BRÜKSEL- - Konga Gel Başkanlığı yayınladığı bir mesajla Kürtlerin takvimine göre Aralık ayının 13’ünden sonrasına rastlayan ilk cuma gününe denk gelen Cejna Êzî, (Ezidi bayramı) kutladı. Ezidi Bayramı’nın bin yıllardır Kürdistan’da yaşamın başlangıcı olarak bilindiği ve kutlandığı ifade edilen açıklamada, “Böylesi günler Barış, Özgürlük ve sevinç günleridir. Biz bu bayramın ülkemizde barış, kardeşlik ve toplumsal hoşgörüye vesile olmasını temeni ediyoruz’’ denildi. Kongra Gel Başkanlığı, başta Laleş’teki Ezidi din adamları ve toplum liderleri olmak üzere, Ezidi Kürtler ile tüm Kürdistan halkının Ezidi bayramını kutlayarak, barış, özgürlük ve mutluluk dileğinde bulundu.
Arkadaşlarımız soru sormak isteyince, 'Burada biz konuşuruz' diyerek, sözlerini kesti.
Kurdians: Friday, December 14, 2007'Sağlık eğitimi' diye 'terör' konferansı Diyarbakır'da bir süre önce lise öğrencilerine yönelik düzenlenen 'terör' konulu konferanslar serisi devam ediyor. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin 13 Aralık'ta Diyarbakır Anadolu Lisesi'nde konferans düzenlediği öğrencilere, 'Sağlık eğitim verilecek' dediği iddia edildi. 'Görev başındayız Türk polisi' klibinin de izlettirildiği öğrencilerden bazılarının salondan çıkma talepleri ile soru sormalarının 'Burada biz konuşuruz' denilerek, reddedildiği ileri sürüldü. Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı'nın önergeleri doğrultusunda Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi tarafından okullarda yapılan 'terör' konulu konferanslar sürüyor. Eğitimciler tarafından tepkiyle karşılanan, buna rağmen devam eden konferanslar da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Öğrenci velilerine ve öğrencilere danışılmadan yapılan bu konferanslardan sonuncusu 13 Aralık'ta Diyarbakır Anadolu Lisesi'nde yapıldı. Anadolu Lisesi Konferans Salonu'nda yapılan konferans dolayısıyla ders ve sınavların iptal edildiği bildirildi. Konferansa katılan öğrencilere, 'Ailenizin teröre karşı sizi bilinçlendirmede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?', 'Öğretmenlerinizin teröre karşı sizi bilinçlendirmede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?' şeklinde istihbari bilgi vermeye dönük 27 sorunun yer aldığı anketler dağıtılırken, öğrencilerin anketlere tepki olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ı övücü sloganlar yazıldığı öğrenildi. 'Sağlık eğitimi' diyerek götürdüler Konferansa öğrencilerin 'Sağlık eğitimi verilecek' denilerek götürüldüğü ve bu duruma tepki göstererek, dışarı çıkmak isteyen öğrencilere ise izin verilmediği belirtildi. 'Görev başındayız Türk polisi' klibi izlettirilen öğrencilerin, zaman zaman anlatılan konulara karşı çıkışlarına ise polisin 'Burada biz konuşuruz' dedikleri iddia edildi. Konferansa katılan ve adının gizli tutulmasını isteyen lise 2. sınıf öğrencisi B., konferansa 'sağlık eğitimi verilecek' denilerek götürüldüklerini söyleyerek, 'Bize bir anket verdiler. Doldurmamızı istediler. Bir çok kişi tepki olarak en arka kısma 'Biji serok Apo' şeklinde slogan yazdılar. Konferansı veren bir bayan polis ile bir başkomiser idi. Dışarı çıkmak istedik. Ancak izin verilmedi. Biz bir arkadaşımla birlikte kapıdan çıktık. Ancak okul idaresi bizi görünce tekrar içeri aldılar' dedi. 'Ahmet Kaya'yı niye yasakladınız?' Konferans sırasında soru sormalarına izin verilmediğini de anlatan öğrenci, 'Bize Türkiye'de demokrasi ve özgürlüğü olduğunu söylediler. Bir arkadaşımız da, 'Özgürlük var diyorsunuz ama biz Ahmet Kaya'nın parçalarını okul da dinlediğimiz için, polis idarecileri uyarıyor. İzin vermiyorsunuz' dedi. Polis ise 'Hayır yok öyle bir şey. Kaya, terör örgütü bayrağı altına konserler verdi' şeklinde cevap verdi. Arkadaşlarımız soru sormak isteyince, 'Burada biz konuşuruz' diyerek, sözlerini kesti. Polis konuşuyordu kendisi bazen kendi sorduğu soruya yanıt veriyordu' dedi. B. adlı öğrenci, konferanstan dolayı öğrencilerin çok rahatsız olduğunu getirerek, 'Bize bir sürü şey söylüyorlar. Ama biz gerçeği de biliyoruz. Hayata Dönüş Operasyonu'nda yanan insanları üzerine bir şeyler söylediler. Gerçek nedir biz biliyoruz' dedi. 'Çıkmamıza izin vermediler' Lise son sınıf öğrencisi olan B. adlı bir başka öğrenci ise, okul idaresinin kendilerine konferansın konusunu söylemediğini anlatarak, şunları söyledi: 'Bize dediler ki, konferans var. Eğer 'terör' konulu olduğunu bilseydik, gitmezdik. Çıkmak isteyince de izin vermiyorlardı. Bize anket dağıttılar sonra bir kart verdiler. Kartta, 'Bir fincan çayımızı içmek için misafirimiz olursanız sizleri ağırlamaktan sevinç duyarız' yazılı kartlar verdiler. Öğrencilerin soru sormasına izin vermiyorlardı. 'Görev başındayız. Türk polisi' ile 'Çanakkale şehitleri' adlı iki film izlettiler. Sonra bir itirafçının konuşmalarını dinlettiler. Bize yapılan konuşmalarda, PKK'nin Avrupa'daki üst düzey yöneticilerden birinin eşinin yabancı olduğu ve çocuklarının isimlerinin de yabancı olduğunu anlattılar. Bir arkadaşımızda, 'İsmini verin' dedi. Bunun üzerine polis tepki gösterdi ve ismini veremedi.' Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü'nün daha önce de okullarda yaptığı bu tür konferansa eğitimciler tepki göstermişti. Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi, yaşananların 'öğrencileri ve aileleri fişleme' olduğunu belirterek, sorunun muhatabının öğrenciler değil, siyasi partiler olduğunu ifade etmişti. Eğitim Sen, olayın öğrencileri ajanlaştırmanın yanı sıra öğrencilerin şiddete yöneltildiğini de vurgulamıştı. DİYARBAKIR (DİHA)-HİKMET ERDEN
İnsanlığın değer verdiği değerlerden biri insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük, dördüncüsü barış...
Kurdians: Friday, December 14, 2007Başka çaremiz yok Büyükanıt Paşa! Hasan Cemal-Milliyet-Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt demiş ki: "İnsanlığın değer verdiği değerlerden biri insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük, dördüncüsü barış... Biz bu değerleri terörle mücadelede elimizden kaçırdık." Sormak lazım: Neden kaçırdınız bu değerleri? 1980'lerin Diyarbakır Askeri Cezaevi örneğinde olduğu gibi, Felat Beyler'e dışkı yedirilirse, insan hakları elbette kaçar elinizden... Bir Kürt sözcüğü, Kürdistan sözcüğü yüzünden insanlar terörist diye birkaç yıl hapse atılırsa, özgürlük elbette kaçar elinizden... Kürtçe'yi yasaklar, kamuya açık yerlerde Kürtçe dilinin konuşulmasını cezalandırırsan, demokrasi elbette kaçar elinizden... Kürt ana babadan doğan bebeklere Kürtçe isim konulmasını yasaklarsan, insan hakları elbette kaçar elinizden... Mezraların, köylerin yüzyılların ötesinden gelen Kürtçe isimlerini Türkçe'yle değiştirirsen, insan hakları elbette kaçar elinizden... "Kürt yok, Türk var!" ırkçılığını ve saçmalığını yıllar boyu devletin resmi politikası olarak izlersen, ders kitaplarına bile yazarsan, barış elbette kaçar elinizden... Yüzbinlerce insanı zorla evinden barkından edersen, onlara kendi yurdunda sürgün acısını yaşatırsan, insan hakları elbette kaçar elinizden... Yüzbinlerce insanın mezrasını, köyünü zorla boşaltıp yıkarsan, yakarsan, barış elbette kaçar elinizden... Kürtçe şarkı söylenmesini, Kürtçe radyo televizyonu, Kürtçe yayını yıllar boyu yasaklarsan, özgürlük ve demokrasi elbette kaçar elinizden... Sarı-kırmızı-yeşil renkleri bile Kürt renkleri diye tehlikeli sayarsan, bu renklerle giyinip kuşanıp mendil sallayarak eğlenen düğün salonlarını basarsan, hatta böyle düğünlerin sahiplerini karakola çekersen, barış elbette kaçar elinizden... "Devlet bazen rutin dışına çıkar!" zihniyetiyle terörle mücadelede hukuk dışılığa bulaşıp faili meçhulleri ya da Susurluk'ları hoş görürsen, insan hakları ve demokrasi elbette kaçar elinizden... 12 Eylül döneminin Diyarbakır örneğinde olduğu gibi hapishaneleri işkencehanelere dönüştürürsen, insan hakları ve barış elbette kaçar elinizden... Terörle mücadele adına hukuk dışılığa prim tanırken gazetecileri, insan hakları aktivistlerini 'andıç'larsan, insan hakları elbette kaçar elinizden... Ne yazık ki öyle. Bütün bunlar yaşandı. Frene basmak ve yaşananları soğukkanlı biçimde eleştiri süzgecinden geçirmek lazım. Bu bir görev! Geçmişin acıları bazen olgunlaştırır insanları. Geçmişten alınabilecek derslerle geleceğin barışını kurmak kolaylaşır. Daha fazla kan akmasın. Daha çok gözyaşı dökülmesin. Yeter bu kadar şehit cenazesi ve taziye çadırı. Artık silahı değil, siyaseti düşünmenin zamanıdır. Eğer barış ve demokrasiyi, insan hakları ve özgürlükler düzenini amaçlıyorsak, bir daha elimizden kaçırmak istemiyorsak başka çaremiz yok Büyükanıt Paşa...
Jandarma Komutanı Çağlayan, 'kötü muamele' nedeniyle 3 ay hapis cezasına çarptırılmış, bu ceza da paraya çevrilerek ertelenmişti.
Kurdians: Friday, December 14, 2007'Dışkı davası' baş mağduru Kamil Müştak yaşamını yitirdi Şırnak'ın Cizre İlçesi'nin Yeşilyurt Köyü'nde 1989 yılında köyü basan jandarma ve özel harekat timi tarafından dışkı yedirilen Kamil Müştak, yakalandığı pankreas kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi. Yaşamı ve mücadelesiyle bölgede örnek insanlardan biri olan ve son yaşanan 'dışkı yedirme' olayında AİHM'de görülen davalar ve bölge halkının yaşadığı baskıların sembolü haline gelen Müştak'ın kaybının kendileri için büyük bir acı olduğunu belirten Müştak ailesi, Kamil Müştak'ın gördüğü işkenceler nedeniyle yaşamını yitirdiğini söyledi. Şırnak'ın Cizre İlçesi'ne bağlı Yeşilyurt Köyü'nde 1989 yılının 14 Ocak'ı 15 Ocak'a bağlayan gece saat 02.00 sıralarında köydeki iki sıpa ve bir eşeğin karartıları nedeniyle Cizre Jandarma Tabur Komutanı Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan yönetiminde düzenlenen operasyonda Kamil Müştak ve köylülere dışkı yedirilmişti. Köy muhtarının da aralarında bulunduğu köylüler, işkenceye maruz kalmıştı. Olay sonrası Kamil Müştak, Köy Muhtarı Abdurrahman Müştak, Bahattin Müştak ve Abdullah Gündoğan yaşadıkları olay için uzun uğraşlar sonunda dava açmıştı. Davada dışkı yedirme olayını reddeden Jandarma Komutanı Çağlayan, 'kötü muamele' nedeniyle 3 ay hapis cezasına çarptırılmış, bu ceza da paraya çevrilerek ertelenmişti. Dışkı yedirme olaylarını mahkemelerin reddetmesinin ardından köylüler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurmuş ve Türkiye'nin 300'er Fransız Frangı para cezasına mahkum edilmesine vesile olmuştu. Türkiye'nin AİHM'de ilk mahkumiyeti olarak bilinen ve büyük yankı uyandıran olayın gündemleşmesinin ardından ANAP hükümeti döneminde İçişleri Bakanlığı yapan Abdulkadir Aksu, yaşananları 'Olacak o kadar' sözleriyle değerlendirmişti. Olayı yaşayanlardan Kamil Müştak'ın pankreas kanseri hastalığına yakalanıp yaşamını yitirmesinin ardından, olay bir kez daha gündeme geldi. Yaşamını yitirmeden önce yakınları ile konuşan Müştak'ın 'Bu işkenceler öldürecek beni' demesi dikkat çekerken, yakınları Müştak'ın işkencelerden dolayı yakalandığı hastalıktan kurtulamadığını söyledi. 'Bizi zaten öldürmüşlerdi hiç korkumuz kalmamıştı' Olayın mağduru ve Kamil Müştak'ın yeğeni eski köy muhtarı Abdurrahman Müştak, çok değerli bir insanı kaybettiğini ve halen bunun şokunu yaşadığını söyledi. 1989 yılında büyük bir olay yaşadıklarını hatırlatan Müştak, bu olaydan önce amcası Kamil Müştak'ın defalarca gözaltına alındığını, işkence gördüğünü söyledi. 1989 yılında amcası ve kendilerinin askerler tarafından köyün okuluna götürüldüğünü ve işkencenin ardından dışkı yedirildiğini hatırlatan Müştak, 'Saatlerce işkence yaptılar. Olayın ardından dava açtık. Büyük bir irade ile birlikte olayın takipçisi olduk. AİHM'de davayı kazandık. Dava sonuçlandı. Ancak bu süreç içerisinde büyük tehditler aldık. Tehdit mektupları alıyorduk. Bu mektupları mahkemeye de sunduk. Yaptıkları ile birlikte zaten bizi öldürmüşlerdi. Hiçbir korkumuz kalmamıştı' diye konuştu. 'Yaşam güvencemiz olduğuna inanmıyoruz' Davanın ardından bugüne kadar halen yaşam güvencelerinin olduğuna inanmadıklarını söyleyen Müştak, hangi nokta olursa olsun, hangi kimlik kontrolünden geçerken mutlaka tehdit edildiklerine dikkat çekti. Şu anda olayın kapandığı sanılsa bile halen tehditlerin devam ettiğine vurgu yapan Müştak, şunları söyledi: 'Amcam 2001 yılında yatağa düştü ve bir daha kalkamadı. Amcamın tüm hastalığı işkencelerden kaynaklanıyordu. Dışkı yedirme olayında kaburgaları kırılmış, iç organları zarar görmüştü. 3 kez ameliyat oldu. Son olarak Diyarbakır Devlet Hastanesi'nde ameliyat oldu. Ancak doktorlar artık yaşayamayacağını söyledi. Yaşamını alt üst ettiler. Son ameliyattan sonra 2 ay yataktaydı ve daha fazla dayanamayarak yaşamını yitirdi.' 'Olayın etkisinden kurtulamadık' 12 Eylül Askeri Darbesi'nden bu yana baskılara maruz kaldıklarını anlatan Müştak, şunları dile getirdi: 'Haziran'ın 1996 yılında koruculuk sistemi getirdiler. 3 yıl boyunca köyümüzü terk etmek zorunda kaldık. Cizre'de yaşadık. Ancak daha sonra köyümüzü yeniden kurarak döndük. Ancak yaşama şeklimizde hiçbir resmi işlem yaptıramıyoruz. Devlet hiçbir resmi işlemimizi yapmıyor. Köyümüzün yolu halen bozuktur. Defalarca başvurmamıza rağmen halen bu yollar yapılmadı. Biz rahat işlerimizi yapamıyoruz. Rahat bir uykumuz bile yoktur. Amcam çok iradeli bir insandı. İşkencenin yarattıkları tahribatlar nedeniyle fiziksel hastalığın yanı sıra o endişeyi her zaman yaşadı.' 'Özel Güvenlik Bölgesi' kabul edilecek bir şey değil' Türkiye'nin geçmişe gitmesini istemediğini ifade eden Müştak, faili meçhul, gözaltılar ve işkencenin her türlüsünün yaşandığı Türkiye'de tekrar 'Özel Güvenlik Bölgesi' ilan edilmesinin kabul edilmeyeceğini söyledi. İşkence mağduru olarak yaşadıklarını asla unutmayacağını belirten Müştak, 'Yeter artık, biz amcamızı kaybettik. Başka kimsenin yaşamını yitirmesini istemiyoruz. Demokratik Türkiye özlemimizin gerçekleşmesini istiyoruz' dedi. 'Bağırsaklarında ciddi tahribat oluştu' Kamil Müştak'ın 8 çocuğundan Bahattin Müştak ise, babasının dışkı yedirme olayının ardından ciddi şoklar yaşadığını anlattı. 2001 yılında babasının bünyesinin bu psikolojiyi daha fazla kaldırmadığını ve hastalandığını söyleyen Müştak, babasının çektiği tüm röntgenlerde işkence izlerinin ortaya çıktığını belirtti. Babasının kaburgalarının kırıldığını hatırlatan Müştak, 'Babamı tedavi eden doktorlar, röntgenleri gördükten sonra 'Sorun var ama ne olduğunu çözemiyoruz' cevabını veriyorlardı. İşkence izleri olduğunu onlara söyledik. Bağırsaklarında ciddi tahribatlar oluşmuştu' dedi. 'Bu işkenceler beni öldürecek' demişti Babasının yaşama ve düşüncelerine çok bağlı olduğunu anlatan Müştak, babasının ölmeden önce sürekli 'Bu işkenceler beni öldürecek' dediğini söyledi. Babasının tüm yaşamında fedakar biri olduğunu belirten Müştak, 'Yaşamını çevresi için adadı. Hep çevresindekilerin daha rahat bir yaşam sürdürmesini istiyordu. Tüm çabası bunun içindi' dedi. 'Askeri noktada her durdurulduğumuzda mutlaka tehditlere maruz kalıyoruz' diyen Müştak, 'Bize sürekli 'terörist' diyorlar. Ya da sürekli hakaret ediyorlar. Biz AİHM'deki davayı kazandık. Ama bizim vicdanımız hiç rahat olmadı. Bu davayı kazandık ama Türkiye hiçbir şey yapmadı' diye konuştu. Olaydan sonra sadece kendilerinin değil çocuklarının da etkilendiğini söyleyen Muştak, çocuklarımıza geçmişlerini geçmişte yaşadıklarını anlattıklarını ve etkisinin çocukların üzerinde de devam ettiğini söyledi. Türkiye'de yaşanabilir bir ortamın sağlanması gerektiğine dikkat çeken Müştak, OHAL'i aratmayacak uygulamaların tekrardan yaşama geçirilmek istendiğine vurgu yaptı. ŞIRNAK (DİHA) NESRİN YAZAR
Güneydoğu’nun geleneksel kibarlığıyla hal hatır sorduktan sonra tam ayrılacakken kolumdan tuttu...
Kurdians: Friday, December 14, 2007Yasımız var-Ahmet Altan Diyarbakır’ın kesme taş evlerinin arasından keskin dönemeçlerle dolanarak ilerleyen daracık sokaklarında, kahvehanelerin önünde oturmuş ihtiyarlara, başka hiçbir şehirde görülemeyecek kadar kalabalık küçük çocuklara bakarak yürürken birden karşıma çıktı. Koyu renk bir kaban giymişti, ince çerçeveli gözlükleri, yanağında bir yara izi olan solgun bir yüzü vardı. Güneydoğu’nun geleneksel kibarlığıyla hal hatır sorduktan sonra tam ayrılacakken kolumdan tuttu. - İki dakikanız varsa bir şey anlatacağım hocam, dedi. - Tabii, dedim. Anlatmaya başladı. - 1994’de abim Batman’da faili meçhule kurban oldu. Aslında fail meçhul değildi. Ölene kadar polis başında bekledi. Biz hastaneye yetiştiğimizde ölmüştü. Durup bir soluk aldı. - Hastanenin kapısında beklerken bir başkomiser geldi. “Şüphelendiğiniz kimse var mı” dedi. Bacım dedi ki, “Senden şüpheleniyorum, şüphelendiğim sensin.” Bizim ikimizi yere yatırdılar. Başımıza postallarıyla bastılar. Bacım kalkınca dedi ki, “Ben ağabeyim gibi sessiz ölmeyeceğim, benim ölümüm gürültülü olacak.” Dağa gitti bacım. Altı yıl sonra Yozgat’ta vücuduna bomba sarıp intihar bombacısı olarak kendini patlattı. Gerçekten de ölümü çok gürültülü oldu. Yumuşak bakışlı gözlerinde incecik biriken yaşlar yanaklarından aşağıya süzülmeye başladı. Ama sanki ağlamıyor gibiydi. O solgun yüzünde tek bir çizgi kıpırdamıyordu, acı öylesine derinine gömülmüştü ki artık ağlarken bile durgundu yüzü. - Anneme gitsek şimdi hocam, diyecek ki “Üç çocuğumu kaybettim, barış istiyorum, analar daha çocuk kaybetmesin”. Yüzündeki yaraya parmağıyla dokundu. - Dipçik yarasıdır. On üç yaşındayken evimizi bastılar. O zaman vurdular. Bir an sustu yeniden konuşmadan önce. - Barış istiyoruz. Başka bir şey değil. Bize insan gibi davranılmasını istiyoruz. Sonra adını söyledi, çalıştığı yeri söyledi. - İsterlerse polise de anlatırım bunu. Hâlâ ağlıyordu, sanırım ağladığının farkında değildi. Onu tuttum. Ve ona sarıldım. Hiçbir şey söylemedim. Söyleyecek bir söz yoktu. Ondan ayrılınca bir kahveye girdim. Yaşlı adamlar vardı. Konuşmaya başladık. Daha doğrusu konuşmamaya. Ezberlenmiş cümleler söylüyorlardı. “Her şeyin başı fakirlik, iş yok, fabrika yok.” Bir ihtiyar usulca, “Dağda doktor da var, sadece fakirlik değil,” dedi sustu. Herkes sustu. Susmaları bile oralarda neler yaşandığını gösteriyordu. Kuşku ve korku vardı sessizliklerinde. Saçları kuzguni siyah biri kenardan bağırdı. - Biz yamyam değiliz ki, biz insanız… İnsan gibi davranılmak isteriz, ne isteriz ki… Kahvenin önüne çıktım. Hasır taburelerden birine oturdum. Bir çay söyledim. Bir sigara yaktım. Karşıya baktım. Hayatımda daha önce hiç görmediğim bir yazı vardı. “Yas Evi.” Oradaki bir delikanlıya sordum. - Bu ne? - Yas evidir. - Ne demek yas evi? - Bir ailenin ölüsü olduğunda bu salonu tutar, taziyeleri burada kabul eder. Yas üç gün sürer. - Kim yaptırıyor bu evleri? - Hayrattır. Bir zengin yaptırır. Herkes kullanır. Her mahallede vardır. - Ne zamandır var bunlar? - On yıldır. O kadar çok ölü var ki buralarda artık yas evlere sığmaz oldu. Sonra o genç delikanlı beni eski bir Ermeni kilisesine götürdü. İçinde köyleri yakılmış birkaç aile yaşıyordu. Kilise yıkılmıştı. Genç delikanlı kendinden beklenmeyen derin bir sesle, - Kavim harap olunca, mülk de harap oluyor, dedi. Diyarbakır’dayım. Bu şehirde yas var. Bütün o eski duvarlarda, sokaklarda, ihtiyarlarda, oynayan çocuklarda. Bu şehir büyük bir yas evi. “Acınız, acımızdır” diyecek bir dost bekliyor. Taraf Gazetesi, 13 Aralık Perşembe
ANF-ANKARA (13.12.2007)- Malatya'da Zirve Yayınevi'nde üç Hiristiyan’ın boğazlarının kesilerek katledilmesiyle ilgili olarak Birleşmiş Milletler Türkiye’den bilgi istedi Birleşmiş Milletler, Hollanda protestan kilisesi ile Cenevre Dünya Kiliseler Birliği'nin, Malatya'daki cinayetleri emsal göstererek, Türkiye'de din özgürlüğünün bulunmadığı yönündeki şikayeti üzerine harekete geçerek Ankara’dan konu ile ilgili bilgi ve belgeler istedi. Birleşmiş Milletler raportörü Malatya'daki Zirve Yayınevi'nde biri Alman uyruklu 3 misyonerin öldürülmesiyle ilgili olarak yürütülen soruşturma ile ilgili belgeleri inceleyip, başvurulara cevap verecek. Birleşmiş Milletler dinsel hoşgörüsüzlük özel raportörünün başvurusu üzerine Dışişleri Bakanlığı hemen harekete geçti ve Büyükelçi Hasan Göğüş imzalı bir yazı ile Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdu. Başvuru yazısında "Ülkemize karşı bir kampanyaya dönüşmekte olan bu konu hakkındaki sivil toplum kuruluşlarının iddialarının ivedilikle yanıtlanması uygun olacaktır. Bu nedenle Malatya'da işlenen cinayetlerle ilgili soruşturma süreci hakkında bakanlığımızın bilgilendirilmesini istiyoruz" denildi. Bu başvuru üzerine Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nden dava dosyasını isteyerek gerekli belgeleri hazırlayıp Dışişleri Bakanlığı'na iletmek üzere Adalet Bakanlığı'na gönderdi. Dosyadaki iddialara ve basında yer alan haberler nedeniyle bütün bu gelişmelerin Türkiye'nin Birleşmiş Miletler'de başını epey ağırtacağı belirtiliyor DERİN DEVLET BAĞLANTISI En son ‘misyonerlik faaliyetleri yaptıkları’ gerekçesiyle üç kişinin boğazları kesilerek öldürülmesinde derin devlet bağlantıları ortataya çıkmıştı. Katliam zanlısı Abuzer Yıldırım'ın olay öncesi İstanbul'da görevli bir savcı ve özel harekatçıyla görüştüğü belirlendi 18 Nisan 2007 günü Malatya'da hristiyanlıkla ilgili kitapların basılıp dağıtıldığı Zirve Yayınevi'ne gelen Cuma Özdemir, Salih Güler, Abuzer Yıldırım, Hamit Çeker ve Emre Günaydın, o sırada yayınevinde bulunan Alman vatandaşı Tilmann Geske, Uğur Yüksel ve Necati Aydın'ı boğazlarını keserek öldürmüşlerdi. Katliamın ardından Emre Günaydın kaçmak için yayınevinin bulunduğu 3. kattan atlayarak yaralanmış, diğer zanlılar da polis tarafından yakalanmışlardı. Zanlılar çıkarıldıkları adliyede tutuklanmış ve haklarında ömür boyu hapis cezası istenmişti.
iki bombanın ard arda patlaması sonucu biri üstdüzey yetkili güvenlik gücü olmak üzere 5 kişi hayatını kaybetmiş 6 kişi de yaralanmıştı .
Kurdians: Friday, December 14, 2007BAŞKAN BARZANİ,"SALDIRI 140.MADDENİN UYGULANMASINA KARŞI TUTULAN HEDEF..." 13-Dec-07 [20:29]PNA-Federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani , dün akşam saatlerinde Xaneqin kentinde meydana gelen ve 5 kişinin hayatını kaybettiği 6 kişinin de yaralandığı terörist saldırıyı kınadı.Başkan Barzani , saldırının 140.maddenin uygulanmasını içine sindirmeyen kesimler tarafından yapıldığını dikkat çekerek saldırıda hayatını kaybedenlerin ailesine baş sağlığı ve yaralanlar için de acil şifalar diledi. Saldırının çok hassas bir dönemde gerçekleştiğini hatırlatan başkan Barzani , ‘’halkımızın düşmanları, 140.maddenin kapsadığı bölgelerde durumun normale dönmemesi için büyük bir uğraş içinde olduklarını’’ dikkat çekerek bölgedeki güvenlik kurumlarının daha da sıkı güvenlik önlemleri almalarını gerektiğini vurguladı. Bölgedeki güvenlik kurumlarına , düşmanların planlarını boşa çıkarmaları çağrısında bulunan başkan Barzani, ayrıca Kürdistan bölgesindeki ilgili kurum ve kuruluşlardan saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine ve yaralanlara gereken yardım elini uzatmalarını istedi. Dün akşam saat 10:00 sıralarında Xaneqin’in ‘’Erkevazi’’ bölgesinde yola yerleştirilen iki bombanın ard arda patlaması sonucu biri üstdüzey yetkili güvenlik gücü olmak üzere 5 kişi hayatını kaybetmiş 6 kişi de yaralanmıştı .
Zebari, ''hattın yeniden faal hale getirilmesinin karar aşamasında olduğunu'' söyledi.
Kurdians: Friday, December 14, 2007ZEBARİ: ’’ KERKÜK-MANYAS PETOL BORU HATTI FAAL HALE GETİRİLECEK’’ 14-Dec-07 [9:22]PNA-Suriye temasları sona eren Irak Dışişleri bakanı Hoşyar Zebari, Kerkük-Manyas petrol boru hattının yenide faal hale getirileceğini söyledi. Suriye’den ayrılmadan önce Suriye Dışişleri bakanı ile düzenlenen ortak bir basın toplantısında yaptığı konuşmada Zebari, temaslarının Suriye üstdüzey yetkilileri ile görüşmeyi içine aldığını söyleyerek, Irak-Suriye Yüksek Komisyonunun iki taraf arasındaki bütün ilişkiler değerlendirilmesi için faal hale getirilmesi ve buna önem verilmesi temennisinde bulundu. Basın toplantısının bir başka bölümünde Kerkük-Manyas petrol boru hattının yeniden faal hale getirilmesi konusuna değinen Zebari, ''hattın yeniden faal hale getirilmesinin karar aşamasında olduğunu'' söyledi.
Irak hükümeti ile Kürdistan hükümeti arasında en iyi ilişkilerin kurulmasını vurguda bulunuldu.
Kurdians: Friday, December 14, 2007DEVLET BAŞKANI TALABANİ, BAŞBAKAN BARZANİ’Yİ KABUL ETTİ. 14-Dec-07 [9:6]-PNA-Federal Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, çeşitli temaslarda bulunmak üzer Bağdat’ta bulunan Federal Kürdistan Bölge başbakanı Neçirvan Barzani’yi kabul etti. Kürdistan İttifakı Listesinin üstdüzey siyasi ve idari yetkililerinin de bulunduğu görüşmede başbakan Neçirvan Barzani, Bağdat’ta Kürdistan Bölgesi hükümeti ile Fedaral Irak hükümeti arasında askıda kalan sorunların çözüme kavuşması için Irak başbakanı ve diğer siyasi taraflarla gerçekleştirdiği temaslarlarını Devlet başkanı Talabani’ye değerlendirdi. Görüşmede, bu sorunların çözümü için Kürdistan siyasilerinin tutumunun aydınlatılmasına çalışılması noktasında görüşme ve görüş alışverişi yolu üzerine ve Irak hükümeti ile Kürdistan hükümeti arasında en iyi ilişkilerin kurulmasını vurguda bulunuldu.