Rizgarî Online/haber-yorum/ Milletvekillerinin Kürdçe konuşmasına dahi tahammül etmeyen bir meclis, bırakalım “kürd sorunu”nu uygar, demokratik yollarla çözmeyi, kendisi bizzat çözümsüzlüğe katkı da bulunmaz mı? Milletvekilinin Kürdçe konuşmasına idari ve siyasi yaptırım uygulamaya kalkışan TBMM’nin, Kürdlerin anadilde eğitim ve öğretim görmelerine hadi hadi karşı olması beklenir. Hani boşuna dememişler “Balık baştan kokar” diye. Türk ırkçılığı da meclisten, devletin bakanlıklarından başlayarak, her zemine pis kokular yaymaktadır... DTP ve AKP Milletvekilleri Kürdçeyi savundu Kürdçe konuştukları için dokunulmazlıklarının kaldırılması istenen DTP ve AK Partili milletvekilleri, "Kürtçe anadilimiz. Konuşmaya devam edeceğiz" savunması yaptı. Anayasa Adalet Karma Komisyonu tarafından oluşturulan 1 Nolu Hazırlık Komisyonu, yaptığı toplantıda milletvekillerinin yazılı ve sözlü savunmalarını aldı. Hakkında 7 dokunulmazlık dosyası bulunan DTP'li Sırrı Sakık, dokunulmazlığının bir an önce kaldırılmasını istedi ve "Zaten dokunulmazlıklar konusunda hukuk işlemiyor, Şimdi arkadaşlarımız Anayasa'nın 14. maddesine göre suç işlediği savıyla, dokunulmazlığı kaldırılmamasına rağmen yargılanıyor. Ben de dokunulmazlığımın kaldırılmasını istiyorum" dedi. DTP'li Osman Özçelik, Kürdçe konuştuğu için hakkında fezleke düzenlenmesini eleştirdi. Özçelik, "Anadilin yasaklanması ve bu nedenle yargılanmak, demokrasiyle bağdaşmıyor. Bedeli ne olursa olsun Kürdçe konuşmaya devam edeceğim," dedi. AK Parti Ağrı milletvekili Fatma Salman Kotan ile ortak dosyası bulanan AK Parti Ağrı milletvekili Mehmet Hanifi Alır da sözlü savunma yaptı. Alır, dosyasının, seçimlerde Kürdçe konuşmasından ötürü düzenlendiğini belirterek, "Benim anadilim Kürdçe. Bugün olsa yine Kürdçe konuşurum" diye konuştu. Alır, dokunulmazlığının kaldırılmasının ertelenmesini istedi. RO/Ömer Kaçar
Kürdçe konuşmaya TBMM’den ırkçı tepki! DTP ve AKP Milletvekilleri Kürdçeyi savundu...
Kurdians: Saturday, April 12, 2008SOYKIRIM PLANI- NAZI AMBLEMI -SAMANIZM...'Kürt artışı durdurulsun'da sürpriz!
Kurdians: Saturday, April 12, 2008Gönderen: rizgarionline Tarih: 10.04.2008 Saat: 10:38 Katkıda Bulundu rizgarionline Rizgarî Online/"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçundan yargılanan (*) Türkçü Toplumcu Budun Derneği (TTBD) hakkında açılan davaya Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Çingene Hakları Merkezi’nin de müdahil olacağı bildirildi. TTBD, Izmir’de "Kürt nüfus artışı durdurulsun" standı açmıştı. İzmir 9. Asliye Mahkemesi, Türkçü Toplumcu Budun Derneği (TTBD) hakkında açılan davada Barış Meclisi üyeleri ile beraber Çingene Hakları Merkezi ve Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin de müdahil olarak davaya kabullerine karar verdi. Böylece bir olan müdahil sayısı üçe çıkmış oldu. TTBD, 2006'da İzmir'de "Kürt Nüfus Artışı Durdurulsun" standı açmış, Türkiye Barış Meclisi İzmir Girişimi üyeleri dernek hakkında, "ırkçılık ve soykırım kışkırtıcılığından" dava açılmasını talep etmişti. Ancak savcı "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçundan dava açmıştı. İzmir 9. Asliye Mahkemesi"nde görülen davada, Avrupa Çingene Hakları Merkezi Vakfı adına Avukat Hilal Kühey davaya müdahillik talebi vermişti. Mahkeme, bu müdahillik talebini kabul ettiğini, Avrupa Çingene Hakları Merkezi ile Helsinki Yurttaşlar Derneği"nin de Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun (CMK) 237 ve 238 maddeleri gereğince davaya müdahil olarak kabul edildiklerini açıkladı. Çağdaş Hukukçular Derneği'nden (ÇHD) avukatlar şikâyetçilerin avukatı olarak duruşmalara katılıyor. Dava eksik hususların giderilmesi istemiyle 2 Haziran'a ertelendi. BARIŞ MECLİSİ KÜRT SORUNUNA ACİL ÇÖZÜM İSTEDİ Davanın ardından Türkiye Barış Meclisi İzmir Girişimi yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: "TTBD gibi uç noktadaki ırkçı tutum ve davranışlara kararlı biçimde karşı çıkmak kadar, milliyetçiliği masumlaştırılma çabalarına karşı duyarlı olmak da çok önemlidir. Ama bunlardan da önemli ve öncelikli olan Kürt sorunun demokratik-barışçıl yollardan çözümü yönünde acilen gerekli adımların atılmasıdır." (Kaynak: bianet/hürhaber/ajanslar) (*)TTBD, Kürt ve Roman nüfusunun artışının durdurulmasını isteyerek, Türk kadın ve erkeklere de “çocuk yapın” çağrısında bulunmuştu. Dernek hakkında açılan davanın ilk duruşması 19.03.2008 tarihinde görüldü. İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başlayan duruşmaya, sanık Rıfat Cenk Tozkoparan ve Türkçü Toplumcu Buduncu Derneği'nden davacı olan İzmirli aydınlar katıldı. Davacı tarafın 50'ye yakın avukatla katıldığı duruşmada, sanık Cenk Tozkoparan'ı Av. Elçin Arık savundu. 6 Mayıs 2006 tarihinde Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde imza standı açarak, "Kürt nüfus artışı durdurulsun" adı altında bir kampanya başlatan dernek hakkında açılan davada savunmasını yapan dernek başkanı Cenk Tozkoparan, 'Türkiye Türklerindir' diye başladığı savunmasında, "Bu ülke ilk kurulduğu günden itibaren üniter bir yapıya sahiptir. Bu nedenle bu ülkede yaşayan herkes kendini bireysel olarak tanımlamasının dışında Türk ulusunun bir parçasıdır. Ancak son yıllarda görüldüğü üzere Kürtler kendilerini farklı bir halk olarak tanımlamaya ve bu doğrultuda faaliyet yürütmeye başladılar. Bu nedenle bizler bunun önüne geçmek için dernek çatısı altında faaliyetlere başladık. Yani, Kürtler bu ülkeyi bölerek ayrı bir Kürdistan kurma hayali içindeler. Ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarımla birlikte bu derneği kurduk ve böyle bir kampanya başlattık" dedi. Kürtlerin çok çocuklu olduğunu belirten sanık Tozkoparan, "Kürtler doğu illerinden İzmir gibi birçok metropole göç ederek, hırsızlığı ve kapkaç gibi suçları yaygınlaştırdılar. Doğudaki ailelerin her biri 20-30 çocuklu aileler. Bu kadar çoğalarak, Türkiye'nin geleceği konusunda ciddi tehlikeler oluşturuyorlar. Bu nedenle bizde 'Ey Türk erkeği ve Türk kadını sizde çoğalın' içerikli bir metin hazırlayıp dağıttık" diye konuştu. Yaptıklarını şiddetle savunan Tozkoparan, 1994 yılından itibaren buduncu bir zihniyet taşıdığını söyledi. Daha sonra sırayla söz alan davacı taraflar, Türkçü Toplumcu Buduncular Derneği'nin ırkçılığı körükleyerek, soykırım hesapları yaptığına dikkat çekti. Davacı Canan Uçar konuşmasında, "Bu derneğin, 'halkı kin ve düşmanlığa kışkırtmak' suçundan yargılanmasını yetersiz buluyorum. Bunların yaptığı düpe düz soykırım planıdır. Suç unsurunun soy kırım olarak değerlendirilmesini talep ediyorum. Ben bir Kürt, bir kadın ve aynı zamanda bir sosyalist olarak tüm aidiyetlerime saygısızlık yapıldığını düşünüyorum" dedi. Davacı Zeki Gül ise, "Ben bir hekim olarak bu derneğin yaptığı faaliyetlerden şikayetçiyim ve en ağar şekilde cezalandırılmasını istiyorum. Bu tür faaliyetler utanç vericidir. İnsanlık tarihinin utanç olarak hatırladığı bir takım olayları tekrar canlandırmak isteyen bu kişilerden davacıyım" diye konuştu. Müşteki avukatlarından Murat Dinçer, Türkçü Toplumcu Buduncular Derneği'nin internet sitesinden derlediği belgeleri mahkeme heyetine sunarak, "Bu derneğin sitesinde yer alan işaretler Nazi Almanya'sında kullanılan Gamalı haç benzeridir. Ayrıca bu dernek kendini Türklerin asıl inanç sistemi olduğunu iddia ettikleri Şamanizme göre hareket etmektedirler. Bizim kimsenin dinsel inancıyla bir alıp veremediğimiz yok ancak bu şekilde insanları dinsel yöndende hedef seçmektedirler" dedi. Dinçer'in konuşmasından sonra ısrarla söz isteyen sanık Cenk Tozkoparan, "Ben bir Şamanım, bunun davamızla hiçbir alakası yoktur. Öte yandan bizim kullandığımız amblem eski Türkçe'de 'Z' harfidir. Şunun da bilinmesi gerekiyor ki, Almanların kullandığı gamalı haç da bir Türk motifidir" diye konuştu. RO/Zilan Dersim
Türkiye, İran ve Suriye'nin basına yönelik sansür ve ceza sicili giderek kabarıyor. Türkiye'de 24, İran'da ise en az 8 gazeteci tutuklu bulunurken Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin halen uygulamada olduğu Suriye internete en fazla baskı uygulayan ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan, İran'da Mahmud Ahmedinecad ve Suriye'de Başar Esad hükümeti basın ve düşünce özgürlüğü önüne karşı adeta terör estiriyor. Her üç ülkede de Kürtler haklarından yoksun ve baskı altındalar. İran ve Suriye Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF)'nin internet düşmanı ülkeler listesinde yer alıyor. Türkiye'de ise Erdoğan hükümeti dönemi düşünce ve basın özgürlüğü konusunda karanlık bir dönemi ifade ediyor. Daha önceki hiçbir iktidar döneminde özellikle Kürt medyası hiç bu kadar baskı ve tehdit altında bulunmadı. Suriye internet düşmanı Suriye'de Firaz Saad isimli bir yazar ve şair internette 'yanlış haber' yayınladığı iddiasıyla 4 yıl hapse mahkum edildi. Şam'ın kuzeyindeki Saydnaya cezaevinde bulunan Saad yaptığı bir haberle devletin toprak bütünlüğüne zarar vermekle suçlanıyor. Saat Kasım 2006'da gözaltına alınmıştı. 4 yıl hapse mahkum edilmesine nedeni ise El Hiwar El Mutamaden isimli internet sitesinde 'İsrail'in Lübnan'a karşı savaşında Suriye ordusu ne yaptı?' başlıklı haberi. RSF, bu mahkumiyetin haksız olduğunu belirterek Suriye'nin bu ceza ile muhalifleri baskı altına almaya çalıştığını kaydetti. Kararı şiddetle kınayan RSF, Saad'ın derhal serbest bırakılmasını istedi. Suriye'de geçen yıl hiç olmadığı kadar internet sitesi yasaklarla karşılaştı. Suriye internet üzerine en fazla baskı uygulayan ülkeler arasında yer alıyor. 25 Temmuz 2007'den bu yana internet sitesi sahiplerinin haber yayımlayanlar ve yorum ekleyenlerin kişisel bilgilerini muhafaza etmeleri gerekiyor. Temmuz 2007'de 22 yaşındaki Tarık Ömer Biasi isimli bir genç de bir internet sitesine yorum bıraktığı için tutuklanmıştı. Biasi hiçbir açıklama yapılmaksızın halen de hapiste tutuluyor. Düşünce özgürlüğüne karşı en sert önlemleri alan Suriye'de Şam Deklarasyonu'na imza attıkları için tutuklanan demokratların sayısı 11 Aralık 2007'den beri 12'ye yükseldi. Bunlardan 3'ü gazeteci. İmzacılar Suriye'de demokratik reformlar istiyordu. Ancak 'devletin prestijine zarar' verdikleri, 'yanlış haber yayınladıkları', 'devleti istikrarsızlaştırmak isteyen gizli bir organizasyona üye olmak' ve 'etnik gerilimi kışkırtmak' suçlamasıyla cezaevlerine konuldular. Türkiye en büyük cezaevi Türkiye ve İran'da durum farklı değil. Hatta daha kötü. Türkiye İran'ı da geri bırakarak bölgede gazeteciler açısından en büyük cezaevi durumunda. Erdoğan hükümeti Kürt medyasına karşı sansür iktidarına dönüştü. Bu iktidar döneminde Yaşamda Demokrasi, YedinciGün, Yaşamda Gündem, Güncel, Azadiya Welat, Gündem, Gerçek Demokrasi, Haftaya Bakış, Toplumsal Demokrasi ve Öteki Bakış gazeteleri art arda kapatma cezaları ile karşılaşıyor. Bu gazetelere sayısız dava açılırken, dağıtımcıları ve muhabirleri de gözaltı ve tutuklamalara maruz kalıyor. Halen Türkiye cezaevlerinde en az 24 gazeteci bulunuyor. İnternet AKP'ye emanet Türkiye'de 2008 yılının başından bu yana Kürt medyası 9 kapatma cezası ile karşılaştı. Yılın başından beri haftalık yayın yapan gazete YedinciGün 3 kez kapatılırken, Yaşamda Demokrasi 2, Haftaya Bakış 2, Toplumsal Demokrasi 1 ve Öteki Bakış 1 kez kapatıldı. Mart 2007'den bu yana ise 10 gazete toplam 26 kez kapatıldı. Türkiye'de internete uygulanan sansür de hiç olmadığı kadar arttı. Ülkede hızlı internet ağı ve internet kullanıcıları giderek yayınlaşıyor. Ancak buna paralel olarak hükümetin Web üzerindeki yasakları da ciddi boyutlar kazandı. Roj TV, ANF, Yeni Özgür Politika, Gündem gazetesi ve Indymedia haber sitesi Türkiye'de mahkeme kararları ile yasaklandı. YouTube paylaşım sitesine bir yılda en az üç kez Atatürk'e ilişkin videolardan dolayı erişim yasağı konuldu. Son olarak yasak dünyanın en büyük internet arama motoru Google da yasaktan nasibini aldı. Google'ın en çok kullanılan servislerinden biri olan Google Grupları'na (http://groups.google.com) erişim yasağı getirildi. Siteye erişim Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 14.03.2008 tarih ve 2008/15 Nolu Kararı ile yasaklandı. İran'da basına Ahmedinecad kıskacı Bölgede yasakçı diğer bir ülke de İran. Mahmud Ahmedinecad'ın Cumhurbaşkanlığı seçilmesinden bu yana sokaklarda ve kapalı mekanlarda halka uygulanan baskılar internet ve medyaya da uygulanıyor. Yılın başından beri RSF kayıtlarına göre en az 17 gazetenin yayının İran molla rejimi tarafından durduruldu. RSF, bağımsız medyanın susturulmak amacıyla düzenli olarak adli olanakları ellinde bulunduran İran devleti despotluğuna maruz kaldığını kaydediyor. Ayrıca tutuklu gazeteci ailelerinin de sessiz kalmaları için güvenlik güçlerinin tehdidi altına olduğuna dikkat çeken RSF, 'yakınlarının gözaltına alınmasını kınamak amacıyla medya ile, özellikle de yabancı medya ile ilişkiye geçenler cezalarla karşılaşıyor' diye belirtiyor. Halen en az 8 gazeteci İran cezaevlerinde tutuklu bulunuyor. İki Kürt gazeteci Adnan Hasanpur ve Abdulvahid Hiwa Botimar hakkında ise idam kararı bulunuyor. 2004 yılında yayını durdurulan Peyame Merdome Kurdistan haftalık gazetesi müdürü ve aynı zamanda Doğu Kürdistan İnsan Hakları Örgütü (RMMK) Başkanı Mihemed Sediq Kebudwend de 1 Temmuz 2007'den beri Tahran cezaevinde bulunuyor. İran son olarak 12 Mart'ta güncellenen RSF'nin internet düşmanı ülkeler listesinde bulunuyor. İran ayrıca RSF'ye göre gazeteciler açısından Ortadoğu'nun en büyük cezaevi durumunda. ANF CELİL DEMİRALP
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, ''Kimse Türkiye'den belirli bir etnik gruba kültürel alanın dışında, ulus devlet ve üniter devlet yapısını tehlikeye sokacak, siyasal alanda, grupsal düzenlemeler yapmasını isteyemez ve bekleyemez'' dedi. "Belirli bir etnik gruba düzenleme yapılamaz"
CNN TÜRK'ün haberini olduğu gibi yayınlıyoruz
Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı (KTBK) birliklerinde denetlemelerde bulunmak ve yıllık Plan Semineri'ne katılmak üzere KKTC'de bulunan Orgeneral Başbuğ, KTBK Karargahı'nda, KTBK üst düzey personelinin de bulunduğu toplantında basın açıklaması yaptı. Başbuğ, Türkiye Cumhuriyeti'nin kültürel farklılıklara saygılı olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kültürel alanda, bireysel kalmak ve ulus devlet yapısına zarar vermemek şartıyla kültürel zenginliklerin yaşanması ve yaşatılması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirdiğini belirtti. Bazı uygulamaların devam etiğini anlatan Orgeneral Başbuğ, "Bunun ötesinde, kimse Türkiye'den belirli bir etnik gruba kültürel alanın dışında, ulus devlet ve üniter devlet yapısını tehlikeye sokacak, siyasal alanda, grupsal düzenlemeler yapmasını isteyemez ve bekleyemez" dedi. Başbuğ, "Kültürel alandaki düzenlemeler herhangi bir şekilde siyasal alana doğru götürülmeye ve ikincil kimlikler birinci kimliğe dönüştürülmeye çalışılırsa ve bu konular ülke gündemine kasıtlı olarak devamlı sokulursa korkarız ki ülke kutuplaşmaya ve ayrışmaya sürüklenebilir. Bu Türk toplumuna karşı yapılabilecek en büyük kötülüktür" diye konuştu. "Sağduyulu olunmalı" Bölücü terör örgütünün 1984'ten beri bunu başaramadığını ve Türk toplumun mayasını bozmak isteyenler olduğunu, buna karşı sağduyulu ve dengeli olunması gerektiğini ifade eden Orgeneral Başbuğ, bazı marjinal grupların Türkiye'yi götürmek istedikleri noktanın bu olduğunu, tuzaklara düşmemek gerektiğini vurguladı. Orgeneral Başbuğ, "bölücü terör örgütüne karşı yürütülen mücadeleden sorumlu bir komutan olarak, bu endişesini paylaşmayı bir görev bildiğini" belirtti. TSK'nın, yurtiçinde ve yurtdışında terör örgütü bulunduğu bütün bölgelerde etkisiz hale getirilinceye kadar, operasyonlara büyük birkararlılıkla devam edeceğini bildiren Orgeneral Başbuğ, "Sınır ötesi operasyon dışında, güvenlik kuvvetleri 2008 yılı içerisinde, yurtiçinde icra etmiş olduğu operasyonlar neticesinde 51 teröristi etkisiz hale getirmiştir" dedi. "Yine aynı dönemde 46 terörist sağolarak ele geçirilirken, 41 terörist de kendiliğinden teslim olmuştur" diyen Başbuğ, "Özellikle bu operasyonlarla örgütün Şırnak'ın Küpeli, Bestler, Dereler ve Tunceli, Bingöl bölgelerinde bulunan unsurlarına çok büyük darbeler vurulmuştur. Örgüte mensup teröristler ve destekleyicileri için tek çıkar yol vardır, o yol da Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak ve yüce Türk adaletinin karşısına çıkmaktır" şeklinde konuştu. "Operasyonlar kararlılıkla sürecek" Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), yurtiçinde ve yurtdışında terör örgütü bulunduğu bütün bölgelerde etkisiz hale getirilinceye kadar, operasyonlara büyük bir kararlılıkla devam edeceğini" bildirdi. Orgeneral Başbuğ, şubat ayına Irak'ın kuzeyine yapılan askeri operasyonun başarısının altında "hesaplı risk" yattığını vurguladı. "Operasyonun ne zaman, nereye, hangi birliklerle ve ne kadar süreli olarak icra edileceğinin aralık 2007'de belirlendiğine" işaret eden Orgeneral Başbuğ, operasyon birliklerinin, kışlalarından büyük bir gizlilik içerisinde 21 Şubat günü "ileriye yanaştığını ve aynı gece de operasyonun icrasına başlandığını" kaydetti. Orgeneral Başbuğ, "bunu, ne bölücü terör örgütünün ne de medyanın tespit edebildiğini" vurguladı. Operasyon hakkında detaylı bilgi veren Orgeneral Başbuğ, "Türk Silahlı Kuvvetleri, yurtiçinde ve yurtdışında örgütün bulunduğu bütün bölgelerde terör örgütü etkisiz hale getirilinceye kadar, operasyonlara büyük bir kararlılıkla devam edecektir" dedi. "Kıbrıs milli ve ortak bir sorun" İlker Başbuğ, Kıbrıs sorununun, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliklerini ilgilendiren milli ve ortak bir sorun olduğunu vurgulayarak, "Kıbrıs sorunun çözümünde, iki kesimlilik ile Garanti ve İttifak Antlaşmalarının delinmeden ve sulandırılmadan korunması şarttır. İki kesimliliğin delinmesi, Kıbrıs Türk halkının geleceğinin ipotek altına alınmasıdır" dedi. Orgeneral Başbuğ, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bakış açısından Kıbrıs'ın öneminin iki temel esasa dayandığına" vurgu yaparak, "Bunlardan birincisi, Türkiye Cumhuriyeti'ne Garanti Antlaşması ile yüklenen Kıbrıs Türk halkına sağlamak zorunda olduğumuz güvenlik sorumluluğudur. İkincisiyse ittifak antlaşmasında açıkça ifade edildiği gibi, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin güvenliği açısından taşıdığı stratejik rolün önemidir" diye konuştu. "Bu iki temel, süreklilik arz etmektedir. Çünkü Kıbrıs'ta ve Doğu Akdeniz'deki istikrar ve denge ancak bu sayede sağlanmaktadır" diyen Başbuğ, "Buradan açıkça görüleceği gibi, Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliklerini ilgilendiren milli ve ortak bir sorundur" şeklinde konuştu. "Çözüm güven ortamı yaratmayabilir" Kıbrıs sorununa, BM çerçevesinde, kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunmasının istenilen bir husus olduğunu kaydeden Orgeneral Başbuğ, "Gerçekten Kıbrıs sorununa kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması isteniyorsa ilk önce, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin 1959-1960 antlaşmalarına dayalı '1960 Kıbrıs Cumhuriyeti' olmadığının, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bir gerçek olduğunun ve ilgili tarafların eşit ve egemen şekilde ortaya konulacak 'ortak iradesi' olmaksızın soruna çözüm bulunamayacağının, herkes tarafından kabul edilmesi gerekir" dedi. Orgeneral Başbuğ, "Bunca yaşanılandan sonra, Kıbrıs Türk halkının, haklı nedenlerle Kıbrıs Rum tarafına karşı güven duyamaması, üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Kapsamlı bir çözümün bile hemen iki taraf arasında güven ortamı yaratabileceğini düşünmek zordur" diye konuştu. "KKTC iyi niyetine karşılık görmedi" KKTC'nin bugüne kadar iyi niyeti, barışçı ve uzlaşıcı yaklaşımlarının Güney Kıbrıs Rum yönetimi tarafından herhangi bir karşılık görmediğine işaret eden Orgeneral Başbuğ, "KKTC uzlaşmadan ve çözümden yana tavır almasına rağmen Avrupa Birliği izolasyonları ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durum da güveni sarsmaktadır" dedi. Orgeneral Başbuğ, mutlu barış harekatının sadece Kıbrıs Türk halkı için değil, Kıbrıs Rum halkı için de barış ortamı sağladığını, binlerce yabancı uyruklu şahsın, Türk ordusunun varlığıyla kendisini güvende hissederek KKTC'de yaşadığını anlattı. Bu nedenle KTBK'nın adadaki varlığının, 1974 yılından bugüne kadar, Kıbrıs'ta yaşanan huzur ve güvenin sağlayıcısı ve teminatı olduğunun unutulmaması gerektiğinin altını çizen Orgeneral Başbuğ, "Kıbrıs sorununun çözümünde, iki kesimlilikle garanti ve ittifak antlaşmalarının delinmeden ve sulandırılmadan korunması şarttır. İki kesimliliğin delinmesi, Kıbrıs Türk halkının geleceğinin ipotek altına alınmasıdır" şeklinde konuştu. Başbuğ ayrıca, "Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı ve birliklerinde yapmış olduğum denetlemeler sonucunda, birliklerimizin üstün bir moral, eğitim, özgüven ve disiplin içinde, kararlı ve her an göreve hazır bir şekilde; başta Kıbrıs Türk halkının güvenliği ve savunulması olmak üzere, kendilerine verilebilecek bütün görevleri mükemmel şekilde yerine getirebileceklerini görmekten büyük bir mutluluk duydum" dedi. "Kimse yanlış hesap yapmasın" Orgeneral İlker Başbuğ, KKTC halkının, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı duyduğu değişmeyen güven ve sevgisinin, güçlerini perçinlediğini ifade ederek, KKTC halkının, Türk ordusunun terörle mücadele verdiği desteğe Türk Silahlı Kuvvetleri adına teşekkür etti. Kıbrıs Türkü'nün yeni nesillere geçmişi iyi öğretmesi gerektiğini, bu hususun geleceğin teminatı olduğunu vurgulayan Başbuğ, KKTC'nin, kim ne derse desin bir gerçek olduğunu dile getirerek, "Anavatanından güç alan mücahit Kıbrıs Türkü de, dünyada hiçbir topluma reva görülmeyen zulüm ve haksızlıklara, gelecek nesillere örnek teşkiletmesi ve ders alınması gereken müstesna bir fedakarlık ve azimle direnmiş ve var oluş mücadelesini bir devlet kurarak taçlandırmıştır. Bunun bazıları tarafından iyi okunması ve anlaşılmasında sonsuz yararlar vardır. Kimse yanlış hesap yapmasın" dedi. "Mücadelede karamsarlığa yer yoktur" Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ayrıca, "Terörle mücadelede hiçbir zaman karamsarlığa yer yoktur. Karamsar düşüncelerin ifadesi, örgüte yardımıyla eş anlamlıdır" dedi. Orgeneral Başbuğ, Kıbrıs'ın güneyinde bulunan bazı terör örgütü destekçileri tarafından, örgütün dağ kadrosuna eleman temin edildiği ve bölücü örgüte maddi destek sağlandığının bilindiğini de kaydetti. Başbuğ, "Türkiye, içinde bulunduğu zor coğrafyada, simetrikten, yani klasik, diğer bir deyişle konvansiyonel, asimetriğe doğru uzanan geniş bir risk ve tehdit yelpazesiyle karşı karşıyadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu geniş tehdit yelpazesi karşısında, klasik harekattan iç güvenlik harekatına kadar tüm harekat nevilerini başarıyla icra etmektedir" diye konuştu. "Hesaplı risk" Şubat ayı içerisinde Irak'ın kuzeyine yapılan askeri harekatla ilgili detaylı bilgi veren Orgeneral Başbuğ, operasyona ilişkin kendisineyöneltilen soruların başında, "harekatta elde edilen bu üstünbaşarının" nelere dayandığı sorusu geldiğine işaret ederek, "Operasyonun başarısının altında, alınan hesaplı risk yatmaktadır" dedi. "Operasyonun ne zaman, nereye, hangi birliklerle ve ne kadar süreli olarak icra edileceğinin, aralık 2007 ayında belirlendiğini" belirten Başbuğ, "Bu belirleme tamamen kendi istihbarat birimlerimizin elde ettiği bilgilere dayalı olarak yapılmıştır. Operasyonun icrası sürecinde kendi istihbarat vasıtalarımızın ve ABD istihbarat vasıtalarının elde ettikleri bilgiler kullanılmıştır" diye konuştu. Birliklerin 3000 metre yükseklikte, eksi 29 dereceye varan hava şartlarında sürekli eğitim yaptığını kaydeden Başbuğ, "Personelin fiziki dayanıklılığının artırılması eğitimine de özel önem verilmiştir. Verilen bu eğitim sayesinde, personel 40 kilograma varan yükleriyle üstün hareket yeteneği kazanmış, yine bu eğitim sayesinde bazı birliklerimiz, operasyon boyunca yani 8 gün ve gece süresince toplam sadece 16-17 saat uyuma ve dinlenme ile görevlerini aksaksız ve mükemmel şekilde yerine getirebilmişlerdir" diye konuştu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, operasyonla ilgili olarak ayrıca, "Bu operasyon; bölücü terör örgütü üzerinde, bugüne kadar hiçbir operasyonda elde edilemeyen derecede bir baskın tesiri yaratarak; operasyon bölgesinde bulunan ve bölgeye takviye olarak gelen toplam 350'ye yakın teröristin 240'ını etkisiz hale getirerek ki bu netice yüzde olarak bölgedeki teröristlerin yüzde 70'inin etkisiz hale getirilmesidir, bu da bugüne kadar operasyonlarda elde edilen en büyük yüzdedir" dedi. "Mücadele topyekün yürütülmeli" Terörle mücadele faaliyetlerinin, devlet tarafından ve topyekün şekilde yürütülmesi gerekliliği üzerine duran Orgeneral Başbuğ, "Esas itibariyle güvenlik, ekonomi, sosyo-kültürel (eğitim ve sağlık dahil), psikolojik harekat ve uluslararası alanda, birbirleriyle paralel ve eşzamanlı olarak yürütülmelidir. Çünkü bu faaliyetler birbirini tamamlamaktadır" dedi. Başbuğ, "Bölücü terör örgütüyle mücadelede güvenlik kuvvetlerinin ana hedefi ise, terör olaylarını kabul edilebilir en düşük seviyeye indirerek, terör örgütünün marjinalize edilmesidir" diye konuştu. "Güvenlik kuvvetlerin örgütün silahlı kadrosunu etkisiz hale getirirken, örgüte katılım hala devam ediyorsa terörle mücadele beklenenden de uzun sürer" diyen Orgeneral Başbuğ, "Bu görev devlete düşmektedir. O halde yapılması gereken, örgüte çeşitli nedenlerle katılanların örgüte neden katıldıklarının tespiti ile buna karşı gerekli tedbirlerin alınmasıdır" ifadesini kullandı. "Terörle mücadelenin aslında psikolojik mücadele olduğunu, ifade eden Başbuğ, "Kamuoyu terörle mücadelenin süreci ve özelliklerine ilişkin doğru ve açık şekilde bilgilendirilmeli ve yetkililerce bilinçsiz yapılan açıklamalarla gerçek dışı beklentilerin içine de sokulmamalıdır" şeklinde konuştu.