Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...
Cumhuriyet tarihinin azınlık karşıtı politikalarının en önemli pratiklerinden biri olan 1934 Trakya Olayları, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları, azınlık mensuplarına 2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan 20 Kur'a İhtiyatlar askerlik uygulaması ve 1944 Varlık Vergisi uygulamasından sonra, azınlıklara bu coğrafyada artık yaşama hakkı olmadığını gösteren ve bunu anlayamayanlara bunu net olarak ifade eden 6-7 Eylül İstanbul Pogomu, önemli bir özel harekât operasyonu olarak, Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekelerinden biri olarak kaldı...
Ergenekon Bukalemun'unun en rezil operasyon örneklerinden biri
'Siz maddi zarar gördünüz, bizimse insanlığımız zarar gördü.'
Reşat Nuri Güntekin (*)
29 Ağustos 1955 tarihinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları arasında Londra'da Kıbrıs görüşmeleri başladı. Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu toplantıda elinin güçlendirilmesi için, Ankara'ya yolladığı bir mesajla bir şeyler yapılmasını isterdi. Tam o sırada Selanik'te Mustafa Kemal'in doğduğu evde bir bomba patladı ve Zorlu bombayı bahane ederek toplantıyı terk etti. Aslında Zorlu'nun istediği şeyler toplantı devam ederken, CHP'li gençlerin yönetimindeki Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından hazırlanmaktaydı. Bu amaçla Taksim Meydanı'nda ağırlıkla üniversiteli gençlerin katıldığı bir gösteri düzenlendi. Her şey gösterilerin tamamlanmasından sonra başladı ve güvenlik güçlerinin 'karışmayın' talimatı nedeniyle her şey çığrından çıktı. Selanik'teki bomba haberinin acele baskıyla ulaştırılması ile birlikte fiili saldırılar başladı. Bomba haberi radyodan 13 haber bülteninde verilir, ama asıl MİT mensubu Mithat Perin'in çıkardığı DP yanlısı İstanbul Ekspres Gazetesi tarafından yapılan özel bir baskı ile duyurulur .
Devlet tarafından örgütlenen binlerce kadınlı ve erkekli talan sürüsü, ellerinde muhtarlardan aldıkları adreslerle, İstanbul'daki gayrimüslimlerin evlerini, işyerlerini, hastanelerini, ibadethanelerini ve okullarını talan ederler. Hasar, o zamanki değerle yaklaşık 150 milyon TL'yi bulmaktadır, bu rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan Dolarına eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere 60 milyon TL tazminat öder, ki bu miktar zararı karşılamaktan uzaktır.
O sıralarda DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos, TBMM'de yaptığı konuşmada, 'Evimin yanında polis karakolu var. Bizi tanırlar, anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, ev tamamiyle tahrip ediliyor ve evimin önünde duran silahlı jandarmalar ise hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede diyebilirim ki evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır. Yataktan aşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dahil her şeyleri tahrip edilmiştir. Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur evimin halini gözleriyle görmüştür... Saldırganların sarf ettikleri cümleler de şunlardır; 'Kırın, yıkın, mebusun evini. Bedavadan para alıyor.''Azınlık mebusların kaderi midir, bilinmez! 40 yıl önce, İttihat ve Terakki döneminde de azınlık mebuslarının malları talan edilmiştir. Azınlık mebusları o zamanda Meclis kürsüsünde nelere maruz kaldıklarını nafile yere anlatmışlardır. Ne kadar DEP'li milletvekillerinin başına gelenleri hatırlatıyor değil mi?
'Asıl safha bir tertiptir'
ABD Genel Konsolosu Arthur Richard, ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği raporunda, 'Polis hiçbir şey yapmadan durdu, hatta halkı alkışlarken, bir sürü dükkânların yağma edilişine gözlerimle şahit oldum' demişti. Trabzon Milletvekili Selahattin Karayavuz ise, 12 Eylül 1955'te TBMM konuşmasında şöyle demiştir: 'Hadisenin en mühim safhası işin Tertip edilmiş olduğudur. Çünkü İstanbul gibi bir yerde 60 km saha içinde her yerde aynı zamanda aynı tahripkar hadisenin cereyanı, bu hadisenin bir çapulculuk eseri olarak yapılmasına imkân vermez. Asıl safha bir tertiptir ve Yunanistan'da muhterem Atatürk'ün evine atılan bir bomba hadisenin işaretinden başka bir şey değildir. O işaret üzerine buradaki fesat unsurları harekete geçmistir.'
6/7 Eylül olayları, Kıbrıs olayları bahane edilerek Patrikhane ve Rumlara yönelik gibi gösterilse de, 6/7 Eylül olayları Kıbrıs'la ilişkilendirilerek sadece 'Rumlara yapılmış bir misilleme' olmadığının bir göstergesi, tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59'u Rumlara aitken, kalan yüzde 17'nin Ermenilere, yüzde 12'nin Yahudilere ait olması, hatta dönmelere ve Müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekânların bile saldırıya uğraması olmuştur. Bu arada kim vurduya giden Türklerin de dükkânları olmuştu. Bunlardan biri de annemin dayısı Şehri Beyin Talimhane'deki otomobil yedek parçası dükkanı idi. (R.Z.)
'Dün küstah bir Rum Yeni Cami önünde linç edilmiştir'
Hatırlıyorum
1955 Eylül ayları... 7 yaşlarında idim. Babam o zamanlar Balıkesir vali muavini idi. Yıllarca İstanbul'da kaymakamlık yapmıştı. Daha sonra fatura kaymakamlara kesilip, hepsi görevden alınınca, babam birkaç ay sonra yeniden İstanbul'a atanacaktı. O sırada İstanbul'da olan ablamlar ise, bizzat olayların içinde saldırı tehditi ile yüzyüze kalacaklardı. 'Buna nasıl izin verilir' diye söyleniyordu, annemle babam izleyen günlerden birinde, akşam yemeğinde oturduklarında. 'İstanbul yanıyor, İstanbul alevler içinde!' O günlerin hikayesini Kürt yazarı Emine Erdem ile birlikte, 'Bir Yerde Bir Gül Ağlar' (Belge Yayınları, 2000, Türkçe ve Yunanca iki dilli) adlı bir kitapta anlattık, kendi tanıklıklarımız üzerinden. Rum, Yahudi, Ermeni aile dostlarımız vardı. Rum ve Ermeni dostlarımız için endişe besledikleri gibi, ablamlar için de merak içindeydiler. Daha sonraları da, 'onların yüzüne nasıl bakacağız' diye konuştuklarını hatırlıyorum. Haklıydılar, 'amca', 'hala', 'dayday' dediğimiz bu insanlarla bir daha o eski sıcaklık yaşanmadı. 1950 seçimleri ile başlayan, insanların o bahar havası kısa sürmüştü. DP'lilerin 1945 yılında utangaç bir biçimde tek parti rejimine karşı ittifak kurmayı bile düşündükleri, ama faşizan CHP gençliğinin sol eğilimli TAN gazetesini tahrip etmesinden sonra şeytan gibi kaçtıkları sosyalistler, daha 1951 yılında bir toplu tevkifatın kurbanı olmuştu. Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkan Behice Boran ve diğer barışseverler de. Ve 1955 yılında ise artık kurban azınlıklardı. Önce komünistler ve sosyalistler halolundu, sonra sıra azınlıklara geldi. Ve 1960'ta ise halledenler halledildi! Tezgah bir kez kurulmaya görsün, herkesin sırası gelir! R.Z.
Özel Harp Dairesi destekli bu harekâta 200 binin üstünde bir güruhun katıldığı tahmin ediliyor. 2005 Ekimi'nde olayların 50. yıldönümünde, olaylara ilişkin Tarih Vakfı'nın düzenlediği bir fotoğraf sergisi Karşı Sanat Galerisi'nde açıldığında, Ergenekoncu bir grubun saldırısına uğramış, adeta olayın küçük çapta bir canlandırması yaşanmış gibi olmuştu. Abdülhamit'le başlayıp İttihat ve Terakki/Cumhuriyetle devam eden zor metodunun zirvelerinden biridir 6/7 Eylül. Müslümanların -daha sonra Türklerin- gayrimüslimleri ekonomik hayattan silmek ve onların yerine geçmek için iktisat dışı yaptıkları sermaye transferlerinin en önemlilerinden biridir, 6/7 Eylül 1955.
Cumhuriyet Gazetesi, tamamiyle bir hayal ürünü olan bir yazı ile, 9 Eylül 1955 sayısında beş sütundan şu haberi vermiştir: Yağmacıların ve tahrikçilerin merkezi, Beyrut'ta bulunan kızıl bir teşkilattır. Tabii yağmacıların merkezinin Ankara olduğunu bilen ve sonradan kahraman Oktay Engin'e iş veren devletin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet, bu tip yalan haberlerle devletin bu eylemlerde mesuliyetini gizlemek istemiştir. İstanbul Ekspres, 9 Eylül 1955 sayısında, 'Kızıl Maske düştü, tahrikçiliğin elebaşları Türkiye'yi dostsuz bırakma gayesini güttüler' diye başlık atmıştı. Yalan üstüne yalan haber yayınlayan İstanbul Ekspres, 14 Eylül'de 'Vatandaş ihbar et: Komünistleri, uydurma haber verenleri, tahrikçileri' başlığını içermistir. Uydurma haber veren tahrikçi İstanbul Ekspres Gazetesi'ni de kim kime ihbar edecektir?
Mahkeme zabıtlarına göre, 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekan saldırıya uğramıştır
Kısacası o günün basınının bu olaylarda mesuliyeti büyüktür... Milliyet Gazetesi 8 Eylül tarihinde şu yazıyı içermişti: 'Dün küstah bir Rum Yeni Cami önünde linç edilmiştir. Saat 15.30 sıralarında bu saygısız şahıs eline geçirdiği bir Türk bayrağını yırtmak istemiştir. Durumu gören halk derhal koşarak bayrağı elinden almış ve kendisini tekme ve yumruk ile dövmeye başlamıştır. Bu sırada beyin üstü düşen küstah ölmüştür'. Yani kabahat Rumların kendilerindedir. Bırakınız 6-7 Eylül tarihlerini, başka devirlerde bile bir İstanbullu Elen'in Türk bayrağını İstanbul'da alenen yakması tamamiyle olanak dışıdır. Çünkü bunu yapacak kişi kendisinin neyi beklediğini bilirdi. Gazete burada kafadan attığı bir hikâye ile öldürülen zavallı bir insan için özür dileyeceğine bir de küstah demiştir. İstanbul'un Elen'leri için 6 Eylül 1955 günü bir cehenneme dönüşmesine rağmen Vatan Gazetesi, 7 Eylül İstanbul'da bazı tahrip ve yağmalar oldu diye yazmaya hiç utanmamıştır. İstanbul Ekspres Gazetesi ise 7 Eylül sayısında çok saçma bir yazı ile Ata'mıza yapılan suikast nefretle karşılandı ilân etmiştir. Şimdi ölü insana nasıl suikast yapılabilir diye mantıklı bir soru geliyor insanın aklına ama ne mantığı, burada mantık falan yok, o devrin gazetelerinin yobaz, milliyetci, faşist, ajancı ve kinci ideolojisinin çıplaklığı vardır yalnızca. İstanbul Ekspres 7 Eylül sayısında daha tahkikat yapılmadan bile 'Mesul Yunan makamları'... Ulus ise aynı gün 'Yunanlılar Atatürk'ün evine bomba attılar' başlığı atmıştı.
'Bu heyecanı yaratan insan bugün Nevşehir Valisi'dir'
'İstanbul Rumlarının Septemvriana dedikleri olayların mağdurları, 6-7 Eylül 1955 olaylarını aradan 53 yıl geçmesine rağmen henüz unutamadılar. Varlık Vergisi faciasından yaklaşık 12 yıl sonra bu olaylar, İstanbul Rum toplumunun artık Türkiye'de barınamayacağını belli etmişti. O devirde İngiltere'de yer alan Kıbrıs müzakereleri ve Kıbrısta olan olaylarla ilgili abartılı, katı bir milliyetçi ve bazı durumlarda tamamiyle uydurma haberlerle, gazeteler Türk halkını galeyana getirmeye çabalamış ve İstanbul Rumları için teklikeli bir ortam yaratılmıştır. Bu ortamı yaratan devr Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakanı Menderes ve Zorlu üçlüsünün bilgi ve onayı ile bu olaylar gerçekleşmiştir, olayda ateşi tutuşturan ise CHP'lilerin kurduğu Kıbrıs Türktür Cemiyeti olmuşur. Bu da Özel Harp ekibinin hem muhalefeti, hem de iktidarı kuşattığını göstermektedir. Cemiyet Başkanı Hikmet Bil ile yönetiminde yer alan CHP İstanbul Gençlik Kolları Başkanı Orhan Birgit, Kıbrıs sorunu ve 'bomba olayına' karşı infiali harekete geçirmek üzere aktif çalışan insanlardan biridir. Aynı kişinin 1974 Kıbrıs işgali sırasında hükümet sözcüsü olması herhalde bir rastlantıdır!
6 Eylül gecesini Rumlar, 15. yüzyılda Fransa'da Protestanların katledildiği gece ile ilişki kurarak Saint Bartholomeus Gecesi olarak da anarlar. Bu olaylar, 1905 yılında Rusya'da gerici Rusların Yahudilere yönelik pogromlara veya Nazi Almanyası'nda Yahudi ev ve işyerlerinin saldırmaya uğradığı, 1937 Kristal Gecesi'ne de benzetilebilir.
Tanık olduğu 6-7 Eylül olaylarını 'Gül Sancısı' adlı romanında işleyen ANAP Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, Aktüel Dergisi'nin yer alan bir röportajda, asıl amacın Osmanlı'dan beri iktisadi hayatı elinde bulunduran azınlık sermayesinin Türk kesimine transferi olduğu görüşündedir: 'Hadiselerin başlangıç itibariyle bir tertip olduğu ortadadır. Nitekim o tarihte Atatürk'ün evine bomba koymak suretiyle bu heyecanı yaratan insan bugün Nevşehir Valisi'dir. Bir mürettip. Bugün devletin tertibinden sorumlu bir makamın sorumlusudur! Bu da az buz bir iş değildir. Hadise, sadece bir sermaye transferi anlamı da taşımaz. Bir sermayeyi, bir varlığı yok etmektir... Ama kabul etmek zorundayız ki o hadiseden sonra Anadolu'dan İstanbul'a gelmiş, palazlanmış esnaf, ticaret hayatının da sahibi olmuştur. 6-7 Eylül hadisesinde tahrip edilen kadronun yerini dolduranlar, bugün Türk iktisadi hayatında önemli isimler olmuşlardır.'
'Vatandaş Türkçe konuş'
'Cumhuriyet tarihinin azınlık karşıtı politikalarının en önemli pratiklerinden biri olan 1934 Trakya Olayları, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları, Azınlık mensuparına 2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan 20 Kur'a İhtiyatlar askerlik uygulaması ve 1944 Varlık Vergisi uygulamasından sonra, azınlıklara bu coğrafyada artık yaşama hakkı olmadığını gösteren ve bunu anlayamayanlara bunu net olarak ifade eden 6-7 Eylül İstanbul Pogomu, önemli bir özel harekat operasyonu olarak Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekelerinden biri olarak kaldı.'
'Olaylar sırasında ya da aldıkları yaralardan dolayı sonradan 16 Rum öldü. 32 kişi ciddi biçimde sakat kaldı. ABD konsolosluğu raporlarına göre 50 Rum kadınının ırzına geçildi. Rum kaynaklarına göre ise bu sayı 200'ü bulmaktaydı. Bir papaz da zorla sünnet edildi, kan kaybından komaya giren papaz Yedikule hastanesine kaldırıldıktan sonra öldü.
Olaylar o kadar merkezi düzenlenmişti ki, İzmir'de, Diyarbakır'da, Midyat'ta da saldırı olayları yaşanır.'
Bu olaylar sonucunda devletin istediği göç başlar ve birkaç ay içinde büyük işyerlerinin önemli kısmını Müslümanlar devralır. Yıllarca hiçbir şey bulunmaz olur, bulunanlar da artık rekabet olmadığı için pahalı, kalitesiz ve estetikten uzaktır. Artık gayrimüslimler için Türkiye'de yatırım risklidir. Homojenleştirmede bir merhale daha atlanmıştır. Bu hedef daha sonra 1974, 1980 göçleri ile tamamlanacaktır.
1944 yılı içinde Cumhuriyet Halk Partisi'nin azınlıklardan ve gelir dağılımından sorumlu 9. Bürosu tarafından hazırlanan 'Azınlıklar Raporu', aslında Cumhuriyetin de onları eşit ve özgür yurttaş gibi görmediğini ortaya çıkarıyordu. Büro raporunda, gayri Türk diye tanımlanan Çerkes, Arnavut, Boşnak vd. Müslüman halkların hemen asimile edilmeleri gerektiği vurgulanırken, Türkleşmelerinden umut kesilen gayrimüslimler için şunlar öneriliyordu: Rumlar, İstanbul'un fethinin 500 yılına kadar (1953) sürülmeli, İstanbul Rumsuzlaştırılmalıdır. Bu süreci başlatmak da sözde CHP'nin karşıtı olan DP iktidarına düşmüş, ama onların da yanlarına kalmamış, Özel Harpçilerin benzeri taktikleri ile 1960 yılında onursuzca alaşağı edilmişlerdir.
(*) Ayşe Nur Zarakolu'nun büyük dayısı olan ve Büyükada'da Rumlarla, Ermenilerle ve Yahudilerle komşu olarak yaşayan romancı Reşat Nuri Gültekin, vapur iskelesinde rastladığı komşularından birine, utanç içinde bu sözleri etmişti. Elbette, komşularımız sadece maddi değil, manevi açıdan da büyük bir travma yaşamışlardı. (R.Z.)
Ragıp Zarakolu ve Sait Çetinoğlu