istedi. İkincisini sıkacaktı diğer TİM üyesi müdahale etti, zaten ölmüş dedi, boş ver kurşununu diğerlerine harcarsın. Vücudumda bir sıcaklık vardı, hiçbir şey hissetmiyordum. Sesleri duyabiliyor ama göremiyordum. Sanki bir perde gözlerimin önüne çekilmişti. O zaman saçlarım uzundu. Biri saçlarımdan diğeri ayağımdan tutarak beni kaldırıma attı. Bedenim kaldırımda, ayaklarım yolda kalmıştı. Kaldırıma attıktan sonra birinin iki ayağıyla üzerime çıktığını hissettim. Sonra onu diğerleri izledi. Bu sırada omirilik diskim yerinden çıkmış. Herkes öldüğümü düşünmüş.'
Bu ölmemiş yaşıyor
Özlem Tunç, saatlerce kaldırımda kaldıktan sonra jandarma tarafından öldüğü düşünülerek Gazi Karakolu'na götürüldü. Sonra, ölü ve yaralıların balık istifi tutulduğu bölüme atıldı. Ardından diğer yaralı ve ölülerle birlikte bir ambulansa bindirilerek Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Burada yaralılar acil servise, ölüler de morga kaldırıldı. Ambulansta kan kaybından şuurunu kaybeden Özlem Tunç da öldüğü düşünülerek morga kaldırılmıştı. Özlem Tunç anlatıyor:
'Ambulansa bindirildiğimde şuurum tam gitmemişti. Hayal meyal hatırlıyorum. Ancak ambulansta şuurumu kaybettim. Öldüğüm düşünülerek morga kaldırılmışım. Ailemin benden haberi yok. Ayrıca sokağa çıkma yasağı var. O yüzden Gazi'den çıkamıyorlar da. Çırılçıplak soyuluyorum, üzerime de bir bez parçası atılıyor. Yüzüm tanınmaz bir haldeymiş. Ölü sahipleri yakınlarını morgda ararken daha iyi bakabilmek için yüzüme eğiliyorlar. Tam bu sırada biri nefes aldığımı, göğsümün kalkıp indiğini görüyor. Sonra 'bu yaşıyor' diye bağırıyor. Hastaneye çıkarılıp tedaviye alınıyorum.'
Polis hastaneye baskı yapıyor
Özlem Tunç hastaneye tedavi için kaldırılmıştı. Ancak yakınları olmadığı için tedavi için gerekli ilaçlar tedarik edilmemişti. Polisin hastane üzerinde 'bırakın ölsün' baskısı vardı. Özlem Tunç anlatıyor:
'Bir gün sonra şuurum yerine geldiğinde odamın kapısında bekleyen sivil polisleri gördüm. Doktorlar başımı tıraş etmişlerdi. Başıma iki doktor geldi. Konuşmalarına tanık oldum. Bir diğerine 'gebermemiş' diye söylendi. Sonra ameliyathaneye alındım. Çıktıktan sonra Sevim isimli bir hemşire bana ilaç alınmadığını görüyor. Kendi imkânlarıyla ilaçlarımı alıyor, sonra başucuma koyuyor. Bu hemşirenin daha sonra Alevi kökenli olduğunu öğrendim. Hastanedeyken 3. gün Başbakan Tansu Çiller geldi.'
Gazi olaylarının simgesi oldu
Çiller'in hastanede yaralıları ziyaret ettiği gün Özlem Tunç, Türkiye'de günün konusu olmuştu. Kaldırımda yüz üstü yatarken polisler tarafından tekme tokat dövüşü akşam haber bültenlerinde yayınlanmış, ertesi gün çıkan tüm gazetelerin ilk sayfalarında kaldırımdaki fotoğrafı basılmıştı. O artık Gazi olaylarındaki vahşeti belgeleyen bir simgeye dönüşmüştü. Bu yüzden polis yaşamasını değil bir an önce ölmesini istiyordu. Alel acele henüz daha tedavisi tamamlanmadan hastaneden çıkarıldı, sorgu için İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
Karakolun önüne bıraktılar
Özlem Tunç anlatıyor: 'Ağzımdan serumu çekerek beni hastaneden Vatan'a götürdüler. Yaşıyordum ama yanımda kimseler yoktu. Sorgu başladı. Konuşacak durumda değildim. Sık sık başıma vurarak konuşmaya zorlanıyordum. Sözde ifade aldılar. Sonra Gazi Karakolu'na götürdüler. Burada da sözde ifademi aldılar. Durmadan kusuyordum. Dördüncü gün karakolun önüne bıraktılar. İki büklüm olmuş yere kapanmıştım. Asker ve polis dışında kimseler yoktu. Sokağa çıkma yasağı devam ediyordu. Sürünmeye başladım. Eve gidecektim. 4 saat sonra Cemevi'nin önüne gelmiştim. Cemevi önünde halk toplanmıştı. İnsanlar beni görünce sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Annem ve babam şoka girmişlerdi. İnsanlar bana sarılmak istiyordu. Ben ise sarılmayın her tarafım kırık, lütfen diyebiliyordum ancak.'
3 yıl tedavi gördü
Özlem Tunç, ailesi tarafından 3 yıl boyunca özel hastanelerde tedavi gördü. Bu süre içinde ailesi zehirlenerek öldürülebileceği şüphesiyle odasına yabancı kimseyi sokmadı. Tunç, uzun süren tedaviden sonra polis tarafından sık sık taciz edilince Gazi Mahallesi'nden ayrılarak Sarıyer'e yerleşti. Özlem Tunç anlatıyor:
'Tedavim bitip eve gelince yine polis tacizleri başladı. Panzerler penceremizin önünden geçerken pencereye hep selektör yapıyordu. Evimizin önünde sivil polis arabası duruyordu hep. Bir gün dayanamadım krize girdim, dışarı çıktım ve 'Vurun ulan vurun' diye bağırmaya başladım. Bunun üzerine psikologların tavsiyesiyle ailece Sarıyer'e taşındık. Sonra evlendim. Bir kız çocuğum oldu. Ancak olayın getirdiği psikolojik travma ve polisin üzerimizdeki baskısı evliliğimin bitmesine neden oldu. Olaylardan 8 yıl sonra tekrar Gazi'ye döndüm.'
Devlet benden çok şey aldı
Özlem Tunç, aradan geçen 13 yıl sonra devlete şöyle sesleniyor: 'Devlet benden çok şey aldı. Hayallerimi, gençliğimi, umutlarımı aldı. Evliliğimi çaldı. Kime ne diyebilirim veya kime ne hesabı sorabilirim. 5-6 yıl sonra katliamcılar aklandı. O gün kurşun sıkanlar şimdi yeniden görev başında. Mucizelerle dolu bir serüven sonrası hayattayım. Ama yine de yüreğimde kin yok. Barış olsun, toplumlar, kültürler ve inançlar özgür olsun istiyorum. Acılarımızı ancak barış, huzur, özgürlük ve mutluluk dolu bir Türkiye hafifletebilir.'
Fırsatçı vicdansızlar
Tunç'un bir mesajı ve sitemi de halka: 'Halkımız bizleri unutmasın istiyorum. Az acılar yaşanmadı. Olaylarda yaralanıp sakat kalanlar, yatağa mahkum düşenler sahiplenilmedi, ortada bırakıldı. Bu tür şeyler daha da üzüyor bizleri. Maalesef unutulduk, sadece yıl dönümlerde hatırlanıyoruz. Çok zor günler geçirdim, elimizden tutan olmadı. Kimseden maddi bir şey dilenmiyorum, ama manevi destek maddi destekten daha anlamlı. Pek çok kez yurt içi ve yurt dışında konserler, yardım kampanyaları düzenlendi. Ancak bu yardımların bana ulaşmadığını ifade ederken büyük bir ızdırap ve üzüntü duyuyorum. Bu kampanyalarda toplanan paralardan istifade edecek kadar vicdanı körelenleri kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.'
İSTANBUL -ANF
Türkiye, Kuzey Irak'tan ABD baskısı nedeniyle çekildiyse, 1 Mart tezkeresiyle süper güce karşı koyarak elde ettiği imaja zarar vermiş demektir
Kurdians: Monday, March 10, 2008
Türkiye imajını zedeledi MUHAMMED NUREDDİN-(Katar gazetesi Şark, 3 Mart 2008)Radikal
Türkiye'nin PKK'ya yönelik kara harekâtı ABD'nin yeşil ışığıyla başlamıştı ve kırmızı ışığıyla son buldu. Türk yetkililer haliyle sürpriz çekilmeyi gerekçelendirmeye çalışıyor, ama aşağıdaki göstergeler operasyonu bitirme kararının sürpriz olduğunu ifade ediyor.
Öncelikle, Türkler harekâtın hedefini belirlememiş ve güçlerinin, hedefe ulaşır ulaşmaz döneceğini ifade etmekle yetinmişti. İkincisi, Türk yetkililer perşembe akşamı, yani çekilme kararından birkaç saat önce harekâtın devam ettiğinde ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın ifadesiyle, 'bir yıl bile sürebileceğinde' hemfikirdi. Üçüncüsü, cuma sabahı aniden, harekâtın bittiği açıklanıyordu. Dahası, kararın alınmasından saatler sonra Başbakan Erdoğan, o akşam yapacağı ulusa sesleniş konuşmasını değiştiriyordu. Zira karar, başbakanın konuşmasında yer alan 'operasyonun hedeflerini gerçekleştirene kadar süreceği' ifadesiyle çelişiyordu.
Ayrıca çekilme aniden meydana geldi ve hedefler gerçekleşmedi. Hedefler perşembe akşamı ve cuma sabahı gerçekleşmiş olamazdı. Operasyonun bitişinden sadece birkaç saat önce, Hindistan'da bulunan ABD Savunma Bakanı Gates Ankara'ya operasyonu en fazla iki haftada bitirmesi gerektiği, yoksa ABD'nin istihbarat işbirliğini keseceği uyarısında bulunmuştu. Hatta Hürriyet gazetesinin yazdığına göre Gates Ankara ziyaretini iptal etmeyi düşünüyordu, ancak 'ABD uyarısı'nı bizzat iletme kararı aldı. Son olarak, Gates'in Türk yetkililerle görüşmelerinden sonra ABD Başkanı Bush, operasyonun bitirilmesi için acele edilmesine dair benzer bir uyarıda bulundu.
Bu gelişmeler, harekâtın yoğun Amerikan baskısıyla son bulduğu ve hedefi gerçekleştirmediğini teyit ediyor. Genelkurmay açıklaması, kararın arkasında ABD'nin bulunmadığı konusunda ikna edici değildi. Çekilmenin nedenlerine dair yanıt bir dizi soruyla verilebilir:
Türkiye operasyon süresini ve sınırlarını ABD'yle anlaşmaksızın mı belirledi? Ankara, Kandil'e ulaşmaya ve PKK'yı, ABD'nin örgütü Türkiye ve İran'a karşı kullanma imkânını kaybedeceği biçimde yok etmeye niyetli miydi? Ankara, Kuzey Irak'ta üs olarak kullanacağı, ABD'nin bölgesel planlarını değiştirecek yeni bir oluşum yaratmak mı istiyordu? Veya çekilme, Ankara'nın ABD'yle istihbarat işbirliğinin sürmesini tercih etmesinin sonucu mu? Yoksa Ankara'nın, Washington'ın Afganistan, İran ve füze kalkanı konularında işbirliği gibi taleplerini reddetmesinin bir sonucu mu? Son olarak, çekilmenin, ABD'nin, Gazze ve Lübnan'da yaşanacaklara kanalize olmak için Kuzey Irak'taki patlamayı söndürme eğiliminin sonucu olup olmadığını sorabiliriz. ABD Ortadoğu ve Kuzey Irak'ı aynı anda takip edemez.
Sürpriz çekilme her halükârda, Türkiye'nin 1 Mart tezkeresi sonrası çıkarlarının dünyanın en büyük gücüyle koalisyonunun bile üstünde olduğuna dair kazandığı olumlu imaja uygun düşmedi. Türkiye, bölgedeki diğer ülkeler gibi Amerikan kontrolüyle hareket eder oldu.
Bu olay, Türk-Amerikan ilişkileri ve ülke içindeki sonuçları değerlendirilmeksizin veya ne elde edildiği sorgulanmaksızın geçiştirilemez. Türkiye çözümün gerçek anahtarı kendi cebindeyken Kürt sorununda hâlâ başarısız oluyor, askerlerini ve imajını kaybediyor.
(Katar gazetesi Şark, 3 Mart 2008)
Fransız Albay Jean-Louis Dufour, Türkiye'nin amacının Kürdistan'ı istikrarsızlaştırmak olduğunu kaydederken, geri çekilen işgalcinin ise eleştiriler karşısında kuzu postuna büründüğüne dikkat çekti.
Bağımsız kaynakların çatışmaları izleyemediğine işaret eden Albay, 'Osmanlının mirasçısında şeffaflık tek kaygı değil' dedi.
Fransız ordusunda üst düzey memurluk yapan ve Lübnan'da eski askeri ataşe olan Albay Jean-Louis Dufour, Türk ordusunun 21-29 Şubat tarihlerindeki işgal operasyonunu Fas'ın birinci ekonomi gazetesi 'Economiste'e değerlendirdi. Uluslar arası krizler üzerine araştırmalarını sürdüren Dufour aynı zamanda Defense (Savunma) dergisi yazı işleri müdürlüğü yaparken, '20. Yüzyıl Savaşı” ile 'Pekin'den Bağdat'a Uluslar arası Krizler” gibi referans kitaplarına imza attı.
İşgalci kuzu postuna büründü
Türk ordusunun operasyonu ile her şeyin bitmediğini kaydeden Dufour, “2008'de tüm Avrupa demokrasisine girişe aday bir devlet ondan görüşünü almadan komşu bir devlet içinde savaş eylemi yürütüyor. Türkiye'nin bir ittifakı olan ABD ise sadece kısa bir operasyonu kabul etti, prensipte onayladı ve mümkün olan tüm istihbaratı sağlayarak kolaylaştırdı. Eleştirileri engelleme kaygısıyla işgalci kuzu postuna büründü. Ankara başta Kürt siviller olmak üzere Irak'ın hedef alınmadığını söyledi' dedi.
Bu güç eyleminin taktik ve stratejik olarak boyutta ele alınabileceğini kaydeden Fransız Albay, operasyonun zamanlamasını şöyle değerlendirdi: “Taktik açıdan operasyon konusunda hiçbir şey bilinmiyor. Türk Genelkurmay'ı kış ortasında bir saldırı ile rakiplerini kuşkusuz şaşırttı. Ordu açı çekmek zorunda kaldı. Türk birliklerinin geri dönüşünü izleyen AFP muhabiri askerlerin ‘yorgun' olduğunu kaydediyordu. PKK'ye göre çok sayıda asker soğuktan öldü. Televizyon operasyonlara katılan bir tank bölüğünü gösterdi. Bu kadar kaotik bir alanda zırhlı araç kullanma tuhaf bir fikir ya da gerillalara hedef sunmak içindir. Ama geçelim mademki çatışmaları hiçbir bağımsız kaynak izleyemedi. Osmanlının mirasçısında şeffaflık tek kaygı değil. Buna karşın stratejik düzey ise, iki yorumu hak ediyor, ilkin operasyonun gerçek nedeni, daha sonra da Washington ile Ankara arasındaki ilişkilerde muhtemel bir soğuma.”
Türkiye Kürdistan'ı istikrarlaştırmak istiyor
Çok sayıda gözlemci gibi Kürdistan Bölgesel Hükümetine göre Ankara'nın hedefi PKK'yi “cezalandırmanın” çok ötesinde olduğunu ifade eden Dufour, Türkiye'nin amacını “Türkiye, sadece ismi bile kulağında sapkın bir düşünce olarak çalınan Kürdistan'ı istikrarsızlaştırmak istiyor” şeklinde ifade etti. Dufour, Kürdistan bölgesinin bayrağı, disiplinli ordusu, Irak'ta bir ilk olan refah ortamı, kültürel ve dil mirasına dikkat çekerek, “bu kadar bağımsızlık görüntülerinin Türk milliyetçiler için dayanılmaz” olduğunu altını çizdi. Ankara generallerinin Kürdistan topraklarına girmesinin bu gelişimi engelleme amaçlı olduğunu belirten Albay Dufour, “bununla birlikte operasyon risksiz değil. Bağdat saldırı diye bağırıyor. Arkasında birlikleri tarafından tutulan birçok üs bırakma niyetini gizlemeyen Türkiye'ye karşı Irak'ı savunmak için Muktada El Sadr'ın Şii milisleri hemen öneride bulundu” dedi.
Amerika gülünç durumda
Washington Türkleri bir an önce geri çekilmeye çağırdığını hatırlatan Dufour, “ABD'nin kendi durumlarının gülünçlüğünü hissetmesi gerekiyor. Onlar, Irak'ın koruyucuları, işte saldırganlarına nereyi vurmak gerektiği, savaşma biçimi ve ne kadar süreyle bunu yapmaları gerektiğini belirtiyor. Ansızın Türkler onlara güveniyor, Iraklılar ise Amerika'nın kendileriyle alay ettiğini düşünüyor” diye kaydetti.
Operasyonun sona ermesinden hemen önce Amerika Savunma Bakanı Robert Gates'in açıklamalarını da hatırlatan Dufour, peşmerge ve Türk askerleri arasında olası bir çatışma, yabancı cihatçıların da durumdan yararlanması ve İran'la ilişkilerin daha karmaşık hale gelmesinden endişe edilebileceğini ifade etti.
Dufour bölgedeki gelişmeleri şöyle değerlendiriyor: “Türkiye şartlar doğrultusunda değişiyor. Rusya Kafkasya'da yeni piyonlarını itiyor ama Moskova'nın oluşturduğu tehdit ortadan kayboldu. Çünkü Batı'da, Avrupa onu karşılamak için burnundan soluyor, Türkiye yönünü Doğu'ya dönüyor. Irak askeri olarak tehlikeli değil. Suudi Arabistan'ın dışarıda agresif bir politika olanakları yok. Mısır, kendi jeostratejik çevresi için yenilenen bir çıkar olarak ortaya çıkıyor. Yeniden düzenlenme aşamasındaki bir Ortadoğu'da Ankara kendi ulusal çıkarları doğrultusunda dış politikasını yeniden değerlendirmenin uygun olduğunu algılıyor.
Türkiye bölgesel güç olmak isteyecek
Kısa vadede müzakereye açık ekonomik ve siyasi bir anlaşma yolu ile Irak Kürdistan'ında sürekli varlığını güvenceye alması gerekiyor. Sonra, Türkiye İran'ın normalleştirilmesinde tam yerini alacak. Washington barışla sonuçlandırma umuduyla gizlice bunu uygulamaya devam ediyor. Ankara o zaman Ortadoğu dengesi ve Merkez Asya'nın bir kısmında temel bölgesel bir güç olarak ortaya çıkma niyetini açığa vuracaktır. Bu noktaya henüz gelinmedi. PKK silahsızlanmadı. Irak'ta savaş devam ediyor. Tüm bölgenin yeniden organize dilmesi ve istikrara kavuşturulması gerekiyor. Türkiye'nin farklı siyasi hedefler konusunda ABD ile çelişebileceği geniş bir program, birincisi Kürdistan'ın gelişinin denetime almak isterken, ikincisi Irak'ta ‘delikanlıların' eve dönüşüne uygun ve istikrarlı bir çevre kurmak için Tahran ile uyuşmayı istiyor. Bununla birlikte ABD eğer 50 yıllık dostu Türkiye'nin kendilerinden uzaklaştığını görürse işi yürütmek daha da zor olur. Saf dışı kalması durumunda Amerikalıların Irak'taki yıkıcılığının yol açtığı uzun hatalar listesine kaydolacak.”
CELİL DEMİRALP - PARİS / ANF
ANF-Türk ordusunun 21-29 Şubat tarihleri arasında Güney Kürdistan'da yaptığı işgal operasyonu sırasında yaşamını yitiren gerillaların fotoğrafları yayınlandı.
Yaşamını yitiren 9 gerillanın kimlik bilgileri daha önce açıklanmıştı. Zap'taki direnişte yer alan ve yaşamını yitiren gerillalar arasında Kürdistan'ın dört parçasından katılanlar var. Doğu Kürdistan'dan bir gerilla, Güney Batı Kürdistan'dan 2 gerilla, Güney Kürdistan'dan bir gerilla ve Kuzey Kürdistan'dan 5 gerilla bulunuyor.
HPG Basın irtibat Merkezinin açıkladığı kimlik bilgileri şöyle:
1980 Çermik-Diyarbakır doğumlu, Erdal İsyan kod adlı Yılmaz Aydın
1983 Süleymaniye doğumlu, 2006 Süleymaniye katılımlı Agit Caf kod adlı Sirvan Ali
1974 Bozova/Urfa doğumlu 1999 Bakü/Azerbaycan katılımlı, Arteş Hevak kod adlı Faik Arslan
1978 Hilvan/Urfa doğumlu, 2002 Ömerya/Mardin katılımlı, Baran Urfa kod adlı Mahmut Manap
1972 Kobani/Güneybatı Kürdistan katılımlı, 1993 Rakka-Kobani katılımlı, Cahit Kobani kod adlı İbrahim Ahmet
1978 Pervari/Siirt doğumlu, 1993 Diyarbakır katılımlı, Gorse (Ayhan) kod adlı Ali Işık
1975 Pervari/Siirt doğumlu, 1995 Garzan katılımlı, Özkan Garısi kod adlı Aydın Işık
1985 Kobani/Güneybatı Kürdistan katılımlı 2002 Rakka/Kobani katılımlı, Tufan Botan kod adlı Ali Abbas
1985 Mako/Doğu Kürdistan katılımlı, 2005 Mako katılımlı, Zından Şiyar kod adlı Secat Miroyimilan
BEHDİNAN - ANF