İsmail Beşikçi http://www.kurdistan-post.com/
Kardeşlik söylemi mücadeleye engel
Hasan Bildirici: Kürt sorunu her zamankinden daha yakıcı bir halde gündemde olmasına rağmen, Kürt taleplerinde bir gerileme var. Gerileyen Kürt talepleri midir yoksa Kürt sorunu mu?
“Kürtler, Türk düşüncesiyle hareket ediyor”
İsmail Beşikçi:Kürtlerin mücadelesi her zaman büyük bir mücadele olmuştur. Kürt mücadelesi günümüzde de büyük bir mücadeledir. Fakat Kürtlerin talepleri her zaman çok küçük kalmıştır. Günümüzde Kürt taleplerinde ciddi bir kısalma vardır. Bunun başlıca nedeni, kanımca, Kürtlerin, kendi akıllarıyla değil, Türk düşüncesinin, Türk solunun, Türk sağının, Türk dinsel akımlarının akıllarıyla hareket etmeleridir. Halbuki, Kürtler, Kürtleri, Kürdistan’ı, Kürtçe’yi kendi akıllarıyla değerlendirmek durumundadır.
1960’larda Kürtler Türk solu içinde örgütleniyorlardı. O zamanlar, Türk solunda, Türkiye İşçi Partisi ve Milli Demokratik Devrim anlayışı iki güçlü akımdı. Kürtler daha çok Türkiye İşçi Partisi’nde örgütleniyorlardı. Kürtler,1960’ların sonlarında, 68’ler Hareketi’nin cereyan ettiği günlerde, Türk solundan ayrılıp kendi örgütlerini kurma çabasına girdiler. Devrimci Doğu Kültür Ocakları bu örgütlerin başında gelir. Kürtlerin Türk solundan ayrılıp kendi örgütlerini kurma çabasına girmeleri şüphesiz Kürtlük bilincinin yükselmesiyle ilgili bir olaydır. Fakat, şöyle bir süreç de yaşanmaktadır. Kürtler, Türk solundan ayrılıp kendi örgütlerini kurma, örneğin, Devrimci Doğu Kültür Ocakları içinde örgütlenme gereğini duyuyorlar ama, Türk solunun kullandığı sloganları aynen kullanmaya devam ediyorlar. O sloganlardan kopuş yok. O dönemde, “Bağımsız Türkiye”, “emperyalizme karşı mücadele” kullanılan çok temel sloganlardı. Bu sloganlardan kopamama, Kürtlerin kendi akıllarıyla değil, Türk solunun, Türk düşüncesinin aklıyla hareket ettiğini gösterir.:
Birinci Dünya Savaşı sonlarına, 1920’lere, Kuvayı Milliye hareketi günlerine, Milletler Cemiyeti dönemine bakalım. O dönemde, en kalıcı, en kapsamlı emperyalist müdahale Kürtlere, Kürdistan’a yapılmıştır. Kürtler ve Kürdistan, ulusların kendi geleceklerini belirleme ilkesinin en coşkulu bir şekilde savunulduğu, yaşama geçirilmeye çalışıldığı bir dönemde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. O dönemde, dünyaya nizam vermeye çalışan emperyalist güç Büyük Britanya idi. Fransa ikinci derecede geliyordu. Ama, büyük Britanya ile Fransa arasında çok büyük bir mesafe vardı. Fransa ikinci derecede geliyordu ama, Büyük Britanya’ya nazaran, dünyaya nizam verme etkisi, potansiyeli çok küçüktü. O dönemde çok dikkate değer bir süreç de Sovyetler Birliği yöneticilerinin anti-Kürt bir tutum içinde olmalarıdır. Kürdistan’ın ve Kürtlerin bölünmesinde, parçalanmasında ve paylaşılmasında Büyük Britanya ve Fransa rol sahibi iki büyük güçtür. Fakat bu süreçte, Moskova’nın da, Londra gibi, Paris gibi anti-Kürt bir tutum içinde olduğunu görmek gerekmektedir. Bir de şu var:
“Emperyalizme karşı mücadele” kavramını dilinden düşürmeyen Türk düşüncesi, Türk solu, Türk sağı, Türk dinsel akımları, Kürtlere ve Kürdistan’a dayatılan kimliksizleştirme sürecini görmemekte büyük bir ısrar içindedir. Kürtlerin, bu dönemi sağlıklı bir şekilde algıladıkları kanısında değilim. Bu dönem, Türk düşüncesinin, Türk solunun, Türk sağının, Türk dinsel akımlarının kavramlarıyla, terminolojisiyle kavranılamaz. Bu dönemi Kürtler kendi akıllarıyla kavramak, değerlendirmek durumundadır.
O dönemde, “düşmanın elinde esir olan Padişahı kurtarma”, İslamı kurtarma”, “İslamın, İslam ülkelerinin, düşmanın ayakları altında çiğnenmesine karşı olma”, gerek Mustafa Kemal tarafından, gerek Kuvayı Milliye tarafından, Kemalist hareket tarafından sık sık dile getirilen bir düşünceydi. Fakat, İslamın kurtarılmasına böylesine vurgu yapanlar, sıra, Kürtlerin haklarına, hukukuna gelince, Büyük Britanya ve Fransa gibi emperyal devletlerle bir olup Kürtlerin başına lanetli bir çorabın geçirilmesini sağladılar Bu da saptanması, izlenmesi gereken bir süreçtir. Bu süreci Kürtler, ancak, kendi akıllarını kullanarak kavrayabilirler. Türk düşüncesini, Türk solunun, Türk sağını, Türk dinsel akımlarının aklıyla, terminolojisiyle bu temel süreç kavranılamaz.
“Kardeşlik” anlayışı, mücadelenin yükselmesine engel
Türk düşüncesinin, Türk solunun, Türk sağının, Türk dinsel akımlarının aklıyla hareket edince “kardeşlik” gibi bir slogan belirleyici ve yönlendirici bir hale geliyor. Bu da Kürt taleplerinin kısılmasına neden oluyor. Bu “kardeşlik” anlayışı aynı zamanda mücadelenin yükselmesine de engel oluyor. Günümüzde “Türkiye Partisiyiz” anlayışı, “Çatı partisi kuruyoruz” çabaları bu sağlıksız kavrayışın ve değerlendirmenin devam ettiği anlamına gelmektedir. Türkiye’deki bütün partiler Türk partisiyken, Kürtlerin bir Kürt partisi kurmaktan kaçınmaları, “Türkiye partisiyiz” anlayışına sarılmaları hem mücadelenin yükselmesini engellemekte, hem de Kürt taleplerinin seviyesinin düşmesine neden
Hasan Bildirici: “Türk düşüncesinin, Türk solunun, Türk sağının, Türk dinsel akımlarının aklıyla hareket edince “kardeşlik” gibi bir slogan belirleyici ve yönlendirici bir hale geliyor.” Diyorsunuz. Fakat şöyle bir durum da var: Bütün bu etkilere rağmen bir an geliyor Kürtler bir isyan, bir direniş hareketi geliştiriyor. İsyan veya ayağa kalkış günlerinde talepler yüksek. Yüksek talepler etrafına Kürt toplumundan büyük bir kitlesel akım yöneliyor. İnsanlar neredeyse böyle dönemlerde canını kaldırımlara çarpıyor. Fakat mücadele uzadıkça, işaretlenmiş hedeflere ulaşılmadıkça mücadele bir kırılma, taleplerde bir gerileme, daha sonra da bastırılmış bütün isyanların ardından söylendiği gibi, “bir arada kardeşçe yaşama” siyaseti ağırlık kazanıyor... Bu tarz siyaset Kürtlerde genetik hal mi almış? Siyasetçileri mi beceriksiz? Yoksa zaman içinde Türk iktidar gücü yenilmezliğini Kürtlere kabul ettirmiş mi oluyor? Niye bu tekrar?
İsmail Beşikçi:Temel sorunun, Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması olduğunu düşünüyorum. Bu, bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın çok önemli sonuçlarından biridir. Kürtlerin, bu yıkıcı, çürütücü sürecin bilincine dört başı mamur bir şekilde ulaştıkları kanısında değilim.
Kürtleri yönetmek zor
Kürdistan’ın ve Kürtlerin bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşılmasını tasarlayanlar, yaşama geçirenler, örneğin, İngiltere, Fransa bu süreçten neler beklemiş olabilirler? Herhalde, şöyle düşünmüşlerdir: Kürleri yönetmek zordur. Bölünüp parçalandığı ve paylaşıldığı zaman, onları yönetmek kolaylaşır. Bölünüp parçalandığı, paylaşıldığı zaman, örneğin yeni kurulan Irak mandası (sömürgesi) ile Kürtler arasında durmadan gerginlik oluşur, çatışma çıkar. Çünkü Kürtler her fırsatta milli haklarını istemeye, elde etmeye kalkışacaklardır. Manda yönetimi bu hakları onlara vermediği zaman ise, gerginlik olacaktır Gerginlik zaman zaman silahlı çatışmalara da varabilir. İşte bu durumda, ayaklanmanın bastırılması için merkezi yönetim her zaman bize ihtiyaç duyacak, bizim yardımımızı isteyecektir. Bu da bizim Ortadoğu’daki varlığımızı sürekli ve gerekli kılacaktır. Öte yandan, böyle bir ayaklanma karşısında diğer parçalardaki Kürtleri yöneten devletler de bu ayaklanmanın bastırılması konusunda Irak yönetimine yardımcı olacaklardır. Böylece Kürtler, bu devletlerin müşterek operasyonlarıyla bastırılmaya çalışılacaktır. Bu devletler, Kürtlere karşı yürütülen müşterek operasyonların, ne anlama geldiğinin bilincine muhakkak ulaşacaklar ve Kürtlere göz açtırmamanın yolunu yordamını muhakkak bulacaklardır. Bütün bunlar Kürtleri yönetmeyi kolaylaştıracaktır.
Kürt isyanlarının bastırılmasında İngiltere’nin rolü büyük
Fiili duruma baktığımız zaman şunu görüyoruz. Örneğin, Irak’ta, 1920’lerde, 1930’larda, 1940’larda, Bağdat’taki hükümetle Kürtler arasında gelişen gerginlik çoğu zaman silahlı çatışmalara varmıştır. Bu çatışmalar, Kürt ayaklanmaları hep İngiltere’nin yardımıyla bastırılmıştır. Bu bastırmalarda İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin rolü çok büyüktür. Ortadoğu’da İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri en çok, Kürdistan’da kullanılmıştır.
Örneğin, zehirli gazlar, ilk olarak Kürtlerin bastırılması sürecinde, İngiltere tarafından kullanılmıştır. 1925 Kürt ayaklanmasındaysa, Kürtleri bastırmak için, Batı Anadolu’dan Diyarbakır’a sevk edilen ordu birliklerinin demiryolu aracılığıyla, Fransa mandası (sömürgesi) Suriye’den geçerek Diyarbakır’a ulaştığı bilinmektedir. Ağrı ayaklanmasının bastırılması sırasında İran ve Türkiye’nin nasıl işbirliği yaptıkları yine bilinmektedir. Kürtlerin, Ortadoğu’daki bu konumlarının bilincine ulaşmalarında büyük yarar vardır. “Kardeşlik” böyle bir konumu açıklayıcı bir kavram olamaz.
Kürtler güçlü bir şekilde özgürlük istemiyor
Kürtlerin güçlü bir şekilde özgürlük istedikleri, özgürlüklere vurgu yaptıkları kanısında değilim. Özgürlük, hak, hukuk parti programlarına, tüzüklere vs. elbette yazılmalıdır. Ama bu hiç yeterli değildir. İstekleri belirleyen, egemen ulusun basınına, kamuoyuna yapılan açıklamalardır. Burada da “kardeşlik” anlayışı her zaman ön planda oluyor. Siz, parti programına, tüzüklere yazdığınız maddelerle özgürlük isteyebilirsiniz. Programlar, tüzükler bunlara vurgu yapabilir. Fakat programlar hiçbir zaman yaşama geçmeyen, kolayca terk edilebilen hatta tersi yapılan ilkelerle, maddelerle doludur. Bu bakımdan egemen ulusun, devletin basınına, kamuoyuna yapılan açıklamalar daha belirleyicidir. Bu açıklamalarda hep “kardeşlik” ten söz edilmektedir.
Bu arada şu konuyu belirtmem gerekiyor. Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması dile getirilmeye çalışıldığı zaman, “Beşikçi 1920’lerde kalmış, bir türlü ileri gidemiyor” deniyor. Beşikçi ile ilgili eleştiriler arasında bir de bu var.. Bunun haklı bir eleştiri olduğu kanısında değilim. Şöyle bir açıklama yapılabilir: Birinci Dünya Savaşı sürecinde, İngiliz istihbaratıyla Arap lideri Şerif Hüseyin arasında, gizli görüşmeler yapılıyordu. Büyük Britanya Şerif Hüseyin’e büyük bir Arap imparatorluğu vaad ediyordu. Şerif Hüseyin bunun gerçekleşmesi için canla başla çalışıyordu. Osmanlı Devleti’ne karşı Arap ayaklanması bu süreç içinde gerçekleşti. Fakat savaş sonunda, Şerif Hüseyin’e, İngiltere tarafından, daha doğrusu İngiliz Gizli Servisi tarafında vaad edilen büyük Arap imparatorluğu gerçekleşmedi. Bunun yerine, Irak, Ürdün, Filistin, Suriye, Lübnan gibi manda (sömürge) Arap devletleri kuruldu. Şerif Hüseyin’e vaad edilen büyük Arap İmparatorluğunun bir yerinde ileride kurulacak Yahudi devleti için yurt tahsis edildi. Mısır, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir, Fas gibi ülkelerde Arap egemenliği değil, Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın egemenliği söz konusuydu. Beşikçi durmadan, Şerif Hüseyin’e vaad edilen büyük Arap imparatorluğu neden gerçekleşmedi diye İngiltere’yi eleştirse, sık sık bu konuları gündeme getirse, “Beşikçi 1920’lerde kalmış” denebilir. Böyle bir analiz yok. Çünkü Arapların durumu 1920’lere nazaran çok çok ileridir. Politik, ekonomik, toplumsal, kültürel ve askeri bakımlardan Araplar 1920’lere göre çok ileri bir durumdadır. Basra Körfezinden Fas’a kadar 22 bağımsız Arap devleti vardır. Kısa bir zaman içinde Filistin Arap devletiyle bu 23’e çıkabilir.
Kürtlerin durumu çok geride
Kürtlerin durumuysa, 1920’lere göre çok geridir. Kürtler ve Kürdistan bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Kürtler ve Kürdistan küçücük bir siyasal statüye sahip değildir. Sömürge bile değildir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde şu veya bu şekilde özerk yaşayan Kürtler Cumhuriyet’le birlikte inkar ve imha politikalarının hedefi olmuşlardır. 1910’larda, İstanbul’da, Kürtçe dergi, Kürtçe gazete çıktığını bilen-gören İttihatçılar, Kemalistler, Cumhuriyet döneminde, “Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürt diye bir halk yoktur”, “Türkiye’de sadece Türkler etnik haklar isteyebilir, Türk olmayanların tek hakkı vardır, o da Türklere hizmetçi olma hakkıdır” demeye başladılar. 1920’lerin, Milletler Cemiyeti döneminin Kürt sorunu açısından analiz edilmesi bu bakımdan önemlidir. Bu kaçınılmaz bir görev olmalıdır.
O zaman temel sorulardan biri şu olmalıdır. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Irak mandası (sömürgesi) Ürdün, Filistin, Suriye, Lübnan mandaları kurulurken, neden bir Kürdistan mandası kurulmamıştır? Neden Kürdistan mandası kurulmamış ama, Kürtler ve Kürdistan, yeni kurulan Irak ve Suriye mandaları, Türkiye ve İran arasında paylaşılmıştır? Kürtler ve Kürdistan konusunda bu yaşamsal bir soru olmalıdır.
Mandalar, Birinci Dünya Savaşı sonunda, yenilgiye uğrayan Alman İmparatorluğu’nun ve Osmanlı İmparatorluğu’nun (İttifak devletleri) sömürgelerinin, yenen devletlerce (İtilaf devletleri) yani, İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından paylaşılmasıyla oluşan yönetimlerdir. Osmanlı Devleti denetimi altındaki topraklarda oluşturulan mandalara A tipi mandalar denirdi. Batı ve Doğu Afrika’daki Alman sömürgelerinin paylaşılmasıyla B tipi mandalar oluşturuldu. Alman Güneybatı Afrika’sı ve Pasifik adalarının oluşturduğu mandalara ise C tipi mandalar deniyordu.
Barzani'nin bağımsızlık talebi yerinde
Tarih: 6 Kasım 2008 Perşembe
Hasan Bildirici: Kürdistan'ı bölüp parçalayan ve sorunu çözümsüz kılan bir sürü Uluslararası müdahale var. Bunları yukarıda sıraladınız. Bu müdahalelerden sonra, Kürtler üzerinde bir dörtlü tutsaklık zinciri oluştu. Amerika'nın Irak'a müdahalesiyle Saddam rejimi yıkıldı. Fakat buradan da bağımsız ve özgür bir Kürdistan çıkmadı. Belki Kürtler istedi, ama ABD öncülüğündeki uluslararası güçler Türkiye'nin ve Arap ülkelerin isteğini göz önüne alarak Irak'ı yine kilitledi, üç benzemezi veya az benzeyeni; Şii, Sunni ve Kürtleri aynı devlet potası içinde eritme yolunu seçti. Amerika beş yıldır tüm gücünü Irak'ın birliğini ayakta tutmak için harcıyor, ama o da ekonomik kriz eşiğine geldi. Öyle görünüyor ki, Kürdistan'ın dört parçadaki sorunun çözülmesi için, ABD öncülüğündeki Batı güçleri Türkiye, Irak, Suriye ve İran'ı Balkanlara çevirmeden bu işin içinden çıkamayacaklar. Sanki dört parçadaki Kürt sorunu Ortadoğu'daki dünya savaşının zemini haline gelecek. Kürt sorununda hiç kimse henüz asıl kozlarını oynamadı gibi geliyor bana... Siz geleceğin Ortadoğusun'da Kürtlere nasıl bir rol biçiyorsunuz? Amerika'nın Kürt sorununda nihai hedefi ne olabilir?
PKK ve diğer Kürt örgütlerinin Kürdistan için istikrarlı bir talebi olmamıştır
İsmail Beşikçi:Kürtler yakın gelecekleriyle ilgili olarak siyasal taleplerde bulunmak durumundadır. Kültürel talepler, kardeşlik söylemi, Kürtlerin bir şey istediği anlamına gelmiyor. Türkiye, Kürtlerin siyasal isteklerine karşı çıkabilir, isteklerin içini boşaltmaya gayret edebilir, isteklerde bulunanlara baskı uygulayabilir. Bunların belirleyici olduğu kanaatinde değilim. ABD’nin ikircikli davranması, AB’nin Türkiye yanlısı, Kürt karşıtı politikaları da belirleyici değildir. Belirleyici olan Kürtlerin siyasal isteklerini kararlı bir şekilde ileri sürmeleridir. Kürtler derken, birinci planda Kuzey Kürtlerinden söz ettiğim herhalde anlaşılıyordur, ama, Güney Kürtlerini de analize katmak gereği ortaya çıkabiliyor, bu da açık. Kuzey Kürdistan’da, Kürtlerin böyle kararlı, istikrarlı bir siyasal istemi olmamıştır. Ne PKK’nin, ne de PKK dışındaki örgütlerin böyle bir istemi olmamıştır. Kürtler kendileri için bir hak, siyasal bir hak istemiyorlar, daha çok hasımlarını rahatlatacak açıklamalar yapıyorlar. “Kürt devletine gerek yoktur, Kürt devleti en çok Kürtlere zarar verir” gibi… Kürtler barış istediklerini vurguluyorlar, halbuki eşitlik istemeleri, bu istemlere vurgu yapmaları gerekir.
“Kardeşlik” anlayışı, bu istemlerin önüne geçen, bu istemleri boğan bir anlayıştır. Kaldı ki, devlet her zaman, “kardeşlik” ileri süren Kürtlere şunu ima etmeye çalışıyor. “Durmadan kardeşlik deyip duruyorsunuz, o zaman neden büyük ağabeyinizi dinlemiyorsunuz?”
En büyük engel Türkiye
Kişi olarak Kürtlerin geleceği konusunda iyimserim. Güney Kürdistan’da Kürt Federe Devleti’nin zamanla ete-kemiğe bürüneceği kanısındayım. Irak, elbette sun’i bir devlettir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, emperyal Büyük Britanya’nın, girişimleriyle üç benzemez siyasal kategori devletin zorlayıcı baskı araçlarıyla bir arada tutulmaya çalışılmıştır. Bunun sürekli olması, 1920’lerde kurulan bu anti-Kürt statükonun hiç değişmemesi istenmektedir. Arap yaşam biçimiyle Kürt yaşam biçimi, yaşam değerleri birbirinden çok farklıdır. Şii Arapların ve Sünni Arapların yaşam biçimleri, değerleri ve ülküleri birbirine benzeyebilir, ama Kürt yaşam biçimiyle bunların arasındaki fark çok büyüktür. Bugün bu üç benzemezi, bir merkezi otorite bünyesinde tutmaya çalışan yegane güç Türkiye’dir. Kanımca, Irak’ın kendisi bile, örneğin Şii Araplar ayrı bir Kürt devletini makul karşılayabilmektedir. Türkiye, her niyetini, her projesini yaşama geçirmek için yeterli maddi ve politik güce sahip değildir, ama başkalarının niyetlerinin ve projelerinin yaşama geçmesini her zaman engelleyebilir, bu ABD’nin niyetleri ve projeleri de olsa…Ama, Kürtlerin siyasal istemlerini kararlı bir şekilde dile getirmeleri, Kürtlerin doğal haklarına durmadan vurgu yapılması, Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarının kararlı bir şekilde savunulması Türkiye’nin inkarcı ve imhacı politikalarını aşacak güçtedir.
Barzanin’nin bağımsızlık talebi yerinde
Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, “Kürt Devleti kurmak Kürtlerin doğal hakkıdır”, “Bağımsız Kürdistan doğal hakkımızdır” söyleminin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Mesut Barzani’nin bu görüşü zaman zaman dile getirmesi dikkate değer bir durumdur. Bu, gelişigüzel bir düşünce açıklaması, herhangi bir düşünce açıklaması değildir, hukuk tarihinde, siyasal düşünceler tarihinde ve devlet nazariyeleri tarihinde sağlam düşünsel temelleri, sağlam düşünsel dayanakları olan bir görüştür. Doğal olan aynı zamanda doğru olandır. Doğal olana karşı olma, insani olana karşı olma anlamına gelir. Doğal hakkın, doğal hukukun zıddı olan reel hukuktur, yani pozitif hukuktur. Pozitif hukuk, reel hukuk ise, inkarı, imhayı, katliamları soykırımları meşrulaştırmaya çalışan bir hukuktur. Bu iki anlayış arasında derin bir çelişki olduğu açıktır. Kürtlerin kararlı, istikralı tutumları, istemleri bu çelişkileri aşacak, reel hukuk anlayışını deşifre edecek, hükümsüz kılacak güçtedir.
Doğal hukuk, kişinin doğumla birlikte kazandığı, sahip olduğu haklardır. Bu haklar tartışılamaz, dokunulamaz, baskı altına alınamaz, devredilemez, engellenemez haklardır. Kişinin doğal hakları, sadece bireysel hakları kapsamaz, kişilerin bir arada yaşamalarından dolayı ortaya çıkan hakları yani kolektif hakları da kapsar. Buna da halkların, milletlerin hakları denebilir. Hukuk tarihinde, siyasal düşünceler tarihinde Locke, Rousseau ve Kant’ın düşünceleri bu bakımdan önemlidir.
Hukuk tarihinde doğal hukukun, tabii hukukun büyük bir yeri vardır. 1689 İngiliz Yurttaşlık Hakları Bildirisi, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan Hakları Bildirisi, 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi, doğal hak, doğal hukuk anlayışının yaşama geçmiş pratikleridir. Bu anlayış şüphesiz Kürtleri de özgürleştirecektir. Mesut Barzani’nin bu yoldaki açıklamaları dikkate değerdir.
Devletin, özgürlükleri kısıtlayıcı bir siyasal yapı olduğu söylenebilir. Fakat çok ağır mağduriyetler, yoksunluklar yaşayan , darmadağın edilmiş, kendilerini değil hep başkalarını yaşamış Kürtler için, kendileri için değil, hep başkaları için yaşamış Kürtler için, devletin gerekli olduğu şüphesizdir. Derlenip toparlanabilmek için bu kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Kürtlerin malları yağma edilecek
“Bir arada yaşamak”tan, “et-tırnak gibi birlikte olmak”tan, “kardeşlik”ten söz ederken, 30 Eylül 2008 tarihinde, Balıkesir’in Altınova beldesinde cereyan eden olayları da dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Bu olaylar sırasında, Kürtler, Kürtlerin işyerleri ve evleri saldırıya uğramış, onlarca ev, işyeri yakılmış yıkılmıştır. Market sahibi bir Kürt, bir tır dolusu malının yağmalandığını, tahrip edildiğini anlatıyordu. 30 Eylül’ün Ramazan Bayramı’nın ilk günü olduğunu da hatırlamak gerekir. Ertesi gün yani 1 Ekim 2008 de, Altınova’da, Kürtlerin aleyhine yürüyüş ve mitingler gerçekleşti. Yürüyüşlere ve mitinglere katılanlar, “Altınova bizimdir, bizim kalacaktır” sloganını içeren pankartlar taşıyorlardı ve bu sloganı sık sık bağırıyorlardı. Bu, ne anlama geliyor? Altınova’da yaşayan Kürtlerin, uzun zamandır orada yaşadıkları dile getiriliyor. 30 yıla yaklaşık bir zamandır orada yaşayan aileler var. Demek ki Kürtler iş kurmuşlar, ev-işyeri sahibi olmuşlar, toprak satın almışlar. Buysa, orada yaşayan Türk kökenli, Balkan kökenli ailelerin gözüne geliyor. Demek ki, Kürtleri rahatsız edip, huzursuz edip oradan kaçırtmanın, orayı terk ettirmenin yolları aranıyor. Kürtler oradan kaçırtıldığı zaman, şu veya bu şekilde oradan uzaklaştırıldığı zaman topraklarına, mallarına-mülklerine el konulacak. Kütlerin malları-mülkleri yağma edilecek…
İnternette, google’da, 2 Ekim 1908 tarihli haberler çok dikkat çekiciydi. Google’un Altınova maddesinde. “doğu kökenliler” den, “doğu kökenlilere yapılan saldırılar”dan söz ediliyordu. “Doğu kökenliler” kavramı haberlerde, haber yorumlarda sık sık kullanılıyordu. Bir okuyucu “Doğu kökenliler” kavramının kullanılmasına şu şekilde itiraz ediyor. “Doğu kökenliler, doğu kökenleler deyip duruyorsunuz. Altınova halkını bize karşı kışkırtıyorsunuz. Ben de doğu kökenliyim, Erzurumluyum ama Türküm. Doğu kökenliler derken bizi hedef gösteriyorsunuz. Doğu kökenliler yerine Kürt sözünü kullanın, böylece hedef kitleyi daha iyi belirlemiş olursunuz.” Balıkesir Valisi Kürtlere saldırıları doğal karşılamış, Demokratik Toplum Partisi milletvekillerinin şehre girmesine engel olmuştu. Gazetecilerin konuşmaya çalıştığı bazı Kürtler de, “abartmayın bu geçici bir olaydır” diyorlardı. Bu Kürtler, “kardeşlik” söylemine fazla inanmış olacaklar. Hem dayak yemişler, hem de “abartmayın” diyorlar.
Kürdistan’daki köklerden kopmak yanlıştır, tapular bir anlam ifade etmeyebilir
Bu, Kürtlerin, dört bir taraftan, çok ağır saldırılarla, kışkırtmalarla karı karşıya olan bir zeminde yaşadıklarını göstermektedir. Bu tür saldırıların Hadırlı’da, (Adana, Seyhan ilçesi), Ödemiş’te, Denizli’de, Datça’da, Manisa ‘da vs. de de gerçekleştiği biliniyor. Burada, Kürtlerin bir yanlışına da değinmek gerekir. Kürdistan’daki bütün malını-mülkünü, taşınmazlarını satıp batı illerine yerleşmek, Kürdistan’daki kökünü tamamen koparmak yanlıştır. Batı’da güvenli bir yaşam yoktur. Türk iş sahipleri artık Kürtlere kolay kolay iş vermemektedir. Aileler evlerini Kürtlere kiraya vermemeye çalışmaktadır. Batı’da edinilmiş mal-mülk için de güvenli bir gelecek yoktur. Yağma ve talan zihniyeti karşısında tapular hiçbir şey ifade etmeyebilir. Yukarıda dile getirmeye çalıştığım market sahibinin PKK ile falan bir ilişkisi yok. Kürtlükle bile ilişkisi kalmamış. Hatta bunlara karşı…Fakat devletin konudaki tavrı şudur: “Sen Kürt olduğunu unutmuş olabilirsin, ama ben unutmam. Şimdi benim için bir tehdit unsuru olmayabilirsin, ama ileride …? Son yıllarda, gerillaya yeni katılımlardan söz ediliyor. Bu katılımların Kürdistan’dan çok Batı illerinden ve Avrupa’dan gerçekleştirilmesi büyük bir olasılıktır
Ege ve Marmara bölgelerine şu veya bu nedenlerle yerleşmiş Kürtlerle bu yörelerde yüz yıla yakın bir zamandır oturan Türklerin siyasal kültürü ve beklentileri arasında çok büyük farklar vardır. Kürtler devletin demokratikleşmesini, insan haklarına riayet etmesini, insan hakları anlayışının güçlenmesini istemektedirler. Bu yörelerde oturan Türklerin ise insan hakları diye bir sorunu yoktur. Bunların önemli bir kısmı devletin otoriter olmasını, totaliter olmasını istemektedir. Otoriter, totaliter devletin kendilerine daha iyi hizmet edeceği kanısındadır. Bu Türk kitlelerin büyük kısmı 1912’de Balkan yenilgisinden sonra, Balkanlardan Anadolu’ya göçenler olduğu biliniyor. Bunların bir kısmı 1915’deki Ermeni soykırımına da katılmış olabilir. Göçertilen Rumlardan ve Ermenilerden kalan taşınmazların önemli bir kısmının da bu insanlara, bu ailelere verildiği yine bilinen bir durumdur. Kürtlerin geleceğe ilişkin beklentileriyle bu Türk kitlelerin geleceğe ilişkin beklentilerinin çok zıt olduğu açıktır. Bu nedenlerle, “bir arada yaşama” artık, Kürtler için gittikçe zorlaşmaktadır. Bu, nüfus yoğunluğu az olan mahallerde, beldelerde özellikle böyledir.
İsmail Beşikçi Hasan Bildirici Kurdistan-Post
►Etiketler: Kurdistan (100) Yorum (69) İşkence (66) Kürtçe (53) Asker (35) Medya (35) Dtp (34) Kerkük (34) Politika (33) Türkiye (29) Tarih (27) Gerilla (25) Linç (25) Polis (16) Röportaj (16) İran (16) Alevi (14) Dünya (9) Hayat (9) Kadın (9) Sanat (9) Tbmm (8) Cemaat (6) Spor (6) ▼ H O M E