Seyit Rıza'nın Kışla Meydanı'na asılan posterinin polislerce indirilmesine tepki gösteren Dersimliler, posterin kaldırılmasının Seyit Rıza'nın ikinci kez idam edilmesi anlamına geldiğini belirterek, olayı kınadı.
Dersim İsyanı'nın önderlerinden Seyit Rıza'nın mezarının bulunması için başlatılan imza kampanyasının yanısıra Kışla Meydanı'nda Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF) ile Avrupa Tunceli Dernekleri Federasyonu (FDG) tarafından Seyit Rıza'nın posteri asılmıştı. Poster, 'Suçu ve suçluyu övmek' gerekçesiyle polislerce indirildi. Bu durumu protesto etmek amacıyla Yeraltı Çarşısı üzerinde biraraya gelen kalabalık bir grup Seyit Rıza ile Dersim Katliamı'nda idam edilen önderlerin posterleri ile Kışla Meydanı'na kadar yürüdü. Dersim Kültür Derneği Başkanı Murat Kur, yaşanan bu durumun Seyit Rıza'nın ikinci bir kez idam edilmesi anlamına geldiğini söyledi. Yürüyüşten sonra açıklama yapan TUDEF Genel Başkanı Özkan Tacar, posterin indirilmesinin kabul edilemez olduğunu belirtti. Seyit Rıza'nın idam edilmesinden dolayı Dersimlilerden özür dilenmesi gerektiğini söyleyen Tacar, 'Biz özür beklerken, Seyit Rıza bir kez daha idam edildi ve posteri indirildi' diye konuştu. İHD Dersim Temsilcisi Barış Yıldırım da, 'Adnan Menderes'in ismini bir üniversiteye verecekseniz. Van'da 33 köylünün öldürülmesinden sorumlu generalin adını kışlıya vereceksiniz, bu suçu ve suçluyu övmek olmayacak tek suçu ülkenin bağımsızlığınrı savunmak olanları suçlu ilan edeceksiniz' diye konuştu. DERSİM / DİHA
Milliyet-Güngören’deki saldırıdan sonra 17 masum insan yaşamını yitirdi. Onlarca insan ise yaralandı. 24 saat bile geçmedi ve bu kez Kerkük’te Kürtlere karşı gerçekleşen saldırıda en az 22 kişi öldü, onlarca insan da yaralandı.
Vahşet görüntüleri bir yana, iki saldırının ortak yanı Türk-Kürt gerginliğini anında artırmalarıydı. Gerçi Güngören’deki bombalardan sonra Kürtlere saldırılmadı. Ama bu bombalar Türk-Kürt kardeşliğine hizmet de etmedi.
Kerkük’te ise gösteri yapan Kürtler intihar saldırısından sonra Irak Türkmen Cephesi’ne bağlı Türkmenlere saldırdılar. Ortamın provokasyona ne kadar açık olduğu böylece görüldü. Ancak, iki saldırıda da failler henüz belli değil.
“Biz yapmadık” dese de Güngören’deki saldırının PKK’nın işi olduğu düşünülüyor. Olabilir de. Ne de olsa eli kanlı bir terör örgütünden söz ediyoruz. Ama bu henüz kesin değil. Türkiye’nin sadece PKK’nın hedefinde olmadığı da unutulmamalı.
Kanaat önderlerine düşen görev
Kerkük’teyse Kürtler, doğru olmasa bile, ITC’yi suçluyorlar. Sonuçta Türklerle Kürtler arasında çatışma isteyen Azrail için çok müsait bir ortam var. İşte bu nedenle her iki taraftaki toplum ve kanaat önderlerinin çok dikkatli olmaları gerekiyor.
Kısacası, Madrid’deki bombalı saldırıdan sonra İspanya’nın içine düştüğü durumdan kaçınmak lazım. Hükümet dahil, İspanyollar hemen ETA’yı suçlamışlardı. Bu da İspanyollarla Basklar arasındaki gerginliği artırmıştı. Oysa o saldırıların altından çok farklı bir şey çıktı.
Bu nedenle bu işi gerçekten de profesyonellere bırakmalıyız. Bu, Kerkük için daha da önemli. Çünkü kentin patlamaya hazır bir barut fıçısı olduğunu bu saldırı sayesinde gördük. Öte yandan, Türkmenlere gelene kadar, o kenti karıştırmak isteyen çok sayıda odak olduğu da biliniyor.
Korumalar ateş açtı iddiası
Bu arada, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin Ankara temsilcisi Behroz Galali ortaya ciddi bir iddia attı. Galali, yaptığı yazılı açıklamada, ITC’nin Türkmen korumalarının, intihar saldırısından sonra güvenlik için kendilerine doğru koşan Kürtlere ateş açtıklarını belirtti.
Bazı yabancı gazeteciler de aynısını söyleyerek, Türkmen korumaların o karmaşada saldırıya uğradıklarını sanarak ateş açtıklarını belirtiyorlar. Galali, Türkiye’nin bu iddiayı araştırmak için Kerkük’e heyet göndermesini de istedi.
Söylenen doğruysa, bu, Kürtler ile Türkmenler arasındaki gerginliğin her an patlama potansiyeline sahip olduğunu gösterir. Bu da ne Türkmenler ne de Kürtler için iyi bir şey. Bu arada Kürtler bu gerginlik sayesinde Kerkük’ü ele geçireceklerine inanıyorlarsa yanılıyorlar.
Türkiye’deki yansımaları
Kenti gezmiş biri olarak biz hâlâ Kürtlerin istediklerinin gerçekleşmesini, birçok nesnel nedenden dolayı, mümkün görmüyoruz. Kerkük’ü tüm Iraklıların ortak kenti yapmanın zorunluluğu da zaten her gün yaşanan gelişmelerle daha net olarak ortaya çıkıyor.
Bu arada, radikal İslamcı provokatörlerin kol gezdiği şehirde çıkacak bir Kürt-Türkmen çatışmasının sadece Irak’ta değil, Türkiye’de de yansımaları olacağını giderek daha iyi görüyoruz.
Bu yüzden, makul Türkler ve Kürtler bu tür provokasyonlara gelmeyecek kadar akıllı olup kardeşlik duyguları içinde huzurlu bir gelecek yaratma potansiyeline sahip olduklarını göstermek zorundalar.
Radikal ANKARA - DTP Parti Meclisi’ne seçilen eski DEP milletvekili Selim Sadak’a, hukuki engeli bulunmadığına dair savcılıktan ‘sicil kaydı yoktur’ belgesi verilmesi, DTP’de ‘DEP’li Leyla Zana ve Hatip Dicle’ye de siyaset yolu açıldı’ şeklinde yorumlandı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği mahkûmiyet kararını temyiz eden DEP’lilerin cezası 7 Mart’ta Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylanmıştı. Cezaevinde fazladan kaldıkları için yeniden cezaevine konulmayan DEP’lilerin memnu hakları iade edildi. 20 Temmuz’daki kongrede DTP Parti Meclisi’ne seçilen Selim Sadak’a, Ankara Başsavcılığı ‘temiz’ kâğıdı verdi. Sadak’ın adli sicil sorgulamasında “Adli sicil kaydı yoktur, sicil arşivi vardır” denildi. DTP yönetimi, Sadak’a verilen belgeyi, Yargıtay Başsavcılığı’na gönderdi.
Gelişmeleri Radikal’e yorumlayan DTP’nin hukukçu milletvekili Hasip Kaplan’a göre, Zana ve arkadaşlarının aktif siyasete dönmesi önünde engel kalmadı:
“Hukuken siyaset yasakları kalktı”
“DEP’lilerin cezalarının infazı durdu. Memnu hakları iade edilmeleri kararını Yargıtay Başsavcılığı’na gönderdik. Onlar da herhangi bir işlem yapmadılar, kabul ettiler. Hukuken siyaset yasakları kalkmıştır. Ancak Yüksek Seçim Kurulu ne der, bilemeyiz. Bazen farklı değerlendiriyor. Yeni CMK’ya göre, mahkemelerin memnu hakların iadesine karar vermesi halinde yasak bitiyor. Üç ay sonra olası bir erken genel seçimde Leyla Zana ve diğer DEP’liler aday olabilir.”
Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve geçen yıl ölen Orhan Doğan, DTP’nin kuruluş sürecine katılmış ancak siyasi yasakları sürdüğü için aktif siyasete katılamamıştı. DTP’nin kuruluş sürecinde ise Sadak ve Dicle, Yargıtay Başsavcılığı’nın uyarısı üzerine parti kuruculuğundan düşürülmüş, YSK ise aynı gerekçeye dayanarak 22 Temmuz’da bağımsız milletvekili olan DEP’lilerin adaylığına vize vermemişti.
Yeni bir dava dava açıldı
Bu arada mayıs ayında İngiltere Parlamentosu’nda, PKK ve Öcalan’la ilgili yaptığı konuşmalardan dolayı hakkında soruşturma başlatılan Zana için beş yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Zana’ya daha önce yaptığı 11 konuşma nedeniyle toplam 70 yıl hapis istemiyle üç dava açılmıştı.
Baykal yeni 'Cumhuriyet mitinglerinin' başına neden geçmeye hazırlanıyor?
Kurdians: Thursday, July 31, 2008DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, DTP Grup Toplantısı'nda şunları söyledi:
'Ergenekon çetesinin avukatlığını yapan Baykal, bu korkunç katliamı fırsat bilerek, mal bulmuş mağribi misali, kendini düze çıkartmaya çalışıyor. Baykal, ne yapmaya çalışıyor? Ergenekon kuyrukçuluğunu bu şekilde unutturacağını mı düşünüyor? Acaba vatandaşlarımızın acılarını kışkırtarak, milliyetçi gösteriler mi düzenlemeye çalışıyor? Vatandaşlarımızı teselli etmeye mi gidiyor, yoksa milliyetçiliği kışkırtmaya mı gidiyor? Sayın Baykal, halkı kime karşı sokağa davet ediyorsun? Kürtlere karşı bir linç kampanyasından mı medet umuyorsun?'
Ahmet Türk'ün bu konuşmasından bir gün sonra Taraf Gazetesi manşetten Baykal'ın da Ergenekon'la ilgisi olduğuna dair MİT raporunu duyurdu.
Ahmet Türk'ün konuşma yaptığı gün Baykal da, Ergenekon savcısına ağzından köpükler saçarak, 'Cüppeni çıkar da karşıma çık' diye meydan okumuştu...
Bu kabadayılık, bir siyasi parti başkanının değil, Ergenekon çetesi amigolarının tarzı değil mi?
Baykal her konuşmasıyla Ergenekon'la bağına dair çok ağır kanıtlar veriyor...
Ama daha da önemlisi şudur: Baykal Güngören'deki facianın arkasından 'milyonluk gösteri' çağrısını yapmakla, masum insanların ölümüne yol açan terör eyleminin amacını da bilerek ya da bilmeyerek ele verdi...
Cumhuriyet mitingleriyle yapmak istediklerini, bu kanlı terör eylemini bahane ederek yapmaya çalışmak, acaba Ergenekon'un son debelenmeleri mi?
Fehmi Koru çaptan mı düşüyor?
Lanetli katliam hakkında yazılan yazıların geçmişten farkı pek çok yazarın büyük bir ihtiyatlılık içinde konuşuyor olması.
Ergenekon gerçekleri, akılları yavaş da olsa başlara devşiriyor. İnsanlar, kendilerine ezberletilenlerden ağır ağır farklı ihtimalleri de hesaba katıyor.
Baykal katliamın failini işkembe-i kübradan sallayıverse de, örneğin yıllardır PKK karşıtı yazılarıyla meşhur olan Bugün Gazetesi yazarı Gülay Göktürk, dünkü yazısında şöyle yazdı:
'İki gündür, halktan gelen yorumlara kulak verin: Bombanın üstündeki imza kimin imzası olursa olsun, bu olayın 'Ergenekon bağlantılı' olduğunu düşünmeyen var mı? 'Ergenekon'u gündemden düşürmek için' girişilmiş olabilecek bu eylemin Ergenekon'u daha da sağlam bir biçimde gündeme oturttuğunu görmeyen var mı?'
Bilindiği gibi Gülay Göktürk eski bir sosyalist. Şimdi liberal düşüncelere sahip. AKP yanlısı medyada İslamcı yazarlarla belirli bir işbirliği içinde...
Ancak şu son gelişmeler, sol kökenli liberal yazarlarla fundamentalizmden İslami liberalizme yaklaşan İslamcı yazarlar arasındaki açı farkını ortaya koymaya başladı...
Nitekim Göktürk'ün köşe komşusu Ahmet Taşgetiren, Kürt Özgürlük Hareketi'nden nefretine dünkü yazısında da yenildi. Katliamdan söz ederken, Ergenekon'a karşı çıkarken, ansızın 'Brüksel'deki Roj TV'ye sataşması boşuna değil.
Ama daha önemlisi, Yeni Şafak'ta evvelsi günkü kılığı içindeki Fehmi Koru'yla dünkü Fehmi Koru arasındaki keskin ayrışmadır.
29 Temmuz günü yazdığı yazıdan aktaralım:
''Olağan kuşkulu' diyebileceğimiz PKK örgütü eylemi üstlenmediği gibi, DTP lideri Ahmet Türk 'Güngören'e yapılan saldırıyı l�netlediklerini' açık bir dille ifade etti. Buradan şimdilik çıkarılabilecek sonuç şu: Son terör eylemi bilinenin ve ilk akla gelenin ötesinde bir amaca hizmet etmek üzere sahneye konulmuş bulunuyor...'
Koru'nun 'olağan kuşkulu' sözlerinin Ergenekon gerçekleri karşısında ne denli ciddiyetten yoksun olduğu açıksa da, onun ilk yazısından aktardığımız satırlar, Koru'nun 'asıl kuşkulu' olarak Ergenekoncuları gördüğünü gösteriyor...
Aradan yirmidört saat geçiyor ve bakınız Koru'nun yazısı 30 Temmuz'da ne hal alıyor:
'Eylem, Ak Parti kapatma davasının şu veya bu biçimde sonlanmasını etkilemek için sahnelenmiş olabilir mi? Ergenekon operasyonunu saptırmak veya gözden düşürmek, 'Biz de size gösteririz' mesajını vermiş olmak için mi yapıldı yoksa? Son örneği dün Kandil ve Zap üstünde uçan uçakların bıraktığı bombalara bir ön-ödeme olmasın?'
Her şey kirli bir uzlaşma arayışı kokuyor...
'Sen benim partimi kapatma, ben seninle birlikte her şeyi yaparım...'
Kuldan utanmıyorsunuz, bari Allahtan utanın!...
Medyada bazı kımıldanmalar
'Ben de diyorum ki verilen kavganın demokrasi ile alakası yok!
Biz birbirimizi yediğimizi zannederken birileri bizleri toptan yiyor!
Yeni bir Türkiye kuruluyor, ama kurucu unsur biz değiliz!
Demokratı olmayan bir ülkenin rejimi demokrasi olamaz!'
Bu sözler Cüneyt Ülsever'e ait.
Ne denebilir?
Doğru söze ne denirse o denebilir...
Düşünün. Partisi kapatılma davasında. Kendisi ha yasaklandı ha yasaklanacak... Ergenekoncuların vahşet yerine gelmiş.
Kalabalık toplanmış... Kapatılacak partinin, yasaklanacak başkanını alkışlıyorlar... Partisi kapatılmak istenen, kendisi de yasaklanmak istenen kişi, lafı evirip çeviriyor, karşısındaki kitleye hoş görünmeye çalışıyor. Kimin pimi çektiğini bilse de, yine de dili Ergenekon demeye varmıyor, 'terör örgütü' diye evirip çeviriyor ve sonuçta kitlesinin 'heyecanını' sağlıyor...
Kürt düşmanı sloganlar... Ne ilgisi varsa 'yine Şehitler ölmez, vatan bölünmez' sloganları...
Sanki katliamda yaşamını kaybeden minik Aleyna Kürt dağlarından tabutla gelmiş bir asker... 'Şehitler ölmez...' Demokrasi gücüne bakınız...
Fare kapanındaki çırpınışlar
Medya dünyasına Ertuğrul Özkök'ten daha sinik bir yazar ayak basmadı.
O kanlı 12 Eylül darbesini savundu.
Rezil edilince...
Kazı çevirmeye başladı...
Dünkü yazısında 'duyunca 'oh hayatım kurtuldu...' dediğini yazıyor. Bu 'oh...' ne anlama geliyormuş?
Özkök buna 'hissiyatım' diyor...
Yani o bir birey... Ve darbe olunca, hissiyatını dile getiriyor...
O hissiyat değil... Darbe ve darbeler karşısında Özkök ve benzerlerinin zavallı halleridir...
Belki de Ergenekon iddianamesi kapanına kısılmanın korkulu rüyaları...
Hazırlayan
Ceng Özden - Fırat Dağlı
Başından beri Kürt karşıtı politika izleyen, darbe çağrıları yapmaktan geri durmayan, ülkeyi kaosa sürükleyen politikalar üreten, Ergenekon soruşturmasına karşı çıkan ve kendisini 'Ergenekon'un avukatı' ilan eden Deniz Baykal'ın Ergenekon'la ilişkisi belgelendi. MİT'in 2003'te Başbakanlığa sunduğu 'çok gizli' yazıda Baykal'ın Ergenekon şemasında yer aldığı kaydedildi.
Ergenekon bağlantısının belgelenmesi Baykal'ın, Güngören patlamasıyla ilgili olarak doğrudan PKK'yi adres göstermesini de açıklıyor. Genelde Ankara'dan dışarı çıkmayan, olay yerine Başbakan dahil tüm yetkililerden önce gidip PKK'yi hedef gösteren Baykal'ın dikkatleri Ergenekon bağlantısından uzaklaştırma çabasında olduğu kaydediliyor.
Baykal yavuz hırsız misali
Ergenekon soruşturması başladığından bu yana fevri hareketleriyle dikkat çeken, Kürt-Türk çatışmasına hizmet eden etnik milliyetçi söylem ve politikaları ile eleştirilen Deniz Baykal'ın Ergenekon şemasında yer alan isimlerden biri olduğu açıklandı. Güngören saldırının hemen ardından olay mahaline ilk giden ve hiçbir bulgu yokken hemen PKK'yi hedef göstererek halkı 'sessiz yürüyüş'e çağıran siyasetçi olması ile dikkatleri üzerine toplayan Baykal'ın adının 2003 tarihli Ergenekon örgüt şemasında yer aldığı ortaya çıktı.
MİT 5 yıl önce bilgilendirdi
Taraf Gazetesi'nde Yasemin Çongar'ın 'Ergenekon şemasında Deniz Baykal da var' başlıklı yazısında geçen habere göre 2003 tarihli örgüt şemasında siyasetçilerin, işverenlerin, gazetecilerin ismi bulunuyor. Bu şemada adı geçen parti liderinin Deniz Baykal olduğu ifade edilirken, şemada ünlü bir yayın yönetmeni, Ankara temsilcisi ve medya patronu olduğu da kaydediliyor. Habere göre beş yıl önce Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başbakanlığa devletin içine uzanmış Ergenekon çetesinin şemasını içeren ve bu örgütün araştırılmasını tavsiye eden 'çok gizli' bir yazı gönderdi. Haberde 1 Ağustos'da açıklanacak Ergenekon iddianamesi eklerinde MİT'e ait bu yazının da yer alacağı ifade edildi. İddianamede MİT Müsteşarlığı'nın 2002'te kendisine bilinmeyen bir kaynaktan intikal eden iddia niteliğindeki bilgiler çerçevesinde hazırladığı savunulan kitapçığının, 2003'te önce Genelkurmay Başkanlığı'na, sonra Başbakanlığa iletildiği, aynı çalışmanın bir özetinin 2006'da tekrar Başbakan'a ve Genelkurmay Başkanı'na sunulduğu ifade edildi.
Yavuz hırsız gibi bastırdı
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Ergenekon operasyonları başladığından bu yana sert ve yer yer saldırgan tutumları gözlenirken, tutuklananları 'toplum içinde saygın' kişiler olarak tanımlayıp, gözaltına alınmalarını açıkça eleştirmesi ile dikkat çekti. Kendisine 'Ergenekon'un avukatı' demekten kaçınmayan Baykal'ın son olarak İstanbul Güngören'de halka karşı gerçekleştirilen saldırıda takındığı tutum tartışma yarattı. Olay yerine ilk giden siyasetçilerden olan Baykal'ın halkın acısını kullanarak İspanya'da gerçekleşen milyonların 'teröre karşı sessiz yürüyüşü'nün benzerini yapmaya çağırması Kürt-Türk çatışmasını çıkartmaya çalıştığı yorumlarına yol açtı. Saldırının hemen ardından Ergenekon şüphesini dağıtmak ve hedef şaşırtmak amaçlı olarak PKK'yi suçlayan ve bunda ısrar eden Baykal'ın tutumlarının Ergenekon örgütünün iddianamede açıklanan amaçları ile örtüşmesi dikkat çekti. İddianameye göre Ergenekon örgütünün bir amacı da kaos yaratacak eylemler yapmak, halklar arası çatışma yaratarak kaosu derinleştirip iktidarı ele geçirecek koşulları yaratmaktı. Baykal'ın Ergenekon soruşturmasında ismi geçenleri açıktan savunarak hukuk üzerinde baskı kurmaya çalışmasının ardından, halklararası çatışmaya yol açacak önerilerle ortaya çıkması devlet içi çetelerle direk ve açık bağlantısı olabileceği şüphelerini akıllara getirdi. Tüm bunlarla beraber Baykal'ın son aylardaki söylem ve tutumları 'yavuz hırsız ev sahibini bastırır' özdeyişini hatırlattı.
Çağrı parti MYK'sında
Hakkındaki iddialara ne diyeceği merakla beklenen ve herhangi bir soruşturma sürecine tabi olup olmayacağı henüz bilinmeyen Baykal, İspanya'da 1981 ve 2004 yıllarında gerçekleşen milyonların sessiz yürüyüşü teklifi için konuyu parti MYK'sına getirme kararı aldı. Baykal çağrıyı, partisinin grup toplantısında da tekrarlarken, CHP sivil eylemin bir siyasi parti organizasyonu değil, toplumun tüm kesimlerinin destek vereceği bir eylem olmasını istiyor. CHP, İstanbul İl Başkanlığı'nın da bunun için sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle temasa geçtiği ve İstanbul'da hafta sonu 'teröre' karşı toplumsal tepki eylemi planladığı belirtildi. Sözkonusu çağrı ile 'Kürt-Türk' çatışmasına zemin hazırlayan Baykal, bir süre önce Bölge'ye seçim hazırlığı mahiyetinde bir gezi düzenlemiş, Kürtleri kazanmak için bireysel kimi hakların tanınmasından bahsetmiş, ancak Bölge halkı tarafından tepki görmüştü. Baykal'ın 'Nazizmi anımsatan' ulusalcı söylemlerini Kürtler üzerinde ağırlığını arttırarak sürdürmesi ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden politik baskılamaları yüzünden CHP son seçimlerde Bölge'deki tüm desteğini yitirmiş ve adeta silinmişti.
Sessiz yürüyüş darbeyi önlemişti
İspanya'da sessiz yürüyüş 1981 ve 2004 yılında gerçekleşti. Her iki yürüyüş de, en büyük kitlesel gösteri olarak tarihe geçti. İlk sessiz yürüyüş bir darbe girişimini önledi. İspanya parlamentosunda 1981 yılında patlayan silahlar dünyayı 'sessiz yürüyüş' protestosuyla tanıştırdı. 23 Şubat 1981 tarihinde Yarbay Antonyo Tejero ve 200 asker parlamentoyu basarak aralarında Başbakan Adalfo Suarez'in de bulunduğu 350 milletvekilini rehin aldı, tanklar sokaklarda resmi geçide başladı. Ancak İspanya Kralı darbeyi önlemek için devreye girdi, televizyondan halka 'darbeye karşı çıkın' çağrısı yaptı. Ertesi gün El Pais Gazetesi de, 'Yaşasın Anayasa' manşetli 20 bin gazeteyi parlamento binası çevresinde ücretsiz dağıttı. Gazete, İspanya halkını darbeyi önlemek için 'sessiz yürüyüşe' davet etti. Aynı günün akşamında binlerce İspanyol, İspanya tarihinin en büyük kitlesel gösterilerinden biri için sokaklara döküldü. Halkın ortak talebi demokrasiydi. Sessiz yürüyüş etkili oldu, Yarbay Tejero teslim olmak zorunda kaldı. 24 Şubat 1981 tarihi darbeyi engelleyen bu sessiz yürüyüşle geçti. İspanya'da bir diğer sessiz yürüyüş ise 11 Mart 2004 yılında 200'e yakın kişinin ölmesine yol açan saldırılara karşı yapıldı. 13 Mart günü hükümetin çağrısı ile İspanya'nın tüm kentlerinde 'terör' kınanarak, milyonlarca insan yaşama hakkını sessiz yürüyüşle savundu. ALTERNATİF
AKP iktidara geldiğinde ‘parti programında’ ve ‘hükümet programında’ Kürt sorununa çözüm önerisi sunmadı. Aksine, Erdoğan sorunu sürüncemede bıraktı. İşi 'laf ebeliğine' dönüştürdü.
AKP dönemi, Ortadoğu'daki savaşlara taraf olma çabaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, türban tartışmaları, parti kapatma davaları gibi gerginliklere sahne oldu. Türkiye'de son dönemde yaşanan gerginliklerin altından hep AKP çıktı. AKP iktidara geldiğinde ne parti programında ne de hükümet programında Kürt sorununa çözüm önerisi sundu.
Türkiye, 2002 seçimleriyle birlikte 11 yıl sonra yeniden tek parti dönemini AKP ile yaşadı. Ancak, 7 yıllık AKP dönemi, Ortadoğu'da yaşanan savaşlara taraf olma çabaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, türban tartışmaları, siyasi parti kapatma davaları derken, gerginliklerden bir türlü kurtulamadı. Hafızalar yoklandığında, Türkiye'de son dönemde yaşanan gerginliklerin altında sürekli AKP çıktı. AKP iktidara geldiğinde parti programında da hükümet programında da Kürt sorununda tatmin edici çözüm önerisi sunmadı
2002 yılında yapılan seçimlerde tek başına iktidara gelen AKP ve sonrasında siyasi yasağı kaldırılarak Başbakanlık koltuğuna oturtulan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'İstikrarı yakaladık' açıklamalarına karşın takvim yaprakları söylenenleri yalanlar nitelikte. Gerginliklerin nedeni AKP iktidarı dönemine ilişkin yıllara göre yaşananlar şöyle;
İlk yıllar: 2002-2003
Irak'ı işgal etmeye hazırlanan Amerika, Türkiye'nin hava sahasını ve topraklarını kullanmak istedi. ABD'nin isteği 1 Mart'ta Meclis Genel Kurulu'nun kapalı oturumda ele alındı. Ancak, tezkere reddedildi. ABD ile ipler kopma noktasına geldi. Tezkerenin reddedilmesiyle içe kapanan Türkiye, Siirt seçimlerine yoğunlaştı. 9 Mart'ta Siirt'te seçim yapıldı. Erdoğan, milletvekili seçildi. Abdullah Gül başkanlığındaki 58'inci hükümet, 11 Mart'ta istifa etti. Aynı gün Cumhurbaşkanı, yeni hükümeti kurma görevini Erdoğan'a verdi. Erdoğan başkanlığındaki İkinci AKP Hükümeti, 23 Mart'ta güvenoyu aldı. Erdoğan, kabinesi ile ilk toplantılarını yaparken ABD, 16 Mart'ta Irak'ı işgal etti. Irak'ı ele geçiren ABD, sorunlar yumağının arasına düştüğünü anlayınca, Türkiye'nin yeniden kapısına dayandı. 1 Ekim'de Meclis'in açılışı ile birlikte gündem yeniden tezkereydi. 7 Ekim'de toplanan Meclis Genel Kurulu, Irak'a asker gönderme konusunda hükümete tam yetki verdi.
İlk türban gerginliği
Türbanın kamusal alanda kullanımına ilişkin ilk büyük tepki dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den geldi. 2003 yılı Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Sezer, AKP milletvekillerine eşsiz, CHP milletvekillerine eşli davetiye gönderince devletin zirvesindeki gerginlik doruk noktaya ulaştı. AKP'nin iktidardaki ilk yıllarında, orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışı, YÖK Yasası gibi konular da Erdoğan'la devletin karşı karşıya gelmesine neden oldu.
Kürt sorununda 'dansöz'
AKP iktidara geldiğinde ne parti programında ne de hükümet programında Kürt sorunu için tatmin edici bir çözüm önerisi sundu. Aksine, Erdoğan sorunu sürüncemede bıraktı. İşi 'laf ebeliğine' dönüştürdü. İşte Erdoğan'ın Kürt sorununa farklı tarihlerde farklı yaklaşımları; 2002'nin yılının Aralık ayında Rusya'ya yaptığı bir gezide oradaki bir Kürt işçinin Erdoğan'a Kürt sorunu ile ilgili sorusuna 'Kürt meselesini düşünmezseniz yoktur. Bak ben düşünmüyorum' demişti.
Sadece adını koydu
Başbakan Erdoğan'ın 2005 Ağustos ayında Diyarbakır'da yaptığı tarihi konuşmada, 'Kürt sorunu hepimizin sorunudur, benim sorunumdur. Büyük devlet, güçlü millet kendisiyle yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir' demiş fakat sonrasında sarf ettiği bu sözleri 'unutmuştu'. Erdoğan'ın bu sözleri kendisinden önceki siyasetçilerin Kürt sorunu konusundaki konuşmaları gibi 'havada' kaldı. Yüksekova'da protesto edilen Şemdinli olayları polis tarafından engellenince olaylar çıkmış, çıkan olaylar neticesinde Güvenlik güçlerinin zırhlı araçlarla ve silahlarla müdahale ettiği kitlenin içinden Ergin Mengeş, İslam Bartin ve Abdulhaluk Geylani adlı 3 kişi hayatını kaybetmişti. 17 Kasım 2005 tarihinde cenazeler yüzbinlerin katıldığı bir törenle toprağa verilirken iki adet F-16 savaş uçağının Yüksekova semalarında 2-3 kez kitlenin üzerinden alçak uçuş yapması halkın ve kamuoyunun büyük tepkisine sebep olmuştu. Erdoğan F 16 uçaklarının halkın üzerinden alçak uçuş yapmasını 'olması gereken tavır' gibi görürken şöyle demişti: 'Siz PKK bayrağını tabutlara sararsanız uçaklar da uçar.' Kürtlerden ve demokratik kitle örgütlerinden büyük tepki toplayan Erdoğan, daha sonra F-16'ların uçmasıyla ilgili böyle bir şey söylemediğini, F-16'ların uçuşunu tasvip ettiğini söylemediğini belirtmişti.
1 yıl sonra inkar etti
Kürt sorunu ile ilgili her fırsatta 'Böyle bir sorun yok' diyen Erdoğan, 2006 Aralık ayında Medeniyetler İttifakı projesi için gittiği New York'ta Rum gazetecinin sorduğu Türkiye'de Kürtlerin haklarıyla ilgili bir soruya 'Ben Rizeliyim, eşim Siirtli. Ben Türk'üm eşim Arap. 29 yıldır evliyiz. Sorunumuz yok. Türkiye'de hiç böyle bir sorun olmaz' demiş, Kürtlerden büyük tepki almıştı. Erdoğan'ın bu söylemine Kürt siyasetçiler şu yanıtı vererek tepki göstermişti: 'Sayın Başbakan, sizin eşinizi sevmenizle Kürt sorununun ne ilgisi var. Eşini sevmeyenlere göre Kürt sorunu mu var bu ülkede.' Diyarbakır'da 28 Mart olaylarında, Kürtlerin eylemlerini Erdoğan, 'terörizmle' suçlamıştı ve dudak uçurtan şu açıklamayı yapmıştı: 'Terörün maşası haline gelen her kim olursa olsun, kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır.' 1 Kasım 2006 tarihinde Batman'da yaşanan sel felaketi nedeniyle 8'i çocuk olmak üzere toplam 11 kişi yaşamını yitirmiş, 20 kişi yaralanmış, 100 bin insan selden etkilenmiş ve 3 bine yakın ev oturulamaz duruma gelmişken Erdoğan, sel konusunda konuşurken, 'Abartmamalı, basın çok abartıyor' diyerek sivil toplum örgütlerinden büyük tepki almıştı.
DTP'yi hedefe koydu
Erdoğan, 2008 Ocak ayında Kürtlerin oylarıyla Meclis'e girmiş bir parti olan DTP'yi ima ederek, 'Terör örgütü için 'siyasi bir örgütlenme' diyen anlayış acaba bu çatı altında ne iş görüyor? Madem siyasi bir örgüt size ne gerek var?' demiş, Kürtlerden büyük tepki toplamıştı. Daha sonrasında yapılan bütün gösteri ve mitinglerde Kürtler, 'PKK halktır halk burada' sloganlarıyla Erdoğan'a cevap vermişti.
Masaya gelin demişti
Bu açıklamasının ardından ABD'nin 'terör örgütleri listesi'nde yer alan Hamas örgütünün temsilcilerinin Ankara'da kabul edilmesi hatırlatılınca, 'Silahı bırakın masaya gelin görüşelim' dedi. Bu açıklamasına Kürtlerden olumlu tepki alan ancak Türk milliyetçilerinden tepki gören Erdoğan, 'Bizim sözlerimiz sağa sola çekilmesin, Türk hükümeti hiçbir zaman terörist ile pazarlık yapmaz' açıklamasını yaptı. Bu açıklamasını sadece DTP'ye ilişkin yaptığını söyleyince, bu kez hem Kürtlerden hem de Türklerden tepki topladı.
Yan gelip yatma yeri
Operasyonların aralıksız sürdürüldüğü ve cenazelerin kaldırıldığı 2006 Eylül'ünde Erdoğan'ın Balıkesir'de yaptığı konuşma esnasında dinleyici kitlenin içinde yer alan bir grubun 'Şehit cenazesi görmek istemiyoruz' tepkisi üzerine 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir' sözleri büyük tepki toplamıştı.
Cumhurbaşkanlığı krizi
Türkiye'de siyasi atmosferin küçük tartışmalar etrafında döndüğü 2007 yılının ilk aylarında, Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları, dozu yüksek yeni bir gerginliğin yaşanmasına neden oldu. Tarihler 24 Nisan 2007'yi gösterdiğinde Başbakan Erdoğan AKP'nin adayını açıklamıştı. Erdoğan, 'Bugüne kadar beraber bu yolda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimizdir'' sözleriyle, dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün adaylığını resmen açıklamış oldu.
e-muhtıra
Olanlar bu açıklamadan sonra oldu. CHP '367' tartışmasını başlattı. Tarihe 'e-muhtıra' diye geçen Genelkurmay 27 Nisan gecesi şok etkisi yaratan şu açıklamayı yapmıştı: 'Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.' Abdullah Gül'ün 367 şartı nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçilememesi üzerine AKP erken seçim kararı alarak, mağduriyet galibiyetinin de sürecini başlatmış oldu.
AKP'nin son 1 yılı...
22 Temmuz seçimlerinde yüzde 47 oy alan AKP'nin yeniden iktidar koltuğuna oturdu. AKP'nin ikinci defa tek başına iktidara gelmesi Türkiye'de siyasi gerilimlerin ardı ardına da yaşanmasına neden oldu. Türkiye geride bıraktığı bir yılda, neredeyse gerilimsiz bir gün bile geçirmedi. AKP'nin ikinci iktidarı döneminde ilk gerginliğin nedeni, bir önceki dönemden devir aldığı Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. TBMM'de hükümetin kurulmasının ardından ilk olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve MHP'nin TBMM Genel Kurulu'na katılmasıyla '367' şartı aşılarak Gül, cumhurbaşkanı seçildi. 28 Ağustos'ta Gül Çankaya Köşkü'ne çıktı.
Anayasa taslağı
AKP'nin 2007 yılında gerginliğe neden olan uygulaması Anayasa değişikliği girişimi oldu. Akademisyenlere hazırlatılan, Anayasa taslağı uzun süre gerginliğe neden olsa da, bir süre sonra AKP tarafından dahi unutuldu. Taslakta, üniversitelerde türban yasağının kaldırılması, laiklik ilkesinin yeniden tanımlanması gibi tartışma yaratan düzenlemeler yer alıyordu.
'Velev ki siyasi simge'
Tarih, 15 Ocak 2008 gösterdiğinde İspanya'yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin geleceğini ve hatta sistemin tartışılmasına neden olan tartışmaların temelini attı. Erdoğan, ziyaret sırasında türbanı siyasi simge olarak kabul ettiğini açıkladı. Erdoğan, 'Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var? Buradaki dert başka aslında. Biz bunu çok iyi biliyoruz. Bunu maalesef takdirde zorlanıyoruz' diyerek tartışmaların fitilini ateşledi. Hiç zaman kaybetmeyin, MHP'de üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği önerisi hazırladı. AKP, MHP'nin türban yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğine olumlu yanıt verdi ve yapılan görüşmelerin ardından, metin üzerinde uzlaşıldı.
MHP ve AKP kan kardeşi
Anayasa değişikliğinin hemen ardından da AKP ve MHP YÖK Yasası'nın Ek 17. Maddesi'nin 'Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir. Hiç kimse, başının örtülü olması sebebiyle yükseköğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz' değiştirilmesinde uzlaştı. Bütün bunlar olurken AKP'lilerden gerginlik açıklamaları da gelmeye devam etti. AKP Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, 'Adım adım ilerleyeceğiz' derken, Konya Milletvekili Hüsnü Tuna'nın da, 'Hedefimiz kamuda da türban yasağını kaldırmak' dedi. CHP, anayasa değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. CHP'nin başvurusunu inceleyen Anayasa Mahkemesi, türban düzenlemesini iptal etti.
Kapatma davası
Bütün yaşanan bu gerginliklerden iyice yorulan Türkiye bir türlü nefes alamadı. AKP'nin toplumda gerginliklere neden olduğu uygulamalar tam bitte derken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 14 Mart günü AKP'nin 'laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu' gerekçesiyle kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne dava açtı. Böylelikle, Türkiye 4,5 aylık yeni bir gerginlik süresinin içine çekilmiş oldu. Nitekim Anayasa Mahkemesi, rekor inceleme süresi gerçekleştirdi ve AKP hakkında açılan kapatma davasını ret etti. ANKARA - DİHA
Erdoğan'ın hafızalardan silinmeyen gafları
Erdoğan iktidarı döneminde unutulmaz gaflar da yaptı. Bunlardan en dikkat çekenleri ise şöyle:
Erdoğan, Erzurum'da 2004 Kasım ayında 'Çiftçinin durumu ne olacak' diye soran bir yurttaşı, 'Yahu bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak' diye azarlamıştı.
2006 Şubat ayında Mersin'deki bir toplantıda Kemal Öncel adlı bir çiftçinin 'maruzatını' bildirmesi üzerine Erdoğan'dan aldığı azar günlerce konuşulmuştu. Erdoğan çiftçiye, 'Artistlik yapma lan, terbiyesizlik yapma lan. Hadi ananı da al git' ifadelerini kullanarak, kamuoyundan büyük tepki almıştı.
Tarihi eser kaçakçılığı ve ihalede usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle tutuklanan ve daha sonra beraat eden Van Yüzüncü Yıl Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'a destek olmak için Van'a giden rektörlere çıkışan Erdoğan, şu tepkiyi göstermişti: 'Ben dünyayı dolaşıyorum, onlar Van'a gidiyor yahu...' Ekim 2005'te Erdoğan'ın rektörlere ilişkin yaptığı bu açıklama aydınlar, rektörler ve dekanların tepkisine neden olmuştu.
1 Kasım 2006 tarihinde Batman'da yaşanan sel felaketi nedeniyle 8'i çocuk olmak üzere toplam 112 kişi yaşamını yitirmiş, 20 kişi yaralanmış, 100 bin insan selden etkilenmiş ve 3 bine yakın ev oturulamaz duruma gelmişken Erdoğan, sel konusunda konuşurken, 'Abartmamalı, basın çok abartıyor' diyerek demokratik kitle örgütlerinden büyük tepki almıştı.
CEM EMİR / ABDURRAHMAN GÖK
Kerkük'te 28 Temmuz'da sivil halka dönük intihar saldırısı sonrası yaşanan vahşetten sorumlu oldukları gerekçesiyle çok sayıda kişinin sorguda olduğu kaydedilirken, 1 milyon kadar kişinin gösteri yaptığı Hewler'den sonra halkın sokaklardaki eylemleri yayılıyor. Vahşete imza atanları kınayan Kürdistan Ulusal Kongresi 'Kerkük'te yaşayan halklar zenginliği ile Kerkük demokrasi ve halkların kardeşliğinin örneği olabilir. Kerkük sorununun çözümü demokratik referandumla Kerkük halkının geleceğine karar verebileceği 140. maddenin uygulanmasına bağlıdır' dedi. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Kerkük'ün özerk bir statü ile Kürdistan'ın parçası olmasının en doğru çözüm olduğunu kaydederek, 'Bize göre tüm Kürtler demokratik ulusal birlik içinde siyasi güçlerini ortaya koyarlarsa, Kerkük üzerinde oynan oyunları boşa çıkarılabilirî derken, Federal Kürdistan Başkanı Barzani, 140. maddeden kaçan bütün tarafların anayasayı ihlal ettiğini ve bu ihlalin Irak'ın tek parça kalmasını tehlikeye sokacağını söyledi.
Kerkük'te gerçekleşen intihar saldırısına ve Irak Praamentosu'ndan gizli oyla çıkarılan yerel seçim yasasına karşı Kürt kentlerinde prtotesto gösterileri devam ediyor. PNA'ya göre Hewler ve Kerkük'teki eylemlerden sonra Süleymaniye ve Şaklava'da binlerce kişi sabah erken saatlerden itibaren alanlara çıktı. Süleymaniye'deki protesto gösterisine, '24. maddeye HAYIR, 140. madde ve birlikte yaşamaya EVET' gibi seçim yasasını kınayan yazılı pankartlar açıldı. Göstericiler buradan Süleymaniye Valiliği önüne yürüdü. Kürdistan bayraklarının dalgalandığı gösteride yoğun güvenlik önlemleri alındı.
'Kerkük Kürtlerin yüreğidir' sloganının atıldığı yürüyüş sırasında düzenlenen intihar saldırısı da protesto edilerek, sorumluların bir an önce bulunması istendi
Yerel seçim yasasının 24. maddesine karşı tepkiler Şaklava ilçesinde de sokağa taşındı. Hewler'e bağlı Şaklava ilçesinde binlerce kişi toplandı. Gösteriye ilçede bulunan bütün etnik ve dini oluşumlar katıldı ve yasayı protesto eden sloganlar atıldı.
'O zaman Bağdat'ı da bölelim'
Irak Parlamentosu Başkanı Mahmud El Meşhedani, resmi tatile girilmesine rağmen, yeni seçim yasası yüzünden Kerkük'te yapılan gösteriler ve şiddet olaylarını görüşmek üzere parlamentoda özel oturum yapılması çağrısında bulundu. PNA'ya demeç veren Süleymaniye Valisi Dana Ahmet Mecid, El Meşhedani'ye tepki göstererek 'Eğer Meşhedani Kekük'ü etnik gruba ayırmak istiyorsa, Bağdat, Diyala ve Musul da Kerkük gibi bölmelidir. Neden onları da bölmüyor?' dedi.
Maxmur'dan tepki
Kerkük'teki saldırıya ilişkin yazılı açıklama yapan Maxmur Demokratik Halk Meclisi de, Kerkük'te meydana gelen ve onlarca insanın yaşamına mal olan vahşi saldırının üzüntüsü içerisinde olduğunu bildirdi. Bu çağdışı ve vahşi yöntemlerle sorunların çözülemeyeceğine vurgu yapılan açıklamada, 'Bizler halkların birlik ve kardeşliğinden yanayız. Geçmişten kalan ve günümüzde ortaya çıkan sorunlar şiddetle değil, çağdaş ölçüler çerçevesinde diyalog ve demokratik yöntemlerle çözülebilir. Dış güçlerin tahrik ve yönlendirmeleri ise daima çelişki ve çatışma zeminini yaratmakta ve halkları birbirine kışkırtmaktadır. Halkımız, özellikle de bu konuda duyarlı ve tedbirli olmalıdır' denildi.
KNK: Amaçlarına ulaşamazlar
Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Kerkük'te katlim yapanları kınayarak, halkları bir birine düşürmek isteyenlerin amaçlarına ulaşamayacaklarını söyledi. KNK Yürütme Konseyi, 'barışçıl ve demokratik temelde haklarını savunmak isteyen Kerkük halkının terörist bir saldırıya maruz kaldığını belirterek saldırıyı kınadı. Açıklamada 'Kerkük'te yaşayan tüm halklar bu oyunların bilincindedir ve teröristlerin amaçlarına ulaşmalarına yol vermeyecektir' denildi. Kerkük'ün Kürdistan'ın bir parçası olduğunu bir çok kez dile getirdikleri belirtilen açıklamada 'Kerkük'te yaşayan halklar zenginliği ile Kerkük demokrasi ve halkların kardeşliğinin örneği olabilir. Kerkük sorununun çözümü demokratik referandumla Kerkük halkının geleceğine karar verebileceği 140. maddenin uygulanmasına bağlıdır. Kürtlerin iradesi dışında Irak Parlamentosundan çıkacak kararlar çözüm olmaz. Irak Hükümeti, Birleşmiş Milletler ve tüm ilgili kesimleri çağrımız Kerkük halkının iradesine saygılı olmalarıdır' ifadeleri kullanıldı.
Barzani: Tehlikeli bir zil
Bu arada KDP ve YNK siyasi büroları arasında Bağdat'ta yapılan görüşmelerin üçüncüsü dün Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ile Irak Devlet Başkanı Celal Talabani yönetiminde yapıldı. Irak Devlet Başkanlığı Sarayı'nda gerçekleşen görüşmede, Kürdistan Bölgesi'ndeki durum, 140. madde, Kerkük yerel seçimler ele alındı. Barzani, önceki akşam da Kürdistan İttifak Listesi üyeleri ile bir toplantı gerçekleştirdi. Barzani, toplantıda, yerel seçimler yasasını 'tehlikeli bir zil' olarak nitelendirerek, Kürdistan halkının Federal Irak Anayasası'nın 140. maddenin uygulanması konusundaki duyarlılığını yineledi. Barzani, 140. maddeden kaçan bütün tarafların anayasayı ihlal ettiğini ve bu ihlalin Irak'ın tek parça kalmasını tehlikeye sokacağını söyledi.
ITC uluslararası güç istedi
Irak Türkmen Cephesi (ITC) Ankara Temsilcisi Ahmet Muratlı, Kerkük'teki bombalı saldırıya işaret ederek, 'Bu Kerkük'ü kana bulamak isteyenlerin bir oyunu olabilir. Uluslararası güç şart' dedi. Muratlı, Kerkük'teki yürüyüş sırasında düzenlenen intihar saldırısının ardından göstericilerin ITC bürosuna ve Türkmeneli televizyonuna saldırdığını belirterek, 'ITC bürosunu ateşe vermişler ve 5 kişi de kaçırılmış' dedi. Konya'da bulunan Kerküklüler Derneği Genel Başkanı Şahabeddin Kırdar da, güvenliğin sağlanması için Kerkük'te uluslararası bir güç bulunması gerektiğini ileri sürdü. SÜLEYMANİYE / BRÜKSEL
'Kerkü k'te hedef Kürt iradesi'
Röportajın 1. bölümü / Ergenekon yeni saldırı konseptinin parçası
ANKARA / YNK Ankara Temsilcisi Behroz Gelali, 28 Temmuz günü Kerkük’te Kürt gösterisi sırasında düzenlenen intihar saldırısında sonra Kürtlerin Türkmenler saldırdığı yönündeki iddiaları yalanlayarak, Türkmen Cephesi’ni yanlış bilgiler yaydığını belirtti. Gelali yaptığı açıklamada, “Kadın bir terörist Kerkük’teki Türkmen Cephesi’ne 30 metre uzakta intihar saldırısı düzenlemesi ardından, insanlar canlarını korumak için yakındaki kurum ve evlere yöneldiler. Bu kurumlardan biri de Türkmen Cephesi’ydi. Ama Türkmen Cephesi kurumundan ateş açıldı ve 4 vatandaş yaşamını yitirdi. Bunun üzerine halk da kuruma girerek zarar verdiler” dedi. Türkmen Cephesi’nin bunun bilinçli bir şekilde Peşmerge ve Kürtler tarafından yapıldığı iddiasında bulunduğunu belirterek, “biz bu yaklaşımı kınıyoruz” tepkisinde bulundu. “Kerkük sadece Kürtlerin kontrolündeki bir bölge değil” diyen Gelali, “Kerkük’ün güvenlik güçleri Asuri, Keldani, Arap ve Türkmenlerden oluşuyor. Biz de Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Kürtler olarak Türkmenleri hem kardeş olarak biliyoruz. Ama Türkmen Cephesi’ndeki bazı kişiler Türkmenlerle olan ilişkilerimize zarar vermek için çok çabalıyorlar” şeklinde konuştu. Kerkük’teki olaylardan sonra soruşturma başlatıldığını belirten Gelali, Türkiye’den de bir heyetin olay yerinde araştırma yapması ve sonucu ne olursa olsun bunu kabul edeceklerini ifade etti. Kerkük’te 28 Temmuz günü Irak parlamentosunun tartışmalı seçim yasasını kabulünü prtesto gösterisi sırasında düzenlenen intihar saldırısında en az 25 kişi hayatını kaybetti, 180 kişi de yaralanmıştı. Patlamada paniğe kapılan kitle kendilerini korumak için en yakın ev parti binalarına sığınmak istemiş ancak Türkmen Cephesi’nde Kürtlere ateş açılmıştı.
Hasan Bildirici - Geçen günlerde google arama motorunda ismim üzerine kayıtlı olan yazılara göz atarken, bir değil bir çok yerde ölü annemin ve ailemin tartışıldığını gördüm. Üzüldüm. Ama olsun, bu tür yazılar bana dağların Kürt asiliğini ve boyun eğmezliğini verip 28 yaşında bu dünyadan göçüp giden annemi anmanın bir vesilesi olsun....
Ben bir Kürdistan yetimiyim. Yetimlik bende ağır bir duygudur. Çünkü beni doğuran kadın, basit bir rahatsızlıktan dolayı ben üç yaşındayken bu dünyadan göçüp gitmiş.
Siyah-beyaz bir resmini dahi bulamadığım annemden bana, Süphan eteklerinin Van Gölü ile buluştuğu yamaçlarda mezar yeri olarak işaretlenmiş bir toprak yığını kalmıştı. Kışları soğuk olurdu, birkaç metreye ulaşan kar altındaki mezara çocuk ellerimle ulaşmazdım.
Fakat yaz oldu mu, toprak ısındı mı, akşamları, annemin mezarının gündüzden kalan ılıklığına sığınırdım. Anne kokusu bende, toprak kokusu olarak kaldı. Bu Kürt kadınına olan özlemim bende Kürdistan sevdasına dönüştü.
Bazılarının PKK ile olan kan davalarını benim ölü annem üzeri sürdürmeleri ne çirkin!
Kan davasının bile bir mertliği vardır.
Bunu bir değil, bir çok kez yaptılar. Sorumluluğum altında olan Kurdistan-Post sitesinde kendileriyle ilgili en ufak bir eleştiri ve tartışmayı kabul etmeyenler, kıyameti koparanlar, benim ölü anneme sırf aşağılamak için “Tirk” denen metin ve yorumları yıllarca sitelerinde tuttular...
Milliyetçilik veya ulusalcılık kaliteli bir kültürle yapıldığı zaman bir ulusa fayda sağlıyor.
Kalitesiz ve düşük bir kültürle yapıldığı zaman, vatan dolandırmışlığın, çeteciliğin, kin ve düşmanlığın sığındığı liman vazifesi görüyor.
Türkiye’yi 85 yıldır dolandıranların, en büyük hazine yağmacılarının, çek-senet mafyasının, cinayet örgütlerinin Türk milliyetçisi örgütlerden çıkması bundandır.
Kaldı ki benim annem Kürt değil, Türk asıllı da olabilirdi.
Dedim ya, yetimlik bende ağır bir duygudur. Annem, Süphan yaylalarını tutan Kürt bir aşiretin kızı idi. Konserve kutusu gibi sıkıştırılmış şehirlerin yoksulluğu içinde doğmadı. Talih ona Süphan yaylarının doruklarında doğup büyümeyi bağışladı. O zamanın Kürt kızları Kürdistan doruklarında rüzgar hızında atlara binerlerdi. Bana annemi böyle anlattılar ve ben annemin soyunu rüzgarlara olan özgür at koşuşlarıyla sevdim...
Baba tarafımı da anne tarafım kadar benimsemiş biriyim. Ahlat’ın beşte birine denk düşen baba tarafımda Kürt soyu ile Türk soyu iç içedir.
Ama baba tarafım beni, çocukluktan beri “Kürt damarlı” olarak damgaladı. İnadım, ısrarım ve ölçüsüz cesaretim yüzünden bu ismi bana verdiler. Bunu gizliden benimsedim. Ailemin, “Kürt damarlı çocuğu” olarak hep merakla izlendim.
Kürtlükle harmanlanmış Türk ağırlıklı ailem, yani baba tarafım, benden dolayı devletin kendilerine yönelik baskılarını her defasında savmayı bildiler. Koruculuğu ve ihbarcılığı bana ve soylarındaki Kürt kanına olan saygılarından kabul etmediler. Yaşamın en güzelini, kendi halinde yaşamayı bir yol olarak seçtiler.
Beni doğuran Kürt kadının akrabaları, yani dayılarım hala Süphan eteklerinde oturur. Ne yazık ki, Ahlat ve Bitlis civarının en tanınmış kan davalı kabilelerinden biridir. Cezaevinden çıktığımda dayılarımdan birinin oğlu öldürülmüştü. Taziye ziyaretine gittim. Anne tarafından bir çok akraba ismimi duymuş oldukları halde beni ilk kez görüyorlardı. Kederli yüzlerinde bir sonraki ölümün derin ıstırabı vardı. Oğlu öldürülen dayım bana şunu dedi:
“Sana bakınca, kendimizi görüyorum. Fakat sen öfkeni yönelteceğin hedefi iyi buldun. Bizse hala birbirimizi kırıp geçirmekle meşgulüz.”
İşte bu adamın ölü kızları, yani annem Kürt sitelerinde tartışılıyor. Bana annem ve Kürtlük adına üzülmekten başka bir şey kalmıyor.
Sakın, bunlar için “birkaç kendini bilmez” diyip geçmeyin. Karşıtlık atmosferinde bunamışların tartışma platformunda annemi aşağılayan ifadeleri çok sık görmeseydim bu yazıyı yazma ihtiyacı hissetmezdim. Hani bir gazete veya televizyonda bir grup veya mezhep için küçültücü bir ifade kullanılır da, herkes protesto etmek için oraya koşar ya, ben şimdi protesto etmek için nereye koşayım?
Benim protestom da bu.
Ben Kürdistanlıyım. Kürdistanlılık bir kimliktir. Kürt kimliği yaralıdır, derbederdir. Kürt özgürlükçülerin yanı sıra, Musa Anter’i öldüren Kürtler de vardır. Kürt katili Yeşil de Kürt bir anne babanın çocuğudur. Köy korucuları, AKP, MHP ve CHP’li Kürtler de Kürt kökenlidir. Fakat Kürdistanlılık özgür bir tercihtir. Zincir ve tutsaklık tanımaz. Kürdistan’ın özgürlük kokusunu genç yaşında ölen annemin yaz akşamları sığındığım mezarının toprak ılıklığından aldım ben. Kürdistan toprağı annem oldu. Ona sığındım.
Bir gün yetimlik üzerine bir yazı yazmıştım. Hamile bir Kürt kadını demek ki bundan çok etkilenmiş. Bana internet aracılığıyla birkaç cümlelik şöyle bir mesaj göndermişti:
“25 yaşında bir Kürt kadınıyım. Şu anda hamileyim. Seni yeniden anneli doğurmak isterdim.”
Kim olduğunu, nereden yazdığını bilmediğim ve bilmek istemeyeceğim hamile bir Kürt kadınının bu mesajını, iki de bir ölü annemin cesedini çiğnemeye çalışanlara ve bu yazılara sitesinde yer verenlere armağan ediyorum.
Hasan Bildirici
bildiricihasan@hotmail.com