Hizbullah yeniden silahlanıyor Kurduğu sivil toplum örgütleri, haber ajansları ve derneklerle 'siyasallaşma' yönünde beş yılda önemli adımlar atan Hizbullah silahlı mücadeleyi tartışıyor. Diyarbakır'da hücre şeklinde örgütlenme çalışmaları başlatan Hizbullah yöneticileri ANF'ye konuştu. Cezaevinde olan örgütün üst düzey yöneticileri ile dışarıda sivil toplum kuruluşları içinde örgütlenen örgüt yönetimi arasında eylem tarzı konusunda tartışmalar yaşanıyor. Siyasallaşma ve sosyal kurumlar oluşturarak ya da içlerinde yer alarak mücadele sürdürmek ile silahlı mücedeleyi gündemine alan Hizbullah yöneticileriyle İstanbul'da görüştük. Son yıllarda Diyarbakır, Batman, Mardin, Van gibi kentlerde kurulan onlarca dernek, aşevi, vakıf ve sivil toplum kuruluşları ile direkt bir bağlantılarının olmadığını ve ortak yönlerinin 'iman' olduğunu öne süren Hizbullah yöneticileri, 90'lı yıllarda Kürt yurtseverlerine yönelik yapılan yüzlerce faili meçhul cinayeti ve devletle işbirliğini ise inkar ediyorlar. 'Derin devlet' ve 'JİTEM'in işlenen birçok cinayeti Hizbullah cemaatine mal ettiğini iddia eden örgüt yöneticileri, Ortadoğu ve Türkiye'de yaşanan kaos nedeniyle, müslümanlar olarak eyleme geçme hakkının Allah' tarafından kendilerine tanındığını ileri sürüyorlar. Hizbullah yöneticileriyle görüştük Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Milli Güvenlik Kurulu'na sunduğu 'Hizbullah raporu', Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın son konuşmasında yaptığı 'irtica' açıklaması ve son beş yılda Diyarbakır başta olmak üzere bölgede birçok kentte kurdukları dernek, aşevi, vakıf, okuma salonları, sivil toplum örgütleri, haber ajansları ile gündeme gelen Hizbullah ile 'Ergenekon' tartışmaları sürerken İstanbul Anadolu yakasında bir semtte görüştük. Alınan referanslar ve aracıların girişimi sonucunda onların belirlediği gün ve saatte bir evde buluşuyoruz. Ses kaydı ve fotoğraf çekimine izin vermiyorlar. Görüşme süresince cep telefonları bile oda dışına çıkartılıyor. İstanbul'da tipik bir semt ve tipik bir ev. Geniş evde göz göze gelmiyoruz ama kadın ve çocukların da yaşadığı belli. Büyük ihtimalle Hizbullah cemaatine yakın bir sempatizan ailenin evi. Görüşmeye aracı olan kişi ile birlikte, yaklaşık iki saati aşan bir bekleyişten sonra eve gelen ve Hizbullah adına konuşabileceklerini belirten iki kişi ile tanışıyoruz. Son Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Hizbullah hakkındaki raporu, Hizbullah'ın sivilleşme faaliyetlerinin oranı, yıllarca basından uzak duran Hizbullah'ın medya örgütlenmesi, Hizbullah'ın bölgede işlediği faili meçhul cinayetler, Hizbullah içinden çıkan itirafçılar, Hizbullah'ın infaz ettiği mezar evlerde bulunan cesetler, Hizbullah'a mal edilen 'derin devletle işbirliği' konularında görüşmek istediğimizi söylüyoruz. İlk tepkileri 'derin devletle bağımız olmadı' şeklinde oluyor. Bölgede işlenen binlerce faili meçhul cinayette yer almadıklarını, olan çatışmaların karşılıklı olduğunu ve kendilerinin savunma konumunda olduğunu iddia eden Hizbullah mensubu, 'Cemaat PKK ile ortaya çıkmadı. PKK köylere, şehirlere hakimken de ortaya çıkmadı. 1980 öncesine dayanan cemaatleşme geçmişimiz var. Birçok saldırı, cinayet işlendi. Kimisi PKK'ye mal edildi, kimisi cemaatimize mal edildi. Menzil denen derin devletin münafıkları, JİTEM gibi örgütlenmelerin işlediği cinayetler müslümanların üzerine yıkıldı...' diyor. Cinayetleri kabul etmiyorlar Hizbullah adına eylem yapanların bir çoğunun derin devlet içinde yer aldıkları ve onlardan destek gördükleri yönünde onlarca vakanın delilleriyle birlikte gazetelere, mahkeme kayıtlarına girdiğini söylediğimizde, bunların 'kendi içlerine sızmış ajanlar' tarafından yapıldığını ve devletin PKK'ye karşı cemaati kullanmak istediğini anlatıyor. Bireysel olarak derin devlet denetimine girip cemaatleri adına eylem yapanların olduğunu ve devletin de cemaatin içine sızdığını bildiklerini belirten Hizbullah yöneticisi, 'O dönemde belki küçük yerlerde yada askeri kanat içinde yer alan cemaat üyeleri işbirliği yapmış olabilirler. Ancak cemaat hiçbir zaman devlet gücünü arkasına alıp müslüman Kürt halkına karşı savaşmadı' şeklinde konuşuyor. Hizbullah tarafından bölgede öldürülen gazeteci, memur, öğretmen, sendikacı, aydın, insan hakları savunucusu, doktor, öğrenci gibi yüzlerce cinayeti inkar eden Hizbullah yöneticisi, PKK ile yaşanan çatışmanın kendi inisiyatifleri dışında olduğunu ve bu çatışmanın karşılıklı yaşandığını söylüyor. 'Hizbullah tarafından kaçırılıp sorgulanan, cesetleri mezar evlerde bulunanlar siviller oldu. Ve bunların sorgu tutanakları, görüntüleri sizin evlerinizden çıktı, mahkeme arşivlerinde bunlar var' şeklindeki sorumuza, 'Hizbullah adına adam kaçırıp fidye isteyenler oldu. Fidye alamayıp kaçırdığı kişileri öldürenlen oldu. Bunların bizimle ilgisi yok. Basının 'mezar ev', 'domuz bağı' gibi sevdiği kelimelerle de ilgimiz yok. Cemaatin sorgulayarak ses ve görüntüsünü çektiği kişilerin itirafları var. Burada infaz edilenler ajandı ve sorgularında bunları itiraf ettiler' şeklinde cevap veriyor. 'Med-Zehra Vakfı başkanı Izzettin Yıldırım'damı bunlardandı' sorumuza ise, 'Izzettin Yıldırım'ı cemaat kaçırmamış. Cemaat bir sorunu görüşmek için kendisini çağırmış. Sonraki günlerde polisin cemaat evlerine yapmış olduğu operasyonda hiçbir cemaat üyemiz orda değildi ve ölüsü bulunmuş bir evde. Cemaatle ilgisi yok' yanıtını veriyor. Sivilleşme tamamlandı 'Hizbullah'ın bölgede sosyal kurumlar aracılığı ile örgütlenmesi, medyaya el atması, yardım kuruluşları kurması ileride partileşmenin habercisimi?' şeklindeki sorumuza, bölgede kurulan sivil toplum örgütü, dernek, vakıf gibi kuruluşlarla organik bir bağlarının olmadığını söylüyor Hizbullah yöneticisi. Bu gibi dernek ve örgütlenmelerle ortak özelliklerinin 'iman' olduğunu öne süren Hizbullah yöneticisi, 'Cemaatimize sempati duyan, cemaatimizin toplantılarına katılan, cemaatimizin içinde olan kişiler bu kuruluşlarda yer almışlardır, alabilirler. Bunlar gazetede kurar, dergi de kurar, hayır kurumuda kurar, dernekte açar. Halka bir faydaları varsa cemaat olarak destekleriz. Hizbullahi cemaat gizli saklı değil. Cemaat olarak yasal haklarımız neyse onları kullanırız. Nasılki başkasının yaşamına, yaşantısına bize zarar vermedikleri müddetçe saygı duyuyorsak, başkalarının da bizi kabul etmesini bekleriz' şeklinde konuşuyor. Silahlı mücadele gündemde Partileşme gibi bir programlarının olmadığını ancak seçimlerde kendilerinin de kimseden destek almadan birden fazla bağımsız aday çıkartabilecek bir güçlerinin olduğunu ileri süren Hizbullah yöneticisi, Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun bugünkü ortamda bir kaos yaşadığını, müslüman kesimin Türkiye'de zulüm altında yaşadığını, baskı gördüğünü ve inananların buna sessiz kalamayacağını belirtiyor. 'Buna nasıl 'dur' diyeceksiniz' şeklindeki sorumuza, 'Yüce Allah'ın emridir. Rehberimiz de bunu her toplantısında, yazısında söyledi. Önce tebliğ ediyoruz, insanları imana davet ediyoruz. İnancımıza saygılı olmaya davet ediyoruz. Bizlere yaşam hakkı tanınmayacaksa, Türkiye'de ve Ortadoğu'daki müslümanların yıllardır uğradığı eziyet, kemalist rejimin müslümanlar üzerinde kurduğu baskı, Irak'ta öldürülen bir milyon müslüman ve siyonizm ile ABD emperyalizmi altında ezilen milyonlarca müslüman varsa, buna karşı durmak ve bunu her yolla bertaraf etmek de Allah'ın bize emrettiği görevdir. Bunun içinde tebliğ de var, ev ev örgütlenmekte var, silah kullanmak da var' diyor. 'Tebliğ zamanının dolduğunu' belirten Hizbullah yöneticisi, 'Şartlar olgunlaştığında bugün de olur, yarında' diyerek silahlı mücadeleyi geri plana atmadıklarını dile getiriyor. Hizbullah içinde 'cezaevindekiler-dışarıdakiler', 'sivilleşmeden yana olanlar-silahlı mücadeleyi savunanlar' diye bir ikilemin olmadığını ve ayrışmanın olmadığını öne süren Hizbullah yöneticisi, 'Cemaatimiz camiilerde hadis çözümlerini yaparak imanın gereklerini yerine getirdiğini sanan dar bir grup değil artık. Hizbullah bunları geride bırakmış. Cemaatte ayrışma yok. Rehber (Hüseyin Velioğlu)'den sonra cemaatte tartışmalar, kopmalar oldu. Ancak cemaat iki yıl gibi bir sürede kendini yeniden toparladı. Allah bize neyi emrediyorsa onu yapacağız. Dinimizi öğrenme, yaşatma, inancımızı tebliğ etme engellendiği zaman çözüm için seçeneklerimiz yok değil' şeklinde özetliyor düşüncelerini. Tüm dünyada özellikle Avrupa ülkelerinde Hz. Muhammed'e yapılan saldırılarla ve Ortadoğu'da emperyalist ve siyonist güçler eliyle müslümanlara karşı dünyada bir savaş başlatıldığını öne süren Hizbullah yöneticisi, Türkiye'nin de bu cephenin gönüllü hizmetkarı olduğunu, bunun için bununla savaşmanın Allah'ın emri olduğunu öne sürüyor. Son beş yılda sivilleşmeye ağırlık verildi PKK'nin 1999 yılında ateşkes ilan etmesi ardından Hizbullah'a yönelik operasyonlar 1999 yılı Aralık ayından itibaren başlatıldı. 17 Ocak 2000 tarihinde Istanbul Beykoz'da yapılan 'ani' operasyonda örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'nun henüz tam netleşmeyen ölümü sonrasında birçok kentte aynı anda operasyonlar başlatıldı. Iki yıl kadar süren operasyonlarda 6 bin kişi gözaltına alındı, 3 bine yakın insan tutuklandı. 29 Temmuz 2003 tarihinde çıkarılan ve kamuoyunda 'eve dönüş' yasası ardından Hizbullah militanlarının büyük bir kısmı cezaevinden tahliye edildi. Sivil toplum kuruluşlarında örgütlenen ve yeni adlar altında dernek açan Hizbullah, her ne kadar bu kurumlarla ilişkisini kabul etmese de, bu sayede cemaat üyelerini bir araya getirmeyi başardı. Diyarbakır, Batman, Van, Urfa, Mardin, Bingöl gibi kent ve onlarca ilçede yeniden örgütlenmeye başlayan Hizbullah, yoksul kesime yaptığı yardımlarla adını duyurmaya başladı. Siyasi ve sosyal örgütlenmenin yanısıra, toptan gıda pazarlama, inşaat, nakliye, giyim, tekstil ve ev eşyası pazarlama üzerine onlarca işyeri açarak gelir sağlayan Hizbullah, şimdi sivilleşme yada silahlı mücadele başlatma konusunda tartışmalar yapıyor. Örgütün üst düzey yöneticileri açık açık silahı bırakmadıklarını ve 'zulüm' sürdüğü müddetçe er geç fiili eylem başlatabileceklerini söylüyorlar. Hizbullah'ın 2003'ten bu yana örgütlenmesi ve toparlanması devlet raporlarına da yansımış. Son bir yıldır özellikle Batman ve Diyarbakır'da cemaatin içinden seçilen ve ayrı eğitime tabi tutulan askeri kanata bağlı örgüt mensupları en fazla 3 kişilik birimler halinde faaliyet yürütüyor. Hizbullah üst düzey yöneticileri silahlı mücadeleyi 'yeri ve zamanı gelince olacaktır' diye özetlerken, örgütün özellikle Diyarbakır'da Iskenderpaşa, Lalebey, Hasırlı mahalllerinde hücre şeklinde örgütlendiği biliniyor. SİDAR BORAN / ANF *Ans
KIBLESI ANKARA SERMAYESI CEHALET DINI PARA TURK HIZBULLAH'I TEKRAR SAHNEDE...*
Kurdians: Sunday, April 13, 2008Yaşar Kaya Tarih: 12 Nisan 2008 Cumartesi Güneyi tartışmak herkesin hakkı olmalı, ama güneyi Karalamak hiçbir Kürtten gelmemelidir . Onbir ay süren Mehabat Kürt Cumhuriyeti’ni hesaba katsanız da katmasanız da ilk defa tarihi olarak Kürtler bir şeye sahip oluyorlar. O da Güney Kürt Federe Devletidir. Irak bugün federe bir cumhuriyet olmuşsa bunda Kürtlerin kanı , emeği ve mücadelesi vardır . Bugün Bağdat Merkezi Hükümetinde Cumhurbaşkanı , Dışişleri Bakanı , Başbakan Yardımcısı , Çeşitli Bakanlar , Genelkurmay Başkanı Kürt ise bunlar Kürt kanı ve mücadele ruhunun kazanımlarıdır . Körfez Savaşından sonra Kürtleri 36. paralelin kuzeyinde koruyan Çekic Güç, Kürt Federasyonun ilk kazanımı ve temel taşıdır . O günden sonra ne Saddam ne de başka bir güç Güney Kürdistan’a giremedi . 2008 yılının Merkezi Hükümet bütçesinde %14‘ü % 17 olarak kabul edilen, aşağı yukarı 12 Milyar dolar olan bu bütçe dünyanın hiçbir yerinde üç vilayete ve bu nüfusa nasip olmamıştır. Bunu kayıt düşerek geçeceğim . Güneyi eleştiriye evet ama karalamaya ve yıkmaya hayır . Siz savunun, varsın düşman yıkmaya çalışsın . Sayın Mesut Barzani 18 Şubatta verdiği demeçte Arap Televizyonuna şunu söyledi: “Eğer Türkiye PKK ‘yi bahane edip köylerimizi bombalarsa biz Kürtler yeniden silahlarımızı ele alırız .” Bu çocuklarımızı savunmaktır , şimdiye kadar kimse genç savaşçılarımıza bu kadar sahip çıkmadı. Bombalanan köyleri ilk gezen O dur . Bu işte ben buradayım demektir . Hem bu çocukların hem de bu toprağın sahibi vardır. Bir kedimizi bile teslim etmeyiz diyen Güney Kürdistanlı liderler değil midir ? Sayın Mesut Barzani yerinde, haklı ve yiğitçe demeçler verdikçe bu halk moral kazanıyor ve savaşırız diyor, kimseye yalvarmıyor. Ölüm geldiyse hoş geldi safa geldi diyor . Bu, bağımsızlığı veya bugünkü federasyonu ölümüne savunmadır . Liderlik böyle olur, tarih insana bir defa kahraman olma şansı tanır . Sayın Mesut Barzani dağdan , savaşın içinden geliyor . Peşmerge elbisesini çıkarmayışının sebebi budur. ‘Benim için en kutsal mertebe Peşmergeliktir ‘ demedi mi? Bu madalyonun bir yüzü, ikinci yüzünde tarihi utanç belgeleri var . Orada birİsrail kuruluyor, onlar emperyalizme hizmet ediyor ve feodaldırlar. Bir Türk istila ordusu gider, orayı yıkar beyanatları ; saldırılar, aşağılamalar artık ne tarihin ne de Kürt halkının hazmedebileceği sözler değildir . Burada 16 yılı aşkın bir zamandır bir parlamento , bir hükümet ve bir federe devlet var . Kürtler insafsızdırlar ve birbirlerine düşmanlığı iyi bilirler . Gidip nutuk atacakları özgür bir köyü bile elde edememişlerin Güneye saldırmaya hakları olamaz . Bu saldırı birleşik, demokrat, batıcı ve liberal Büyük Kürdistan’ın nüvesine saldırıdır. İnsanın, açılan onun üstündeki Konsolosluğu tek tek ziyaret edesi geliyor. Neyse Fransız Konsolosluğunun açılışına Fransız Dışişleri Bakanı ve eski dostu Bernard Kouchner gelecek . Birbirimizi bir defa daha göreceğiz . Bunlar kahve içmek için konsolosluk açmıyorlar . Evinden çıkmamış , Güney Kürdistan’ı görmek zahmetine katlanmamış birçok kalem artığının oturduğu yerden ahkam kesmesi ayıptır . Ayıpların en büyüğüdür . Bunların bize verdiği hiçbir şey yoktur . Ama Bağımsız, birleşik, özgürlükçü, demokrat ve liberal bir Kürdistan a temel teşkil eden bu özgür parçayı karalamaya vardırlar . Sonra adama gel burayı gör sonra konuş derler. Kürtler ‘in 200 yıl sonra hakikat olmuş bu rüyasına saldırmak Kürt halkının öfke ve nefretini çekmektedir . Özgürleştirdiğiniz yeri beğenmedik de buraya onun için mi geldik? Lütfen herkes haddini bilsin, bu konuda tarih nazarında suçlu durumuna düşmeyin, sonra kimse üstünüze sürdüğünüz bu kara lekeyi çıkaramaz . Güney bütün kurum ve kuruluşları ile kendisini askeri , siyasi, ekonomik ve de diplomatik olarak koruyacak güçtedir . Bizim savunmamıza ihtiyacı yoktur .Kürt dünyası küçüldü , kim nerede ne yapıyor bunlar biliniyor . Kosova bağımsızlığını ilan etti, ABD ‘den sonra ilk tanıyan ülke Türkiye oldu . İsrail’ in bağımsızlığı Birleşmiş Milletler ‘e geldiği zaman da ilk tanıyan Türkiye olmuştu . Neden acaba ilk tanıma Türkiye ‘den geldi ? Peki Türkiye Kürt kardeşleri için ne zaman el kaldıracak ? Kosova ‘ya dostluk ama Kürde çeşit çeşit düşmanlık neden ? Ortadoğu ‘da karların erimesini bekleyenlerin gizli planlarını bilecek durumda değiliz . Sınıra yeniden yığınak yapılıyor . Siyasi havanın aniden sıcak rüzgar estirmesi büyük ihtimaldir . Zaten bu can pazarında dişe diş bir mücadele var . Bu sürecin uzun olacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok . İki milyonluk Kosova bağımsız oluyor da Kuzey ‘de Kürtler hala askere ve iktidara yalvarıyorlar: “Ne olur! bu Cumhuriyeti biraz demokratikleştirin de biz kendi dilimizde okuyup yazalım .’ Bu gidişle Siirt’ in sokağında Akın Birdal ‘ın yakasına yapışan ve ‘ Çabuk PKK ‘yi lanetle yoksa seni tepelerim’ diyen polisle Ankara ‘da Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu ‘na hakaret eden Kasımpaşa yetimi Başbakan müsveddelerini daha çok göreceğiz . Anadolu’da şehirler arası otobüslerin üstüne Kader Utansın diye yazılar yazıyorlardı . Genelkurmay’ın insafındaki Türk solunun kuyruğuna takılan ve bugün tanınmaz hale gelen Kürt hareketi için söylenecek söz şudur: “Bütün Kürdistan şehitlerinden özür dileriz!” Hewler 12-4-2008