Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil, birçok devletin giderek daha fazla ilgisine mazhar oluyor. Kentte BM Ofisi, İngiltere, Hollanda, Rusya ve İran Konsoloslukları ile Avusturya, İtalya ve Çek Cumhuriyeti ticari ataşelikleri bulunuyor; Beril Dedeğlu-Star/Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil, birçok devletin giderek daha fazla ilgisine mazhar oluyor. Kentte BM Ofisi, İngiltere, Hollanda, Rusya ve İran Konsoloslukları ile Avusturya, İtalya ve Çek Cumhuriyeti ticari ataşelikleri bulunuyor; Yunanistan, Çin, Danimarka, Birleşik Arap Emirlikleri ve Lübnan konsolosluk açmak için sıraya girmiş durumdalar. Son olarak Fransa bu kervana katıldı ve geçen hafta Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner Irak’a gitti. Konsolosluklar, açıldıkları ülkede kendi vatandaşlarının haklarını korur ve hizmetlerini yerine getirirlerken aynı zamanda o ülkenin ekonomik ve siyasal bilgilerini kendi merkezlerine aktarırılar; işleri budur. Bu çerçevede, örneğin Fransa’nın Erbil’deki Fransız vatandaşlarının işlerini görmek için açıldığı düşünülebilir. Yani o kadar çok Fransız vardır ki, hepsinin iş ve işlem görmek için Bağdat’a gitmeleri zor oluyordur, Erbil’de konsolosluk açılır. Aynı durum Çinliler için de geçerli olabilir. Ama burada iş görmeye değecek kadar Fransız bulunmayabilir. O zaman konsoloslukların ikinci işlevinin Erbil’de daha öne çıktığı anlaşılır. Önce ekonomik ve siyasal bağlar kurulur, sonra yatırımlar yapılabilir, dolayısıyla hizmet görmeyi gerektirecek kadar Fransız vatandaşı da bölgeye gelir. Tabii bu arada mesela İngiltere ya da ABD menşeli işletmeler Fransızları da aralarına alırlarsa bunlar olur. Yani zavallı Kouchner’in Irak ziyareti sırasında yer minderlerinde uzun bacaklarını nereye koyacağını bilemeden oturmaya razı olması boşuna değil, yeter ki konsolosluk açılsın. Yetmiş iki milletin bölgeye ‘resmi’ ilgisi gayet tabii petrol, kalkınma, yatırım derdiyle ilgili. Ayrıca bir ülke kısmen bakir bir yere el attıysa, rakibinin onu takip etmemesi de düşünülemez. Bununla birlikte bu resmi ilgiler, bazı siyasal göstergelerin ifadesi olarak da görülebilir. Bir yandan yakın bir gelecekte Erbil’de çok ciddi bir istikrarsızlık ya da çatışma ihtimali olmayacağı düşünülebilir. Bu ne kadar gerçekçi bir çıkarsamadır bilinmez, çünkü bölgenin kendisi hakkında hiçbir istikrarın garantisi bulunmuyor. İkinci olarak, ola ki Kuzey Irak kendisini Irak’tan koparacak bir yola sürüklendi, o zaman da bu konsolosluklar bir tür uluslar arası meşruiyet zemini olur diye akla gelebilir. Bu da belli olmaz, öyle bir kaotik ortam doğar ki, herkes pılısını pırtısını toplayıp kaçabilir. Tüm ihtimallere rağmen son dönem konsolosluk girişimlerinin daha çok Kuzey Irak’ın dünyaya açılma, küresel ekonomik ve siyasal dinamiklere katılma süreci olarak okunması olanaklı. Erbil, nüfus oranları ve idari aidiyet bakımından sorunlu bir kent; farklı etnik ve/veya dinsel kesimlerin uzlaşmaz beklentileri bakımından Kerkük gibi sıkışmış bir şehir. Bu sıkışmışlığın sadece Kuzey Irak değil, bütün Irak için sorun oluşturduğu ortada. Küresel süreçlere dahil olma, dışa daha çok açılma belki bu sıkışmışlıktan kurtulmanın zeminini yaratabilir. Ama öte yandan, bölgenin siyasal ve ekonomik ağırlık dağılımını daha da olumsuz etkileyecek yeni durumlara da yol açabilir. Koşullar ne olursa olsun, birçok devletin tercihi ‘resmi’ olarak bölgede var olmak, Erbil’de görünür hale gelmek. Türkiye’nin ise, Kuzey Irak’ta resmi temsilciliği bulunmuyor, faaliyetler ABD üslerindeki irtibat bürolarından yürütülüyor. Meselelere uzun bir süre sadece ‘Türkmen-Kürt’ nüfus dengesinden, soydaşlık politikalarından ve PKK üzerinden bakmanın epey zaman kaybettirdiği ortada. Kuzey Irak’ta görünür olmak, örtülü var olma yolları tıkandığında araçları yitirmeme anlamına gelebilir. Her gecikenin yerine de başkası yerleşebilir.
Kürtler'den özür dile Baykal Kurdistan-post Bugün Urfa'da bulunan ve bir dizi incelemeler yaptıktan sonra yarın sabah saatlerinde Diyarbakır'a gelip sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya gelmeyi planlayan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal'a ret cevapları gelmeye başladı. BAYKAL KÜRTLERDEN ÖZÜR DİLESİN Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü Öncü, bu tutumlarının ''Deniz Baykal Kürtlerden özür dilemediği müddetçe'' devam edeceğini söyledi. Deniz Baykal'ın davetini Diyarbakır'da bulunan 40 Sivil Toplum Kuruluşu (STK) temsilcisi protesto edip geri çevirirken konu ile ilgili basın açıklaması yapan Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü Ali Öncü, Diyarbakır'ın yeniden keşfedildiğini belirterek, BAYKAL'A TOPLU PROTESTO "Başbakan'ın ardından, BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve şimdi de CHP Lideri Deniz Baykal bölgemize geliyor. Diyarbakır insanlık tarihinden beri var oldu ve yeniden keşfedilmektedir diye değerlendiriyorum. Ama Diyarbakır gerçeklerini hala yaşamaktadır. CHP Lideri Deniz Baykal'ın Diyarbakır'a gelişiyle ilgili bize bağlı 32 sivil toplum kuruluşu ve ayrıca bize bağlı olmayan 8 sendika ile birlikte 40 tane sivil toplum kuruluşu Deniz Baykal ile görüşmeme kararı almıştır. Demokrasi Platformu olarak; Kürt sorununu ekonomik ve bölgesel kalkınma sorunu, terör ve asayiş sorunu şeklinde gördükçe, Kürtlerin kendi hakları ile birlikte var olma haklarını ve var olmalarını red ve inkar ettikçe, parlamentodaki (TBMM) temsilcilerini yok saydıkça, emekten yana olmadıkça, barış ve demokratik çözümü ortaya koymadıkça, barış ve diyalog politikaları yerine çatışma ve gerginlik politikasında ısrar ettiği müddetçe, Deniz Baykal ve diğer partilerin toplantılarına katılım sağlamayacağımızı, protesto edeceğimizi bildiririz" dedi. Diyarbakır Baykal'la görüşmeyecek
Amed’de Jandarma Sorumluluk Bölgesi içinde 2006 ve 2007 yılları arasında toplam bin 558 çocuk hakkında Türk Ceza Kanunu’nun(TCK) 222. maddesini içeren, ‘Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun Koyduğu Yasaklara Muhalefet suçu’ndan soruşturma açıldı. Bu ‘suç’ çocukların siciline işlendi. Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından yayınlanan, yıllara göre suç istatistiğinde, son iki yılda Jandarma Sorumluluk Bölgesi’ne giren kırsal alanda toplam bin 558 çocuk hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 222. maddesi uyarınca işlem yapıldı. 2006 yılında 812, 2007 yılında da 746 çocuk hakkında, ‘Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun Koyduğu Yasaklara Muhalefet suçu’ndan soruşturma açıldı. Amed’e bağlı 13 ilçe ve 14 beldeyi kapsayan Jandarma Karakolları’na yansıyan bu suç nedeniyle tutuklanan çocuk olmazken; TCK’nin ‘222. Sayılı Kanuna Muhalefet suçu’ çocukların siciline işlendi. 222 madde neyi içeriyor? Türk Ceza Kanunu’nun 222. maddesi şöyle: “25.11.1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka Iktisası Hakkında Kanunla, 1.11.1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket edenlere iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir.” TAYLAN ESMER / ANF/AMED
Prof. Westrheim, PKK, “terör örgütü listesi”nden çıkarılmadığı müddetçe sorunun çözümü konusunda önemli bir adımın atılamayacağını belirtti. Prof. Kariane Westrheim, ABD’nin haksız yere PKK’yi “Uluslararası Terör Örgütü” listesine dahil etmesinin Türkiye tarafından sonuna kadar kullanıldığını söyledi. Westrheim, “Türkiye bu süreçten sonra Kürtlere karşı yürüttüğü savaşı meşru gördü ve baskılarını “terörizmle mücadele” adı altında yoğunlaştırdı” dedi. Weltsichten editörü Hans Branscheidt ise Kürt sorunu konusunda sınıfta kalan Avrupa’nın, Türkiye’ye Kürtlere karşı savaşta cesaret verdiğini söyledi. Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Uluslararası Basın Merkezi’nde dün “Kürtler ve Uluslararası Antlaşmalar” adlı bir basın toplantısı düzenlendi. “Uluslararası Savunma” adlı insan hakları örgütü tarafından düzenlenen toplantıya, Uluslararası Savunma Örgütü Başkanı Widad Akrawi, Prof. Michael Gunter, Editör Hans Branscheidt ve Prof. Kariane Westrheim katıldı. Toplantıda ilk söz alan Uluslararası Savunma Örgütü Başkanı Widad Akrawi, Türkiye’deki Kürtlerin durumuyla ilgili bir konuşma yaptı. 80 yıldır Türk devletinin baskısı altında yaşayan Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarının devlet tarafından sürekli ulusal güvenlik konusunda bir tehdit olarak algılandığına dikkat çeken Akrawi, “Kürtler barış konusunda bir çok aktivitelerini geliştirmiş ve kendini meşru anlamda savunmayı öğrenmiştir” dedi. ABD’nin Kürtleri sınıflandırması Akrawi’nin ardından söz alan Prof. Michael Gunter, ABD’nin terörizm tanımlanmasını eleştirerek, “ABD Kürtlerleri ‘iyi ve kötü Kürtler’ olarak sınıflandırmıştır. PKK’yi kötü Kürt olarak değerlendirirken, kendisiyle işbirliğine hazır olan Kürtleri de iyi Kürt olarak görmüştür” dedi. Türkiye’deki ceza kanunlarının aşırı milliyetçi zihniyetine işaret eden Prof. Gunter, yasaların özellikle Kürtlerin bir çok temel haklarını ve değerlerini ceza kapsamında değerlendirdiğine de dikkat çekti. PKK’nin çözüm çabaları Prof. Gunter’in ardından söz alan Prof.Kariane Westrheim, PKK’nin Kürt sorunun barışçıl yollarda çözümü için beş defa ateşkes çağrısında bulunduğunu hatırlattı. Westrheim, PKK’nin tüm iyi niyet ve çözüm çağrılarına rağmen, Türk devletinin bunu görmezden geldiğini belirtti. PKK’nin 11 Eylül’den sonra ABD tarafından “Uluslararası Terör Örgütü” listesine dahil edildiğini anımsatan Westrheim, “Türkiye bu süreçten sonra Kürtlere karşı yürüttüğü savaşı meşru gördü ve baskılarını ‘terörizmle mücadele’ adı altında yoğunlaştırdı” dedi. Avrupa sınıfta kaldı Westrheim’in ardından Dünya Bakışları (Weltsichten) adlı insan hakları dergisinin editörü Hans Branscheidt söz aldı. Branscheidt, Avrupa’nın Kürt sorunu konusunda sınıfta kaldığını belirterek, Avrupa’nın, Türkiye’ye Kürtlere karşı savaşta cesaret verdiğini söyledi. Branscheidt, “Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için Türkiye’ye daha çok baskı uygulaması gereken Avrupa, bugün baskıcı politikalara bilinçli-biliçsiz şekilde dahil olmuştur” dedi. Konuşmasında, Türkiye’nin askeri harcamalarına da dikkat çeken Branscheidt, “Tüm bu alınan silahlar Kürt halkına karşı savaşı yürütmek için alınmıştır” diye konuştu. ‘Terör listesi’ zarar veriyor Konuşmaların ardından soru-cevap bölümüne geçildi. “PKK’nin terör örgütü listesinde yer almasının Kürt sorununa nasıl bir etki yaratacağı?” sorusu üzerine Profesör Westrheim, PKK, “terör örgütü listesi”nde çıkarılmadığı müddetçe bu sorunun çözümü konusunda önemli bir adımın atılamayacağını belirtti. Editör Branscheidt ise savaşı yürüten taraflar arasında barış ve diyalog sürecinin başlatılması için bir çok ülkede deneyimlerin mevcut olduğunu söyledi. Branscheidt, “Ortadoğu’da barış sürecinin yeniden başlatılması için HAMAS ve Hizbullah gibi örgütlerle görüşmeler yapıldı. Yine Taliban güçlerine dolaylı yollarda çağrılar yapıldı. Sorunun, barışçıl ve demokratik anlamda çözülmesini isteyen PKK ile bu konuda diyaloga girmenin çok zor olmayacağını düşünüyorum” dedi. DEVRİM AKÇADAĞ/ ANF/BRÜKSEL YENİ ÖZGÜR POLİTİKA