Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır Kemal Burkay/Geçmişte zaman zaman yazdım: ”Türkiye” adı Lozan’la ortaya çıktı, yani 84 yıl önce. Kürdistan adı ise binlerce yıldan beri var. İran Selçuklularının daha bin yıl öncesi ”Kürdistan” adını kullanmaları bir yana, bu ad Eski Yunan ve Roma döneminden beri var; hatta ondan da önce. Kürtler, tarihin tanık olduğu en eski dönemlerden beri adına Kürdistan denen bu coğrafyanın üzerinde yaşıyorlar. Bu yazıda amacım tarih üzerine uzun uzun yazmak değil, bu basit gerçeği birilerine hatırlatmak. Tarihi gerçek böyle olduğu halde, ne ilginçtir ki, Anadolu’nun yerli halklarından Ermeniler soykırıma uğratılıp Rumlar kovulduktan, Kürtlerin desteğiyle ”Kurtuluş Savaşı” denen şey kazanılıp Anadolu ve Trakya’da ”Türkiye” adıyla bir devlet kurulduktan sonra, Kürtler de Kürdistan da yok sayıldı, bu adlar yasaklandı ve bir yandan baskı ve katliama dayalı korku ve terör, diğer yandan da yoğun bir propaganda ile unutturulmaya çalışıldı. Türk devletinin bu işte epeyce başarılı olduğu söylenebilir. Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen kırk yıl boyunca Kürt sözcüğü basın-yayın alanından, eğitim sisteminden tümüyle dışlandı. Kürt yazı dilinin tüm ürünleri yasaklandı, yakıldı, yok edildi. Kürdistan adı ise nerdeyse unutturuldu. Kürt kültür yaşamı çoraklaştırıldı. Gerçi Kürtler tüm bunlara rağmen dillerini unutmadılar; ama binlerce yıllık bir geçmişi olan Kürt yazı dilini ve zengin tarihlerini tanımaz oldular, kendi kimliklerine önemli ölçüde yabancılaştılar. 1950’li yılların sonlarında ve 1960’lı yıllarda, bir yandan Güney Kürdistan’da Mustafa Barzani’nin önderliğinde başlayan Kürt ulusal direnişi, diğer yandan dünyamızda hızlanan ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyalist devrimlerin etkisiyle, Türkiye sınırları içindeki Kuzey Kürdistan’da da Kürt ulusal hareketi usul usul canlandı. Kürt aydınları nice baskıyı, zindanı, işkenceyi göğüsleyerek Kürt sorununu tartışmaya başladılar, Kürtçe yazmaya çabaladılar. Kürt halkı dilini, kültürünü, tarihini, kısacası kimliğini yeniden keşfetmeye başladı. Kürdistan adı ise ancak 1970’li yıllarda geri geldi. Kürtler bir ulus olduklarının bilincine varıp kendilerine özgü yurtlarını, ”Doğu ve Güneydoğu” filan değil, gerçek adıyla, gerçek boyutlarıyla, yani dört devlet arasında bölünmüş ve sömürgeleştirilmiş Kürdistan diye çağırır oldular. Gerek 1974 yılında kurulan Kürdistan Sosyalist Partisi’nin, gerekse diğer yurtsever güçlerin bu dönemde büyük fedakarlıklara katlanarak, büyük bedeller ödeyerek verdikleri mücadele rejimin ideolojik duvarını paramparça etti. Kürt ulusal mücadelesi canlandı, kitleselleşti. Onunla birlikte rejimin baskı ve tuzakları da arttı. Buna ilişkin olarak son 40-50 yılın öyküsünü genç kuşaklar iyi bilmeseler bile, biz, 60-70’indeki insanlar hep birlikte yaşadık. Rejimin Kürt ulusal hareketine kurduğu tuzakların başında Öcalan eliyle örgütlenen PKK vardı. PKK tüm Kürt partilerinden daha radikal göründü. Dört parçanın birliği ve bağımsız Kürdistan gibi makro hedefleri savundu, koşullara bakmaksızın silahlı mücadeleyi mutlaklaştırdı. Bunun yanı sıra o dönemdeki tüm Kürt ulusal örgütlerini işbirlikçi saydı, düşman gibi gösterdi ve onlarla savaşmayı temel bir politika yaptı. Kürdistan’da aşiret kavgaları çıkardı. Rejim PKK eliyle Kürt sorununu terörize etti. 1980’li yıllarda Öcalan Suriye’ye geçti ve PKK’nın ipleri bu kez de Suriye’nin eline geçti. Suriye, onun yanı sıra İran, onu Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullandılar. PKK 1984 yılında Türkiye’ye karşı bir partizan savaşı başlattı. Biz daha o zaman, iç ve dış koşulların uygun olmadığı bir dönemde başlatılan bu savaşın başarı şansı olmadığını, karşı tarafa yarıyacağını ve Kürt halkına çok büyük zararlar vereceğini söyledik. Sonuç ise farklı olmadı. Rejim PKK’nın eylemlerini bahane ederek Kürt halkına karşı amansız bir terör estirdi, dört bin köyü, onlarca kasabayı yakıp yıktı, 3-4 milyon insanımızı sürdü, Kürdistan’ın kırsal kesimini önemli derecede boşalttı. Kürdistan’da ekonomik ve sosyal hayat çöktü. Halk savaştan yoruldu, bıktı. Onbinlerce cana da mal olan bu çatışmanın Kürt halkı açısından herhangi bir kazanımı olmadı. Öcalan, bilerek-bilmeyerek yaptığı yanlışlarla kendisinin ve örgütünün adını teröriste çıkardı; böylece Türkiye’ye büyük bir propaganda üstünlüğü verdi, Kürt halkına karşı militarist rejimin elini serbest kıldı. Kısacası Türk rejimi, ustaca bir oyunla Kürt devrimine düşük yaptırdı. Sonuçta Suriye, Türkiye’nin baskılarına direnemeyip Öcalan’ı ülkesinden çıkardı. Dünyada sığınacak yer bulamayan Öcalan ABD’nin desteğiyle yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi. Daha ilk günden Türk devletinin –yeniden- hizmetine girdi. Hedef olarak ne bağımsız Kürdistan kaldı, hatta ne de federal veya otonom çözüm.. Öcalan tüm bunları bıraktı, gericilik sayar oldu. Üniter devleti ve Kemalizmi benimsedi. Silahlı mücadeleyi bıraktı, partisinin adını ve programını bile terketti. Ta ki, İmralı yoluyla onu yönlendiren Türk derin devleti yeniden, kendi planları ve terör edebiyatı için, PKK’nın adına ve silahlı eylemlerine gerek duyuncaya kadar… Öcalan’ı bir puta çevirmiş olan PKK ise bu süreçte onu kuzu kuzu izledi. Rejim görünürde PKK’yı terörist bir örgüt, Öcalan’ı da teröristbaşı saymasına rağmen, gerçekte onun ve yandaş legal örgütlerinin eliyle Kürt ulusal hareketini pasifize etmeye, içini tümden boşaltmaya, teslim almaya çalışıyor. Ama bu kadar teslimiyet rejime yetmiyor. Örneğin DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un yazdıkları –üniterciliği, Kemalistliği, Türk ordusunun Güney Kürdistan seferine ”kardeşlerin kucaklaşması” yaftası altında yeşil ışık yakması- ve DTP yönetiminin bir bütün olarak ”Türkiye’ye verdiği sözler” yetmiyor. Sezer onları köşke sokmadı. 30 Ağustos kutlama törenlerine de çağrılmadılar. ”30 Ağustos bizim de bayramımızdır!” demelerine rağmen… Nazım Alpman’ın deyişiyle, birtürlü yaranamıyorlar… Çünkü militarist rejim, kendisine biat edip teslim olsalar bile Kürtlere ve –görünümü kurtarmak için de olsa- Kürt adından ve sorunundan söz edilmesine hiç katlanamıyor. Kürt ve Kürdistan adlarını, aynen 1930’lu, 40’lı, 50’li yıllarda olduğu gibi unutturmaya çalışıyor. Kürtleri anımsatan herhangi bir sembole tahammülü yok. Türk basını bir ağızdan, DTP’yi ”Türkiye partisi” olmaya çağırıyor. Bu nasıl bir şeyse?. Oysa ne DTP’nin adında Kürt veya Kürdistan sözcüğü var ne de programında Kürtler için dişe dokunur bir öneri. Kaldı ki, ortada Kürdistan diye bir ülke, Kürt halkı diye kökleri binlerce yıl öncesine giden 40 milyonluk bir halk varken ve bunun en azından 20 milyonu da Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de iken, bu ülkede neden Kürt ve Kürdistan adını taşıyan bir parti olmasın?.. Neden Kürtler kendi hükümetleri, parlamentoları eliyle kendilerini yönetmesinler?.. Neden Kürtçe resmi dil olmasın?.. Kıbrıs’taki 200 bin Türk için bütün bunlar varken ve üstelik bu statü az dahi bulunup orada ayrı devlet oluşturulmak istenirken?.. Evet, bunlar bir yana, rejim Kürtleri elli yıl, seksen yıl geriye götürmeye çalışıyor. Bunu başarabilir mi? Tüm olup bitenlerden sonra ölü toprağını yeniden Kürtlerin üstüne serpebilir mi? Elbette bunu yapamaz, eski çamlar bardak oldu! Köprülerin altından çok sular aktı. Ama Kürt hareketini yeniden geri mevzilere itebilir, örgütsel ve ideolojik olarak zayıflatabilir. Rejimin bu planlarını boşa çıkarmak için Kürt hareketinin uyanık, canlı, onurlu olması gerekiyor. Kürt siyasal kadroları, aynı zamanda dilleri, tarihleri konusunda bilgili, donanımlı olmalılar. Bu iş, karşı tarafın önünde eğilip bükülmekle, 30 Ağustos törenlerine bizi neden çağırmadılar diye yakınmakla olmaz. Salt kuru ajitasyonla, tepkicilikle de olmaz. Bunun için örgütlülük, bilgi, donanım ve onurlu bir tavır gerekir.
Posted on Salı, 02.Ekim 2007 Topic: Güncel Bizim de endişemiz, orada Kürt devleti kurulursa, bizimkiler oraya meyleder mi? Bu iş, mutlaka böyle mi olur yani. Türkiye'de devlet toparlansın, onlar bize meyleder. Böyle bir ihtimal her zaman var. Ama önlenebilir. Böyle bir şey görüyorsan, önleyebilirsin. Nasıl önlersiniz? AB'ye tam üyelik PKK'ya desteği bitirir Özkök Paşa, Kuzey Irak, PKK terörü ve Kürt sorunuyla ilgili sorularım üzerine 'Türkiye'de bir Kürt gerçeği var' dedi, ardından bu konulardaki görüşleriyle çözüm yollarını sıraladı. Göbeğini kaşıyan adamı hor görmemek lazım. Türkiye Avrupa Birliği'ne girerse, fert başına gelir 15 bin doları aşarsa, halk kendiliğinden terör örgütü PKK'ya desteği keser Fırtınalı günlerin komutanı konuştu - 2 Fikret bila-milliyet 'Türkiye'de bir Kürt gerçeği var' Hilmi Özkök Paşa, PKK ve Kürt sorununa nasıl bakıyor? Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulursa, Türkiye bölünür mü? Güneydoğu, Kuzey Irak'taki Kürt devletine meyleder mi? Özkök Paşa, bu sorularımı yanıtlarken önce bir çerçeve çiziyor: "1- Türkiye'de bir Kürt gerçeği var. Halkımızın bir bölümü kendini kök itibariyle, Kürt olarak tanımlıyor. Bu bir gerçek. 2- Ayrıca bir Kürtçülük ideolojisi ve/veya siyaseti var. Bu da bir gerçek. 3- Bir de silahlı bir hareket var: PKK Bu üç ayrı oluşuma ve aralarındaki ilişkiye bakmak lazım." 'Çözüm kalkınmada' Özkök Paşa'ya göre, "Bu karmaşık bir sorun ve kesin ifadelerle şu yöne doğru gelişir diyebilmek zor. Türkiye'nin bölünmesi de hiç kolay değil." Özkök Paşa, sorunun çözümünü Türkiye'nin kalkınmasında, AB üyesi olmasında görüyor ve şu değerlendirmeyi yapıyor: "Olay çok karmaşıktır ve bütün unsurlarıyla birbirine bağımlıdır. Şimdi önemli olan şu: Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir? Dış destek kesilirse. Bir müstakil Kürt devleti kurulsun diye kendimizi feda ediyoruz diyorlar. Kendi düşünceleri böyle. Ama bunun hiçbir zaman olmayacağını görürse ümit kesilir. İkincisi, öyle bir durum olur ki, artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler de 'Ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok' diyebilirler. Düşünün ki, Türkiye AB'ye girmiş, fert başına milli gelir 15 bin doları aşmış. O zaman böyle düşünebilirler. Özetlemek gerekirse, 'Türküm' demenin gururu 'Kürdüm' demekten daha fazla övünç getiriyorsa, halk kendiliğinden PKK'ya desteğini kesebilir." KÜRT DEVLETİNE BENZETME: Koruk sabırla helva olur FİKRET BİLA: ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra Kuzey Irak'ta devlet kurulması süreci hızlanmadı mı? 1 Mart tezkeresinden sonra ABD'nin Kürtlere askeri ve siyasi desteğinin arttığı gözleniyor. Bu bağımsız bir Kürt devletine gitmez mi? HİLMİ ÖZKÖK: Onu ayrı bir zamanda uzun uzun konuşmak lazım. O apayrı bir konu. Orada bir devlet kuruldu mu, kuruluyor mu? Ne aşamada? Nereye gider? Diğer komşu ülkelerin refleksleri ne olur? Bunların sonuçları nedir? Dediğim gibi, ben istediğimde bu işler olmalı. Bu işler, "Koruk sabırla helva olur" derler ya, bu işi böyle yürütüyorlar. Karşı tarafın siyaseti böyle. Seneler içinde adım adım gidiyor. Bıraksalar devlet olur. Acaba, gerçekten devlet olabilirler mi? Talabani ile Barzani kuvvetleri arasında senelerce süren husumet var. Birbiriyle çatışıyorlardı. Bizden yardım istediler. Onları birbirlerinin elinden biz kurtardık. Ama sonra ne oldu? Eskiden beri kafalarında Kürt devleti kurmak var. Ancak göze alabilirler mi ? BU MESELE KORKUYLA DEĞİL, AKILLA ÇÖZÜLÜR Bizim de endişemiz, orada Kürt devleti kurulursa, bizimkiler oraya meyleder mi? Bu iş, mutlaka böyle mi olur yani. Türkiye'de devlet toparlansın, onlar bize meyleder. Böyle bir ihtimal her zaman var. Ama önlenebilir. Böyle bir şey görüyorsan, önleyebilirsin. Nasıl önlersiniz? Orada ulusal bir oluşuma engel olursunuz. Türkiye'yi müreffeh bir hale getirirsiniz, önlersiniz. Karşı taraftan sadece korkmak ve korku içerisinde hareketler, refleksler göstermek bir şeyi çözmez. Mesele akılla çözülür. Oturulur, ona göre yapılır. Ama politikalar her gün değiştirilerek yapılır. Bir de o anlayış var. DİNOZORLAR DEĞİŞİME UYUM SAĞLASALARDI, BUGÜN YAŞARLARDI Geçenlerde bir vesileyle söyledim. Birçok şeyin değiştiği zaman siz de değişeceksiniz. Yeni şartlara uyum sağlayacaksınız. Dinozorlar değişen çevre şartlarına uyum gösterebilseydi bugün yaşarlardı. Ama birçok canlı, örneğin tayyareböcekleri, onların zamanından beri uyum göstererek hayatiyetlerini idame ettiriyorlar. Göbeğini kaşıyan adam hor görülmemeli Güneydoğu ile Kuzey Irak arasında akrabalık bağları var. İşi etnik bütünlük, hatta "Kürt ulusunun bütünlüğü" meselesi olarak görüyorlar. Buna Büyük Kürdistan projesi diyorlar. Türkiye'nin cazibe merkezi haline gelmesi bunu önler mi? 'Ben Türküm' demenin onurunu üste çıkarmak lazım. 'Ben Türküm deme övüncü ben Kürdüm' demenin övüncünden fazla olursa sorun çözülür. Atatürk bunu böyle kurmuş. Bizim üstümüze düşen, Güneydoğu'da iyi ekonomik şartlar, iyi gelirler oluşturmak. Böylece, Türküm demenin övüncünü artırmak. İnsanları adam yerine koymak çok önemli. Bu o kadar önemli ki, insanları adam yerine koymazsanız, birisi göbeğini kaşıyor diye onu hor görürseniz yanlış olur. Siz hor görürken öbürü ayakkabısını kapı önünde çıkarıp onun evine öyle giriyor. Onu kazanıyor. Sonra öyle bölünmek de kolay değil. Nasıl bölünecek? Her yerde etle tırnak gibi. Her ailede, bakıyorsun, o bölgeden insanlar var. Benim kardeşlerden bir tanesinin hanımının babası o bölgeden. Hiç konu bile olmadı, kardeşim evlenirken. Böyle bir milletiz yani. Hele aileler var, kızlar Sünni, erkekler Bektaşi veya Alevi. Böyle etle tırnak gibi birbirine girmiş. Bekir Coşkun'a cevap mı? Özkök'ün açıklamaları, Hürriyet yazarı Bekir Coşkun'un 3 Mayıs 2007'de yazdığı 'Göbeğini kaşıyan adam' başlıklı yazıyı akla getirdi. Kamuoyunda büyük bir tartışma yaratan yazının bir bölümü şöyle: "Atatürk'ün kızları al bayraklarla yürürken, bu ülkenin aydınlık yüzlü erkekleri meydanları doldururken, çocuklar annelerinin-babalarının elini tutup yarınlarına şimdiden sahip çıkmaya kalkarken... Göbeğini kaşıyan adam uzakta bıyık altından güler. Ve sandık ortaya konulduğunda... Göbeğini kaşıyan adamın dediği olur. Demokrasi, bilinçte aşağı-yukarı eşit insanların rejimidir. Bir toplumun çoğunluğu "göbeğini kaşıyan adam" ise, orada demokrasi olmaz, olamaz... Tayyip Erdoğan işte ona güvenir: Göbeğini kaşıyan adama..." Anayasa'da Kürtlere 'kurucu unsur' denemez PKK ve aynı çizgideki siyasi parti Kürtlerin "kurucu unsur" olarak Anayasa'da belirtilmesini istiyorlar. Bu olabilir mi? Bence olmaz. Çözümü Atatürk, dediğim gibi çok güzel tarzda bulmuş. En doğru çözüm budur. Türkiye'ye ait şeylerden bir tanesinin, unsurların esas büyük kısmı... Tabii büyük bir çoğunluğu etnik olarak bakarsak, hiçbirini dışlamak anlamına gelmez ki! ÖZERKLİK DERSENİZ SALAM GİBİ DİLİM DİLİM GİDERSİNİZ İdari özerklik veya federasyon taleplerine nasıl bakıyorsunuz? O zaman, salam gibi dilimlene dilimlene gidersiniz. Türkiye, çok katı olmalıdır. Böyle bir şey yoktur. Eskiden ben sigara içerdim, ramazanda oruçluyken hiç aramıyordum. Çünkü içemeyeceğimi bildiği için beyin onu unutuyordu. Akşam iftarı yapar yapmaz canım sigara istiyor. Niye? Çünkü yasak ortadan kalktı. İçmek mümkün hale geldi. Bu iş de böyle. Açık seçik ortadadır. Yavaş yavaş ölçüsüz ödün vermekle bu iş olmaz. Ama şu var, yanlış işler de yapılmamalı. Evet, bu işler anayasaya girmez ama Kürtçe şarkı söylediler, ne oldu? Dershane dediler, açıldı, ne oldu? Hiçbir şey olmadı. Kürtçe haberler denildi, verdirildi, ne oldu? Hiçbir şey olmadı. İnsan hakları gibi konuları da düzenlemek lazım. KÜRTÇE EĞİTİM OLMAZ, AMA KÜRTÇENİN EĞİTİMİ OLUR Kürtçe eğitim taleplerine nasıl bakıyorsunuz? Kürtçe eğitim asla. Ama, Kürtçenin eğitimini yapmalılar. Kürtçeyi öğrenmek için zaten serbest bırakıldı. Ama eğitimin, Kürtçe yapılması olmaz. Dil birliğini bozar, faydalı da olmaz. Ancak bunun karşı tezi de var. Eee, İngilizce yapıyorsun, niye Kürtçe olmasın? Ama Kürtçe olmaz, o bizim milli bütünlüğümüze zarar getirir. Bir de Kürtçe eğitim için yeterli bir dil değildir. İçi, Arapça, Farsça, Türkçe dolu bir dildir. Diyaletler de çok farklı. Yani kimse gitmez, orayı bitiren insan gidip bir yerde iş de bulamaz. İş her yerde bir Türkçe, bir Kürtçe masa vermeye gider. Olmaz. Türkçe esas olmalı. Kürtçeyi kendisi öğrenmeli. Üniversitelerde Kürt enstitüsü kurulması fikrine nasıl bakarsınız? O konuyu enine boyuna düşünmüş değilim, onun için bir cevap veremem ama ters geliyor bana. Ama düşünmüş değilim. AKP'nin aldığı oy dinin birleştiriciliğine bağlanmamalı Öcalan ve PKK'nın bağımsız Kürdistan hedefinden vazgeçtiğini düşünüyor musunuz? AKP, 22 Temmuz seçimlerinde Güneydoğu'da DTP'ye rağmen büyük oy aldı. Buradan hareketle "dinin Kürt sorunun çözümünde ortak payda olabileceği" yorumları yapıldı. Sizin görüşünüz nedir? Tabii bunların söylemleri zaman zaman çok değişti. Siz bunları takip etmişsiniz. Başlangıçta tamamen bağımsız bir Kürdistan kuracağız diyorlardı, Türkiye Kuzey Kürdistan, Irak Güney Kürdistan, İran Doğu Kürdistan ve Suriye Batı Kürdistan biçiminde. Ben bazı haritalar gördüm. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde Sovyetler Birliği de benzer hatlar çizmişler. Ben bunlara şahit oldum. Birçok kişi bunu böyle kullanıyor. Burada amaçlarının bu olduğunu baştan söylüyorlar. "Ülkesi olmayan tek büyük ulus biz kaldık" gibi şeyler söylüyorlar. Yani amaçları bu. Ama bunu böyle söyledikleri zaman tepki çektikleri anda ağız değiştiriyorlar. Bu tepki bazen dışarıdan da gelebiliyor. Çünkü benzer problemler başkalarında da var. Eğer kendilerini farklı hissedenler bütünden ayrılmada destek bulmaya başlarsa herkesin problemi vardır. Sadece Türkiye'nin değil tabii. Hele bağımsızlık başarılı olursa, her ülke bunun üzerine düşünür taşınır, ileride ne olacak diye. Dolayısıyla o zaman söylemlerini değiştiriyorlar. Diyorlar ki, "proje olarak hiç olmazsa anayasada bizden bahsedilsin". Ama bütün bunlar bütünü parçalayıcı şeyler. Atatürk çok dâhiyane bir görüşle o gizli celsede, o sözü söylemiş, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" demiş... Millet olarak Türkleri ve o İstiklal Savaşı'nı omuz omuza yürütenleri içine almış. Bunların içinde Ermeniler de var. Bunların hepsini kavrayıcı, birleştirici kavramı Atatürk bilerek koymuş. Yani millet kavramını, kazanılmış bir zafer ile kurulmuş bir ülkenin onuruna bağlamış. Bu çok güzel bir görüş. Bunu din veya başka kavramlara bağlarsak yanlış olurdu. İslam birleştirici olur mu? Pakistan'da olmadığı görülüyor. Allah korusun, en tehlikeli şey. Böyle düşünenler de var. AKP'nin Güneydoğu'da DTP'ye karşı başarısı da asla böyle dinin birleştiriciliği olarak yorumlanmamalı. Bu çok yanlıştır.
ANF/ANKARA (02.10.2007) - DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Meclis Başkanlığı'na sunduğu yazılı soru önergesi ile Şırnak'ın Beytüşebap İlçesi'nde meydana gelen ve 12 kişinin ölümüne yol açan saldırının aydınlatılmasını istedi. DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan tarafından İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, şunlara yer verdi: * Beytüşebap İlçesi Beşağaç Köyü'nde meydana gelen olayın henüz failleri kim oldukları belirlenmeden resmi makamlarca kamuoyuna yapılan açıklamaların dayanağı nedir? Daha önce 1994 yıllında Güçlükonak İlçesi'nde benzer şekilde yapılan bir saldırının faillerinin karanlık suç çeteleri olduğu ortaya çıktığına göre, resmi makamların daha dikkatli olması gerekmiyor mu? * Alınan bazı duyumlara göre, olay bölgesinde iki beyaz minibüs içinde sayıları tahmini olarak 25 kadar olan sivil giyimli kişilerin gezdiği, yanlarında mataraların olduğu, muhtemelen resmi görevli oldukları söylenmektedir. Güvenlik görevlileri bu tür arazi çalışmaları yapmakta mıdır? Olayın yaşandığı saat 17.00 sıralarında yurttaşlarımıza ateş açanlardan ikisinin maskeli olduğu söylentileri doğru mudur? Olay duyulduktan sonra sarp coğrafyada ateş açanların kısa bir sürede uzaklaşması ihtimali olmadığına göre güvenlik güçleri bu konuda ne yapmıştır? * Hakkari-Şırnak ve Siirt illerinin güvenlik bölgesi ilan edildiği ve bölgede yüz bini aşkın askerin bulunduğu olay yerinde on binlerce askerin operasyon yaptığı dikkate alınacak olursa; yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yol ve can güvenliğinin sağlanmamasında, neden güvenlik önlemi alınmamıştır. Korunmaları doğrultusunda bir güvenlik ihmali ve zaafı var mıdır? Sivil yurttaşlarımızın güvenliğinin ihalesine son verilmesi ve koruculuğun kaldırılması sosyal hak ve güvencelerinin sağlanması konusunda bir çalışma düşünülüyor mu?
Etiketler: kurdistan, turkey terror