Kürtlerin yüzelli yıldır süren özgürlük kavgası 28.11.2007 Saat: 23:03 Katkıda Bulundu rizgarionline/ Metin Aktaş/ Bütün halklar, uluslar özgürlüğünü kolay elde etmemişlerdir. Özgürlüğünü elde etmiş halkların, ulusların tarihlerini incelediğimizde bunu görürüz. Ama hiçbir halkın özgürlük kavgası Kürt halkının özgürlük kavgası gibi uzun, çetin ve acı olmamıştır. Üç kuşak Kürt insanının hayatı özgürlük mücadelesi uğruna verdiği acılarla, kıyımlarla, sürgünlerle, trajedilerle doludur. Kürtlerin yüz elli yıldır süren özgürlük mücadelesi zaman zaman kesintiye uğrasa, zayıflasa da hala sürüyor. Kürtlerin yaşadığı acıları yeryüzünde çok az halk yaşamıştır. Halkların, ulusların uluslar üstü kurumlarda bütünleştiği, ortak bir yaşam kurma çabası içerisine girdiği dünyamızda hala varlığını ispatlamak için kavga eden talihsiz mazlum halklardan biridir Kürtler. Dersimde efsaneleşmiş bir adam vardır. Kasık. Gerçek ismini bilmiyorum. Kimsede bilmiyor. Kasık’ın kahramanlığını, nişancılığını, cesaretini anlatılmakla bitirmez Kasık’la aynı yıllarda yaşamış insanlar.O insanların gözünde insan üstü bir varlıktır Kasık. Peki gerçek nasıl? Kasık kim? Kasık yirmi ,otuz keçisi olan kendi halinde ufak tefek, cılız, varlığıyla yokluğu bilinmeyen yoksul bir Kürt köylüsüdür. Bir kış gün onların köyünün yakınlarındaki köyde bulunan jandarma karakolundaki askerler gelip Kasık’ın evini basarak sırayla Kasık’ın karısına tecavüz ederler. Askerler evi terk edince kadın kendini asar. Akşam eve döndüğünde yaşananları öğrenen Kasık deliye döner.Tek silahı olan baltasını kaparak o kış gecesi metrelerce kalınlıkta karı yararak karakola ulaşır. Ve baltayla yüzlerce silahlı askerin bulunduğu karakolu basar sekiz asker öldürür ,onlarcasını yaralayarak kaçar. Bu olaydan sonra Kasık efsaneleşir.Devleşir. Binlerce asker Kasık’ın peşine düşer ama onu yakalayamazlar. Askerler Kasık’ı yakalamayacağını anlayınca başına büyük bir ödül korlar. Dersim’deki kelle avcıları ve ispiyoncular Kasık’ın peşine düşer. Bir gün Kasık hastalanır bir köye sığınır. İspiyoncular onu yakalar. Kasık ”Siz beni öldürün askerlere teslim etmeyin!” diye çok yalvarır ispiyonculara. Ama Kasık’ı dinlemezler ispiyoncular. Kasık’ın kellesine konulan ödülü almak için onu bağlayarak götürüp askerlere teslim ederler. Askerler Kasık’ı kurşuna dizerken olaya tanık olan bir insanla konuşmuştum.Adamın anlattığına göre o ufak tefek,sıska insan küçücük bedenine yapılan korkunç,dayanılmaz işkencelere rağmen askerlere boyun eğmemiş ve kurşuna dizilerek can verinceye kadar isyanını ,direncini sürdürmüştü. Bu olayı neden anlattım biliyor musunuz? En çaresiz zavallı bir insanı bile sıkıştırıp yaşama şansı vermezseniz karşılaşacağınız direnç çok güçlü olacaktır. Hiç bir güç ölümle yüzleşmiş canlının direnci kadar güçlü olamaz. Bir kış günü uyandığımda küçük bir kedi yavrusu gördüm kapımda. O kadar küçüktü ki, o kadar zavallıydı ki onu kovamadım. Kıyamadım ona. Biraz süt koydum önüne. Eve girdim. Köpek havlamasıyla kendimi dışarı attığımda gördüklerime inanmadım. Bir avuç içi kadar canı olan yavru kedi tam on tane iri yarı canavar gibi sokak köpekle kavga ediyordu. Kedinin bu direncini gören hiçbir köpek ilk hamleyi yapma cesaretini gösteremiyordu. Ben kişisel olarak sorunların kavgayla, şiddetle çözümüne katılmayan bir insanım. Çünkü şiddetle sağlanan çözüm insanlara ölüm, sürgün acı verir.Bu çözümde yeni sorunların doğmasını yol açar. Bana göre en çözümsüz sorunlar bile karşılıklı hoşgörü ve anlayışla çözülebil inir, en karşıt güçler bile makul bir demokratik ortamında bir arada yaşayabilir. Bu düşüncelere sahip olduğum için yaşamım boyunca gerek toplumsal sorunların gerek bireysel sorunların demokratik barışçıl yöntemlerle çözülmesini savunmuşum. Ama gel görkü hayat hep benim isteklerimin tersini yapmıştır. Çünkü güçlü, egemen olan iktidar sahipleri kendisi gibi olmayan, düşünmeyen insanlara, etnik kimliklere,kültürlere,inançlara asla kendilerini demokratik alanda ifade etme, sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözme fırsatını vermemişler onlar hep zorla ölümle yüzleştirerek ıslah etmeye kalkmışlardı. Hal böyle olunca ölümle karşılaşan insanın direnci de korkunç olmuştur. Bırakın son yüz elli yılda yaşanan korkunç olayları,son yirmi yılda yaşananlara baksak bile bunu görürüz. Diyarbekir, Dersim Seğenk zindanlarında en ağır, dayanılmaz işkenceler altında bile insanlar ölümü pahasına onurlarını ve özgürlüğe olan bağlılığını kanıtlayarak iktidar sahiplerini en güçlü oldukları yerde ölerek yendiler. Kürtlerin yüz elli yıldır süren özgürlük ve adalet kavgasında son yirmi, yılda yaşananlar gerçektende çok acı, dramatik. Özgürlüğü, temel insani hakları gasp edilen Kürtlerin direnci çok çetin olmuştur. Ne yazık ki bu alanda yaşanan acılar henüz öykü, roman olarak yazılmadı.Bu konularda yazılan az sayıdaki roman, öyküde ya yasaklandı, ya insanlara ulaşılmaması için yok sayıldı. Üzülerek ifade edeyim ki Kürtlerin kendiside henüz edebiyatın gücünü anlamış değildir. Bu konuları yazan az sayıdaki Kürt kökenli yazar yazdıklarını yayınlama sıkıntısı çekiyor. Kürt kurumlarında yeterli destek göremiyor . Hasan Bildirci’nin Dönüşü Olmayan Yol Romanı’nı okuduğumda son yüz elli yıldır Kürtlerin yaşadıklarını düşündüm. Son yirmi yılda ülkemizde yaşanan ‘düşük yoğunlukta savaş’ın küçük bir kesitini anlatan roman bize iktidar sahipleri tarafında temel insani hakları gasp edilen Kürt halkının gösterdiği inanılmaz direnci anlatır. Biz ister bu mücadele tarzını beğenelim ister beğenmeyelim ama gözlerimizin önünde yaşanan,yaşanmış korkunç bir acı gerçek var. Aynı ülkenin insanları çok zor doğal şartlarda biri birleriyle savaşıyor biri birlerini öldürüyor, ormanlar, köyler yakılıyor, insanlar zorla yaşadıkları topraklardan sürülüyor, işkence görüyor… Roman dağa çıkan Sarya’nın ardında dağa çıkan Sarya’ya aşık Haydar’la Sarya’nın çok zor şartlarda özgürlük için verdikleri mücadeleyi ve bu mücadele içerisinde biri birlerine olan aşklarını, tutkularını,acılarını,sevinçlerini, pişmanlıklarını anlatır. Bir giz olan ,söz edilmesi,anlatılması yasak olan dağdaki gerilla hayatını anlatır roman. Sadece anlatmaz sorgular. Romanın en çarpıcı olan yönlerinden biride bu. Dağa çıkan insanlar kendini sorgular, yaptıkları doğrumu? Bu mücadele yöntemiyle başarıya ulaşmak mümkün mü? Özgürlüğü elde etmenin başka mücadele yöntemleri var mı? Sorular sorular… Size romanda anlatılan kurguyu anlatmayacağım. Çünkü sizden romanı okumanızı istiyorum. Yaşamın küçük bir kesitini güzel bir dille anlatmış yazar. Romanı okuduğunuzda kendinizi romanın içerisinde bulur romanın kahramanlarıyla sevinir, üzülürsünüz. Duygu yüklü bir roman. Yaşamın yasaklanmış bu kesitinde bile asla hiçbir kuralın sevgiyi, aşkı öldüremeyeceğini anlatır yazar. Yazıma son vermeden önce romanın kurgusunda gözüme çarpan bir eksikliği de yazmadan edemeyeceğim. Keşken defterin dile geldiği kısımlar ayrı bölüm halinde yazılsaydı. Romanın birkaç bölümünde gereksiz yere ortaya çıkan defterin anlatımları kurguyu hem bozmuş hem de karışıklığa sebep olmuştur. Romanı bitirdiğimde yasaklandığını duydum üzüldüm. Keşken bu roman yasaklanmasaydı ülkemizde yaşayan bütün etnik kimliklerden, sınıflardan, inançlardan insanların bir öcü olarak görülen dağa çıkmış gencecik insanların ne düşündüklerini, niçin dağa çıktıkların, nasıl yaşadıklarını, nelerle karşılaştıklarını öğrenebilme fırsatları olsaydı. Biz biri birimizi tanımadıkça biri birimizi nasıl anlarız? Sorunlarımıza nasıl çözüm buluruz? İnkar ve imhayla bir yere ulaşılmayacağını öğrenmemiz için daha ne kadar insanımızın ölmesi gerekiyor? Bunca acı yeter. Artık mutluluğu sevinci anlatsın yazarlarımız.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment