Kürtler Ergenekon iddianamesinin genişletilerek, İstanbul, Ankara'da meydana gelen bazı cinayet ve bombalamalar ile Bölge'de yaşanan yargısız infazların da araştırılmasını talep etmektedir. Ve 'tarafsız' değil davacı olduklarını söylüyorlar
Ergenekon'un kilit ismi: Yeşil
'Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösterdiği' belgelerle açıkça ortaya çıkan Ergenekon davasının uzun süre Türkiye gündemini meşgul edeceğe benziyor. 2455 sayfa tutan Ergenekon iddianamesinde ilginç bilgi ve bulgular yer alıyor. Yakın tarihin önemli olayları ve Uğur Mumcu cinayeti iddianamede yer buldu. Emekli paşaların, Ergenekon'un bir numaralı sanıklarından Veli Küçük tarafından öldürtüldüğü iddiaları da var. Veli Küçük, Albay Arif Doğan, Cem Ersever ile birlikte JİTEM örgütlenmesinin kilit ismi. 1992 yılında JİTEM içinde başlayan iç çekişme nedeniyle Arif Doğan ve Cem Ersever ile arası açılan Küçük, Yeşil ile birlikte 1992 yılı sonlarında JİTEM'i ele geçirdi. Eşref Bitlis, Cem Ersever, Kürt işverenleri cinayetleri, DEP Genel Merkezi ve Ankara il binası ile Özgür Ülke Gazetesi'nin bombalanması eylemlerinde Küçük, Çatlı ve Yeşil işbirliğinin gölgesi bulunmaktadır.
1993 yılında Başbakan olan Tansu Çiller'in 'PKK'ye yardım eden işverenlerin listesi elimizde. Gereken yapılacaktır' açıklamasının yanısıra, o dönem yayınlanan 'Susturun' genelgesi de bu cinayetlerin önünü açtı. Yine bugün hala tartışılmaya devam eden Uğur Mumcu cinayetinin şifreleri de bu ekibi göstermektedir. Yine birçok yargısız infaz ve bombalamanın işaretlerinin 2006 sonrasını kapsayan Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan isimleri gösterdiği görülmektedir. İddinamede, özellikle Bölge'de işlenen yargısız infazlara yer verilmemesine 'özen gösterilmesi' dikkatlerden kaçmadı. Yine 'cinayet makinası' JİTEM'in varlığı kabul edilmesine rağmen ve kurucusu olduğu belirtilen Veli Küçük'ün bu konuda hiç sorgulanmaması Ergenekon operasyonunun 'göz boyama'ya dönük olduğu yorumları şimdilikten artmaya başladı. Ergenekon'un, Susurluk ve Şemdinli olaylarıyla benzer bir kaderi yaşacağı kaygısı hakim. Bu nedenle Kürtler Ergenekon iddianamesinin genişletilerek, İstanbul, Ankara'da meydana gelen bazı cinayet ve bombalamalar ile Bölge'de yaşanan yargısız infazların da araştırılmasını talep etmektedir. Ve 'tarafsız' değil davacı olduklarını söylüyorlar.
Bölge'de yaşanan yargısız infazları yazı dizimizde bir bir ele alıyoruz. Ergenekoncuların kanlı yüzünün açığa çıkarılması ve yargılanması için yazı dizimiz gerçek bir 'iddianame' niteliği taşıyor. Gizli değil açık tanıklardan Abdülkadir Aygan, Muhsin Gül, İbrahim Babat'ın itiraflarından Ergenekon'a uzanan yazı dizimizin bugünkü bölümünde, Uğur Mumcu cinayeti, Diyarbakır eski Baro Başkanı Mustafa Özer'e suikast, Özgür Halk ve Yeni Ülke'nin bombalanması, Ape Musa cinayetini ele alıyoruz. Bölge'deki tüm cinayetlerin ve bombalamaların kilit ismi Yeşil'in uygulamalarını açıklıyoruz...
Aygan'ın itirafları
Çok değil bundan 4 yıl önce Özgür Gündem Gazetesi tarafından yayınlanan itirafçı Abdülkadir Aygan'ın anlatımları, Uğur Mumcu cinayetini açıkça ortaya koyuyor. 1990'lı yıllarda Diyarbakır'da kullanılmaya başlanan C-4 patlayıcıların Uğur Mumcu cinayetinde kullanıldığı yönündeki bulgulara rağmen soruşturma başlatılmadı. Abdulkadir Aygan'ın itiraflarını içeren 'Bir JİTEM'ci Anlattı' isimli kitapta bu bombalama olayları ve patlayıcıları ilişkin şu bilgiler yeraldı.
Patlayıcı ABD'den
Bu ABD yetkilisinin sivil olarak 1990-1991 yılı arasında OHAL Bölgesi'nde bulunduğunu anlatan Aygan, itiraflarında şunları anlatıyordu: 'Cem Ersever'e bu patlayıcılardan iki valiz verildi. C-4 olduğunu söylüyordu. Zaten küçük bir miktar büyük tahribat yaratıyordu. Büyük bir gürültü ve büyük bir alev ile patlıyordu. Mardin yolunda yapılan denemede gördük. Cem Ersever, Hayri Kozakçıoğlu ve Hikmet Köksal Paşa ile görüştüğünde bu Amerikalı yetkilinin deneyimli olduğunu, defalarca yaralandığını, RANGER eğitimi yani komando eğitimi aldığını söylüyordu. Bu konuda da uzman ve eğitimci olduğunu aktarıyordu. Hatta bu Amerikalının boğazının yan kısmında yaralar vardı.'
İlk hedef Mustafa Özer
Mardin'de yapılan tatbikattan sonra ilk defa uzaktan kumandalı patlayıcıyı Diyarbakır'da avukat ve Baro eski Başkanı olan Mustafa Özer'in arabasında denediklerini belirten Aygan, suikast olayını şöyle anlattı: 'Cem Ersever'in bir tezi vardı. Diyordu ki, 'Dağdaki beni fazla ilgilendirmiyor. Dağdaki masum insanlar, elinde silah olan genç benim gözümde suçsuzdur. Devletin de hataları var bu konuda.' Cem Ersever'in hedef aldığı kesim ise dağa insan gönderen, destek veren ve onları desteklediğini düşündüğü HEP, DEP yöneticileri, avukatlar ve bürokrasi kesimiydi. 'Bunları benim en büyük düşmanlarımdır, normal Kürt benim düşmanım değildir. Çünkü benim annem, nine tarafım da Erzurum Kürdüdür' diyordu. Bir hedefler listesi vardı. Listede örneğin Özgür Halk Dergisi, Gazete Bürosu, Mustafa Özer, Hasip Kaplan vardı. Cem Ersever, Hayri Kozakçıoğlu ile Hikmet Köksal Paşa'nın yanına gidip geliyordu. Geldiğinde diyordu, 'çocuklar şu adamın arabasını, evini tespit edin.' Biz hemen bu kişinin hedef seçildiğini anlıyorduk. Mustafa Özer'in evinin Ofis'te Kurtoğlu lojmanlarına yakın olduğunu öğrendik. Ford marka bir arabası olduğunu, her gün evinin önüne kaldırım kenarına park ettiğini tespit ettik. Cem Ersever operasyonu yönetiyordu. Kendi yardımcısı Celil kod isimli Aytekin Özen'i de görevlendirdi. Cem Ersever, İbrahim Babat beyaz kartal arabayla, ben (Abdulkadir Aygan), Ali Ozansoy ve Aytekin Özen de yeşil renki kartal marka arabayla Ofis'e gittik. Patlayıcı siyah poşetin içinde konulmuştu. Patlayıcıyı harekete geçirecek mekanizma Aytekin Özen'deydi. Patlayıcı yerleştirmek için ben ve Ali Ozansoy gittik. Mustafa Özer'e ait aracın yanından geçerken, Ali Ozansoy patlayıcıyı arabanın altına bıraktı. Ardından Aytekin Özen'in yanını gittik. Aytekin Özen arabanın içinde, Mustafa Özer'in aracını görecek şekilde uzak kumandayı kullanarak patlayıcıyı patlattı. Ardından büyük bir gürültü oldu, alev yükseldi. Eylemden sonra hemen JİTEM'e gittik.'
Mumcu cinayetinde JİTEM parmağı
Gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te, evinin önündeki otomobiline konulan C-4 tipi patlayıcıyla yaşamını yitirmesi olayıyla ilgili Aygan, ilginç bilgiler verdi: 'Jandarma İstihbarat Grup Komutanı Binbaşı Cem Ersever Ankara'ya tayini çıktığında, orada Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı'na atandı. Ankara'ya giderken, daha önce Bölge Valiliği'nden temin ettiği iki valiz dolusu uzaktan kumandalı patlayıcıyı da yanında götürdü. Cem Ersever Grup Komutanı iken konuşmalarında kendisi ve yardımcı Aytekin Özen arasında birkaç sefer Uğur Mumcu isimi geçti. Bunun rahat durmadığını ve icabına bakılması gerektiğini söylediler kendi aralarında. Bu olay olunca benim aklıma ilk önce onlar geldi. Onların yaptığı veya yaptırdığı geldi, kendisi bizzat yapmamış olabilir ama yaptırmıştır. Aynı patlayıcı kullanılmış olabilir.'
Yeni Ülke'yi Tilki bombaladı
C-4 patlayıcıların ilk olarak Bölge'de denendiğini anlatan Aygan, Yeni Ülke, Medya Güneşi, Özgür Halk'ın aralarında bulunduğu birçok basın kuruluşunun JİTEM'e bağlı itirafçılar tarafından bombalandığını açıkladı. Aygan, 'Tayin çıkmadan önce 91 veya 90 sonrası idi tam hatırlamıyorum. Diyarbakır'daki postane civarındaki gazetenin bürosuna Hüseyin Tilki, (Hüseyin Tilki de o zaman JİTEM'de askerdi) adlı itirafçı tarafından bomba atıldı.'
Özgür Halk bombalandı
25 Haziran 1991 tarihinde İnönü Caddesi Tekkapı karşısında Temiz Ekmek Fabrikası üzerinde bulunan İnsan Hakları Derneği ile Özgür Halk Dergisi aynı gün bombalandı. Özgür Halk Dergisi temsilcisi Hasan Hüseyin Ebem, olaya ilişkin karakolda verdiği bilgide, 'Benim öğrendiğime göre, bomba bizim büronun kapısına bırakılmış. Bombalı patlama bize yöneliktir. Kimin yaptığını bilmiyorum. Bu olayın kontr-gerilla tarafından yapıldığını düşünüyoruz' dedi.
Bölge Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından hazırlanan 26 Haziran 1991 tarihli Ekspertiz Raporu'nda olay yerinde alınan parçalar üzerinde kimyasal testler yapıldığına dikkat çekilerek, 'Yapılan bu test ve incelemeler sonucu olay yeri artıklarından alınan parçalarda patlayıcı madde atıklarına rastlanmamıştır' denildi.
Buna karşın Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından görevlendirilen bilirkişi tarafından yapılan incelemede ise 6 ve 7'inci katlarda yüzde 80 hasar olduğuna dikkat çekildi. Bina için çıkarılan maddi hasar miktarı ise 81 milyon 868 bin 258 bin lira olarak tespit edildi. 26 Haziran 1991 tarihinde bomba uzmanları Yavuz Karaman, Rıfat Çalışkan ve Mermi Akdeniz tarafından hazırlanan raporda ise, Avukat Mustafa Özer'in arabasına konulan bomba ile Özgür Halk Dergisi'ne konulan bombaya ilişkin şu bulgulara yer verildi: '18 Haziran 1991 tarihinde saat 02.00 sıralarında Ofis Camii sokak üzerinde park halinde bulunan 21 AV 948 plaka sayılı araç altında meydana gelen şiddetli patlama ile bu olaydan elde edilen bulgu ve belirtiler, her iki olayın aynı kişiler tarafından gerçekleştirildiği kanaatini kuvvetlendirmektedir.'
1993 yılında Ankara'da Cem Ersever'in öldürülmesinin ardından bu patlayıcılar Yeşil'in eline geçti. Bu bölümün detaylarını ileride okuyacaksınız...
Musa Anter katledildi
Aygan, 'Yeşil'in karıştığı en büyük olay yani tanık olduğum Apê Musa'nın öldürülmesidir' diyor. Apê Musa'dan sonra bu tür olayların durmadığını belirten Aygan, Cem Ersever'in bir gün kendisine, 'Kendimi kullanılmış gibi hissediyorum, devlet tarafından kullanıldığım psikolojisine girmişim, moralim çok bozuk' dediğini aktarıyor |
Vedat Aydın cinayetinde aktif rol aldığını açıklayan itirafçı Aygan Musa Anter cinayetinin Ersever'in bilgisi dışında Yeşil ve ekibi tarafından işlendiğine dikkat çekmektedir. Aygan bu ilişkileri şöyle deşifre ediyordu: 'Şimdi gümrükte çalışan görevliler normal görevli değil. Mesela Ali Balkan Metel 1990 döneminde gümrükte görevliydi. Bu kişi istihbarata, JİTEM'e ve MİT'e çalışıyordu. Kuzey Iraklı yetkili ile görüşmek için yanına giderken gümrükte Ali Mete bizi ağırlıyordu. Cem Ersever Silopi'ye geldi; beni, Başçavuş Mazhar ve Ali Ozansoy'u yanında götürdü. Habur Sınır Kapısı'nda geçtik. Hogir ve diğerleri Zaxo'ya giderken kulübe gibi bir yerde kalıyorlardı. Orda onlarla görüşüldü. Hogir'ı örgütten ayrılmışsın, can güvenliğin yok, buradakiler seni örgüte satar şeklinde gözünü korkuttular. Şu vaatler de verildi: Eğer bildiklerini anlatırsa, kendisine işkence yapmayacaklarını, cezaevine de koymayacaklarını ve kendisi isterse Almanya'ya gönderebileceklerini söylemişlerdi. Hogir ilk başta tereddütlüydü. Fakat Hogir, Ali Ozansoy ve Başçavuş Mazhar tarafından ikna edildi. Bu şekilde Hogir Diyarbakır'daki JİTEM'e getirildi. Ardından Hogir ve Hamid Apê Musa olayında da kullanıldı.'
Yeşil sahneye çıktı 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da infaz edilen Özgür Gündem Gazetesi yazarı Musa Anter olayını Aygan, şunları aktardı:
'Yeşil'in karıştığı en büyük olay yani tanık olduğum bu Apê Musa'nın öldürülmesidir. O esnada Cem Ersever Ankara'da olmasına rağmen daha sonra kendisi ile birlikte öldürülen Neval Boz'la Diyarbakır'a geldi ve olayın olacağı gün Adıyaman bölgesine gitti. 'Nemrut Dağı'na gideceğim, oradaki grupları dinleyeceğim. Telsiz cihazı ile grup var mı yok mu tespit edeceğim' diyordu. Bu esnada da Yeşil, Musa Anter olayını JİTEM'de organize ediyordu. Tim Komutanı Savaş Gevrekçi, Grup Komutanı izinde olduğu için onun görevini de götürüyordu. Musa Anter olayında Hogir devreye sokuldu. Hogir kod adlı Cemil Işık ve Şırnaklı Hamid adlı itirafçı ile beraber partiden ayrılmışlardı.'
Apê Musa Hogir'i tanıyordu Hogir kod adlı Cemil Işık'ın PKK'den ayrıldığını ve daha önceden Apê Musa'yı tanıdığını belirten Aygan, 'Apê Musa Hogir'in partiden ayrılmasına üzülüyormuş, yeni de kendisiyle görüşmek istiyormuş. Apê Musa o zaman Hogir'in JİTEM'de çalıştığını bilmiyordu. Böyle olunca Hogir de Hamid'i görevlendirdi. Otele gönderdi, 'tamam de, Hogir senle görüşmek istiyor, seni bir yerde bekliyor, bir evdedir, seni yanına götüreceğim' diyor. Birincisinde başarılı olamamıştı. Hamid bir şey yapamamıştı. İkincisinde Land Rover ile biz hepimiz gittik. Ali Ozansoy JİTEM İstihbarat Grup Komutanlığı'nda Saray Kapı'da ana telsizin başında bekledi. Hogir'e de kalaşnikof verildi. Beni de Hogir'in yanına verdiler. JİTEM kimliğim ve silahım var diye. Herhangi bir durum olursa müdahale edeyim diye. Bizi köprü geçtikten sonra Silvan yolu çıkışına, yokuşa doğru bıraktılar. Yeşil, Mustafa Deniz ile biraz daha tepeye çıktılar; telsiz onlarda beklediler. Hamid de tekrar Otele Apê Musa'yı almaya gitti. Yani bir taksiye bindirecek ve bizim yanımıza getirecek. Hogir da onu orda vuracak' diye konuştu.
İtirafçı Hamid olayı gerçekleştirdi Sessiz bir bekleyişin sürdüğünü belirten Aygan, konuşmasına şöyle devam etti: 'Hogir de silahlıydı, akşam aradan zaman geçti, baktık gelen giden yok, iş uzadı yani. Hogir, 'bu işte bir iş var. Biz Yeşil'in yanını gidelim. Polis bizi yakalarsa daha kötü olur' dedi. Biz yürüdük, tabii yoldan değil de araziden gittik. Yeşil'in yanına gittik, biraz kaldık, bir baktık siren sesleri gelmeye başladı. Yeşil telsizi polis kanalına almıştı. Ortalık karıştı, 'aha' dedi bir şeyler olmuş, bir olay olmuş ama nasıl olduğunu bilmiyorum dedi. Ondan sonra Land Rover'e bindik, olayın olduğu yer doğru mecburen Silvan anayolu oradan geçiyor, oradan geçtik JİTEM'e gittik. Geldiğimizde Ali Ozansoy 'tamam' dedi, Hamid Apê Musa'yı vurmuş, olayı yapmış. Biraz sonra Hamid geldi. Hamid 'Tamam vurdum' dedi. Hogir 'Niye yanımıza getirmedin, niye bu iş yolda oldu' diye sordu. Hamid, 'Şüphelendiler, taksiye bindik, yanında yeğeni vardı' dedi. Seyrantepe'ye geldik, işte ben dedim ki, şurada şu falan dedim, onlar daima nerede diyorlar, baktım şüpheleniyorlar artık fazla gitmeyecek indirdim dedi. Hamid'in üzerinde bir 14'lu UMAN tabancı varmış, JİTEM'in verdiği. Orada onları indiriyor, kendi anlatımlarına göre, Apê Musa ile yeğeni onun arkasında yürüyorlar, o da sokağın içine yürüyor dönüp Apê Musa ve yeğenine ateş ediyor. Daha sonra kaçtığı yerde, silahı çöp tenekesine atıyor.'
Ersever kullanıldığını söyledi Apê Musa'nın öldürülmesinden sonra da bu tür olayların durmadığını belirten Aygan, 'Şimdi bu Cem Ersever Ankara'ya gittikten sonra arada bir Diyarbakır'a geliyordu, yani Kuzey Irak'ta görevlerle ilgili geçici görev alıp geliyordu. Diyarbakır'da bir gün postane civarında Dostlar Lokantası'nda otururken şöyle dedi: 'Ben kendimi kullanılmış bir orospu gibi hissediyorum, devlet tarafından kullanıldığım psikolojisine girmişim, moralim çok bozuk'' diye konuştu.
Gazetecileri Yeşil kaçırdı Musa Anter öldürüldüğü esnada polis telsizinden, 'İki şahıs silahlı saldırıya uğradı, bir ölü bir yaralı' anonsunun ardından Diyarbakır Söz Gazetesi muhabirleri gazete arabasıyla olay yerine giderler. Dağkapı istikametinden gelen gazeteciler üst yoldan içeri girip bir süre gittikten sonra önlerinde bir araç belirir. Gazetecilerin sellektör yapması üzerine araçtan inen kot pantolonlu, spor ayakkabılı bir kişi aracın yanına gelerek silahını çeker ve orada ne aradıklarını sorar. Bunun üzerine gazeteciler, polis telsizini duyup geldiklerini söylerler. Bu kişi öndeki araca giderek polis telsizinden yapılan anonsu söyleyince gazetecilere bizi takip edin, sizi olay yerine götürelim derler. Bir süre gidildikten sonra öndeki araçtan inen iki kişi Söz Gazetesi aracına binerler. Eli alçılı olan kişi aracı sürerken diğer kişi arka kısma oturur. Aracın şoförü ise steyşın arabanın bagajına biner. Ergani yolundan, Çermik'e doğru bir süre gidildikten sonra geri dönülerek önce Elazığ,'a gidilir. Diğer araç arkadan takip etmektedir. Gazeteciler bu üç kişi tarafından Malatya Gölbaşı'na kadar götürüldükten sonra serbest bırakılırlar. Gazetecileri serbest bırakan bu üç kişi daha sonra Adıyaman'a doğru yola devam ederler. Kaçırılan gazeteciler arasında bulunan Söz Gazetesi'nin muhasebecisi emniyette verdiği ifadede kendisini kaçıran eli alçılı kişinin yüz kısmının DBP Genel Başkanı Refik Karakoç'a benzediğine dikkat çeker. Aslında gazeteciler daha sonra gazetelerde gördükleri resimden kendilerini kaçıranın Yeşil olduğunun da farkına varırlar.
Halkın iddianamesi 2
JİTEM'de Veli Küçük dönemi
1992 yılı ortalarında, JİTEM'de görüş ayrılıkları başlar. Yeşil'in Diyarbakır'a gelmesinden Cem Ersever rahatsız olur. Bu dönemde Arif Doğan'ın Cem Ersever'den, Veli Küçük'ün Yeşil'den yana tavır koyması üzerine JİTEM'de iç tasfiye başlar. Bu dönem Jandarma İstihbaratı'nın başına Veli Küçük getirilirken, Cem Ersever ise Bölge sorumluluğuyla yetinir...
Yeşil'in Diyarbakır'a gelişi ile birlikte Ersever ve Yeşil arasında başlayan çekişme, Musa Anter cinayetinin üzerinden birkaç ay geçmeden patlak verdi. Albay Arif Doğan'ın yerine Jandarma İstihbarat Komutanı olan Veli Küçük, Ersever'i Ankara'ya kızağa aldı
1992 yılı ortalarında, JİTEM'de görüş ayrılıkları başlar. Bu görüş ayrılıkları birimlere de yansır. Yeşil'in Diyarbakır'a gelmesinden Cem Ersever rahatsız olur. Bu dönem yaşanan tartışmalarda Arif Doğan'ın Cem Ersever'den, Veli Küçük'ün Yeşil'den yana tavır koyması üzerine JİTEM'de iç tasfiye dönemi başlar. Bu dönem Jandarma İstihbaratı'nın başına Veli Küçük'ün getirilirken, Cem Ersever ise Bölge sorumluluğuyla yetinir. İtirafçı İbrahim Babat bu dönemi şöyle anlatıyor. 'Bunun üzerine tekrar Diyarbakır'a döndüm. Bu dönem yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçılar askerlik için Jandarma Grup Komutanlığı'na alınmıştı. Bunların JİTEM içerisinde sevk ve idaresini benim yapmam için görev verdiler. Önce kabul etmedim. Hikmet Köksal devreye girince kabul ettim. Bu grup içinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Recep Tiril, Adil Timurtaş, Hayrettin Toka ve eski TİKKO'cu Fethi (Çetin) vardı.'
JİTEM'de ayrılıklar başlıyor
Bu dönem, Yeşil de Diyarbakır'da görülmeye başlanır. Veli Küçük ile Yeşil'in Diyarbakır JİTEM'de biraraya gelmesi, Yeşil'in JİTEM'de sık sık görülmesi, Ersever ve bazı itirafçılarda rahatsızlık yaratır. Bu rahatsızlıklara Muhsin Gül ve Babat'ın itiraflarında rastlamak mümkün. Ersever ekibinin tasfiye olmasından rahatsız olan ve itirafçı timinin komutanlığını yürüten İbrahim Babat, bunun üzerine Albay Arif Doğan tarafından Batman'a götürülür. Bir süre de orada kalır.
Cinayetler hız kesmedi
Aygan infazları anlatıyor: İdris Yıldırım isimli şahıs Silopi'den alınıp Elazığ timine götürüldü, orda boğularak öldürülüp çuvala konuldu
Ersever Ankara'ya kızak göreve alındıktan sonra JİTEM Diyarbakır Grup Komutanlığı'na Veli Küçük'e yakınlığıyla bilinen Binbaşı Abdulkerim Kırca getirilir. İtirafçı Abdulkadir Aygan, bu döneme ilişkin şunları söyledi:
'Kendisi Sivas'ın Suşehri'ndendir. Şu an Ankara'da malulen emeklidir. Antalya Serik'teki bir çatışmada yaralanan Kırca, felç geçirerek tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. Bu binbaşı o zaman DYP hükümetinde, Çiller'den ve birara Asayiş Komutanı olan Hasan Kundakçı'dan destek alıyordu. Kundakçı'nın, daha önce Siirt'te görev yaptığı sırada PKK'ye büyük hıncı vardı. Bu esnada JİTEM tarafından birçok operasyon gizli gerçekleşti. Emniyetin haberi yoktu. Sadece emniyetteki bazı şahısların haberi oluyordu. Mümkün olduğunca emniyete veya MİT'e açık vermemeye, bunları kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalışıyordu.'
Aygan'ın anlattığı yargısız infazlar
İdris Yıldırım: İdris Yıldırım isimli şahıs Silopi'den alınıp Elazığ timine götürüldü, orda boğularak öldürülüp çuvala konuldu.
Necati Aydın-Ramazan Keskin-Mehmet Aydın: Bu şahıslar bir gün sivil araba ile, JİTEM'e ait sivil iki araba ile götürüldü. Bir araba Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı'na aitti. Birisi de Tim Komutanlığı'na aitti. İki araba ile götürüldü. Silvan Diyarbakır arasında Kağıtlı Karakolu'nu geçince bir köprü yakınında anayoldan bir tarlanın içerisine götürülerek orda bunlar Abdulkerim Kırca tarafından kafalarına kurşun sıkılarak infaz edildi. Bu olayda Şehmuz kod adlı Uzman Çavuş Uğur Yüksel, Apo kod adlı Uzman Çavuş Abdulkadir Uğur, Adıyamanlı, ben, Kemal Emlük, Oğuz kod adlı Astsubay Nuri Ateş, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Tunay Yanardağ ve Abdulkadir Kırca vardı.
Murat Aslan isimli şahıs Yenişehir Semti'nde yani Diyarbakır Belediyesi civarında alınarak yine aynı yöntemle, -Abdulkerim Kırca bizzat vardı- o sırada zorla sivil Toros arabaya bindirildi ve JİTEM'e getirildi. Burada işkenceyle sorgulandıktan sonra öldürüldü.
Servet Aslan: Siirt'in Eruh ilçesinden olan Servet Aslan'ın babası Diyarbakır'daki Kredi Yurtlar Kurumu'nda bekçiydi. Bu şahıs yine aynı yöntemle alınarak infaz edildi.
Edip Aksoy-Sıdık Etyemez: Bunlar infaz edildiler. Bunlar Silopi civarında Silopi ile Cizre arasında bir dere yatağında gömüldüler.
Ahmet Ceylan: Bu şahıs Diyarbakır'da şehir içerisinden alındı ve infaz edildi. Boğularak öldürüldü, çuvala konuldu
Şahabettin Latifeci JİTEM'e getirildi. Orda Şehmus kod adlı ve kendisine Palulu Zaza olarak tanıtan Yüksel Uğur isimli Uzman Çavuş tarafından boğularak öldürüldü.
Abdülkadir Çelikbilek: 'PKK'ye yardım ediyor' diye, kaçakçılık yapıyor ve PKK'ye finanse sağlıyor suçlamasıyla Diyarbakır Postanesi civarında ben, Kemal Emlük, Apo kod Abdulkadir Uğur Uzman Çavuş, Şehmuz kod adlı Uğur Yüksel Uzman Çavuş onu alarak Toros arabaya bindirdik. Şehmuz Uzman onu boğarak öldürdü. 14 Aralık 1994'te gözaltına alındı. 15 Aralık 1994 tarihinde İHD'ye başvuru yapıldı. DGM Savcılığı'na başvuru yapıldı. DGM gözaltına alınmadığını bildirdi.
Mehmet Salim Dönen: Bu dağda iken, grup komutanlığı yapmıştı. Amcası onu askeri hastaneye getirmişti. O esnada JİTEM'de sivil memur olarak çalışan itirafçı Urfalı bayan Servet Toprak bunu teşhis etti. Bu şahıslar da işkence ile öldürüldükten sonra cesetleri atıldı.
İhsan Harran: Azad kod adlı İhsan Harran, Lice tarafından olmalı kendisi. Bu şahıs da eski kadrodur ya da milistir diye, şehir içerisinden alınarak JİTEM'de sorgulanarak infaz edildi.
Hakkı Kaya adlı şahıs Gülistan adlı bir gerilla bayanın babası olduğu gerekçesiyle Muhsin Gül adlı itirafçının ihbarı sonucu şehir içerisinde orduevi civarında bir yerden alındı. Kaya, JİTEM'de sorgulanarak öldürüldü. Cenazesi çuval içerisinde Diyarbakır'dan Silvan'a giderken Karaçalı köyünü geçince sol taraftaki toprak yoldan 5-10 km Han köyüne doğru gidilirken virajda atıldı.
Fethi Yıldırım: Urfa'ın Viranşehir ilçesinden olan Ahmet kod adlı Fethi Yıldırım, Ulusal Meclis üyesidir diye gözaltına alındı. Bunun üzerine Diyarbakır'da JİTEM'e getirilen Yıldırım, Saraykapı'da sorgulandıktan sonra kaybedildi.
HASAN.....: Hasan isimli Silopili bir şahıs Kortik köyünden olması gerekir; JİTEM'de öldürüldükten sonra cesedi çuval içine konularak Hazar Gölü'ne atıldı
Mele İzzetin: Abdulhakim Güven tarafından JİTEM'e getirildi. Burdandan Diyarbakır-Siverek karayoluna götürüldü. Diyarbakır il sınırında karayolu çalışmaları nedeniyle açılan çukurların yanında kafalarına Abdulhakim Güven tarafından kurşun sıkıldı. İnfaz edilen Melle İzzettin itirafçı Kemal Emlük tarafından da üzerlerine benzin dökülerek yakıldı.
Lokman ve Zana Zuğurlu: Diyarbakır'da kaçırılıp öldürüldüler.
Harbi Arman'ı Yeşil vurdu
Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Musa Anter cinayetinin ardından Harbi Arman cinayetinde bizzat yeralır. Bu cinayeti Aygan şöyle anlatıyor.'Yeşil ile bir faaliyette yer aldık. Elazığ yolu üzerinde o zamanki HEP üyesi Malazgirt yönetiminde bir kişinin öldürülmesi olayında benle Fethi Çetin'i yanında götürdü. Sakallı bir uzman çavuş da vardı. Harbi Arman olacak şahıs ile 'İşte aranıyorsun, işte ben seni teslim edeceğim, ifade vereceksin, gideceksin' denilerek irtibata geçildi. Bunun üzerine Arman'ı JİTEM, Diyarbakır'a kadar getirmişti. Arman o zaman 'tamam' dedi. Ondan sonra ona 'formaliteden ellerini bağlayacağız, formaliteden gözü bağlayacağız, Land Rover ile gideceğiz, askeri birlik şehrin dışındadır' denildi ve razı oldu. Land Rover'a bindikten sonra gözlerini kaşkol ile bağladılar. Oraya gittik indirmemizi istedi, indirdik. Uzman çavuşta kalaşnikof birde tabanca vardı, Smith Wesson vardı. 'Koluna' girin denildi. Sanki askeri birliğine doğru götürüyormuşuz gibi işaret edildi. İleri götürün denildi. Bir köprü vardı, oraya doğru götürdük. Bize işaret edilerek 'siz gelin' dedi. Biz geldik onun yanına varınca o uzman çavuş kalaşnikofu uzattı, kalaşnikof ile tarayacaktı, Yeşil 'dur' onunla değil dedi ve tabancayla gitti iki el ateş etti. Kendisi tabancayla vurdu. Köprü altına götürdü şahsı, gözleri bağlı öyle bırakıldı.'
Ersever kızakta, Yeşil aktif görevde
Yeşil'in Diyarbakır'a gelişi ile birlikte Ersever ve Yeşil arasında başlayan çekişme, Musa Anter cinayetinin üzerinden birkaç ay geçmeden patlak verdi. Albay Arif Doğan'ın yerine Jandarma İstihbarat Komutanı olan Veli Küçük, Ersever'i Ankara'ya kızağa aldı. Ve 1993 yılının ilk aylarında Cem Ersever emekliye ayrılarak Neval Boz ve Mustafa Deniz ile birlikte bir yayınevi açtı.
Bu dönem başta Eşref Bitlis olmak üzere çok sayıda muvazzaf subay ölümü yaşandı. Lice'de Bahtiyar Aydın, Mardin'de Rıdvan Özden, intihar ettiği ileri sürülen Albay Kazım Çillioğlu gibi çok sayıda subay öldürüldü. Fakat Ergenekon iddianamesinde bu isimleri görmek ise mümkün değil.
Eşref Bitlis'in daha önce Cem Ersever'le arası çok iyiydi. Cem Ersever her şeyini Eşref Bitlis'e kabul ettiriyordu. Ersever'in kafasında bir projesi vardı. Serbest bir tabur gibi bir oluşum istiyordu. Sonra bu olmadı. Kullanılan patlayıcı maddeler, Cem Ersever'in Diyarbakır'dan Ankara'ya götürdüğü uzaktan kumandalı patlayıcıların aynısı.
Eşref Bitlis'in ölümü
Eşref Bitlis'in ölümü dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş tarafından kaza olarak açıklandı. 2 Mayıs tarihli Aydınlık Gazetesi'nde Soner Yalçın imzalı haberde 'Eşref Bitlis Dosyası Kapatıldı' haberi yeraldı.
Olayı Soruşturan Kara Kuvvetleri Komutanlığı ise 5 Mayıs 1993 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdi.
Uçağın ikinci pilotu Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler'in aslası Saime Sezginler, uçağın buzlanmasına inanmadığı için halen Ergenekon davasından tutuklu bulunan Avukat Nusret Senem aracılığıyla olayın üzerine gitti. Uçağı satan ABD firması ile Milli Savunma Bakanlığı aleyhine dava açıldı. Dava sonucunda 13. Asliye Hukuk Mahkemesi olayın buzlanmadan kaynaklanmadığı yönünde karar verdi.
Ergenekon davasından tutuklu bulunan Gazeteci Adnan Akfırat, Eşref Bitlis Suikasti isimli kitabında, 'Orgeneral Bitlis'in parçalanan cesedi, Güreş'in son yılların en uzun Genelkurmay Başkanlığı'nı garantiye aldı. Bu suikastte ölüm emrini veren makamın Türkiye dışında olduğunu saptadık. Org. Bitlis'in uçağına sabotajın doğrudan CIA'nın emrindeki bir birim tarafından yapıldığını ortaya çıkardık' tesbitine yer veriyordu.
Akfırat'ın bu kitabında, bu cinayetin Cem Ersever tarafından işlendiğine de dikkat çekilerek, şöyle denildi. 'JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ersever çevresine topladığı itirafçılarıyla birçok kirli yasadışı işlere karıştığı için sıkışmıştı. Genelkurmay İstihbaratı ile uyuşturucu işi yapıyordu. Irak istihbaratıyla ilişkide kişisel servet edinme yoluna girmişti. Ersever nefsi için örgüt içinde cinayetler işlemişti. Ekibi içindeki itirafçılarla da çatışmaya girmişti. Bir subayı ise öldürmüştü.(İsmail Öztopal cinayeti)
Ersever'in Bölge'de yürüttüğü kirli işler nedeniyle şantaja teslim olduğunu iddia eden Akfırat, 'Binbaşı Ersever uçağın düşmesinden hemen sonra olay mahalline gitti. Sivil giysili olarak Yenimahalle Posta İşleme Merkezi'ne gelen Ersever PTT güvenlik görevlilerinin şüphesi üzerine askeri kimliğini gösterdi. Bitlis suikasti kapatıldı. Ancak Ersever'e verilen söz tutulmadı. Ordu'dan atılacak iken istifa etti. Ersever konuşma tehdidi üzerine Abdullah Çatlı ekibince ortadan kaldırıldı. Çiller Özel Örgütü önemli bir suç ortağını temizledi. Ersever'in Başbakanlık Poligonu'nda sorgusu videoya çekildi. Bitlis suikastini bütün boyutlarıyla ortaya çıkaran kasetler Genelkurmay İstihbaratı kasalarında bulunuyor. 29 Ekim 1993 akşamı Sabah Gazetesi'ne edilen telefonda, 'Bitlis Paşa'nın katili Ersever infaz edildi' denildi. Bu cinayetin işlendiği dönemde ise Veli Küçük, JİTEM İstihbarat Komutanı olarak görev yapıyordu.
Akfırat 1993 yılında çok sayıda JİTEM mensubu Özel Harekat eğitimi almış subayın JİTEM'den görevden alındığına dikkat çekerek bunun Eşref Bitlis-Doğan Güreş çekişmesinden kaynaklı olduğunu belirtmektedir.
Bitlis'i Ersever mi öldürdü?
Cem Ersever'in Eşrefe Bitlis olayını yapmış olabileceğini belirten Aygan, 17 Şubat 1993'de uçağında bomba patlaması sonucu ölen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, olayı ile ilgili şu bilgileri veriyordu:
'Eşref Bitlis'in daha önce Cem Ersever'le arası çok iyiydi. Cem Ersever her şeyini Eşref Bitlis'e kabul ettiriyordu. Daha sonra Ersever Diyarbakır'dan Ankara'ya İstihbarat Gruplar Komutanlığı'na tayini çıkınca o süreç içinde bazı diyalogları vardı. Ersever'in kafasında bir projesi vardı. Serbest bir tabur gibi bir oluşum istiyordu. Sonra bu olmadı. Kullanılan patlayıcı maddeler, Cem Ersever'in Diyarbakır'dan Ankara'ya götürdüğü uzaktan kumandalı patlayıcıların aynısı.
Cem Ersever'in vurulmasını hazmedemiyordum. PKK'nin vurduğunu tahmin etmiyorum. Çünkü kendini çok iyi koruyordu. İçten bir saldırı olduğunu, saldırının teşkilattan geldiğini tahmin ediyordum. Ali Ozansoy emniyetteydi, o da üstü imalı şekilde bana ima etti, ben anladım ki onların da parmağı var. '
JİTEM'de iç çatışma dönemi
1992 sonlarında yılında Cem Ersever ile Yeşil'in arasının açılması ve Ersever'in eleştirilerini yoğunlaştırması üzerine bir iç çatışma dönemi başlar. Binbaşı Ersever 1992 yılında Güney Kürdistan'a yönelik bir harekât planlar. Ama bu süreçten sonra ağırlıklı olarak Ankara'da kalmaya başlar.
Bu dönem, Abdülkerim Kırca ile birlikte Yeşil'in hazırladığı planlarla uygulamaya konulur. 1993 yılında Ersever iplerin kendi elinden kaydığını görünce emekliliğini ister. Bu dönemi Ersever, Aydınlık Gazetesi'ne anlatmaya başlar. Ersever ile birlikte Mustafa Deniz ve sevgilisi Neval Boz da ayrılarak onunla birlikte Ankara'ya gelirler.
Hazırlayan:
İZZET AYDIN
YARIN GAZETENİZ ALTERNATİF'TE:
JİTEM'de ikinci tasfiye dönemi
Cem Ersever'in öldürülmesi
Erseveren dosyası neden Meclis'e gönderilmedi
Cinayetlerin önü alınamıyor…
Halkın iddianamesi 3
JİTEM'de ikinci tasfiye dönemi
Mayıs 1993 tarihinde Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olmasının ardından Tansu Çiller Başbakan oldu. Bu dönem Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'tir. Bölge'de bulunan JİTEM'in üst düzey yöneticileri de bu 'değişim'le birlikte batı illerine gönderilmeye başlandı. Albay Arif Doğan Yalova Jandarma Komutanlığı'na, Albay Veli Küçük sırasıyla Kocaeli ve Giresun Jandarma Alay Komutanlığı'na, Albay Cemal Temizöz ise Denizli ve Tekirdağ Jandarma Alay Komutanlığı görevine getirildiler. 1993'te Cem Ersever'in öldürülmesi olayı sonrasında ise Yeşil'in Ankara ve İstanbul operasyonları başladı.
Ersever öldürüldü
25 Ekim 1993'te işadamı Alparslan Ertuğ'un tahsis ettiği Peugeot marka minibüs İstanbul'dan Ankara'ya ulaştı. Sabah saatlerinde Ankara'ya ulaşan emekli Binbaşı Cem Ersever, aracın şöförüne saat 12.00'de Kızılay'da buluşma randevusu verdikten sonra ortadan kayboldu. Saat 12.00'de Ersever, Kızılay'da aracın şöförüyle buluşamadı. Araç şöförü patronu işadamı Alparslan Ertuğ'u arayarak, Ersever'le buluşmanın gerçekleşmediğini bildirmesi üzerine Ertuğ, Ersever'in evine gittiği, Kemal Uzuner'i arayarak Ersever'e ulaşmak istedi. Uzuner, 'Eve iki kişi ile birlikte geldi, valizini aldı gitti' diyor ve iki kişiyi tarif ediyor. Bunun üzerine Ertuğ, İstanbul polisine başvuruyor. İstanbul polisi de Ankara polisine haber veriyor. Ersever'in PKK tarafından kaçırılma ihtimaline karşın Ankara'nın tüm giriş ve çıkışları tutulur. Fakat buna rağmen Ersever'in izine ulaşılamaz. Bir süre sonra Ersever'in cesedi elleri arkadan bağlanmış ağzı bantlı kafasına iki kurşun sıkılmış vaziyette Elmadağ çıkışında kireç ocaklarında bulundu. Yine Cem Ersever'in yardımcısı Mustafa Deniz'in cesedi Ankara Polatlı'da, Ersever'in sevgilisi Neval Boz ise Ankara'nın 90 kilometre uzağında Kızılcahamam Çamlıdere beldesi yakınlarında bulunur.
Perinçek: Çiller Özel Örgütü
Ergenekon davasında tutuklu bulunan İş Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 'Çiller Özel Örgütü' isimli kitabında bu olayları DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in özel örgütüne bağlamaktadır: 'Çiller'in 22 Mayıs 1996'da TBMM'de DYP grup toplantısında yaptığı konuşmalar suç itirafıdır. Çiller'in örtülü ödenekten çektiği 500 milyar lirayı nereye harcandığına ilişkin sözleri aynen şöyledir: Bu sırlar açıklanırsa millet ayağa kalkar, dünya ayağa kalkar. İnsanlar milletler birbirine düşer. Türkiye çöker, rejim tehdit altına girer. Herkes altında kalır. Halka halka, zincir zincir o ülkeden buraya her gün büyüyerek devam eder. (Yeni Yüzyıl 23 Mayıs 1996)'
DYP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Köse'de aynı gün şu açıklamayı yapıyor: 'Bunun açıklanması devletler arası mesele çıkarır. Türkiye'de çeşitli olaylar olur.' 25 Mayıs 1996'da Ertuğrul Özkök, Çiller'in bu parayı 'Milli Güvenlik Kurulu'nun, MİT'in, İçişleri Bakanlığı'nın ve Genelkurmay Başkanlığı'nın bilmediği bir gruba vermiş olabileceği' ihtimalinin açığa çıkarılmasını talep etmiş ve bunu rejim sorunu olarak değerlendirmişti. Ergenekon davasından tutuklu bulunan Gazeteci Adnan Akfırat, Ersever'i tuzağa düşüren kişinin Mustafa Deniz olduğuna dikkat çekmektedir. Mustafa Deniz son dönemde polis özel timiyle Kemal Uzuner ise jandarmayla çalışmaktaydı. Mustafa Deniz tuzağa düşürdüğü eski komutanı Cem Ersever'i doğrudan İbrahim Şahin ve Abdullah Çatlı'ya götürür. Ersever, Çiller'in Başkanlığı döneminde Başbakanlık Poligonu diye bilinen yerde, Çatlı ve ekibi tarafından işkenceyle sorgulandı. Neval Boz ve Mustafa Deniz'de aynı yerde sorguya çekildi. Sorgular videoya kaydedildi. Daha sonra öldürüldüler. Cesetleri Ankara'nın üç çıkışında bulundu. Bütün bu operasyonu gerçekleştirenler Hanefi Avcı'nın ekip ve kader arkadaşlarıdır. Buna karşılık TBMM Susurluk Komisyonu Raporu'nda ise, Ersever'in sorgulamasının bizzat Yeşil tarafından yapıldığına dikkat çekilerek, 'Sorgulamayı yapanlar arasında Mahmut Yıldırım'ın (Yeşil) olduğu iddiası yaygındır' denildi.
Ersever'in PKK tarafından öldürüldüğü ve Özgür Gündem Gazetesi'nin Ersever'i hedef gösterdiği yönündeki haberlere karşın Başbakanlık Susurluk Raporu'nda ise, şunlara dikkat çekildi: 'Eylemin gerçekleşme biçimi, her üçünün fiziki bir zorlanmaya maruz kalmamaları, cinayette PKK ihtimalini yok etmektedir. PKK'nın çok şey bilen bu kişileri 'konuşturmadan' öldürmesi beklenemez. Basının, devlet içinde bir hesaplaşma olduğu veya devletin çok etkili görevlerde bulunanları dahi koruyamadığı veya kolayca feda ettiği kanaatine yol açan yayınlarını da bu vesileyle doğruluk payı olan yorumlar olarak kabul etmek yanıltıcı değildir. Birçok polis görevlisi 'Cem'in öldürülmesini değil, son zamanlardaki faaliyetleri dolayısıyla sorgulanacağını, korkutulacağını tahmin ediyorduk' ifadesiyle olaya ışık tutmuşlardır.
Aslında görüştüğümüz onlarca kişiden sonra olayın cereyan tarzı hakkında bir şüphe duymamak gerekir. Ersever'in zararlı olmaya başladığı, giderek devleti ve kurumlarını hedef tuttuğu, ilişkilerinin yanlış boyutunun büyüdüğü ve yargı önünde bir cezayı hak ettiği muhakkaktır. Burada ve olayı uzunca anlatarak Sayın Başbakan'ın dikkatine sunmak istediğimiz temel husus; bu dönemde Ankara'da oluşan havanın göstergesi olması itibarıyla bu konunun taşıdığı önemdir.'
Uzuner komisyona anlattı
Ersever'in ortadan nasıl kaybolduğuna ilişkin bugüne kadar ciddi bulgulara ulaşılamadı. Ortaya çok sayıda iddia atıldı.
Cem Ersever'in son gören kişiler arasında yer alan Jandarma İstihbarat elemanı ve Habur Gümrük Müdürü Ali Balkan Metel'in, şoförü Kemal Uzuner'in anlatımları Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu'nda görüşleri şöyle yansıdı. Hanefi Avcı TBMM Susurluk Komisyonu'na verdiği ifade de Cem Ersever cinayetinin Metel'in şoförü Kemal Uzuner'in yakalanması halinde aydınlatılacağına dikkat çekti. TBMM Susurluk Komisyonu Raporu'nda, Kemal Serdar Uzuner'e ilişkin şunlar yeraldı: 'Görüştüğümüz Uzuner, Cem'in evine geldiğini, kapalı valizini aldığını, diğer kişilerin de eve geldiğini sonra gittiklerini, anlatmakta ve Cem'le yıllara dayalı ilişkisini açıklamakta, ancak silahlı mücadeleye alışkın ve yatkın Cem ve arkadaşlarının o saatlerde ve ev dışında kaybolmasına hiçbir açıklık getirememektedir. Yine TBMM Susurluk Komisyonu'na bilgi veren Hanefi Avcı'nın, 'Kemal (Uzuner) diyor ki, bana geldi. Saat 12.00'de emanetlerin hepsini kendisine verdik. Kendisinin yanında bir iki tane daha adam vardı' yönündeki sözleri Gazeteci-Yazar Akfırat tarafından ise farklı bir şekilde değerlendiriliyor. Akfırat: 'Ersever minibüsle ve şoförüyle 25 Ekim günü saat 22.00 dolaylarında Kemal Uzuner'in Ankara'daki evine geliyor. Gece orada kalıyor. Uzuner güvendiği biri. Sabah Ersever'le Uzuner evden birlikte ayrılıyorlar. Ankara dışındaki bir eve gidiyorlar. Belgeleri alıyorlar. Kırmızı Peugeot arabalı birisiyle buluşuyorlar. Bu adam Kemal Uzuner'in Alparslan Ertuğ'a aktardığına göre, 170 boylarında, kumral 35 yaşlarında saçlarının tepesi hafif dökülmüş bıyıklı birisidir. Belgeleri alıp gidiyorlar. Tanımlanan şahıs Ersever'in ölmeden önce birlikte görüldüğü son insandır.' Akfırat'ın tarif ettiği kişi ise Suriye uyruklu PKK itirafçısı Hacı Hasan'dır (İbrahim Babat).
MİT: Talimatı Avcı verdi
MİT'e göre; Hanefi Avcı Mahmut Yıldırım'ı çağırarak son dönemdeki faaliyetlerinden ötürü Cem Ersever'in ortadan kaldırılması gerektiğini bildirmiş, daha sonra Mustafa Deniz ve Neval Boz'a yönelerek onların işbirliğini sağlamış, onlar da Avcı'nın talimatıyla Ersever'i infaz grubuna teslim etmişlerdir
MİT'in Başbakanlık Susurluk Raporu'na yansıyan görüşü ise şöyle: 'Cem Ersever'in öldürülmesi ise halen faili meçhul olaylar arasındadır. MİT'e göre; Hanefi Avcı 'Mahmut Yıldırım'ı çağırarak gerekli yerlerde görüştüğünü söyleyerek, son dönemdeki faaliyetlerinden ötürü Cem Ersever'in ortadan kaldırılması gerektiğini bildirmiş, daha sonra Mustafa Deniz ve Neval Boz'a (sevgilisi, karısı) yönelerek onların işbirliğini sağlamış onlar da Avcı'nın talimatıyla Cem Ersever'i infaz grubuna teslim etmişlerdir.'
Ersever, Uzuner'in evinde yakalanıyor
İtiraflarıyla Türkiye'nin gündemine giren Abdulkadir Aygan, Ersever'in ölümüne ilişkin, şunlara dikkat çekiyordu:
'Cem ile Mustafa'nın arası da bozulmuştu. İkisi bir yayınevi kurmuşlardı. Adı Mezopotamya mıydı tam bilmiyorum, hatırlamıyorum. Onu Mustafa'nın üzerine bırakıyor, bir sürü telefon parası geliyor ve Mustafa altından kalkamıyordu. Ankara'da İstihbarat Grup Komutanı olan Nurettin Ata, jandarmada sözü geçen ve istihbaratta komutanlık yapmış eski yardımcısı Aytekin Özen bunu fırsat bilerek Mustafa Deniz'i kafaya alıyor. Bunlar iyilik veya kötülülükle bunu çözüyorlar ve alıkoyuyorlar. Onlar, Cem ne yapmak istiyor, Cem'in gidişatı nedir gibi sorular sormuşlar. Ondan sora Cem eşyalarını, dokümanları almaya geliyor, yani alacak ve çıkacak. Ne yapıyorlarsa evde yakalıyorlar.'
Aygan: Ersever çok uyanıktı
Olayın içeriğini öğrenmek için Ankara'ya gittiğini belirten Aygan, Ersever'in öldürülmesine ilişkin şunları anlatıyordu:
'Kimlik değişimi için gitmiştim. Hem dedim uğrayayım nedir. Bu Nurettin Ata dedi ki: 'Hiçbir şey yapmayın, şerefsizdir, haindir, belasını buldu.' Bu Aytekin Özen yine öyle söyledi. Bunlar geçmişte kendisine yardımcılık yapan kişiler, birlikte çalışan kişiler, bunlar böyle söyleyince ben anladım. Eşref Bitlis olayını da onun üstüne atıyorlardı. Ersever'in patlayıcıyla uçağını düşürdüğünü söylüyorlardı. Nasıl öldürüldü bilemiyorum. Ama olayın gelişimi öyle. Ersever kendisine çok güvenen ve silahına hakim olan bir kişiydi. Ne bileyim ondan hızlı silah çeken zor, çok hızlı silah çekerdi, çok uyanıktı, sırtını yaş şeye vermezdi. Onu bir dostunu kullanarak yakalamış olabilirler.'
Babat: Ben de öldürülecektim
Cem Ersever'in ölümünden bir hafta önce ile Ayvalık'ta M. Zahir Karadeniz ile birlikte buluşan İbrahim Babat, Ahmet Cem Ersever'in kendisini Ayvalık'ta bulunan Karadeniz'in işyerine çağırdığını belirterek, 'Daha doğrusu M. Zahir Karadeniz ile o tarih de Adana Jandarma Bölge Komutanı olan Albay İsmet Yediyıldız, Ayvalık'ta Karadeniz'in işyerinde buluşmamızı organize ettiler. Ersever Binbaşı'ya da bu buluşmayı onlar söylemişler. Nitekim Ayvalık'ta Zahir Karadeniz'in işyerinde Ersever Binbaşı ile buluştuk. Ayvalık'ta buluştuğumuzda Ersever sivil olarak bulunuyordu. Ayvalık'daki buluşmada, Ankara'da bir duruşması olduğunu, duruşmadan sonra eski ekibi Mersin'de toplayıp Türk İntikam Tugayı (TİT) tarzında bir hareket geliştirmek istediğini, bu konuda bir kuruluş toplantısı yapacağını ve çalışmalarda Adana Bölge Komutanı Yediyıldız'ın da kendisine destek verdiğini söyledi. Ben de böyle bir oluşuma destek vereceğimi söyledim' diyor. Ersever'in 3-4 gün Ayvalık'ta kaldıktan sonra gittiğini belirten Babat, İsmet Yediyıldız'la bu görüşme sonrasında yaptığı telefon konuşmasında kendisine Ersever'e sahip çıkmalarını söylediğini ifade etti. Bu telefondan birkaç hafta sonra Ersever'in ölüm haberini aldığını dile getiren Babat, Ayvalık'a çağrılmalarının bir oyun olduğunu belirterek, şunları söyledi: 'Beni de öldürtmeyi düşünüyorlardı. Onun için Ayvalık'a gönderttiler. Ben Ayvalık'ta bulunduğum sırada Hanefi Avcı'ya telefon açarak bu durumu izah ettim. Avcı, beni İstanbul'a çağırdı. Benim tahminime göre, Ersever'in öldürülmesi olayını benim üstüme atmak istiyorlardı. Bu sebeple böyle bir tertip hazırlanmıştı.'
İtirafçı Gül: Yeşil öldürdü
İtirafçı Muhsin Gül: Cem Ersever'i, Yeşil, itirafçı Alaattin Kanat, İbrahim Babat ile Hoca kod adlı kişiler öldürdü. Cem Ersever'in arkadaşı Mustafa Deniz ve sevgilisi Neval Boz'u da aynı ekip öldürdü. Silahlarını Ankara Aydınlıkevler Semti'ndeki jandarma istihbaratına bıraktılar
1994 yılında Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu bulunan Muhsin Gül (Kod adı: Kekeç-Pepe-Metin), 22 Temmuz 1994-16 Ağustos 1994 tarihleri arasında Diyarbakır Cinayet Büro Amirliği'nde verdiği ifadelerde Cem Ersever, cinayetine ilişkin şunları anlattı: 'Ankara Elmadağ ilçesi yakınlarında öldürülen Emekli Binbaşı: Ahmet Cem Ersever'i (Yeşil kod) Ahmet Demir, itirafçı (General Zinnar kod) Alaattin Kanat, (Mete kod) İbrahim Babat ile Hoca kod (ismi bilinmeyen) Antep şivesi ile konuşan gözlüklü 35 yaşlarında, kısa boylu şahısların öldürdüğünü, daha sonra Ersever'in arkadaşı Mustafa Deniz ve sevgilisi Neval Boz'un da aynı şekilde öldürülmelerini müteakip, adı geçenlerin silahlarını Ankara Aydınlıkevler Semti'ndeki jandarma istihbaratına bıraktıklarını ve otobüsle gidecekleri yerlere gönderildiklerini...'
Dosya Meclis'e gönderilmedi
TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, faili meçhul cinayetler arasında gördüğü Cem Ersever cinayetini de araştırdı. Bu cinayete ilişkin dosya ve ilgili bilgileri savcılıklardan istedi. Fakat komisyon ne bilgiye ne de dosyalara ulaştı. 27 Aralık 1993 tarihli bir yazıyla, Cem Ersever'e ilişkin istenilen dosyalar hakkında bilgi veren Ankara DGM Savcısı Kemal Ayhan bu talebin rededildiğini belirterek, bu talebin Adalet Bakanlığı üzerinden istenmesini bildirdi. Komisyon ise, taleplere yanıt verilmemesini, komisyon raporununda eleştirerek Adalet Bakanlığı üzerinden gönderilmemesini eleştirdi. Komisyon raporda, 27 Aralık 1966 tarihli 26747 nolu Anayasa Mahkemesi kararına atıfta bulunularak, 'Anayasa Mahkemesi'nin bu açık hükmü karşısında Cumhuriyet Savcılığı'nın Anayasa'nın hakimlerle ilgili hükümlerine atıfda bulunarak, TBMM'ye bilgi ve belge vermekten kaçınmasının hukuken mazur görülemeyeceği. Kaldı ki, Cumhuriyet savcılarının mevzuatımıza göre Adalet Bakanlığı'nın idaresi altında olduğu, komisyonumuzun TBMM tarafından verilen araştırma yetkisinin kullanıldığı'na dikkat çekildi.
Telefon polemik konusu oldu
Binbaşı Cem Ersever'in öldürülmesi sonrasında Ersever'e ait olduğu belirtilen 0522 216 74 57 nolu telefonda tartışma konusu haline geldi. Adnan Akfırat, 'Eşref Bitlis Suikasti' kitabında, 'Ersever'in ölümüne kadar kullandığı araç telefonuyla ilgili Ersever, Ankara'ya giderken telefonunu Neval Boz'a bırakmıştır. Hanefi Avcı bu telefonun Yeşil diye bilinen Mahmut Yıldırım'da kaldığını söylüyor. Dikkatleri cinayetin faili olarak Yeşil'in üzerine yöneltiyor. Devletin yeraltındaki güçlerinin ayrışmasında askerlerin safında kalan Yeşil'i zanlı göstererek Ersever cinayetinin failinin TSK olduğu kanısını yayıyor' diye yazıyor.
Telefon yeşil adına
Avcı'nın komisyonda gündeme getirdiği ve Ersever'e ait olduğunu söylediği telefonun Kemal Uzuner'e ait olduğu bilgisi ise, Teftiş Kurulu'ndan saklandı. İdil Cumhuriyet Savcılığı'nın 1998 yılında başlattığı soruşturmada, Hanefi Avcı'nın TBMM Susurluk Komisyonu'na verdiği bilgilerde yeralan 0522 216 74 57 NMT Mobil telefonun resmi sahiplerine ulaşıldı. Savcılığın başvurusu üzerine Türk Telekom konuya ilişkin yazıyı, 4 Ocak 1999 tarihinde İdil Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdi. Türk Telekom, bu numaranın ilk olarak 'Kemal Sadık Uzuner' adına tahsis edildiğini, 18 Ocak 1994'te abonenin isteği üzerine söz konusu telefonun 'Aksaray Mah. Pancarlık sok. no 20 Elazığ adresine kayıtlı Ahmet Demir' adına devir işleminin yapıldığı ve abonenin kayıtlardaki en son adresinin 'PK. 33 Elazığ' olduğu söz konusu NMT mobil telefonun 13 Kasım 1997'te borcundan dolayı iptal edildiğini belirtti. Haberleşme bilgilerine ilişkin yapılan konuşmaların ayrıntılarının 6 ay saklandığından borcundan dolayı iptal edilen telefona ait dokümanların gönderilemeyeceği vurgulandı. Türk Telekom tarafından İdil Savcılığı'na gönderilen Ahmet Demir'in kimlik bilgileri şöyle: 'Siverek Nüfus İdaresi'nden 11.08.1986 tarihli ve 2159 sayılı nüfus cüzdanına göre; Baba adı: Selahattin, Anne adı: Meryem, D. Yeri tarihi: Siverek 01.01.1950, Cilt: 025/01, Sh:62, Kütük:110, Nüfusa Kayıtlı olduğu il Ş.Urfa / İlçe: Siverek, Mah: Cumhuriyet.'
İZZET AYDIN
YARIN GAZETENİZ ALTERNATİF'TE:
İtirafçılar Nokta Dergisi'ni kullandı
Diyarbakır'da TİT'in adresi JİTEM
Yeşil neden Ankara'ye yerleşti
Emniyet MİT görüşmesini kayda aldı
Bin operasyon
Halkın iddianamesi 4 Cem Ersever'in ölümü sonrasında İstanbul ve Ankara'ya sıçrayan faili meçhul cinayetlerde çok sayıda işveren öldürüldü. Bu ölümlerin, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in bir konuşmasında söylediği, 'Elimizde PKK'ya yardım eden işadamlarının listesi var' açıklamasından sonra peş peşe gelmesi ise dikkat çekiciydi
Çiller ve Ağar'dan 'bin operasyon'
Cem Ersever'in ölümün üzerinden bir ay geçmeden Nokta Dergisi, Cem Ersever'in ölümünü irdeleyen bir dizi yayınladı. Bu dizide yeralan TİT mensubu Ali Pınar, ilginç açıklamalarda bulunmaktaydı. Ali Pınar'ın daha sonra ise kim olduğu ortaya çıktı. Arka profilden çekilen fotoğrafları yeralan Ali Pınar, Diyarbakır OHAL'da sivil memur olarak çalışan PKK itirafçısıydı. Adil Timurtaş, röportaj yapıldığı tarihte Diyarbakır Cezaevi'nde bulunması gerekirken, bir sahil kasabasında Nokta muhabirleriyle buluşuyordu. Adil Timurtaş, Cem Ersever'e çok uzak bir isim değildi. Fakat kendi ismi yerine aynı zamanda Diyarbakır'ın bir mahallesi olan Ali Pınar adını kullanıyordu. (Adil Timurtaş'ın 2007 yılında Tempo Dergisi muhabirlerini 'Seni Yeşil'le buluşturacağım' diye bir sahil kasabasında dolandırarak bilgisayar ve cep telefonlarına da el koyduğu iddia ediliyor.) Kendisini TİT mensubu Ali Pınar olarak göstererek bir röportaj yapan Timurtaş, JİTEM'in kuruluşundan faili meçhullere varana dek birçok konuda açıklamalarda bulundu. Diyarbakır DGM Savcılığı 2002/60 nolu dosyada bulunan bu röportajda, Timurtaş'ın sırttan çekilen bir fotoğrafı da yeraldı. Röportajda Cem Ersever ve Mustafa Deniz cinayetinin, Mete kod adlı İbrahim Babat tarafından gerçekleştiği anlatılıyordu. Aslında bu Timurtaş ile Babat arasında JİTEM içerisinde başlayan kavganın devamıydı. İtirafçı Abdulkadir Aygan, Adil Timurtaş'ın JİTEM'e girmesinin Babat tarafından engellendiği için aralarında husumet bulunduğuna dikkat çekiyor.
İtirafçı Adil Timurtaş, Nokta Dergisi'ne verdiği röportajda, Ersever'in uyuşturucu işinden Çekiç Güç'e kadar birçok konuda bilgisi olduğunu, bunlar konusunda çektiği kasetlerin Genelkurmay'a ulaştığını, bu nedenle Ersever'in susturulmak için değil, bir iç hesaplaşma nedeniyle öldürüldüğünü belirtiyor
Diyarbakır'da TİT'in adresi JİTEM Nokta Dergisi muhabirleri Ayşe Önal ve Can Karakaş ile bir sahil kasabasında buluşan Adil Timurtaş, 72 saat süren bir görüşme yapmıştı. İşin ilginç yanı ise bu röportajı yapan Adil Timurtaş'ın arabasında kalaşnikof marka silah bulunması nedeniyle, Diyarbakır Cezaevi'ne konulmasıdır. Ve Timurtaş Diyarbakır Cezaevi'nde bulunması gerekirken bir sahil kasabasında gazetecilerle buluşacak kadar da rahattı. Görüşmenin ardından taraflar ayrılırken birinin ölümüne kadar saklanmak üzere bir hatıra fotoğrafı da çektiler. Röportajda, Ali Pınar, Cem Ersever'in öldürülmesini, 'Binbaşı bir haindi' sözleriyle değerlendiriyordu. Ersever'in öldürülmesinden 24 gün sonra yapılan bu röportaj ile hem Ersever'in ölümü daha da karmaşık bir duruma getirildi, hem de Ersever'e bağlılıklarıyla bilinen JİTEM bünyesindeki itirafçılara gözdağı verildi. Timurtaş, röportajında Ersever'in uyuşturucu işinden Çekiç Güç'e kadar birçok konuda bilgisi olduğunu, bunlar konusunda çektiği kasetlerin Genelkurmay'a ulaştığını, bu nedenle Ersever'in susturulmak için değil, bir iç hesaplaşma nedeniyle öldürüldüğünü belirtiyor. Timurtaş'ın söylediklerinin dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in açıklamalarına paralel olduğu görülüyor.
İnfazlar Ankara-İstanbul'da Ekim 1993'te Ersever'in ölümünün ardından faili meçhul cinayetler Ankara ve İstanbul'da yoğunlaştı. Yine bu kentlerde bombalama olayları başladı. İlk bombalamalar DEP Genel Merkezi ve DEP'e ait binalarda gerçekleşti.
Saygı Öztürk 'Devletin Derinliklerinde' isimli kitabında bu bombalamaların izini sürdü. Öztürk, şunlara dikkat çekiyordu: 'Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar polisevinde gazetecilere iftar yemeği veriyordu. Telsizlerden bombalama haberi geçince, DEP Genel Merkezi'nin bombalandığı ortaya çıktı. Taşanlar bir süre sessiz kaldı. Çorbasından bir kaşık aldı, orada kalan gazetecilere 'Arkadaşlar kusura bakmayın ben gitmek durumundayım' dedi. Dişlerini sıktı bu yine onun işi diye içinden geçirdi. O günlerde bu partiye yakın olan dernekler ve yayın organlarının binaları peş peşe bombalanıyordu. Failler ise bir türlü yakalanamıyordu. Kimin yaptığı ise belirlenemiyordu. Aslında şüphelenilen kişi belliydi; Yeşil. Yeşil başlarına bela olmuştu. Bu kişi Ankara'da eylemler yaptıkça emniyet yetkililerinin üzerinde de 'Siz uyuyor musunuz' diye baskılar kuruluyordu. Yeşil'in kim olduğunu ve kimler tarafından korunduğunu biliyorlardı. Yani ona dokunmaları mümkün değildi.'
Mehmet Eymür 1993'te Doğan Güreş'in JİTEM'de bulunan ekipleri tasfiye ederek yeniden yapılandırılmasının ardından Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım'ın MİT'e çalıştığını 23 Temmuz 2000 ATİN sitesinde yayınladığı bir makaleyle anlattı: 'Zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal da bu konuda bir hayli tereddütlüydü. Yeşil'in bütün mazisinin MİT'e monte edilmesinden endişe duyuyordu. Ben Yeşil'in ortalarda denetimsiz bırakılmasının daha vahim neticeler vereceğini düşünüyordum. Mehmet Ağar, resmi bir toplantı için MİT'e geldiğinde MİT Müsteşarı'nın yanında kendisine mealen 'Bu adamı siz de, jandarma da kullanmış, şimdi ortalarda bırakmışsınız. Bu tip adamları sahipsiz bırakırsanız 'suç makinası' haline gelirler, buna bir şekil bulun' dedim. Ağar, jandarma ile konuşacağını söyledi, ancak bir netice çıkmadı.'
Yeşil Ankara'ya yerleşti Mehmet Eymür tarafından kurulduğu iddia edilen ATİN sitesinde Yeşil'in Ankara'ya yerleşmesine ilişkin ise, şunlara yer verilir: 'Yeşil'in bu bölgede de deşifre olması ve taraflı basın organlarında adının birçok faili meçhul ve haraç alma olayına karıştırılması üzerine jandarma 1994 yılında, kendisini ailesiyle birlikte batıya, Ankara'ya yolladı. Aktif çalışmaya alışmış olan Yeşil, Ankara'ya intibakta zorlandı.' Eymür'ün bu makalesine karşılık Saygı Öztürk kitabında, Yeşil'e ilişkin şunlara dikkat çekiyordu: 'Yeşil'in eylemleri Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin yanısıra istihbarat dairesinin de hayli canını sıkıyordu. Eylemlerini önlemek için Yeşil, yakın takibe alındı. Elinde çok sayıda uzaktan kumandalı patlayıcılar olduğu biliniyordu. Yeşil'in eylemlerini durdurmak için Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi bu kişiye yönelik taciz takibi başlattı. Bu sık sık başvurulan bir yöntemdi. Kişiye 'Ben senin ne yaptığını biliyorum' mesajı verilmek isteniyordu. Taciz takibinde kişiye takip edildiği hissettirilip, rahatsız edilirdi. Aslında Yeşil'i izleyen sadece emniyet değildi. İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan'ı telefonla arayan MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür'de. Eymür telefonla 'Mahmut Yıldırım'ı izliyor musunuz' dedi. Mahmut Yıldırım Yeşil'in adıydı. Emin Aslan bizim onunla ilgili bir çalışmamız var dedi. Bu konu önemliydi ve ortada karışık bir durum vardı.'
Emniyet MİT'i kayda aldı Emin Aslan, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a bu konuyu açtı. Eymür'ün kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Görüşme esnasında odada bulunan Eken, 'Konuşmayı mutlaka banda al' uyarısında bulundu. İstihbarat Daire Başkanı teknik takipten sorumlu yardımcısını aradı ve teyp istedi. Eymür'ün odasına girdiğinde teybi çalıştırdı. Emin Aslan görüşmede Cem Ersever'e Güney Kürdistan'da kullanılmak üzere verilen patlayıcıların Yeşil'de bulunduğunu tespit ettiklerini, son günlerde Ankara'daki patlamaların kamuoyunda yankısının büyük olduğunu söyledi. Eymür, 'Yani patlayıcılar için mi izliyorsunuz' diye sordu. Aslan da, 'Evet' dedi. Eymür yan odada bulunan Yardımcısı D.F'yi (Duran Fırat) çağırttı. 'Bu Yeşil'deki patlayıcılarla ilgili ne yaptık' dedi. D.F, patlayıcıların Yeşil'den alındığını ve malzemenin kendilerinde olduğunu belirtti. Eymür Yeşil'in izlenmemesini istedi. Yıllar sonra Mehmet Eymür sitesinde 'Emniyet Yeşil'e patlayıcı vermiştir' iddiasında bulundu. Emin Aslan, Amerika'ya Eymür ile röportaja giden bir gazeteci üzerinden ona, yaptığımız konuşmaların ses kaydının televizyonlara verileceği bilgisini ulaştırınca Eymür bu iddiayı siteden çekti.
Kim doğru söylüyor? Korkut Eken'in Saygı Öztürk'e anlatıkları Mehmet Eymür'ün 23 Temmuz 2000 tarihli makalesiyle çelişmekteydi. Eymür bu makalesinde, şunları söylemekteydi: 'Korkut Eken, 12 Aralık 1994 günü ekibi ile Azerbaycan'a gitti. Benim hakkımda 'ülkücü katili' şeklinde konuşmalar yapıyormuş. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şubesi'nde görevli A. Binbaşı Korkut Eken'le benim için görüştü, beni müdafaa etti. Ancak görüşmeden bozuk ayrılmış. Mehmet Ağar bütün gelişmelerden haberdar. A. Binbaşı'nın elinde M. Ağar ile ilgili 42 milyar liralık bir yolsuzluk belgesi var, fakat kullanamıyor.' Aynı tarihlerde Yeşil'in 'adamlarımdan biri' diye bahsettiği bir kişi kaçarken polisler tarafından ayağından vurulmuştu. Yeşil, 'Ayın birinde İstanbul'da polisler Osman Özbek isimli adamımı kaçarken ayağından vurdu. Ne kadar malzeme varsa gitti. Ev, araba, cep telefonları, çağrı cihazları, elbiseler hepsi gitti. Adamım şimdi İstanbul'a giremiyor. Bu çocuğun yaptığı özel bazı mafyavari işler vardı' diyordu. (Yeşil'in kastettiği kişi bu sayfalarda daha önce bahsettiğimiz Ergenekon davasından tutuklu bulunan Osman Gürbüz'dür.)
Diyarbakır'da Avukat Mustafa Özer'in arabasının bombalanması, Yeni Ülke Gazetesi ve Özgür Halk Dergisi'nin bombalanması ile Ankara'da Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde kullanılan patlayıcıların Cem Ersever'in ölümünün ardından Yeşil'in eline geçmesi, Yarbay Korkut Eken tarafından da doğrulandı
Patlayıcıları Eken de doğruladı Diyarbakır'da Avukat Mustafa Özer'in arabasının bombalanması, Yeni Ülke Gazetesi ve Özgür Halk Dergisi'nin bombalanması ile Ankara'da Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde kullanılan patlayıcıların Cem Ersever'in ölümünün ardından Yeşil'in eline geçmesi Yarbay Korkut Eken tarafından da doğrulandı. 'Devletin Derinliklerinde' kitabında, şunlar belirtildi: 'Yarbay Korkut Eken Cem Ersever Güneydoğu'daki çalışmalarını biliyordu. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a 'Cem'i emniyete alalım' dedi. Ağar, 'Bilmediğin bazı şeyler var. Almamız doğru olmaz' dedi. OHAL Bölge Valiliği Cem Ersever'e Kuzey Irak'ta yapacağı bazı faaliyetler nedeniyle uzaktan kumandalı patlayıcılar almıştı. Örtülü ödenekten alınan bu patlayıcılar Cem Ersever'e teslim edildi. Ersever bunların bir kısmını kullandı ve örgüte büyük darbeler indirdi. Ersever ayrıldıktan sonra bu patlayıcıların bir kısmını yetkililere teslim etmemişti.'
Ankara-İstanbul eylemleri Cem Ersever'in ölümü sonrasında İstanbul ve Ankara'ya sıçrayan faili meçhul cinayetlerde çok sayıda işveren öldürüldü. Bu ölümlerin, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in bir konuşmasında söylediği, 'Elimizde PKK'ya yardım eden işadamlarının listesi var' açıklamasından sonra birbiri ardına gelmesi ise dikkat çekiciydi. Eken'in bir kahraman olarak anlatıldığı 'Devletin Derinliklerinde' bir takım operasyonlar da anlatılmaktadır. O döneme ilişkin olarak Mehmet Ağar 'Bin operasyon' sözlerini kullandı. Fakat bu 'Bin operasyon' bir türlü açığa kavuşamadı. O dönem İstanbul ve Ankara'da işlenen birçok cinayet aydınlatılamadı. Bu cinayetlerin 'Bin operasyonun' parçası olup-olmadığı konusunda ise bugün kadar tek bir resmi açıklama yapılmadı.
Bin Operasyon DEP Genel Merkezi, DEP Ankara İl Örgütü ve Özgür Gündem Gazetesi Ankara Bürosu bombalandı.
3 Aralık 1994'te Özgür Ülke Gazetesi'nin İstanbul Kumkapı ve Coğaloğlu'nda bulunan binaları bombalandı, gazete görevlisi Ersin Yıldız yaşamını yitirdi.
Behçet Cantürk: 14 Ocak 1994'te işyerinden evine giderken, tanıdığı bir polis müdürü sayesinde arabasından alındı. Bir gün sonra Sapanca yakınlarında şoförüyle birlikte cesedi bulundu.
Yusuf Ekinci: 25 Şubat 1994'te Liceli Avukat, Behçet Cantürk gibi Ankara'da Doktorlar Sitesi yakınlarında kaçırılarak öldürüldü.
Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım: 3 Haziran 1994'te sabah 04.30'da Çınar Oteli kumarhanesinden çıkınca polis olduğunu söyleyen kişiler tarafından araçları durduruldu, 34 CK 420 plakalı Mercedes araca zorla bindirildiler. Cesetleri Bolu'nun Yığılca ilçesine bağlı Melen Deresi kenarında bulundu.
Medet Serhat: 11 Kasım 1994'te arabası taranarak öldürüldü. Medet Serhat'ın eşi Yurdanur Serhat eşini öldüren MHP itirafçısı Nurullah Teyfik Ağansoy'u tanıdı. Teyfik Ağansoy ise 27 Ağustos 1996'da İstanbul Bebek'de bir çatışmada öldürüldü. Ağansoy Alaattin Çakıcı'nın eski sağ koluydu. Ağansoy'la Bebek'te çatışmaya giren Çiller'in koruma polisi Celal Babür ölürken, Ferda Temel ise ağır yaralandı. Ağansoy'un eşi, Ağansoy'un ölümünden dönemin İstanbul Emniyet Yardımcısı Hüseyin Kocadağ'ı sorumlu tuttu. Kocadağ ise, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen kazada, Abdullah Çatlı ile birlikte kazada öldü.
Namık Erdoğan: Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı'ydı. 1994'te Ankara'da kaçırıldı ve öldürüldü.
Faik Candan: DEP Ankara İl Başkanı'yken kaçırıldı ve öldürüldü. (Candan askerlik yaptığı dönemde Bölge'de sürdürülen kirli operasyonların tanığı da olmuştu.)
65'lik köylünün öldürülmesi Ankara'da kaçırılarak öldürülen DEP İl Başkanı Faik Candan, Eylül 1989'da askerlik yaptığı Siirt Eruh'da yaşanları, 21 Ocak 1991'de İkibin'e Doğru Dergisi'ne anlattı. İkibin'e Doğru Dergisi Candan'ın anlatımlarına 8 sayfa yer verdi. Hasan Yalçın, Selami İnce, Zihni Erdem tarafından hazırlanan ve derginin kapağı olan haber, 'General Türe'nin emriyle köylüyü kurşuna dizdik' başlığıyla verildi. Faik Candan kısa dönem askerliğini yapmak için Ankara'dan Siirt 70 Piyade Tugayı'ndaki birliğine katılmak üzere 28 Haziran 1989 tarihinde otobüse bindiğinde yanına İkibin'e Doğru ile birlikte Medya Güneşi dergilerini almıştı. Okuyup Kayseri'de atmayı düşünüyordu. Kırıkkale'de yanına oturtulan yolcu Eruh Güçlükonak Jandarma Karakol Komutanı Astsubay İsmail Apaydın. Apaydın dergileri görünce ilk sorduğu soru, bunların yasal olup olmadığı. Ve sonra Faik Candan'a PKK sempatizanı damgası vuruluyor. Kısa dönem askerlik yapılanlar dağa gönderilmezken, Candan usta askerlerle birlikte operasyonlara çıkarılıyor. Ve Candan bu dönem Körüklükaya'da sivil insanların ölümüne tanıklık ediyor. Candan'ın anlatımıyla, 65 yaşındaki Halil Başkurt, bizzat Tuğgeneral Erdinç Türe'nin Asteğmen Nami Acar'a 'intikamını almadan dönmeyin' talimatının ardından kurşuna diziliyor. Ardından ise Halil Başkurt'un köyü Tünekpınar boşaltılarak, bütün evler ateşe veriliyor. Tarih ise 3 Eylül 1989. Faik Candan, 'Bu sırrı vicdanımda taşıyamam' diyerek İkibin'e Doğru Dergisi muhabirlerine anlatmıştı. Vicdanının sesini dinleyen Candan, tam üç yıl sonra DEP İl Başkanı iken, bürosundan ayrıldıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamadı. Çünkü o da kaçırılıp öldürülmüştü.
Halkın iddianamesi 5
Bölge'de 90'lı yılların başında yaşanan gelişmeler devletin inisiyatifi yitirmesine neden oldu. Devleti yöneten kadrolar adeta ikinci bir ordu olan JİTEM bünyesindeki tetikçi ordusunu kullanarak halk üzerinde yitirdiği inisiyatifi bu yöntemlerle ele geçirmeye çalıştı
Devletin tetikçi ordusu: JİTEM
Korkut Eken'in Yeşil'in kendisini vuracağına ilişkin beyanatına 23 Temmuz 2001 tarihindeki ATİN sitesinde 'MİT'te görev' başlıklı makalede değinen Mehmet Eymür, 'Korkut Eken'le Problemli' ara başlığıyla şunlara dikkat çekiyordu: 'Beyanlarına göre, Yeşil'in Korkut Eken ve polis ile problemleri, 1994'ün son aylarında başlamıştı. Kemal Horzum'dan her ay aldığı 250 milyon lira yardımın azalması üzerine, Kürt Ahmet lakaplı Ahmet Turgut'tan para istemesini neden gösteriyordu. Daha sonra Arnavut Sami olayı, ilişkileri iyice gerdirmişti. Kasım 1994 sonunda Korkut Eken'in, İstanbul'da Kürşat Yılmaz, Yavuz Bıçakçı ve Ahmet Güzel isimli arkadaşlarını gözaltına aldırıp, hakkında bilgi topladığını öğrenmişti' diyordu.
Yeşil'i Taşanlar sorguladı Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım'ın emniyette gördüğü işkenceler nedeniyle kaburgalarının kırıldığı da aynı camiada yoğun olarak konuşuldu. Yeşil'in gözaltına alınmasına ilişkin ise farklı anlatımlar mevcut. Yeşil'in gözaltına alınmasına ilişkin itirafçı Abdulkadir Aygan, şunları anlatıyor: 'Diyarbakır'da Jandarma İstihbarat Grup Komutanı Binbaşı Abdulkadir Kırca vardı. O zaman Alaattin Kanat, Lokman Çetin ve bir veya iki tanıdığım itirafçı JİTEM'e gelip gitmeye başladılar. Bunların Ankara'ya gitmeleri için uçak bileti alındı. Yeşil de Ankara'ya gitti. Cem Ersever'in olayı oldu, olayı duyduk. Sonra Yeşil JİTEM'e geldi. Baktık köprücük kemiği kırılmış, ne oldu dedik, ya sormayın trafik kazası geçirdim dedi. Biz sonra öğrendik ki, MİT yakalamış bayağı sıkıştırmışlar, o esnada olmuş bu olay. Geldiğinde Cem Ersever kullandığı aracın Mobil telefonu yanındaydı. Hatta ben yanıma yazdım. Beyaz Toros araba binek tipi onu da getirmişti.'
Ağar'dan Yeşil'e davet Mehmet Eymür'e ait ATİN sitesinde ise gözaltına ilişkin olarak 23 Temmuz 2001 tarihli makalede şöyle denildi: 'Yeşil, Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne alınmadan bir hafta kadar önce, polisler onun yakın arkadaşlarını gözaltına almışlardı. Bu konuyu ise şöyle naklediyordu Yeşil: Sorgu çok ağır geçmiş, işkence yapılmış. Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar bizzat sorguya katılmış. Sorguda ağırlıkla benim üzerimde durmuşlar. Cem'in yazdığı kitabı açarak Tunceli'den, Muş'tan başlayarak sorular yöneltmişler. Çocuklar, istiyorsanız telefon ve çağrı numarasını verelim, arayın buraya çağırın, kesin gelir, gelmez ise bizi öldürün demişler. Gerçekten de çağırsalardı giderdim. Devletten kaçmak olmaz, ben devlet ile uğraşamam. Adamların sorgulanmasında tamamen beni hedef aldılar, bana göz dağı vermek istiyorlar. Bana açıkça 'çalışacaksan, bizim hesabımıza çalış' şeklinde Mehmet Ağar kaynaklı bir mesaj ilettiler. Ben Mehmet Ağar'ın kim olduğunu gayet iyi biliyorum.'
MİT girişimde bulunmamış Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar'ın girişimleriyle gözaltına alınan Yeşil, gözaltına alındığı dönemde MİT ile çalışmaktadır. Yeşil gözaltına alındığında MİT'in devreye girmediği iddia edilmektedir. Bu iddiaya gerekçe olarak Mehmet Eymür'ün ATİN sitesinde yayınlanan, 'Bu sözlü anlaşmada belirtildiği gibi, MİT'in Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınan YEŞİL'le ilgili, dolaylı veya dolaysız hiçbir teşebbüsü olmamıştır' sözleri kanıt olarak gösterilmektedir.
MOSSAD'dan alınan silahlar Kürt Halk Önderi Öcalan'a yönelik suikastte kullanılacaktı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde Öcalan'a suikast hazırlığı yapılırken, Başbakanlıkta 'Apo Zirvesi' düzenlendi. Çiller bakanlığındaki toplantıda sadece emniyetin değil diğer birimlerin de suikastte görev alması kararlaştırıldı</B< td>
Suikastler bu dönem planlandı Saygı Öztürk'ün 'Devletin Derinliklerinde' adlı kitabında, devletin 50 milyon dolarlık silah alımı ve bu silahların nerede kullanılacağına ilişkin bilgiler de yeraldı. MOSSAD'ın işbirliği ile alınan bu silahların fiyatının yarısı devletin örtülü ödeneğinden ödendikten sonra operasyon başarıya ulaşamadığı için kalan para ödenmedi. Bu krize de yolaçtı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a suikast hazırlığı yapılırken, Başbakanlıkta 'Apo Zirvesi' düzenlendi. Çiller başkanlığında yapılan toplantıda sadece emniyetin değil diğer birimlerin de görev alması kararlaştırıldı. Ankara Atatürk Orman Çiftliği içinde bulunan MKE'ye ait fişek makinası bu istihbaratların toplandığı merkez haline getirildi. 'Devletin Derinliklerinde' adlı kitabında, dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve istihbarat birimlerinin önde gelenleri biraraya gelip toplantı yaptıklarına dikkat çekildi. Kitapta, Genelkurmay, MİT, Jandarma ve Emniyet istihbaratı yöneticileri düzenli olarak burada toplanıp bilgileri derlediler. Suriye'den gelen bilgilerin toplandığı merkezde bu tartışmalar yaşanırken, İstanbul Polat Rönesans Oteli'nin suit odasında ise Mehmet Ağar, yardımcısı Ertuğrul Oğan, Higtech yetkilileri Rony Lerne ve Goby Cohen biraraya gelerek toplantı yaptılar. Toplantının tercümanlığını ise Haspro firmasının Türkiye temsilcisi Etaç Tinmar yapıyordu. Burada Abdullah Öcalan'ın öldürülmesi ve özel timlere alınacak olan silahların pazarlığı yapıldı. Yapılan pazarlıkta 50 milyon dolara anlaşma sağlandı. Silahlar örtülü ödenekten sağlanacak olan parayla alınacak ve bunlar hibe edilmiş gibi gösterilip Türkiye'ye getirilecekti. Bu silahların parasının ilk taksiti 11 Kasım 1993, ikinci taksiti ise 19 Ocak 2004 yılında örtülü ödenekten Mehmet Ağar'a gönderilen bir çekle Merkez Bankası Ankara Şubesi'nden çekilerek İsraillilerin hesabına yatırıldı. Bu işleme ilişkin tutanaklar ise 7 Şubat 1994 tarihinde Müsteşarlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılan denetimin ardından yakıldı. Alınan silahlar Antalya'ya gönderilerek burada dağlık alanda eğitim çalışmaları yapan gruba teslim edilmişti. Higtech yetkilileri ile yapılan anlaşmanın ardından Türkiye'den bir istihbarat heyeti İsrail'e giderek MOSSAD ile görüştü. Görüşmede Suriye ve Bekaa'da PKK'ye ait kampların bilgisi alındı. Öcalan'a suikast için Suriye'de 5 ev tutuldu. Eylemden sonra gizlenecek ve kaçacak olan ekibin bağlantıları ayarlandı.
Takvim'in haberi planı bozdu Bu planın hazırlandığı tarihte Takvim Gazetesi'nin birinci sayfasında 'Apo'nun öldürülmesi için bir özel tim hazırlandı' haberi ise tüm planları altüst eder. Daire Başkanı Eymür, MİT Müsteşarı'na giderek bu gazeteyi göstererek, 'Emniyet operasyonu sattı' dedi. Köksal Sönmez bunun üzerine Başbakan Tansu Çiller ile görüştü. Randevu istedi. Ve bu operasyonu MİT'in yapmasını isteyerek, 'Efendim bu operasyonu biz yapalım, her şeyimiz hazır' dedi. Bu görüşmenin ardından Mehmet Ağar Başbakanlık'a çağrıldı. Ağar, yardımcısı Mustafa Aydın ile İstihbarat Dairesi Başkanı Emin Aslan'ı da çağırdı. Başbakanlık Koruma Müdürü'nün odasında bu haberin nasıl sızdığını Ağar yardımcılarına sordu. Ağar burada haberi yeniden okudu. 'Masa başı olduğu belli' dedi. Gazeteci hakkında da 'ideolojik bir yanlışlığı olmayan birisi' değerlendirmesi yaptı. Ağar Başbakan Çiller ile görüşmeye girdi. Görüşme çıkışında ise, 'Operasyon bizim dışımızda olacak' dedi. Bu haber MİT ile emniyetin arasını açtı. Bu haber daha sonra bir gazete manşete taşıdı.
Saygı Öztürk'ün kitabında bu konuya ilişkin şunlara dikkat çekildi: 'Eken'e danışman olarak görev yaptığım 24 Haziran 1994 tarihinde bazı silah ve mühimmatları ismini vermeyeceğim yabancı bir ülkede çalışma yapılırken ihtiyaç halinde kullanılmak üzere zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın talimatıyla teslim aldım. Ancak 1996 yılının Mart ayında benim görevden ayrılmam ve bu silahların benden geri istenmesi nedeniyle temin edebildiklerimi Emniyet Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirdim. Ancak bazılarını bulundukları ülkede ortamın müsait olmaması nedeniyle görevli şahıslardan temin etmem mümkün olmadı. Cumhuriyet Savcısı'na ifade veren Korkut Eken, 'Sayın Savcım yapılacak operasyondan Başbakanımızın bilgisi var. Ben bu operasyonların hangi ülkeye yapacağımızı size söylerim. Ancak basına sızarsa ülkeler arasında müthiş sorun olur.' Savcı: Tamam tamam söylemeyin, ülke adı da yazmayız. Onun yerine x ülke deriz.'
Operasyonlar nereye yapılacaktı? 50 milyon dolar verilerek alınan silahların ilk hedefi Suriye'de bulunan Abdullah Öcalan'dı. İkinci hedef ise Doğu Perinçek'e göre Haydar Aliyev'di. Azerbaycan'da bir darbe planlanarak Aliyev'in iktidardan uzaklaştırılması ve Elçibey'in yeniden getirilmesi planlandı. Doğu Perinçek Susurluk Komisyonu'na verdiği 183 sayfalık dosyada bu konuya da dikkat çekerek, 'Çiller Özel Örgütü'nün 1995 Mart ayında Azerbaycan'da Haydar Aliyev'e karşı darbe tertiplediği' ifadelerine yer verildi. Üçüncü bir operasyon ise Hollanda'da gerçekleştirilecekti. Bu operasyon nedeniyle Abdullah Çatlı ile bir anlaşma da yapıldı' dedi.
Öcalan suikasti başarıya ulaşmadı Eken, bu bombalama olayı ile suikast girişimini şöyle anlatıyordu: 'Fazla yaklaşamamışlar. Bomba yüklü aracı uzağa koydular. Hesabı kitabı bilmediler. Hesabı vardır bunların, gramı vardır, kilosu vardır, mesafeye göre, hacme göre. Bunları kitap yazmış, öğrenmek için alim olmaya gerek yok. Bunların hesabını yapamadılar. Korkut Eken'in seri numaraları yazılıp zimmet karşılığı teslim edilen silahların bazıları komşu bir ülkede müthiş bir eylemde kullanılacaktı.'
Cinayetlerin adresi Yeşil Kitapta İstanbul ve Ankara'da işlenen cinayetlere de atıfta bulunularak, 'O günlerde herkes ne oluyor demeye başladı. Devlet içinde bir çetenin PKK'ye yardım eden işadamlarına yönelik eylemleri ve faili meçhul cinayetlerin yoğunluğu işadamlarını korkutmuş, sıranın kimde olduğu tartışılır hale gelmişti. Cinayetleri kimse üstlenmiyordu. Yargısız infazların sorumlusu olarak o günlerde en çok Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın adı geçiyordu. Ayrıca özel harekatçılar ile yeraltına dünyasıyla bağlantılı kişilerin de bu infazların içinde yeraldığı iddialar arasındaydı' deniliyor. Temmuz 2001 tarihli ATİN sitesinde yeralan MİT'TE GÖREV başlıklı makalede, çeşitli yerlerden tehdit alan Mahmut Yıldırım için 'Olaydan 10 gün kadar önce, A. ÇATLI da telefon ile aradı ve dikkatli olmamı tembih etti, aynı günlerde oğlumun devam ettiği karate salonuna gelen telsizli iki şahs oğluma, benimle ilgili sorular yöneltmişler' sözleri yeralıyordu.
Avcı kabul ediyor TBMM Susurluk Komisyonu'na bilgi veren Hanefi Avcı, Bölge'deki eylemlerin İstanbul'a sıçradığına dikkat çekerek, 'Behçet Cantürk'ün, Savaş Buldan'ın ve beraberinde gelişen 5-10 tane eylemin bu gruplar tarafından yapıldığı, bir takım bombalamaların da bunlar tarafından yapıldığı çok açık olarak biliniyor. Bu benim mıntıkamda, İstanbul'daki olaylar' sözüyle anlatıyordu. Avcı, MİT ve istihbarat konusunda ise şunlara dikkat çekmişti: 'MİT, Jandarma diyelim üçe bölelim. Emniyet içerisinde İbrahim Şahin ve Korkut Eken'e bağlı gruplar aslında bir grup. Ama Korkut Eken sivil kişilerle de irtibatlı. İbrahim resmi polislerle irtibatlı. Milli İstihbarat'ta Mehmet Eymür ve ona bağlı insanlar. Bir kısmı özel harpten geçme. Özellikle Duran Fırat, en başta orada bir grup var. Onun sivil unsurları var. Jandarmada eskiden JİTEM vardı. O da şimdi Jandarma İstihbarat Başkanlığı ve istihbarat grupları olarak değişti. Bunlar başlangıçta kuruluşları vatana millete hizmet, teröristlerle değişik yöntemlerle hesaplaşacağız diye ortaya çıktılar. Ama şu anda hepsi mafyacılık yapıyor.'
Ağar Mesut Yılmaz'ı suçladı Ağar, Öcalan'a yönelik suikast planında 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'ın da yer aldığını söyledi. Plana göre Öcalan, Mahsun Korkmaz Akademisi'ne giderken yol üzerindeki bir minibüse yerleştirilecek patlayıcılarla yok edilecekti. Operasyon, adını Öcalan'ın o sırada kullandığı zırhlı Mercedes'ten alıyordu. Plan uygulamaya konuldu ancak Öcalan son anda kurtuldu. Ağar Öcalan'ın kurtulmasının Mesut Yılmaz tarafından sağlandığını da iddia ediyor. Ağar, 'Güvenlik güçlerinin müşterek bir operasyonu olacaktı o. Ama gelin görün ki, erken bir tarihte başarısızlığa uğradı. Çünkü bizim ismini bildiğimiz birileri, meseleyi basına sızdırdı. Başarılacak bir işti, başarının önüne geçildi. Sızdıran kişinin tespiti mümkün değildir ama ben onu biliyorum. Ama tespit etme imkanım yok' dedi. Öcalan'a yönelik saldırıda, Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'nın 19/10/1995 tarih ve 20.00.002 sayılı tahsisat yazısında Müsteşar Sönmez Köksal, Operasyon Başkanı Şenkal Atasagun ve Operasyon Başyardımcısı Mehmet Eymür'ün imzası bulunuyordu.
Yeşil'e Yılmaz'a suikastten dava Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Yeşil hakkında, 2000 yılında 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. İddianamede, Yeşil hakkında, dava açılmadan 4 yıl önce ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın eşi Berna Yılmaz, kardeşi Turgut Yılmaz, gazeteci Emin Çölaşan, işverenler Mustafa Çağlar ve Hakan Balkaner'e suikast düzenleyeceği istihbaratı üzerine açıldı. Ankara Cumhuriyet Savcısı Sait Sağlam tarafından açılan davanın iddianamesinde, Yeşil'in, ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın eşi Berna Yılmaz ve kardeşi Turgut Yılmaz ile birlikte gazeteci Emin Çölaşan, işverenler Mustafa Çağlar ve Hakan Balkaner'e suikast yapacağı istihbaratına yer verildi. İddianamede sözkonusu suikast istihbaratının 11 Kasım 1998 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü'ne geldiği kaydedildi. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın iddianamesinde Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayıyla ilgili olarak yargılanan Abdullah Argun Çetin'in bu konuyla ilgili ifadelerine de yer verildi. Abdullah Argun Çetin'in, ifadesinde 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım ile irtibatlı olduğunu, Yıldırım'ın itirafçılardan oluşturduğu 'çete' aracılığıyla Berna Yılmaz, Turgut Yılmaz, Emin Çölaşan, Mustafa Çağlar ve Hakan Balkaner'e suikast düzenleneceğini öğrendiğini söylediği belirtildi. Savcı Yüksel iddianamesinde Yeşil'in yakalanamaması sebebiyle savunmasının alınamadığını belirterek, teşekkül içinde yer alan Sebahattin, Müfit, Selçuk Güneş ve Atakan adlı kişilerin açık kimliklerinin belirlenememesi dolayısıyla dosyalarının ayrıldığını kaydetti.
Halkın iddianamesi 6 İHD Genel Başkanı Akın Birdal 12 Mayıs 1998 tarihinde İHD Genel Merkezi'ne gelen iki kişinin silahlı saldırısında aldığı 14 kurşunla ağır yaralanarak ölümden döndü. Bu olay Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan faillerin bir an önce yakalanıp adalete teslim edileceğini açıkladılar.
Birdal'a yönelik saldırıyı gerçekleştirenler bir ay içerisinde yakalanarak yargı önüne çıkarıldılar. Birdal'ı vuran Bahri Eken ile Kerem Deretarla isimli tetikçilerin yakalanmasının ardından olayı planlayarak azmettirdikleri gerekçesiyle Bölge'de çatışmada yaralandığı için emekliye ayrılan emekli Astsubay Cengiz Esever ile ülkücü kabadayı Semih Tufan Günaltay bir ay içerisinde yakalanarak yargılanmaya başladılar.
Kulaksızoğlu'nu Yeşil kullandı
22 Şubat 2001 tarihli ATİN sitesinde yayınlanan makalede satır aralarında söylenen 'Akın Birdal suikastine karışan Mehmet Kulaksızoğlu'nu kullanan da o' sözleri, Birdal'a yönelik saldırıda Yeşil'in bağını da ortaya koyuyordu. Emekli Astsubay Cengiz Ersever'in 1989 yılı ile 1995 yılları arasında Dersim merkez ve ilçelerinde çalışması ise dikkat çekici. Cengiz Ersever'in, sakallı ve Ahmet Demir koduyla Dersim ve çevresinde faaliyet gösteren Mahmut Yıldırım ile çalıştığı da iddia ediliyor. Gazeteci Enis Berberoğlu; 'Kod Adı Yüksekova' isimli kitabında, Cengiz Ersever ile Semih Tufan Günaltay'ın Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın çok yakını olduklarını kaydediyor.
Enis Berberoğlu, 'Kod Adı Yüksekova' isimli kitapta ise Birdal'ın vurulmasına ilişkin olarak şunlara dikkat çekiyordu: 'Ersever'in yakalanmasından iki gün sonra 24 Mayıs 1998 tarihinde Uğur Dündar'ın Arena programına çıkan Başbakan Mesut Yılmaz, Ersever'in ifadesinde Akın Birdal'a yönelik suikast emrinin Yeşil tarafından verildiğine dikkat çekerek, 'Yeşil'in yakalanması konusunu MGK'ya getirdim. Orada da bu olayın bütün bağlantılarının ortaya çıkarılması için her türlü tedbirin alınması kararı alındı. Hükümetimiz bundan sonra ilgili tüm kuruluşlarla birlikte olayın üzerine gidecek' diyordu.'
Yeşil konusunda yanıltıldı
Yeşil'in öldüğü konusunda hükümetin yanıltıldığına da dikkat çeken Yılmaz, 'Bize şimdiye kadar yanlış bilgi verildi. Bu bilgi Yeşil'in 1996 Kasımı'ndan itibaren herhangi bir biçimde varlığının tespit edilemediği, muhtemelen hayatta olmadığı şeklindeydi. Yeşil ile Ersever, hemen bu olayın öncesinde Sayın Akın Birdal'a yapılan suikast öncesinde görüşmüş' dedi.
Program sunucu Uğur Dündar'ın, 'Yeşil'e emir verenler kimler' sorusuna ise Başbakan Yılmaz, 'Yeşil'i yakalamadan bu sorulara yanıt vermemiz mümkün değil' dedi.
Birdal olayında yer alanlardan birinin de Flash TV baskınında rol aldığını belirlediklerini belirten Yılmaz, 'Oradan hareketle Flash TV olayına da açıklık getirmek mümkün olacak' sözleriyle de bunun arkasında dönemin DYP lideri Tansu Çiller bağlantısını ima etti.
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanvekili Hanefi Avcı, Mayıs 1998 tarihinde devletin gizli belgelerini açıkladığı gerekçesiyle yargılandığı Ankara 2 Nolu DGM'de şu ifadeyi veriyordu: 'O tarihte benim söylediklerim dinlenseydi ve eğer bu insanlar incelenseydi Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la ilişkileri olan bu kişiler yakalanacaktı ve belki de Akın Birdal'a yönelik silahlı saldırı olmayacaktı.'
Mahkemeye gönderilen gizli damgalı belgede, Yeşil'in sağ kolu olan Cengiz Ersever ile Semih Tufan Günaltay, Ahmet Fulin ve Hadi Özcan'la yaptığı konuşmalara ilişkin bilgiler yeraldı. Yazıda Yeşil'in kullandığı 0542 211 85 82 numaralı cep, 0522 216 74 57 numaralı araç, 0312 323 48 39 numaraları Ankara ve 0 242 34924 22 numaralı Antalya telefonuyla yaptığı görüşmelere ilişkin kayıtlar bulunduğu belirlendi.
Ortalık tetikçilerden geçilmiyor
Hanefi Avcı'nın sözünü ettiği Hürriyet haberi, 10 Mart 1998 tarihinde çıktı. Hürriyet Ankara Büro Temsilci Yardımcısı Muharrem Sarıkaya, Yeşil'i Ankara kulisi köşesinde anlattı. 'Cem'in yanında çalışan sadece Mahmut (Yeşil) değildi. Tunceli Bölgesi'nde Haydar, İstanbul'da ise Fırat kod adıyla Cengiz diye biri vardı. Her ne kadar Cengiz'i bazı kişiler Cem Ersever'in akrabası sanırlarsa da değil, Cengiz de Mahmut gibi Elazığ nüfusuna kayıtlı. Mahmut o dönem birçok eylemini Cengiz'e yaptırdı. Cengiz Mahmut'un tetikçisi gibi görev yapardı. Cengiz'in daha sonra Mahmut Yıldırım'ın bilgisi dışında da işler yapmaya başladığını ileri sürüyorlar. Cem'i, Muhsin'e ve Mustafa Deniz'e sorgulayan ve öldüren Cengiz'dir.' Yeşil, Cengiz Ersever ile hiçbir işinin olmadığını belirterek, 'Cengiz gibi insanlarla benim işim olmaz' derken, Birdal'a yönelik suikasti kendisinin yapmadığını fakat yapılacağı bilgisini aldığını belirterek, 'Yapanlar tanıdığım insanlar. Ama bizdeki usul kimse kimsenin işine karışmaz. Yaptıkları, yapacakları iş konusunda onlara bir şey söyleyemem. Tasvip de etmem, teşvik de etmem. Onlar da bana karışmaz' sözleri yeraldı.
Kanat da Yeşil'le çalıştı
Cem Ersever'in Yeşil'in Diyarbakır'a gelmesinden rahatsızlık duymasına karşın JİTEM'e çalışan bazı itirafçılar Yeşil ile ilişkilerini geliştirdiler. Bunlardan biri de itirafçı Alaattin Kanat'tı. Eylül 1993 yılında Diyarbakır'a gelen DEP milletvekillerini havaalanında karşılayanlar arasında yeralan Kanat'ın, aynı zamanda Mehmet Sincar'ın öldürülmesi olayını planladığı da Cem Ersever tarafından iddia edilmişti.
Alaaddin Kanat, 1991 yılında itirafçı olduktan sonra Recep Tiril, Adil Timurtaş gibi isimlerle birlikte JİTEM bünyesinde Cem Ersever ile birlikte çalışmaya başladı. Kanat itirafçı olduğu için cezasında indirime gidilmesi nedeniyle bir süre cezaevinde de yattı. 24 Temmuz 1991-18 Mayıs 1993 tarihleri arasında güvenlik güçlerine yardımcı olmak amacıyla tam 11 kez Diyarbakır Cezaevi'nden dışarı çıkarıldı. Tıpkı Adil Timurtaş gibi cezaevinde olması gereken zamanda OHAL Yasası uyarınca hep dışarıda kaldı. Ersever-Yeşil kapışmasında Yeşil'in yanında yeraldı.
1994 yılında Yeşil'in İstanbul, Ankara Yalova hattına yerleşmesi nedeniyle Kanat da İstanbul'a geçti. Burada sık sık Yeşil ile buluşan Kanat, Kürt işverenlerden Yeşil adına para toplamaya başladı. 1994 yılında haraç pazarlığı yaparken yakalandı. İşveren Senar Er'in, Kanat ve 4 adamını suçüstü yakalatmasının ardından yapılan yargılamada 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. Kanat, yakalandığı zaman üzerinde bulunan ve Diyarbakır Valiliği'nce verilmiş 7.65 çaplı bir Kırıkkale tabanca da bulundu. 'Kod Adı Yüksekova' isimli kitapta Alaaddin Kanat için şunlara yer veriliyordu: 'Kanat İstanbul'da yakalandığı zaman ise askerdi. Kanat, 21 Haziran 1994 yılında askere alınmıştı. Acemi birliğinin ardından Ordu İl Jandarma Komutanlığı'na tayini çıkmıştı. Yakalandığı 22 Eylül 1994 tarihinde ise askerde bulunması gerekiyordu.'
Küçük-Yeşil ilişkisi
TBMM Susurluk Komisyonu'na konuşan Astsubay Hüseyin Oğuz'un JİTEM hakkında verdiği bilgiler, Veli Küçük'e kadar uzanıyor.
Yaşar Topçu: Veli Küçük'le Cem Ersever aynı yerde bulundular mı?
Hüseyin Oğuz: Evet
Başkan: Siz dediniz orayı biraz açmanızı rica ediyorum. Kendisi Kocaeli'ne geldi. Kocaeli'nde albaydı sanırım.
Hüseyin Oğuz: Bir ara soruşturma geçirdi. Zaten şu anda, Yaşar Bey orada iki tetikçi şu anda geziyor. Hendek'te birer milyara tetik çeken adamlar geziyor.
Yaşar Topçu: Orada bir sürü faili meçhul cinayetler oldu. Kocaeli, Adapazır, Sapanca o civarda, bir sürü cinayetler oldu. Faili meçhul kaldı. Veli Küçük geldikten sonra çoğaldı diyor musunuz? Nedir mesele:
Hüseyin Oğuz: Hayır ben şöyle takip ediyorum. Yani, bize değerlendirmeler gelir her yıl sonunda. İşte şu ilde, şu kadar yoklama kaçağı, faili meçhul falan değerlendirmeler gelir. Bir önceki yıl da gelir. O istatitiski bilgilerden takip ediyoruz.
Yaşar Topçu: Takip ediyorsunuz da, Veli Küçük'ün gelmesiyle çoğaldığını müşahade ettiğinize göre, Veli Küçük'ün bulunduğu yerlerde faili meçhul çok mu oluyor. Daha öncede bulunduğu Güneydoğu'da mı çok olmuştu. Peki Cem Eresver'le ilişkisi bu faili meçhuller sebebiyle mi yoğun olduğunu söylüyorsunuz.
Hüseyin Oğuz: Evet vicdanen rahat olayım.'
Hüseyin Oğuz, komisyona verdiği bilgilerde, Yeşil'in polisle ilişkisinin kesildikten sonra JİTEM'e geçtiğini, rütbesinin Abdullah Çatlı'dan yüksek olduğuna dikkat çekti. Yeşil'in Abdullah Çatlı ve Korkut Eken ile ilişkisi olduğuna dikkat çeken Oğuz, 'Mehmet Ağar'a kadar dayanır ama Mehmet Ağar bu adamı öldürün' diye emir vermiştir. Çatlı ne ki, ufak, Yeşil çok önemli, jandarmada özellikle Yeşil çok önemli.' Hüseyin Oğuz, Yeşil'in Bingöl Solhanlı olduğunu, ama Diyarbakır'da bazılarının ona albay dediklerine dikkat çekerek, 'Yeşil ve net o. Yeşil ama onu da vermezler. Çünkü bütün istihrabat birimleri, yani Yeşil tüm istihbarat birimleriyle çalışmış' dedi.
JİTEM'ciler çek-senet işinde
Babat'ın itiraflarıyla Türkiye gündemine oturan Babat, Ersever sonrasında JİTEM'le ilişkisini kesip İstanbul'a gittiğine dikkat çekiyor. Babat İstanbul'da yaşarken bazı olaylara karışır. Ortağı Süleyman Ülger ile bir tahsilatın paylaşımı konusunda yaşadığı tartışma üzerine Babat ortağını silahla yaralar. Polis tarafından aranmaya başlanan Babat, Bursa'ya taşınır. Evinin burada basılması üzerine Bölge'de JİTEM Grup Komutanlığı yapan Yalova Jandarma Alay Komutanı Arif Doğan'a sığınır. Doğan, Ersever-Yeşil kapışmasında Ersever'den yana tutum aldığı için JİTEM'de Veli Küçük ekibi tarafından kızağa alınan isimlerin başında gelmektedir.
Doğan'ın odasında yakalandı
Babat, dönemin Yalova Alay Komutanı Doğan'ın İstanbul Emniyeti Müdürü ile görüşmesinin ardından iki subay ile birlikte İstanbul'a gönderildi. Bu basına, 'Babat Yalova Alay Komutanı'nın odasında yakalandı' olarak yansır.
Başbakanlık Teftiş Kurulu üyeleri Tekirdağ Cezaevi'ne gelerek Babat ile görüşür. Babat bu süreci şöyle anlattı:
'Bana Emniyet müdürleri ile görüşerek yardımcı olacakları sözünü alınca ben kendi arabamla 2 astsubayla birlikte Kadıköy'e gelerek teslim oldum ve silahı teslim ettim. Ama emniyette tutanak tutulunca suçu inkar ettim. Bugüne kadar da böyle ifade verdim. Ama bir hafta önce 17 yıla mahkum olunca şaşırdım. Ama böyle ceza alınca size ve İstanbul DGM Savcısı'na müracatta bulundum. JİTEM'de görevli olduğum hem evimdeki 2 belgeden, hem de bulundurma ruhsatlı Kırıkkale tabancamın Diyarbakır Emniyeti'ndeki dosyasındaki belgelerden açıkça bellidir.'
İstanbul DGM Başsavcılığı'na dilekçeyle başvurup Başbakanlık Teftiş Kurulu'na ifade vermek için müracaat eden Babat müfettişlerle randevusundan birkaç gün önce, 19 Aralık 1997'de Kırklareli İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ömer Hüner ve Kırklareli Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü'nce ziyaret edildi. Bu ziyarette Babat'a, 'Dikkatli ol! Devlete zarar verme. Dava, Yargıtay safhasında. Heyecana kapılıp yanlış bir şey yapma, gereksiz konuşma' denildi. Albay Öner Hüner ise bu iddiayla ilgili sorular üzerine, 'Ben bu konuda açıklama yapamam. Böyle bir şeyi size söylemem mümkün değil. Kural olarak böyle açıklamaları vermiyoruz' diye konuştu. 2 Kasım 1996 yılında Susurluk'ta meydana gelen kaza sonrasında Kutlu Aktaş tarafından hazırlanan Başbakanlık Susurluk Raporu'nda, Babat'ın itirafları olduğu gibi yansıdı.
Yeşil suç duyurusunda bulundu
Babat'ın bu itirafları Tempo Dergisi'nde yayınlandı. Yeşil, İbrahim Babat'ın Aktüel Dergisi'nde yayınlanan itirafları sonrası 7 Haziran 1998 tarihinde dilekçe yazarak, 'Bizler vatandaş olarak hukuka yardımcı olmak zorundayız. Bu yüzden kupürleri size yolluyorum. anlaşılacağı gibi Silopi ilçe sınırları dahilinde birkaç cinayeti işlenmiş ve adları da kupürde yazılı faillerin belli olduğuna göre detaylı bir soruşturma açacağınızı umuyorum. Aynı kupürleri Ankara DGM'ye de yolluyorum. Çünkü sizden önceki savcı Silopi'deki hiçbir cinayeti çözmedi. Kim bilir belki de çözmek istemedi. Bu yüzden belki savcılıklardan biri tutar diye hem Silopi, hem de Ankara DGM Savcılığı'na bu kupürleri yolluyorum. Ahmet Demir.'
Ahmet Demir araştırılmadı
Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16 Haziran 1988 tarihinde, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen yazıda, 13 Haziran 1998 tarihinde Sümer 1. Sok. no 6/B Kızılay Ankara adresinde oturan Ahmet Demir'in savcılığa gönderdiği belgeler kapsamında yeralan Ahmet Zeyrek ile Mehmet Bayar'ın öldürülmesi olayı hakkında soruşturma başlatıldığına dikkat çektiği görüldü. Ama kimse Ahmet Demir'in kim olduğunu araştırmadı. Ama Ahmet Demir 1997 yılında kurulan Susurluk Komisyonu ile aynı yıl hazırlanan Başbakanlık Susurluk Raporu'nda deşifre edilen Mahmut Yıldırım'ın ta kendisiydi.
Susurluk ifadeleri emniyette kayıp
Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından Başbakanlık Susurluk Raporu doğrultusunda yürütülen soruşturma çerçevesinde Başbakanlık Susurluk Komisyonu Raporu'nda yeralan ve itirafçı Muhsin Gül'e ait olan ifadeler talep edildi. Talep edilen bu ifadeler için MİT, Başbakanlık ve Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı arasında yapılan yazışmalara rağmen bir sonuca ulaşılamadı. DGM Savcılığı tarafından Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'nden istenen 9 sayfalık ifadeye karşın dönemin Emniyet Müdürü Gaffar Okkan imzasıyla 2 sayfalık bir ifade gönderildiği görüldü. Okkan tarafından gönderilen ifadenin Susurluk Komisyonu'nda yer alan ifadelerle örtüşmemesi üzerine Diyarbakır DGM Savcılığı bu ifadeler için yeniden bir yazışma başlattı.
Susurluk ifadeleri yok oldu
Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 30 Kasım 1998 tarihinde Başbakanlık'a gönderdiği 1998/1803 yazı ve 9 Aralık 1998 tarihinde gönderdiği 1998/960 nolu yazıyla, Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan ve Susurluk Raporu olarak bilinen raporda yer alan itirafçı Muhsin Gül'e ait 9 sayfalık ifadeyi talep etti. Başbakan adına Diyarbakır DGM Başsavcılığı'na 18 Aralık 1998 tarihinde yanıt veren Müsteşar Yardımcısı Celal Derya, bu raporun Başbakanlık'ta olmadığına dikkat çekerek, 'Aşağıdaki ifadelerin tamamı değiştirilmeden Milli İstihbarat Teşkilatımızın cümleleriyle sunulmaktadır. Bu nedenle Muhsin Gül'ün ifadesi Başkanlığımızda mevcut olmayıp, konu ile ilgili bilgi kaynağı da raporda MİT Müsteşarlığı olarak belirtilmektedir denilmektedir' yanıtını verdi.
MİT ayrıntı istedi
MİT Müsteşarlığı adına Hukuk Müşavir Yardımcısı Deniz Altuntaş tarafından 13 Ocak 1999 tarihinde verilen yanıtta ise, Muhsin Gül isimli şahsın hangi suçtan yargılandığı ve 9 sayfa şeklinde verdiği belirtilen ifadenin içeriğine ilişkin bir açıklamanın yer verilmediği belirtilerek, daha detaylı bilgi istendi. MİT'in yazısında, bu konuya ilişkin olarak daha detaylı bilgi verilmesi ve Adalet Bakanlığı'nın ekte sunulan yazısı çerçevesinde hareket edilmesi istendi.
Gül, Yeşil tarafından öldürüldü
İtirafçı Abdülkadir Aygan, Muhsin Gül'ün ifadeleri nedeniyle daha sonra bu ekip tarafından ortadan kaldırıldığına da dikkat çeker. Diyarbakır Ağırceza Mahkemesi tarafından 2002 yılında açılan davada, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, çok sayıda itirafçı ile asker kişilerin bulunduğu dosyanın yargılaması halen Diyarbakır Askeri Mahkemesi'nde devam etmektedir. Bu dava dosyasında Yeşil ve ekibi tarafından öldürüldüğü açıklanan Muhsin Gül de sanık olarak yargılanıyor. BİTTİ
İZZET AYDIN
Halkın iddianamesi 5
Halkın iddianamesi 4
Halkın iddianamesi 3
Halkın iddianamesi 2
Halkın iddianamesi 1