Özkök’ün yemeğini evden getirdiği günler

Murat Yetkin-Radikal/ Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile önceki gün yaptığımız görüşmede, emekli Jandarma Komutanı ve Ergenekon soruşturması tutuklusu Şener Eruygur ile darbe konusunda yüzleştiği yolundaki haberlere verdiği yanıtı dünkü Radikal’de okudunuz: Özkök, ‘Yorum yok’ diyor. Bu gibi durumlarda yorum yok demenin, onu yalanlamama olarak algılanıp algılanmayacağını sorduğumda da yanıtı değişmiyor: “O sizin yorumunuz olur. Beni söylediğim bağlar. Ben de ‘no comment’ diyorum”.
Bu önemli bir gelişmeydi. Çünkü Özkök, daha önce Milliyet’ten Fikret Bila’nın, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in reddettiği günlükleri uyarınca Eruygur ya da diğer komutanların hükümeti çekilmeye zorlama yolunda tertiplere girip girmediği, bundan haberi olup olmadığı sorusuna da benzeri yanıt vermişti.
Özkök, Eruygur’u kaydettirdiğini ise yalanlıyordu. “Ben astlarımı izletmedim. Bunu yaparsanız kimse size güvenmez. Mesela astlarıma güvendiğimi göstermek için Karadeniz üzerinde uçarken havada yakıt ikmali yaptırdım” sözleri de ona ait.
Eruygur’u izlettiğini açık dille yanıtlayan Özkök, astlarının, bu durumda Eruygur’un kendisini izlettiği hakkında bilgi sahibi olup olmadığı soruma ise, benim ‘yorum yok’ yanıtını nasıl yorumlayabileceğimi artık bildiği halde aynı yanıtı veriyordu: Yorum yok.
Özkök’ün gerekçesi, iddianameyi beklemek ve ona göre askeri savcının hukuki işlemdeki eski komutanların görevleri boyunca yaptıkları konusunun kapsama alınıp alınmayacağını görmekti.

Gergin günlerin başlangıcı
Özkök’le kendisine o dönem yapılan suikast girişimlerini de konuştuk, yanıtlarını da yine dünkü Radikal’de okudunuz.
Konu açılmışken, Özkök’e yıllardır sormak istediğim soruları sorma zaman, zemin ve fırsatının geldiğini hissettim.
Yıl 2003 idi. Yüksek Askeri Şûra’nın 2002 Ağustos toplantısı fırtınalı geçmişti. Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrılırken ileriye dönük müthiş bir hamle yapmıştı. Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkök’ün yerine atanması konusunda yapacak bir şey oktu. Ancak onu takip edecek ismi değiştirip, gelecek komuta kademesini son günlerini yaşayan DSP-MHP-ANAP hükümetine, Başbakan Bülent Ecevit’e kabul ettirmenin mümkün olduğunu düşündü. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Orgeneral Edip Başer yerine, kaderini kabul edip emeklilik hesapları için Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki odasını dahi toplamış olan Aytaç Yalman’ı getirilmesini sağladı. Yalman’ın yerine de yine büyük bir sürprizle emekli olmasına kesin gözle bakılan Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygur’un atanmasını sağladı.
Özkök, kendi seçmediği bir komuta kademesiyle çalışmak zorunda kalacaktı.

Dönüm noktaları
Bu çerçevede konumuz açısından birkaç önemli nokta anılmalı.
Birincisi, 10-11 Aralık 2002’de henüz milletvekili olmayan AK Parti lideri Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye yaptığı ve Başkan George Bush tarafından yüksek kabul gördüğü ziyarettir.
İkincisi, CHP lideri Deniz Baykal’ın Anayasa değişikliği için verdiği destek sonunda 9 Mart araseçimlerinde Erdoğan’ın milletvekili seçilmesidir.
Üçüncüsü, 1 Mart 2003’de Meclis’in Abdullah Gül hükümetinin ABD’ye Irak harekâtı için topraklarını açma kararını reddetmesidir.
Dördüncüsü, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in 6 Mayıs’ta Irak Tezkeresi’nin geçmemesinden dolayı MGK’da hükümete gerekli baskıyı yapmaması nedeniyle askeri, yani Özkök’ü sorumlu tutmasıdır.
Beşincisi, Hilmi Özkök’ün 26 Mayıs 2003’te yaptığı basın toplantısıyla ordudaki ‘genç subayların rahatsız’ olduğu yolundaki haberlere ‘demokrat olmak suç mu?’ yanıtını vermesidir.
Altıncısı, Özkök’ün katıldığı Deniz Kurdu tatbikatında denizaltı ve savaş uçağı kullanan ilk Genelkurmay Başkanı olmasıdır.
ABD’nin Türk askerine böylesine tepki göstermesi ardından Genelkurmay Başkanı aleyhine başlayan yıpratma kampanyası dikkat çekiyordu ve 12-13 Haziran’da F-16 ve denizaltı kullanma deneyimleri, Özkök’ün ‘Sağlığım yerinde, kontrol bende’ gösterisi gibiydi.

Fırtına, İsrail’den çıktı
Ancak Özkök’ün bu gösterisi, Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk ve Deniz Kuvvetleri komutanı Bülent Alpkaya’nın görevlerini İbrahim Fırtına ve Özden Örnek’e devrederken zehir zemberek birer konuşma yapmalarına engel olmamıştı. Aynı şekilde Çetin Doğan, 1’inci orduyu Büyükanıt’a devrederken Irak harekâtı konusunda Özkök çizgisini ağır sözlerle eleştirmiş, Kılınç MGK’yı Şükrü Sarışışık’a devrederken MGK’nın sivilleştirme girişimlerine karşı çıkmıştı.
AB ve Kıbrıs dönemi olan 2003-2004 döneminde Özkök’ün sıkıntıları arttı.
20 Ekim 2003 günü İsrail hava savunma radarları, ekranlarında yabancı bir avcı bombardıman uçağı saptadılar. Uçak hızla İsrail’e doğru hareket halindeydi. Alarm verildi. Kısa süre sonra durum anlaşıldı ve bir oh çekildi. Gelen Türk Hava Kuvvetleri Komutanı idi. Yeni komutan İbrahim Fırtına, İsrail’in modernize ettiği F-4 uçaklarından birine atlayıp İsrail’e gitmeye karar vermişti.
Fırtına, daha sonra birkaç kez ‘Neden Genelkurmay Başkanları hep karacıdan çıkıyor? Neden havacı olmuyor?’ diye çıkışlar yapınca, çoğunluk bu durumu onun sıradışı kişiliğine verdi; kimsenin aklına Özkök’ün istifaya zorlanıp, Eruygur’un Genelkurmay Başkanlığı yolunu açacak şekilde kısa bir süre Fırtına’nın bu koltuğa oturtulma düşüncesi gelmedi.

Özkök’ü Büyükanıt üzerinden zorlamak
Özkök’ün zorlanması, iki yönden yapıldığı izlenimi veriyordu. Birincisi, Özkök’ün istifaya zorlanması. İkincisi, Kara Kuvvetleri Komutanı ve daha sonra Genelkurmay Başkanı olması beklenen Büyükanıt’ın devre dışı bırakılması. Her iki durumda da Eruygur’un önünün açılacağı hesabı yapıldığı izlenimi, bugünden geriye bakıldığında daha net görülebiliyor.
İşte Büyükanıt aleyhine çok yönlü kampanya o günlerde, 2003 sonu-2004 başı başladı.
Büyükanıt’ın etnik kökenlerine, malvarlığına ait inanılmaz bir kampanya internet siteleri aracılığıyla yayılmaya başladı. İşin ilginç yanı bu kampanya da iki koldan yürüyordu. Bir diğer kolda da Büyükanıt’ın Askeri Lise ve Harp Okulu komutanlıkları döneminde yaptığı amansız tarikat mensubu öğrenci tasfiyesi operasyonları nedeniyle ondan nefret eden tarikat ve cemaat ehli vardı. Büyükanıt buna karşın kendini neredeyse şeffaflaştırdı. Kendisi ve akrabaları hakkında araştırmalar yaptırdı, bunları götürüp kendi eliyle komutanına, Özkök’e sundu.

Irak’tan sonra Kıbrıs empası
Ocak 2004’te Çankaya’da bir toplantı yapıldı. Cumhurbaşkanı Sezer başkanlığındaki bu strateji toplantısı, New York’ta yapılacak görüşmeler öncesi önem taşıyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın da katıldığı bu toplantıda, Sezer, Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül ve Genelkurmay Başkanı Özkök önünde Denktaş’a Ankara’nın ortak görüşünü kısa ve net biçimde açıkladı: “Hayır diyen siz olmayın”. (Radikal, 9 Ocak 2008) Bu, aslında 2003 Mart başında Denktaş’a verilen mesajın aynısıydı ve o zaman Denktaş ‘Hayır demeye gidiyorum’ diyerek Ankara’nın dayanma sınırını zorlamıştı.
Sonra Erdal Güven’in 4 Temmuz 2008’de Radikal’de aktardığı oldu. New York’ta 12 Şubat’ta Denktaş’ın danışmanı Mümtaz Soysal’ın Ankara’daki paşalardan beklediği haber gelmedi. Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal, odasına girerek Denktaş’a “İmzalayacaksınız” diyebildi. Ankara’daki hava dönmeye başlamıştı.
Irak empası tutmuş, ama Kıbrıs empası tutmamıştı.
New York’taki Kıbrıs görüşmeleri ardından Ankara’da bir toplantı düzenlendi. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’ün ev sahipliğinde 3 Mart 2004 tarihinde Hilafetin İlgası ve Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun yıldönümünü kutlandı. Günler öncesinden basına duyurular yapılmış, Hilmi Özkök’ün planlı bir yurtdışı seyahatinde olduğu gün seçilmişti. Aytaç Yalman toplantıya Genelkurmay Başkanvekili sıfatıyla katıldı. Toplantıya eşleriyle gelen NATO üyesi Türk generalleri ‘Emperyalist Amerika ve Avrupa ile ilişkilerimizi keselim’ konuşmalarını alkışladı, Ulusal Birlik Kuvayı Milliye Hareketi bildiler dağıttı. (Radikal, 4 Mart 2004) Toplantı salonuna hâkim olan hava açıkça siyasiydi. Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’un, ‘Ankara’da bulunan komutanlar katılacak’ talimatı uyarınca katıldığı toplantıdan rahatsızlığı, toplantı çıkışındaki karşılaşmamızda her halinden belli oluyordu.

Yemeğin evden geldiği günler
İşte?o günlerde Ankara kulisleri bazı tuhaf haberlerle çalkalanmaya başlamıştı.
Orgeneral Özkök, karargâhta yemek yemiyor, öğle yemeğini ya evden getiriyor, ya da er yemekhanesinden getirtiyordu, kahve, çay içmiyordu. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne sağlık kontrollerine dahi gitmiyordu. İddialara göre, bunun nedeni canına kastedilecek olmasına karşı önlem almaktı. Özkök’ün dünkü Radikal’de doğruladığı gibi, o dönem yasadışı örgütlerin suikast yapacağına dair ihbarlar, alınan önlemler vardı. Ama iddialar doğruysa bu önlemler, Genelkurmay Başkanının canına kastedebilecek tertiplerin karargâha, karargâhın mutfak ve sağlık birimlerine dek sızabileceği endişesine mi yol açmıştı?
Bu soruları Özkök’e sorabilmenin zaman, zemin ve fırsatının önceki günkü görüşmede doğduğu inancıyla sordum:
-? Sayın Özkök, hazır suikast iddialarından konuşuyorken size yıllardır sormak istediğim kendi duyumlarımı da sormak isterim. Bunu sormanın benim açımdan zorluğu var ama, sizin o dönemde bazı endişelerle GATA’daki sağlık kontrollerinize gitmediğiniz, yemeğinizi karargâhta yemeyip evden getirdiğiniz konuşuluyordu.
Özkök sorumu yarıda kesti ve gülerek devam etti:
-? Kahveme zehir katılacağından endişe ettiğim, yemeğe zehir katılacağından endişe ettiğim de söyleniyordu değil mi? Yemeklerimi bir süre evden getirdiğim doğru. Bunun nedeni midemin biraz hassas olması, eşimin de benim yediklerime dikkat etmesi. Karargâhtaki yağ biraz ağır olur düşüncesiyle evde hafif gıdalar hazırlıyordu, ben de onları yiyordum. Başka bir şey değil.
Özkök’ün yemekleri evden getirdiği doğruydu. Demek ki hafif yemekleri Genelkurmay mutfağında kendisine özel olarak, hafif yağlarla hazırlatmak istememiş, kuruma böyle bir zahmet vermektense evden, eşinin hazırladığı yemeklerden getirip makamında yemeyi tercih etmişti.
Türkiye gerçekten ilginç günlerden geçti.
Özkök, 2004?Şûrası’nda Yalman ve Eruygur’un emekli olması ardından nispeten rahatladı. O dönemi atlatabilmesinde Büyükanıt’ın ve kendisine Genelkurmay İkinci Başkanı seçtiği Orgeneral İlker Başbuğ’un önemli katkısı olmuştu. Büyükanıt ve Başbuğ, üstleri Özkök’e emir-komuta zinciri içinde bağlı kaldılar ve ona kalkan oldular. İleride daha fazla ayrıntı çıkarsa,bu durum daha iyi anlaşılacak.

Kürtçe'ye Türkçe ispat!

  • Meclis İnsan Hakları Komisyonu da Kürtçe konuşma yasağı kervanına katıldı. Komisyon, tbmm_meclis_300 cezaevlerinde Kürtçe konuşma için Türkçe'yi bilmediğine dair kanıt istedi.

 
KİMİ KANDIRIYORSUNUZ
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan 'Anadil yasağı yok' diyedursun, Kürtçe konuşmaya her gün yeni bir ceza geliyor. İHD Diyarbakır Şubesi'nin, cezaevlerinde Kürtçe konuşmanın engellenmesine ilişkin Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na yaptığı başvuruya, 'Hükümlü veya yakınının Türkçe bilmediği ispatlanması halinde başka bir dille konuşmasına izin verilir' yanıtı verildi.
'ÜSKÜL'ÜN SIRTI SAĞLAM
Fettah Karakaş adlı tutuklunun Kürtçe telefon görüşmesi yapma talebine 'ispat' şartı getiren Komisyon Başkanı M. Zafer Üskül gerekçesini, cezaevi yönetmenliğinde bulunan 'telefon görüşmeleri Türkçe yapılır' maddesine dayandırdı. İnsanların iletişim hakkının engellendiğini söyleyen İHD Şube Başkanı Muharrem Erbey, ispatın aylar sürdüğünü ve bu dönemde anne-babanın yakınıyla görüşme imkanının olmadığını belirtti.
Yasak zihniyeti ispatlı
İHD Diyarbakır Şubesi'nin, cezaevlerinde Kürtçe konuşmanın engellenmesine ilişkin Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na yaptığı başvuruya verilen yanıtta, 'Hükümlü veya yakınının Türkçe bilmediğinin ispatlanması halinde başka bir dille konuşmasına izin verilir' denildi.
AKP hükümeti bir yandan Kürtçe televizyon için yasa çıkarırken, bir yandan da Kürtçe'nin günlük yaşamda kullanılmasına ilişkin var olan yasaklamaları sürdürüyor. Geçen günlerde Konya'da iki işçinin Kürtçe konuştukları için para cezasına çarptırılmaları, Mersin Üniversitesi'nde Kürt Dil Bayramı'nı kutlayan 50 üniversite öğrencisi hakkında, 'Türk Dil Bayramı'na karşı Kürt Dil Bayramı'nı kutlamak', 'İzinsiz gösteri yapmak' ve 'Kürtçe dil eğitimi görmek' gibi gerekçelerle soruşturma açılması, Kürtçe önündeki engellerin boyutlarını ortaya koyuyor. Cezaevlerinde tutukluların aileleriyle Kürtçe konuşmalarına hükümet tarafından izin verilmiyor. Kürtçe'nin günlük yaşamda kullanılmasını engelleyen AKP hükümeti, cezaevlerinde Kürtçe konuşmayı ise Türkçe bilmediğinin ispat edilmesi şartına bağlıyor.

Belgeyi büyütmek için üzerine tıklayınız

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, cezaevlerindeki Kürtçe yasağına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'na yaptığı başvuruya cezaevi yönetiminin kararıyla aynı doğrultuda bir cevap aldı. Fettah Karakaş adlı yurttaşın cezaevinde Kürtçe telefon görüşmesi yapamadığı için İHD Diyarbakır Şubesi'ne başvuruda bulunması üzerine, İHD Diyarbakır Şubesi tarafından bu durum Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'na iletildi. Komisyon Başkanı M. Zafer Üskül tarafından gönderilen yazılı cevapta, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzük'ün 88. maddesinin P bendine göre 'Telefonla görüşmeler Türkçe yapılır. Ancak, hükümlünün Türkçe bilmemesi veya görüşeceğini bildirdiği yakınının mahallinde yaptırılacak araştırma ile Türkçe bilmediğinin tespit edilmesi halinde, konuşmanın yapılmasına izin verilir...' deniliyor. Üskül'ün gönderdiği yazılı cevapta, 'Bu hükme göre; ilgilinin telefonla konuştuğu kişilerle Türkçe konuşamıyorsa başka bir dille konuşabilmektedir' denildi.
'Araştırmanın yapılması aylar sürüyor' Cezaevlerinden en çok başvuruyu Kürtçe konuşulduğu için görüşmelerinin kesildiği için aldıklarını belirten İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, 'Türkçe bilmeyen anne ve babaların telefonda Kürtçe konuştuğu zaman, telefon görüşmeleri hemen kesiliyor. Daha sonra ailenin ikametin bulunduğu yerde soruşturma yapılmak suretiyle 'Türkçe biliyor mu? bilmiyor mu? sorusuna cevap aramak suretiyle çok uzun bir zamana yayarak araştırma yapılıyor' dedi. Araştırma yapıldığı dönemde anne-babanın cezaevinde kalan yakınıyla görüşme imkanı olmadığını belirten Erbey, 'Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na yaptığımız başvuruya da aynı şekilde cevap aldık. Bu durum insanların iletişim hakkını engelleyen insan hakları ihlallerinden biridir' dedi.


5 kelime konuştu, 5 yıl kontrolde tutulacak
Kürtçe önündeki engellerin vardığı boyutu gösteren bir başka gelişme de Hakkari'de yaşandı. 22 Temmuz genel seçimlerinde 'Bin Umut' Bağımsız Milletvekili adayı olan Sabahattin Suvağcı hakkında seçimden önce yaptığı Kürtçe konuşma nedeniyle 5 yıla kadar adli kontrol cezası verildi. Hakkari Sulh Ceza Mahkemesi, Hakkari'de 25 Haziran 2007 tarihinde belediye lokalinde yaptığı Kürtçe konuşma nedeniyle 'Başka bir dilde propaganda yaparak seçim kanununa muhalefet ettiği gerekçesiyle' Suvağcı'nın 5 yıla kadar adli kontrolde tutulmasına karar verdi. Karara tepki gösteren Suvağcı, itiraz edeceğini söyledi.
DİYARBAKIR / DİHA

1925`in unutulması mümkün değil!

UMIT FIRAT Rizgarî Online/Abant Platformu'nun 'Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' konulu 17. toplantısı, Prof. Dr. Mehmet Altan'ın oturum başkanlığında yaptığı 'Geçmişin Muhasebesi' adlı oturumla devam etti. Bolu Abant Palace Otel'deki toplantıda, 'Türk Siyasetinin Eleştirisi' konulu bir konuşma yapan gazeteci yazar Ümit Fırat, “Kürd sorunu”nu bugüne taşıyan TC`nin baskı ve katliam uygulamalardan örnekler verdi. Fırat konuşmasında şunları belirtti:

Dün kırmızı gömlek giymiştim, eleştiri aldım. Bugün kamusal eleştiri yapacağım diye elbise giydim. Türk siyasetini eleştirmenin dibi yok. Dipsiz kuyu. Türk siyaseti devlet politikası. Fransız politikasının çerçevesi belli. Ama Türk siyaseti dendiğinde sınır yok. Ben Cumhuriyet öncesine pek değinmeyeceğim. Lozan'ın son kabul edildiği 1925'te Türkiye sınırlarından çıkarılıp İngiltere'ye devredildiği döneme gideceğim.

Adına hukuk ödülü verilen Mahmut Esat Bozkurt, tam hukuksuzluk abidesi. Türkiye'de Türk'ten başka kimsenin yaşama hakkı bulunmadığını her nutkunda söyledi. Hazret-i Ali'nin evlatlarına yapılan haksızlık ve cinayetlerin yasları binlerce yıldır unutulmadı. 1925'te yapılanların da unutulması mümkün değil. Bunun telafisi mümkündür ama unutulması mümkün değil.

Takrir-i Sükun uygulaması ile başlatılan diktatörlük döneminde idam edilenlerin cesetlerini ailelerine bile teslim etmediler. Ailelerine bunu çok gördüler.
1925’teki bu uygulamalarda Kürtçe bütünüyle yasaklandı. 27 Mayıs’ta 60 civarında yatılı mektep kuruldu, bunların tek amacı, belirtilen yasadaki gibi amacı asimilasyon idi.

Köy ve yerleşim yerlerinin adlarını değiştirerek onların tarihleriyle bağları kesilmeye çalışıldı.19 Ekim 1983’te bir kanun daha çıkarıldı. Burada da Kenan Evren’in giderayak çıkardığı bir kanun idi. Irak’ta Kürtçe ikinci resmi dil idi. Irak’ta çalınanlardan Kürtçe’yi kullandırmamak için idi bu kanun.

1943'te bir Muğlalı olayı vardı. İran-Türkiye arasında çıkan anlaşmazlık sonucu 38 askeri alırlar. 33 kişiyi serbest bırakırlar. Bu serbest bırakmayı hazmedemeyen komutan, onları bir dereye götürürler. Mısto Ağa'nın kızını serbest bırakır ve 32 kişiyi kurşuna dizerler. 1948'te bu olay Meclis'te patlak verir.” (Ajanslar) Zilan Dersim

Çiller'in bilgisi dahilinde 250 kişiyi öldürdün mü?

Rizgarî Online/Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve adı birçok karanlık olayda geçen Osman Gürbüz'ü, Savcı Zekeriye Öz yaklaşık iki saat sorguladı. Sorguda bulunan Gürbüz'ün avukatı Erdem Olgun, müvekkiline Danıştay saldırısı, Hablemitoğlu cinayeti ve Susurluk'un sorulduğunu belirtti. Avukatın verdiği bilgiye göre, Gürbüz'e, Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde Özer Çiller tarafından oluşturulan bir örgütün başında yer aldığı ve bu örgütün işlediği 250 cinayetten sorumlu olup olmadığı da soruldu. Çiller'in bilgisi dahilinde 250 kişiyi öldürdün mü Olgun, müvekkilinin bu suçlamaları kabul etmediğini söyledi.

Gürbüz, Ergenekon dosyasına "Çiller Özel Örgütü" olarak adlandırılan, MİT, JİTEM, Özel Kuvvetler ve Jandarma ile mafya liderlerinin kurduğu ileri sürülen örgütte yer alan bir muhbirin beyanları doğrultusunda, örgütün lideri ve "İkinci Yeşil" olarak girdi. Avukat Olgun'un anlatımına göre dönemin Başbakanı Çiller'in "elimizde PKK'ya yardım edenlerin 100 kişilik listesi var" açıklamasıyla başlayan faili meçhul cinayetlerle suçlanan Gürbüz'e savcı Öz, "Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde eşi Özer Çiller tarafından kurulan ekibin başında yer alıp almadığını ve yine Çiller'in bilgisi dahilinde 250 kişiyi öldürtüp öldürtmediğini" sordu. Gürbüz, suçlamaları kabul etmezken, sorguya katılan Olgun savcıya "O zaman Çiller nerede?" diye sordu.Çiller'in bilgisi dahilinde 250 kişiyi öldürdün

Sabah gazetesi ilgili haberin devamında şunları yazdı: “Çiller Özel Örgütü'nün adı ilk kez Susurluk kazasından sonra duyulmaya başlandı. Siyasetçi, polis müdürü ve derin devletle bağlantılı isimlerin ilişkileri kazayla ortaya çıkınca, dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz Cumhurbaşkanlığı'na bir mektup verdi. Mektupta Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki Özel Harekat Dairesi içindeki bazı elemanların organize cinayetlerinden bahsediliyordu. "Kumarhaneler krâlı" olarak bilinen Ömer Lütfi Topal cinayetine karıştığı gerekçesiyle gözaltına alınan Özel Harekâtçı polislerin, suçlarını itiraf ettikleri halde, Korkut Eken ile İbrahim Şahin'in başını çektiği bir grup tarafından Ankara'ya götürüldüğü ve serbestçe dolaştığından bahsediliyor, devlette üst düzey güvenlik görevi yapan bir çok ismin Özel Harekât Daire Başkanı olan ve daha sonra Susurluk sanıkları arasında yer alan İbrahim Şahin'in emrine girdiği öne sürülüyordu. İddiaya göre CIA ve MOSSAD tarafından yönlendirilen örgütün lider kadrosunda ise Tansu Çiller ve eşi Özer Uçuran Çiller ile birlikte Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar, Şanlıurfa eski Milletvekili, korucubaşı Sedat Bucak, eski MİT'çi yarbay Korkut Eken, Özel Harekâtçı İbrahim Şahin, Jİ- TEM'Cİ Veli Küçük ve onlarca özel harekât polisi yer alıyordu. Ayrıca Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı ve bunlara bağlı tetikçiler de bulunuyordu.

KÜÇÜK'ÜN BÖLGESİ

Gürbüz'e sorulan tamamı faili meçhul kalan ve aydınlatılamayan cinayetler arasında, PKK'ya yardım ettiği ileri sürülen yer altı dünyasının ünlü isimleri ile o dönemki terörle mücadele konseptine karşı çıkan Cem Ersever gibi isimler de yer aldı. "Ölüm üçgeni" olarak adlandırılan Adapazarı-Sapanca- Hendek'te art arda cinayetlerin işlendiği dönemdeyse, Ergenekon soruşturmasında örgüt yöneticisi olduğu iddiasıyla tutuklanan emekli tuğgeneral Veli Küçük, Kocaeli İl Jandarma Komutanı'ydı. 1993 yılı sonunda Kocaeli'ne atanan Küçük, 1996 yılındaki Susurluk kazasına kadar bu görevde kaldı. Susurluk kazasının ardından Küçük'ün Kocaeli İl Emniyet Müdürü'nü arayarak, araçtakiler için yardım istediği de ortaya çıkmıştı. Gürbüz'e sorulan cinayetler arasında PKK'ya yardım ettiği iddia edilen Savaş Buldan, Kürtçü faaliyetlerde bulunduğu öne sürülen uyuşturucu baronu Behçet Cantürk, Yeşil'in eylemleri konusunda açıklama yapan JİTEM'in kurucusu emekli binbaşı Ahmet Cem Ersever, Kürt kökenli avukat Yusuf Ekinci'nin faili meçhul ölümleri bulunuyor. RO/Cemil Süphan

DR.OSMAN: ‘’BAŞKAN BARZANİ VE ERDOĞAN’IN GÖRÜŞMESİ ÇOK ÖNEMLİ’’

MAHMUD OSMAN PNA-Irak Parlemantosu üyesi Mahmut Osman, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bağdat ziyareti çerçevesinde, Erdoğan’ın Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ve Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşmesinin gerekli olduğunu söyledi.

Kürdistan İttifak’ı Listesi' nden Irak Parlemantosu'na üye olan  Mahmut Osman, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bağdat ziyareti çerçevesinde, Erdoğan’ın Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani  ve Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşmesinin gerekli olduğunu söyledi.

Osman, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan için kesin bir tarih belirlenmediğini ancak bu yakınlarda Bağdat’a geleceğini söyledi. Osman, görüşmede, petrol, su, PKK meselesi ve iki tarafı ilgilendiren daha başka konuların ele alınacağını söyledi.

Osman, Erğan ile Başkan Mesut Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani’nin görüşmelerinin çok önemli olduğunu söyledi.

Osman, Türkiye siyaseti  için önemli olanın Kürt sorununu ve PKK meselesini barışçıl bir şekilde çözüme kavuşturması ve ortak sınırlara sahip olduğu Kürdistan Bölgesi ile dostluk ilişkisi kurması olduğunu söyledi.

İHSAN: “BM , ÖNERİ RAPORU KONUSUNDA BİZİMLE GÖRÜŞECEK”

MAHMUT IHSAN PNA-Federal Kürdistan Bölgesi (FKB)Hükümeti’nin Koparılan Bölgelerden Sorumlu Bakanı Dr.Mahmut İhsan, BM’nin Irak Özel Temsilcisi Steffan De Mistura’nın bu hafta içinde Kürdistan’ı ziyaret edeceğini, öneri raporunun ikinci ve üçüncü aşamasıyla ilgili Kürt siyasi liderliği ile bir araya geleceğini söyledi.

İhsan, De Mistura’nın öneri raporunun 2’inci ve 3’üncü aşamasını önümüzdeki Eylül ayında ortaya konacağını belirtti. Dr.Mahmut İhsan, De Mistura’nın düşüncelerinin tamamının siyasi uzlaşmaya bel bağladığını, bunun da bütün tarafların kabulünü amaçladığını söyledi.

Irak’ın Sesi ajansına demeç veren İhsan, BM’nin Irak Özel Temsilcisi’nin bu ziyaretinde Kürt siyasi liderliğiyle özellikle Kerkük meselesini konuşmak istediğini belirterek, De Mistura’nın Xaneqin ve Şengal gibi bölgelerden bahsetmek istemediğini kaydetti.

FKB Hükümetinin Koparılan Bölgelerden Sorumlu Bakanı İhsan, “Bu seferki rapor genel olarak daha ağır ve tarafsız olacak. Bu rapordan daha iyi bir sonuç bekleniyor. Ancak rapor açıklanmadan bu konuda hiçbir şey söylenemez” dedi.

HOLLYWOOD HEYETİ PARLAMENTO BAŞKANI MÜFTÜ İLE BİR ARAYA GELDİ

  • PNA-Federal Kürdistan Bölge Parlamentosu Başkanı Adnan Müftü, Hollywood’dan oluşan bir sinema ve gazeteci heyetini kabul etti. Heyet, Halepçe soykırımı, Enfal Katliamı ve toplu mezarlar konusunda Hollywood yapımı bir belgesel film yapmaya hazır olduklarını belirtti.HOLLYWOOD HEYETİ PARLAMENTO BAŞKANI MÜFTÜ İLE BİR ARAYA GELDİ

Hollywood heyeti, geçtiğimiz günlerde Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin ABD Temsilciliği Sanat ve Sinema Müdürü Necat Abdullah  ile beraber Halepçe’yi ziyaret etmişti.

Parlamento Başkanı Müftü ile Amerikan Hollywood heyeti arasında dün gerçekleşen görüşmede, heyet, Halepçe soykırımı, Enfal Katliamı ve toplu mezarlar konusunda Hollywood yapımı bir belgesel film yapmaya hazır olduklarını belirtti.

Parlamento Başkan Yardımcısı Dr.Kemal Kerkuki’nin de hazır bulunduğu görüşmede, Kürdistan’daki kültür durumu, sanat düzeyinin ilerletilmesi, sinema alanında uzmanların yetştiştirilmesi ve bir bilim merkezinin kurulması ele alındı.

Görüşmede, Kürdistan’da bazı belgesel film yapımı, Halepçe Soykırımı, Enfal Katliamı ve toplu mezarları hakkında yazılan eserlerden yararlanılmasından bahsedildi.

Hollywood heyeti de, uluslararası film şirketlerini Kürdistan’a getirme konusunda Kürdistan Bölgesi Hükümetine yardımcı olmaya hazır olduklarını belirtti. Film ve Kürt  sineması, Kürdistan Bölgesi Hükümeti ile sinema şirketleri arasındaki kordinasyondan bahsedilen görüşmede, heyet, Halepçe’yi ziyaret ettiklerini vurgulayarak, “Halepçe’de gördüklerimiz ABD’nin, diktatör rejimi yıkma çalışmalarına erken başlaması gerektiğini ispatladı” dedi.

Abant Platformu sonuç bildirgesi açıklandı

  • abant[1] Bolu Abant Palace Otel'de iki gün süren toplantıların ardından hazırlanan bir bildiri yayınlamak üzere toplanan düzenleme kurulu üyeleri, açıklanacak olan metnin ''sonuç değerlendirme'' olarak adlandırılmasını kararlaştırdı.

Prof. Dr. Mete Tunçay, Altan Tan ve Prof. Dr. Mümtazer Türköne tarafından açıklanan sonuç değerlendirme metninde, ''Kürt sorununun Türkiye'nin öncelikli ve en önemli sorunlarından biri olduğu'' savunuldu.

Apant Platformu Düzenleme Kurulu Üyesi Altan Tan tarafından okunan metinde, sorununun çözüm yoluna girmesinin, sağlıklı bir diyalog ortamının oluşması, ön yargıların yıkılması ve karşılıklı güvenin tesis edilmesine bağlı olduğu kaydedilerek, platformun amacının çözüm için elverişli bir iklim, dil ve zeminin oluşmasına katkıda bulunmak olduğu aktarıldı.

''Amaç bir çözüm programı etrafında tarafları mutabakata ikna etmekten ziyade, diyalogsuzluğu sona erdirmek için sağlıklı ve dinamik iletişim kanalları açmaktır'' denilen sonuç değerlendirmesinde, şu ifadelere yer verildi:

''Temel prensip olarak, açık bir şiddet çağrısı içermedikçe her fikrin serbestçe ifade edilebilmesini ve tartışılmasını savunuyor; farklı düşünen bütün kişi ve grupların fikirlerini beyan etme hakkına herkesten saygı bekliyoruz.

Her türlü şiddetin ve şiddet içeren yöntemlerin mutlak olarak reddedilmesini, Kürt sorununun çözümü için vazgeçilmez bir ön şart addediyoruz. Kürtlere yönelik asimilasyon politikalarını reddediyoruz. Türk ve Kürt ayrımının karşılıklı olarak homojenleştirmek, ötekileştirmek ve yabancılaştırmak amacıyla kullanılmasına karşı çıkıyoruz.''

-''HUKUK DEVLETİ SINIRLARI DIŞINA ÇIKAN BÜTÜN UYGULAMALARI REDDEDİYORUZ''-

Açıklamada, ''Kürt sorunu etrafında geçmişte çok acı olaylar yaşandığı ve bu acı olayların, yenilerinin yaşanmaması için bir tecrübe olarak hatırlanması, bir kan davasına dönüştürülmemesi gerektiği'' belirtilerek, şu görüşlere yer verildi:

''Kimsenin elinde kitlelerin vekaleti yoktur. Bu nedenle bir toplum adına konuşmayı, bir temsil niteliği öne sürmeyi çözümü zorlaştıran bir üslup ve muhakeme tarzı olarak görüyoruz. Barış içinde birlikte yaşama özlemimizin gerçekleşmesi için Kürtlerin yoğun oldukları doğu ve güneydoğu bölgelerimizde ekonomik kalkınma büyük önem taşımakla birlikte, yöre insanlarının şeref ve haysiyetlerinin hak ettikleri gibi yüceltilmesi de zorunludur.

Bu cümleden olmak üzere, temel insan haklarıyla ilgili tüm uluslararası sözleşmelerde yer verilen sosyal, kültürel ve siyasi hakların eksiksiz ve çekincesiz kabulü elzemdir. Anadile saygı, insana saygıdır. Anadili konuşma, eğitim ve öğrenimde kullanma hakkının vazgeçilmez bir insan hakkı olduğunu ve bu hakka karşı çıkmanın hiçbir gerekçesi olamayacağını düşünüyoruz. Kürt sorunu etrafında hukuk devleti sınırları dışına çıkan bütün uygulamaları reddediyoruz.

Abant Platformu olarak bu toplantının insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye bağlı, güven verici bir ortamın oluşturulmasına ve sürdürülmesine katkıda bulunduğuna inanıyoruz. Barışı ve geleceği hedefleyen çözüm arayışımız yüzyıllardır ortaya konan birlikte yaşama iradesinden güç almaktadır.''

-BİLDİRİYE EKLENEN MADDELER-

Sonuç değerlendirme metninin okunmasının ardından, katılımcıların görüş ve önerileri dinlenerek, bazı ekleme ve düzenlemeler yapıldı. Metinde yer alan ''Kürtlere yönelik asimilasyon politikalarını reddediyoruz'' cümlesi, bazı katılımcıların talepleri doğrultusunda, ''Kürtlere ve diğer unsurlara yönelik asimilasyon politikalarını reddediyoruz'' şeklinde değiştirildi.

''Barışı ve geleceği hedefleyen çözüm arayışımız yüzyıllardır ortaya konan birlikte yaşama iradesinden güç almaktadır'' şeklindeki ifade de ''Barışı ve geleceği hedefleyen çözüm arayışımız yüzyıllardır ortaya konan bütünlük içinde birlikte yaşama iradesinden güç almaktadır'' olarak düzenlendi.

Ayrıca yapılan müzakereler sonucu ''Kapsamlı bir af kanunu koşullarının oluşturulması gereklidir'', ''Irak'ta yaşayan tüm halklarla birlikte Kürtler de bizim kardeşimizdir. Kürt Federe yönetimi ile her türlü dostane ilişkinin geliştirilmesini elzem görüyoruz'', ''Kürt sorununun çözümünde Türkiye'deki demokratikleşme sürecinin devamı elzemdir. Bu bağlamda Avrupa Birliği perspektifinin muhafazası, hem demokratikleşme sürecinin devamı hem Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıracaktır'' ve ''Çözüm dilinin oluşmasında medyanın sorumluluğu, hassasiyeti ve üslubu çok önemli katkı sağlayacaktır'' ifadelerinin metinde yer almasına karar verildi.

Sonuç değerlendirme metni, yapılan düzenlemelerin ardından kamuoyuna açıklandı.Zaman