Türkiye’de protest müziğin önemli isimlerinden olan Ahmet Kaya’nın ölümü üzerinden 7 yıl geçti. Aradan geçen bunca zamanda Ahmet Kaya imzasını taşıyan 5 albüm, sevenleriyle buluştu. Kaya, Paris Komünarları, dünyanın en önemli muhalifleri ve aydınlarıyla birlikte Pere-Lachaise Mezarlığı’nda yatarken, 8 yıl önce Türkiye’yi terk ettiği zihniyet, ‘siyasi linç’e devam ediyor. Gülten Kaya, eşinin bıraktığı mirasın halk ve tarih tarafından sahiplenilmesiyle anlamlaşacağını belirtirken, sanatçı Ferhat Tunç, Kaya’nın mirasını sahiplenmenin yolunun barış ve halkların kardeşliğini savunmaktan geçtiğini vurguladı. İstanbul’da 1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneği’nde düzenlenen bir kokteylde “Kürtçe bir klip çekmek istiyorum ve bunu yayımlayacak bir televizyon kanalı arıyorum” dediği için ‘vatan haini’ ilan edilerek siyasi linçe maruz kalan Ahmet Kaya, daha sonra hakkında açılan davalar nedeniyle Fransa’ya gitmek zorunda kaldı. Kaya, ömrünün kalan bu kısa bölümünü de memleketinden, sevdiklerinden uzakta Avrupa’da sürgünde yaşamaya başladı. Söylediği her söz ve şarkısı olay olan Kaya, hakkında yaptığı müziği ve buna bağlı olarak sanatçı kimliğinden ötürü birçok dava açıldı. Bu baskılara rağmen Kaya, kimliğini hiçbir zaman inkar etmedi ve mücadelesini sürdürmekte ısrarcı oldu. Devlete göre ‘sakıncalı’ Kaya’nın 1956 yılında, daha 9 yaşındayken babasının çalıştığı fabrikanın işçilerine konser vermesiyle müzik yaşamıyla başladığı serüveni 1985 yılında çıkardığı “Ağlama Bebeğim” albümüyle bütünleşir. Ancak çıkardığı ilk albüm ise yasaklanır ve toplatılır. Müzikal yaşamının bu olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir muhalif olur. Bu nedenle Kaya’nın birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri ‘sakıncalı’ bulunup kısmen de olsa toplatılır. Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmaz olan Kaya, bu yüzden ‘Başım Belada’ albümüne imza atar. Ahmed Arif, Atilla İlhan, Yusuf Hayaloğlu, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Nazım Hikmet Ran gibi şairlerin şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile bir araya gelir ve unutulmaz eserler arasında yerini alır. Yüreğinde hiç dinmeyen hasretiyle gitti Türkiye’de yaşamının son günlerinde yaşadıkları kendisini derinden etkileyen Kaya’yı Avrupa’da uğruna klip çekmeyi ve ülkesinden ayrılmayı göze aldığı Kürtler bağrına bastı. Avrupa’da kaldığı süre içinde birçok etkinlikte yer alan ve Kürtlerin bir yerde yüreklerinin tercümanlığını ezgileriyle dile getiren Kaya, memleketinden ve sevdiklerinden uzak kalmaya fazla dayanamadı. Takvim yaprakları 16 Kasım 2000’i gösterirken, Kaya, yaşadığı bunca acıyı, hasreti, yüreğinde büyüttüğü ülke özlemiyle geçirdiği kalp krizi sonrası gözlerini hayata yumdu. Ahmet Kaya, Paris Komünarları, dünyanın en önemli muhalifleri ve aydınlarıyla birlikte Pere-Lachaise Mezarlığı’nda yatarken, yaşamıyla, şarkılarıyla ve muhalif duruşuyla Türkiye’nin yakın tarihine önemli bir not düşerek ölümsüzleşenler arasında yerini aldı. Ölümünün ardından 5 albüm yayınlandı Yaşamını yitirdikten sonra dahi Ahmet Kaya adına 5 albüm yayınlandı. Kimileri ‘Ölmedi, yaşıyor’ dedi. Ancak yaşadığı dönemde stüdyo kayıtlarını gerçekleştirdiği ancak yayınlama imkanı bulamadığı ezgileri Kaya’nın, ölümünün ardından eşi Gülten Kaya tarafından yayınlandı. Kaya’nın ölümünün ardından bir yıl geçtikten sonra 2001’de yayınlanan veda albümü ‘Hoşçakalın Gözüm’ eşi Gülten Kaya tarafından çıkarıldı. Bu albümün ardından 2002 yılında birçok sanatçının yer aldığı ‘Dinle Sevgili Ülkem’in Ardından, ‘Biraz da Sen Ağla’ (2003), ‘Kalsın Benim Davam” (2005), ‘Gözlerim Bin Yaşında’ (2006) adlı albümleri yayınlanan Kaya’nın imza attığı albümleri ise şunlar: Ağlama Bebeğim ve Acılara Tutunmak (1985), Şafak Türküsü ve An Gelir (1986), Yorgun Demokrat (1987), Başkaldırıyorum (1988), Resitaller 1 (1989), İyimser Bir Gül (1989), Resitaller 2 ve Sevgi Duvarı (1990), Başım Belada (1991), Dokunma Yanarsın (1992), Tedirgin (1993), Şarkılarım Dağlara (1994), Beni Bul (1995), Yıldızlar ve Yakamoz (1996), Dosta Düşmana Karşı (1998). ‘Dostum, arkadaşım, yoldaşımdı…’ Protest müziğin bir diğer ismi ve Ahmet Kaya’nın yakın arkadaşlarından sanatçı Ferhat Tunç, Kaya’nın inkarcı zihniyeti reddettiği için hedef haline getirildiğini söyledi. Ahmet Kaya’nın bu ülkenin yetiştirdiği ender sanatçılardan biri olduğunu belirten Tunç, şunları ifade etti: “Sanat yaşamını uzun uzadıya değerlendirmek istemiyorum, buna gerek de yok. Ama o, sanatçı kişiliğiyle yaşadığı ülkenin sorun ve gerçeklerine karşı duyarlılığı bütünleştiren bir yapıya sahipti. Her zaman barıştan, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden yana bir duruşu oldu. Ezilenler için şarkılar yaptı, söyledi. Ahmet Kaya’nın ölümü, hayatımda beni sarsan olayların başında gelir. Çünkü onunla dünya görüşlerimiz, sanat anlayışımız, değer ve duyarlılıklarımız paraleldi. Dostum, arkadaşım, yoldaşımdı. Hayatta olsaydı bu gün birlikte, bu ırkçı, şoven dalgaya karşı omuz omuza olacaktık. Bundan eminim. Ama geriye bir mücadele mirası bırakarak gitti. Bana ve bize düşen, onun anısına, değerlerine doğru sahiplik etmektir. Ahmet’in ölümünün üzerinden yıllar geçtikten sonra, bugün onu sürgüne ve ölüme götüren nedenler değişti. Ama maalesef milliyetçi-şoven bir bağnazlık dalgası da var. Kürt sorununu demokratik bir çözüme kavuşturmanın imkanları varken, milliyetçi bir dalga yarattılar. Barış umutlarını karartmaya çalışıyorlar. Bu hava nedeniyle tehdit edilen insanlardan biri durumundayım. Ama ben, her zamankinden daha büyük bir ısrarla barış ve halkların kardeşliğini savunmaya devam edeceğim. Ahmet Kaya’nın anısına sahiplik etmek de ancak böyle olur inancındayım. Bu vesileyle onun anısı önünde saygıyla eğiliyorum.” ‘Mirasa halk ve tarih sahip çıktıkça anlamlanacak’ Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, Kaya’nın onurlu bir miras bıraktığını belirterek, “Sanatla ilgili olduğunun sanan ya da söyleyenler Ahmet Kaya’yı doğru anlasaydı bırakın mirasa sahip çıkmayı, bu linç dahi yaşanmayabilir, sonuçları da bu kadar yakıcı olmayabilirdi. Ahmet Kaya’nın mirası halk ve tarih sahip çıktıkça anlamını bulacaktır. Bu şarkılar neredeyse üçüncü kuşakla buluşuyor. Benim değerli bulduğum da bu. Sahiplenmeyi de hayatın doğru adaleti üstleneceğine olan inancım tam. Önemli olan bir sanatçının ülkesi ve giderek dünya hakkındaki fikirleri, yorumları, soruları ve bu sorulara bulabileceği yanıttır. Sanatıyla dünyaya cevap olabilmesidir. Tarih bunu yapabilenleri, bedelini ödeyebilen cesur çocukları kucaklıyor, kucaklayacaktır” dedi.
Generalini bağrına basar, 'o da demokratikleşti' diye sevinç payı da çıkarır, sonra "30 bin Kürt öldürdük" diyen yazarı taşa tutar.
Kurdians: Friday, November 16, 2007'Küçük bir hata' Murat Belge-radikalGeneral Kenan Evren, memleketi yönetmiş, Diyarbakır hapisanesini yönetmemiş. Onun için, kendisine Diyarbakır hapisanesinin sözü edildiğinde kızıyormuş. Memleketi yönetmiş, ama bir memleketin hapisanelerinde olup bitenlerden son analizde memleketi yönetenlerin sorumlu sayılacağı bilgisine sahip olmadan yönetmiş memleketi. Hepimiz biliyoruz söz konusu icraatını. Yalnız o dediğim 'bilgi' değil, memleket ne, yönetmek ne, dünya ne, toplum ne, sağ ne, sol ne, bunların hiçbirinin bilgisine sahip olmadan memleket yönetmekte herhangi bir sakınca görmediğini hepimiz biliyoruz- tecrübeyle sabit. Ve kendinden hiçbir şüphesi olmadı, bugün de yok. Tanrı bu kuluna böyle benzerine kolay kolay rastlanmayacak bir 'kendine güvenme' hasleti mi bağışladı. Sanmıyorum. 'Güven' bağışlayan bir 'merci' varsa, 'kurumu'dur. Madem ki Genelkurmay Başkanı olmuş, memleketi de yönetebilir. Başka herhangi bir bilgiye, görgüye, dünya görüşüne, şuna buna, ihtiyacı olmaz. "Sanki bizden önce bütün karakollarda işkence yapılmıyor muydu?" diye soruyor. "Yapılıyordu. Bunu bilmeyen yok" diyor. Kendisi de, belli ki, hiç değilse bu 'bilgi'ye sahipmiş, 'memleketi yönetmek' üzere harekete geçerken. Peki, bunu durdurmak için bir şey yapmış mı? Soru başlı başına abes. Zaten bu sözü, 'sade biz yapmadık' demiş olmak için söylüyor. Ve tabii, bu durumlarda hep olduğu gibi, bir yerde bir 'ayıp örtmek' üzere ağzını açar açmaz öbür taraftan bir 'sirkat' çıkıyor. Çünkü, gizlenmesi gerekli habasete örtü yetmiyor; bir taraf örtmek üzere çekiştirince, öbür taraf açıkta kalıyor. Diyarbakır'daki zulümü açıklamak için gene à la Evren bir formül bulmuş. Onlar 12 Eylül'ü yapıncaya kadar cezaevlerini siyasî tutuklular yönetiyormuş. Disiplin sağlanınca gardiyanlar falan intikam almış... Açıklama da bu. Evren'in gönderdiği subaylar da o tutuklulara 'İstiklâl Marşı' öğretmek gibi faydalı işler yapmışlar. Mesele bundan ibaretmiş. O hapisanede, nedense ötekilerde değil de o hapisanede, dinlemesi insanın günlerce uykusunu kaçıran işkenceler, eziyetler yapıldı (ötekilerde, örneğin Mamak'ta, yapılmadı değil; ama kimse Diyarbakır'a erişemedi). Bu toplumda şimdi şikâyetçi olduğumuz gözükara, yabanıl bir Kürt milliyetçiliği kolu varsa bunun baş sorumlusu 'Diyarbakır hapisanesi' denen o gayya kuyusudur. Ama onu Evren yönetmemiş. O sırada okullara gidip Türkçe dersinde müfettişlik yaptığı için Diyarbakır hapisanesine vakit bulamamış. Teftiş sonucunda kızıp Kürtçe'yi yasaklamış. Şimdi, 27 yıl sonra, bunun 'hata' olduğunu anlamış. Bu ve benzeri 'hata'lar yüzünden, geçen o 27 yıl içinde kaç insan canını kaybetti? Türkiye, bu işi silahla bastıracağım diye, ülke kalkınmasında bugün hepimizi daha iyi bir konumda yaşatacak ne kadar servet kaybetti? Ama öylesine koşullandırılmış bir toplum ki şu bizim Türkiye, 'biraz ağır kaçtı galiba' diyen bu generalini bağrına basar, 'o da demokratikleşti' diye sevinç payı da çıkarır, sonra "30 bin Kürt öldürdük" diyen yazarı taşa tutar.
"Çok parti kapattı Türkiye. Türkiye kapatılan partiler mezarlığına dönüştü. Kaybeden bu partiler olmadı diye düşünüyorum”
Kurdians: Friday, November 16, 2007Yargıtay "DTP'li 221 kişinin cezalandırılmasını" istiyor 13:12ANKARA - ANF/Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, DTP'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne hazırladığı iddianamede, DTP parti yöneticileri, il başkanları, üyeleri, milletvekilleri ve belediye başkanlarının da aralarında bulunduğu 221 kişinin cezalandırılmasını istedi. Başsavcı Yalçınkaya, DTP hakkında hazırlanan dosyayı Anayasa Mahkemesi'ne gönderirken, iddinamesinde DTP'nin devletin bağımsızlığına, milletin bölünmez birliği ve bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle kapatılmasını istedi. Erdoğan, DTP’lilerin ’Anayasal düzende siyaset yapmalarını’ istedi. Erdoğan, Prag yolunda DTP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda "Demokratik yollar denenmeli. Katı defans uygulanırsa, parlamento dışı kalırlarsa onları da dağa gönderirsiniz" dedi. Erdoğan, DTP’lilerin ’Anayasal düzende siyaset yapmalarını’ istedi. DTP'NIN CEVABI : AKAN KAN DURACAKSA BİZ KAPATIRIZ! DTP Grup Başkan Vekili Selahatin Demirtaş, Yargıtay'da partilerinin kapatılması istemiyle dava açılmasına tepki gösterdi. Demirtaş, “Parti kapatma sorunu çözecek en azından akan kanın durdurulmasını sağlayacaksa bizi tatmin etsinler. Partimizi, kendimiz feshedip Meclis'ten ayrılacağız” dedi. Diyarbakır’da bulunan DTP Grup Başkan Vekili ve Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş, Yargıtay Başsavcılığının DTP’nin kapatılması ile ilgili açtığı dava hakkında DHA muhabirinin sorularını yanıtladı. Demirtaş, partilerinin kapatılması için açılan davanın büyük bir talihsizlik olduğunu, kapatılma davası açılmasının bile partilerini tek başına kriminal hale getirmeye yeterli olduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Partimiz kapatılmasa bile davanın açılması sonucunda kriminal hale getirilmesi yeterlidir. Yargıtay Başsavcısı veya partimizin kapatılmasını isteyen kesimler gelsinler bizi ikna etsinler. Parti kapatma sorunu çözecek, en azından akan kanın durdurulmasını sağlayacaksa, bizi tatmin etsinler. Partimizi, kendimiz feshedip Meclis'ten ayrılacağız. Yeter ki faydalı olacağına bizi inandırsınlar. Ötesinde çok iyi düşünmek lazımdır. Partinin kapatılması kime yarar kime zarar getirir, iyi düşünmek lazımdır.” DTP Grup Başkan Vekili Demirtaş, parti kapatma davasının açılmasının pozitif bir uygulama olmadığınıda ifade ederek, “Türkiye açısından pozitif bir uygulama değil. Çok parti kapattı Türkiye. Türkiye kapatılan partiler mezarlığına dönüştü. Kaybeden bu partiler olmadı diye düşünüyorum” diye konuştu. Ferit ASLAN/DİYARBAKIR, (DHA)
Kerkük'te meydana gelen, 6 vatandaşın şehit olmasına ve çok sayıda vatandaşın da yaralanmasına neden olan intihar saldırısı
Kurdians: Friday, November 16, 2007KÜRDİSTAN PARLAMENTOSUNDAN KERKÜK’TEKİ SALDIRIYA KINAMA... 15-Nov-07 [18:42]PNA-Federal Kürdistan Bölge (FKB ) parlamentosu , Kerkük’te bugün sabah saatlerinde meydana gelen terör saldırısını kınadı.Açıklamada, ‘’ Kerkük’te birlik ve beraberliği bozmaya yönelik girişimlerden biri olan bu terör saldırısını şiddetle kınıyoruz’’ denildi. FKB parlamentosu, bugün Kerkük'te meydana gelen, 6 vatandaşın şehit olmasına ve çok sayıda vatandaşın da yaralanmasına neden olan intihar saldırısını şiddetle kınayan bi beyanname yayınladı. ‘’Kerkük’te yetkililerimizin kentin isikrara kavuşması için verdikleri amansız mücadelenin bütün olumsuzluklara rağmen süreceği ’’ hatırlatılan beyannamede Kerkük’te birlik ve beraberliği bozmaya yönelik faaliyetlerde bulunan teröristlerin amaçlarına asla kavuşamayacakları belirtildi. Beyannamede, ''Kerkük’te kardeşliğin kazanacağına'' vurgu yapıldı. Şehit ailelerine baş sağlığı dilenen beyannamede yaralılar için de acil şifalarda bulundu. Kerkük’te bugün sabah saatlerinde Kürt polis yetkilisi Amid Xetab Ömer’in araının içinde olduğu konvoya yönelik bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 6 vatandaş hayatını kaybetti ve çok sayıda vatandaş da yaralandı.
Bugün bana yönelik tavırda son zamanlarda partimize yönelik saldırıların bir devamıdır' dedi.
Kurdians: Friday, November 16, 2007DTP Van Milletvekili Özdal Üçer'in yarın Van'da yapılacak miting ile ilgili Valilik önünde yapmak istediği basın açıklamasına 'kamusal alan' gerekçe gösterilerek izin verilmedi. DTP Van Milletvekili Özdal Üçer, yarın Van'da 'Êdi Besê' şiarıyla düzenlenecek 'Barış Mitingi' ile ilgili Van Valisi Özdemir Çakacak'ı makamında ziyaret etti. Çakacak ile yarım saat görüşen Üçer, çıkışta valilik önünde açıklama yapmak istedi. Basın mensuplarını içeri almayan polis, Üçer'e valiliğin 'kamusal alan' olduğunu söyleyerek, açıklamaya izin vermedi. Polisin izin vermemesi üzerine Üçer, valilik kapısında açıklama yapmak zorunda kaldı. Van Valisi Özdemir Çakacak ile yarın yapılacak olan mitingin en iyi şekilde bitmesi konusunda görüştüklerini belirten Üçer, Çakacak'ın da kendileri ile aynı hassasiyeti paylaştığını söyledi. Mitingi son zamanlarda geliştirilen ırkçı ve şoven milliyetçiliğe, operasyonlara karşı barış ve kardeşlik için düzenleyeceklerini ifade eden Üçer, 'Bu anlamda mitingin önemi büyüktür. Son zamanlarda partimiz üzerinde bir linç kampanyası geliştirilmektedir. Özellikle boyalı basının kışkırtmaları sürmektedir. Bugün bana yönelik tavırda son zamanlarda partimize yönelik saldırıların bir devamıdır' dedi. VAN (DİHA)
8500 kelimelik Kürtçe-Kürtçe sözlükten sonra, Botî'nin 15 bin kelimeden oluşan 720 sayfalık Kürtçe-Kürtçe sözlük...
Kurdians: Friday, November 16, 2007Botî'den yeni Kürtçe-Kürtçe sözlük Kürt kütüphanesine yeni bir Kürtçe sözlük daha eklendi. Duhoklu yazar Kamêran Botî'nin hazırladığı 15 bin sözcükten oluşan Kürtçe sözlük, Do Yayınları'ndan çıktı. Behdinan Kürtçesi'yle Kamêran Botî tarafından yazılan sözlüğün ilk baskısı yine bu yıl Güney Kürdistan Federe Bölgesi'nde Spîrez Yayınları tarafından yayımlandı. Kamêran Boti tarafından Kurmanci lehçesine çevrilen sözlüğün en önemli özelliği sözcüklerin atasözleri ve deyimlerde de nasıl kullanıldığının örneklerle anlatılması. Osman Mehmed'in çevirisi ve Hüseyin Gündüz'ün editörlüğünde çıkan sözlük, sözcük sayısıyla önemli bir boşluğu dolduracağa benziyor. 'Çocukluğumdan beri Kürtçe kelimeleri derleyip Kürtçemi zenginleştireyim' fikriyle hareket ettiğini söyleyen yazar Botî, sözlüğün hazırlama sürecini 'Köylerde, divanlarda ihtiyar kadın ve erkekleri dinliyor, onların söylediği bilmece, nasihat ve ezgilerden kelimeleri derleyip not alıyordum. Yine Kürtçe yayın yapan Bağdat Radyosu'nu da çok iyi dinleyip derlemeler yaptım. Birkaç yıl yaptığım peşmergelik hayatımda da birçok bölgeyi gezdim, oralardan da kelime derlemeciğini yaptım' sözleriyle anlatıyor. 15 yıllık bir derleme sonunda sözlüğü hazırladığını anlatan Botî, Latin alfabesinin Kürtçe'ye çok iyi uyduğunu, Arap alfabesinin Kürtçe'yi tam ifade etmediği, birçok kelimeyi yuttuğunu belirtiyor. Yazar Botî, Güney Kürdistan'da son yıllarda gelişen Latin alfabeye ilginin artmasının ise olumlu bir gelişme olduğuna dikkat çekiyor ve hazırladığı sözlüğün buna hizmet edeceği görüşünde. Sözlüğün sade ve seçkin bir Kürtçe'yle hazırlandığını söyleyen Kamêran Botî, 'Kürtçe'yi yeni öğrenenler, Arap alfabesiyle Kürtçe ders alan ama şimdi Latinceyi öğrenmek isteyenler, bir bütün olarak herkes sözlükten faydalanabilir' diyor. Botî'nin sözlüğünde, Latince Kürt alfabesinin sesli ve sessiz harfleri, gün, ay, mevsimlerin isimleri, ülkeler ve dillerinin listesi, bazı simgeler gibi günlük dilde lazım olan ayrıntılar da var. Bu yıl içinde Umid Demirhan'in hazırladığı 8500 kelimelik Kürtçe-Kürtçe sözlükten sonra, Botî'nin 15 bin kelimeden oluşan 720 sayfalık Kürtçe-Kürtçe sözlüğü Türkiye'de yayınlanan ikinci Kürtçe-Kürtçe sözlük. İSTANBUL - ANF
Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar
Kurdians: Friday, November 16, 2007Kürt sorununa değindi davalardan kurtulamadı Türkiye'de devlet yetkilileri tarafından her ne kadar 'Kürtçe yasak değil Kürtler de bu ülkenin evladı' denilse de adliye koridorları, bu sözü yalan çıkarır nitelikte. EMEP Dersim İl Başkanı Hüseyin Tunç, Kürt sorununa değindiği hemen hemen tüm açıklamalar nedeniyle ya davalık ya soruşturmalık oldu. Hakkında 64 dava ve soruşturma bulunan Tunç'un durumu, 'Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları karnesinin' ne kadar parlak olduğunu gözler önüne seriyor. Tunç hakkında en son açılan dava ise 'Newroz' kelimesi içinde yer alan 'W' harfi oldu. 20 Mart 2007 tarihinde kent merkezinde dağıtılan 'Newroz'a davet' başlıklı bildirileri incelemeye alan Tunceli Asliye Ceza Mahkemesi, EMEP İl Başkanı Hüseyin Tunç hakkında, bildiride 'W' harfini kullanarak 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 81/c Maddesi olan 'Siyasi partiler Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar yasasına aykırı davrandığı' gerekçesiyle dava açtı. Tunç hakkında açılan bir başka soruşturma ise yaklaşık 2 ay önce Mazgirt ilçesinde yaşanan bir bıçaklama olayının ardından EMEP, DTP, DHP ve sendika temsilcilerinin aralarında bulunduğu 'Yozlaşma karşıtı' basın açıklaması ile ilgili. Mazgirt Cumhuriyet Savcılığı, içinde ' Öbundan sonra olacaklardan biz sorumlu değiliz...' şeklinde ifade geçen açıklamanın tehdit içerdiği ve açıklamanın da Tunç tarafından yazıldığı yönünde beyanlar olduğu gerekçesiyle 'Halkı din, dil ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa sevk etmek' suçundan soruşturma açtı. Açılan dava ve soruşturmalarla hedef haline getirildiklerini belirten Tunç, 'Hakkımda net olarak kaç dava ve soruşturma açılmış bilmiyorum. Bir ara savcı ile görüştüğümüzde 64 tane olduğunu söylemişti. Bunlardan 3 tanesinden para cezası aldım' dedi. Türkiye'de demokrasi, barış ve insan haklarının Kürtler için olmadığını ifade eden Tunç, şunları dile getirdi: 'Türkiye de Kürtler hariç Japonlar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar kendi dilini kullanabiliyor ve hatta birçok kanallarda kendi diliyle program yapabiliyorlar. Ama bu topraklar üzerinde yaşayan en köklü haklardan biri olan Kürtler kendi dilini kullanınca kıyamet kopuyor. Bu AKP'nin ikiyüzlü ve takiyeci yüzünü göstermekle beraber genel devlet politikasının bir parçasıdır.' DERSİM - DİHA Rüştü Demirkaya
Dolaba tıkıştırdığımız cesetler hepsi birden aynı anda dışarı uğradı: Ermeni sorunu, İslam sorunu, Kürt sorunu...
Kurdians: Friday, November 16, 2007Savaşa karşı sağduyu çağrısı Bölgede yeniden çatışmaların başlamasıyla Kürtlere yönelik milliyetçi baskılar da yükseldi. Türkiye sınır ötesine kara harekatı için gün sayarken, havadan da Güney Kürdistan topraklarını bomba yağdırmaya başladı. Türkiye'yi bir uçuruma götüreceğinden endişe edilen son gelişmeler, toplumun birçok katmanında kaygıların oluşmasını neden oldu. Akademisyenler, sanatçılar, siyasetçiler, sivil toplum örgütü temsilcileri, son gelişmelere ilişkin tepkilerini ve düşüncülerini dile getirdi. M. Ali Alabora (Oyuncu): Maalesef Türkiye yine demokrasi ve özgürlük mücadelesinde sınıfta kaldı. Yaşananlar Türkiye'deki milliyetçi damarın ırkçılığa ve faşizme kaymasına sebep oldu. Bugün Kürt avı olarak başladı, yarın Ermeni, Rum, Zenci, Çerkez avı olarak devam eder. Şovenizm sınır tanımıyor. Bu ülkenin yarısı bayrak alırken diğer yarısı korku içinde yaşıyor. Savaş sever olduk. Biz elimizden gelen şeyleri barış yanlıları olarak yapmamız gerekiyor. Irkçılığın tuzağına düşmemek lazım. Eylem Kaftan (Yönetmen): Hepimizin bu karşılıklı nefretin ve dışlamanın tırmandığı zor zamanlarda sağduyuyu muhafaza etmek gibi bir misyonumuz var. Türkiye öyle bir yer ki büyük bedeller ödeyerek kazandığımız demokratik haklarımızı hemen geriye alacak provokasyonlar gerçekleşebiliyor. En demokrat, en solcu olduğunu iddia edenlerimiz bile bir duygu seline kapılıp askeri operasyonlardan medet umabiliyor. Türkiye'de 'Kurtlar Vadisi' adı altında oynanan filmin içinde yer almak istemeyenler için alternatifler yaratılmalı. Baskın Oran (Akademisyen): Türkiye'nin şu andaki durumu tatsız. Çünkü 3 tane zombi birden harekete geçti. Cinnet geçiriyoruz. Çünkü son yüzyıl içinde çözüm aramadan dolaba tıkıştırdığımız cesetler hepsi birden aynı anda dışarı uğradı: Ermeni sorunu, İslam sorunu, Kürt sorunu. Turgay Tanülkü (Oyuncu): Yazık, gerçekten bu ülkeye çok yazık... 'Kim dost, kim düşman' kavramları çelişkiler içinde yaşayan bir ülke haline geldik. 70 milyon herkes kendi gücüyle bu barışa elçilik yapsa, kardeşlik savaşımız olmaz. Din, ırk, mezhep ayırmaksızın tüm kültürlerimizi ortak kullanıyoruz. İş politik olunca niye gerginleşiyoruz. Rotinda Yetkiner (Müzisyen): Türk ve Kürt halklarının sonu karalık, sonu hüsran, sonu sadece acı olan bir savaşıma iten devletin bu anlamsız inkarı, halklarımızın tarihinde onarılması ve giderilmesi imkansız yaraların açılmasına da neden olmaktadır. Çözüm her şeyden önce inkardan vazgeçmektir. Musa Dinç (Yazar): Kürt -Türk çatışması / kavgasını etnik bazda böyle bir olasılığı düşünmek bile korkunç. Sağduyulu olmak ve buna meydan vermemek için tüm aydınların duyarlı olması ve halkı bu çıkmazdan kurtarması için çaba sarf etmelidir. Salih Altun (Siyasetçi) : Baskılara karşı 30 yıldır direniyoruz. Demokrasi için gerekirse canımızı vermeye hazırız. Barış ve kardeşlikten yanayız, akan kardeş kanının durdurulmasını istiyoruz. Fatma Ülkem Yitik (STK aktivisti): Kürt siyasetinin önünün tıkatılmak isteniyor. Yeni bir DEP dönemi yaşanacak mı? diye konuşulmaya başlandı. Böylesi bir durumun gelişmesi durumunda Türkiye'nin 10 yıl geriye gidecek. Çatışma ortamı yoksulluğu arttıracak. İnsanların göçle karşı karşıya getirecek. Mehmet Sıddık Akın (Sendikacı) : PKK'nin serbest bıraktığı 8 asker niye ölmedi diyenler oldu. Çok kabul edilir bir durum değil. DTP milletvekillerinin 8 askeri alıp Türkiye'ye getirilmelerinin alkışlanması gerekirken, bir linç girişimi başladı. Hayrettin Çelik (STK aktivisti) : Toplum bir Kürt-Türk çatışması içerisine sürüklenmeye çalışılıyor. Halk sessiz kalmaz. Batıda Kürt karşıtı mitingler yapılırken, bölgede barış ve kardeşlik mitingleri düzenlenmesi dikkat çekici. İSTANBUL / BATMAN
KCK, 'Kürt halkına karşı açıkça, 'sadece silahlı güçlerinizi değil, hiçbir şeyinizi kabul etmeyeceğiz' denildiği kaydetti.
Kurdians: Friday, November 16, 2007Sınıra asker sevkiyatı sürüyor Geney Kürdistan'a sınırötesi operasyon planıyla bölgesel bir savaşa sürüklenen Türkiye, sınır hattında kapsamlı operasyonlar için asker sevkiyatı yapmaya devam ediyor. Hakkari ve Şırnak'ta gece boyunca helikopterlerle sınır bölgesine asker ve askeri malzeme sevkiyatı yapıldığı da kaydedildi. Helikopterlerin Güney Kürdistan sınırlarına girip tekrar geri döndüğü bildirildi. 'Savaş' hazırlığı aralıksız sürüyor Türk Silahlı Kvuvvetleri, (TSK), Güney Kürdistan'ı havadan bombalamasının ardından dün de sınır bölgelerine askeri yığınak yaptı. Yaklaşık 350 askerin bulunduğu, 35 kadar sivil plakalı otobüs ve sivil minibüslerden oluşan konvoy Yüksekova'dan uzaktan kumandalı mayınları etkisiz hale getiren frekans karıştırıcı Jammer' cihazlı bir araçla birlikte sınır bölgesine gönderildi. Konvoyun önü ve arkası makinalı tüfekli askerler tarafından korundu. Ayrıca konvoya, PKK'nın uzaktan kumandalı mayınlarına karşı frekans karıştırıcı Jammer cihazı bulunan Türk Telekom'a ait bir minibüs de eşlik etti. Cep telefonu, uzaktan kumanda, telsiz, hatta model uçak kumandası frenkanslarını dahi kesen elektronik cihazla donatılan araç, askerlerin varış noktasına kadar konvoyda kaldı. Minibüs içindeki tümü silahlı olan askerler, sıfır noktalarındaki birliklere nakledildi. Ancak güvenlik nedeniyle askerlerin hangi noktaya gideceği konusunda bilgi verilmedi. Gazetecilerin askeri konvoyu takip etmesi ise engellendi. Askerler sıfır noktalarındaki sarp kayalıklardan oluşan bölgede operasyon başlattı. Oldukca dik ve sarp kayalıklı bölge olan operasyon alanlarına kokuya duyarlı özel eğitilmiş köpeklerde getirildi. Askerlerin dağlık alanlara çıkmadan önce bölgede dedektörlerle mayın araması yapıldı. Süper kobralar helikopterler askerlerin geçiş istikametindeki alanlarda keşif yaptı. Hakkari'den Şemdinli yönüne çok sayıda helikopter gönderilmesi dikkat çekti. Süper Kobraların korumasında, Sikorsky tipi helikopterlerin bölgeye asker, mühimmat ve gıda malzemesi naklettiği öğrendi. Helikopterlerin bölgeye sevkedilmesi, geçiş noktalarındaki endişe yarattı. Dün sabah Yüksekova-Şemdinli karayolu, mayın arama faaliyeti nedeniyle 1.5 saat araç trafiğine kapatıldı. Son hazırlıklar, sınır ötesi harekatının her an başlayabileceği şeklinde yorumlanıyor. Bu arada operasyonun Türk Telekom'da çalışan işçilerin grevi nedeniyle yapılamadığı öne sürüldü. Diyarbakır İkinci Hava Taktik Komutanlığı'nın iletişim hatlarının kesilmesi nedeniyle sıcak istihbaratın değerlendirilemediği ileri sürülürken, kabloları kestiği iddia edilen 17 Telekom işçisi, Diyarbakır Adliyesi'ne sevk edildi. Talabani: Kriz geçti Dün ülkesinin toprakları Türk uçaklarınca bombalanan Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Türkiye ile Irak arasındaki krizin geçtiğini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin iyiye gittiğini söyledi. Talabani, 4 günlük bir ziyaret amacıyla geldiği Kuveyt'te Errai gazetesine verdiği demeçte, 'Türkiye ile kriz geçti' dedi. Talabani, Mısır'da hükümet gazetesi Al Ahram'a verdiği mülakatta ise 'Kürdistan'da Türk işgali tehlikesi olmadığına inanıyorum' söyledi. Talabani'ye göre 6 Kasım'da Bayaz Saray'da Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı George W. Bush arasında yaşana görüşme tansiyonu düşürdü. Bu arada dün Türkiye'nin Güney Kürdistan topraklarını bombaladığını açıklayan Güney Kürdistan yetkililerinin aksine Peşmerge Güçleri Genel Komutanlığı Sözcüsü Cabbar Yaver, Dicle Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye'nin Federal Kürdistan Bölgesi'ne hava saldırısı yaptığı yönündeki haberleri yalanladı. Yaver, Türk uçaklarının sadece sınırı aştıklarını ve bahsi geçen bölgede alçak uçuşlarda bulunduğunu ifade etti. Yaver'in açıklamasının aksine gazeteciler, dün bombalanan ve yıkılan bir karakolun resimlerini çekmişti. HABER MERKEZİ KCK bombalamayı doğruladı Güney Kürdistan topraklarının bombalandığı haberleri Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Başkanlığı tarafından da doğrulandı. Sınırötesi operasyona ilişkin Fırat Haber Ajansı'na (ANF) açıklama yapan KCK, TSK'nin ülke içinde düzenlediği aralıksız operasyonlara dikkat çekerek, 'Türk devletinin en yüksek teknoloji kullanan yüz binlerce asker, korucu, uçak, kobra, tank-top desteğinde Kuzey Kürdistan'ın bütün kırsal alanlarını hedefleyerek gerilla güçlerini ezmek istemektedirler' dedi. Son dönemlerde DTP'ye ve milletvekillerine yönelik baskılarla partinin TBMM'den atılmasının istendiğini belirten KCK, 'Kürt halkına karşı açıkça, 'sadece silahlı güçlerinizi değil, hiçbir şeyinizi kabul etmeyeceğiz' denildiği kaydetti. KCK, 'Türkiye eğer Kürt halkıyla birlikte yaşamak istiyorsa, bu tehlikeli yaklaşımdan vazgeçmelidir' diye belirtti. Asli unsur tartışması Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'Kürtlerin asli unsur olduğu' yönündeki açıklamalarını da değerlendiren KCK, şunları belirtti: 'Bir taraftan Kürtler asli unsurdur, Kürt sorunu vardır, bu sorunu çözeceğiz diyeceksin, öbür taraftan bu sorunun çözümünde muhatap olabilecek temsilcilerini ırkçı saldırılarla sindirerek teslim olmayı dayatacaksın. Hem asli unsurdur diyeceksin hem de ezeceksin, hem sorun vardır diyeceksin, hem de çözümün muhataplarını tasfiye edeceksin, burada hangisi doğru, hangisi yanlış? Tamamen bir bilmeceye dönüşen Erdoğanın yürüttüğü politikanın halkımızı aldatmaya dönük olduğu ve bir samimiyeti içermediği açık ortadadır. Bu saldırılarıyla Kürt özgürlük hareketini darbeleyip ezmeyi hedeflerken aynı zamanda DTP'yi ezip Kürt halkını alternatifsiz bırakma temelinde yakınlaşmakta olan yerel seçim hesabı yapmaktadır.' Türk basınında DTP'li bir milletvekilinin gerilla alanında bulunduğuna dair haberlere değinan KCK, 'Şu anda milletvekili olanların hiçbirisi hiçbir zaman gerilla sahalarında bulunmamışlardır. Basında gösterdikleri fotoğraf ve itirafçı ifadelerinin hepsi düzmece yalan ve fotoğraflar başkalarına aittir' 'Diyaloga açığız' KCK, hareket olarak diyaloga her zaman hazır olduklarını ifade ederek, şunları belitti: 'Kürt halk Önderi Başkan Apo, defalarca sorunu dış güçlere havale edeceğinize gelin tartışalım, demiştir. Şiddette ve terörde ısrar eden biz değil, sizsiniz! Yaşanan can kayıpların sorumulusu da sizsiniz! Kuzey de DTP, Güney'de KDP ve YNK'yi baskı altına alarak Kürt özgürlük hareketine karşı bir şer cephesini oluşturup, Kürtler arası iç çatışma yaratmaya çalışıyorsunuz. Sorunun çözümü, barışçıl yollarla diyalog temelinde Türkiye'nin içinde Kürt halkının kimlik, kültürel ve siyasal haklarının tanınmasından geçmektedir.' Kürt halkı ve Güneyli siyasi güçlere de seslenen KCK açıklamasında, 'Yurtsever Kürdistan halkı ve siyasi güçleri mücadelenin bu önemli döneminde daha fazla yurtseverlik görevlerine sahip çıkarak, düşman güçlerin her türlü oyunlarına karşı duyarlı, bilinçli, örgütlü bir duruş sergilemelidir. Bu dönemde başta Güney'deki güçler olmak üzere tüm Kürt siyasi güçler düşman politikalarına karşı ulusal çıkarlar çerçevesinde sorumlu yaklaşmalı. Dört parçadaki yurtsever halkımız büyük bedeller pahasına elde edilmiş kazanımları ve ulusal değerleri sahiplenmeyi ve geliştirmeyi temel bir görev bilmelidir' denildi.
Nihayet 25 Şubat 1942 de İstanbul’dan geri Romanya’ya kovulan gemi “faili meçhul” bir biçimde Kara Deniz’de batırıldı. 764 kişiden sadece bir teki sağ
Kurdians: Friday, November 16, 2007Anti-semitizme, Irkçı ayrımcılığa Karşı, Barış ve Halkların Dostluğu için Mücadeleye Çağrı! Türkiye Cumhuriyeti kurulalıdan beri ülkemizin Yahudi vatandaşlarına, daima şüpheli unsurlar gözüyle bakıldı. Türkiye’de resmi olarak her ne kadar Yahudi toplumuyla hiçbir sorun yaşanmadığı propaganda edile gelse de, tam tersine Yahudi düşmanlığı hiç eksik olmamıştır. “Azınlıkların rehine olarak kullanılması” politikası burada da geçerli olmuş; ABD, Almanya, İslam Dünyası veya İsrail’le ilişkilere göre resmi Yahudi düşmanlığı ya kışkırtılmış ya da kontrol altında tutulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti kurulalıdan beri ülkemizin Yahudi vatandaşlarına, daima şüpheli unsurlar gözüyle bakıldı. Türkiye’de resmi olarak her ne kadar Yahudi toplumuyla hiçbir sorun yaşanmadığı propaganda edile gelse de, tam tersine Yahudi düşmanlığı hiç eksik olmamıştır. “Azınlıkların rehine olarak kullanılması” politikası burada da geçerli olmuş; ABD, Almanya, İslam Dünyası veya İsrail’le ilişkilere göre resmi Yahudi düşmanlığı ya kışkırtılmış ya da kontrol altında tutulmuştur. Yahudi vatandaşların, TC için bütün çabaları, özverileri, sahte bir pohpohlamanın ötesinde hep hiçe sayıldı. 1934 Trakya pogromları ve 1942 “varlık vergisi”, Aşkale’de kurulan çalışma kamplarına gönderilme gibi ırkçı saldırı ve önlemlerle yıpratılmaya, sindirilmeye ve ülkeyi terk etmeye zorlandılar. Nazi soykırımından kurtulmak için Sturma adlı bozuk bir gemi ile İsrail’e gitmek isteyen Romanya Yahudilerine, uluslar arası Boğazlar antlaşmasına aykırı bir şekilde izin vermediler. Üç ayı aşkın bir süre İstanbul’da bekletilen gemide insani yardımlara müsaade edilmemesi sonucu açlık ve salgın hastalık baş gösterdi. Nihayet 25 Şubat 1942 de İstanbul’dan geri Romanya’ya kovulan gemi “faili meçhul” bir biçimde Kara Deniz’de batırıldı. 764 kişiden sadece bir teki sağ kurtuldu. Dönemin Başbakanı Refik Saydam, Yahudi halkının imhasını onaylamak anlamına gelen şu açıklamada bulunuyordu: "Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz." Anti-semit olduğu kadar da sahte olan bu açıklama, biçare insanların, sanki Türkiye’ye yerleşmek için geldiklerini ima etmeye çalışıyordu. Hâlbuki onlar, Filistin’e gitmek için sadece transit geçiş izni istiyorlardı. TC içinde azınlık hakları Lozan antlaşması ile garanti edilen Yahudiler, daha 1920’li yılların ortalarında artan baskılar sonucu antlaşmanın kendilerine tanıdığı azınlık haklarından tamamen feragat etmelerine rağmen, yine de anti-semit saldırıların hedefi olmaktan kurtulamadılar. Hemen hemen her dönem, işi gücü Yahudilerle uğraşmak olan Türk ırkçısı bir “aydınlar” topluluğu hiç eksik olmadı. Onların görevi, bu gün olduğu gibi geçmişte de, halkı Türkiye’yi “sarıp sarmalayan Yahudi komplolarına” karşı uyanık tutmaktı. Popüler bir konu olarak TC’ni, aslında “Sabataycılar” diye adlandırılan gizli bir Yahudi cemaatinin yönettiği türünden, hayaletler, “solcular” arasında da itibar görmektedir. Yahudiliği, “kötülüklerin anası, dünyayı ele geçirmiş kan emici sermayedarlık” olarak tanımlama, aynı propagandanın ürünüdür. Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük gibi Neo İttihatçı Naziler, devlete bağlı anti-semit dezenformasyonun “sol” ayağını oluştururlar. Onlara göre Güney Kürdistan’daki statüko değişikliği de bir Yahudi komplosudur ve “gizli bir Yahudi ailesi” olan Barzaniler eliyle “İsrail’in uzantısı bir Kürt devleti” kurulmayı amaçlar. Vb. vb... Bir bakıma Türkiye’de kışkırtılan anti-semitizm, yayılmacı Türk militarizmini ve soykırım inkarcısı egemenliği eleştiri oklarından koruma işlevi görmektedir. Özelliklede cuntalar döneminde anti-semitizmin Turancı sağ akımı, kökten dinci Yahudi düşmanlığı ile tamamlanmış oldu. Son 20 yıldır artan Yahudi düşmanlığı, Türkiye’yi Yahudi halkı için en rizikolu ülkelerden biri haline getirdi. Sinagog katliamlarının zeminini hazırlayan anti-semitizm iyice kışkırtıldı. Anti-semit ön yargılar, giderek Yahudi şahsiyetlere suikastlara, periyodik aralıklarla imha saldırılarına dönüştü. 1986’da, 1992’de ve son olarak ta 15 Kasım 2003’te gerçekleştirilen saldırılar sonucu onlarca Yahudi hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı. TC, İsrail’le ilişkilerine, ABD ile ilişkilerin bir parçası olarak baktı. Stratejik konumunu, elindeki bütün kozlarını, TC egemenliği altındaki halkların zoraki asimilasyonu, geçmişindeki soykırım suçlarının inkârı için kullanmaya çalıştı; ilhakçı tutumuna “hoşgörü” ve destek unsuru yapmaya çalıştı. Bu kadar ağır, dayatmacı ilişkilerin ebediyen sürüp gitmesi olanaksızdı. Dünya konjüktürünün değişmesi, dolayısı ile ittifakların değişmesi, TC’ne adeta her şeyin bir haddi sınırı olduğunu gösterir hale geldi. Örneğin ABD’de bulunan Yahudi lobisinin artan kamu oyu baskısı sonucu 1915 soykırımının inkarı için TC’ne arka çıkamaz hale gelmesi, ABD’nin Kürtlerle doğrudan ilişkisi ve ortaya çıkan yeni Kürt Federasyonu, adeta yetkilileri şaşkına çevirdi. Bütün bu gelişmelerden TC, yakıcı sorunlarının çözümüne yönelmek yerine, tam tersi sonuçlar çıkarmaya yöneldi. Anti-semit önyargılar o kadar yaygınlaştırıldı ki, Türkiye’de bulunan Yahudi halkı, hiçbir ilişkileri ve etkileri olmasa bile, İsrail’in devlet politikasından ve icraatlarından sorumlu tutulmaya başlandı. Onun için katledildiler. Bu koşullar altında onların, benzer kökten dinci, Turancı saldırılara maruz kalmamalarının hiçbir garantisi bulunmamaktadır. Anti-semitizm soykırımcı ırkçılıktır, her yerde ve her zaman mücadele edilmelidir!