18:55 1995 yılında Alevilere ait 4 kıraathane ve bir pastanenin polis tarafından taranması sonucu 22 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Gazi Katliamı'nın 13. yıldönümü 5 bini aşkın kişinin katılımıyla protesto edildi. DTP, Özgür Demokratik Alevi Hareketi, Ezilenlerin Sosyalist Platformu, DHP, Alınteri, Mücadele Birliği ve BDSP'nin oluşturduğu 'Gazi 12 Mart Platformu' tarafından Gazi olaylarının yıldönümü dolayısıyla anma etkinliği düzenlendi. Sabahın erken saatlerinde Eski Karakol Mevkii'nde bir araya gelen 3 bin kişi, 'Yaşasın Devrimci Mücadelemiz' pankartının altında cemevine doğru yürüyüşe geçti. Yolu trafiğe kapatarak yürüyen ve sık sık 'Gazi şehitleri ölümsüzdür', 'Gazi faşizme mezar olacak', 'Şehit namirin', 'Anaların öfkesi katilleri boğacak' ve 'Biji biratiyan gelen' sloganlarını atan kalabalık grup buradan cemevi önüne geldi. Burada kitleye hitaben bir konuşma yapan DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, 'Malatya, Sivas ve Maraş'ta yaşanan Alevi katliamlarını yapanlar yargılanmadığı için Şemdili'de yeni Susurluklar yaşandı. Şemdinli açığa çıkarılmadığı için de Ergenekon gibi çeteler meydana geldi' dedi. Türkiye'nin tek dil, tek ırk ve tek millet anlayışı ile yönetildiğine vurgu yapan Tuncel, 'Bu anlayış bize silah olarak geri dönüyor. Van'da ve Cizre'de öldürülen arkadaşlarımızın hepsi bu teklik anlayışının kurbanıdır. Bu ülkede özgürlükler ve demokrasi geliştikçe katliamlar durur. Biz DTP olarak bütün bu katliamlara karşı halkın yanında olacağımızı ve tüm demokratik çevrelerin sesine her yerde sahip çıkacağımızı ifade ediyoruz' diye konuştu. Tuncel'in ardından, 1995 yılında yaşanan olaylarda hayatını kaybeden Hasan Ocak'ın kardeşi Maside Ocak ile Zeynep Poyraz'ın annesi Menevşe Poyraz da birer konuşma yaparak, Gazi olaylarında hayatını kaybedenlerin anısına bağlı kalınmasını ve tüm kesimlerin bu tür olaylara karşı birlikte hareket etmesi çağrısında bulundu. Cemevi önünde toplanan kitlenin sayısı 5 bini buldu Gazi Cemevi önündeki anma katılımcı gruplar adına Sevinç Sönmez'in okuduğu ortak basın metniyle devam etti. Açıklamanın ardından, 'Gazi kızıldır kızıl kalacak', 'Gazi faşizme mezar olacak', 'Burası Zap buradan çıkış yok', 'Kürdistan faşizme mezar olacak', 'Yaşasın devrimci dayanışma', 'TC'nin korkusu HPG Ordusu', 'Vur gerilla vur Kürdistan'ı kur' ve 'Polis Gazi'den defol' şeklinde sloganlar eşliğinde Gazi Mezarlığı'na doğru yürüyüşe geçen kitlenin sayısı 5 bini geçti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın posteri, DTP ve 'Demokratik Konfederalizm' bayraklarının elektrik direğine çekildiği anma eylem alkışlar ve zılgıtlarla devam etti. Gazi olaylarında hayatını kaybedenlerin mezarlarının bulunduğu Gazi Mahallesi Mezarlığı'nda kadar geniş güvenlik önlemleri altında yürüyen kalabalık, saygı duruşunda bulunarak, mezarlıklara karanfil bıraktı. Özellikle hayatını kaybedenlerin yakınlarının zor anlar yaşadığı göze çarpan anma etkinliği mezarlıkta okunan marşlar ve atılan sloganlar eşliğinde son buldu. Gazi Cemevi yetkilileri sabah saatlerinde Cemevi'ne gelen polis yetkililerinin kendilerinden DTP'lileri aralarına almamaları konusunda uyarıda bulunduğunu ve DTP'lilerin korteje alınması halinde müdahale edileceğini söylediklerini dile getirdi. HÖC'lüler yalnız yürüdü Öte yandan Gazi olaylarının yıldönümü nedeniyle Haklar ve Özgürlükler Cephesi (HÖC) ise ayrı bir yürüyüş düzenledi. Yaklaşık bin 500 kişinin katıldığı yürüyüşte HÖC'lüler de Gazi Mezarlığı'na giderek olaylar sırasında hayatını kaybedenler için anma etkinliği düzenledi. DİHA
Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanlığı Güneybatı Kürdistan'da Qamışlo katliamının 4. yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada Baas rejimini kınadı. Suriye Baas rejiminin Qamişlo'da Kürt halkına karşı gerçekleştirdiği katliamın üzerinden dört yıl geçti. 12 Mart katliamının yıldönümünde KCK yaptığı açıklamada, 'Halkımıza karşı bu katliamı gerçekleştirenleri bir kez daha lanetliyor, bu katliamda yaşamını yitiren Kürt yurtseverlerini saygıyla anıyor, anılarına Kürt halkının özgürlük mücadelesini daha da geliştireceğimiz sözünü yineliyoruz' dedi. Bilindiği gibi Suriye rejiminin, inkar ve imha siyasetini izleyen Türk devletiyle anti-Kürt ittifakında buluşarak Kürt halkına karşı her türlü baskıyı geliştirmeye devam ettiğinin altını çizen KCK, şöyle devam etti: 'Bunun Irak'ta Kürt sorununun önemli oranda çözülmesiyle bölgede gelişen Arap-Kürt halklarının eşitliği ve kardeşliğini sabote eden bir uygulama olduğu görülmelidir. Arap-Kürt dostluğunun gelişmesini beraberinde getirecek olan bu imkanın doğru değerlendirilmemesi, Suriye rejimine de bir şey kazandırmayacaktır. Irkçı-milliyetçi politikasını sürdürmesi halinde, en büyük zararı rejimin kendisinin göreceği açıktır. Bu nedenle Suriye devleti Türkiye ile birlikte Kürt düşmanlığını bir yana bırakarak, tarihi temelleri güçlü olan Kürt-Arap dostluğunu geliştirecek olan demokratik bir politikayı geliştirmelidir. Halkımız Qamişlo katliamının 4. yıldönümünde, katliamcılardan hesap sormak için örgütlü mücadelesini, katliamlara 'Êdî bes e' diyerek serhıldanlarını yükselterek, eşitlik-özgürlük temelinde Arap-Kürt dostluğunu geliştirme göreviyle karşı karşıya bulunmaktadır. Suriye rejimi Kürt halkının yalnız olmadığını bilmeli, Kürtlerin bölge denkleminde önemli bir güç olduğunu görmeli ve halkımıza karşı saldırılarına son vermelidir.' Kürdistan'daki sömürgecilerin tüm parçalarındaki saldırılarının neredeyse eş zamanlı olarak geliştiğine dikkat çeken KCK, bu saldırıların bir ifadesi olarak Süleymaniye'de yapılan katliam saldırısının, Güney Kürdistan'daki kazanımlara yönelik bir saldırı olduğunu kaydetti. KCK şöyle dedi: 'Bu saldırıyla halkımızın ulusal-demokratik kazanımlarını tasfiye etmek, sindirmek, yıldırmak ve iradesini kırmak için geliştirilen bu katliam saldırısını protesto ediyoruz. Hangi güçten gelirse gelsin, halkımızı korkutmaya, sindirmeye ve iradesizleştirmeye yönelik bu saldırılar karşısında Kürdistan'ın dört parçasında ve yurt dışında birlik ve örgütlülüğünü daha fazla geliştirerek, özgürlük mücadelesini yükseltmelidir. Kürdistan halkının tüm parçalarda karşı karşıya olduğu bu saldırılar karşısında ulusal demokratik birliğini ve beraberliğini geliştirmekten ve ortak bir ulusal strateji geliştirmekten başka bir yolun olmadığı da daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Başta Türk devleti olmak üzere Kürdistan üzerinde egemenliğini sürdüren güçlerin halkımız üzerinde geliştirdikleri ulusal baskının yanında birer erkek egemenlikli sistem olarak Kürt kadını üzerindeki yoğun baskı sistemi vardır. Bu devletler anadil eğitimini yasaklayarak en başta Kürt kadınını bilinçsizliğe ve dıştalanmaya uğratmasına rağmen 2008 Mart'ında Kadın gününe bu düzeyde sahip çıkması bir kadın devrimi anlamına gelmektedir. Özel savaş rejiminin Kürt halkına karşı yürüttüğü topyekün savaşa ve iradesizleştirme baskı ve saldırılarına rağmen, Kürt kadınının 8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü nedeniyle geliştirmiş olduğu ulusal renkleriyle kitlesel kutlama, Kürdistan'da Kadın özgürleşmesinin, iradeleşmesinin ve köklü bir kadın devriminin ulaştığı düzeyi ortaya koymaktadır. Bu aynı zamanda Kürdistan üzerinde inkar-imha siyasetini yürüten egemen güçlere verilen bir cevapta olmuştur. Önder Apo'nun geliştirmiş olduğu Kadın Kurtuluş ideolojisi ve felsefesi temelinde gelişen kadın devrimi, Kürt toplumunun özgürlük iddiasını ve Kürt halkının yenilmezliğini ve Kürt kadınının kazandığı devrimsel gelişmeden geri döndürülemeyeceğini de ortaya koymuştur. Bu Dünyadaki kadınlara özgürlüğün yolunu bir kez daha gösteren Kürt kadınının bu görkemli devrimsel gelişmesini selamlıyor, özgürlük mücadelelerini daha örgütlü ve iradeli bir biçimde yükseltmeye çağırıyoruz.' BEHDİNAN - ANF
Kaldırımda yüzüstü yatan bedeni, Gazi Katliamı vahşetinin simgesi oldu. Ama herkes onu öldü bildi. Kaldırıldığı morgda ölüme terk edildi. Sonra ölmediği, yaşadığı anlaşıldı. 3 yıl süren tedaviden sonra hayata tutunmayı başardı. Evlendi, bir çocuğu oldu. Özlem Tunç, ölüm ile yaşam arasında geçen dehşet dolu anları 13 yıl sonra ANF'ye anlattı. 12 Mart 1995 günü akşam saatlerinde bir taksi, hışımla Gazi Mahallesi'ne girdi. Takside tam donanımlı JİTEM elemanları vardı. JİTEM mensuplarının neden mahalleye hışımla girdikleri bir süre sonra anlaşıldı. Taksiden Alevilere ait üç kahvehane ile bir işyerine aynı anda otomatik silahlarla ateş açıldı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir Alevi dedesi hayatını kaybetti, 5'i ağır 25 kişi yaralandı. Olay, İstanbul'da yaşayan Aleviler arasında büyük bir infial yarattı. Kentin pek çok semtinden Gazi Mahallesi'ne doğru akın başladı. Gelenler, Gazi Cemevi önünde toplandı. Babalar çocuklarıyla, anneler kundaktaki bebeleriyle, yaşlılar ise bastonlarıyla gelmişti. Herkes burnundan soluyor, 'Artık yeter' diye haykırıyordu. Cemevi önündeki grup, bir süre sonra emniyet kuvvetlerinin olaya geç müdahale ettiklerini vurgulayarak polis karakoluna yürüdü. Ancak polis, gösterici grubun üzerine kurşun yağdırmaya başladı. Mehmet Gündüz adlı bir yurttaş hayatını kaybetti, birçok kişi de yaralandı. Onbinlerce Alevi karakola yürüyordu Çatışmalar sabah saatlerine kadar sürerken, sabah saatlerinde İstanbul'un pek çok semtinden gelenlerle birlikte Gazi Mahallesi'ndeki Alevilerin sayısı on binleri bulmuştu. Kıbrıs Caddesi'ni dolduran büyük bir kitle, panzerden ateş açarak Mehmet Gündüz'ü katleden, onlarca kişiyi de yaralayan polisi protesto etmek için Gazi Karakolu'na doğru ilerliyordu. Karakola doğru ilerleyen kişilerden biri de henüz 17 yaşında olan Özlem Tunç'tu. Tunç anlatıyor: 'Olayların başladığı akşam diğer semtlerden akın akın insanlar gelmişti. Evimiz de tıka basa insan dolmuştu. Sabah saatlerinde evden çıktık. Kıbrıs Caddesi'nde insanlarla buluştuk. Karakola doğru ilerliyorduk. Amacımız polisi ve karakolda olduklarını bildiğimiz Mehmet Gündüz'ü öldüren polisleri protesto etmekti. Herkeste öfke ve kin vardı.' Polisler hedef gözetmeksizin ateş açtı Halk tüm polis barikatlarını aşıyor, adım adım karakola yaklaşıyordu. Ortalık tam bir mahşer gününe dönüşmüştü. Kitlenin karakola yaklaşmasını önlemek isteyen polisler, taş yağmuru altında daha fazla direnemiyor, geri çekilmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra polis hedef gözetmeksizin kitleye ateş açmaya başladı. Onlarca insan yaşamını yitiriyor, yüzlerce insan da yaralanıyordu. Ancak göstericiler, polisin açtığı ateşe rağmen geri çekilmiyor, büyük bir öfke ile polisle çatışmaya giriyordu. Özlem Tunç anlatıyor: 'Serpil Eczanesi'nin önünde Fadime Bingöl isimli bir kadın boynundan vuruldu. Kadıncağız yüz üstü düşmüştü. Çevirdik kan revan içindeydi. Kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi. İnsanlar çığlık çığlığaydı. Sağanak yağmuru gibi kitleye kurşun yağdırılıyordu. Dört Yol ana baba gününe dönüşmüştü. Burada Bayram Aslan karnından vuruldu, ağır yaralanmış kan kaybediyordu. Gazi PTT'sinin önüne geldim. Karakola artık 200 metre kalmıştı. En şiddetli çatışmalar burada yaşandı. En fazla ölümler de burada meydana geldi. Gecekondu önünde toplanıp kitleye ateş açan polisler, taş yağmuru ile aşağı püskürtüldü. Karakola ulaşmaya çok az kalmıştı. Tam bu sırada jandarma geldi. Jandarma polisin önünde konuşlandırıldı.' Özlem karakolu teftif ediyor Jandarmanın gelmesinden sonra olaylar daha da büyümüş, saatler süren çatışmalara rağmen polis ve jandarma kitleyi kontrol altına almayı başaramamıştı. Bunun üzerine 6. Tugay Komutanı ile kitle arasında pazarlıklar başladı. Komutan halkı sakinleştirmek için kitleyi temsilen bir heyetin karakola girmesine izin vermişti. Amacı karakolda gözaltında tutulan kimsenin olmadığını halka ispatlayarak kitlenin öfkesini yatıştırmaktı. Karakola giren heyette Özlem Tunç da vardı: 'Komutan kitle içinde heyette yer alacak kişilerden birinin de benim olmamı isttedi. Bunun üzerine heyetle karakola girdik. Her yerine baktık karakolun. Gözaltında gerçekten kimse yoktu. Ancak karakol içinde her türlü hakarete maruz kalmıştık. Polisler durmadan hakaret ediyordu. Tam üzerime saldırmak için harekete geçmişlerdi ki komutan devreye girdi ve bizi korudu. Teftişten sonra bir panzerin üzerine çıkarak kitleye seslendim.' Ve işkence başladı Aradan yarım saat geçmemişti. İki çevik kuvvet üyesi polis, Özlem Tunç'u panzerden iner inmez gözaltına alarak bir kahvehaneye soktu. Özlem Tunç anlatıyor: 'Çevik Kuvvet'e şeflik yapan bir polis -ki bu şahıs devamlı elinde telsiz sağa sola talimat veriyordu - beni göstererek 'bu bayanı kaçırmayın, alıp özel muamele yapın' dedi. İki TİM üyesi süratle beni aralarına alıp bir kahvehaneye soktu. Kahvenin ortasında biri çenemi tutup ağzıma tükürdü... Ve işkence başladı. Tacizle işe başladılar. Sonra coplarla ağzımı burnumu paramparça ettiler. Yoruluncaya kadar dövdüler. Yüzüstü yatırdılar. Bu kez de tekmelerle vurmaya başladılar. Bir halıyı çiğner gibi üzerimde tepiniyorlardı. Tırnaklarım düşmüştü, halsiz ve mecalsiz bir duruma düşmüştüm.' Herkes öldüğünü düşündü Özlem Tunç, işkence seansından sonra kahvehanenin önüne çıkarıldı. Burada bir TİM üyesi tabancasını çıkararak Tunç'un başına bir el ateş etti. Özlem Tunç anlatıyor: 'TİM üyesi başıma bir el kurşun sıktı. Öleyim istedi. İkincisini sıkacaktı diğer TİM üyesi müdahale etti, zaten ölmüş dedi, boş ver kurşununu diğerlerine harcarsın. Vücudumda bir sıcaklık vardı, hiçbir şey hissetmiyordum. Sesleri duyabiliyor ama göremiyordum. Sanki bir perde gözlerimin önüne çekilmişti. O zaman saçlarım uzundu. Biri saçlarımdan diğeri ayağımdan tutarak beni kaldırıma attı. Bedenim kaldırımda, ayaklarım yolda kalmıştı. Kaldırıma attıktan sonra birinin iki ayağıyla üzerime çıktığını hissettim. Sonra onu diğerleri izledi. Bu sırada omirilik diskim yerinden çıkmış. Herkes öldüğümü düşünmüş.' Bu ölmemiş yaşıyor Özlem Tunç, saatlerce kaldırımda kaldıktan sonra jandarma tarafından öldüğü düşünülerek Gazi Karakolu'na götürüldü. Sonra, ölü ve yaralıların balık istifi tutulduğu bölüme atıldı. Ardından diğer yaralı ve ölülerle birlikte bir ambulansa bindirilerek Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Burada yaralılar acil servise, ölüler de morga kaldırıldı. Ambulansta kan kaybından şuurunu kaybeden Özlem Tunç da öldüğü düşünülerek morga kaldırılmıştı. Özlem Tunç anlatıyor: 'Ambulansa bindirildiğimde şuurum tam gitmemişti. Hayal meyal hatırlıyorum. Ancak ambulansta şuurumu kaybettim. Öldüğüm düşünülerek morga kaldırılmışım. Ailemin benden haberi yok. Ayrıca sokağa çıkma yasağı var. O yüzden Gazi'den çıkamıyorlar da. Çırılçıplak soyuluyorum, üzerime de bir bez parçası atılıyor. Yüzüm tanınmaz bir haldeymiş. Ölü sahipleri yakınlarını morgda ararken daha iyi bakabilmek için yüzüme eğiliyorlar. Tam bu sırada biri nefes aldığımı, göğsümün kalkıp indiğini görüyor. Sonra 'bu yaşıyor' diye bağırıyor. Hastaneye çıkarılıp tedaviye alınıyorum.' Polis hastaneye baskı yapıyor Özlem Tunç hastaneye tedavi için kaldırılmıştı. Ancak yakınları olmadığı için tedavi için gerekli ilaçlar tedarik edilmemişti. Polisin hastane üzerinde 'bırakın ölsün' baskısı vardı. Özlem Tunç anlatıyor: 'Bir gün sonra şuurum yerine geldiğinde odamın kapısında bekleyen sivil polisleri gördüm. Doktorlar başımı tıraş etmişlerdi. Başıma iki doktor geldi. Konuşmalarına tanık oldum. Bir diğerine 'gebermemiş' diye söylendi. Sonra ameliyathaneye alındım. Çıktıktan sonra Sevim isimli bir hemşire bana ilaç alınmadığını görüyor. Kendi imkânlarıyla ilaçlarımı alıyor, sonra başucuma koyuyor. Bu hemşirenin daha sonra Alevi kökenli olduğunu öğrendim. Hastanedeyken 3. gün Başbakan Tansu Çiller geldi.' Gazi olaylarının simgesi oldu Çiller'in hastanede yaralıları ziyaret ettiği gün Özlem Tunç, Türkiye'de günün konusu olmuştu. Kaldırımda yüz üstü yatarken polisler tarafından tekme tokat dövüşü akşam haber bültenlerinde yayınlanmış, ertesi gün çıkan tüm gazetelerin ilk sayfalarında kaldırımdaki fotoğrafı basılmıştı. O artık Gazi olaylarındaki vahşeti belgeleyen bir simgeye dönüşmüştü. Bu yüzden polis yaşamasını değil bir an önce ölmesini istiyordu. Alel acele henüz daha tedavisi tamamlanmadan hastaneden çıkarıldı, sorgu için İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Karakolun önüne bıraktılar Özlem Tunç anlatıyor: 'Ağzımdan serumu çekerek beni hastaneden Vatan'a götürdüler. Yaşıyordum ama yanımda kimseler yoktu. Sorgu başladı. Konuşacak durumda değildim. Sık sık başıma vurarak konuşmaya zorlanıyordum. Sözde ifade aldılar. Sonra Gazi Karakolu'na götürdüler. Burada da sözde ifademi aldılar. Durmadan kusuyordum. Dördüncü gün karakolun önüne bıraktılar. İki büklüm olmuş yere kapanmıştım. Asker ve polis dışında kimseler yoktu. Sokağa çıkma yasağı devam ediyordu. Sürünmeye başladım. Eve gidecektim. 4 saat sonra Cemevi'nin önüne gelmiştim. Cemevi önünde halk toplanmıştı. İnsanlar beni görünce sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Annem ve babam şoka girmişlerdi. İnsanlar bana sarılmak istiyordu. Ben ise sarılmayın her tarafım kırık, lütfen diyebiliyordum ancak.' 3 yıl tedavi gördü Özlem Tunç, ailesi tarafından 3 yıl boyunca özel hastanelerde tedavi gördü. Bu süre içinde ailesi zehirlenerek öldürülebileceği şüphesiyle odasına yabancı kimseyi sokmadı. Tunç, uzun süren tedaviden sonra polis tarafından sık sık taciz edilince Gazi Mahallesi'nden ayrılarak Sarıyer'e yerleşti. Özlem Tunç anlatıyor: 'Tedavim bitip eve gelince yine polis tacizleri başladı. Panzerler penceremizin önünden geçerken pencereye hep selektör yapıyordu. Evimizin önünde sivil polis arabası duruyordu hep. Bir gün dayanamadım krize girdim, dışarı çıktım ve 'Vurun ulan vurun' diye bağırmaya başladım. Bunun üzerine psikologların tavsiyesiyle ailece Sarıyer'e taşındık. Sonra evlendim. Bir kız çocuğum oldu. Ancak olayın getirdiği psikolojik travma ve polisin üzerimizdeki baskısı evliliğimin bitmesine neden oldu. Olaylardan 8 yıl sonra tekrar Gazi'ye döndüm.' Devlet benden çok şey aldı Özlem Tunç, aradan geçen 13 yıl sonra devlete şöyle sesleniyor: 'Devlet benden çok şey aldı. Hayallerimi, gençliğimi, umutlarımı aldı. Evliliğimi çaldı. Kime ne diyebilirim veya kime ne hesabı sorabilirim. 5-6 yıl sonra katliamcılar aklandı. O gün kurşun sıkanlar şimdi yeniden görev başında. Mucizelerle dolu bir serüven sonrası hayattayım. Ama yine de yüreğimde kin yok. Barış olsun, toplumlar, kültürler ve inançlar özgür olsun istiyorum. Acılarımızı ancak barış, huzur, özgürlük ve mutluluk dolu bir Türkiye hafifletebilir.' Fırsatçı vicdansızlar Tunç'un bir mesajı ve sitemi de halka: 'Halkımız bizleri unutmasın istiyorum. Az acılar yaşanmadı. Olaylarda yaralanıp sakat kalanlar, yatağa mahkum düşenler sahiplenilmedi, ortada bırakıldı. Bu tür şeyler daha da üzüyor bizleri. Maalesef unutulduk, sadece yıl dönümlerde hatırlanıyoruz. Çok zor günler geçirdim, elimizden tutan olmadı. Kimseden maddi bir şey dilenmiyorum, ama manevi destek maddi destekten daha anlamlı. Pek çok kez yurt içi ve yurt dışında konserler, yardım kampanyaları düzenlendi. Ancak bu yardımların bana ulaşmadığını ifade ederken büyük bir ızdırap ve üzüntü duyuyorum. Bu kampanyalarda toplanan paralardan istifade edecek kadar vicdanı körelenleri kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.' İSTANBUL -ANF