KÜRT SORUNU Ülkemizin en temel sorunu olan Kürt sorununun, demokrasinin Türkiye'de tüm kurum ve kuralları ile köklü bir şekilde yerleşmesinin önünde engel olduğu, bu sorunun demokratik yollarla çözülmeyişinden ötürü sürdürülmekte olan savaş, ülke kaynaklarını tüketmekte olduğu gibi, ülkenin gelecekteki ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel gelişimini de ipotek altına almaktadır. Kürt sorunu, tarihsel, siyasal ve sosyal boyutları olan, Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti'ne devredilen bir sorundur. Tarihten günümüze uzanan dinamik bir süreci ifade eden bu sorunun demokratik çözümü için tarihsel arka planının irdelenmesi gerekmektedir. Kürtler tarihin en eski çağlarından beri ve M.Ö. 2000 yıllarındaki yazılı belgelere geçtiği gibi Yukarı Mezopotamya'nın (Zagros) en eski halklarından biridir. M.Ö. 2000.li yıllara ait ve Sümerler'den kalma bir yazıtta Kürtler'den söz edilmektedir. Van Gölü'nün güneyinde ve "Su" halkıyla komşu olan Karda veya Kardaka ülkesinden söz edilmektedir. Zagros'un en eski halklarından olan "Guti.lerin Kürtlerin ataları olduğu konusunda tarihçiler hemfikirdir. Guti-Hurri-Kassit-Mitanni-Ürartu ve Medler'in bugünkü Kürtlerin ataları olduğuna ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Prof. Egon Von Eickstedt'e göre; Zagros dağlarının orta ve kuzey bölgelerinde Guti yada Ourtie adı verilen bir halk yaşıyordu. Bu halkın ülkesine de GUTİUM adı verilmiştir. Hem yaşadıkları bölge itibariyle hem de akrabalıkları gayet açık görülen GUTİ ve KARDUKLAR bugünkü Kürtler'in merkezi yerleşim bölgeleri üzerinde yaşıyorlardı. Kürtler ard arda ve kesintisiz krallıklar kurmuş, eski Guti- Hurriler'in, Gutiler'in ve Karduklar'ın soyundan gelmektedir. M.Ö. 401 senesinde askerlerle Zagros'a yürüyüp, yenildikten sonra perişan bir halde geri dönmüş olan eski Yunan'ın ünlü yazarlarından Ksenefon on binlerin geri çekilişini anlatırken Kürtlerin ataları olduğu kabul edilen Karduklar'ın saldırısına uğradıklarını anlatır. Doğu bilimcisi Minorsky'nin Kürt tarihçileri ve yazarları tarafından kabul edilen tez Medler'in Kürtler'in ataları olduğu şeklindedir. Kürt dilbilimcisi ve Latin Kürt Alfabesi'nin kurucusu Celalet Ali Bedirxan da Kürtler'in Medler'in soyundan geldiği ve Hint-Avrupa Dil Ailesi'nden olan Kürtçenin Med Dilinin devamı olduğu yolundaki tezi güçlü bulduğunu ifade ediyor. Günümüzde yapılan karşılaştırmalı dil araştırmaları sonucu olarak, Kürtçe'nin Hint-Avrupa Dil Ailesi'ne mensup olduğu bilimsel olarak kabul edilmiştir. Karduklar, memleketlerini kuşatan Ahemenid İmparatorluğu yönetimi altındaki dönemde özerk yapılarını korumuşlardır. Bununla birlikte ücretli olarak katıldıkları Keyhusrev ve Haleflerinin ordularına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bunlar Ahemenid İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra arka arkaya Makedonyalıların, Büyük İskender'in ölümünden sonra Suriye Selösileri'nin, Pastersacidleri'nin M.Q. 556 tarihinde İran'daki Sasaniler'in nüfuzu altına girdiler. Kürtler bir dereceye kadar yerel bir özerkliği koruyarak İran ordusunda ortaklaşa veya ücretli askerlik yapmış ve İran İmparatorluğu'nun yücelmesine ye büyümesine yardım etmişlerdir. Kürtler'in İranlılarla ortak hayatı M.S. 652 yılına yani İran İmparatorluğu'nun yıkılmasına kadar devam etmiştir. Kürtler'in Halife Ömer zamanında Müslümanlaştırma sürecine sokulduğu dönem daha iyi biliniyor. Müslüman Araplar tarafından istilaya uğrayan bölge 7. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar Araplar'ın boyunduruğu altına girdi. Ünlü Osmanlı Yazarı Şemseddin Sami "Kamus-ül Alem" adlı eserinde Abbasi Halifeliği'nin zayıf düşmesiyle Kürt Reislerinden bir çok adamlarda Musul, Diyarbekir ve Cezire yörelerinde birer kale ve memleket ele geçirip, bir çok küçük hükümetler kurmuşlarsa da, tüm bölgeyi yönetim altına alarak cinsiyet (soy, milliyet) esasına dayalı bir hükümet kurmamışlardı. Kürt Hadebani Aşireti'nin bir kolu olan Ravadiler'den Eyüb bin Sadi bin Reva'nın oğlu olan Selahaddin-i Eyyubi Mısır'da devlete nail olup, kendisi ve çocukları Şam, Halep, Hicaz ve Yemen'de hüküm sürdükleri ve evlatlarıyla, akrabalarının yönetimi altında birçok seçkin hükümetler kurulduğunu anlatır. Alparslan'ın Kürt beyleri yardımı ile 1071 Malazgirt zaferi Selçuklular'a Anadolu'nun kapısını açtı. 14. yüzyılda Moğol istilası Küçük Asya'da ve bütün Ortadoğu'da önemli bir soykırım ve yıkımlar yaparken, bu bölgede yaşayan Kürtler, coğrafyanın verdiği avantaj ve tarihsel deneyimleri ile Timurlenk'in ordularına karşı savaşarak kısmen daha az zarar görmüşlerdir. Bu bölgede hiç bir imparatorluğun tam egemenlik sağlayamaması, Kürtler'in bağımsız beylikler halinde yaşamalarını sağlamıştır. 16. yüzyılda Kürt Beylikleri, İranlılarla sürekli savaş halindeydiler. İran Şahı Kürtler'in oturdukları bölgeleri ilhak etmek için sürekli bir çaba içindeydi. 1514 Osmanlı İran Çaldıran Savaşı'ndan sonra Kürtler'in iki imparatorluk arasındaki düşmanlıktan yararlanarak varlıklarını geliştirdikleri görülüyor. Bu durumdan dolayı Kürtler bağımsız bir konuma geldiler. Kürtler'in tarihi ile ilgili ilk eser olan Şerefname, Bitlisli Şeref Han (Bitlis'i) tarafından bu dönemde yazıldı (l 596). Bitlisli Şeref Han'ın yazdığına göre , Kürt bölgesinde bir çok Kürt Beylikleri vardı. Kürt Aşiret Beyleri Çaldıran Savaşı'ndan sonra Yavuz Sultan Selim'in yanında yer aldılar ve Sultan Selim'in İran Şahı Şah İsmail karşısındaki zaferine önemli katkıda bulundular. Sünni Kürtler Sünni Osmanlı Padişahı'nı kendilerine yakın sayıyorlardı. Çaldıran Savaşı'ndan sonra Kürt Beyleri'nden İdris-i Bitlisi'nin çabalarıyla Osmanlı merkezi otoritesiyle Kürtler arasında yapılan antlaşma sonucu, Osmanlı Devleti Kürdistan'da 16 özerk Kürt Beyliği'nin varlığını kabul ediyordu. Kürt Beylikleri'nin bu özerk statüsü 19. Yüzyıl'ın ortalarına kadar devam ediyor. Kürt Beyliklerinden güçlü olanları para basıyorlar, Cuma günleri adlarına hutbe okunuyordu. Kürtler'in yaşadığı coğrafya yeraltı ve yerüstü zenginlikleri nedeniyle ilk çağlardan beri çeşitli istila ve ilhaklara uğramıştır. Bu nedenle Kürt halkı talan, yağma, sömürü, sürgün, soykırım ve asimilasyon gibi çeşitli mağduriyetlere maruz bırakılmıştır. Osmanlı ve İran imparatorlukları arasındaki mücadele ve bölge üzerindeki hak iddiaları sonucu 1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasına kadar süre gelen savaşlarda Kürt halkı iki imparatorluğun baskısı altında varlığını sürdürmüştür. 1639'dan sonra Kürtler'in yaşadıkları coğrafya iki imparatorluk arasında kesin olarak bölüşülmüştür. Alevi Kürtler'in İranlılar, Sünni Kürtler'in de Osmanlılar tarafından kullanılması mezhep ayrılığı, aşiret yapısı, üretim ilişkileri ve coğrafik yapı Kürtler'in birliğini engellemiştir. Osmanlı imparatorluğu batıda toprak kaybettikçe ve sürekli savaşların finansmanı için asker ve para gereksinimi arttıkça, Kürt bölgelerine daha fazla yüklenmek durumunda kalıyordu.Bu durum vergi ve asker vermek istemeyen Kürt Beylerini yer yer isyanlara yöneltiyordu. Bu isyanlardan belli başlıları 1806'daki Abdurrahman Paşa'nın Süleymaniye Bölgesi'ndeki Baban Ayaklanması, 1833-1836 Mir Muhammed Ayaklanması, 1840 Bedirhan Bey Ayaklanması, 1855 Yezdan Şer Ayaklanması, 1877 Bedirhan Osman Paşa ve Kardeşi Hüseyin Kenan Paşa Ayaklanması, 1880 Şeyh Ubeydullah Ayaklanmasıdır. 20. yüzyılın başlarından itibaren de imparatorluk sınırları içinde çeşitli Kürt faaliyetlerinin başladığı görülüyor. Bunlar; Mikdat Bedirhan Bey'in Kürdistan Gazetesi (1898). Ali Bedirhan Bey, Şerif Paşa ve Şeyh Abdulkadir'in .Teali ve Terakki-i Kürdistan Gazetesi", "Kürt Teali Cemiyeti", "Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti" ve onun İstanbul'da, kurduğu Kürt Okulu (1908), "Hetavve Kurd", "Jin" dergileri ve çeşitli şehirlerde kurulan "Kürt Kulüpleredir. İki imparatorlukla zaman zaman süre gelen anlaşmazlık ve çatışmalara rağmen Kürt Beylikleri ile iki imparatorluk arasında Kürt Beylikleri'ne tanınan kısmi özerklik veya imtiyazlarla bu statü 1. Emperyalist paylaşım savaşının sonuna kadar devam etmiştir. Savaşa katılan Osmanlı İmparatorluğu'nun Müttefikleri ile birlikte kesin yenilgisinden sonra toprakları emperyalist ülkeler tarafından işgal edilir. Mustafa Kemal Anadolu'ya çıkmadan önce emperyalist devletlerin işgalleri ile birlikte Antep, Maraş ve Urfa'da işgal güçlerine karşı çete savaşları ve direniş başlamıştır. Irak Kürdistanı'ndaki Kürtler'in lideri Şeyh Mahmut Berzenci, bağımsızlık amacıyla İngilizlere karşı savaşıyordu. İngilizler tarafından iki kez Hindistan'a sürgün edildi. Mustafa Kemal milli mücadele döneminde Kürt ileri gelenleriyle girdiği dayanışma sonucu olarak Ruslarla ilk anlaşma olan Gümrü Anlaşması imzalanıyor. Amasya Tamiminde, Kürtlerle ilgili protokolün l. maddesinde "Kürtlerin ulusal ve sosyal haklarının takınacağı..." şeklinde bir ifadeye yer veriliyordu. Mustafa Kemal Nutuk'ta şunları söylüyor; Sevr'de: Fırat'ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında ve kalan bölge için itilaf devletleri temsilcilerinden kurulacak bir komisyon özerk bir yönetim şekli hazırlayacaktır. Antlaşmanın imzalanmasından l yıl sonra bu bölgenin Kürt halkı, Milletler cemiyeti meclisine başvurarak Kürtler'in çoğunluğunun Türkiye'den ayrı bağımsız bir devlet kurmak istediklerini ispat ederlerse ve Meclis de bunu kabul ederse, Türkiye bu bölgedeki her türlü haklarından vazgeçecektir. Mart 1921 teklifinde; itilaf Devletleri, şimdiki durumu göz önünde tutarak bu konuda Sevr taslağında değisiklik yapılmasını dikkate alma eğilimindedir. Şu şartla ki, özerk yönetilen bölgelerde Kürt ve Asuri-Keldani çıkarlarının yeterince korunması için tarafınızdan kolaylıklar gösterilsin. Mart 1922 teklifinde; bu durum söz konusu edilmemiştir. Lozan'da; elbette söz konusu ettirilmemiştir. İsmet İnönü ise "Hatıralar" da, Kürtler'in Milli Mücadelede canla başla beraberlik gösterdiklerini ve Lozan görüşmeleri yapılırken de vatansever olarak Türklerle beraber olduklarını anlatır. Daha sonra Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması ile bugünkü Suriye sınırı belirlenirken, Kürtler'in yaşadığı bölgenin bir kısmı Fransızlar'a akabinde Lozan Antlaşmasıyla Kerkük ve Musul gibi petrolce zengin Kürt illeri İngiliz yönetimine geçmiştir. Bu paylaşım neticesinde Kürtler'in özgürlük mücadeleleri Musul Petrolleri karşılığı İngilizler'le birlikte yıllarca süren mücadelelere rağmen kanla bastırılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra giderek Kürtler'in varlığı ret ve inkar edilmeye ve asimilasyon politikası yürütülmeye başlandı. Kürtler yeni bir sürece tabi tutuldu.Kürtler kimi zaman bu politikalara sert tepki gösterdi. Başta verilen sözlerden vazgeçilerek uygulanan bu politikalar karşısında 1925'de Şeyh Sait isyanı başlamıştır. Şeyh Sait isyanın bastırılmasından sonra Takrir-i Sükun Kanunu ve Şark Islahat Planı çıkarılarak yürürlüğe konuyor. Kürt dili yasaklanıyor, Kürtler'in Türk olduğu savı ortaya atılıyor, Kürtler topraklarından zorla çıkartılarak Anadolu.nun değişik yerlerine sürülüyor. Devletin bu politikalar karşısında 1925-1938 yılları arasında başlıcaları Ağrı ve Dersim isyanı olmak üzere 20 civarında isyan yaşandı. 74 yıllık Cumhuriyet Dönemi'nde bölgede ret, inkar, sürgün ve asimilasyon gibi uygulamaları hayata geçirmek için örf-i idare, Umumi Müfettişlik, Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal uygulamaları yürürlüğe konulmuştur. Türkiye'de 1950'lerden 1970'lere kadar Kürt ve Türk aydınlarının Kürt sorununun çözümüne yönelik çabaları çeşitli baskılarla karşılaşmış, on yıllar süren hapis cezaları, siyasi partilerin kapatılması gibi anti-demokratik yöntemlerle bastırılmıştır. Doğu mitingleri ve sonrasında Kürt sorununun çözümüyle ilgili aldığı kararlar sonucu Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatılmıştır. Günümüze kadar da bu politikalar sürdürülmüştür. 12 Eylül rejimi ve politikaları ile toplumsal dinamikler bastırılmış, cezalandırılmış, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün baskı altına alınması süreklilik kazanmıştır. Kürt sorununun çözümünde askeri yöntemlere dayalı, militarist anlayış tümüyle ortama egemen olmuştur. Kürtlerin demokratik talepleri şiddet politikaları ile bastırılmaya çalışılmaktadır. "Genel Kurmay, Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı ve Daire Başkanları'nın bir bölümüne verilen brifing'de Türkiye'nin bir iç savaş halinde bulunduğu vurgulanarak "Türkiye tarihten gelen bir doğu sorununa teslim olmuştur. Askeri yapının iç savaş durumuna uygun hale getirilmesi gerekir" denildi. Milliyet 10 Aralık l997. 1920-1940 yılların arasında Takrir-i Sükun, İstiklal Mahkemeleri, Şark Islahat Planı ve Tunceli Kanunu çıkarılarak Kürtler batıda çoğunluk oluşturmayacak şekilde iskana tabi tutulmuştur, l940 ile l980 yılları arasında yaşanılan göçlerin geneli ekonomik ve sosyal sebeplere, l980 sonrası göçler ise siyasi ve toplumsal nedenlere dayanmaktadır. Siyasal iktidarlar imzaladığı uluslararası sözleşmelere ve evrensel hukuk ilkelerine bağlı kalmadığı gibi, Kürt sorunu konusunda düşüncelerini açıklayanlara cezai yaptırımlar uygulayarak susturmaya çalışmaktadır. Bu baskıcı anlayış sonucu 10 yılı aşkındır süren bu düşük yoğunluklu savaşta 30 bini aşkın insan hayatını kaybetti. İnsanlar evlerinden, yerlerinden edildi, köyler boşaltıldı, yakıldı, ormanlar güvenlik bahanesiyle ateşe verildi, yerleşim yerleri bombalandı. Savaş nedeniyle geniş alanlara döşenen mayınlar, halkın can ve mal güvenliğine zarar vermektedir. 3000'in üzerinde köy boşaltılırken 3 milyondan fazla insan yerlerinden yurtlarından uygulanan baskılar nedeniyle ayrılmak zorunda bırakıldı. Üretimden kopan bu insanlar ekonomik sıkıntılarla baş başa açlık, sefalet içinde, çöplüklerden ekmek toplayacak kadar insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldılar. Bölgede sürdürülen savaş, yüzlerce savaş zengini doğurmuştur. Yatırımların düştüğü işsizliğin arttığı ve ekonomik gelişmenin başlangıcında olan bir ülke için gizlenen ve denetlenemeyen konular dışında yılda 16 milyar dolaba varan askeri harcamalar, ekonomik açıdan tüm toplumun yaşam standardının düşmesine neden olmasının ötesinde, toplumun geleceği üzerinde olumsuz etkileri olan bir sürecin varlığına yol açmıştır. Feodal yapı, işsizlik ve uygulanan baskıcı yöntem koruculuk sistemini geliştirmiş, koruculara ücret ödenerek ekonomik kaynaklar kayba uğratılmış ve Kürtler birbirine düşürülerek Kürdü Kürde kırdırma politikası hayata geçirilmiştir. Bölgede 1996 verilerine göre 62.034 köy korucusu, l4.872 gönüllü köy korucusu görev yapmakta ve bunlara her ay 170 milyar maaş ödenmekte. Günümüzde artan korucuları ve son zamanlarda Karadeniz bölgesindeki uygulamalarda katarsak durumun vehameti ortaya çıkmaktadır. 1985-1996 yılları arasında 23.222 korucu görevden atılmış, 296 korucuya adam öldürmekten dava açılmış, diğer yandan aynı korucuların adam, kadın, kız kaçırma, uyuşturucu ve silah kaçakçılığına karıştıkları belirlenmiştir. Olağanüstü hal uygulanan illerde dört yüz bine yakın güvenlik görevlisi bulunmakta. Bölgede artan belirsizlik ve şiddet beraberinde bu güvenlik birimlerinin bazılarının belirsizlikten yararlanarak ekonomik kazanç sağladıkları son çıkan çete olayları ile tespit edilmiştir. Örneğin; Yüksekova'da uyuşturucu pazarını resmi araç kullanarak sürdüren güvenlik birimleri ortaya çıkarılmıştır. Milli Güvenlik Kurulu'nun 16 Aralık 1996'daki raporuna göre Kürt nüfusunun toplam nüfusa oranı 2010 yılında toplam nüfusun %40'na, 2025'de %50'nin üzerine çıkma eğilimindedir. Kürt nüfusun azaltılması, doğum kontrol yöntemlerinin anlatılması gibi önlemler düşünülmüştür. Bölgedeki imamların %90'ı gardiyanların %80'i öğretmenlerin %43'ünün bölge halkından olduğu söylenerek, bölge halkından personel istihdamının makul seviyelere indirilmesi istenmiştir. Demokratik kuruluşlar, parti ve sendikalar, gazeteler, kültür merkezleri üzerinde baskılar uygulanarak sindirilmeye, sorunun çözümsüzlüğe itilmesine, baskı politikalarıyla süreklilik kazandırılmıştır. Bu süreçler devam ederken yakılan yıkılan yerlerdeki çevre tahribatları tarihi, sosyal, kültürel değerler, gelenek görenekler bir bir yok edilmiştir. Koruculuğu kabul etmeyen köyler yakılmıştır. Geçim kaynakları hayvancılık ve tarım olan insanların geçim kaynakları yok edilmiştir. Türkiye genelinde yaşanılan, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve gözaltında kayıplar bölgede yoğun olarak yaşanmaktadır. Bölgede yaşanan sorunlara ilişkin düşüncelerini açıklayan başta milletvekilleri olmak üzere gazeteciler, bilim adamları, aydınlar ile binlerce insan yüzlerce yıla varan sürelerle cezaevlerine tıkılmaktadır. Yaşanılan savaş bahane edilerek insanlar siyasal, sosyal ve kültürel haklarından mahrum edilmektedirler. Bölgenin doğal kaynakları yıllardır bölge dışına taşınmaktadır. Bu durumda bu kaynaklardan oluşan katma değerden bölge halkı yararlanamamaktadır. Türkiye'yi de bağlayan uluslararası hukuk ilkelerine anlaşma ve sözleşmelere uygun olarak, eşitlik temelinde çok yönlü politik, yönetsel ve kültürel bir demokratik yapılanma oluşturmak zorunlu hale gelmiştir. Kürt sorunu Türkiye'nin iç sorunu olmaktan çıkmış, bölgesel çatışmalarda gündeme getiren uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Sorun demokrasi de, çok seslilikte, ülke mozaiğini kabullenmede, herkese eşit adil haklar sağlanarak, düşünceyi ifade etme ve örgütlenmenin özgür olduğu ortamda çözülür. Şiddetin temel olduğu, pompalandığı bir kültür televizyon ekranlarından yayınlanarak öldürme ve şiddet empoze edilmeye çalışılıyor. Ancak halkın büyük çoğunluğu savaşa karşı ve barış istiyor. Barışın kendisi temel bir İnsan hakkı olduğu kadar dillendirilebilmesi ve savunulabilmesi için de öteki temel hak ve özgürlükleri gerekli kılmaktadır. Barış ancak demokrasi, özgürlük ve insan haklarının olduğu bir ortamda yaşama geçirilebilir. Kürt sorunu emperyalist ülkelerle ve bölgede anti-demokrat!k devletlerin çıkarları ve kirli emelleri doğrultusunda değil, başta Kürt halkının iradesi olmak üzere bölge halklarının Demokrasi ve Özgürlük taleplerine uygun, demokratik, adil, eşitlik temelinde barışçıl yöntemlerle çözülmelidir. Demokratik Çözüm Önerileri; 1) Türkiye'de tüm toplumu büyük çapta sıkıntılara sokan savaşa son verilmelidir. 2) Kürt kimliği tanınmalı ve anayasal güvence altına alınmalıdır. Kürt dili ve kültürü üzerinde her türlü kısıtlayıcı politikalardan vazgeçilmeli, Kürt dili ve kültürü korunmalı, gelişmesi için olanak tanınmalıdır. Türkler'in ve Kürtlerin birarada kardeşçe ve eşitlik içinde yaşayabilecekleri demokratik bir düzen zaman kaybedilmeden kurulmalıdır. 3) Zorunlu göç nedeni ile köyünü ve yöresini terk etmek zorunda bırakılan insanların tüm maddi kayıpları tazmin edilmeli ve bunların can ve mal güvenliği sağlanarak özgürce yerlerine geri dönüşleri sağlanmalıdır. 4) Kürt sorunun tartışılmasını engelleyen, düşünceyi ifade etme ve örgütlenme özgürlüğü önünde engel olan tüm yasalar kaldırılmalıdır. 5) Demokrasinin yerleşmesi için Türkiye'nin de taraf olduğu Uluslararası Sözleşmeler iç hukuka yerleştirilmelidir. Başta Anayasa olmak üzere anti- demokratik tüm yasalar gözden geçirilip, demokratik hukuk devleti normlarına uygun hale getirilmelidir. 6) Olağanüstü Hal, Koruculuk Sistemi, İller Yasası ve Merkezi Kriz Yönetmeliği kaldırılmalıdır. 7) Ülkede kalıcı barışın sağlanması için tüm siyasi tutuklulara ayrımsız genel af çıkarılmalıdır. 8) Savaş ortamında gelişen çeteler,ortaya çıkarılmalı faili meçhuller aydınlatılmalı ve tüm failleri yargılanmalıdır.

Kürt yok! Kürt Alevi yok ! Halaçoğlu var!

Halaçoğlu'nun şerrinden hayırlar BASKIN ORAN Şu sıralar herkes TTK Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu'na dümdüz gidiyor. Ben olsam teşekkür ederdim. Çünkü çok önemli gerçekleri hiç farkına varmadan resmî ağızdan açıklayıverdi. Halaçoğlu'nun günahları büyük Aslında, kendisinin sabıkası saymakla bitmeyecek türden. "İsviçre Winterthur Savcılığı bana tutuklama çıkarttı" diye ortalığı birbirine kattı, oysa İsviçre Usul Kanunu gereği bir soruşturma açılmıştı (Radikal, 03.05.05). Hrant'ın cenazesi hakkında şunları söyledi: "Elde kafa biçimindeki pankartlar önceden hazırlanmıştı. Sanki bu ölüm onlar tarafından önceden biliniyormuş gibi tavır takındılar. O kafalar sayesinde katılanlar iki misli göründü... Kimler finansman sağladı?" (Radikal, 26.02.07). O. Pamuk Nobel'i aldığında, 'zamanı gelince çatlayan yumurta' teşbihi yaparak "casustur" dedi (A. Dönmez, Zaman, 13.04.06). Londra'daki Gomidas Enstitüsü Müdürü Ara Sarafyan'a Harput Ermenileri konusunda ortak araştırma sözü verip sonra da "Arşivlerde bu konuda kayıt yok" diye ilan etti (Radikal, 10.03.07). Nusaybin'deki Kuru Köyü'nde ortaya çıkarılan mağara iskeletlerinin incelenmesi için Prof. David Gaunt'la sözleşti, ama adam İsveç'ten kalkıp geldiğinde iskelet kalmamıştı. Bunun üzerine "Mevsim kış. Yağmur yağmış, su ve çamur gelmiş. Zaten bunlar Romalıydı" diye izah etti (TRT-Haber, 24.04.07). Halaçoğlu bu sefer de, Kayseri'nin Tomarza ilçesine bağlı Dadaloğlu beldesinde katıldığı Dadaloğlu Şenlikleri'nde şunları söyledi: "Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak Türkmen asıllı olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise Ermeni kökenli olduğunu gördük. Ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alan insanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor". Alevi Kürtler konusunda da şöyle konuştu: "1915'teki tehcir sırasında bazı Ermeniler bazı bölgelere yerleşerek kendilerini Alevi-Kürt olarak göstermeye başladılar. Ermenilikten dönenlerin birçoğu da samimi değil. Kilise kurma çabasında oldukları biliniyor. Mesela, bazı PKK'lılar sünnetsiz çıkıyor... 1936-37'de devlet bu dönmeleri ev ev tespit etmiş" (T. Işık, M. H. Benli, Radikal, 20.08.07). Şimdi, bu sözlerin siyaseten fevkalade 'faul' olduğunu (İzmir'de öyle derler) söylemeye lüzum yok. Çünkü Türkiye Kürtlerini, Alevi-Kürtlerini ve tüm Alevileri aşağılamaya yönelik. Hatta, Ermeni veya Ermeni dönmesi olmayı suç göstererek aklı başında herkesi aptal yerine koyuyor. Tam bir 'nefret söylemi' bu. Katiyen ifade özgürlüğüne girmez ve direkt TCK 216'ya girer. Ama bendeniz sadece bilimsel açıdan bakıyorum ve görüyorum ki daha bile 'faul'. Bu kadar cehalet 1) İnsanları objektif kimlik'le adlandırmak bilim dışı bir ilkellik. Çünkü bu kimlik, bireyi ana rahminden çıkmak gibi gayri iradi bir olayla sınıflandırıyor. Gelişmiş (ve bilimsel) olan kimlik sübjektif kimlik. Çünkü aklı başına gelen kişinin "Ben şuyum" demesine yani iradi bir olaya dayanıyor. Kimi Kürtlerin taa 16. yüzyılda Türkmen kökenden geldikleri değil, kendilerine bugün ne dedikleri önemli. Örneğin Batı Trakya'da Türklerin yanı sıra Pomaklar ve Çingeneler vardır ve kendilerini Türk olarak adlandırırlar. Olay bitmiştir. Yunan devletinin bunu kelimesi kelimesine kabul etmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktur. Oysa Halaçoğlu, Hülya Avşar'ın annesi Emral Avşar'ın "Bütün Avşar sülalesi Kürt'tür. Hatta Helin de Kürtçe bir isimdir" deyişi karşısında adeta şaka yapar gibi şunu söylüyor: "Zaten, kendisi ne söylüyorsa söylesin, bana ne!" (Bianet, 21.08.07). Kürtlere Türk olduklarını öğretiyor. Var mı bugün başkalarının "Kürt" deyip de ortaya "Hayır efendim, biz Kürt değil Türk'üz!" diye çıkan Kürt aşireti? İster istemez Sakallı Celal'i hatırlıyorsun: "Bu kadar cehalet ancak maarifle mümkündür". 2) Halaçoğlu Türk resmî ideolojisinden bile tam 19 yıl geride: Bu memlekette Genelkurmay Başkanı'nın "Kürt" sözcüğünü açık açık telaffuz ettiği 1988'den bu yana bu ülkede Kürt gerçeği resmen kabul ediliyor. Resmî ideoloji bu saçmalıklardan çoktan vazgeçti. Onun için gazetelere demeç verirken dedim ki: "Halaçoğlu yakında Adem ile Havva'yı, ondan sonra da maymundan insana geçişi temsil eden Lucy'yi Türk ilan edecek". Bu işin şakası ama, ciddisi de var: Objektif kimliği önemsemenin yolu kestirmeden kafatasçılığa gidiyor. Nitekim, 1930'larda bu ülkede Mimar Sinan'ın kabrini açtık, kafatası üzerinde "bilimsel" incelemelerde bulunduk, kendisinin "Alp zümresinin en üstün unsuru olan brakisefallere mensup" olduğunu tespit ettik, mezarı kapattık. (Tabii, M. Sinan'ın bir yeniçeri, yani bir devşirme, yani bir gayrimüslim olduğunu unuttuk). 3) Aynen "Apo Ermeni dölüdür" diyerek hem Ermenilere hem Kürtlere hakaret eden zamanın içişleri bakanı (şimdi, MHP milletvekili) Meral Akşener gibi hakaret yağdırıyor. Üstelik "Elimde din değiştiren Ermenilerin listesi var. Ama bunu hiçbir zaman açıklamayacağım, bu bir tehdit olarak da algılanmasın" (Sabah, 21.08.07) diyerek 1915 Ermenilerinin torunlarını da tehdit ediyor. Ama sevapları da büyük! Günahı çok ama, son olay hepsini unutturdu. Farkında mısınız bilmem; bu sözleriyle, farkında bile olmadan, bilim ve toplum dünyamıza büyük hizmetlerde bulundu: Bir kere, Kürtlerin aslında Türkmen kökenli olduğunu söyleyeceğim derken, Kürtlerin Anadolu'nun doğusunda herkesi doğal asimilasyona uğratacak denli dominant bir kültür gücü olduğunu itiraf etti. Nitekim, "Karakeçili" gibi ismi açıkça Türkmen olan aşiretleri zamanla asimile etmiştir Kürtler. Gayrimüslimleri bile. Rakel Dink kardeşimden bizzat dinledim: Ermeni Varto Aşireti'nin çocuğuyken, bugün devletimiz tarafından gasp edilmiş bulunan Tuzla Ermeni Yetimhanesi'ne getirildiğinde Kürtçe'den başka dil bilmemektedir; orada kendisine Türkçe'yi ve Ermenice'yi Hrant öğretmiştir. İkincisi, "O kadar da çok Ermeni öldürmedik; bazıları hayatta kaldı" demek isterken, Ermeni köylüsünün o korkunç 1915 Katliamında canını kurtarmak için din değiştirmek zorunda bırakıldığını itiraf etti. Üçüncüsü, devletin en önemli resmî kurumlarından birinin başkanı olarak, "Kilise kurma çabasında oldukları biliniyor" diyerek şu anda bu memleketteki din ve ibadet özgürlüğünün durumunu açıkladı. Dördüncüsü, kendisinin ne kadar iyi araştırmacı olduğunu ve ne kadar çok şey bildiğini göstermek isterken, laik Türk devletinin din değiştiren vatandaşlarını "ev ev" tespit ettiğini de açıkladı: "1936-37'de devlet bu dönmeleri ev ev tespit etmiş... Bu da dönmelerin listesi. Mahallesine, köyüne, evine varıncaya kadar isim isim. Eski ismi nedir, yeni ismi nedir? Hangi evde otururlara varıncaya kadar, resmî belgeler" (Zaman, 22.08.07). Kırk yıl uğraşsaydık bu gerçeği bu kadar net öğrenemezdik. Artık buluruz. Bilim dünyamız Prof. Halaçoğlu'na minnettardır. ------------------------------------------- Radikal-28 Ağustos

Asker çekilsin, ancak geride Kürtler korunsun

  Gönderen: rizgarionline Tarih: 30.08.2007 Saat: 11:03 Katkıda Bulundu rizgarionline Rizgarî Online/ F.Irak'tan Uluslararası güçlerin, asker çekmesine ilişkin tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. ABD’de demokrat eğilimli düşünce kuruluşu Amerikan İlerleme Merkezi, F.Irak’taki Amerikan askerlerinin bir yıl içinde çekilmesini, ancak geride Kürtler’i korumak için iki tugay bırakılmasını önerdi. Kuruluşun hazırladığı raporda, yaklaşık 8 bin asker anlamına gelen iki Amerikan tugayının, Federe Kürdistan Bölgesinde konuşlandırılması ve böylece Türkiye ile Kürtler arasında olası bir çatışmanın önüne geçilmesi önerisi yer aldı. F.Irak'tan asker çekme tartışmaları devam ediyor F.Irak'tan Uluslararası güçlerin, asker çekmesine ilişkin tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. İngiltere Başbakanı Gordon Brown, muhalefetteki Liberal Demokrat Parti lideri Menzies Campbell'in İngiliz askerlerinin F.Irak'tan çekilmesi için bir takvim belirlenmesi önerisini reddetti. Brown, "İngiliz askerlerinin Irak'ta çok az şey elde edeceklerini söylemek yanlış olur. Askerler, Irak'lı yetkililerle, onlar kendi güvenlik sorumluluklarını üstlenene kadar çalışmaya devam edecekler" dedi. Genel Kurmay Başkanı Richard Dannatt'ta, Brown'un yorumlarına benzer düşünceler ortaya koyarak, askerlerin F.Irak'ta "belli bir başarı" kazanmak için çalışmaya devam etmeleri gerektiğini söyledi. Liberal Demokrat Parti lideri Menzies Campbell, Brown'un F.Irak konusundaki yaklaşımının, önceki başbakan Tony Blair'den farklı olmadığını söyledi. ABD devlet başkanı George W. Bush'da, dün binlerce gaziye hitaben yaptığı konuşmasında, Amerikalılardan aşırı ve radikal güçlerin ABD'yi Ortadoğu'dan çıkarmasına izin verilmesi durumunda neler olacağını değerlendirmelerini isteyerek, ''Bölge, dramatik bir biçimde, uygar dünyayı tehlikeye atabilecek bir yola dönmüş olacak'' dedi. Bush, ABD'nin, ihtiyacı olduğu sırada Irak'ı terketmeyeceğini söylemişti. Amerikan basınında yer alan bazı haberlerde F.Irak’tan çekilmeyi savunan Demokratlar eleştiriliyor. Amerikada yayımlanan Boston Globe gazetesi, bu konuda Demokrat Partili başkan adaylarının sorumsuz açıklamalar yaptıklarını yazıyor. Gazetede, "Bugün, Demokratlar Irak’ta yenilgi konusunda ısrarcı bir tavır sürdürüyor. Bütün Demokrat Partili adaylar konuya aynı şekilde yaklaşıyor. Irak’tan gelen her iyi haber, onlar için büyük bir sorun oluşturuyor. Bu yaklaşım, seçimi kazanmanın bir yöntemi olabilir mi? Kısa vadede olabilir. Ancak, Amerika, uzun vadeli bir savaşın tam da ortasında ve bu savaşı kaybetmek istemiyor" denildi. ABD’de demokrat eğilimli düşünce kuruluşu Amerikan İlerleme Merkezi ise, F.Irak’taki Amerikan askerlerinin bir yıl içinde çekilmesini, ancak geride Kürtler’i korumak için iki tugay bırakılmasını önerdi. Kuruluşun hazırladığı raporda, yaklaşık 8 bin asker anlamına gelen iki Amerikan tugayının, Federe Kürdistan Bölgesinde konuşlandırılması ve böylece Türkiye ile Kürtler arasında olası bir çatışmanın önüne geçilmesi önerisi yer aldı. Raporda, geri kalan ABD birliklerinin emniyet içinde bir yıl içinde F.Irak’tan çekilebileceği savunuldu ve bunun yapılması durumunda Afganistan’daki Amerikan askeri varlığını artırılabileceği kaydedildi. Geçtiğimiz aylarda, Demokrat Parti’nin en iddialı başkan adayı Hillary Clinton da, ''Iraklı Kürtlerin ülkenin kuzeyinde kendi toplumlarını kurmakta olduğu'' nu söyleyerek, F.Irak'ta nispeten az sayıda Amerikan askeri bırakılmasını, işgal anlamına gelmemesi ve iyi tanımlanmış görevleri kapsaması koşuluyla destekleyeceğinin sinyalini vermişti. ajanslar, Derleyen: RO/ S.Welat

"Biz her isteyenin sınır ihlali yapacağı zayıflıkta bir ülke değiliz"

İran, Bağdat yönetiminin uyarılarına rağmen Kuzey Irak'taki operasyonlarını sürdürüyor. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari İran'ın Kuzey Irak'ı dün de bombaladığını söyledi. "Biz her isteyenin sınır ihlali yapacağı zayıflıkta bir ülke değiliz" dedi. CNN TÜRK "28 Ağustos'ta Tahran yönetimini resmen uyardık" diyen Zebari, "Bölgeden gelen bilgilere göre, Erbil çevresinde bombardıman sürüyor" diye konuştu. Operasyonların durdurulması talebini yineleyen Zebari, sorunun diyalogla çözülmesi gerektiğini vurguladı ve "Biz her isteyenin sınır ihlali yapacağı zayıflıkta bir ülke değiliz" dedi. İran bir süredir PKK'nın İran uzantısı olan PJAK'a yönelik Kuzey Irak çevresinde operasyonlar düzenliyor. Bölgedeki Kürt yetkililer, bombardımanlar yüzünden çok sayıda köyün boşaltıldığını, hayvanların öldüğünü ve tarım alanlarının da yandığını belirtiyor.

ABD Kürtleri yüzüstü mü bırakıyor?

HEWLER (30.08.2007)- En geç bu yılın sonuna kadar yapılması öngörülen Kerkük referandumuyla ilgili belirsizler sürerken, ABD’nin referandumun 5 yıl ertelenmesini istediği iddia edildi. Öte yandan hazırlanan yeni haritada Kerkük, Irak’ın bir kenti olarak gösterildi. Kürdistan Sosyalist Demokrat Parti Genel Sekreteri Hemê Hecî Mahmud, Amerika ve İngilizlerin Kerkük referandumunun yapılmasına karşı olduğunu söyledi. ABD ve İngiltere’nin Kürt sorununu Kürtlerin değil, Iraklıların genel bir sorunu olarak gördüğünü kaydeden Hecî Mahmud, ABD’nin Kürt sorununu resmi olarak tanımadığını ifade etti. Kürt basınına açıklamalarda bulunan Hecî Mahmud, ABD ve Birlemiş Milletlerin hazırladığı yeni Irak haritasında da Kürdistan’ı Hewlêr, Duhok ve Süleymaniye ile sınırlandırdığını söyledi. 5 YIL ERTELENSİN ÖNERİSİ ABD’nin yeni haritada Kerkük ve Xaneqin gibi diğer Kürt kentlerini Irak’ın bir parçası olarak gördüğünü vurgulayan Hecî Mahmud, ABD Büyükelçisi Ryan Crocker’ın Kerkük referandumunun zamanında uygulanmayacağını ve bunun için referandumun 5 yıl ertelenmesinin tavsiye ettiğini söyledi. Hecî Mahmud, ‘’ABD büyükelçisi Crocker Kürt önderliğine bundan 1 ay 7 gün önce Kürt önderliğine 140. maddenin tatbik edilmeyeceği yönünde uyardı’’ dedi. Hecî Mahmud, Kerkük’ün Kürdistan’a bağlanılmasına izin verilmemesinin nedeninin Türkiye ve diğer Arap devletlerinin çıkar ve ağırlıklarının ABD ve İngiltere için daha önemli olmasından kaynaklandığını ifade etti. KÜRT-ABD İTTİFAKI AĞIRLIĞINI KAYBEDİYOR Kürt- ABD ittifakının eski ağırlığını kaybettiğini sözlerine ekleyen Hecî Mahmud, ‘’referandum 5 yıl ertelenmesinin amacının sorunu sürece yayıp unuturmak istiyorlar. Mevcut durumda Kürdistan sınırları 2003 yıl öncesi ile sınırlandırmak hedef olarak görülüyor’’ dedi. ABD'nin Bağdat Büyükelçisi Ryan Crocker iki hafta önce referandumun zamanında yapılamayacağını söylemişti. Crocker 140. maddenin normalleşme, nüfus sayımı ve referandum içeren üç aşama öngördüğünü belirtip "Baştaki takvime bağlı kalmanın pratikte çok zor olacağı fark edildi. Yıl sonunda referandum yapılmasına dair takvim, hazırlıkların belli şekilde ilerlemesini öngörüyordu ama öyle olmadı. Ortada hazırlık yok. 140. maddenin normalleşme ve Arap yerleşimcilere tazminat gibi farklı unsurlarına dair hareketlenme olmadı" iddiasında bulunmuştu. BARZANİ SÖYLEMİŞTİ Nitekim Kürdistan Federe Bölge Başkanı Mesut Barzani de hafta başında Amerika’nın Kerkük referandumunun ertelemesini istediğini söylemişti. Barzani, ‘’ABD bizden Kerkük meselesinin ertelenmesini istedi. ABD’nin asıl amacı böyle bir istek karşısında Kürtlerin tavrının nasıl olacağını öğrenmek’’ demişti. Hafta başında Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Kürdistan Demokrat Partisi de referandumun yapılması için, Washington'a ortak bir heyet gönderme kararı almıştı. Kerkük’ün normalleştirilmesini öngören anayasanın 140. maddesi, 31 Aralık 2007’ye kadar Kerkük ve civarında nüfus sayımı yapılmasını ve kentin statüsüyle ilgili referandum düzenlenmesini öngörüyor.

'Terör koordinatörlüğü'nden Köşk'e

Hurriyet Gazetesinde Soner Yalcin Abdullah Gul'un Siirtli bir Ermeni aileden geldigini "dogruysa sayet" (bu hafta) yazmisti... Abdullah G. simdi TCnin Cumhurbaskani... Ermeni oldugu icin sevinmiyor degilim... Fakat nedense Turkiye de insanlarin zulmun araci olarak bir yere varmalarina anlam veremiyorum... Temennim odur ki bu Ermeni asili politikaci Cerkez Sezer gibi insanini(Cerkesleri) unutmaz... 'Terör koordinatörlüğü'nden Köşk'e basligi altinda kendi fikrimi yazdim affola link Ozgurgundem'in haberine gidiyor...