Ümit Fırat: ‘PKK’siz bir barış artık olamaz’

umitfirat nese duzel 

Affı önlemek için 33 askeri öldürttüler

 

“25 Mayıs 1993... Bakanlar Kurulu ilk kez gerçek bir af için toplandı. O gün derin devlet PKK’ye sahte bilgi verip 33 erin öldürülmesini sağladı. 17 yıl geçti bir daha çözüme hiç bu kadar yaklaşılmadı.”

“Genelkurmay Başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oda ve dernek temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.”

“Öcalan, ‘2000’de tüm birliklerimi ülkeden çıkaracaktım ama İmralı’ya gelen bir komutan bunu yanlış buldu’ diyor. Nitekim AB işi hızlandı, 2003’te çatışma yine başladı.”


NEDEN? ÜMİT FIRAT

Karakol baskınları ve askerî operasyonlar çoğalırken Güneydoğu’da sokak gösterileri de hızlanıyor. Yerel seçimler yaklaşırken gerginlik hızla artıyor. Tırmanan çatışma ortamıyla birlikte Kürt meselesi yeniden bir çözümsüzlüğe doğru gidiyor gibi gözüküyor. Bu gerginlik ne kadar sürecek? Artan çatışmaların amacı ne? Bu iç çatışma, bu savaş hali nasıl bir sonuca ulaşacak? Kürt sorununa neden bir türlü çözüm yolları bulunamıyor? Çözümsüzlükten kendileri için bir çıkar umanlar mı var? Hiç çözüme yaklaştığımız zamanlar oldu mu? O dönemlerde çözüm nasıl engellendi? Barışı kimler engelledi? Önde gelen Kürt entelektüellerinden ve PKK’nın muhaliflerinden yayıncı-yazar Ümit Fırat’la hem yaklaşan yerel seçimlerle birlikte artan şiddeti konuştuk. Hem de Kürt sorunuyla ilgili olarak yakın tarihimizde yaşananları, çözümün nasıl engellendiğini ve bugün bu sorunun nasıl çözülebileceğin tartıştık.

 

NEŞE DÜZEL: Güneydoğu’da sokak gösterileri başladı. Niye şimdi başladı bu gösteriler?

ÜMİT FIRAT: Abdullah Öcalan, kitlesini hiç boş bırakmıyor. Bir eylem soğumaya yüz tuttuğunda diğerini gündeme sokuyor. Böylece kitleyi sürekli kendisine olan bağlılığını belirteceği eylemler içinde tutuyor ve kendisi dışında bir politik kurumlaşmayı engelliyor. Zaten son gösteriler de lidere bağlılık tezahürleri olarak ortaya çıkıyor.

Gösterilerin başladığı gün Ergenekon davasının da ilk günüydü. Ayrıca başbakan da o gün Güneydoğu’ya gitmişti. Bu gösteriler başbakanın gelişiyle mi, Ergenekon davasıyla mı ilgili? Yoksa bu iki olaydan bağımsız mı?

Başbakan’ın bölgeye gideceği bilinmiyordu. Gösteriler Ergenekon davasıyla ilgili olabilir. Ergenekon, devletin içinde sıfırlanmış değil. Ergenekon’a bağlı insanlar bazı şeyleri tetiklemiş olabilirler, provokasyonlara yol açabilirler. Güvenlik güçlerinde ya da korucularda hâlâ Ergenekon’la irtibatlı olanlar var. Ergenekon soruşturması başladığından beri Öcalan avukatları aracılığıyla ısrarla bazı şeyler söylüyor.

Ne diyor?

“Bana da geldiler, teklifler yaptılar. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun (eski genelkurmay başkanı) temsilcisi Albay Atilla Uğur ( Ergenekon’un tutuklu sanığı) geldi, benimle konuştu,” diyor. Şam’da yaşadığı dönemden de bir şeyler aktarıyor. “Hapisteki Ergenekoncular 1994’te bana geldiler. Tansu Çiller’i öldürmek istiyorlardı. Bizim üstlenmemizi istediler, kabul etmedik,” diyor.

Bütün bunların anlamı nedir?

Siz, bir ulusal kurtuluş hareketinin önderisiniz, bağımsızlık mücadelesi veriyorsunuz. Ama biri gelip size, “cinayeti üstlenin” diyor. Bu çok çelişkili bir şey. Benzer ilişkiler daha önce de var mı yok mu, açmak lazım o zaman. Bunu size teklif etmeye cesaret ettiklerine göre, bir irtibat vardır. Muhtemelen bu, benzer diyalogların ilki değildir. Size bir şey anlatayım.

Evet...

1984, PKK’nin silahlı çatışmayı başlattığı yıldır. 1984 aynı zamanda Özal’ın askerlere rağmen 1983 seçimlerini kazanıp hükümet kurduğu ve bir yıl sonra da büyük bir ekseriyetle yerel seçimleri kazandığı bir dönemdir. Yani siyaset bilimi açısından bakıldığında 1984, Türkiye’nin sivilleşme dönemidir. Ve bu sivilleşme, 12 Eylül askerî rejiminin kurduğu kurumların tasfiye sürecini gerektirir. Ama böyle olmadı.

Peki, ne oldu?

Normal olarak kışlasına çekilmesi gereken asker aksine ülkenin yönetimine daha da yayıldı. Kürt sorunu vardı ve bu sorun bir güvenlik, asayiş meselesi olarak ortaya çıkarıldı. Böylece askerin sıkıyönetim rejimi, olağanüstü hal rejimine dönüştü ve bu yıllarca sürdü. Sonuçta Türkiye 1984’te yakaladığı sivilleşme fırsatını bir daha hiç yakalayamadı. Sivilleşmeyi yaşamadı, bölük pörçük yamalarla idare etti.

Türkiye sivilleşme fırsatını AB’ye üyelik süreciyle yeniden yakalamadı mı?

Yakaladı. Batı’yla bütünleşmek için AB’ye üyelik sürecini başlattı ama 2004’te başlayan çatışmalarla bu ikinci sivilleşme dönemi de karartıldı. Reformların önü kesildi. Oysa 1999’da Öcalan PKK’ye ateşkes ilan ettirmişti. Bu ateşkes aslında, silahlı mücadeleyi bitirme ve Türkiye’yi terk etme çağrısıydı. Bu dönem, PKK’nin silahlı mücadele dosyasını kapatıp sivil siyaset alanında çalışmayı önerdiği dönemdir. Nitekim 2003’e kadar pek şiddet olmadı. Ama 2003’ten itibaren çatışmalar sistemli bir şekilde tırmandı. Unutmayın AK Parti Hükümeti ve reformlar dönemidir 2003.

Türkiye ne zaman demokrasi adımları atsa ve insanlar özgürleşmeye başlasa PKK’nın eylemleri artıyor. Bunu mu söylüyorsunuz?

Ergenekon tarzı yapıların işine gelen bir gelişmedir bu. Zaten bu tip yapılar, çeteler, askerî vesayet rejiminin ürünüdür.

Güneydoğu’da hem askerî operasyonlar hızlanıyor hem de PKK şiddeti artıyor. Olanların yaklaşan yerel seçimlerle bir bağlantısı var mı?

Var. Bu mahalli seçimler, AK Parti ile DTP arasında geçmeyecek. DTP’nin aldığı oy artı ya da eksi PKK’ye yazılacak. Şimdi PKK, devleti ve hükümeti halka sert davranması için zorluyor. Eylemlerini tırmandırıyor. Zira PKK’nin bu tip eylemleri, askerin ve polisin hiddetini kabartır. Onların halka sert muamelesi de AK Parti’nin seçimlerde oyunu azaltır. Halkı PKK’ye ya da DTP’ye yaklaştırmak gibi bir hedef var burada. Ayrıca ‘ortada zulüm varsa PKK’ye de ihtiyaç var’ mantığıdır bu.

PKK’ya mı ihtiyaç var?

Evet. Eğer PKK varsa, güvenlik kuvvetlerine ve orduya da ihtiyaç vardır. Bir tür yumurta tavuk meselesidir bu. Birbirini besleyen iki yapıdır bu. İki yapı da çatışmanın çok olduğu ortamda öne çıkar.

PKK, Diyarbakır’ı AKP’nin kazanmasından çekiniyor mu?

Çekiniyor. Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmak artık karaya bayrak çekmek gibi bir şey oldu. Diyarbakır’da seçimi almak PKK’nin siyasi kariyeri açısından bir prestij meselesidir. Kaybederse büyük prestij yitirir. Öcalan DTP’lilerin hepsini görevden uzaklaştırır. Yeni partiler kurdurur.

AKP Diyarbakır’ı kazanabilir mi?

Geçen yıl kazanacağına mutlak gözüyle bakılıyordu. Ama şimdi durum öyle değil. Diyarbakır’da seçimi kazanması giderek zorlaşıyor, çünkü hatalar yapıyor.

PKK şiddetinin artmasını Kürtler nasıl değerlendiriyor?

Şiddetin geleceklerini kararttığını görüyorlar ama... PKK kendi kitlesinde prestij kazanıyor. PKK’den korkanlar artıyor. Başbakan Diyarbakır’a gittiğinde sanıyor musunuz ki insanlar dükkânlarının kepenklerini protesto diye indirdiler. Kepenkleri korkudan indirdiler. PKK’nin bölgede korku yayan otoritesi artıyor. Ayrıca PKK ve Öcalan lehine sloganlar da artık sokak ortasında açıkça atılıyor, PKK’nin karakollara saldırı başlattığı tarih olan 15 Ağustos gibi günler, gençler, DTP yöneticileri ve milletvekilleri tarafından alenen kutlanıyor.

Tam yerel seçimler yaklaşırken Başbakan Erdoğan genelkurmay başkanını destekleyerek şahin bir tavır aldı. Bu tavır seçimlerin sonuçlarına yansır mı?

Yansır. Türklerden alacağı oylar artabilir ama Kürtlerden ve demokrat kesimden geçmişe göre daha iyi oy alamaz.

Şiddet artarken bir yandan da devlet, Kuzey Irak’ın yöneticisi Barzani ile resmen görüştü. Barzani, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünde rol oynayabilir mi?

Oynar. Barzani’yle barışık olmak Türkiye’nin Kürtlerle barışması anlamına gelir. Barzani’yle iyi ilişki, Türkiye’nin kendi Kürtleriyle ilgili şartları iyileştirmesinin ortamını yaratır. Çünkü Kürtlerle gerilimli olan bir Türkiye demokratikleşme hamlesi yapamıyor. Eğer demokratik hamle yaparsa PKK de güç kaybeder ve dağa çıkmanın gerekçeleri ortadan kalkar. Öcalan, Irak Kürtleriyle Türkiye’nin iyi ilişkiler kurmasını istemiyor. Çünkü bölgenin en büyük Kürt partisi kendisi olmak istiyor.

Türk devletinin içinde Kürt sorununu barışçı yollarla çözmek isteyen bir görüşle, savaşın sürmesini isteyen başka bir görüş çatışıyor mu?

Şu anda öyle bir çatışma var. Basına yansıyan MİT raporlarından, Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmelerden anlaşılıyor ki, MİT, Kürt sorunun çözümü konusunda daha gerçekçi bugün. Bu işin böyle gitmeyeceğini görüyor. Kürt sorununun barışçı çözümünü istiyor.

Bu durumda Kürt sorunun barışçı yoldan çözümünü asker mi engelliyor?

Önemli ölçüde asker engelliyor. Asker sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin tüm meselelerinde vesayetini sürdürmek istiyor. Askerin siyaset üzerindeki vesayetini korumasının yolu da Kürt sorunu üzerinden sağlanıyor. Biz Türkiye’nin meselelerini Kürt, Ermeni, Kıbrıs, türban gibi sıralarız. Aslında Türkiye’nin meselelerini tek başlığa indirebiliriz.

Nedir o?

Türkiye’nin sorunu askerin yeridir. Yani askerî vesayettir. Askerî vesayet olmasa, siviller beraber yaşama kültürünü sağlayabilirler ve bütün sorunlara barışçı çözüm bulabilirler ama... Askerin siyasi sistem içindeki konumu yüzünden siviller devleti yönetemiyorlar ve siyasi sorunlara el atamıyorlar. Bu sistemde bütün siyasi sorunların çözüm yeri ordu oluyor. Bu yüzden de sistem tıkanıp kalıyor ve partiler durmadan kapatılıyor.

PKK, Kürt sorununun şiddeti artırarak çözümlenebileceğine inanıyor mu?

Devletin Kürt sorununu şiddetin arttığı bir ortamda çözmeyeceğini biliyor ama... Şiddeti artırarak, kendisinin, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt meselesinde dikkate alınacağını düşünüyor. Ahmet Türk, Öcalan’ın İmralı’dan sürekli barış mesajları verdiğini söylüyor. Peki, bu baskınlar, tabutlar, eylemler, saldırılar asi PKK’lilerin işi mi? Öcalan’ı dinlemeyen asi PKK’liler mı var? Artık şu bir gerçek ki... Kürt dünyasında ve Türkiye’nin Kürt meselesinde PKK’siz barışın olmayacağı bir noktaya geliyoruz. Çatışmaların yaşandığı bir Türkiye’de PKK’siz barış olamaz.

Devlet yöneticileri şiddetin artmasının nasıl sonuç vereceğini düşünüyor peki?

Devlet yöneticilerinin bir kısmı şiddet karşısında güvenlik tedbirlerini artırarak sorunu çözmeyi umuyor. Bir kısmı da güvenlik önlemlerinin artırılmasıyla sonuç alınamayacağını düşünüyor. AK Parti Hükümeti’nde bazen bu tavır öne çıkıyor, bazen de kayboluyor. Dışişleri Bakanlığı ise son yıllarda daha sağduyulu. Bu işlerin dünyada nasıl çözüldüğünü görüyor. Demokratik reform ve genel af istiyor. Ama bu adımlar ordunun onayı alınmadan atılamıyor. Zaten Türkiye’de ordunun onayı olmadan reklam filmi bile yayınlatılamıyor. Ordu siyasetin içinde dururken Kürt meselesi çözülemez. Ordunun siyasetteki yeri zayıflatıldığında ancak bu ülkede Kürt sorunu çözüm yoluna girer.

Geçen hafta Avni Özgürel, bu savaşın bitmesini istemeyenlerin olduğunu söyledi. Sizce de iki tarafta da savaşın devamını arzulayanlar bulunuyor mu?

Şüphesiz. Osman Pamukoğlu’nun da kanaati bu. Keza Öcalan da, Tansu Çiller döneminde kendisine yapılacak olan suikasttan haberdar edildiğini söylüyor. Ayrıca, avukatlarına, “2000 yılında ben birliklerimin tamamını Türkiye’den çıkarmak istiyordum ama İmralı’ya gelen genelkurmay yetkilisi hepsinin Türkiye’den çıkmasının yanlış olduğunu söyledi” diyor. Hatırlayın, 2003’te PKK’ye karşı operasyonlar birden tekrar başladı. Hani PKK Türkiye’den gitmişti? Meğer gitmemişler.

Niye gitmemişler sizce?

Galiba bazı statükocu bürokratlar, Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alacağını gördüler ve AB üyeliğini ciddiye aldılar. Nitekim çatışmalar o günden sonra tırmandı. Türkiye’nin zayıf karnı çatışma ortamının yaratılmasıdır. AB üyeliğinin önü ancak bir iç çatışmayla, savaş haliyle kesilebilir. Çünkü bu, ordunun siyasi vesayetini artırdığı, sivil alanın daraldığı bir dönemdir. Düşünün ki genelkurmay başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oradaki kurumların temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.

Kepenk indirme eylemini PKK yaptırıyor. PKK niye genelkurmay başkanına karşı aynı eylemi yapmıyor sizce?

Öcalan, 2005 Ağustosu’nda avukat görüşmesinde, “AK Parti hükümeti, genelkurmayla PKK’nin arasını açıyor,” demişti. Çünkü asker, onun rakibi değil varlık nedenidir. Bölgenin siyasetinde AK Parti’yi rakip görüyorlar.

Apo, bu şiddeti durdurabilir mi?

Durdurabilir. PKK adına silah bırakma, ateş kesme kararını verecek yegâne kişi odur. Öcalan’ın dağdakiler üzerinde büyük otoritesi var. Avukatlarına, ‘kapattım o PKK’yi, yerine yeni bir PKK kuruyorum’ der ve kurabilir. DTP’ye oy veren, PKK’ye sempati duyan kitlesi üzerinde böyle manevi, tanrısal bir gücü vardır. Ama tabii derin devlet devreye girmezse...

Girerse ne olur?

Anlatayım. 1993’te Özal’ın çabalarıyla PKK’ye yönelik politika değişikliğinde çok önemli noktaya gelinmişti. Mekik diplomasisiyle Talabani’yle görüşülüyordu. Öcalan ateşkes ilan etmişti. Özal cumhurbaşkanıydı, Demirel başbakandı. Aniden Özal öldü. Demirel cumhurbaşkanı oldu. Henüz Çiller seçilmemişti, Erdal İnönü başbakan vekiliydi. İsmet Sezgin içişleri bakanı olarak dağdakilere af projesi üzerinde çalışıyordu. 25 Mayıs 1993 günü Demirel, bakanlar kurulu toplantısına ilk kez cumhurbaşkanı olarak katılacaktı ve o günkü bakanlar kurulu gündeminde “af” vardı.

PKK’yı dağdan indirebilecek bir af mıydı bu?

Evet. Bir barış ortamı doğabilecekti. Öcalan’la pazarlıklar yapılıyordu. Ama olmadı. Çünkü aynı gün Bingöl’de 33 er kurşuna dizildi. Çünkü PKK’li bir time bazı istihbaratlar verildi. Dezenformasyon yapıldı. Gittiler, o askerleri öldürdüler ve o günden sonra bir daha Türkiye’de öyle bir af projesi bakanlar kurulunun gündemine gelmedi. O dönemde Demirel de çatışmanın sona ermesini istiyordu. Çünkü barış elini rahatlatacaktı. Demirel sonuçta yatırımcı bir insandır. Savunma harcamalarını bu kadar büyütmek istemiyordu. Orduyu bir zapturapt altına almak istiyordu.

Affın olmasını istemeyen kimdi peki?

İşte bu Ergenekon tarzı ilişkilerdi. Derin devletti. Ayrıca İran da, Saddam da, Esat da istemiyordu... Şemdin Sakık, “Biz Bingöl - Elazığ karayolu üzerinde 33 erin öldürülmesi eylemini Öcalan’ın bilgisi dahilinde yaptık,” dedi. Nitekim Öcalan da ilk günlerde bu olayı sahiplendi, “Onlar çok özel eğitimli birileriydi. Bölgede bize karşı kullanacaklardı,” dedi. Ama sonra kıtasına giden silahsız erler olduğunu anladı ve bu olayı sonradan sahiplenmedi. O 33 insanın çok haince bir plan için bölgeye gönderildiğini söyleyerek onu yanılttılar.

Kim yanılttı? 33 erin öldürülmesi derin devlet operasyonu muydu?

Derin devlet bunu PKK’ye sahte enformasyon vererek yaptırdı. Ve af gündemden kalktı. Aradan 17 yıl geçti Türkiye hâlâ o noktaya gelemedi. Kürt sorununda çözüme en çok yaklaşılan nokta oydu. 1993 mayıs aylarıydı...

Kürt sorununu çözebilmek için sizce ne yapmak gerekiyor?

Taraflar biraraya gelsin deniyor ya bu gerçekçi değil. Önce Ankara’da taraflar bir araya gelmeli. Genelkurmay, bürokrasi, dışişleri, yargı, MİT, hükümet sivil ve demokratik bir çözümde uzlaşmalı.

PKK’yı dağdan indirmek için ne yapmalı?

Aftan önce, bu insanları dağa götüren gerekçeler ortadan kalkmalı. Yeni anayasa yapılır ve vatandaşlık tanımı etnisiteye bağlanmazsa... Kürtlerin dağlarında her yere ‘Ne Mutlu Türküm’ yazılmazsa, ‘Türk öğün, çalış, güven’ gibi laflar kaldırılırsa... Bunlar iyiye gidişin işaretleri olur.

Türk tarafı PKK’yı dağdan indirmek için gerekli tedbirlerin alınmasını tasvip eder mi peki?

Uzun vadede kendisi için iyi olacağını onlara anlatmak lazım. Daha çok tabut istenmiyorsa demokratikleşmeden başka çıkış yolu yok. Üstelik demokratikleşmede kimse kimseye bir şey vermiyor ki. Kimsenin biri şeyi eksilmiyor ki. Aksine toplumun içindeki zenginlikler artıyor.

DTP kapatılırsa, siyasi sonuçları ne olur?

Siyasi yasaklar gelirse parlamentoda grup kuramazlar. DTP’nin kapatılması Öcalan’ın ve PKK’nin işine geliyor. DTP kapatılınca PKK kapatılmış olmuyor ki. Sadece siyasi kadro zayıflıyor. Zaten Öcalan ve PKK, DTP’nin parlamentoya girmesini çok arzulamamıştı. Tabanın isteğine uydular. Yoksa kendileri dışında bir yapının ortaya çıkmasını ve meşru adres olarak görülmesini istemezler. Ayrıca DTP’nin kapatılması PKK için meşruiyet zeminidir. ‘Ne yapabilirim, mecburen yeraltında örgütleniyorum’ diyor.

Kürtleri sınamayın

vanocalanmitingi2710 Öcalan'ın şiddete maruz kalmasına karşı Kürtler yaşadığı her yerde demokratik tepkilerini sokaklara çıkarak gösterdi. Saldırıdan AKP ve Genelkurmay'ı sorumlu tutan Kürtler, 'irademizi sınamayın' mesajı verdiKürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi'ne bağlı İmralı'da fiziki saldırıya uğramasının yankıları geçen haftada sürdü. Bölge illerinden Batı metropollerine, Irak, İran ve Suriye'den Avrupa ülkelerine kadar tepkilerini her yere yayan Kürtler, 'siyasal irade' olarak kabul ettikleri Öcalan'a sahip çıktı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Kürtlerin tepkisini şöyle değerlendirdi: 'Kimse Kürt halkını cahil sanmamalı, gücüyle oynamaya çalışmamalı, sınamaya kalkmamalıdır. Kürt halkı bu saldırılar karşısında cesaret ve fedakarlığı en üst düzeye çıkartarak bir savunma direnişi içinde sonuna kadar olacaktır.'
Kürtler ayakta, tepkiler sürüyor
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik fiziki saldırı üzerine ayağa kalkan Kürtlerin protestoları geçen hafta boyunca da sürdü. Bölge ve Türkiye'nin birçok yerinde adeta ayaklanan Kürtler yaptıkları yürüyüş, gösteri ve araç yakma, yolları trafiğe kapatma gibi eylemlerle tepkilerini dile getirdi. Polisin sert müdahalelerine maruz kalan halkla polis arasında çatışmalar yaşandı.adana191020086
ADANA: Öcalan'a yönelik saldırıyı protesto etmek amacıyla Adana'da yapılan eylemler geçen hafta boyunca sürdü. Özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı ilçe ve mahallelerde onlarca eylem düzenlenirken, birçok mahallede hemen hemen her gün polisle göstericiler arasında çatışmalar yaşandı. Eylemlerin yoğunlaştığı Seyhan ilçesine bağlı Şakirpaşa, Gülbahçe, Denizli, Barbaros, Dağlıoğlu ve Yenibey mahallelerindeki eylemlerde, aralarında çok sayıda polisinde bulunduğu onlarca kişi atılan taş ve plastik mermilerden dolayı yaralandı. Eylemlerde Adana Büyükşehir Belediyesi'ne ait bir kamyonet, 3 market, bir seçim bürosu, bir dükkan, onu aşkın otomobil, 3 sivil polis aracı, Şura-Der binası tahrip edildi. Adana'nın Yüreğir ilçesinde ise 2 araç kundaklandı. Ceyhan'da ise hafta başından yapılan ve binlerce kişinin katıldığı kitlesel yürüyüş ve basın açıklamasının ardından kitleye müdahale edildi. İlçe bir anda savaş alanına döndü. Çatışmalarda 10 polis ve onlarca gösterici yaralandı.batman18102008
BATMAN: Batman ve ilçelerinde eylemler durmadı. Batman'da aralarında DTP'li milletvekilleri ve belediye başkanlarının da bulunduğu 5 bin kişi DTP Merkez İlçe Örgütü önünde biraraya gelerek AKP Batman il binasına yürüyüş düzenledi. Kitle, Yıldız Camii kavşağı önünde çevik kuvvet ekipleri, sivil polisler tarafından kurulan barikatlarla durduruldu. Kitle daha sonra Sanat Sokağı'na kadar yürüdü. Burada yapılan basın açıklamasının ardından bir heyet AKP Batman il binasının önüne siyah çelenk bıraktı. Batman'ın Gercüş, Hasankeyf, Beşiri ve Kozluk ilçelerinde de oturma eylemleri yapıldı. Gercüş, Hasankeyf, Beşiri ve Kozluk'ta biraraya gelen yüzlerce kişi, yaptıkları basın açıklamaları ve oturma eylemleriyle saldırıları kınadı.
DİYARBAKIR: Diyarbakır'da Erdoğan'ın ziyaretinde yapılan gösterilerden sonra geçen hafta boyunca gösteriler sürdü. Bağlar, Huzurevleri ve Cezaevi üst köşe kısımlarında gençler sokak aralarında eylemler düzenledi. Suriçi'nde de gençler meşaleli yürüyüş düzenlendi. Diyarbakır Urfa yolu üzerinde bulunan Yeni Hal mevkiinde de bir araç ateşe verildi. Öte yandan Diyarbakır ve ilçelerinde demokratik kitle örgütleri de yaptıkları basın açıklamaları ve oturma eylemleriyle tepkilerini dile getirdi. Diyarbakır Demokrasi Platformu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konukevi önünde basın açıklaması yaptı. Burada yapılan açıklamaların ardından kitle 5 dakikalık oturma eylemi yaptı. Dicle'de DTP İlçe Örgütü'nde başlayan ve çarşı merkezinde son bulan bir yürüyüş düzenlendi.
İSTANBUL: İstanbul'da da geçen hafta boyunca gençlerin mahallelerde yaptıları eylemler sürdü. Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi 3001. Cadde'de toplanan bir grup genç, yol üzerinde barikatlar kurarak çevredeki bazı işyerleri ile kendilerine müdahale eden polislere molotofkokteyli attı. Ihlamurkuyu Mahallesi ve Atatürk Caddesi'nde yüzleri maskeli bir grup, bir kamyona molotofkokteyli attı. Daha sonra PTT şubesine molotofkokteyli atan gençler, 34 ED 4177 plakalı minibüse de molotofkokteyli attı. Ümraniye'nin Birlik Mahallesi'nde ise seyir halindeki bir İETT otobüsüne molotofkokteyli atıldı. Grup daha sonra da Ihlamurkuyu'da bulunan BİM Marketi'nin camlarını kırdı. Bahçelievler Yenibosna Çobançeşme Mahallesi Mithat Paşa Caddesi Serik Sokak'ta da park halindeki 34 UR 7252 plakalı servis minibüsü ile Kocasinan Yıldırım Beyazıt Caddesi'ndeki başka bir minibüse molotofkokteyli atıldı. Küçükçekmece İkitelli Atatürk Mahallesi Gülay Caddesi'nde ise bir markete molotofkokteyli atıldı. Bağcılar Yavuz Caddesi üzerinde toplanan yaklaşık 100 kişi yolu trafiğe kapattı. Taksim Dolapdere'de de İş Bankası şubesine molotoflu saldırı yapıldı. Ayrıca Küçükçekmece'de de bir alışveriş merkezine molotofkokteyli atıldı. Gazi Mahallesi'nin İsmet Paşa Caddesi ile Küçükçekmece İnönü Mahallesi Demirkapı Caddesi'nde ise BİM mağazasına molotofkokteyleri atıldı.
ELAZIĞ: Elazığ'ın Karakoçan ilçesinde de geçen hafta protestolar vardı. DTP Karakoçan İl Örgütü, Öcalan'a yönelik fiziki saldırı ile ilgili basın açıklaması yaptı. DTP ilçe binası önünde biraraya gelen grup, Cumhuriyet Meydanı'na kadar yürüdü. Grup burada yaptığı basın açıklamasının ardından eylemine son verdi.
KARS/ARDAHAN: Öcalan'a yönelik fiziki saldırı Kars'ta yürüyüş ve basın açıklamasıyla protesto edildi. DTP Kars il binası önünde biraraya gelen yaklaşık bin kişi Digor Durağı'na yürüyüş düzenledi. Burada yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan basın açıklamasının ardından kitle, sloganları eşliğinde tekrar parti binasına kadar yürüdü. Ardahan'da da DTP il binası önünde biraraya gelen yaklaşık yüz kişi bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüşün ardından basın açıklaması yapan kitle Öcalan'a yönelik saldırıyı kınadı.cizreyuruyus26102008
MARDİN: Mardin'in Midyat, Kızıltepe ve Nusaybin ilçelerinde de protesto eylemleri yapıldı. Midyat İlçe Örgütü binasında biraraya gelen kalabalık grup, Barış ve Özgürlük Parkı'na doğru yürüyüş yaptı. Grup burada yaptığı açıklamayla Öcalan'a yönelik saldırıyı protesto etti. Yoğun güvenlik önlemi altında yapılan açıklamanın ardından grup, sessiz bir şekilde DTP Midyat ilçe binasına gitti. Nusaybin'de de hafta boyunca mahallelerde gösteriler düzenlendi. Gösteriler esnasında göstericiler ile polis arasında sık sık çatışmalar yaşandı. Kızıltepe'de de bir grup Mehmet Sincar Parkı yanında bulunan köprüde ateşler yakarak, yolu trafiğe kapattı. Eylem polisin müdahalesiyle son buldu. Bir grup genç ise Koçhisar Postanesi'ne molotofkokteyli attı.mardin19102008
ŞIRNAK: Şırnak'ta da geçen hafta boyunca protesto gösterileri vardı. Cizre'de dün yapılan yürüyüşe 10 bin kişi katıldı. Şırnak'ın Gündoğdu, Gazipaşa, Cumhuriyet başta olmak üzere, tüm mahallelerinde biraraya gelen gruplar ateşler yakarak Öcalan'a yönelik saldırıları kınadı. Yapılan eylemler enasında sık sık çatışmalar yaşandı. Gazipaşa, Yenimahalle, Bahçelievler ve Dicle mahallelerinde göstericilerle polisler arasında sık sık yaşanan çatışmalarda yer yer silahlar da kullanıldı. İdil'de de hafta başından beri başlayan gösteriler hafta boyunca sürdü. İlçede birçok kişi gözaltına alınırken, mahallelerde eylemler durmadan sürdü.mersin26102008
MERSİN: Mersin'de Öcalan'a yönelik saldırı, Tarsus, Toroslar, Akdeniz 1 ve Akdeniz 2 ilçelerinde yapılan eylemlerle hafta boyu sürdü. Toroslar'da Pazar Sokağı'nda Mersin Halk İnisiyatifi adına yapılan açıklamanın ardından yürüyüşe geçen kitleye polis müdahalede bulundu. Eylemciler taşlarla karşılık verdi. Akdeniz 1 ilçesinin Yenipazar, Yenihal, Şevket Sümer, Gündoğdu ve Güneş mahallelerinde de bir grup lastikler yakarak yolları trafiğe kapattı. Grup ile polisler arasında yer yer çatışma çıktı. Bir polis panzerine de molotofkokteyli atıldı. Akdeniz 2 ilçesinin Çilek Mahallesi'ndeki Güney İlköğretim Okulu yanında biraraya gelen bir grup yürüyüş düzenledi. Tarsus'un Gazipaşa, Barbaros ve Şahin ve Fahrettin Paşa mahallelerinde biraraya gelen yüzlerce genç, çeşitli eylemler düzenledi.
URFA: Urfa'nın Viranşehir ilçesinde de Demirel Mahallesi'nde biraraya gelen yüzlerce genç, ilçe merkezine bir yürüyüş yaptı. Yola molotofkokteyli atan gençleri polis Karacadağ Caddesi'nde engellemek istedi. Bunun üzerine göstericilerle polis arasında çatışma çıktı. Polisin gaz kullanması üzeri göstericiler taş ve molotofkokteyli attı. Çevredeki kadınlar da göstericilere zılgıtlarla destek verdi. Urfa'nın Yakubiye ve Osmanlı Mahallesi'nde de 4 araç yakıldı. Yakubiye Mahallesi'nde 3 otomobil ve Osmanlı Mahallesi'nde 1 kamyonet olmak üzere 4 araç üzerine tiner dökülerek yakıldı. Araçlar çıkan yangından sonra kullanılamaz hale geldi.van25102008yuruyus
VAN: Eylemlerin hafta boyunca sürdüğü Van'da Hacibekir Mahallesi'nin Dere, Bayırlı ve Sürmeli sokakları başta olmak üzere, Yüniplik, Düzyol, Yeni Mahalle'de biraraya gelen yüzlerce kişi yolları trafiğe kapatarak eylem yaptı. Eylemlerde polis yer yer gaz bombalarıyla müdahale ederken, gruplarda taşlarla karşılık verdi. Özalp'ta da kitlesel bir yürüyüş yapıldı. DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, DTP İl Başkan Vekili Selim Ertaş'n bulunduğu konvoy, ilçe girişinde yüzlerce kişi tarafından sloganıyla karşılayan kitle, 'Öcalan'sız dünyayı başınıza yıkarız' sloganlarıyla DTP ilçe binasına kadar yürüyüdü. Esnaf da kepenk kapatarak yürüyüşü katıldı. DTP ilçe binası önünde yapılan çıklamaların ardından kitle olaysız bir şekilde dağıldı. Başkale'de ise binlerce kişi yürüyüş yaptı. DTP Milletvekili Özdal Üçer'i karşılayan kitle aynı zamanda yürüyüş de yaptı. Esnaf da kepenk kapatarak Öalan'a yönelik saldırıyı protesto etti.
MUŞ: DTP Muş İl Örgütü binasında biraraya gelen yüzlerce kişi, Öcalan'a yönelik fiziki saldırıyı protesto amacıyla belediye binası önüne yürüyüş düzenledi. Yürüyüşün ardından belediye önünde basın açıklaması yapan kitle Öcalan'a yönelik saldırıyı kınadı. Yoğun güvenlik önlemi altında yapılan açıklamanın ardından, kitle sloganlarla parti binasına doğru yürüyüşe geçerek burada eylemini sona erdirdi. Varto'da ise binlerce kişi yaptıkları yürüyüşle Öcalan'a saldırıyı protesto etti. DTP Varto ilçe binası önünde toplanan binlece kişi Belediye Pasajı'na kadar yürüdü. Burada yapılan açıklamanın ardından kitle DTP İlçe Örgütü'ne doğru yürüdü. Yürüyüş esnasında Cumhuriyet Caddesi'nde bir grup genç AKP ilçe yöneticisinin marketine molotofkokteyli atttı. Bulanık ve Malazgirt'te de biraraya gelen gençler ise anayolları trafiğe kapatarak eylem yaptı. Bulanık'ta yapılan yürüyüşü güvenlik güçlerin müdahale etmesi sonrasında ara sokaklarda uzun süre çatışmalar çıktı.dersim251020083
Erdoğan'a bir tokat da Dersim'den
Diyarbakır ziyareti halk tarafından yapılan gösterilerle protesto edilen Başbakan Erdoğan, bu sefer de Dersim'i ziyaret etti. Erdoğan Dersim'de de protesto gösterileriyle karşılandı. Yer Altı Çarşısı'nda biraraya gelen binlerce kişi Başbakan Erdoğan'ın Dersim'e gelişini protesto etmek amacıyla yürüyüşe geçti. AKP il binasına doğru yapılan yürüyüşe DTP Milletvekili Şerafettin Halis, Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, DTP, EMEP, Eğitim Sen, SES, Genel-İş, Halk Kültür Merkezleri, Halk Cephesi, ESP, Demokratik Haklar Platformu ve Partizan'ın da aralarında bulunduğu demokratik kitle örgütleri ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Binlerce kişinin katıldığı yürüyüşte sık sık Öcalan lehine sloganlar atıldı. Kitle adına açıklama yapan DTP Dersim İl Başkanı Murat Polat, Erdoğan'a seslenerek, hiçbir tehdidin Dersimlinin onurunu satın almaya, diz çöktürmeye yetmeyeceğini belirterek, 'Diyarbakır'da halktan aldığın tokat gibi cevap yetmedi mi? Hangi yüzle ilimize geliyorsun sormak istiyoruz' dedi. Diyarbakır'daki protestolardan dolayı duyduğu öfke nedeniyle DTP'ye çatan Erdoğan, Dersim'de de aynı manzarayla karşılaşınca yine DTP'li Belediye Başkanı'na çattı.
HABER MERKEZİ

Kürtlere saldıranlardan utanç duyuyoruz

ulkucusaldiri2 Son zamanlarda özellikle batı illerine göç etmiş Kürtlere karşı devam eden saldırgan tutumlar, görüşüne başvurduğumuz duyarlı Türk çevrelerce de kınandı. Coğrafyalarındaki, Kürtlere karşı ırkçı saldırılarda bulunanları asla sahiplenmediklerini, yaşananlardan dolayı da utanç duyduklarını açıklayan Aydınlı Türk yurttaşların, Kürtlerden de bir isteği var: “Lütfen bizi de onlar gibi görmeyin.”
‘Bizi de utandırıyorlar’

Önder Bulut; Aydın’da ayakkabıcılık yaparak geçimini sürdüren 25 yaşında olan bir Türk genci. Bir Türk olarak, batı illerindeki Kürt karşıtı eylemlere tepkili: “Kürt kardeşlerimizi kendi ülkelerinde yabancı gibi hissettiriyoruz. Halbuki onlar bir günden bir güne Türk olduğumuz için bize sorun çıkarmadılar. Peki bizim ne hakkımız var bunu onlara yaşatmaya? Bizim gazeteler pek haberini yapmıyor, ama her gün bölgemizden Kürtlere yönelik yeni bir saldırı gerçekleştiğini duyuyoruz. Kürt kardeşlerimizden istediğim, her Türkü aynı görmesinler. Bu saldırıları yapanlar Türk milliyetçileridir.” Bulut, ‘aynı kefeye konmak’tan duyacağı utancı ise şu sözlerle dile getiriyor: “Ben 1983 doğumluyum. Aydın’dan başka bir ilde yaşamadım ve buradaki çevremin yarısı Türk ise diğer yarısı da Kürttür. Aynı okula gittik, aynı yaramazlıkları yaptık. Ama hiç birbirimize yaramaz olmadık! Bu saldırıları duyduğumdan bu yana Kürt arkadaşlarımın yüzüne bakamıyorum. Karşılarında yerin dibine giriyorum. Sanki benim de payım varmış hissine kapılıyorum. Milliyetçilere de söyleyeceğim şudur; aklınızı başınıza alın ve Kürt dostlarımıza bizi yanlış tanıtmayın.” Önder Bulut, ırkçı ve milliyetçi dalgada devletin de payı olduğu görüşünde: “Devlet milliyetçi olunca halk da kendisini öyle olmak zorunda hissediyor. Devlet küçüklüğümüzden başlayarak bizi milliyetçi yapmak için her şeyi deniyor. Her sabah ‘ne mutlu Türküm diyene’ diye bağrıldığını hatırlıyorum. Yanımdaki arkadaşım Kürt olduğu için ben bağırmıyordum. Çünkü onu yok saymış olurum diye düşünüyordum.”
‘Kürtler bizi kendi bölgelerinde sahipleniyor’
Berkant Şahin; Aydın’ın Didim ilçesinde doğmuş. Henüz 18 yaşında olan bir lise öğrencisi. Ama savaş çığırtkanlarından daha olgun olduğu kesin: “Türk olmaktan ne gurur ne de utanç duyuyorum. Gurur duyamam, çünkü her gün sağda solda Kürtlere saldıran Türkleri duyuyoruz. Utanç duyamam, çünkü ben de bir Türk olduğum halde bu ayrımcılığa karşı gelebiliyorum. Bu ayrımclığı yapanlar dönüp düşünsünler, neden dünyada ‘barbar’ diye geçiyor adımız...”
Berkant, yaşadığı yer nedeniyle çok sayıda Kürt arkadaşının olduğundan bahsederek, devam ediyor: “Doğu ve Güneydoğu bölgesinden buraya sürekli Kürt aileler göç ediyor. Göç etme nedenleri açlık, yoksulluk. Şimdi biz onları göç etmeye zorlayan şartlar yüzünden devleti eleştirmek yerine tutup da kendilerini eleştirirsek, nerede kalır hak hukuk, adalet. Hani Türk milleti yardımsever, misafirperverdi? Benim birçok Kürt arkadaşım var ve aramızda hiç böyle sorunlar yaşanmıyor. Hatta bana Kürtçe öğretmeleri için sürekli ısrar ediyorum. Farklı insanlarla yaşamak, onlardan yeni şeyler öğrenmek çok hoşuma gidiyor.” 18 yaşındaki Berkant, geçtiğimiz günlerde yaşanan ırkçı saldırıya da değinerek, “geçen gün yine bize yakın bir ilçede Kürtlere saldırılmış. Bunlar sürekli yaşanıyor Ege bölgemizde. Hangi nedenle olursa olsun kınıyorum bu saldıranları. Yokluktan bölgemize gelmiş insanlara sahip çıkıp daha çok özen göstermemiz gerekirken, onlara yaşadıkları yerleri zehir ediyoruz” dedi. Berkant Şahin, sözlerini şöyle noktaladı: “Hangimiz Doğu’ya gidince bir Kürdün saldırısına uğradık? Ben hiç böyle bir haber okumadım. Kürtler kendi bölgelerine gidildiğinde el üstünde tutuyorlar herkesi. Benim akrabam Diyarbakır’ın bir köyünde memur. İlk görev yeri olduğu için biraz korkmuştu, ama tatilde geldiğinde oradaki insanlar tarafından nasıl sahiplenildiğini, her gün bir köylünün evine misafir edildiğini anlattı. Bence biz de böyle davranmalı ve kardeşçe yaşamalıyız.”
‘Vicdanım Kürtlerin yanında’
Aynur İyitoğlu adlı ilkokul öğretmeni de, son dönemde Kürtlere karşı gelişen önyargıda devlet politikasının rolüne vurgu yaptı: “Kendi mesleğimden örnek verecek olursam, öğrencilerime öğreteceklerimi devlet sistemi belirliyor. Sistemin kabul etmeyeceği en ufak bir konudan bahsettiğimizde de hakkımızda soruşturma açılıyor. Durum böyleyken sivil halkı yönlendirenin de yine devlet olduğunu söylemek hiç de abartı değildir.” İyitoğlu, batı illerinde yaşananları ‘normal’ karşılıyor, nedenini ise ‘Kürtler kendi topraklarında bile yasaklı’ diye açıklıyor: “Birkaç yıl önce Bitlis’te görev yapmıştım. İlk gittiğimde etrafımdaki herkes bilmediğim bir dilde iletişim sağlıyordu. Ben bilmiyordum, ama ne önemi var ki bunun? Kürtçe, onların anadiliydi. Anadillerinde konuşmak, anadillerinde espri yapmak, anadillerinde ödev yazmak istiyorlardı... Ancak hayatım boyunca unutamayacağım bir gelişmeye şahit olmuştum bu süreçte. Bir gün okul müdürü resmen asker gibi dersi basarak, öğrencilere ‘Kürtçe konuşmayacaksınız’ tehditleri savurmuştu. İlk defa o zaman utanmıştım Türklüğümden!” İyitoğlu, şöyle devam ediyor: “Biliyor musunuz, aslında bunu da ‘normal’ buluyorum. Çünkü bu sistem için ‘anlamak’, ‘anlaşılmak’ önemli değil. Yani biz Türkçe öğretelim de, onlar gelişse de olur gelişmese de! Ezberci bir sistemden ne bekleyebiliriz ki?” Aynur öğretmen, Kürdistan’da görev süresi dolduktan sonra atandığı diğer yerler hakkında ise şu bilgileri verdi: “Buralarda Bitlis’teki şahit olduklarımdan daha acılarına şahit oluyorum. Şimdiki öğrencilerimin çoğunluğu Türk. Tabii ki çocukların ulusları önemli değil, onların hepsi aynı berraklıktadır... Ancak ailelerinin tutumunu ne kadar kınasam azdır. Çocuğuna ‘sınıfta Kürtlerle yan yana oturma’ diye öğüt veren aileler duydum. Çocuğunu Kürt çocuklarla aynı okul servisine vermeyen aileler duydum. İşte birileri çıkıp Kürt’ten alışveriş yapma diye propaganda yapar, birileri de bunun etkisiyle kendi yaşamına uygun pratik sergiler. Söyler misiniz, bir 2. sınıf öğrencisi çocuk şunu söyleyebiliyorsa, kimi sorgulamalıyız: “Bu Kürt’tür, terörcüdür, konuşmayalım.”
Aynur öğretmen sözlerini, asıl sorumluyu işaret eden şu saptamasıyla tamamlıyor: “Gerek izledikleri yalancı televizyonlarla, okudukları yalancı gazetelerle görüş belirleyen aileler, gerek cuma günleri İstiklal Marşı seslendirilirken ufacık çocukların dudaklarını kontrol edip, acaba okuyor mu diye gözleyen öğretmenler... Sonuç olarak, tüm bunların yaratanı devlet! Bu devlet, sözde yazarlar çıkıp ‘bir asker ölümüne karşı falanca partiliyi öldürmek farzdır’ dediğinde onu aklayabiliyor, barıştan kardeşlikten bahsedenlere de ‘hain’ damgası vurabiliyorsa, bir Türk olarak, vicdanım bana Kürtlerin yanında yer almayı söylüyor.”
‘Almanya’daki ırkçılar gibiler’
Cansu Duman adlı işçi de, yaşadığı coğrafyadaki linç girişimlerine anlam veremiyor: “Şiddet ya mücadeleyle ya da kışkırtmalarla meydana gelir diye düşünüyorum. Bölgemizdeki Kürtlere saldıran zihniyetin ‘mücadele’ ettiğini söylemek saçmalık olur. Kime karşı, neyin mücadelesini vereceğiz ki? Bağımsız bir ülke değiliz, demokratik bir ülke değiliz. Eğitime bütçe ayıramayıp silaha para döken bir devlet yönetimindeyiz. Hem vatan millet demesini biliyorsanız, birilerinin toprakları için, coğrafyaları için direnmesini de normal bulmalısınız. Şunu anlamalıyız ki doğu ve güneydoğunun toprağını ekip biçen, havasını soluyup yutan biz değiliz Kürtlerdir. Kendi toprakları için belirleyici olamıyorlarsa, üstüne bir de göç ettikleri yerde sorunla karşılaştırıyorsak onları, işte o zaman her türlü mücadele yöntemlerine razı gelmek zorundayız.” Duman ayrıca, Kürtlerin sadece ekonomik açıdan ezilmediklerine dikkat çekti: “Evet, ben de bir Türk olarak bu ülkede eziliyorum, ama Türk olduğum için ezilmiyorum. İşçi olduğum için, sosyal koşullarım iyi olmadığı için eziliyorum. Ancak Kürt halkı her iki durumda da eziliyor. Maaşlarımız iyi değil, aç yatıyoruz ama her sabah bomba sesleriyle uyanmıyoruz! Çocuklarımız panzerler altında kalmıyor. Benim, Uğur Kaymaz’ın adını her duyduğumda gözlerim dolar... Artık Türk halkımızın empati kurmayı öğrenmesini istiyorum. Saldıranları kesinlikle sahiplenmiyoruz. Almanya’da Türklere saldıran ırkçıları ne kadar iğrenç buluyorsam, Türkiye’de Kürtlere saldıran Türkleri de o kadar iğrenç buluyorum. Ben bir üniversitede çalışıyorum. Dün öğrenci arkadaşlar bir eylem düzenlediler burada. İzin verirseniz sözümü eylem esnasında duyduğum bir sözle bitireyim: Kürt, Türk, Ermeni, yaşasın halkların kardeşliği.”
ALİ BARIŞ KURT/ AYDIN



Ortaklar’da Kürt-Türk çatışması tezgahlanıyor
Aydın’ın Germencik İlçesi’ne bağlı Ortaklar Beldesi’nde Kürtlere ait iş yerleri ve araçlar ‘kimliği belirsiz’ tarafından yakılıyor. Araçları yakılan kişiler, araçların yanmasından karakolu ve MHP’li belediyeyi sorumlu tuttu. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Ortaklar Beldesi’ne bağlı Yeşiltepe Mahallesi’nde son 20 gün içinde 12 araç kundaklanarak yakıldı. Failler henüz yakalanmazken, yakılan araçların cezaevinde yakınları olan kişilere ait olması dikkat çekti. Yeşiltepe halkı araçların Kürt-Türk çatışmasını körüklemek amaçlı olduğunu belirterek, MHP’li belediye başkanı ve polislerin provokasyon yaratmaya çalıştığın savundu. Her akşam yeni bir aracın yakılacağı korkusuyla uykularının kaçtığın kaydeden halk, geceleri sokak başlarında nöbet tutarak önlem aldıklarını söyledi.
‘Karanlık oyunlar oynanıyor’
23 yıl önce Siirt Eruh’tan Ortaklar’a göç eden Ahmet Çelefoğlu, “benim arabam sabah saat 05.00 sularında yanmaya başladı. Komşular gördü. Bize haber verdiler. Biz yangın söndürme aletleriyle müdahale edene kadar araç kül oldu. Yani, arabadan geriye zaten hiçbir şey kalmadı. Arabanın içinde şişe bulduk. Kundaklandığını anladık. Burada bizim yüzümüze karşı bir baskı uygulamıyorlar, ama gizli gizli karanlık oyunlar oynuyorlar. Bu ilk değil, son da olmayacak. Ben savcılığa gidip davacı oldum. Bu olayın sonuna kadar takipçisi olacağım” dedi.
Polis: Aracın DTP’li olduğun için yandı
Çetin Sevilgen ise, 15 yıldır ailesiyle birlikte Ortaklara taşındığını ve inşaat işlerinde çalıştığını belirterek, “Ortaklarda son 20 gün içinde yaklaşık 12 araç yakıldı. Bunlardan bir tanesi de benim arabamdı. Biz uykudayken arabalarımızı yakıyorlar. Benim arabam yandığında komşular yardımcı oldular söndürdük. İtfaiye çağırmamıza rağmen gelmedi. Polis yaktırıyor. Ben daha sonra polise ifade verdim. İfademde devletten şikayetçi oldum. Bana polisler, ‘sen partili olduğun için senin arabanı yaktılar’ dedi. Ben tanıyor musunuz yakanları diye sordum. Polisler bana, ‘bunlar 5 kişi parayla yakıyorlar, DTP’li olduğun için hedef oldun’ dediler” diye konuştu.
‘Kürt-Türk çatışması yaratmak istiyorlar’
Şırnak’tan göç ederek Ortaklara yerleşen Mesut Kayaalp da, 24 yıldır burada yaşadığını ifade etti. Sabah ezanına yakın bir zamanda arabasının yandığını fark ettiğini söyleyen Kayaalp, “bu araba benim ekmek kapımdı. Ben şoförlük yaparak geçimimi sağlıyorum. Benim 9 tane çocuğum var. Başkasından borç alarak bir araba aldık, ama onu da yaktılar. Son dönemlerde Ortaklar’da pislik yaratmak isteyenler var. Kürt-Türk çatışmasını yaratmaya çalışıyorlar. Şikayetçi oldum sonra şikayetimi geri oldım. Çünkü şikayetimin sonucu suçluların ortaya çıkmayacağını biliyorum. Bizim üzerimizde çok kirli oyunlar oynuyorlar. Benim aracım yakıldıktan sonra öğrendim ki, 2 Türk’ün de arabası yakıldı. Amaçları Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getirmektir” şeklinde konuştu.
Sabaha kadar nöbet tutuyorlar
1999 yılında Batman’dan göç eden Orhan Obay da, aracının yanmasından polisleri sorumlu tutarak, “biz yaklaşık 20 gündür akşamları sokakta sabaha kadar nöbet tutuyoruz. Yeni araçlar yanmasın diye... Ortaklar’da büyük bir Kürt potansiyeli var. Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde Kürtleri terörize etmeye çalışıyorlar. Bu araçların kundaklanmasında MHP’li belediyenin ve polisin parmağının olduğunu düşünüyorum” diye kaydetti. UMUT AKPINAR/ ANF/AYDIN  YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Emekli CIA ajanı Faddis: Kürtler Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremedi

blogmug_cfaddis[1] Rizgarî Online/Emekli CIA ajanı Sam Faddis, savaş öncesi peşmergeleri, Kalaşnikoflar, cephane, GPS cihazları ve uydu telefonlarıyla donattıklarını anlatarak, Kürdlerin Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremediğini ve bunun da Irak’ta 2 yıl süren iç savaşa yol açtığını, El Kaide’nin Musul’da toparlandığını yazdı. Faddis, 2002-2003 yıllarında Federe Kürdistan bölgesindeki operasyonlarda kendilerine sürekli zorluk çıkardıklarını söylediği Türk askerleriyle çatışmanın eşiğinden döndüklerini de belirtti.
Vatan gazetesinin haberinde şunlar kaydedildi: ”20 Mart 2003’te Bağdat’ın bombalanmasıyla başlayan Irak Savaşı öncesinde Faddis ve arkadaşları Kürdistan bölgesinde önemli bir rol oynadı.
1990’lardan bu yana Türkiye’nin güneydoğusu ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren CIA ajanı Sam Faddis, anılarını anlattığı ve geçen günlerde ABD’de piyasaya çıkan “Operation Hotel California” adlı kitabında, 2003 Irak Savaşı sırasında CIA timleriyle Türk askerleri arasında çatışmanın eşiğinden dönüldüğünü belirtti.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), CIA’nin 2002-2003 yıllarında Kuzey Irak’taki gizli faaliyetlerine büyük zorluk çıkardığını kaydeden Faddis, kitabında sık sık TSK’ya ve Türkiye’ye olan kızgınlığını dile getiriyor.operation hotel california
Start Türkiye’den
“Operation Hotel California” isimli kitaba göre, CIA’nin kontr-terör ajanları 7 Temmuz 2002’den itibaren TSK’nın bütün muhalefetine rağmen Kuzey Irak’a girdi. Türkçe ve Yunancayı ana dili gibi konuşan Charles Sam Faddis ve emrindeki ekibin amacı Afganistan’daki Tora Bora’dan Kuzey Irak’a gelen El Kaide ve Ensar El İslam militanlarını öldürmekti. Peşmergelerle CIA’nin büyük işbirliğinin bu operasyonda başladığını anlatan Faddis, “Kurmal ve Sargat yakınlarında El Kaide’nin kimyasal silah ürettiğine dair elimizde deliller vardı. Yerlerini de belirledik. Saldırı için Beyaz Saray’dan izin ve Türkiye üzerinden gelecek silah ve helikopterlere ihtiyacımız vardı. Türkiye izin vermedi. Beyaz Saray da operasyona yeşil ışık yakmadı” diyor.
Sinir harbi
Kitaba göre, Faddis ve ekibinin TSK’yla sürtüşmesi Şubat 2003’ten sonra gözle görülür hale geldi. “TSK’nın bize PKK’lı var dediği yere 6 tane cip ve adamlarımı yolladım. Hiç kimse yoktu” diye yazan Faddis, “Gizli operasyonlar için İncirlik’ten gelecek malzemeye ihtiyacımız vardı. Her seferinde TSK’nın onayını almak gerekiyordu. Haftalar süren prosedür işimizi çok zorlaştırıyordu. Silopi’deki Türk komutan bizim Kuzey Irak’ta olmamızdan çok rahatsızdı” iddiasında bulunuyor. Mart 2003’te savaşın başlamasına haftalar kala, Faddis ve adamları bu kez gizli operasyonlar için Türkiye üzerinden silah, patlayıcı ve yiyecek geçirmek istedi. Türkiye’nin buna izin vermemesi üzerine CIA ajanları, Peşmergelerden Kalaşnikov ve kıyafet satın aldı, Kürtler gibi giyinerek onların arasına katıldı.
Geçerse yakalarız
Faddis, TSK’nın Kuzey Irak’a gidecek olan İncirlik merkezli sevkiyatları denetlemek istediğini belirterek “Sınıra gelen gizli görevli ekiplerimize çok kötü davranmaya başladılar” diyor ve şöyle devam ediyor:
“CIA merkezindeki gizli operasyonlar bölümünden bir üst düzey görevli Şubat 2003’te durumu görmek için bölgeye geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri bu geziden çok rahatsız oldu. Toplantılara gözlemci sokmak istediklerini, bunun anlaşmalar gereği olduğunu söylediler. CIA bu iddiayı reddetti. Buna Silopi’deki Türk Özel Harekât Birimi Komutanı çok sinirlendi. Bir gün Salahaddin’deki toplantımıza gelen Türk Teğmen, ‘Eğer bu gizli görevli sınırı geçerse Türk Ordusu kendisini gözaltına alacak’ dedi.”
Ankara’ya kadar
TSK’nın bu çıkışı üzerine sınıra tepeden tırnağa silahlı olarak ve çatışmaya hazır bir durumda gittiklerini belirten Sam Faddis, “CIA yetkilisine bir şey olursa Türk askerlerinin ölebileceğini söyledik. Sonuçta birileri Silopi’deki komutanı uyardı da şef sınırı geçti. Gerekirse şefin yanında Ankara’ya kadar gidebilirdik” diyor.
Türkler savaşı uzattı
CIA ajanı Faddis, savaş öncesi peşmergeleri, Kalaşnikoflar, cephane, GPS cihazları ve uydu telefonlarıyla donattıklarını anlatarak Kürtlerin Musul’a Türkiye’nin engellemesi yüzünden giremediğini ve bunun da Irak’ta 2 yıl süren iç savaşa yol açtığını, El Kaide’nin Musul’da toparlandığını savunuyor.
Sam Faddis, ABD’nin Kürtlere mutlaka bağımsızlık vermesini, Kuzey Irak’taki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının tamamen çıkarılmasını ve PKK’nın terör örgütü dışında bir yapı haline dönüştürülmesini istedi.
Sblogmug_cfaddis[1]am Faddis kimdir?
“Operation Hotel California” kitabını Deniz piyadesi Mike Tucker ile birlikte yazan Faddis, kitabın bir bölümünde 1997 Nevruzu’nda Diyarbakır’daki gösterileri ve olayları şehrin içinden takip ettiğini anlatıyor. Türkiye’de 90’lardan bu yana gizli görevli olduğu anlaşılan Faddis, Mayıs 2008’de CIA’den emekli oldu. Türkçe, Kürtçe, Yunanca ve Arapça bilen Faddis halen Annapolis’te yaşıyor. ”
RO/Zilan Dersim


Kürt sorununda ortak aklın peşinde

SorarLogoGri160

Sosyal Sorunları Araştırma Ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) Kürt sorunu üzerine üçüncü toplantısı 12 Ocak 2008 günü Diyarbakır’da yapıldı. Toplantı PKK’nın 3 Ocak günü şehirde gerçekleştirdiği ve 5 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırının öncesinde planlanmıştı. Nitekim İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’dan siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan 26 katılımcı, Kürt sorununa ek olarak söz konusu saldırının ardından yaşanan gelişmeleri de tartıştılar. Yaklaşık beş saat süren toplantıda “Kürt sorununda yeni bir dönem mi başlıyor?” sorusu soruldu ve yanıtı aranmaya çalışıldı. van25102008yuruyus
DİLE GETİRİLEN BAZI GÖRÜŞLER
Kürt sorununda yeni bir dönem mi başlıyor
Katılımcıların büyük bir bölümü Diyarbakır’daki son saldırının Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğinin işareti ve PKK içinde bir kırılma noktası oluşturduğu üzerinde uzlaştı. Patlamanın, Kürt çevreleri ve DTP içinde ciddi sarsıntılara yol açtığı, PKK’nın dış dünyadaki desteğinin büyük ölçüde azaldığı vurgulandı. Toplum bombalama olayını kınama konusunda aydınlardan ve sivil toplum kuruluşu yöneticilerinden daha ileride. Halk örgüte karşı hiç bu kadar net bir tavır almamıştı. 10 yıldır halk PKK’ya karşı ilk kez bu kadar tepkili ve cesur. Bu saatten sonra halk Diyarbakır’da örgütün yapacağı her türlü şiddet eylemine karşı duracaktır. Yıllardır kimlik mücadelesi verile verile kişiliklerde aşınma oldu. Ama halkın kafasında bu saldırı bir dönüm noktası oldu.
* Dağlıca altın vuruştur!
Dağlıca bir altın vuruştur. PKK askerin üzerinden AKP’yi vurmayı amaçladı. Ancak beklenen olmadı. AKP soğukkanlı davrandı. Sonuçta PKK’nın beklentisinin aksine Dağlıca askerle AKP arasındaki sorunların rafa kalkmasına yol açtı. Tüm bunlara kızgınlıkla Diyarbakır saldırısı yapıldı.
* Yeni dönem yok
Bazı katılımcılar Kürt sorununda yeni bir dönemin başladığı yönündeki saptamaya karşı çıktı. Bu kişiler umutlanmaya vesile olabilecek yeni bir dönemin başlamadığını, hatta seçimden sonra yaşanan sürecin kendilerini daha kötümser kıldığını vurguladılar. Güneydoğu’daki AKP ile Batı’daki AKP’nin farklı olduğunu, iktidar partisinin bir Kürt politikası üretemediğini savundular. AKP’nin sorunu sosyal yardımlar ve ekonomik perspektifle çözebileceğini sandığını, askerin sertlik yanlısı tutumunu savunur duruma geldiğini belirtip “AKP en azından bu sorunla ilgili olarak gündelik hayatı rahatlatıcı ve yasakları gevşetici adımlar atarsa iyi olur” diye konuştular.
Kimilerine göreyse “yeni bir dönem” değil, “yeni bir durum” söz konusu. DTP’de şiddeti ilkesel olarak reddeden bir tavır gözlenmiyor. TSK’da da militarizm dışında sorunu çözme arayışı yok. PKK’da da ciddi bir tutum değişikliği görülmüyor. Bununla birlikte DTP’de farklı kanatların var olduğu yolunda bazı işaretler ve beklentiler var. Emekli paşaların bazı özeleştiri sözleri de TSK’da bir tavır değişikliği olarak algılanıyor.
* Türkiye yol ayrımında
Kuzey Irak’taki Kürt federe devletini ya kabul edeceksin ya da düşman göreceksin. Türkiye artık bu eşiği geçti. AKP bu süreci iyi yönetti. Eğer AKP bir şeyler yapıyormuş gibi davranıp geri adım atarsa sorun birkaç misli olarak geri döner. AKP rehavete kapılmış gibi. Sorun geçiştiriliyor. Yeni dönemde DTP’nin de, Kürtlerin geçirdiği evrime uygun olarak kendini yeniden tanımlaması gerekiyor. Ancak büyük görev AKP’nin. İktidar partisinin “sivil anayasa” hazırlıkları çok önemli. Ancak bir makyaj anayasası değil, sorunları çözecek bir anayasa olması lazım.
* AKP-TSK ittifakı
Kürt sorununda akut sorun devletin katı tutumudur. Devletin hemen hemen her konuda vatandaşına karşı takındığı şüpheci tavırdır ki AKP de aynı şeyi yapıyor. “Tek vatan, tek millet ve tek bayrak” lafını dünya litaratürüne çevirdiğinizde karşınıza faşizm çıkar. Bu sözleri söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’dır. İkinci akut sorun ise bugün bir “muhafazakâr-otoriter ittifakı”nın söz konusu olmasıdır. Yani AKP-TSK ittifakı tehlikelidir. Ne var ki bu ittifak uzun süreceğe benziyor.
AKP dini cemaatleri de arkasına alarak TSK ile ittifak kuruyor. Bunun karşısında ise PKK ile derin devletin ittifakı var. Yani tehlikeli bir süreç söz konusu. Bunun yerine AKP ile DTP’nin konuşması ve birbirlerini anlaması gerekiyor.
* PKK zayıfladı ama...
PKK totaliter eğilimleri çok güçlü, Stalinist, şartlanmış insanlardan oluşan bir örgüttür. PKK’nın amacı Kürt sorununu çözmek değil, hakim güç olmaktır. AKP’nin amacı da iktidarda kalmaktır. PKK’nın sıkıştığı ve zayıfladığı, önümüzdeki dönemde daha da zayıflayacağı düşünülüyor. Zayıfladığı oranda şiddet eylemleri de artacak. Burada AKP’nin sorumluluğu var. “Terör bitsin adım atalım” söylemiyle terör bitmeyecektir. Şiddet kültüründen çıkmak uzun bir süreçtir. Paniklememek gerekiyor.
* Türklerle de konuşulsun
Kürt meselesi hep Kürtlerle konuşuluyor. Halbuki bu sorunun daha çok Türklerle konuşulması gerekiyor. Esas rehabilite edilmesi gerekenler Türklerdir. PKK 1980’li yıllarda bir alternatifti, haklı denilebilecek bazı noktalardan hareket ediyordu. Ama bugün değil. Artık çözümün önünde engel oluşturuyor. Eskiden bir Kürt sorunu vardı, buna şimdi de PKK sorunu eklendi. 22 Temmuz’da halk şiddetsiz de çözüm olabileceğine dair bir ışık gördü ve buna pirim verdi. PKK şiddeti yöntem olarak kullanan bir örgüttür. Birilerinin, dönüşmesi için ona yardım etmesi lazım. O birileri de toplumdur.
* DTP hırpalanmamalı
Ortada bir taraf ve ve diyalog sorunu var. Kürtler adına kim “tamam biz bunu kabul ettik” diyecek? PKK’nın muhatap alınmasını istemek Kürtler açısından gerçekçi olmayabilir. Ama DTP’yi hırpalamak da çözüm değil. Hırpalanırsa siyaset üretemez.
Çözüm için bazı öneriler
ToplantIda farklı katılımcılar farklı çözüm önerileri dile getirdi. Bunlardan bazıları şöyle:
* Ana dil öğrenimi sağlanmalı. Kürt dili ve edebiyatı öğretilmeli.
* Ana dil sadece öğretilmemeli, eğitim de yapılmalı.
* Medyada yayın özgürlüğü sağlanmalı.
* GAP tamamlanmalı.
* Güneydoğu’ya mahsus pozitif ayrımcılık gözeten ekonomik tedbirler alınmalı.
* Kuzey Irak tanınmalı, ilişkiler geliştirilmeli. Önce Talabani sonra da Barzani davet edilmeli.
* Kapsamlı bir af yasası çıkarılmalı.
* Kürt meselesini çözmeden önce yaşanabilir bir ortam sağlanmalı. Kürtlere güven verilmeli.
* Dağdan iniş bir şekilde karşı tarafla konuşarak mümkün olabilir. Ancak böylelikle iyi bir yasa hazırlanabilir. Aksi halde yüzlerce genç yine dağa çıkacaktır.
* AKP ve DTP birbirini anlamalı ve ortak çözüm üretmeli.
YARIN: 21 Şubat 2008’de Ankara’da yapılan “Kürt sorununda siyasetin sınırları” toplantısının notları...

Kürt sorununda ortak aklın peşinde

Sosyal Sorunları Araştırma Ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) Kürt sorunu üzerine düzenlediği toplantıların dördüncüsü 21 Şubat 2008 günü Ankara’da yapıldı. Hemen hemen her siyasi görüşte siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan 24 kişi katıldığı toplantıdan birkaç saat sonra Kuzey Irak’a yönelik kara harekatı başladı. Nitekim toplantıda muhtemel bir kara harekatının çapı ve doğurabileceği sonuçlar da geniş olarak ele alınmıştı. “Kürt sorununda siyasetin sınırları” başlıklı beş saat süren bu kapalı toplantıdan bazı notlar aktarmak istiyoruz:
AKP’ye verilen süre tükeniyor
* Türk ordusu PKK’yı Kuzey Irak’ta tasfiye edemez
Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi teknik açıdan mümkün ancak siyasi ve ekonomik açıdan zor. Günde 20 milyon dolarlık bir maliyet var. Türkiye kısa süreli giriş çıkışlar yapacak ve ABD ile birlikte hareket edecek. Ancak böylesi bir harekatın psikolojik etkisi dışında bir etkisi olmaz. Türkiye’nin Irak’ın rızası dışında oraya asker göndermesi bir işgaldir. ABD bunu yapar ama bedelini öder. Türkiye’nin bedel ödeyecek lüksü yok. Bir kara harekatında Peşmerge güçlerinin zarar verebileceği hesapları yapılıyor. Ama Barzani’nin saldırma olasılığı yok. Böyle bir risk almaz. Türkiye de eninde sonunda Barzani’yi bir unsur olarak tanımak zorunda.
* PKK cephe savaşına girmez
PKK bu konuda deneyimli. Bir kara harekatına PKK hazırlıklıdır, cephe savaşına girmez. Türkiye’nin Kandil’e kadar gitmesi olağanüstü bir durum olur. Bu tüm Ortadoğu’yu etkiler. PKK’nın tümden ön plana çıkmasına ve Iraklı Kürtleri arkasına almasına neden olur. PKK’ya zarar verir ama psikolojik açıdan çökertmez. PKK sıkıştırma üzerine şekillenen bir hareket. Bu duruma da hızla adapte olur. PKK tasfiye olmaz, teslim olmaz. Böyle bir opsiyon mümkün değil. Kara harekatı İran ve Suriye Kürtlerini de etkiler ve PKK’ya destekleri artar.
* Kara harekatında Türkiye Kürtleri kaybeder
Bir kara harekatında Türkiye bütün Kürtleri kaybeder. Bu çok riskli ve göze alınacak bir operasyon değil. Kuzey Irak’taki kara harekatını PKK’ya karşı değil, Kürtlere karşı olarak algılar.
* Kara harekatı sorun olmaz
Kara harekatı ABD’nin kontrolü altında olursa geniş sorunlara neden olmaz. Operasyon son derece sınırlı olur. Ancak bu operasyon PKK’yı bitirmez.
* AKP’ye verilen kredi tükeniyor
Kuzey Irak’a yönelik bombalamalar Kürtler üzerinde olumsuz etki yapıyor. AKP’ye verilen kredi 22 Temmuz’dan sonra hızla tükeniyor. Batman’da yaşananlar bunun sonucu. Batman’da olanlar PKK kadrolarının tepkisi değil, halkın tepkisi... AKP’ye yönelik tepki artıyor. AKP Kürt sorununda son sözü söyledi mi, söylemedi mi bir beklenti var.
* Kosova modeli Kuzey Irak’a uygulanmaz
Kosova’nın bağımsızlığı Sırbistan’ın cezalandırılmasıdır. Türkiye bir Miloseviç çıkarmadıkça Amerika Kürtlere devlet vermeyecektir. Kosova Kuzey Irak’a uygulanabilecek bir model değildir.
* Türkiye eski yıllara nazaran daha güçlü
Türkiye’nin önceki yıllara göre PKK konusunda eli daha güçlü.Türkiye-Moskova ilişkileri de tarihte olmadığı kadar sıcak, hatta son 500 yılın en iyi ilişkileri yaşanıyor. Avrupa’daki elitin PKK’ya baskısı daha da fazlalaşmış durumda.
* Devletin geleneksel Kürt politikası iflas etti
Kürt meselesi hükümetleri aşan bir mesele. Hangi hükümet gelirse gelsin Kürt politikası uygulama şansına sahip değil. Hiçbir siyasi partinin programında Kürt sorunuyla ilgili bir madde yok. Cumhuriyet yapılanırken Kürt meselesini güvenlik meselesi olarak görüp güvenlik güçlerine havale etti. Bu hâlâ devam ediyor. AKP’nin Kürt sorunuyla ilgili bir çözüm formülü yok. Kürtlere yaklaşım konusunda AKP belki daha fazla insaflı ama eli kolu bağlı. Hükümet bu konuları devletin üst düzeyiyle tartışmalı ve devlet politikası oluşturmalı. Devletin geleneksel Kürt politikası iflas etmiştir.
* Devletin hiçbir zaman Kürt politikası olmadı
Devletin Kürt politikası hiçbir zaman olmadı. Zaman zaman raporlar hazırlandı. Sonra bunlar rafa kaldırıldı. Türkiye’de Kürt sorunu nasıl algılanıyor? Herkesin algıladığı Kürt sorunu farklı. Siyasetçilerle halkın bu soruna bakış açısı farklı. Bölgedeki ağalarla insanların bakış açısı farklı. 1996 yılında yapılan bir araştırmada Batı’da yaşayan Kürtlerin ayrı devlet isteği doğudakilerden fazla çıktı. Devlet hangi Kürtlerin taleplerini ciddiye alacak? Yine de önemli olan Türklerle Kürtlerin arasına kan girmemesi. Bu bir fırsat. Kürt sorunu demokratikleşme esasında halklar barıştırılmalı.
* Türkiyelilik kavramı tutmaz
Türkiyelilik kavramı, Osmanlılık kavramıyla aynı. Nasıl Osmanlılık tutmadıysa Türkiyelilik de tutmaz. Ancak geçici bir pansuman görevi görür. Hep Kürtlerin endişeleri üzerinde duruluyor ama Türklerin endişeleri konuşulmuyor. Kürtlerin kafasında ayrı devlet isteği var. Söz konusu taleplerle ortak yaşam olmaz.
* Etnik çözümler gerçekçi değil
Bugünkü çözümler ulusalcı ve etnik çözümlerdir. Ortadoğu’nun tarihinde bu tip çözümler yoktur. Kürtlerin yüzde 60’ı Batı’da yaşıyor ve üstelik bölgede başka etnik unsurlar da var. Birlikte yaşama projesi öne çıkmalı. Sonuç olarak Irak’a Kürdistan, Türkiye’ye demokrasi. Ayrımcılığı Kürtlerin büyük bir çoğunluğu istemiyor. Anadilde eğitim hakkı dahil tüm haklar verilmeli. Ancak anayasada din, dil ırak ve mezhebe vurgu yapılmamalı. Sivil ve demokratik anayasa olmalı. Kürt meselesinin çözümü etnik bir federasyonla olmaz.
* Tıkanıklık noktasına gelindi
2002 yılında daha elverişli bir ortam vardı. Ama adım atılmadı. Milliyetçi dalga çözüm şartlarını zorlaştırıyor. 2007 seçim sonuçları o bölgede kimlik siyasetinin anlamlı olmadığını gösteriyor. Batı bölgelerinde ırkçı söylemler yükseliyor. Doğuda ise DTP düşüşte. Bir çıkmaz var. Tıkanıklık noktasına gelindi. AKP’nin devletle ilişkisi problemli. Bu yüzden umut vaat ediyor. Ama Kürt meselesinde çok zigzag çizdi. AKP ve DTP’nin ortak hareket etmesi gerek. Ama parlamentodaki aritmetik buna izin vermiyor. AKP’nin korkaklığı DTP’nin saldırganlığı sorunu çözümsüz kılıyor.
* CHP ve MHP’den açılımlar gelebilir
AKP sosyal politikalarla Güneydoğu’dan oy almaya çalışıyor. Gelecekte CHP ve MHP’den Kürt sorununa ilişkin açılımlar gelebilir. Asker-AKP ilişkilerinde normalleşme olur ancak AKP-Kürtler ilişkisinde durum tam tersi olur.
* Türkiye kırılma noktasına doğru ilerliyor
1984 ile 2008 kıyaslaması yaparsak Türkiye, ciddi bir kırılma noktasına doğru gidiyor. 1984 yılında şehit cenazeleri nasıl kaldırılıyordu? Şimdi nasıl kaldırılıyor? Şehit cenazelerinde neler yaşanıyor? Önceleri terörist cenazeleri nasıl toprağa veriliyordu? Şimdi neler yaşanıyor? Bütün bunları karşılaştırmak gerekiyor. Önce mevcut durumu saptamak lazım. Cumhuriyeti nasıl kurtarabiliriz ona bakmak lazım.
DİLE GETİRİLEN BAZI GÖRÜŞLER
* Af tek başına sorunu çözmez
AffIn amacının iyi belirlenmesi lazım.Amaç var olan silahlı çatışmaya son vermek ise bu son derece yararlı olur.. Ancak af kendi başına sorunu çözmez. PKK’lılar bir cezadan kurtulmak için dağa çıkmadılar. Belli idealler için dağa çıktılar. Bir proje ortaya çıkmadıkça PKK’lılar teslim olmaz. Devlet yeniden politika oluşturmalı ve gereklerini yerine getirmeli. En azından işaretlerini vermeli. Bunları oluşturduktan sonra af ilan edilmeli. Ayrıca affın kapsamı geniş olmalı ve sivil hayata adaptasyonları için de projeler geliştirilmeli.
* Af için toplumsal mutabakat olmalı
Af konusunda koşullar uygun değil. Toplumsal mutabakatın olmadığı durumda af çözüm olamaz.
* Af sorunu daha da çözümsüz kılar
Af işe yaramaz. İşi daha da çözümsüz kılar. Devletin bir Kürt politikası var. İnkarcı ve asimilasyoncu bir politika. Bunun yanlışlığı üzerinde tartışmak gerekiyor. Batıdaki Kürtlerde ayrılıkçılık oranı daha fazla. DTP’nin dışlanması AKP’nin politikaları değildi. Devletin Kürt politikasındaki politikasızlığıydı.. Türkiye’nin bir Irak politikası da var. Sadece mevcut durumu kabul etmek istemiyorlar.
* Af olumlu bir sinyal olabilir
Af ilan edilse bile herkes dönmeyecek. Bir devlet projesi lazım. PKK’yı hesaba katmak lazım. Devlet güven vermeli. Önce proje olacak. Sonra af ilan edilecek... Afta göz ardı edilen bir şey var: Dağdakiler, cezaevindekiler ve yurtdışındakiler. Topyekun olarak düşünmeli ve önce siyasi proje, rehabilitasyon ve ekonomik reformlar yapılmalı. Sonra af ilan edilmeli. AK Parti ikna edilmeli. Ak Parti de devleti ikna etmeli...
* Af için iklim uygun değil
DTP’nin talebi Apo’nun tecritten çıkması. Ama tecrite karşı çıkarken kendilerini tecrit ediyorlar. DTP’ye çok da fazla rol yüklememek gerekiyor. Ankara’daki siyasal ilişkilerinde hayal kırıklığı yaşıyorlar. Şu anda af konusunda toplumsal iklim uygun değil. DTP’nin cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Diğer siyasi aktörlerden de destek gerekiyor. AKP’nin de teşvik edici olması lazım.
YARIN: l 10 Mart 2008’de İstanbul’da düzenlenen “Kara harekatı sonrası PKK ve Kürt sorunu” toplantısından notlar

Kürt sorununda ortak aklın peşinde...
Sosyal Sorunları Araştırma Ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) Kürt sorunu üzerine beşinci ve son toplantısı 10 Mart 2008 günü İstanbul’da yapıldı. Hemen hemen her görüşten siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan 25 kişi, on gün önce biten Kuzey Irak’a kara
harekatını da tüm boyutlarıyla tartıştı.
* Harekatın getirdikleri ve götürdükleri
Halk şiddetin durmasını ve Kürt meselesini güvenlik sorunu olarak gören anlayışın artık sona ermesini isterken harekatın başlaması bölgede havayı değiştirdi. Zaten genelde hareketli geçen Mart ayına, insanlar daha da politize olmuş şekilde girdi ve harekatın 8 gün içerisinde sona ermesinin de etkisiyle DTP bu hareketlilikten moral kazandı.
Harekat sonucunda PKK iki şeyi ispatlamış oldu: TSK’nın askeri müdahaleyle kendisini tasfiye edemeyeceğini ve uluslararası konjonktür ve genel hava devletin lehine olsa da askeri yaklaşım ve şiddetin sonuca götürmeyeceğini. PKK, “Harekat, biz iyi direndiğimiz için bu kadar erken bitti ABD baskısından değil” diye düşünüyor. Doğru olmayabilir ama algı bu. Bölge halkı, biriken sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşurken PKK’nın Dağlıca baskını gibi eylemler yapmasını, dolayısıyla her iki tarafın da “şahinlerini” güçlendirmesini anlamlı bulmuyor. Söz konusu sosyal ve ekonomik sorunlara çözümün gündeme gelmesinin ancak tekrar silahların susmasıyla olacağı düşüncesi hakim.
Harekat sonucunda AKP’de bir özeleştiri veya değerlendirme sürecinin yaşanmaması ve harekat boyunca AKP ve TSK’nın aynı çizgiye gelmesi de AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımı bağlamında önemli bir gösterge. Bununla beraber CHP ve MHP’nin orduyla ters düşmesi tarihi bir kırılma.
* Askeri çözüm değilse ne?
PKK, daha önce beş defa ateşkes yapmasına rağmen, hiçbirinin kapsamlı bir çözümü getirmediğini, her ateşkesten sonra devletin Kürtlerin daha fazla üstüne geldiğini düşünüyor ve bunun hayal kırıklığını yaşıyor. Bununla beraber Türkiye’nin Kürt sorununu başka hiçbir aktöre (örneğin ABD) havale etmeksizin çözebileceğini düşünüyor. Bunun için AKP hükümetinin iktidarının geri kalan 3-4 yılında nasıl bir politika uygulayacağına, çözüm geliştirip geliştiremeyeceğine bakacak. Ancak benzer şekilde hükümet ve devlet de PKK’dan ilk adımı atmasını, yani silah bırakmasını bekleyecek. Bu düğümü çözmenin tek yolu, daha güçlü olan tarafın, yani devletin, ilk adımı atması. Peki, nedir bu adım(lar)?
Öncelikle Kürtlerin dil ve kültürlerinin önündeki bütün yasal ve pratik engellerin kaldırılması, Kürtçenin tamamen serbestçe kullanılması sağlanmalı. Bununla eş zamanlı olarak genel affın gündeme gelmesi de düşünülebilir. DTP’nin Meclis’te olması iyi bir şey ama onlarla diyalog kurulmadıkça anlamlı değil - dünyada hiçbir toplumsal sorun, taraflarından birini yok sayarak çözülmemiştir, dolayısıyla tüm Kürt hareketiyle, aydınlarla siyasi ilişki ve diyalog kurulması gerekir. Bu bağlamda PKK ve Öcalan da dolaylı veya dolaysız muhatap alınmak istiyor ancak Kürt halkının önder olarak gördüğü Öcalan ile “bebek katili” söylemi arasındaki uçurum meseleyi daha da çözümsüz kılıyor.
Kürt sorununa çözümün çerçevesinin nasıl olacağını da tartışmak lazım. Türkiye, katı üniter yapısıyla daha fazla devam edemeyeceğini anlayıp, federatif yapı, özerklik, merkez-yerel ilişkisi, vs gibi yönetim modellerini konuşmalı. Bu tip yeni bir yapılanma, siyasi yapıyı zayıflatmaz, güçlendirir. Fakat bunları tartışabilecek bir ifade özgürlüğü ortamı yok. TCK’nın 301 ve 318. maddeleri varken ne Kürt sorunu ne de başka sorunlar konuşulabilir. Bu meselelerin çözümü de anayasa reformudur. Anayasa’da yurttaşlık tanımının etnik temelli olmaktan çıkarılması, Anayasa’nın toplumsal mutabakata dayalı bir ilkeler manzumesi olması, yerel hakları da koruyacak prensipler içermesi gerekir. Ancak tüm bu açılımlar, PKK silah bırakmaz, ayrılmakta ısrar eder, PKK bayrağı altında yaşamak istiyoruz derse anlamını kaybeder.
* PKK’nın Türkiye ve diğer uluslararası aktörlerle ilişkileri
PKK’yı anlamak çok zor. Uluslararası platformlarda barış dili kullanan bir PKK varken, diğer yandan son dönemlerdeki eylemleriyle Türk kamuoyu nezdinde devletin elini güçlendiren bir PKK görüyoruz. 2004 yazında, AB yolunda reform paketlerinin hızla Meclis’ten geçtiği dönemde ve 2007’de, AKP seçimlerde Güneydoğu’daki oyların önemli bir kısmını aldıktan sonra PKK’nın silahlı eylemlerinin tırmandı, ki bu da çok manidar. Oysa 2002 seçimlerinde DEHAP’ın yüzde 6,2 oy alması, MHP’nin meclis dışında kalması, AB sürecinde yapılan reformlar, silahların sustuğu dönemin getirdiği umutlardı. Şiddetin çözüm olmadığını söyleyen herkesin behemehal şiddetten uzak durması gerekirken 2004’te silahlı eylemlerin tekrar başlaması, “şahinlerin ittifakı” tezini güçlendiriyor.
PKK’nın Irak ve İran’ı kullanması gitgide zorlaşırken Kürt hareketinde Barzani cephesi daha da güçleneceğe benziyor. Bununla beraber, kara harekatı sürecinde ABD Barzani’ye “ayağını denk al” demiş oldu. Kerkük’teki referandumun ertelenmesi ve bu konuda Kürt Yönetimi’nin geri adım atması da aynı şekilde değerlendirilebilir.
* AKP ne yapacak, ne yapabilir?
AKP’de, başta Başbakan olmak üzere, Kürt meselesinde yeni bir açılım hevesinde olan kişiler var, ama parti içinde bu konudaki gerilimler çok yoğun. Erdoğan, yakın çevresinde Kürtlerin olmasından dolayı dahi parti içinde bir bedel ödüyor. Bundan da önemlisi, AKP’nin oy tabanı (Güneydoğu’dan aldığı oylar hariç) son derece milliyetçi bir kesim. Söz gelimi seçim esnasında adaylar milliyetçiliğin daha yoğun olduğu kentlerde, Öcalan’ın asılması gerektiğini söylerken, başka yerlerde barış, demokrasi mesajı verebiliyorlar.
Çatışmayı durdurmada sivil aktörlerin (aydınlar, STK’lar, vb) rolü de tekrar tartışılmalı, zira bir görüşe göre aydınlar artık halk nezdinde inanılırlıklarını yitirdiler. Esas olan kamuoylarını rehabilite etmek ve yatıştırmak, çünkü ne Kürt milliyetçiliğine koşullanmış Kürtleri demokratik açılımlara ikna edebilirsiniz, ne de milletin bölünmez bütünlüğü takıntısı içerisindeki Türk halkını.
AKP’nin ortaya bir çözüm paketi önerisi sunup tepkileri beklemesi ve ona göre pozisyon alması söz konusu olabilir. Ancak bir görüşe göre de (olursa) bu ve bundan önceki tüm açılımlar AKP’nin Kürt sorununu samimiyetle çözmek istediğinden değil, yerel seçimlerde almak istediği oylara yatırım ve AKP seçimlerde Diyarbakır gibi kilit noktaları alırsa kendini başarılı sayacak, ki bu da çözümsüzlüğün sürmesi anlamına gelebilir.
GELECEK İÇİN ÖNERİLER
1. Askeri müdahale sonuç vermeyecektir. Kuşkusuz harekatın başarılı ya da başarısız olduğuna dair argümanlar üretmek mümkün, ancak nihai çözümün askeri yolla/şiddet kullanarak gelmeyeceği çok açık.
2. Kürt sorununu çözmenin ilk ve en önemli adımı, sorunun tüm taraflarıyla diyalog kurmak. Bunun için AKP’nin DTP ile arasındaki iletişimsizlik duvarını kaldırması, DTP’lilerin de bu konuda gayret göstermeleri gerekir.
3. İfade özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmadıkça toplumsal sorunları tartışma zemini olmaz. Bu engellerin başında TCK’nın 301 ve 318. maddeleri geliyor. Bu maddeler değiştirilmeli, değişiklikler kozmetik değil ilkesel değişiklikler olmalı.
4. Anayasa, yurttaşlığı etnik temelli tanımlamayan bir ilkeler bütünü şeklinde yeniden yazılmalı, dillerin serbest kullanımı önündeki yasal ve anayasal engeller tamamen kalkmalıdır.
5. AKP, iktidarının geri kalan döneminde Kürt sorununa nasıl yaklaşacağını ve çözüm önerilerini ortaya koyan bir plan sunmalıdır.
6. Demokratik açılımların ve yasal iyileştirmelerin anlam kazanması için toplumsal bir rehabilitasyon sürecinden geçilmeli. Bunun için de her iki tarafta da sözü dinlenen kişiler sürece dahil edilmeli.
* Dizi boyunca yayınladığımız 5 toplantının raporlarını
www.sorar.org.tr adresinden edinebilirsiniz.

Ruşen Çakır/vatan