Böyle bir durum söz konusu olamaz. ABD'ye soruldu mu, diye soruyorlar. Biz kimseden icazet almayız.

Büyükanıt: "Sırf operasyon yapmak için operasyon yapılmaz. Birazcık operasyon yapalım diye operasyon yapılmaz." Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda sınır ötesi harekât, ABD temasları ve Dağlıca olayı ile ilgili görüşlerini açıkladı. Org. Büyükanıt'ın gündemdeki konulara ilişkin görüşleri ve gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlar şöyle: Org. Büyükanıt, hükümete sınır ötesi harekât yetkisi veren tezkerenin 19 Ekim 2007 günü Resmi Gazete'de yayımlandığını belirttikten sonra şu bilgiyi verdi: 'Operasyona hazırız' "24 Ekim 2007 günü Başbakanlık bize bir yazı yazarak tezkere kapsamındaki operasyonla ilgili görüşlerimizi sordu. Biz de görüşlerimizi 1 Kasım 2007 günü Başbakanlığa bildirdik. Tekliflerimizi Başbakanlığa iletmiş olduk. Başbakanlık ve Dışişleri bu teklifler üzerinde çalışıyor. Bu bir hükümet direktifine dönüşecek ve bize gelecek. Zaten normal planlama usulü de budur. Şu anda yetki hükümette. Değerlendirilecek. Eğer harekâtın gerekli olduğuna inanırlarsa 'şu operasyonlar yapılır' denilecek. Zaten biz asker olarak her türlü olasılığa karşı önceden planlama yaparız. Bir çatışma çıktıktan sonra planlama olmaz. Askeri birliklerimiz bir görev verildikten sonra kısa süreli bir ikazı müteakip son hazırlıkları yaparak operasyonu gerçekleştirebilecek durumdadır. Geldiğimiz nokta bu. Şimdi hükümetten gelecek direktifi bekliyoruz. O direktife göre, gereğini yapacağız. Bu süreçte bir gecikme yok." 'Birazcık operasyon olmaz' Org. Büyükanıt, gazetecilerin "Kapsamlı bir operasyon mu olacak, yoksa nokta operasyonları mı" sorusuna, şu yanıtı verdi: "Sırf operasyon yapmak için operasyon yapılmaz. Askeri gerekçeleri ve hedefi olur. Birazcık operasyon yapalım diye operasyon yapılmaz. Nokta veya nokta değil diye bir şey söylenemez. Bizim kafamızdaki şey, bunun ciddi bir hedefi olduğudur." Org. Büyükanıt, muhtemel operasyonun çapı ve sınırı konusundaki bir soruya da şu karşılığı verdi: "Önce hükümet direktifini görmemiz lazım. O direktifte bazı sınırlamalar olur. O sınırlamalara bakacağız." 'İcazet alınmaz' Org. Büyükanıt, bu konuda "niye ABD'ye sormuyorsunuz" şeklindeki yaklaşımlara karşı da şunu söyledi: "İcazet alınması gibi bir yaklaşım çok yakışızsızdır. Böyle bir durum söz konusu olamaz. ABD'ye soruldu mu, diye soruyorlar. Biz kimseden icazet almayız. Bizim icazet alacağımız yer bellidir. O da kanunlarımız ve Atatürk'ün yol göstericiliğidir." 'ABD düşüncemi açıklamam' Org. Büyükanıt, "ABD'nin tutumunu güvenilir, inandırıcı ve samimi buluyor musunuz" sorusuna şu yanıtı verdi: "Bulunduğum konumda düşüncelerim var ama açıkça ifade etmeyi uygun görmem. Biz düşman kazanmaya değil, dost kazanmaya çalışacağız. Toplumda negatif duygu ve düşünceler var." "Bu negatif düşünceler var mı" sorusu üzerine de Org. Büyükanıt "Bilemiyorum" karşılığını verdi. 'Turşu kurmayacağız' Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, Başbakan Erdoğan'ın ABD Başkanı Bush'la yaptığı görüşmelere ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu tür üst düzey görüşmelerin politik, diplomatik ve askeri yönü vardır. Ben askeri yönüne, Erdoğan-Bush'un basın toplantısına bakıyorum. Başkan Bush'un konuşması tamamen istihbarat üzerine kurulmuştu. Tabii istihbarat önemli. İstihbarat olursa gider orayı, o noktayı tahrip edersin. Operasyon yapılmayacaksa istihbaratı ne yapalım? Turşu kurmuyoruz. Operasyon yapılmayacaksa onun geçerliliği kaybolur." 'ABD ile çatışmamak için' Org. Büyükanıt, Genelkurmay İkinci başkanları ve ABD'nin Irak'taki komutanı Petraus arasındaki mekanizmaya ilişkin olarak da şu bilgiyi verdi: "Üçlü mekanizma kavramı bize oyalamayı hatırlatıyor. O nedenle ben o kavramı kullanmıyorum. Çünkü aynı şey değil. Buna 'üçlü sistem' diyorum. İşte komutanlar arasında kırmızı telefon hattı olacağı da söylendi. Bu, operasyonel bir sistemdir. Sınır ötesi harekât olduğunda biz orada uçaklarımızı uçuracağız diyelim. ABD uçakları da var. Başka devriye gezenler var. Bu bakımdan birbirimizle çatışmamamız için, istemeden bir çatışma olmaması için koordine edilmesi gerekiyor. Kurulan üçlü sistem bu." (Org. Büyükanıt, bu konuda Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ergin Saygun'a da söz verdi. Org. Saygun, söz konusu sistemin Edip Başer-Ralston arasındaki sistem gibi olmadığını söyledi.).

Şemdinli halkı adalet istedi HABER FOTOĞRAFLARI AMED (09.11.2007)- Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde eylem yapan yüzlerce kişi, Şemdinli olaylarının aydınlatılmasını istedi. Yürüyüşte JİTEM elemanı 'iyi çocuklar' astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateş'in yargılanmasında ortaya çıkan hukuksuzluğa tepki gösterildi. Şemdinli'de yaşanan bombalı saldırının 2. yıldönümünde ilçe merkezinde yürüyüş düzenlendi. DTP İlçe binası önünde bir araya gelen yüzlerce kişi, Ali Yılmaz ve Zahir Korkmaz’ın fotoğraflarıyla saldırıya uğrayan Umut Kitapevi'ne yürüdü. Burada açıklama yapan DTP İlçe Başkan Yardımcısı Ferhat Gelici, Şemdinli davasının askeri mahkemeye gönderilmesine tepki gösterdi. Sınır ötesi operasyon tartışmalarına dikkat çeken Gelici, "Eğer Şemdinli olayının üzerine kararlılıkla gidilebilseydi bugün ülkemiz içinde bulunduğu linç kültüründen kurtulmuş olacaktı" dedi. Gelici'nin konuşmasının ardından Şehir Mezarlığı'na giden kitle, burada anma yaptı. Eylem alkışlarla sona erdi.

Ankara’da onbinler tezkereye ve savaşa karşı yürüdü Türkiye’de militarist tırmanışın gemi azıya aldığı, savaş histerisinin sokakları, meydanları, TV ekranlarını, gazete sayfalarını sardığı şu günlerde Ankara’da barış karşıtlarının sesi yükseldi. 3 Kasım’da, ”Özgür, demokratik, eşitlikçi” Türkiye sloganı altında yapılan bu yürüyüşe onbinlerce kişi katıldı ve barış için yürüyerek, meydanın boş olmadığını gösterdi. KESK, TMMOB ve TTB’nin öncülüğünde düzenlenen bu yürüyüşe, birçok sendikanın yanı sıra, DTP, HAK-PAR, EMEP ve ÖDP de destek verdiler. Barış yürüyüşüne değişik kentlerden otobüslerle gelen onbinlerce kişi katıldı. Barış eylemi Hipodrom’dan yapılan bir yürüyüşle başladı ve Sıhhiye Meydanı’nda yapılan mitingle sona erdi. Yürüyüş korteji boyunca ”Savaşa hayır, barış hemen şimdi!” , ”Yaşasın halkların kardeşliği!”, ”Irkçılığa dur de!” , İnsanca yaşamak istiyoruz!”, ”Üreten biziz, yöneten de biz olacağız!” sloganları atıldı ve ”Tezkere değil, barışçıl demokratik çözüm” , ”Savaşa hayır!”, ”Kadınlar savaş istemiyor” pankartları taşındı. Polis mitingle ilgili olağanüstü önlemler alırken, ne ilginçtir ki savaş çığırtkanlığı yapan Türk medyası bu coşkulu ve kitlesel yürüyüşü görmezden geldi. Düzenin TV ve gazeteleri onunla ilgili küçük bir haber yapma gereğini bile duymadılar. Miting alanında KESK Genel Başkanı İsmail hakkı Tombul, TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, TTB Genel Sekreteri Altay Ayaz birer konuşma yaptılar. İ. H. Tombul konuşmasında şöyle dedi: ”Kürt sorunu bu ülkenin sorunudur ve ancak kendi dinamikleriyle çözülebilir. Çözüme adım atabilmek için silahlar koşulsuz olarak susmalıdır. İhtiyacımız olan şey ne tezkere, ne de yeni bir olağanüstü hal uygulamasıdır. Bizim ihtiyacımız olan, barış içinde bir arada yaşama iradesine sahip çıkarak, yükseltmektir." Yeni anayasa çalışmalarına da değinen Tombul, "12 Eylül darbecilerinden hesap sorulmadan, 12 Eylül hukuku tasfiye edilmeden, umutlu bir geleceğe adım atılamayacaktır. Ne-o-liberal ekonomik programlarının sosyal yapımızı çökerten, kültürel, kimliksel ve inanç-sal zenginliklerimizi yok etmeye çalışan mevcut anayasayı yırtıp atmak hepimizin boynunun borcudur." TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ise emek ve demokrasiden yana olan kitlelerin taleplerini şöyle sıraladı: "Bu ülkenin tüm emekçileri, güvenli bir gelecek, demokratik bir çalışma yaşamı, örgütlenme özgürlüğü, siyasete katılım, toplu sözleşme ve grev hakkı, eşit işe eşit ücret almak istiyor. Yarınlarımıza güvenle bakabilmenin tek yolu, özgürlükleri, demokrasiyi ve eşitliği bu ülkenin her yanına ve toplumsal ilişkilerimizin her alanına işlemektir. Bizler sadaka toplumu değil, sosyal bir devlet istiyoruz." TTB Genel Sekreteri Altay Ayaz ise şunları kaydetti: "Sağlık ve sosyal güvenlik alanında ise reform adı altında, çöküş programları hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Sağlık ocaklarının kapatılmasıyla başlatılan halkın sağlık hakkını gasp etme girişimi, 'sosyal sigorta sevk zincirinin yok sayılmasıyla, salar ve genel sağlık sigortası' yasasıyla taçlandırılmak istenmektedir. Bizler eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi haklarımızın piyasaya teslim edilmesine izin vermeyeceğiz. Hükümet, kamu çalışanlarının iş güvencesini elinden alarak, güvencesiz istihdamı yerleştirmeye çalışmaktadır. Mitinge kimler destek verdi? TÜRK Eczacılar Birliği, Ankara Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Deri İş, Hava İş, Liman İş, Petrol İş, Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası, Türkiye Yazarlar Sendikası, Alevi Bektaşi Federasyonu, Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu, Devrimci 78'liler Federasyonu, Türkiye Barış Meclisi, Ankara Kadın Platformu, Antikapita-list, Halkevleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Eğitim ve Kültür Vakfı, 68'liler Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği, Eğitimciler Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Öğrenci Velileri Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Ankara Tunceliler Derneği, Barış Derneği, Kaos GL, DTP, EMEP, HAK-PAR, ÖDP, SDP, SHP, TKP, DİSK, Emekçi Hareket Partisi, Emek Gençliği, Geleceğimizi İstiyoruz Gençlik Girişimi, Öğrenci Kolektifleri, SBF Öğrenci Derneği, Ezilenlerin Sosyalist Platformu, Umut Kooperatifi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi, Küresel Eylem Grubu. Kaynak: ÖZLEM ZORCAN - UFUK KOŞAR, Birgün Gazetesi.

Diyarbakır’da miting için hazırlıklar sürüyor Dicle Amedi/Dema Nû Diyarbakır’da yapılacak olan “Güney Kürdistan Yalnız Değildir” mitingi için 100 bin civarında miting davetinin yer aldığı el ilanları dağıtıldı. Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) ve Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP) tarafından Diyarbakır istasyon meydanında Pazar günü düzenlenecek mitingin hazırlıkları tüm hızıyla sürerken, halkın mitinge katılımını sağlamak amacıyla duyuru niteliğinde 100 bin el ilanı basıldı. Şehrin bütün noktalarında dağıtımına başlanan el ilanlarında; “Irkçılığa ve şovenizme hayır”, Kürt Federe yönetimi yalnız değildir”, “Şiddet tekeline son”, “sınır ötesi savaştır- savaşa son” benzeri Türkçe ve Kürtçe sloganlara yer verildi.

Kürt Tehciri ve Bulaşıcı Hastalıklar – 1916* ALİ HAYDAR KOÇ Birinci dünya savaşında ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar, büyük sayıda insan ölümlerine yol açmıştı. Bu bulaşıcı hastalıklar, birbirleriyle savaşan devletleri çok meşgul etmiş idi. Dokuz ordu ile 1.dünya savaşına katılan Osmanlı devleti, bulaşıcı hastalıklarla basedebilmek için, kendi imkanları ve Almanya’dan aldığı destek ile bulaşıcı hastalıklar ile mücadele ediyordu. Fakat Osmanlı devleti tedavi etme imkanlarını ağırlıklı olarak savaşanlarla sınırlı tutarak hareket etmiş, devletin bu davranışı sivil halkın ihmal edilmesine yol açmıştı. Osmanlılar, bütün imkanlarını seferber etmiş olmalarına rağmen, bulaşıcı hastalıklara karşı başarılı olamamışlardı. Özellikle imparatorluğun doğu sınırlarında bulunan Kürdistan’da ise, İttihatçılar tarafından büyük sorun olarak görülen Kürtler ve Ermeniler arasında yaygınlık gösteren bulaşıcı hastalıklara karşı, tehcir etme yönünde gelişen belli politik çıkarlar dikkate alınarak, önlemler alınmamış ve tam aksine bazı görgü tanıklarının, aktarımlarına göre, bulaşıcı hastalıkların, iki cemaat arasında daha çok yaygınlaşması için çabaların harcandığı yönünde bilgiler mevcuttur. Özellikle tehcir edilen Ermeniler ve Kürtler, göç yollarında kolera, tifüs, veba, frengi, kara çiçek, humma..vs, gibi salgın hastalıklarla, kendi imkanları dahilinde mücadele etmek zorunda idiler. İttihat ve Terraki hükümeti tarafından belli bir siyasi program dahilinde göçertilen Kürt ve Ermeni kafilelerin, birbirlerine salgın hastalıkları bulaştırmaları için, aynı yol güzergahlarından geçişleri sağlanıyordu. Bu konuda genel anlamda çok yönlü arşiv bilgileri mevcuttur. Örneğin; savaş esnasında bölgede bulunan yabancı görgü tanıklarının, sağlık kuruluşlarındaki görevlilerin, subayların ve çeşitli yardım kuruluşlarında çalışanların aktardıkları bilgiler ile İttihatçıların merkez (talimatlar) ve bölge yöneticlerinin birbirlerine karşılıklı olarak çektikleri çokça telgraf ve gizli şifre (Boa’da) mevcuttur. Batılı ve Türk kökenli tarihçiler tarafından salgın hastalıklarla ilgili yapılan araştırmalarda, 1916’dan sonra tehcire tabi tutulan Kürtlerin, zorunlu göç yollarında yakalandıkları bulaşıcı hastalıklardan, çektikleri acılı ölüm olaylarından hiç değinmemektedirler. Kürt olgusu bu anlamda da yapılan tarih incelemelerinde ihmal edilmektedir. Bu yazı da, bu konunun geniş bir araştırma alanını kapsadığını bilmekle birlikte, birinci dünya savaşında İttihat ve Terraki Komitesi tarafından zorunlu göçe tabi tutulan Kürtlerin, Kürdistan’da ve göç yollarında yakalandıkları çeşitli bulaşıcı hastalıklara dair bazı kısa bilgiler aktarmaya çalışacağım. Ermeni tarihçiler, tehcir dönemine ait görgü tanıklarının sözlü/yazılı bilgilerine dayanarak, zengin denilebilecek decerede araştırmalar yaparak, göç yollarında bulaşıcı hastalıklara yakalanan Ermeniler hakkında geniş bilgiler verirken, Kürtlere dair bilgileri araştırmalarının dışında tutmaları ise, oldukça dikkat çeken politik bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk Tarihçiler, 1914-1918 arasında bulaşıcı hastalıklara yakalanan ve ölen Türk nüfus hakkında geniş istatistik bilgiler aktarmakta, savunma tarihçiliği biçiminde Ermeni toplumu hakkında da incelemeler yapmakta, ama Kürt nüfusun bu hastalıklardan nasıl etkilendiğine dair bilgileri de görmezlikten gelmektedirler. Türk tarihçi Hikmet Özdemir „Salgın Hastalıklardan Ölümler“adlı yayında, ABD’li tarihçi Justin McCarthy’ine dayanarak, şu bilgileri aktarmaktadır: „Savaşın başlangıcındaki çatışmaların yapıldığı vilayetlerde, yani, Van, Bitlis, Erzurum Vilayetlerinde, Müslümanların en azından yüzde 40’ı, savaş sonunda ölmüş bulunuyordu..., Şimdi artık, dünyanın, Doğu’daki Müslümanlarının da ne çileler çektiğini ve bu çile çekiminin nasıl bir dehşetli felaket olduğunu gözden geçirmesinin zamanıdır..., akla durgunluk veren sayılarda olarak açlıktan ya da hastalıklardan ölüp gittiler...“ demektedir. Hikmet Özdemir, özellikle İttihatçıların, bulaşıcı hastalıklardan da yararlanarak, Kürt ulusuna karşı izeldikleri yoketme politikalarından ve Kürt kavramından kaçınmakta ve Kürtlerden doğunun müslümanları olarak bahsetmektedir. Kürdistan’ın Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerindeki nüfusun yüzde 40’nin İttihatçı hükümetin talimatları dahilinde yok edildiğine dair konulara ise, hiç değinmemektedir. Örneğin; tehcirin yaşayanı/mağduru olan Garo Sasuni, „Kürt ulusal hareketleri ve 15.yy’dan günümüze Ermeni Kürt ilişkileri” adlı yayında „...Protestan Papazı M’nin görgü şahadetinden bahsedeceğim. Bu tanık Türklerin bu iki halkı yok etme işlerini ne kadar sistematik bir şekilde takip ettiklerini bize apaçık olarak gösteriyor. Bir Ermeni sürgün kervanı çıplak ayak, yırtık elbiselerle bir deri, bir kemik halinde Adana’ya varır. İstanbul’dan onları bir Kürt bölgesine nakletme emri gelir. Kaza reisi bu emri veren makama, oraya varmış olan Ermenilerin tifolu olduklarını ve onları belirtilen bölgeye göndermenin doğru olmayacağını bildirir. Merkez hükümeti ise emrini tekrarlayarak şu ilavede bulunur. Zarar görecek olanlar neticede iki düşman unsur olacaktır“ der. Bu olay bile, İttihat ve Terraki hükümetinin bulaşıcı hastalıklardan da yararlanarak, yok etmeye çalıştığı Kürt ulusuna yönelik planlı-programlı politik tavır ve davranışlarını açık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Ernst J.Christoffel, „Zwischen Saat und Ernte: Aus der Arbeit der christlichen Blindenmission im Orient, Berlin, 1933“ adlı yayınında „Günlerimiz Tifüs, Dizanteri, Siyah çiçek hastalığı ve frengi hastalıklarıyla mücadele etmekle geçiyor. Mezopotamya şehirlerinde koleradan dolayı insanların öldüğü işitilmekteydi..,1916’ nın yaz aylarında Anadolu’da bulaşıcı hastalıkların tekrar ortaya çıktığını ve bunların birçok insanın ölümüne yol açtığını...“ belirtmektedir. Kürtler için Sivas, Adıyaman, Urfa, Diyarbakır ve Harput’ta 1916’da kurulan geçici kamplarda başlayan bulaşıcı hastalıklar süreci, öncelikle onbinlerce çocuğun ve yetişkinin ölmesine yolaçmıştı. Konya, Yozgat, Kütahya, Burdur, Denizli ve Ankara’daki kamp/İskan yerlerine çok az Kürt ulaşabilmişti. Bulaşıcı hastalıkların toplama kamplarında daha çok yaygınlaştırılması, Osmanlı merkezi hükümetinin, temel politikalarından birini oluşturuyordu. Sonuç olarak, Osmanlı merkezi hükümetinin 1916’dan sonra Kürtlere yönelik soykırım ve tehcir politikalarına bağlı olarak, göç yollarında ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklardan ne kadar Kürdün öldüğü, şimdilik tam olarak bilinmemektedir. *Bu yazı Dema Nu Gazetesinin 11.10. 2007 sayısında yayınlanmıştır

BAŞKAN BARZANİ VE CROCKER BİRARAYA GELDİ: ‘’TÜRKİYE İLE PKK ARASINDAKİ SORUNLARDAN BAHSEDİLDİ’’ PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani, Amerika Birleşik Devletleri’nin Bağdat büyükelçisi Ryan Crocker ve beraberindeki bir heyeti kabul etti. Crocker ve beraberindeki heyet ayrıca, Başbakan Neçirvan Barzani tarafından kabul edildi. Selahaddin kasabasında gerçekleşen görüşmede ABD’nin Dış Ekonomik İlişkiler Bakanı Rubin Cifry, Dışişleri Bakanlığı baş danışmanı büyükelçi David Saterfield ve büyükelçi Carl Rise hazır bulundu. Irak’taki güvenlik ve Bağdat’taki ilgili gelişmeler değerlendirildi. Ayrıca, başkent Bağdat’ta kurulan 5’li ittifaktan bahsedildi. ABD ile Irak arasındaki ilişkilerin yanı sıra, Türkiye ile PKK ve Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasında yaşanan sorunlardan ayrıntılı bir şekilde bahsedildi. ABD’li heyet 8 Türk askerinin serbest bırakılması için gösterdiği çabadan dolayı Başkan Barzani’ye teşekkir etti. Öte yandan Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başbakanı Neçirvan Barzani de Crocker ve beraberindeki üstdüzey heyeti başkent Hewler’de kabul etti. Irak’taki son siyasi gelişmeler, bölgenin siyasi alandaki önemi ve ülkede ulusal barış için yürütülen çalışmalar üzerinde duruldu. Görüşmede, Kürdistan Bölgesi’nin genel durumu ve özellikle FKB hükümetinin siyasi ve ekonomik gelişmelere verdiği önem ele alındı.

"Turk" iddiasi: ABD PKK'YE yardim ediyor! Beyaz Saray'daki kritik Erdoğan-Bush zirvesinin ardından, ABD’nin PKK'ya destek verdiğini öne süren itirafçıların ifadeleri, yargılandıkları mahkemelerden istendi. ABD’lilerin PKK kamplarına giderek görüşme yaptığı ve örgüte silah sağladığı yönündeki ifadeler Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ile İçişleri Bakanlığı'na gönderildi. Bu ifadelerin ABD’nin Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla Pentagon yetkililerine sunulacağı bildirildi. Sınırötesi operasyon konusunda önceki gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD temaslarından sonra, ABD’nin PKK’ya verdiği destek de delillendirilerek ABD’li yetkililere sunulacak. ABD’nin terör örgütü PKK’ya verdiği destekle ilgili olarak, teslim olduktan sonra güvenlik güçlerine önemli itiraflarda bulunan itirafçıların ifadeleri yargılandıkları Diyarbakır, Van, Erzurum, Malatya ve Adana’daki Özel yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinden istendi. Bu ifadelerin olası sınırötesi operasyon öncesi ABD askeri makamlarına sunulacağı ve teröre destek konusunda samimi adımların atılmasının isteneceği belirtildi. 3 SANDIK M-16 GETİRDİLER Kandil Dağı’ndan kaçtıktan sonra tümü ceza verilmeden serbest bırakılan PKK’lılar R. Ş., İ. P., A. K., G. K., L. K. ve Rusya uyruklu A.K.’nın ABD’nin PKK’ya olan desteği ile ilgili itirafları şöyle: R. Ş.: “Kandil Dağı’ndaki Kortek Kampı’na 28 Aralık 2006 günü 3 adet zırhlı paletli Amerikan askeri aracı geldi. Araçlar, Süleymaniye tarafından sadece paletli arazi araçlarının geçebileceği yerden geldi. ABD’li askerlere ait olan bu araçlar kamp alanına ulaştığında 100’er adet M-16 marka Amerikan piyade tüfeği bulunan 3 adet sandık bıraktılar. Silahların tümünde dürbün ve bomba atar takılıydı. Bizzat elime alarak kontrol ettim. Araçlardaki şahıslar ise askeri üniformalı, siyah gözlüklü, kafalarında kask vardı. 6 Amerikan askeri kampa gelmişti. Hepsinin üniformasında ABD bayrağı vardı. Askerlerden 4’ü sandıkları alana indirdi. Sonra araçların başında beklediler. 2’si, PKK yönetiminin bulunduğu taştan örülü, üstü naylonla kapalı barakaya giderek Hakkari bağımsız milletvekili adayı Hatem İke’nin kardeşi olan sözde Tabur Komutanı Kawa ve Şıvan kod adlı teröristle 10 dakika görüşüp tekrar araçlarla geldikleri istikamete geri döndüler. Amerikalılar gidince Kawa kod adlı terörist bizleri alana toplayarak gelen araçlardaki şahısların Amerikalı olduğunu, gördüğümüz araçları ve şahısları kimseye anlatmamamız yönünde bizi uyardı. Kampa getirilen silahların bir kısmı üst düzey yöneticilere, kalan kısmı İran’a karşı savaşan PJAK’a gönderildi.” "BİR ÇANTA DOLUSU PARA GETİRDİLER" İ. P.: “ABD’li üst düzey bir komutan ayda bir kez helikopter ile Kandil Dağı’na gelerek Murat Karayılan ile gizli görüşme yapıyor. ABD’liler ayrıca Osman Öcalan’a bir çanta dolusu para getirdi. Ben Öcalan’ın şoförüydüm. Türkiye’nin olası operasyonlarına karşı Dolekoge kampında her biri 400 kişi kapasiteli 3 ayrı mağara inşa edildi. Operasyon anında el bombası tesirine karşı zik zaklı kaçış için ayrı çıkışları var. Uydu telefon ve telsiz ihtiyaçlarımız Korek ve Asya adlı şirketler tarafından karşılanıyor. Korek IKDP’ye, Asya ise KYB’ye ait şirketlerdir. İran’ın PKK’ya karşı operasyon yapması nedeniyle İran istihbarat örgütü İltihat’ın adamlarını Erbil’den alıp Süleymaniye’nin Köysancak İlçesi’nde Osman Öcalan ile görüştürdüm. Ardından tekrar Erbil’e bıraktım. IKDP ve KYB’nin adamları, Osman Öcalan’ı tedavi amacıyla Tahran’a götürdü. Osman Öcalan, PKK’nın paralarını alıp ayrılınca ABD’liler kendisiyle görüştü. Yanlarında bir çanta dolusu para getirdiler. KYB’de kendisine 7 bin dolar para veriyor. IKDP’de ise 3 ayda bir 10 bin dolar para Öcalan’a yardımda bulunuyor.” "IRAK ORDUSUNUN SİLAHLARINI GETİRDİK" A.K.: “Türkiye-Irak sınırındaki güvenlik güçlerinin hareketlerini sınır hattındaki gruplar ve işbirlikçilerle takip ediyoruz. Kandil’deki Şehit Harun kampına son olarak 2’si ABD, 2’si de KYB’den olmak üzere 4 kişilik bir heyet gelip üst düzey yöneticilerle görüştü. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Mahmur Kampı’nda PKK bir bölük konuşlandırdı. Bunlar sivil ve silahsız faaliyet yürütüyor. Bunlar, Irak ordusuna ait silah ve patlayacıları araçlarla kamplara taşıdı. Öcalan’ın zehirlenme iddiaların sonra eylemlerin tırmandırılması kararlaştırıldı.” "ATEŞKES KARARI ABD GÜDÜMÜNDE ALINDI" G. K.: “ABD’li askeri ve siyasi temsilciler 28 Haziran 2006 günü Kuzey Irak’taki Hakurk Kampı’ndaki dış ilişkiler idare birimi denilen yerde Murat Karayılan ile gizli görüşme yaptı. Hatta geçen yıl alınan eylemsizlik kararı da bu görüşme sonrası ABD güdümünde alındı. PKK’nın Rusya, KDP ve KYB’yle diplomatik ilişkileri çok güçlü. PKK, ABD’den silah, KDP ve KYB’den ise lojistik destek alıyor.” "ABD BASKININDA MAHMUR KAMPINDAYDIM" L. K.: “Ben 15 yıl örgüt içinde kaldım. Bölük komutanlığına kadar yükseldim. ABD askerleri, Mahmur Kampı’nda nüfus sayımı yaparak PKK’lı bulunup bulunmadığını belirlemek için arama yapacağını önceden PKK yönetimine bildirince bizde gerekli tedbirleri alıp geçici olarak kampı boşalttık. ABD baskınından kısa süre önce ben de bu kamptaydım.” "ABD’LİLER HAKURK KAMPINA GELDİ " A. K.: “Rus ordusunda 2 yıl askerlik yaptıktan sonra Moskova’dan örgüte katıldım. Kandil’de 5 yıl kaldım. PKK Hollanda’dan telsiz temin ediyor. Füzeler Ermenistan üzerinden kamplara ulaşıyor. Kuzey Irak’taki Lolan Nehri kıyısındaki sığınakta 3 ton TNT, 2 bin 500 mayın, 2 bin adet havan mermisi ile yerden atılan Katyuşa füzesi var. KDP’nin istihbarat temsilcisi Tarık, PKK’ya silah ve malzeme temin ediyor. ABD işgalinden sonra Irak Ordusu’na ait silah ve mühimmat PKK’nın eline geçti. Hakurk Kampı’na ABD ordusundan bir heyet gelerek, Amed Malazgirt ile görüştü. Görüşme sonrasında bize ABD helikopterlerinin zaman zaman kamp alanında keşif uçuşları yapacağını, bu nedenle Türk helikopteri diye ateş açmamamız yönünde uyarıldık.”

KENDI IFADESIYLE "kardeslerim" ERDOGAN SACMALIYOR "hamdolsun"

Erdoğan: Bush anlıyor da bunlar niye anlamıyor Erdoğan, hazırlığı sürmekte olan yeni Anayasa’nın Türk milletinin sorunlarına çözüm getirecek bir platform olmasını istediğini kaydetti. Türk milletinin kenetlendiği zaman önünde hiçbir engelin duramayacağını belirten Erdoğan, buna örnek olarak da Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları ile Cumhuriyet’in kurulmasını gösterdi. Erdoğan, parti ve hükümet olarak kendilerinin de aynı anlayışla hareket ettiklerini ifade ederek, “Türkiye’de hala farklılıkla, ayrılıkla, ihtilaflarla sonuç alma çabası içinde olanların varlığını üzüntüyle görüyoruz" dedi. Milletin bu anlayış sahiplerine seçimlerde gerekli dersi verdiğini söyleyen Başbakan Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti: “Milletimizin her seçimde artarak devam eden desteği, yolumuzun doğru olduğunun en somut ifadesidir. Son zamanlarda terör olaylarının artmasının gerisindeki sebeplerden biri de öyle zannediyorum ki, Türkiye’nin bütün enerjisini ve imkanlarını milletin istekleri doğrultusunda kullanmasından rahatsız olan çevrelerdir. Bu çevreler, terör olaylarını ayağımıza bağ ederek bizi durdurma, en azından yavaşlatma amacı taşımaktadır. Ama bu oyun açık söylüyorum tutmayacaktır. Biz terörün üstesinden gelirken aynı zamanda demokratik ve ekonomik gelişmemizi de sürdürmek kararlılığına ve kabiliyetine sahip bir iktidarız, hükümetiz. Demokrasiyi teröre, ekonomiyi krizlere feda etmeyeceğimizi bütün dünyaya göstereceğiz. " Konuşmasında son dönemlerde teröre gösterilen tepkilere de değinen Erdoğan, teröre tepki göstermekle, ‘insanlar arasında bin yıldır oluşmuş kardeşlik hukukunu bozmanınö farklı şeyler olduğunu söyledi. Erdoğan, “Terörü bahane ederek, terörist dışındaki sivil halka karşı düşmanlık etmek Türk milletinin tarihine, kültürüne ve inancına da aykırıdır. Kendisini bu ülkeye ait hisseden herkes, bu ülkenin, bu milletin bir parçasıdır. Bu ülkeye karşı yıkıcı emeller ve eylemler içinde olan herkes de Türk milletinin düşmanıdır. Bunu Sayın Bush anlıyor da buradakiler niye anlamıyor ben onu anlamakta zorlanıyorum. Bizim dostluk ve düşmanlık ölçümüz budur" şeklinde konuştu.

"Doğrusunu söylemek gerekirse PKK sadece bir mazeret. Gerçek hedef Kürdistan bölgesi"

'Türkiye'nin hedefi Kerkük mü?' Ben Lando / Energy Daily-Nashville'de, Amerika'daki Kürtlerin başı olarak görülen 53 yaşındaki Jamel Numan, Kürtlerin tüm korkularının bir anlamda sözcüsü konumunda. Numan şöyle diyor: Sınıra askerlerini yığan Türkiye, sonunda Irak'ta yönetimi mi üstlenecek merak ediyorum doğrusu. Hafta başında Başbakan Erdoğan ve Amerikan Başkanı Bush Beyaz Saray'da Kuzey Irak'a yapılacak operasyonla ilgili belli kararlar aldılar. Kandil dağında konuşlanan 3000 PKK'lının varlığından söz ediliyor. Fakat PKK sadece son eylemlerinde değil, aynı zamanda yıllardır süregelen olaylarda çok sayıda vatandaşın ve askerin canına kıydı. Ayrılıkçı grubun asıl hedefi bağımsız bir Kürt devleti yaratabilmek. Türklerin çekindiği nokta da belki de bu. PKK 1980 yılındaki olaylarda çok insanın canına kıydı. O dönemde kendilerini etkin bir biçimde kanıtlamaya çalıştılar. Son dönemlerdeki eylemleriyle de gerçekleştirmek istedikleri, daha fazla otonomi ve kültürel anlamda kendilerini kabul ettirebilme arzusu. Türkiye zaten bugüne kadar çok sayıda sınırlı operasyon girişiminde bulundu. Fakat PKK her nedense hala ayakta. 2003 yılından beri Kürdistan Bölgesel Yönetimi, kendi otonom yönetim sistemini daha da güçlendirmiş durumda. Kuzey Irak'ta özerk ve kendi kurallarıyla yeni bir yönetim oluşturdu adeta. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 115 milyar varillik petrol rezervinin yüzde 0,5'lik kısmında hak sahibi. Geçen salı günü de yabancı şirketlerle yedi yeni anlaşma imzaladığını açıkladı ve aynı zamanda Bölgesel Yönetimi'nin kendi kontrolünde yeni bir şirket kurduklarını belirtti. Kerkük, bölgenin kilit noktası. Kürtlerin kendilerine başkent yapmak istedikleri yer. Petrol yönünden de çok zengin bir bölge. Saddam'ın Irak sınırlarını yeniden çizdiği dönemde sorunların arttığı bir bölge. Kürtlerin yanında aynı zamanda Türkmen ve diğer etnik gruplara ait insanlar da yaşıyor. Yani Kerkük oldukça değerli. Kimlik arayışında bir dönüm noktası olacak referandumla esas kimliğine kavuşmaya çalışıyor. Kerkük seçmenlerinin ve Bölgesel Kürt Yönetimi dışında kalan grupların yeni bir düzene yeşil ışık yakmak için vereceği oylar belki de Kuzey Irak'ın yeni şeklinde önemli rol üstlenecek. Bölgesel yönetim dışında kalan etnik gruplar, Kürdistan yönetiminin boyunluğu altına girerse dengeler yeniden değişebilir. Bu noktada Türkiye ile ilgili olarak şunu sorgulamak gerekir. Türkiye'nin korkusu Kerkük'teki kanıtlanmış 11 milyar varillik petrol rezervini, Kürdistan Bölge Yönetimi'ne kaptırmamak olabilir. Çünkü bu sayede Kuzey Irak'taki Kürt egemenliği ekonomik güçlerle de desteklenerek sağlam bir zemine oturabilecek. Tabi ki bölgeseki Kürt nüfusu da artacak. CIA'nın raporuna göre, İran, Suriye, Irak ve Türkiye'de toplam 22 milyon Kürt asıllı vatandaş var. Kerkük'ün başka bir özelliği de, Türkiye'ye uzanan iki petrol borusunun başlangıç noktası olması. İki boru hattının toplam kapasitesi günlük 1,6 milyar varil. Diğer taraftan Türk firmalarının bölgede yapmış olduğu birçok iş anlaşması var. Bir anlamda bölgenin en büyük yatırımcısı Türkler. Bağdat yönetimiyle iyi diyaloglar içinde olan Türk yönetiminin, Washington hükümetinden ve Bağdat'tan istediği şey, eylemlerini Kuzey Irak merkezli yönetmeye çalışan PKK'nın bir terör örgütü olarak kabul edilmesi ve ona göre davranılması... ABD yönetimi resmen Türkler ve Iraklı Kürtler arasında kalmış durumda. İki dostunu da kırmamak için elinden geleni yapıyor. Orta Doğu Projesi Uluslararası Kriz grubu yöneticisi Joost Hiltermann, "Türkiye bir kapana sıkışmış durumda. ABD yönetiminin kesinlikle Kürtlere verdiği desteği keserek Türkiye'ye arka çıkmalı" diyor ve ekliyor: "Türkiye Kuzey Irak'taki bölgesel yönetimin durumunu, hem Türkiye'ye bağlı, hem de merkezi yönetime bağlı olarak yorumluyor." Kürt toplumu içine kulak kabarttığınızda '3 bin PKK'lıyı yok etmek için 100 bin asker gönderemezsiniz' diye yorumlayanlar da var, 'Türkiye PKK'dan değil, Bağımsız Kürt Yönetimin'den korkuyor' diyen de... PKK ve Kerkük ... İki temel konu. Bu iki sorun çözülebilirse herşey çözülecek... Barzani, Time Magazine'e yaptığı açıklamada, "Doğrusunu söylemek gerekirse PKK sadece bir mazeret. Gerçek hedef Kürdistan bölgesi"' diyor ve sözlerini şöyle noktalıyor: "Türk yönetimi eğer saldırırsa ve Kuzey Irak'ı işgal ederse tabi ki biz de kendimizi savunmak için karşılık vereceğiz. Ve eğer halkımıza, sınırlarımıza zarar vermeye kalkarlarsa, o zaman hiçbir şekilde sınır tanımayız..."

DTP Eşbaşkanlığı'na Nurettin Demirtaş seçildi DTP 2. Olağanüstü Kongresi'nde Nurettin Demirtaş 234 oy ile DTP Genel Başkanlığı'na seçildi. DTP Kongresi delegelerin katılımı ile sınırlandırılmasına rağmen, üye ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin yoğun katılımı dikkat çekti. DTP'nin 2. Olağanüstü Kongresi sona erdi. Sabah saatlerinde başlayan kongre, delegelerin katılımı ile sınırlandırılmasına rağmen, parti üyeleri, sivil toplum örgütü temsilcileri, insan hakları örgütü temsilcileri yoğun katılım gösterdi. Akşam saatlerinde başlayan seçimlerde, 80 kişilik PM üyeliği için aralarında PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan'ın yanı sıra DTP milletvekillerinin bulunduğu 148 kişi başvurdu. Çarşaf liste ile gidilen seçimlerde 878 delegeden 456'sı kongre salonuna geldi. Genel Başkanlık için ilk tur oylamada kulanılan 432 oyu almasına rağmen seçilme için yeterli olmayınca 3. tur oylamaya geçildi. 2. tur oylamada 14 oy alan Demirtaş, 3. tur oylamada 234 oy alarak DTP Genel Başkanı seçildi. Eşbaşkanlığı fiili olarak yürüten DTP Eşbaşkan Adayı Emine Ayna seçime katılmadı. Ancak Ayna, kadın yapısının adayı olarak DTP Eşbaşkanı olarak görevini sürdürecek. Kongreden Notlar: DTP Kongresi renkli görüntülere sahne oldu. Ulusal kıyafetleri ile salona gelen Kürt kadınları kongreye renk katarken, kadın ve gençlerin yoğun katılımı dikkat çekti. Yoğun güvenlik önlemlerine rağmen bir kadının iki çocuğu ile otel önüne kadar gelerek Türk Bayrağı açması 'provokasyon girişimi' yorumlarına neden oldu. DTP'nin bütün kongrelerinde görmeye alıştığımız Nil Demirkazık yakasına astığı 'Kürdistan' haritası rozeti ile dikkat çekmeyi başardı. Kongreye basın yoğun ilgi gösterirken, son günlerde eşinden dolayı tartışma konusu yapılan Van Milletvekili Fatma Kurtalan, basın tarafından yakın markaja alındı. Kurtalan bütün ısrarlara rağmen konuşmadı. Kongrede DTP Eşbaşkanvekilleri Demirtaş ve Irmak'ın konuşmasında saldırılara karşı 'çatı partisi' çağrısı dikkat çekerken, DTP'nin saldırılarda ısrar etmesi halinde kendini savunacağı vurgulandı. DTP eski Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk yaptıkları konuşmalarda öz eleştiri vererek, eksiklerinden dolayı Kürt halkından özür dilediler. DTP tüzük ve programında kimi değişiklikler yapılırken, Demokratik Özerklik modelini ön gören 'Siyasi Tutum Belgesinin' kabul edilmesi kongreye damgasını vurdu. DTP belgeyi çalışmalarında yol haritası olarak esas alacak. Ahmet Türk ve Nurettin Demirtaş birlikte oy kullandı daha sonra kutlayarak başarı dileklerinde bulundu. Kongre salonunda DEHAP eski Genel Başkanı Tuncer Bakırhan yerini aldı. Ahmet Türk'ün sabah kongreye geç gelmesi basında 'heyecan' yarattı. DTP PM üyeliğine PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan aday oldu. ANKARA (DİHA)